Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@dilhann

Karanlık sokağın içinde kapüşonunu başına geçirip adımlamaya devam etti. Yağmur hızla yağmaya devam ederken, ayağında ki spor ayakkabıları artık tamamen su içinde kalmıştı. Artık kış yüzünü göstermeye başlamıştı ve soğuk hava yüzünden kızaran elleri acıyordu. Aldığı haberden sonra düşünmeden evden çıkmıştı ve yolda başlayan yağmur onun arabadan inmesiyle sırılsıklam olmasını sağlamıştı. Geride bıraktığı arabasından bir sokak yukarı yürümüştü. Geçtiği her sokak arasında yavaşlıyor ve göz ucuyla kontrol ettikten sonra devam ediyordu. Saklanmakta başarılıydı. Alnına yapışan koyu kahve saçlarını eliyle iteleyip bir sonraki adımında geleceği sokağın köşesine baktı. Tam ilerleyeceği sırada sokaktan gelen gürültüyle korkuyla yerinde sıçradı. Binanın duvarına yanaşıp sessizce bir adım daha atmayı denedi. Önündeki su birikintisine bastığında sesin yankılanmasını engelleyen bağırış onun en büyük şansıydı. Başını hafifçe sokağın girişinden uzattığında kadından tekrardan acı dolu bir feryat yükseldi.


"İstediğiniz her şeyi yaptım. Lütfen!" Sokağı aydınlatan tek şey kadını dışarı attıkları kapının tepesinde ki lambanın kısık ışığıydı. Dilhun, gözlerini kısarak birilerinin yüzünü görmeyi istedi ama pek başarılı olamamıştı. "Lütfen!" Kadının yüzüne inen tokatla Dilhun'un boğazı düğümlenmişti. Yerde acı içinde kıvranan kadını tanıyordu. Daha dün gece canlı yayında olan ve Be's için destek çağırısında bulunan ana haber bülteni spikeriydi. Dilhun korkuyla dudaklarını kemiriyordu. Aklında geçen düşünceler sabitti. Her zaman olduğu gibi birinin daha silah gibi kullanıldığını düşünmeden edemiyordu. Kadının neler dediğini canlandırmaya çalıştı zihninde.


"Çağrılara kulak asın ve destek olun!


Ölmemek için,


Özgürlüğünüz için,


Sefaletinizden kurtulmak için,


Be's destekçisi olun ve yaşamınıza devam edin!"


Dilhun, cebinden telefonunu çıkardı. Hızlı yağan yağmurda telefonun dokunmatiğini kullanmak onu zorluyordu. Birkaç defa ekrana parmaklarıyla hızla dokundu. Diğer eliyle telefonun ekranını korumaya çalışarak birkaç defa daha kamerayı açmayı denedi. Sonunda başarılı olduğunda telefonu karanlık sokağa doğrulttu. Önce birkaç fotoğraf çekti ve ardından video kaydını başlattı. "Bilmiyor muyuz hükümete bilgi sattığını?"


Kadının üzerinde ki beyaz gömleğin burnundan akan kanla kırmızıya bulanışını izledi Dilhun. Her gün birisinin elini kana bulayışını izliyorlardı ya da kendileri şahit oluyordu. Alışamamıştı. Bu çaresizliğe, bu zulme alışamamıştı. Yıllardır onlara sessiz olmaları öğretilmişti. Dilhun, her sabah uyandığında annesinin aynı nasihatlerini dinlemeye devam ediyordu. Kalabalık gördüğünde kaçmasını, kimseye karışmamasını söylüyorlardı. Be's lideri Alparslan Şahin beş yıl önce onların felaketi olacağı ayaklanmayı başlatmıştı. Sözde hükümet karşıtı duruşuyla ülkeye silah tüccarlığı yapan para babasıydı Dilhun için. Henüz onu gören kimse olmamıştı. Tabi görenleri de yaşatmamışlardı. Zaten kendisi bir kale inşa etmiş, hükümet ise arada sırada çıkıp onun hakkında birkaç şey söyleyip saltanatına devam etmişti. Halk ise perişandı. Dilhun'un sayısını unuttuğu ölümler yaşanmıştı. Sefalet hakimdi. Zengin her zaman daha zengin olmuş, fakir ise ölüme terk edilmişti. "Eğer onlara yardım etmeseydim kızımı öldüreceklerdi."


