@dilhann
|
Dosyayı açtıktan sonra içinden çıkanları eline aldı. A4 kâğıdının üzerine ataçla tutturulmuş birkaç fotoğraf vardı. Önce fotoğrafları ataçtan çıkardı. Haktan'ın lise çağında ki kıvırcık saçlı bir kızla fotoğrafı vardı. Ellerinde kahveyle beraber yürüyorlardı. Yürüdükleri sokak tanıdık gelmemişti. Diğer fotoğrafa geçtiğinde ise orta yaşlarda bir kadın ve kucağında iki ya da üç yaşlarında bir erkek çocuğu vardı. Bir önceki fotoğraftaki genç kızla kadının benzerlikleri aşikârdı. Geri kalan fotoğraflarda ise aynı kişiler farklı alanlar ve bazılarında Haktan'ın bulunduğu kareler vardı. Fotoğrafların altında bulunan kâğıda geçtiğinde ise Haktan hakkında bilgiler vardı. Yaşı, okuduğu okul ve ailesiyle ilgili bilgiler. Haktan Kaya, Be's için ve özellikle Alparslan için çok önemliydi. Beraber büyümüşlerdi ve her adımlarını beraber atıyorlardı. Fikir babası Alparslan iken uygulama aşamasında Haktan devreye giriyordu. Bunların bir kısmı kulaktan dolma bilgilerken bir kısmı ise bizzat şahit olunmuş olaylardı. Haktan, dünyada sesini duyurmuş hackerlardan biriydi. Şimdiye kadar sızamadıkları bir yer olmamıştı. İyi bir ekibi ve zehir gibi işleyen bir beyni vardı. Yirmi sekiz yaşında olmasına rağmen altına imza attığı şeyler basite indirgenebilecek olaylar değildi. Bu zarfı görene kadar Haktan'ın bir ailesi olduğundan bile haberdar değildi Dilhun. Hoş, bundan haberi olan kişilerin sayılı olduğuna emindi. Ablası ve bir kız kardeşi vardı. Ablasının yıllar önce ölüm haberi yayınlanmıştı, kız kardeşinin ise adı hiçbir yerde geçmiyordu. Bu X'ten aldığı ilk dosya değildi. Geçen ay aynı şekilde arabasının camına sıkıştırılmış bir dosya daha bulmuştu. Onun içinde ise Alparslan'ın eski nişanlısının fotoğrafları vardı. Henüz Alparslan'ı görmemişti. Belki sokakta yanından geçmişti belki aynı restoranda yemek yemişlerdi. Koca bir bilinmezlikti. Dosyanın altında ki adrese baktı. Geçen sefer bir adres ve tarih aldığında başkanın televizyonda karşıt olduğunu söylediği adamlarla yemekte ki görüntülerini elde etmişti. Şimdi ise başına ne geleceğini veya ne ile karşılaşacağını bilmiyordu. Tek tahmini bu sefer işin içinde Haktan'ın olduğuydu. Telefonunu çıkarıp adresi girdiğinde haritada büyük bir depoyu gösterdiğini gördü. Hava kararmak üzereydi ve zamanı kısıtlıydı. Eğer oraya yetişmek istiyorsa önce eve uğramalıydı. Arabayı çalıştırdığında bir yandan Hilal'i aradı. Onu bir savaşın ortasında bırakmıştı. "Dilhun! Annem beni öldürecek." "O kadar kötü mü?" Hilal, iç çekti. Annesi yaklaşık yarım saattir sürekli olarak konuşuyordu ve aynı şeyleri yineliyordu. "Sesini duyuyor musun? Sürekli aynı şeyi söylüyor. Ya kendimi öldürtecekmişim ya da kahrından kendisi ölecekmiş." Dilhun istemsizce güldü. Hilal'in annesi Safiye Hanım pimpirikli bir kadındı. Her şeyden nemalanır ve abartmayı severdi. Bazen onun nasıl avukat olduğuna şaşıyordu Dilhun. İşi