@dilhann
|
Haktan arabasından indikten sonra üzerinde ki kalçasının altında biten siyah paltosunun önünü ilikledi. Gecenin karanlığında bile parlayan altın rengi saçlarının arasından parmaklarını geçirerek alnına düşen saçlarını geri attı. Karşısında ki adamın önüne doğru adımladı. Uzun boyu sayesinde adama üstten bakış attığında karşısında ki adamın gerildiğini gördü. Dilhun ise her dakikayı kayıt altına alıyordu. Onları izlerken Haktan'ı incelemeye devam ediyordu. Kemikli yüz hattı onun sert mizacıyla uyumluydu. Her geçen saniye Dilhun'un gerilmesine sebep olurken, Haktan'ın deponun içine yöneldiğini gördü. Haktan'ın her adımı kendinden eminken onu takip eden adamlar tereddütle etrafa bakıyordu. Dilhun, kamerayı biraz daha yaklaştırıp etrafı izleyen adamın birkaç fotoğrafını çekti. Onlar deponun içine girerken çektiği fotoğrafı açıp yüzü tanıdık gelen adamı incelemeye başladı. Kırklı yaşlarında, çelimsiz denebilecek zayıflıkta olan adam kafasına bir kasket geçirmişti. Tanınmamayı umduğu aşikardı. Dilhun bir süre daha telefonun ekranına baktığında onu nerede gördüğünü anımsamıştı. Geçen hafta başkan ile beraber yeni yapılacak stadyumun sponsorluğunu yapacak holdingin sahibiydi. Dilhun vakit kaybetmeden internet arama motoruna girdi. Başkanlığın internet sitesine girdiğinde aradığı haberi buldu. Rasim Petrov adına tıkladı. Bulgar asıllı iş adamıydı. Annesi Türk'tü. Paratic Holding'i ise babasından devralmıştı. Dilhun adamın adını bir köşeye not alırken vakit kaybetmemek adına telefonu cebine koyup saklandığı yerden çıktı. Deponun etrafını incelediğinde ikinci kata dışardan ulaşabileceği demir merdivenleri gördü. Biraz daha ilerledikten sonra kapının önünde bekleyen adamların görüş açısından çıktığından emin oldu ve hızlı adımlarla karşı tarafa geçti. Önceden beyaz olan ama artık bakımsızlığın etkisiyle renk değiştirmiş dış cephesi olan deponun merdiveninin başına geldi. Kiremit rengi, pas tutmuş demir merdivene adım attığında ortamın sessizliğinden dolayı yayılan gürültüyle olduğu yerde kaldı. Etrafında bir hareketlenme olup olmayacağını bekledi. Merdiven kapıda bekleyen adamların tam tersi yöne doğru uzadığından birkaç basamak sonra tamamen görüşlerinden çıkmış olacaktı. Binanın yanına doğru uzanan merdivenler üst kata sessiz adımlarla ulaştı. Koyu kahve tonunda ki tahta kapı aralıktı ama kapıyı ittiğinde çıkabilecek gürültüyü düşünüp duraksadı. Kapının yanında ki kare küçük cama ulaşmak için parmaklarının ucunda yükseldi. Camın kirli tabakasından içerisi net gözükmese de katın ortasında alt katı görebileceği bir boşluk olduğunu gördü. İçeri girebilirse istediği görüntüleri kesinlikle elde edebilirdi. Risk almak zorundaydı. En fazla yakalanırdı ve Alparslan'la görüşmesi erkene çekilirdi diye düşündü. Kapıyı yavaşça ittiğinde şansı yaver gitmişti ve kapı sessizce açılmıştı. Kendisinin geçebileceği kadar bir yer edindikten sonra içeri geçti. Haktan'ın gür sesi kulaklarına dolduğunda nabzı hızlanmıştı. "Sen