@dilhann
|
Dilhun bilgisayarın ekranına ne kadar baktı bilmiyordu. Onlarca çocuğun adının geçtiği liste her göz gezdirdiğinde tüylerinin ürpermesine neden oluyordu. Babasının bu adamların eline nasıl düştüğünü anlamlandırmak istiyordu. Onu suçsuz bulabileceği herhangi bir durum görmek tutunduğu tek dal gibiydi. Ölüm haberini aldığından bu yana Dilhun ara ara döktüğü birkaç göz yaşı haricinde dik durmaya çalışıyordu. Zaman onun gönlündeki yarayı ferahlatmak yerine daha ağır darbeler indiriyordu. Biliyordu ki bir kez diz çökerse toparlanması günlerini alacaktı. Önce babasını bu raddeye sürükleyen şeyi bulmalı ardından yasını ya babasına hissettiği öfkeyle karışık yaşayacaktı ya da saf bir acı hissedecekti. Hastane dosyasına bakmaya devam ettiğinde başkanın birkaç adamla el sıkıştığı fotoğrafların olduğunu gördü. Muhtemelen alıcılar olmalı diye düşündü. Eğer alıcıların listedeki isimlerini eşleştirebilirse bu kanıtları daha da kuvvetlendirirdi. Onu sonraya bırakarak Alparslan'a ait bir şeyler bulmayı umdu. Haktan'ın adına tıkladığında ise ona ulaştırılan bilgiler haricinde başka bir şey göremedi. Dosyalara biraz daha göz gezdirirken Nida Atmaca isminin üzerinde duraksadı. Bu ismi tanıyordu. Alparslan'ın eski nişanlısıydı. Dosyasına tıkladığında Nida'nın ölüm raporunun varlığını gördü. Darp sonucu öldüğü yazıyordu. Dilhun daha önce böyle bir belgeye rastlamamıştı. Belli ki babası henüz bunu öğrenmesini istememişti. "Nasıl ya? Kızın bir hastalıktan öldüğü yazıyor her yerde." Kendi kendine mırıldandığında odanın kapısı çalındı. Dilhun bilgisayarı kapatıp hard diski aldı. "Kızım?" "Uyanmışsın. Nasıl hissediyorsun?" Annesi omuz silkti. "Sersem gibi." "İlaçlardan olmalı. Devam etseydin keşke uyumaya." Annesinin odanın içine göz gezdirdiğini gördü. "Her yerde yaşanmışlıklar var Dilhun. Burada nefes alamadığımı hissediyorum ama buradan gidersem onu terk edecekmiş gibiyim." "Zaman anne... Maalesef bununla başa çıkmak zorundayız. Kendi içimdeki yangını tarif edemiyorum ama acımı yaşamadan önce senin iyi olduğunu bilmem gerekiyor." Neriman hanım kızının yanına gidip ellerini tuttu. "Bu adamlara bulaşma Dilhun. Seni kaybedemem." "Merak etme bir şey olmayacak bana. Kimseye bulaştığımda yok zaten. Şimdi sen gidip dinlenmene devam et lütfen. Yarın zaten insanlarla uğraşacağımız bir gün olacak." "Her şeyle tek başına uğraşmanı istemiyorum. Ben iyiyim. Başlarda çok sendeledim ama şimdi ne yapılacaksa beraber yapacağız." Annesinin elinin üzerine iki elinin arasında bırakacak şekilde elini koydu. "Biraz uyumayı deneyelim. Sonrasını sabah düşünürüz." "Tamam ben odama geçiyorum." Annesi odadan çıkmadan önce saçlarının arasına bir öpücük bırakmıştı. Dilhun eline aldığı hard diskle beraber çalışma odasından çıktı. Kendi odasına geçtiğinde hard diski gardırobunun üst çıkıntısının arkasına koydu. Bu bilgiler babasından ona kaldığını düşündüğü en büyük miras göstergeleriydi. Kendisini banyoda ılık suyun altına bıraktığında tenine çarpan her su damlası