söz konusu olduğunda dünyanın en sakin ve sabırlı insanı olabiliyordu. Dilhun onun bu hallerine imreniyordu. "Seni kurtarmayı çok isterdim ama eve uğramam gerekiyor. Bizimkilerde çok farklı sayılmaz." Hilal'in başını yeterince ağrıttığını düşündüğü için ona bu konudan bahsetmek istememişti. "Ben zaten kaybettim. Sen kendini kurtarmaya bak." Hilal'in annesini engellemeye çalışan sesleriyle geçen birkaç saniye sonunda Safiye Hanım'ın sesi doldu Dilhun'un kulaklarına. "Dilhun! Ne haltlar yediyseniz bize niye söylemediniz?" "Nasılsın Safiye teyze?" Derin bir soluk aldı Safiye Hanım. "Beni böyle geçiştiremeyeceğini biliyorsun değil mi? Akşam görüşeceğiz." "Yarın sabah kahvaltı yapalım mı?" Dilhun akşam için söz veremezdi. Aniden ortadan kaybolursa birileri mutlaka onun peşine düşerdi. Bunu göze almak istemiyordu. Safiye Hanım'ın ne kadar inatçı olduğunu ise iki arkadaş çok iyi biliyordu. "Sabah sekiz, bizde olacaksınız." "Anlaşıldı kaptan! Hilal'e de fazla yüklenme. İkinizi de seviyorum." Dilhun onları kendi aralarında ki savaşta bırakıp yoluna devam etti. Hastaneden çıkıp, eve doğru yol alırken yanından geçen ambulansların sayısını tutamamıştı. Patlamadan sonra ortalık kan gölüne dönmüştü. Dilhun, kendi telaşına düşüp olanları bir süreliğine geri plana atmıştı. Arabasının radyosunu açtığında ise felaket haberlerini peş peşe duydu. "Patlamada ki ölü sayısı yirmi iki kişiye yükseldi!" "Ambulans sayısı yetersiz kalıyor! Yaralılar yüzü aşkın!" Dilhun'un dinlemeye tahammül edemeyeceği haberler sıralanırken radyoyu kapattı. Geçen dakikalar sonunda eve ulaştığında arabayı bahçeye park edip arabadan indi. İki katlı müstakil evleri vardı. Evin etrafını çevreleyen bir bahçeleri ve bahçelerinin içinde ise Dilhun'un en sevdiği alan olan barbekü kısmı vardı. Dış cephesi beyaz, çatısı füme rengi olan bu evin her alanında Dilhun ve babasının zevki vardı. Annesi böyle şeylere çok karışmazdı. O daha çok kendi özel alanlarını düzenler ardından köşesine çekilirdi. Evin beyaz çelik kapısını anahtarıyla açıp eve girdi. Onu karşılayan holde ki vestiyere ceketini asıp hiçbir yere sapmadan merdivenleri çıktı. Üst katta dört oda vardı. Biri Almanya'da yaşayan abisine, birisi babasına diğer ikisi ise Dilhun'a aitti. Birini çalışma odası yapmıştı. Anne ve babası ise evin alt katında ki arka bahçeye bakan büyük odayı tercih etmişlerdi. Abisi yılda iki ya da üç defa ziyarete gelirdi. Bu yüzden kat tamamen Dilhun'a ait denebilirdi. Odasından içeri girdiğinde beyazın hâkim olduğu odası her zaman içini ferahlatıyordu. Kendine sığınak alanı olarak yarattığı bu yerde sonsuza dek kalabilirdi. Odanın ortasında duran çift kişilik yatağının üzerine çantasını koydu. En çok ihtiyacı olan şey sıcak bir duştu. Duştan sonra giymek için birkaç parça kıyafet çıkardı. Duşun ardından beş kapılı beyaz dolabını açtı ve kıyafetlerini yana çekti. Kıyafetlerinin ardında ki