bizimle dalgamı geçiyorsun!" "Silahları onlara vermeseydim benden şüpheleneceklerdi." Rasim Petrov, Haktan'ın karşısında giderek siniyordu. Dilhun görünmemeyi hedefleyerek yere çömeldi ve duvar kenarına yaklaştı. Beline anca gelebilecek duvar, üzerinde siyah demirle çevrilen tutunacak yeri vardı. Duvarın kenarından destek alarak biraz doğruldu ve aşağı göz gezdirdi. Haktan ve Rasim ikilisi tam ortada duruyordu. Kaydı tekrar başlattığında Haktan'ın derin bir soluk aldığını duydu. "Biz sana bu teslimat için son şansın demedik mi?" "Tabi size hiçbir şey olmuyor! Şahin, oturduğu yerden tehditler savurup, keyfine bakıyor." Haktan, adamın yüzüne bir yumruk savurdu. Ardından üzerini düzeltip, yerde yatan adamı dürtükledi. Rasim Petrov'un adamları silahlarına davrandıklarında, Haktan'ın yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Boş depoda sesler yankılanırken Dilhun'un eli gerginlikle titremeye başlamıştı. Nabzını düzene sokmak adına gözlerini yumdu birkaç kesik soluk ardından daha iyi hissediyordu. "Aptal olmasaydın da karını aldatırken videoya almasaydın." "Bu benim özelim!" Burnundan akan kanı elinin tersiyle sildi Petrov. Dilhun, daha fazla burada kalırsa olanların ortasında kalacağının bilincindeydi. Telefonunu ceketin cebine koyup, kalkacakken adını duymasıyla bütün dengesi şaşmıştı. "Dilhun, nereye gidiyorsun?" Olduğu yerde duruyordu ve dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti. Korkmak. Bu duyguyu hiç bu kadar hissetmemişti. Sessizliğini koruduğu her saniye bilincini toparlamaya çalışıyordu. Buradan çıkması imkansızdı. Ayağa kalktı ve buz mavisi gözlerin direkt hedefi oldu. Gerginlikle sıktığı ellerinde tırnakları avucuna batıyordu. Ellerini duvarın kenarına yaslayıp geri planda durmamak adına bakışlarını sabitledi. "Haktan değil mi?" "Aşağı gelmek istemez misin? Bizimde işimiz bitmek üzereydi. Yakından tanışmayı isterim." Ayakları geri geri gitmek istese dahi buradan dönüşü yoktu. Koridorun sonunda ki merdivenlere doğru yürümeye başladı. Haktan'ın bakışları onun üzerinde dolanırken Rasim Petrov'un yerden kalktığını gördü. Adamların silahları hala Haktan'a doğrultulmuş haldeyken bu kadar rahat oluşu Dilhun'un kasılmasına sebep oluyordu. "Beyler, aramıza bir hanımefendi katılıyor. Silahları indirin. Dağdan geldiğinizi düşüneceğim." Adamların bakışları Rasim Petrov ve Dilhun arasında dolaşırken Petrov'un başıyla onayladığını gördü Dilhun. Yediği yumruğa bile sesi çıkmamıştı. Dilhun, son basamaktan indiğinde Haktan tamamen ona doğru dönmüştü. Her adımında Dilhun'un daha da gerildiğini görebiliyordu. Karşısındaki kadının cesaretini takdir ediyordu içten içe. Alparslan'ın ise Dilhun'a olan tutumunu henüz anlayabilmiş değildi. Yıllardır aynı yolu yürüdüğü dostunu ilk defa çözemiyordu. "Evet beyler şimdi nerede kalmıştık?" "Ne istiyorsun Haktan?" Petrov'un sorusuyla Haktan ellerini ovuşturdu. "Silahları! Anlaşmamız en başından beri belliydi. Silahları verecektin ve bende sana videoyu