ona bıçak darbesi gibi geliyordu. Gerilen kasları yumuşarken ağrısıyla canını yakıyordu. Duştan çıkıp üzerini değiştirdiğinde şiddetlenen baş ağrısını geçirmesini umarak çekmecesinden ağrı kesicisi çıkarıp kendine baş ucundaki cam şişesinden bir ba rdak su doldurdu. İlacı içtikten sonra kendisini yatağının içine bıraktığında tavana diktiği gözlerinden yaşlar boşalmaya başlamıştı. Dilhun dudağından firar eden hıçkırığının sesinin odasından çıkmaması için elini ağzına siper etti. Kaç dakika yaşadıklarını hazmetmek için ağladı, kaç dakika babasının acısını yaşadı veya kaç dakika babasının yapması ihtimali olanlara ağladı bilmiyordu. Annesinin yanında yaşayamadığı acıyı, dökemediği her göz yaşını gecenin karanlığında yatağına döktü. En son ağlamaktan bitap düşmüş ve uykuya dalmıştı. Odasının içine vuran güneş ışığı ve eş zamanlı olarak telefonundan yükselen alarm sesiyle gözlerini zorlukla açtı Dilhun. Uykusuzluğun verdiği zorluğun yanı sıra ağlamaktan şişen gözleri ağırlığın asıl kaynağıydı. Hızlıca üzerini değiştirip, mutfağa indi. Evde hakim olan sessizliği fırsat bilerek buzluktan buz torbası çıkarıp, gözlerinin üzerine tuttu. Birkaç dakika sonra buz torbasını çektiğinde ağrısı dinmiş ve göz kapakları artık daha çok açılır haldeydi. "Dilhun'um!" "Aysel Teyze." Kadının sarılmasına karşılık verdiğinde ağlamasını zor tuttuğunu nefes sıklığından anlamıştı. "Lütfen ağlama. Bugün sana ihtiyacım var." "Tutamadım yine kendimi nasıl oldu anlamadım." Dilhun, kadının kollarının arasından çıktı. "Daha sonra konuşuruz. Şimdi her şey çok taze. Annem bir şeyler yemek istemeyecektir ama en azından birkaç lokma boğazından geçmeli." "Tabi senin de." Dilhun başıyla onayladı. Günün yorucu geçeceğini biliyordu ve bir şeyler yiyecek kadar keyifli olmasa da yemeliydi. Onu mutfakta bıraktıktan sonra annesinin odasından gelen hareket seslerini duydu. Evlerinin kapısı çaldığında Dilhun kapıyı açmak için yön değiştirmişti. Kapıyı açtığında karşıda gördüğü yüzlerle kaşları çatıldı. Hilal,Haktan,Alparslan ve dün hastanede gördüğü genç çocuk vardı. "Siz?" "Kim gelmiş Dilhun?" Annesinin aynı zamanda arkasında belirmesiyle kaşları çatıldı. Hilal mahcup bir bakış attı arkadaşına. "Merhaba, ben Hakan çok memnun oldum." "Ben de Ömer." Dilhun, Alparslan'ın kendini Ömer diye tanıtışına hayretle bakarken burada olanları anlamlandırmaya çalışıyordu. "Arkadaşlarını içeri davet etsene Dilhun." "Tabi, bu saatte beklemiyordum." Haktan, en önden içeri girerken bu kadar rahat olması Dilhun'un sinirlenmesine sebep olmuştu. "Başka bir gün tanışmak isterdim sizinle ama şartlar el vermedi diyelim. Nereden tanışıyorsunuz?" "Üniversite." Alparslan'ın düşünmeden söylediği yalana karşı Dilhun salonda yanına oturan Hilal'in bacağını çimdikledi. "Ne oluyor burada?" "Anlatacağım." Neriman hanım, onların çaprazındaki tekli koltuğa oturup ellerini önünde birleştirdi. "Demek üniversiteden arkadaşsınız. Çocuklar siz bizi hiç televizyon izlemiyor mu sanıyorsunuz? Şu sarı