"Bize haber verseydin!"


Binanın arka kapısı gürültüyle açıldığında karanlıkta yüzünü seçmekte zorlandığı adamın önünde hepsi hizaya geçmişti. "Kızın bizimle ama ihanetin affı olmaz. Kızını büyürken göremeyecek olman senin tercihindi."


"Sen, O'sun?"


"Evet ve şimdi yaşamaman için bir sebebin daha oldu." Adam, belinde ki silahı çıkarıp gözünü kırpmadan kadına ateş ettiğinde video kaydını sonlandırdı. Yüreğinde ki ağırlık gittikçe artarken, hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Arabasına ulaştığında üzerinde ki ıslanmış hırkasını çıkarıp, koltukların ıslanmasını önemsemeden arabanın kapısını açıp yan koltuğa fırlattı. Arabasını çalıştırıp, klimanın içeriyi ısıtmasına izin verdi. İlerlemeden önce birkaç dakika kendine gelmesi için zamana ihtiyacı olduğunu hissediyordu. Az önce yaşadıklarına daha önce şahit olsa da hiçbir zaman kabullenememişti. Dikiz aynasından kendisine baktığında ela gözlerine çökmüş olan yorgunluk herkes tarafından görülebilecek düzeydeydi. İstemsizce gözlerinden bir damla yaş süzüldüğünde nefes alamadığını hissediyordu. Gözlerini yumdu ve bir süre kendini kontrol altına almayı denedi. Nefesi düzene girdi, burnunda ki sızı gitti ve gözlerini açtı. Arabayı çalıştırıp, kafasının dağılması için radyoyu açtı. Hoş, çok nadir radyolarda müzik çalardı. Genel olarak felaket haberleri duymaya alışmışlardı. Saat gecenin üçü ve sokaklar her zamankinden daha ıssızdı. Dilhun, yirmi dakikayı aşan yolculuğunun sonunda ofisinin olduğu rezidansa gelmişti. Güvenlik görevlisi yaklaşan arabayı bir süre süzdükten sonra Dilhun'a ait plakayı görünce kulübesinden çıkıp, onu başıyla selamladı.


Dilhun, otoparka giriş yaptıktan sonra arabasını park etti ve otoparkın içinde ki asansöre doğru yürümeye başladı. Gecenin ayazında ıslak kıyafetleri tenine soğuğun yayılmasını sağlarken bunu sorun etmiyordu. Gri asansör kapısının gürültüyle açılması onu düşüncelerinden alıkoyarken içeri geçti ve beyaz zemin üzerinde ki bordo kelebek figürünün tam ortasında durdu. Beyaz kabartmalı asansör duvarları onu ferahlatmak yerine daha çok boğuyordu. Yaklaşık bir dakika sonra on üçüncü kata geldiğinde asansörün kapısı açıldı ve Dilhun, içeriye dolan havayı içine çekti. Çantasından ofisinin kapı kartını çıkarıp, kendini ofisin içine attı. Ofisinin ışığını yakma gereği duymadan yolunu ezbere bildiği odasına geçti. Dolabında her zaman hazırda tuttuğu yedek kıyafetlerinden birini alıp banyoya geçti. Banyonun aynasında ki ışığı yakıp, içeri loş ışığın dolmasına izin verdi. Üzerini değiştirdikten sonra ıslanmış saçlarını fön makinasıyla kurutup, alnına düşen kâküllerini eliyle düzeltti. Üzerine geçirdiği boğazlı kazağının yakasını düzelttikten sonra banyodan çıkıp, odasına geçti. Neredeyse sabah olmak üzereydi ama Dilhun artık kafasında her şeyi netleştirmişti. Sabah paylaşacağı haberi yazacak ve daha sonra gönül rahatlığıyla uyuyabilecekti. Bilgisayarının başına geçip videoları ve fotoğrafları bilgisayarına aktardı. Ardından boş bir sayfa açtı ve nefretini kusarcasına parmaklarını klavyenin üzerinde dolaştırdı.


"HANGİ TARAF DAHA ZALİM?


Dün gece saat üç sularında ücra sokaklarda bir katliam daha yaşandı! Ünlü haber spikeri Neslihan Yılmaz, Be's lideri Alparslan Şahin tarafından öldürüldü.