verecektim. Sen anlaşmaya uymadın. Bu yüzden karın şu anda videonu izliyor olmalı." Tam o sırada Petrov'un telefonu çaldığında ceketinin önünü açıp iç cebinden telefonunu çıkardı. Dilhun arayanın kim olduğunu görmek için göz ucuyla telefona baksa da istediğini elde edememişti. "Hoparlöre al." "Rasim! Bu ne?" Kadının tiz sesi kulaklarına dolduğunda yüzünü buruşturdu Dilhun. Karısının onu süründürmesini diliyordu içten içe. "Geldiğimde konuşacağız. Bir saate evde olacağım." "Avukatımla konuşursun Rasim." Telefonu kapattığında Petrov küfür savurmuştu. Haktan'a öfkeyle bakıyordu. "Karını hem aldatıp hem de eve gideceğine dair yalan söylemen çok ayıp." "Ne diyorsun sen?" Deponun giriş kapısı açıldığında içeri altmışlarında iri yapılı bir adam ve onu takip eden birkaç adam girmişti. Dilhun, Petrov'un gözlerinde ki korkuyu görmüştü. Adam, bir parmağıyla siyah boğazlı kazağının boğazını genişletip ardından beyaz sakallarının arasından yüzünü kaşıdı. Gri kumaş pantolonunun cebine elini koyduğunda Petrov'un olduğu tarafa bakmıyordu. Haktan, adama başıyla selam verdi. "Fedor, gözüm yollarda kaldı." "Oğlumun pisliğini temizlemekle uğraşıyordum." Bozuk Türkçesiyle konuştuğunda Dilhun'un kafasında şimdi netleşmeye başlamıştı her şey. "Baba..." "Silahları yüklüyorlar. Gecikme için kestiğiniz ceza başımı ağrıtacak." Haktan, yerde ki çantayı işaret ettiğinde Fedor'un arkasında ki adamlardan biri yaklaşıp çantayı aldı. "Bilirsin Fedor. Anlaşmaya uyulmazsa bir sonucu mutlaka olur. Yıllardır bu işlerin kurdusun ama oğlunu eğitmen gerekiyor." "Alparslan ile devam eden bir anlaşmamız var. Bu süreçte başka bir olay çıkmayacak ve sizde bu haberin yayılmasını engelleyeceksiniz." Fedor, saygın bir iş adamıydı. İşlerini devrettiği oğlunun skandalları onun için hisse değeri demekti. "Söz, senettir Fedor. Şimdi izninle teslimatı tamamlamam gerekiyor." "Gidiyoruz." Rasim ve Fedor adamlarıyla beraber depodan çıktığında Dilhun, dilini kurumuş dudaklarının üzerinde gezdirdi. Sıra artık ondaydı. Az önce burada yaşananlar ise uzun süre etkisinden çıkamayacağı olaylardı. Haktan, içerideki adamlarına başıyla dışarı çıkmalarını işaret ettiğinde artık sadece ikisi kalmıştı. Dilhun'un nabzı yükselirken, Haktan karşısında ki kadını inceliyordu. "Ne gürültü yaptılar değil mi?" "Bunu mu konuşacağız gerçekten?" Dilhun'un sesi beklediğinden daha kuvvetli çıkmıştı. Haktan, boş deponun içinde adımlamaya başladı. "Açıkçası bunu bende bilmiyorum. Yani senden telefonunu çıkarmanı istesem? Gerek yok. Az önce zaten bütün görüntüler telefonundan silindi. Eh, seni tehdit etsem? Kadınları tehdit etmek hiç benlik değil. Ne yapacağız?" "Burada olduğumu ne zamandır biliyorsun?" Dilhun, sonunda merak ettiği şeyi sorabilmişti. Haktan'ın davranışlarını tartmaya çalışıyordu. Ona zarar vermek istese bu kadar sakin olur muydu? Düşüncelerin arasında bu depodan çıkabilecek miyim düşüncesi en büyük endişesiydi. "Az önce burada silah satın aldım. Sence bu işi üç adamla mı yaptım