saçlarını ve kibirli yürüyüşünü gören herkes senin kim olduğunu bilir." Haktan'ı işaret ederek konuştuğunda artık onların yüz ifadesi geldiklerinin aksine daha ciddi bir hâl almıştı. Alparslan boğazını temizledi. "Bu şekilde gelmek istemezdik ama iyi olduğunuzdan emin olmak istedik." "Değiliz! Siz etrafımızda olduğunuz sürece olmayacağız. Evime kadar nasıl gelebilirsiniz? Bir de Hakan diye tanıştırıyor kendini." Yaser'in dudaklarından istemsizce bir gülüş kaçtığında Neriman hanımın öfkeli bakışları ona döndü. "Sen el kadar çocuksun ne işin var bunların yanında?" "Şey-" Neriman hanım ayağa kalkarak Yaser'in sözünü tamamlamasına izin vermedi. "Sen, O'sun değil mi? Alparslan Ömer Şahin." "Biz salak mıyız lan? Kadın iki dakikada anladı." Haktan kendi kendine mırıldandığında Dilhun annesini dudakları aralanmış bir şekilde dinliyordu. Yıllardır uzak olduğunu düşündüğü her şeyi yakından takip ettiğini anlamıştı. Ömer adını Dilhun bile anlamlandıramamışken annesi tek seferde bağlantısını anlayabilmişti. "Bizim bir cenazemiz var! Ya sizin hiç saygınız yok mu? Ne istiyorsunuz?" "Anne, iyi misin?" Annesinin kontrolünü kaybetmek üzere olduğunu fark etti. "Değilim! Ne istiyorlar senden?" "Bilmiyorum." Gerçekten bilmiyordu. Buraya kadar neden gelmişlerdi? "İzniniz olursa Dilhun ile birkaç dakika konuşmam gerekiyor." "Vermiyorum desem dinleyecek misin?" Alparslan başını iki yana salladı. Neriman hanım kalktığı koltuğa tekrar oturdu. Dilhun, Alparslan'a mutfağın yolunu işaret etti. İçeri girdiklerinde kapıyı kapatacakken annesinin sesi tekrar yükseldi. "Açık bırakın!" "Anne azarı yiyen küçük çocuk gibi hissediyorum kendimi." Çatık kaşlarıyla kurduğu cümleyle Dilhun'un karşısındaki tezgaha sırtını yasladı. "Neden evimdesiniz?" "Bir hard disk var. Siz evden çıktıktan sonra onu bulmak için buraya gelecekler. O yüzden onu bana vermeni istiyorum. İçindeki bilgiler hem onlar için hem bizim için çok önemli Dilhun." Dilhun, istemsizce burada onları oyaladıklarını ve yukarıyı talan ettiklerini düşündü. "Ne hard diski?" "Ben sana bu kadar açık konuşurken neden yalan söylüyorsun?" "Neden bahsediyorsun Alparslan?" Alparslan şakaklarını ovaladı. "Dün gece odana sakladığın hard diskten bahsediyorum." "Odamı mı gözetliyorsun?" Alparslan yaslandığı tezgahtan ona doğru bir adım attı. "Babanın odasında ve koridorda kamera var. Ona sızmak bizim için zor olmadı." "Kamera mı?" Babası onlardan daha neler saklamıştı? Dilhun, babasının ölümünün ardından geçen her dakikada onun hakkında bir bilgi ediniyor ve babasını yeniden tanıyormuş gibi hissediyordu. Bunca yıldır aynı evde iki yabancı olarak barınmış gibilerdi. "Evet. Şimdi lütfen o hard diski bana ver ve onların ellerine geçmelerine engel olalım." "Size hiçbir şey vermeyeceğim. Zor mu kullanmak istiyorsun? Yapabilirsin. Size kendi isteğimle hiçbir şey vermeyeceğim." "Yanlış yapıyorsun. Onların gelip böyle isteyeceklerini mi sanıyorsun?" Dilhun omuz silkti. "Yanlışsa bile sonucu beni ilgilendirir. Neden bu kadar