Bir gece önce ekranlarda onlardan taraf olmaları için çağırı yapmak zorunda bırakılan Neslihan Yılmaz, hükümete bilgi sattığı gerekçesiyle işkenceye maruz bırakıldı!


Hükümet ve Be's arasında kalmış bütün halk adına söylemeliyim ki,


Biz buradayız!


Hayatlarımız pazarlık söz konusu değil!


Bizi görmenizi istiyoruz!


Ölmek istemiyoruz!


Belki bu size yayınlayacağım ilk ve son haberim olacak. Belki yarın aranızda bende olmayacağım. Hangi zalim tarafından öldürüleceğim? Ve ne için öldürüleceğim?


Hakkımı aradığım için mi? Ölmek istemediğim için mi? Bu zalimliğe bir son verilmesi için mi?


Haberin devamında ki video kaydını iyi izleyin ve sesi sonuna kadar açın. Bir kadının yardım çığlıklarını dinleyin ve karşılığında gözünü kırpmadan ona ateş eden zalimin soğuk kanlılığına şahit olun.


Bu bir iktidar savaşı değil, katliam!


Susmayacağım, sessiz kalmayacağım!


Güzel günler görmek dileğiyle,


Yeni Bülten Yayın Yönetmeni


Tarafsız, Dilhun Ö.


Haberi yazdıktan sonra ekranı kapattı ve paylaşmak için zamanın gelmesini beklemekten başka çaresi yoktu. İş ortağı ve aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan Hilal'e bir mesaj gönderdi. Onu birkaç saat sonra burada bekliyor olacaktı. Yaptığı atağın ucunun arkadaşına dokunma ihtimalinin farkındaydı. Onunda fikrini bu yüzden alacaktı. Oturduğu sandalyeden kalktı ve odasında ki üçlü siyah deri koltuğa geçti. Artık gözleri uykusuzluktan ve yorgunluktan acır hale gelmişti. Gözlerini kapattığında uykuya yenik düşmesi fazla zamanını almamıştı. Ofisin kapısı gürültüyle açıldığında Dilhun irkilerek uykusundan uyanmıştı. Odasının duvarında asılı olan saate gözü kaydığında sabah yedi olduğunu görmüştü. Yaklaşık iki saattir uyuyordu ve hala bitkin hissediyordu.


"Günaydın!" Hilal'in neşeyle odasına girmesiyle yüzünü buruşturmadan edememişti. Şu an sese oldukça duyarlıydı. Arkadaşının mutluluğunu bozmak istemese de birazdan konuşacakları konu zaten yeterince keyif kaçırıcı olacaktı. "Sen burada mı uyudun?"


"Pek uyuduğum söylenemez." Hilal, karşısında ki koltuğa oturup altına giydiği kot pantolonun verdiği rahatlıkla bağdaş kurdu ve tüm dikkatini Dilhun'a verdi. "Neler oluyor?"


"Önce bir kahve içmem ve şu tüm ofisi kokutan poğaçalardan yemem lazım. Ben yüzümü yıkarken sen kahveleri koyar mısın?" Hilal, durumun ciddiyetini kavramıştı ve itiraz etmeden ayağa kalkıp mutfağa geçti. Ofislerinin dört odası, iki banyosu ve bir de mutfakları vardı. Henüz yeni kurmuş sayılırlardı. Şimdi ki zamanlarda kimse gazetecilik yapmıyordu. Daha doğrusu yapmaktan korkuyordu. Dilhun ve Hilal için ise bu bir tutkuydu. Yıllardır örnek aldıkları ve takip ettikleri insanlar vardı ve onların peşinden gitmişlerdi. Yirmi sekiz yıllık hayatlarının tutkusu olan mesleklerini adil ve tarafsız yürütmek için çıktıkları yolda her şey karışmış ve mesleklerini icra edemeyecekleri noktaya ulaşmışlardı. Dün buna bir son vermek isteyen Dilhun ise büyük bir adım atmıştı. Son birkaç senesini araştırmalara adamıştı. Herkes onları sessiz sanarken o en büyük sesi getirmenin peşindeydi. "Anlat bakalım neler oluyor?"