Dilhun? Zeki bir kadınsın. Gerginliğin düşünmene engel olmamalı. Deponun köşelerine bak lütfen." Eliyle tek tek her duvarı işaret ettiğinde Dilhun köşelerde ki küçük kameraları görmüştü. Dikkatli bakılmadığında yüksek tavanda fark edilmeyecek kadar küçüklerdi. Deponun dört köşesine de yerleştirilmişti. Ardından Haktan kulağına uzanıp, içe yerleştirdiği kulaklığı çıkardı. "Bu küçük şeyden bana her zaman fısıldıyorlar. Seni önce benim küçük afacanlarla yakaladım buraya gelmeden önce." "Küçük afacan?" Eliyle bir dakika işareti yapıp cebinden küçük SUP'un konsollarına benzer bir cihaz çıkarmıştı. "Yaklaş, bir şey yapmayacağım." Dilhun ona doğru yaklaşıp ekranı açmasını bekledi. Şu an burada neler döndüğüne dair hiçbir fikri yoktu. Olayları akışına bırakmıştı ve başına ne geleceğini merakla bekliyordu. Koşsa kaçabileceği bir yer yoktu. Bağırsa onu duyabilecek kimse yoktu. Karşısında ki adamla telefondan yana zaten bir şansı kalmıyordu. Açılan ekranda gecenin karanlığında kapıda onları bekleyen adamların görüntüsü vardı. Kamera harekete geçtiğinde yavaşça deponun kapısına yaklaştığını gördü. Dilhun, ekrandan başını kaldırıp deponun kapısından giren küçük drone'a baktı. "İşte afacan." "Şimdi ne olacak?" Haktan düşünceli bir şekilde Dilhun'un yüzüne baktı. Onunda zorlandığı bir soru olmuştu. Alparslan'dan aldığı kesin bir talimat vardı. Kızla kendisinin yüz yüze gelmek istediğini belirtmişti. Bu durumda Haktan'ın yapabileceği bir şey kalmıyordu. Bundan pek hoşnut olduğu ise söylenemezdi. Haktan, ne istediğini bilen ve küçük hesapların peşine düşmeyen biriydi. "Şimdi sen burada bekleyeceksin ve ben bir telefon görüşmesi yapıp geleceğim." Haktan ondan birkaç adım uzaklaşıp kriptolu telefonunu çıkarıp Alparslan'ı aradı. Birkaç çalış arından cevap aldığında Alparslan konuya direkt giriş yapmıştı. "Kızı bırak. Yarın akşam kendisi bize gelecek." "Mantıksız hareket ediyorsun." Sinirle solumuştu. Alparslan'ın bundan geri adım atmayacağını biliyordu. "Sorgulama Haktan. Artık adamları topla ve geri dönün. Zaten yeterince vakit kaybettik." Haktan aldığı komutla konuşmaya devam etmeden telefonu kapadı. Dilhun'un bakışları hala Haktan'ın üzerindeyken konuştuğu kişi anlamaması imkansızdı. Haktan, yanına döndüğünde adamlardan biri içeri girdi. "Polisler geliyor. Artık yola çıkmamız gerekiyor." "Tamam toparlanın." Adam başıyla onaylayıp deponun kapısından çıktığında Haktan, ellerini montunun cebine koyup Dilhun'a üstten bir bakış attı. "Hadi seni evine bırakacağım." "Arabam zaten burada." Onu dinlemeden yürümeye devam eden Haktan'ın peşinden ilerlemeye başladı. Yüreği kor değmiş gibi hızlı atıyordu. Bu işten bu kadar kolay çıkabilmesinin bir cevabı olmalıydı. Önünde yürüyen adam ise ketumdu. Haktan'ın ona karşı olan nazik tavrının altında ki kişiliğini biliyordu Dilhun. Az önce soğuk kanlılığıyla kurduğu her cümle onun bu işlerin kurdu olduğunu ve korkusuzluğunu temsil ediyordu. Siyah Jeep'in önüne geldiklerinde duraksadı. "Buradan