çekiniyorsun içindekilerden Alparslan? Nida'nın ölüm şekli mi seni bu kadar geren? Haktan'ın yaşayan kardeşleri mi?" "Demek inceledin." Dilhun ona cevap vermek yerine mutfak kapısına yürüdü. "Bugün değil Alparslan ama seninle konuşacak çok şeyimiz olacak. Şimdi müsaade edersen, babamı defnetmek için evden çıkmak istiyorum." "Anne, ben çantamı alıp geliyorum. Hilal, cenaze için cami ayarlayabildiniz mi?" "Annem o işlerle ilgilendi. Siz onları düşünmeyin." Dilhun, arkadaşına minnetle baktı. Geriye kalan şey en ağır olanıydı ama bu da bitecekti. Yukarı çıktığında önce merdivenin başında birkaç saniye ses duymayı bekledi. Ardından odasına girdiği gibi hard diski koyduğu yere uzandı ve bıraktığı yerde olduğunu görünce rahatladı. Bel çantasını omzundan geçirdi ve hard diski çantasına koydu. En güvenli yer yanı olacaktı. Odasından çıkıp aşağı indiğinde hepsini kapının önünde sessizce beklerken buldu. "Siz bu eve gelmediniz ve biz sizi daha önce hiç görmedik. Şimdi nasıl geldiyseniz öyle dönün." Annesinin başka zaman bu karşılaşmayı yaşasa korkacağından ve sessiz kalacağından emindi. Bu cesaretini yaşananlara bağlıyordu. "Size zarar vermek için burada değiliz Neriman hanım. Kaybınız için üzgünüm. Bu size ne kadar samimi geliyor bilmiyorum ama içten bir üzüntü olduğuna emin olabilirsiniz." "Önceden olsa sizden korkardım çocuklar çünkü daha önce kaybedecek çok şeyim olduğunu düşünürdüm. Şimdi ise tek kaybedeceğim şey kızım. Bu yüzden yapabileceklerinizi bilsem bile siz eşini kaybetmiş birini ve kızını korumak isteyen bir anneyi korkutamayacağınızı bilin." Annesi arkasına bakmadan kapıdan çıktığında ne ara bu hale geldiklerini düşündü. Alparslan'la bakışları buluştuğunda yüzünü birkaç saniye inceledi. Haberi yayınladığı günden bu yana çok fazla şey sığdırmıştı hayatına. Alparslan'la ilk karşılaşmasındaki hisleri artık değişmişti. Az önce evinde onu gördüğünde korkuya dair bir şey yoktu. Tanıdıklık ve şaşkınlık barındırdı bütün kalbi. "Bu zamana kadara girdiğimiz bütün çatışmalardan daha çetindi." "Hakan mı?" Dilhun'un dudaklarından istemsizce bu soru döküldüğünde Haktan sağ eliyle ensesini kaşıdı. "O an aklıma başka bir şey gelmedi. Hem ben tanınacağımı biliyordum sonuçta bu yüzü bir kez gören her zaman hatırlar." "Gizlenmek için fazla afişe olmuş birisin. Anneme ifşa olmak konusunda ne hissediyorsun Alparslan?" Alparslan cevap vermeden önce kapıdan dışarı çıktı. Cebindeki sigara paketini çıkarıp, dudaklarının arasına bir dal bıraktı. Sigara dumanının ciğerlerine dolmasına izin verip, derin bir nefes bıraktı. "Bir şeyler değişiyor ve bu değişimin getirisi insanlarla yüz yüze gelmem olacak. Annenin öğrenecek olması olağan bir şeydi yani bunu zaten göze alarak geldim." "Bu rahat tutumunun ardından gelecek olan ne bilmiyorum ama bizden uzak olun. Hilal, gidelim mi?" Hilal arkadaşının ardından ilerlediğinde Dilhun arabasının kapısını açtı ve annesiyle Hilal'in yerini almasını bekledi. Arabayı çalıştırdıktan sonra sokaktan çıkarken