"Önce şunu izle bir bakalım." Telefonunu arkadaşına doğru uzatıp, kahvesinden büyük bir yudum aldı. Kahve kupasını iki eliyle kavrayıp, arkasına yaslandı. Hilal, her izlediği saniyede hayret içinde kalıyor ve arkadaşının kendini bu denli tehlikeye sokmuş olması yüreğini sıkıştırıyordu. "Ya başına bir şey gelseydi?"


"Uzun zamandır peşlerindeyim Hilal. Bu sadece Be's için değil, elimde başkanında kayıtları var. Yıllardır herkes çaresizce iki tarafın güç savaşını izliyor. Buna bir son vermemiz gerekiyor." Poğaçadan bir ısırık aldığında acıktığının yeni farkına varmıştı. Bütün dengesinin şaştığını ve vücudunun nasıl tepki vereceğini kavrayamadığının bilincindeydi. "Neden bana söylemedin? Bu yolda beraber olduğumuzu sanıyordum."


"Öyleyiz, bu yüzden seni çağırdım. Sadece seni daha az tehlikeye sokmak istedim. Bir haber metni hazırladım ve yayınlamadan önce fikrini almak istiyorum." Dilhun, oturduğu koltuktan kalkıp masasının başına geçti ve Hilal'de onu takip etti. Metni açıp, bilgisayarın ekranını Hilal'e doğru çevirdi ve ona okuması için zaman tanıdı.


"Dilhun, emin misin? Bu haberin geri dönüşü yok biliyorsun." Dilhun'un masasının etrafında dört dönüyordu Hilal. Odaya sığamaz kıvama gelmişti ve gerilmişti. Dilhun ise soğuk kanlıydı. Yıllardır şahit olduğu şeylerden sonra artık onun gerilmesine sebep olacak bir şey kalmamıştı. "Birilerinin iki tarafa da dur demesi gerekiyor."


"Ama bu biz olmak zorunda mıyız?" Korkuyordu, Dilhun bunun farkındaydı. Onu anlıyordu. Hilal, onun aksine daha ürkek ve daha kırılgandı. Her zaman böyle olmuştu. Sarı kıvırcık saçları, ışıldayan yeşil gözleri onu kaç yaşına gelirse gelsin narin bir kız çocuğu gibi gösteriyordu. "Her zaman istediğimiz neydi bizim? Tarafsız ve adil haberler yapmak. Bunu yapabilecek gücümüz varken, geri durursak ne kadar adil oluruz Hilal?" Söylediği sözlerle Hilal'in duraksamasına sebep olmuştu. Tarafsız haber kavramının üzerine toprak atılalı çok olmuştu. Dilhun bunu geri getirmekte ve masum gördüğü herkesin sesi olmakta kararlıydı. Her türlü susturulmaya çalışılacaklardı. Hangi tarafı seçersen seç, diğer taraf seni zaten bastırmaya ve yok etmeye çalışacaktı. Bu yüzden kendi yolunda, kendi inandığı doğrularla ilerlemek istiyordu Dilhun. Savaşın,zulmün, katliamların bir tarafı olamazdı. En azından vicdanı olan bir insan için böyle olmalı diye düşünüyordu Dilhun. İki tarafında vaadi aynıydı. Sulh ve varlık içinde yaşanacak bir ülke ve yüksek refah seviyesinin varlığı. Dilhun'un her bu sözleri duyduğunda kafasının içinde aynı sorular dönüyordu. Neden hala insanlar ölüyordu? Neden halk sefalet içindeydi? Bu karşıtlığın bir sonu yok muydu? Düşünerek bir sonuca ulaşamayacağının farkına varalı çok olmuştu.


"Benimle beraber olmak zorunda değilsin. Eğer istersen bu işe hiç bulaşmayabilirsin." Arkadaşının sessizliğini bozmak zorunda hissetmişti kendini.


"Seni yalnız bırakacak değilim. Hadi son bir kez daha üzerinden geçelim." Hilal defalarca metni okumuştu ve en sonunda bilgisayardan gözlerini ayırıp, masanın üzerine oturdu. Dilhun, yayınlamak için bilgisayarı önüne çektiğinde Hilal stresle bacaklarını sallıyordu.