gri kasaya ulaştı. Kasayı açtıktan sonra çantasında ki dosyayı çıkarıp kasaya yerleştirdi ve kasanın alt rafında ki tabancayı eline aldı. Kapısı gürültüyle açıldığında silahı tekrar kasaya bıraktı ve dolap kapağını kapadı. "Senin burada olduğunu bilmiyordum kızım." "Korkuttun beni Asiye Teyze." Asiye Hanım artık ellilerinin sonlarına gelmişti, yıllardır evin emektarıydı. Dilhun bir nevi elinde büyümüştü. "Asıl sen beni korkuttun. Evin içinde öyle hayalet gibi dolanılır mı?" Azarlarcasına konuştuğunda Dilhun istemsizce güldü. Kolunun altına aldığı çamaşır sepetiyle odanın içinde ki banyoya geçti. "Sana güzel bir kahve yapıyım mı?" Bir yandan çamaşır sepetini doldururken sorduğu soruyla Dilhun'un gözü dolabına kaydı. Kasası hala açıktı ve silah ise dolap rafında öylece duruyordu. "Olur, olur. Sen yap, ben birazdan geliyorum." Asiye Hanım doldurduğu sepeti alıp odadan çıktığında Dilhun'a sormak istediği çok şeyi kendine saklamıştı. Haddi olmadığını düşündüğü için merakını dizginlemişti. Dilhun aceleyle kapadığı dolabın kapağını tekrar açtı. Tabancayı alıp çantasına koydu. Çantasını kıyafetlerinin arasına koyup dolabı kapattı. Bunu yaptığına hala inanamıyordu. Dedesi küçükken abisiyle ava giderdi. Dilhun ise bütün çocuksuluğuyla dedesinin yakasına yapışır ona da öğretmesini isterdi. En sonunda dedesi onun inadına yenik düşmüştü ve ona da silah kullanmayı öğretmişti. On sekizinci yaş gününde ise ona silah hediye etmişti. Daldığı düşüncelerin arasından sıyrılıp kahve kokularının geldiği mutfağa gitmek için alt kata indi. "Tam zamanında!" Krem ve ahşap tonlarının hakim olduğu mutfağın cam kenarına yerleştirilmiş altı kişilik kemik renginde ki masanın sandalyelerinden biri çekip oturdu. "Eline sağlık, bu koku bütün yorgunluğumu almaya yetiyor." "Yorgun görünüyorsun." Asiye Hanım dayanamadan konuştuğunda Dilhun ona yarım bir gülümseme sundu. Gerçekten yorgundu. Saatler sürecek bir uykuya ve düşünmemeye ihtiyacı vardı. "Biraz uyusam fena olmazdı ama birazdan benimkiler gelecektir. Kendime bunu hazırlamam gerekiyor." "Annen her soracağı şeyi not almış bile olabilir." Derin istemsizce bu dediğine gülmüştü. Annesi ve Asiye Hanım'ın anlaşma şekli Dilhun'u her zaman eğlendirmişti. Bir taraf daha gelenekselken diğer taraf modern kültür adımlarını takip ediyordu. "Artık ondan her şeyi bekliyorum." "İyi misin peki kuzum sen?" Asiye Hanım elinde büyüyen kız çocuğuna samimiyetle sormuştu bu soruyu. Onun gözlerinde ki yorgunluk yüreğine dert olmuştu. "İyiyim, iyiyim. Biliyorsun beni, ben öyle kolay devrilmem." "Bilmem mi? Dikkatli ol, olur mu?" Dilhun onun samimiyetine karşılık masanın üzerinde ki elini tuttu. O sırada açılan kapıyla babasının ve annesinin sesi içeri dolmuştu. Hararetli konuşmalarının devamını engellemek için kalkıp, mutfak kapısına ilerledi Dilhun. "Sakın ona destek olur gibi konuşma Akif!" Neriman Hanım kocasını azarlarcasına