iki siyah arabanın evlerine doğru ilerlediğini gördü. Geride kalanları ve olacakları düşünmek istemedi. O an sadece hastaneye ulaşmak tek isteğiydi. "Sana nasıl ulaştılar?" "Sabah kapıyı bir açtım karşımda üçü duruyor. Neriman teyze onu tanıyana kadar Alparslan olduğunu bile bilmiyordum. Haktan'ı tanımıştım sadece o da sen çektiğin videoları gösterdiğinde aklımda kalmıştı." Dilhun, arka koltukta oturan annesine dikiz aynasından göz ucuyla baktı. Sessizliğini koruyup, dışarısını izliyordu. "Ne dediler sana?" "Hayatınızın tehlikede olduğunu ve sizin eve girmeleri gerektiğini söylediler." Dilhun, kısa süreli gözlerini yoldan ayırdı ve yan koltuğunda oturan arkadaşına baktı. "Ve sen de azılı katilleri evimize bizi kurtarmaları için getirdin? Hiç sorgulamadan?" "Korkmuştum Dilhun. Şimdi düşününce mantıksız gelen her şey o an onları karşımda görünce mantıklıydı. İçeride annemler vardı ve sorgulamak aklıma gelmedi." Annesinin iç çekişini duydu. "Daha fazla isimlerini duymak istemiyorum. Bu konuyu burada kapatın." "Haklısın, tamam." Yol boyunca annesine sessizliği sağladılar. Hastanenin önüne geldiklerinde birkaç cenaze arabasına yüklenen tabutları ve başında ağlayan insanları gördü. Uçak kazasından hiçbir haber bülteninde bahsedilmemişti. Sadece en yakınlarının haberi vardı babasının ölümünden. Hastaneden içeri girdiklerinde Dilhun evrak ve imza işlerini hallettikten sonra morgun bulunduğu kata indiler. Arka çıkış kapısına yanaştırılmış cenaze aracını ve tabutun başında bekleyen imamı gördü Dilhun. Yine aynı yangın alevlenmişti yüreğinde. Annesinin bileğine sarılmasıyla kendine geldi. Bileğindeki elini tutup, koluna girdi. "Bir kişi bizimle beraber gelebilir." "Anne, sen Hilal'le beraber peşimizden gel olur mu? Ben cenaze arabasıyla geleceğim." Neriman hanım itiraz etmeden Hilal'le beraber ilerlemişti. Dilhun cenaze arabasının arka koltuğuna oturduğunda arka camdan babasını koydukları tabuta baktı. Ölüm... Ne garipti. Doğarken yanımızda getirdiğimiz masumluğun hafifliği, ölürken götürdüğümüz günahların ağırlığına dönüşüyordu. Yola çıktıklarında arabasıyla peşlerinden gelen annesini ve Hilal'i gördü. Camiye gelene kadar arabanın arkasındaki tabuttan gözünü ayıramamıştı. Araba durduğunda evlerinin yakınındaki caminin avlusuna gelmişlerdi. Arabadan indiğinde avludaki bir avuç insana baktı. Babasının bu kadar seveni varken bu kadar azınlıkla onu anmak zoruna gitmişti. "Kimsesi gelemedi Dilhun." "Benim de içim rahat değil ama biliyorsun olayın uluslararası olduğunu söylediler. Gizlilik adı altında haberin yayılmasını engelliyorlar. Babamı daha fazla o soğukta bekletemezdik." Tabutu musalla taşının üzerine koyduklarında Hilal arkadaşının omuzlarına şal bırakmıştı. Dilhun dualara eşlik ederken musalla taşının önünde oluşan safta yer alan Alparslan, Haktan ve birkaç adamı gördü. Cenaze namazı kılındıktan sonra mezarlığa gitmek için hareketlenecek cenaze arabasına bindiğinde bacaklarının kendisini zor taşıdığını hissediyordu. Babasının