Yeni Üyelik
8.
Bölüm
@dilhann

Alparslan'ın bakışları üzerinde dolaştı. Ardından yüzünde çarpık bir gülümseme belirdi. Dilhun heyecanını dizginlemek adına yumruklarını sıktı. Tırnakları avucunun içine battığında soğumuş ellerinde elektriklenme hissetti. Alparslan, gecenin karanlığına eşlik edecek tondaki dalgalı saçlarından parmaklarını geçirip önlerini düzeltti. Dilhun'a doğru bir adım attığında uzun bacaklarının sağladığı avantajla Dilhun'un iki adımına denk gelmişti. Karşı karşıya kaldıklarında Alparslan nezaketen önce Dilhun'un elini uzatmasını bekledi. Dilhun ona beklentiyle bakan adama elini uzattığında, Alparslan onu bekletmeden nazikçe elini sıktı. Ardından terasın ortasına konumlandırılmış masayı eliyle işaret ettiğında Dilhun onun yönlendirmesiyle masaya ilerledi. Yuvarlak masanın iki ucuna konan sandalyelerden birine oturacakken Alparslan arkasına geçti. "Mantonuzu almamı ister misiniz? Daha rahat olacaktır."

"Teşekkürler." Dilhun, omuzlarını hafifçe geri ittiğinde Alparslan mantosunun yakalarından tutarak omuzlarından dökülmesini sağladı. Soğuk hava teniyle buluştuğunda irkilmişti. Alparslan sandalyenin arkasında olan siyah şalı alarak açtı ve Dilhun'un omuzlarına bıraktı. Pamuklu şal soğuk havanın etkisini birazda olsa azaltmıştı. Alparslan içeride bekleyen garsona eliyle gelmesini işaret ettiğinde Dilhun'un mantosunu garsona verdi. "Isıtıcıları çalıştırın."

"Tabi efendim." Garson yanlarından giderken Alparslan, Dilhun'un sandalyesini çekerek oturmasını bekledi. Kendiside Dilhun'un karşısında yerini aldığında aralarında bir süre sessizlik oluştu. Dilhun, karşısındaki adamın yüzünü ezberlemek istercesine inceliyordu. Alparslan'ın ise ondan aşağı kalır yanı yoktu. Dirseklerini beyaz masa örtüsünün üzerine koyup, kemikli ellerini çenesinin altında birleştirdi. "Gergin görünüyorsunuz."

"Normal değil mi?" Alparslan, Dilhun'u ilk gördüğünde ki gülümsemeyle tekrardan Dilhun'a bakıp oturduğu sandalyede geri yaslandı. "Kafanda birçok soru olduğunun farkındayım. Bu arada adınla hitap etmemde bir sakınca var mı?"

"Hayır, sanırım buna takılabilecek bir ikili değiliz." Dilhun, onun her davranışını izliyor ve çözümlemeye çalışıyordu. Duvarlardaki ısıtıcılar çalıştığında ve duvardaki birkaç avizeden ışık süzüldüğünde görüş açısı daha netleşmişti. Alparslan'ın beyaz teni pürüzsüzdü. Bir kadının kıskanabileceği şekilde olduğunu düşündü Dilhun. "Eğer incelemen bittiyse, seni buraya neden çağırdığım konusuna gelelim."

"Lütfen." İncelediğini inkar etmemişti. Alparslan, dikkat çekebilecek bir adamdı. Dilhun'un onu bu kadar incelemesi ise tamamen her detayı aklına kazıma isteğindendi. Karşısında bir hazine duruyor gibi hissediyordu. Ulaşılmaza, ulaşmış olma hissi. Tatmin olmuşluk. Bunların yanında ise büyük bir kaygı. İç dünyasında büyük bir karmaşayla savaşıyordu Dilhun. "Cesursun. Cesaret bazen aptallıktır. Senin ki ise takdirlik. Bunca zamandır kimsenin yapamadığını yaptın. Ses olmak istedin. Bu yüzden devam etmeni istiyorum."

"Anlamadım?" Sesine yansıyan şaşkın tona engel olamamıştı. "Seni buraya göz dağı vermek için çağırmadım Dilhun. Sen üçüncü tarafsın ve ben bu yüzden seninle görüşmek istedim."

"Seni görenlerin sonunun iyi olmadığına şahit oldum." Dilhun kendini bir oyunun içinde hissediyordu. "Eğer kendimi gösterirsem insanların arasında dolaşamam. Kimsenin sesini duyamam ve en önemlisi kendimi kapana kıstırmış olurum."