gittiğimde yeni bir haber yayınlamayacağımı nereden biliyorsun?" "Yayınlayabilirsin. Elinde ki kanıtlar zaten silindi. Yazılar ise insanları tatmin etmez. Bir öncekinde görsellerle bir şölen sundun ki bu biraz aptal cesaretiydi. Şimdi bu geceye dair hiçbir kanıtın yok. Aldığın popülarite elinde ki destekleyici kaynaklardandı. İnsanlar doyumsuzdur Dilhun. Onlara bir kere sunduğun şeyi bir sonrakinde daha iyi olarak isterler." Haktan, arabasının etrafından dolanıp kapıyı Dilhun için açtı. "Arabanı alacaklar. Zaman daralıyor, bizim yanımızda yakalanmak istemezsin diye düşünüyorum." "Sana güvenmiyorum." Dilhun'un açık yüreklilikle kurduğu cümle Haktan'ın gür kahkahasının boş sokakta yankılanmasına neden oldu. "Güvenmemelisin. Açık sözlülüğünden keyif aldım." Dilhun arabaya binerken huzursuz hissediyordu. Yakınlardan gelen siren sesleriyle telaşlanmıştı. Haktan haklıydı. Şu an onların yanında görülmek isteyeceği son şey olurdu. Ertesi gün başına gelebilecekleri hayal bile edemiyordu. Bu sefer bütün halk tarafından dışlanırdı. Bu ise en hafif etkisi olurdu. Haktan, arabayı çalıştırdığında yanında parmaklarıyla oynayan Dilhun'a göz ucuyla baktı. Dilhun'un telefonu cebinde titremeye başladığında babasının aradığını gördü. "Efendim?" "Dilhun? İyi misin?" Babasının endişeli sesini duyduğunda titrek bir nefes döküldü dudaklarından. "İyiyim, yoldayım." "Sesin gergin geliyor." Onlara doğru yaklaşan polis arabasını gördüğünde Haktan camını açtı ve yanlarından geçen arabada ki polislere başıyla selam verdi. Dilhun kuruyan dudaklarını diliyle ıslattı. "Olanlardan dolayı, biliyorsun. Araba kullanıyorum geldiğimde konuşalım mı?" "Tamam dikkatli ol." Telefonu kapattığında Haktan'a doğru döndü. "Polislere selam mı verdin?" "Çıkar ilişkisi Dilhun. Bu hayatta para ve çıkar için kendini pazarlamayacak birini tanımadım." Göründü mü diye düşünmeden edememişti. "Neden bunu yapıyorsunuz?" "Ne yapıyoruz?" Dilhun, camını araladı. Arabasını park ettiği yerin yanından geçiyorlardı. Arabasını orada görmediğinde kaşları çatıldı. "Arabamı nasıl açtınız?" "Bu teknolojik aletlerin hep bir açığı var işte." Alayla konuştuğunda soğuk havanın etkisiyle ürperen Dilhun camı kapadı. Diline gelen birçok soru vardı ama hiçbirini dökemiyordu. Yanındaki adamla kısılıp kaldığı bu araçtan sağ çıkma ihtimali varken bunu yok etmek istemiyordu. En azından Alparslan'ı görene kadar. Aralarında ki sessizlik yol boyu devam etmişti. Evlerinin önüne geldiklerinde arabanın kapısını açtı ve beklemeden giriş kapısına doğru yürümeye başladı. Arabasının çoktan kapının önüne park edildiğini gördü. "Anahtarları ön tekerleğin üstüne bıraktılar." Dilhun arabasının yanına gelip sol tekerleğin önünde eğildi. Elini uzattığında arabanın anahtarını alıp ayağa kalktı. Arkasını dönüp gidecekken Haktan'ın sesini duydu. "Bu arada babana selamlarımı ilet." "Sen babamı nereden tanıyorsun?" Dilhun'un düşüncelerini darmaduman etmişti. "Vardır herkesin bir çıkarı. İyi geceler." |
0% |