cansız bedeni toprakla buluştuğunda Dilhun mezarının yanına diz çöktü. Üzerine henüz atılmış toprak ve adını kazıdıkları mezar taşına baktı. Toprağın üzerinde elini dolaştırdığında etrafındaki insanların tek tek uzaklaşma sesini duyuyordu. Annesi mezar taşının yanına çökmüş iç çeke çeke ağlarken Dilhun daha fazla dayanamamıştı. Önce dudaklarının arasından bir iç çekiş ve ardından dökülen göz yaşlarına hıçkırıkları eşlik etmişti. Omzunun üzerinde hissettiği ele karşı başını iki yana salladı. Eğer şimdi ağlamazsa bu yük onu içten içe boğacaktı. "Neden baba? Sen kızına miras olarak neden böyle yük bıraktın?" Topraktan cevap gelecekmiş gibi şuursuzca sıralıyordu kelimelerini Dilhun. Alması gereken cevapları vardı babasından. Karşısında soracağı bir avuç topraktan başka bir şey olmaması ağlamasını şiddetlendiriyordu. "Nasıl bileceğim ben senin masumların kanına karışmadığını!" "Dilhun, yapma." Alparslan'ın sesini duyduğunda toprağa bulanmış elinin tersiyle göz yaşlarını sildi. "Bana bir iyilik yapmak istiyorsan annemi buradan sağ salim eve dönmesini sağla ve beni biraz yalnız bırak." "Tamam ilgileneceğim. Peki sen?" Kızarmış gözleriyle başını kaldırıp ona baktı. "Ben biraz yalnız kalmak istiyorum." "Yanında kalmamı ister misin?" Sessizliği ona cevabı olmuştu. Kendisi bile ona fazla gelirken birinin daha varlığını duymak istemiyordu. Alparslan ona saygı duyup yanından uzaklaştığında Dilhun mezar taşının yanına geçip omzunu dayadı. Bir süre sessiz ağlayışlarına devam etti. Zihninde dönen her soru gönlündeki yangını harladı. Harlandıkça daha çok ağladı. "Lütfen masum ol." Dudaklarından defalarca bu dilek döküldü. Esen rüzgarla beraber ürperdi. Üzerine aldığı ince hırka tenini sıyırıp geçen rüzgarı engelleyememişti. Omzuna örtünen ceketle birlikte gözlerini topraktan çekti. Burnuna dolan yabancı ama hoş olan koku, toprak kokusunu bastırmıştı. "Yalnız kalmak istediğimi belli edemedim sanırım." "Ailemi kaybettiğimde bende yalnız kalmak istediğimi söylemiştim. Sonra o yalnızlığın kapalı kapılar ardında ne kadar zor olduğunu anladım. Sessizliğin içinde yaslanacak bir sırt gerekir Dilhun. Bir süre bırak kim olduğumu sadece sırtını yaslayacak biri olarak gör." Dilhun yine sessizliği tercih etmişti. Alparslan gözlerindeki yorgunluğa çare olabilmeyi diledi. Dilhun'un arkasına geçip, sırtını sırtına dayayarak yerdeki toprağın üzerine oturdu. Dilhun sırtındaki temasla ürperdi. "Aileni nasıl kaybettin?" "Eve geldiğimde salonun ortasında alınlarına yedikleri birer kurşunla yatıyorlardı." Dilhun huzursuzca yerinde kıpırdanırken Alparslan'ın ses tonu çok düzdü. "Kimin yaptığını buldun mu?" "Buldum." Dilhun, avucunun altındaki toprağı sıktı. "Nasıl aştın? Yapana bir şey yaptın mı?" "Aşmadım acısı geçmiyor sadece alışıyorsun ve hayır bir şey yapmadım. Henüz." Dilhun'un donuk bakışları artık topraktan tamamen ayrılmıştı. Başını yukarı kaldırıp derin bir soluk aldı. "Nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." "Acını yaşa, yarım