"Benim seni ifşalamayacağımı nereden biliyorsun?" Alparslan omuz silkti. Dilhun'un onun hareketlerini çözmeye çalıştığının farkındaydı. Onu ürkütmek istemiyordu. Bu yüzden kelimelerini seçerek konuşuyordu. "Bunu yapabileceğin bir fotoğraf yok elinde. Diyelim ki buradan çıktın ve benimle görüştüğünün haberini yaptın o zaman kendi başını derde sokmuş olacaksın. Sence benimle görüştüğünü öğrenseler, seni rahat bırakırlar mı Dilhun?"

Tok sesi öncekine göre daha sert çıkmıştı. Kehribar rengi gözlerini Dilhun'un gözlerine sabitledi. Alparslan her konuştuğunda ona odaklanıyordu ve bakışlarını kaçırmadan cümlelerine devam ediyordu. Bu Dilhun'un istemsizce yerinde kıpırdanmasına neden oldu. Konuşurken o da göz teması kuran biriydi ama şu an huzursuz hissediyordu. "Bu dakikadan sonra başıma gelecekleri umursuyor muyum sence Alparslan? Belki gerçek Alparslan bile değilsin? Seni kimse görmedi, sesini duymadı. Bunun bir oyun olmadığından bile emin değilim. Buraya ölümü göze alarak gelmiş biriyle konuşuyorsun. Her mimiğin, her sözün benim için şüphe barındırıyor."

Alparslan konuşacağı sırada servis için gelen garsonlarla sessizliğini korumuştu. Önlerine konulan porselen tabaklarda kinoa salatası üzerinde sunulan dana bonfile vardı. Dilhun önüne konan tabağı hafifçe ileri itti. Bu hareketini gören Alparslan tabağında ki etinden bir parça kesip ağzına attı. Ardından ayağa kalkarak tabağını eline aldı ve Dilhun'un önüne konan tabağı kaldırarak kendi tabağını bıraktı. Dilhun'un bu hareket karşısında kaşları çatıldığında bir şey demeden tekrardan yerine geçti. Dilhun'un aklındaki şüphelerden arınmasını istiyordu. Bu gece konuşulacak her şeyin şeffaf olması onun ilk hedefiydi. "Seni zehirleyeceğimi düşünmeni istemem."

"Bunu düşünmemiştim. Buraya yemek için gelmedim." Düşünmüştü. Alparslan'ın bu hamlesi onun beklemediği bir şeydi. Şu geçen dakikaların hepsi için öyle diyebilirdi. "Az önce ki konuya gelecek olursak, yıllardır bizi takip ediyorsun. İşimde piyon kullanmadığımı iyi biliyorsun."

"Aksine bütün işlerinde piyonlarını kullandığını düşünüyorum. Haktan gibi." Cesaretiyle dudaklarından dökülen kelimelere kendisi de inanamamıştı. Cümlesinin sonunda derin bir soluk aldı. Rüzgardan mı yoksa gerginlikten mi anlamadığı bir ürperme gelmişti. Vücudu karıncalanıyordu. Alparslan'ın gür kahkahası terasta yankılandığında Dilhun'un tek kaşı havaya kalktı. "Yanılıyorsun Dilhun. Her yerde benim adım geçse bile Haktan benim can dostum. Bu hayatta biri için canımı hiçe saymam gerekecekse, bu Haktan olur. Hayatın nasıl bilmiyorum tabi ben de seni araştırdım ama hakkımızda yazılan hiçbir şey iç dünyamızı tarif edemez."

"Bu doğru peki hayat duygularımızdan mı ibaret? Senin zekanın hafife alınmaması gerektiğini iyi biliyorum. Burada sadece haberlere devam etmemi istediğin için yokum. Bana yüzünü göstermeyi tercih edişinin, buluşma yeri olarak burayı tercih edişinin şu an oturduğumuz sandalyelerin konumunun bile bir planı olduğuna eminim. Bu yüzden kartları açık oynadığın havasında olsan bile sen kapalı bir kutusun ve beni oyununa dahil etmek istediğinin farkındayım." Dilhun sandalyesini biraz geri itip oturduğu sandalyede geri giderek sırtını dikleştirdi. Bacak bacak üzerine atarak ellerini bacaklarının üzerinde birleştirdi. "Garsonun belindeki silah, bizi denizden izleyen iki bot var ve görmediğim onlarca adam olduğuna eminim. Sahi benden mi bu kadar korkuyorsun? Yoksa seni bulmalarından mı?"