konuşurken bir yandan da bütün gün ayaklarını ağrıtan botlarını çıkarıp, evde sürekli giydiği siyah üzerinde taşları olan babetlerini ayağına giymekle uğraşıyordu. "Bütün yol aynı şeyleri söyleyip durdun Neriman. Fikrim hala değişmedi." "Ne oluyor?" Babasının bezgin sesini duyduğunda araya girme gereği duymuştu Dilhun. "Bundan sonra korumalarla dışarı çıkacaksın." "Ne?" Annesinin ani çıkışına karşılık dudaklarından sadece bu dökülebilmişti Dilhun'un. Babasına döndüğünde burnunun kemerini tuttuğunu görünce umutsuzluğa sürüklenmişti. "Ben seni yolda bulmadım Dilhun! O adamlar ne kadar tehlikeli bilmiyor musun?" "Biliyorum anne. Peki sen onları durduramayacağımızı bilmiyor musun?" Neriman Hanım, salonda ki krem rengi üçlü koltuğun ucuna oturdu. Bütün yüreği kızının başına gelebileceklerin ağırlıyla kaplıydı. "Sorun bu zaten Dilhun. Bunları bilecek kadar batmış durumdayız." "Biraz bana güvenin lütfen. Ayrıca benimle beraber kimsenin gezmesini istemiyorum. Birazdan tekrar çıkmam gerekecek. Ofiste bilgisayarımı unuttum." Dilhun akşam gidişinin yolunu bu şekilde yapacaktı. Akif Bey kızının ofise gideceğine inanmamıştı. Kızının çalışma odasında bir bilgisayarı daha vardı. Bütün manşetlerini orada atardı ve ona okuturdu. Bu yüzden bu gidişin sıradan olmadığının bilincindeydi. "Tamam yemek için seni bekleyeceğiz." Kızına karşılık verdiğinde Dilhun'un bakışları onu bulmuştu. "Ben sandviç yaptırırım Asiye Teyze'ye." Babasına yalvarırcasına baktığında Akif Bey başını iki yana salladı. Kızının neler düşündüğünü takip edemiyordu. Ne zamandır bu olayların peşindeydi ondan bile emin değildi. "Hoş geldiniz. Masa birazdan hazır olacak." "Asiye Teyze bana sandviç hazırlar mısın? Üzerimi değiştirip çıkacağım." Asiye Hanım cevap vermek yerine başıyla onaylayıp, mutfağa ilerledi. "Dilhun bu konu hep havada kalıyor ama bu işin devamını sorgulamaktan vazgeçmeyeceğim." "Biliyorum anneciğim. Sadece biraz ortalık sakinleşsin. Yarın sabah zaten kahvaltı için Safiye Teyze'ye söz verdim. Kaçışım olmayacak gibi." Neriman Hanım duyduklarıyla sessizliğe bürünmesi bir olmuştu. Bütün laflarını sakınıyor ve zamanı geldiğinde kızına sıralamak için hazırda bekletiyordu. Dilhun odasına çıkmak için hareketlendiğinde babasının tereddütlü bakışlarını görmezden gelmeye çalıştı. Odasına geçtiğinde dolabını açıp siyah bir kot pantolon ve üzerine giyeceği siyah bir kazak çıkardı. Karanlıkta ne kadar az görünür olursa onun için o kadar iyi olacağını düşünüyordu. Üzerini değiştirdikten sonra çantasını kıyafetlerinin arasından alıp, içinden silahı çıkarıp beline yerleştirdi. Ardından dolabın yan kapağını açarak askıda ki çantalardan bir bel çantası aldı ve arabasının anahtarıyla telefonunu koyup kapattı. Onun kaçmasını engelleyecek hiçbir şeyi taşımak istemiyordu. Saçlarını sıkı bir topuz yapıp, kâküllerini düzeltti. Tekrar alt kata indiğinde anne ve babasının