"Alparslan mı öldürür bizi? Yoksa hükümet mi? Ne dersin?" Haberi, kendi internet sayfalarında ve diğer bütün sosyal platformlarda yayınlamışlardı. "Henüz Başkan'ın sırası gelmedi. Sıra ona da gelecek. Akıllarının alamayacağı şeyler var elimde ve hepsinin sırası gelecek. Tabi bu süreçte beni yakalamazlarsa." Kısa süre sonra gelen bildirimlerle Dilhun oturduğu yerden kalktı ve ofisin içinde turlamaya başladı. İşte şimdi gerginlik ve heyecan bütün bedenini sarmaya başlamıştı. Ofisinin içinde az önce turlayan Hilal'in yerini alarak volta atmaya başlamıştı. Hilal ise masaya yeni yaptırdığı tırnaklarını vurarak ritim tutuyordu. "Burada turlayarak sonuçlardan kaçamayız. Şu bildirim sesleri sinirimi bozuyor." Hilal, bilgisayarın başına geçerek önce kendi haber sitelerine tıkladı.


"Bunu bütün zulme uğrayanlar için yaptık. O yüzden başıma ne geleceği konusunda endişelenmiyorum. Sadece sesimizin duyulmasını istiyorum." Hilal ve Dilhun bir nevi yaşantısını diğerlerinden daha rahat sürebilen taraftı. Ailelerinin köklü geçmişleri vardı ve son 4 yılın yıkımını daha az hasarla atlatabilmişlerdi. "Dilhun, ben doğru mu görüyorum?" Dilhun'un solukları hızlanmıştı. Bu kadar bildirim sesinin normal olmayışı onun tüylerini ürpertiyordu. Masanın etrafından dolanıp, ekranın başına geldiğinde haber sayfalarını kontrol etti. 517.213 Kişi sayısı gördüğünde gözleri şaşkınlıkla aralandı. Sayfayı yineledi. 647.426.


"Dilhun? Biz neredeyse milyona mı ulaştık?"


"Doğru görüyorsun. Bekle diğer platformlara bakacağım." X işaretinin üzerine tıkladığında sayfanın yüklenmesi biraz zaman almıştı. Tıklanmalar o kadar yoğunluktaydı ki, internet gücü yetersiz kalıyordu. Sonunda sayfa açıldığında görüntülenmenin kendi sayfalarının neredeyse iki katı olduğunu gördü.


"Sonunda biri cesaret edebildi!"


"İki tarafta katil!"


"Canınıza mı susadınız?"


"Umarım Be's sizi en yakın zamanda bulur."


"Zalimler için yaşasın cehennem! Dünya sesimizi duysun!"


Ve alt alta sıralanmış birçok yorum vardı. Seslerini duyurmak istiyorlardı ama bu kadar çabuk olacağını kendileri de kestirmemişti. İkisi de aynı hissiyata sahip bir şekilde birbirlerine bakmıştı. "Bundan sonrası kıyamet biliyorsun dimi Dilhun?" Hilal, ofisin camına doğru yaklaştı. Düşünceli ve ürkek halini üzerinden atmaya çalışıyordu. İstedikleri duyulmak değil miydi? İşte şimdi her yerde onların isimleri yazacaktı. Tabi kelle koltukta yaşayacakları gerçekliği göz ardı etmek isteseler de ortadaydı. Uzaklardan gelen ama sarsılmalarına sebep olan gürültüyle ikisinden de korku nidası yükseldi. Hilal yere çökerken, Dilhun dışarıdan yükselen toz bulutuna baktı.


"Televizyon! Televizyonu aç!" Hilal hızla kumandayı alıp televizyonu açtı. Bütün kanallarda aynı görüntü hakimdi. Kanal Beş binasından görüntüler geliyordu. İnsanlar akın akın binadan çıkıyordu. "Ne bu şimdi?"


"Haberlerde detay verilmiyor." Dilhun, olayları kavramaya çalışıyordu. Bu yayınladıkları haberle ilgili olabilir miydi? O halde bu binaya zarar vermeleri gerekmez miydi? Kafasında ki düşünceler birbirini kovalarken, kapılarının önünde duydukları tek ellik silah patlaması bütün her şeyi bitirmişti. Aynı zamanda telefonunun ekranına sms bildirimi düştüğünde ise bütün kanının çekildiğini hissetti.


"Bizi zalim yapan yaşadıklarımız mı? Yaşattıklarımız mı? Benimle bu konu için tartışmanızı sabırsızlıkla bekliyorum.


Sevgiler,


A.Ş."


Loading...
0%