Alparslan karşısındaki kadının sorularını tebessümle karşıladı. Uzun zamandır hiçbir görüşmesinden bu kadar keyif almamıştı. Birileri uzun zamandır korkmadan ona düşüncelerini dile getiriyordu ve bu onun hoşuna gitmişti. Dilhun'un hareketlerini takip etti. Sandalyesini geri itti ve bacak bacak üzerine atarak yüzünü süzdü. "Beni bulmaları ihtimaline karşı sana zarar vermelerinden diyelim. Dikkatlisin ama ofisinden çıkarken arkanıza takılan arabayı göremeyecek kadar duygularına yenik düşmüşsün."

"Takip mi edilmişiz?" Panikle sorduğunda Alparslan başını yavaşça iki yana salladı. "Hayır, sizin arabayı izleyen ekip vardı. Kısa süre içinde onu şaşırtarak başka yola sapmasını sağladılar."

"Bu işin sonunda ne olacak Alparslan? Görmüyor musun yıllardır olanları? Senin ve hükümetin arasında heba olan onlarca canı görmüyor musun?" Dilhun en başından beri sormak istediği soruları sıralamıştı. Sesinde yorgunluk vardı. Yılların barındırdığı acıyı ve onlarca canın yükünü hissediyordu. "Biz olmasak ne olacak peki? Ne yapmamı isterdin mesela? En son ne zaman seçim yapıldı hatırlıyor musun? Bizden önceye dayanan bir zulüm. Ben karşı çıktığım için ben mi suçlu oluyorum?"

"İnsanları öldürdüğün için suçlu oluyorsun! Onlara dönecek silahları temin ettiğin için suçlu oluyorsun! Ya sen gözümün önünde bir kadını vurdun!" Sinirle elini masanın üzerine koyduğunda Alparslan tek kaşını havaya kaldırmıştı. Elini pantolonunun cebine atıp, telefonunu çıkardı. Ekranı açtıktan sonra masanın üzerine telefonu koydu ve Dilhun'un önüne doğru itti. Dilhun telefonu eline alıp ekrandaki fotoğrafa baktı. Haber spikeri Neslihan Yılmaz'ın olduğu bir fotoğraftı. Bir evin önünde bir adamla el sıkışıyordu ve yanlarında başkanda vardı. "Ne bu?"

"Başkanı zaten tanıyorsun. Neslihan'ın el sıkıştığı adam Fatih Yetimoğlu. Belki ismini duymuşsundur. Sözde iş adamları ama el altından ülkeye uyuşturucu sokan şerefsizlerin başında geliyor. Neslihan ise bu el sıkışmadan sonra bile bile adamları aklayacak haber yaptı. Fatih kimsesiz çocuklar için bir yurt yaptırdı ve o yurdun içindeki çocuklardan kendine kurban seçti. Tabi işin bu kısmından kimsenin haberi olmadı. Herkes gördüklerine inanmayı seçti. Neslihan kendi kızının olduğu evde bu adamlarla yemek yedi. Kocası ise onlarla çalışmaya başladı." Dilhun duyduklarını zihninde tartmaya çalıştı. Bir kadın neden çocuğunu zehirleme ihtimali olan birini eve sokardı? Para? Güç? Hangisi bir candan daha kıymetli olabilirdi? Dilhun'un kafası büyük bir karmaşayla dolmuştu. "Yine de alınan bir canın cevabı olamaz bu, olmamalı. O gece sıktığın kurşunu insanların adalet güvencesine de sıkmış oldun."

"Hangi adaletten bahsediyorsun Dilhun? Adamlar adeta krallık sistemi gibi babadan oğula başkanlığı devrediyor. Onlar için çalışan adamı onlara mı teslim edeceğiz?" Alparslan'ın her cevabı Dilhun'da tokat etkisi yaratıyordu. Dilhun, çalışıp geldiğini düşünürken dumura uğramıştı. Alparslan, elindeki kozları kullanarak üzerine geliyordu. Dilhun, sıkışmış hissetti. Boğazına oturan bir yumru vardı ve yutkunmakta bile zorlanıyordu. "Ne demiştin mesajda? Bizi zalim yapan yaşadıklarımız mı? Yaşattıklarımız mı?"

"Evet?" Dilhun omuzlarındaki şala iyice sarındı. "Peki, bu durumda sen hangi konumda oluyorsun? Kendini bu hikayede ne olarak görüyorsun?"

"Geçmişimiz Dilhun. Geçmişimiz hayatımızın yönlerini belirler. Ben bu hikayede sen ne kadar kabul etmesen de seninle aynı tarafta olanım." Uzaktan gelen helikopter sesiyle beraber Alparslan'ın telefonunun çalması eş zamanlı olmuştu. Dilhun, ekranda Haktan'ın ismini görmesiyle telefonu Alparslan'a uzattı. "Bir sorun mu var?"