mutfağa doğru yürüdüğünü gördü. Mutfakları hatırı sayılır büyüklükteydi. Bu yüzden yemek odasını sadece misafirleri geldikleri zaman kullanırlardı. Onların peşinden mutfağa gittiğinde Asiye Hanım, Dilhun için hazırladığı sandviçi peçetenin arasına koyuyordu. "Afiyet olsun ve eline sağlık Asiye Teyze." "Oturup bir şeyler yeseydin keşke." Babasının yanağına sesli bir öpücük bıraktığında Akif Bey'in yüzünde gülümseme belirmişti. Hala onun gözünde küçük kız çocuğuydu ve böyle anlar onun için paha biçilemezdi. "Gidip geleceğim. Yemeğe kalırsam geçe kalmış olurum." "Tamam dikkatli ol." Anne ve babasını başıyla onaylayıp adımlarını hızlandırdı. Bileğinde ki saate baktığında buluşma saatinin yaklaştığını gördü. Saat dokuzda olan buluşma için şimdi çıkmalı ve yerini almalıydı. Önünde iki saat vardı. Vestiyerden deri ceketini alıp giydi. Bahçeye çıkıp arabasına bindi. Telefonundan haritaya adresi girdikten sonra arabasını çalıştırdı ve sürmeye başladı. Dakikalar geçtikçe sokakların boşluğunun getirdiği sessizlikle boğulduğunu hissetmişti Dilhun. Yüreğini kaplayan heyecan ve gerginlik nabzının yükselmesine sebep oluyordu. Adrese her yaklaştığı dakika ıssız sokak aralarından geçiyor ve seyrelen binaların sonunda ise ormanlık alana doğru gidiyordu. Ulaşmasına iki dakika kaldığını gördüğünde ormanın içine doğru yönlendi. Arabasını gizlemek istiyordu. Arabasını park ettikten sonra telefonunu aldı ve aşağı indi. Ayağının altında ki dallar kırılıp ses çıkarırken Dilhun etrafına göz gezdirdi. Henüz kimse görünmüyordu ya da bir ses duymamıştı. Yavaşça arabasının kapısını kapattı. Hala açık olan telefonunda ki haritanın etrafta ışık yansıması yapmaması adına telefonun ekran parlaklığını kıstı. Yürüme mesafesi olarak beş dakikalık bir yol vardı önünde. Ağaçların arasında bir bina olduğunu görüyordu ama ağaçların arası sık olduğu için görüşü net değildi. Arabasının anahtarını çantasına koyup ağaçların arasından yürümeye başladı. Saatine baktığında buluşma için yarım saat kaldığını gördü. Adımlarını hızlandırdı. Sessiz olmaya özen gösterse de yerdeki kurumuş yaprakların arasında pek mümkün olmuyordu. Soğuk bütün bedeninin titremesine sebep olacak türdendi. Ceketinin fermuarını çenesinin altına kadar çekti. En azından sert esen rüzgârı engellemek istiyordu. Deponun karşı alanında ki ağaçların arasına geldiğinde duraksadı. Yakınlardan gelen araba sesleriyle büyük gövdesi olan ağacın ardında yere çöktü. Büyük boş araziye yapılmış olan depo, eski bir kumaş deposuna aitti. Paslanmaya yüz tutmuş, yana devrilmiş olan tabelanın üzerini okumaya çalıştı. Onun için şu an her şey ipucu değerindeydi. İki siyah Audi ve onları takip eden bir Jeep görüş açısında durduğunda yerine iyice sinmişti. Jeep'in kapısı açıldığında Dilhun gördüğü yüzle gerilmiş ve soğukkanlılığını koruyarak telefonunun kamerasını açmıştı. Haktan Kaya'yı sonunda canlı görmüştü. |
0% |