kalma." Dilhun buradan kalktığı an gerçekliğe dönmesi gerektiğini biliyordu. Aklında dolanan bunca soruyla evinde oturup rahatça yasını tutamazdı. "Beni hastaneye götürür müsün? Aracım burada mı onu bile bilmiyorum." "Arkadaşınla beraber gönderdim." İkisi de ayağa kalktığında üzerlerini silkelediler. Omuzlarındaki ceketi Alparslan'a uzattı. "Şimdilik sende kalsın. Hava iyice soğudu." "Teşekkürler." Mezarlık çıkışında Alparslan'ın arabasına bindiklerinde yol boyu ikisinden de ses çıkmamıştı. Hastaneye geldiğinde Dilhun arabadan inmeden önce üzerindeki ceketi çıkardı. "Tekrardan teşekkür ederim. Mezarlıktaki desteğin ve ceket için." "Eşlik etmemi ister misin?" Dilhun arabanın kapısını açıp, arabadan indi ve içeri doğru eğildi. "Hayır, kendim devam etsem iyi olacak. Bu arada yarın akşam için umarım vaktin vardır. İstediğin röportajı seninle yapacağım. Kanalları ve yeri bana mesaj olarak gönderirsin." Alparslan'ı dumur ederek arabanın kapısını kapatıp, hastaneden içeri girdi. Artık onu hastanedeki herkes tanıyor, her yanından geçenin bakışlarından nasibini alıyordu. Yönetim katına geldiğinde kattaki görevliye başıyla selam verip babasının odasına girdi. Önce etrafa göz gezdirdi. Tavanda, sol çaprazında olan kamerayı görünce masanın önündeki koltuğu duvara doğru itti. Masanın üzerinden birkaç blok not sayfası aldı. İki yanına yapıştırdığı bantlardan sonra koltuğun üzerine çıkıp kameranın görüş alanını kapatacak şekilde yapıştırdı. Koltuğu aynı yerine koyduğunda odanın içinde dolaşmaya başladı. Önce rafların aralarında gözüne çarpabilecek bir şeyler aradı. Dolap kapağını açtığında küçük bir kasa buldu. Bilgisayarla aynı şifre olduğunu tahmin ederek girdiğinde şifrenin onaylanmasıyla kasa açılmıştı. İçindekileri dışarı çıkardığında bir miktar nakit para, bir telefon ve bir zarf bulmuştu. Masanın başına geçtiğinde telefonun açılması için tuşuna basıp masanın üzerine bıraktı. Zarfın ağzı yapıştırılmamıştı. Zarfı açıp içindeki kağıtları masanın üzerine yaydı. Babasının yaptığı birkaç ülke ziyaretinin biletleri, iki pasaport ve bir CD buldu. Pasaportları açtığında babası için düzenlenmiş başka isimlerde pasaportlar olduğunu gördü. Gittikçe köşeye sıkıştığını hissediyordu. Babasının bilgisayarını açtığında vakit kaybetmeden CD'yi bilgisayara taktı. Açılan dosyada bir video buldu. Videoyu açtığında babasının evdeki çalışma odasındaki görüntüsüyle karşılaştı. "Kızım, eğer seninle bu video aracılığıyla konuşuyorsam ya artık yanında değilimdir ya da baban konusunda şüpheye düşerek bulmuşsundur. Her zaman olduğu gibi..." Babasının yüzünde oluşan gülümsemeyle Dilhun'un gözünden bir damla yaş süzüldü. "Aklında birçok soru olduğuna eminim. Bu videoda cevap veremeyeceğim birçok sorunun cevabını arıyorsun. Bana ne kadar güvenin kaldı bilmiyorum. Tek diyebileceğim bana inanmalısın Dilhun. Eğer hayattaysam gelip bana sorma şansın var demektir. Eğer çoktan ölmüşsem sana bıraktığım her ipucu sana yeni bir cevap verecek demektir. " Boğazını