"Oradan çıkın." Alparslan konuşmaya devam etmeden telefonu kapatıp oturduğu yerden kalktı. "Gitmemiz gerekiyor."

"Ne oluyor?" Dilhun'un sorusu yanıtsız kaldı. Alparslan sadece başıyla ilerlemesini işaret etti. Gittikçe yaklaşan helikopter sesi ve içerideki koşturma Dilhun'un telaşlanmasına neden olmuştu. Alparslan'ı takip etmeye başladı. Terastan içeri girdiler ve ardından odadan çıkarak karşı kapıyı açtı Alparslan. Odanın içine girdiğinde gri duvarlara sahip olan ve Alparslan'ın olduğunu düşündüğü yatak odasıyla karşılaşmıştı. Hatırı sayılır büyüklükteki odanın ortasına konumlandırılmış çift kişilik yatak vardı. Beyaz yastıkların üzerine örtülmüş siyah saten kabartmalı çizgileri olan nevresime ve ardından yatağın arkasında ki duvarda ki mermer desenli fayans kaplamaya baktı. Sadece yatağın başlığının kapladığı bir alan genişliği vardı ve tavana kadar uzanıyordu. Alparslan, yatağının karşısındaki beyaz şifonyerin kapağını açtı. Füme rengi, led ekranlı kasayı şifreyi girerek açtı. Kasanın içinden iki tane tabanca çıkarıp beline yerleştirdi. Kasayı ve dolap kapağını kapattıktan sonra gömleğini düzeltti.

Merdivenden gelen seslerle Dilhun'un yanına geldi. İşaret parmağını dudağına yerleştirip sessiz olmasını işaret etti. Dilhun'un bileğini tutarak onun önüne geçti. Belindeki tabancayı çıkarıp, Dilhun'un bileğini bıraktı. Kapıya doğru nişan alıp, ağır adımlarla kapıya yaklaştı. Kapı yavaşça açıldığında Alparslan beklemeden tek el ateş etti. Dilhun, korkuyla Alparslan'ın arkasından gömleğini sıkıp, gözlerini kapadı. "Arkamda kal. Alt kata ineceğiz hızlıca. Terastan girmiş olmalı."

"Ya kendi adamlarından biri olsaydı." Dilhun, kan içinde yerde yatan adamın bedeninin üzerinden atladığında midesi bulanmıştı. Alparslan, tek kurşunla adamı kafasından vurmuştu. Dilhun bu akşam için başına bir şey geleceği ihtimallerini düşünmüştü ama kesinlikle Alparslan tarafından korunacağı bir olay yaşanacağını aklına getirmezdi. "Bu kata ben demediğim sürece kimse çıkmaz."

"Saldırıya uğrasan bile mi?" Alparslan merdivenden inerken onu onayladı. "Saldırıya uğrasam bile. Emir, emirdir. Şimdi ayakkabılarını çıkarmanı istiyorum. Çok gürültü çıkarıyorlar."

"Tamam bir dakika." Topuklu ayakkabılarını eline aldıktan sonra beraber merdivenden indiler. Alt kata geldiklerinde Alparslan'ın adamları birkaç kişiyi yakalamış, duvar kenarına yaslamışken birkaç kişi ise cansız bir şekilde yerde yatıyordu. Dilhun, boğazına sarılan kolla çığlık attı. Alparslan, ona doğru döndüğünde panikle sık sık ama kesik kesik nefes almaya başladığını gördü. Dilhun'a güven vermek istercesine gözlerini yumup açtı. Bu Alparslan'ın, Dilhun'a buradayım deme şekliydi. "Kimin adamı olduğun konusunda tahmin yürütmeye çalışsam, listem kabarık. Bu yüzden kendin söyle."

"Demek o meşhur Alparslan sensin." Alparslan, elindeki silahı beline yerleştirip kollarını göğsünde kavuşturdu. Dilhun, kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Nabzını kontrol altına almak için çaba sarf ediyordu. Panik atak krizi geçirmek üzereydi. Gözlerini kapadı ve birkaç derin soluk aldı. "Evet, tüm ekibin ölmüşken ziyaret sebebini açıklamak ister misin?"

"Petrov, banka hesaplarınızı boşaltmanıza sessiz mi kalacak sandınız?" Alparslan, gözlerini Dilhun'un gözlerine sabitledi ve kaşıyla adamı işaret etti. Dilhun, ondan aldığı güvenle hızla başını arkaya savurduğunda kafası adamın çenesine denk gelmişti ve acı dolu bir inleme dökülmüştü dudaklarından. Dilhun, bunu fırsat bilerek boğazına sarılı kolunu itip, Alparslan'ın arkasında doğru koştu. Alparslan, atağa geçen adamın elmacık kemiğinin üzerine sert bir yumruk savurdu. Adamın esmer tenine yayılan kızarıklık, aynı yere ikinci yumruğu yemesiyle elmacık kemiği çatlamıştı. Adam kendini toparlayıp, Alparslan'a karşılık verecekken kendisinden birkaç santim kısa olan adamın elini havada yakalayan Alparslan, adamın bileğini bükerek arkasına geçti ve diz boşluğuna tekme atarak adamın yere çökmesini sağladı.

"Eğer meseleniz benimleyse, benimle çözeceksiniz. Bir kadını rehin almak ne lan? Bir de başına silah dayıyorsun? Götürün bunu depoya, diğerlerini de temizleyin. Bir saat sonra geleceğim." Dilhun, üzerindeki elbiseye aldırmadan sırtını dayadığı duvarda yere çöktü. Dizlerinin tutmadığını hissediyordu. Korku bütün uzuvlarını ele geçirmiş gibiydi ve hareketsizce olduğu yere oturmuştu. Alparslan, önünde diz çöktüğünde boş bakışlarla onun yüzüne baktı. "Geçti, tehlikede değilsin. Derin bir nefes almanı istiyorum. Şu an anın şokundasın biliyorum ama burada durmak sana iyi gelmeyecek."

"Sen..." Dilhun devamını getiremediğinde Alparslan ayağa kalkarak Dilhun'a elini uzattı. Dilhun uzatılan ele bakıp tereddütte kalsa da elini tutmak yerine duvardan destek alarak ayağa kalktı. Etraftaki cesetleri gördüğünde midesi tekrar bulanmaya başlamıştı. Boğazına gelen dürtüyle yalının kapısına koştu. Girişteki çiçeklerin arasına doğru öğürdüğünde midesi rahatlarken ona doğru uzatılan peçeteyi alıp ağzını sildi. Zihni tamamen yerine geldiğinde önce ayaklarının çıplaklığının buluştuğu çimlerin üzerinden taşa doğru geçti. Ondan tepki bekleyen Alparslan'ın yüzüne ve ardından kana bulanmış eline baktı. "Hepiniz pisliğe batmışsınız. Yanınıza yaklaşan herkesi bu pisliğe sürüklüyorsunuz. Elinde bu geceyle beraber kaç kişinin kanı oldu Alparslan? Bu mu senin ekibin? Buraya gelmeden önce beni öldürme ihtimaline hazırdım. Başıma gelebilecek bütün senaryoları kafamda defalarca canlandırdım. Hepsinde kötü karakter sendin. Sen daha kendi yaşadığın yeri koruyamıyorsun."

"Ben kalede yaşayan bir prens değilim ve burasıda oyun alanımız değil. Benim dünyamdan sadece bir kesit yaşadın. Şimdi ayakkabını al ve seni evine bırakayım." Dilhun onunla tartışmaya devam edecek gücü kendinde bulamamıştı. Tek istediği bu yerden bir an önce gitmekti. İçeri geçip merdivenlerin başında yere düşürdüğü ayakkabısını giydi. Adamlardan biri çantasını ona uzattığında alıp, kapının girişinde onu bekleyen Alparslan'a baktı. Sırtı ona dönüktü, elindeki sigarasından bir nefes almıştı. Alparslan'a doğru attığı her adımda bacaklarının titrediğini hissediyordu. Gözünden istemsizce akan yaşları elinin tersiyle sildi. Kendini telkin etmeye çalışıyordu. Alparslan, duyduğu ayak sesleriyle elini cebinden çıkardı ve sigarasından bir nefes daha alıp izmariti yere attı. Ayakkabının ucuyla söndürdüğü sigarasıyla eş zamanlı olarak yalının önüne araba yanaşmıştı. Arabadan inen, onu buraya getiren korumaydı. Alparslan'a kapıyı açık bırakarak arabadan indiğinde Alparslan arabaya binip kapısını kapadı. Camını aralayıp, olduğu yerde ona bakan Dilhun'a seslendi.

"Bütün gece orada mı kalacaksın?" Dilhun onu yanıtsız bırakıp, arabaya doğru yürüdü. Felaket... Zihninde dolanan tek kelime bu olmuştu. Arabanın kapısını açarken ise eli titremişti. Bu gecenin unutulmazı, acısı ve kabusu olarak kalacağını düşünerek arabaya bindi.

Loading...
0%