temizleyip, yanındaki bardaktan bir yudum su içtiğini gördü babasının. "Baban çok fazla işe kalkıştı, sonunda boyumu aşmış olmalı. Seni bu bataklığa sürüklemek hiç istemedim ama bir şeylerin yanıtını aramaktan yorulmayacak biri varsa o da maalesef ki benim kızımdan başkası değildi. Araştır Dilhun. Ben bir hiç için ölmedim ve sen bir hiç için savaşmıyorsun. Seni her zaman çok sevdim, hepte öyle kalacak." Video son bulduğunda Dilhun başını ellerinin arasına aldı. Düşünmeli ve bu işin altından kalkmalıydı. Babası kendisinin masum olduğunu iddia ediyor gibiydi. Bir hiç uğruna ölmemişti ve Dilhun'da ölümünün üzerinin böyle kapatılmasına izin vermeyecekti. Elinin altındaki biletleri inceledi. Biletlerin tarihleri üzerinde bir süre durdu. 13 Ekim 2021. Dilhun için bir anımsama oluşmuştu. Bilgisayardaki arama motorundan tarihi arattığında kaşları çatıldı. Ülkeye girecek olan geminin patlatıldığı gündü. Sözde ithal edilen sebzelerin bulunduğu gemi adı altında getirilecek olan silahların bulunduğu gemiydi. Bir diğer tarihe baktı Dilhun. 6 Haziran 2022. Bir tanıdık tarih daha arama motoruna girdiğinde sınır kapısında yük tırlarının patlatıldığı haberiyle karşılaştı. Bu tırların taşıdığı ana madde ise beton görünümlü uyuşturucuydu. Dilhun, bütün kağıtları ve pasaportları zarfa koydu. Bilgisayara hard diski bağladı. Oradaki hastane dosyasını açtı ve ardından kendi sitelerine giriş yaptı. Hastane mi? Bataklık mı? Saatler önce dün bahsettiğim uçak kazasında hayatını kaybeden babamı toprağa verdim. Akif Öztürk bu kazada hayatını kaybetti. Onunla beraber verdiğim birçok gizemin ise birkaçının kapısı aralandı. Babamın da adının karıştığı bu olayı acılı ama adil bir şekilde kanıtlarıyla bırakıyorum. Hükümetin ve ona çalışan birçok insanın eli masumların kanıyla dolu! Bu hastanede hayatını birçok sebeple kaybetmiş hastaların listesi ve kurban edildikleri para babalarına organlarının fiyatlandırması. Eklerde sunulan hasta raporları ve Asaf Yücesoy'un bizzat tesliminde bulunduğu fotoğraflar detaylarda bulunmaktadır. Bu ülke bir can pazarı ve ticareti yapan ise başımızdaki Asaf Yücesoy'dur. Dilhun Öztürk
Sadece adını ve soyadını yazarak yayınladığı yazısından sonra hard diski tekrardan çıkarıp çantasına koydu. Birazdan burayı ziyaret edeceklerini çok iyi biliyordu. Bununla karşı karşıya kalmamak adına diğer belgeleri de alıp, odadan ayrıldı. Hastane çıkışına doğru geldiğinde güvenliklerin elindeki telsizlere bir şeyler diyerek ona doğru baktığını gördü. Dilhun adımlarını hızlandırdı. Peşinden gelen güvenlikleri atlatmak için çıkış kapısından hızla geçti. Arabası yanında olmadığı için içten içe söylenirken adamların ayak seslerinin yakınlaştığını gördü. Hastanenin bahçesinden koşar adım çıkarken düşünmeden yola atıldı ve arabaların arasından karşıya geçti. Arkasına baktığında iki güvenliğin ona bakıp, telsize doğru konuştuğunu gördü. Telefonunu çantasından çıkarıp Alparslan'ı aradı. "Dilhun?" "Yarın değil, bu akşam seninle canlı yayına çıkacağız."
|
0% |