Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@dilhann

Dilhun duyduklarını sindirebilmek için bir süre duraksadı. Alparslan'ın dile getirdikleri onda bir vurgun etkisi yaratmıştı. Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandığında Alparslan'ın ondan bir tepki beklediğini biliyordu. Gözleri beklentiyle yüzünü incelerken yutkundu. "Kafamda oturtmaya çalışıyorum. Yani nasıl? Bir kere soyadlarınız?"

"Annemin soyadını kullanıyorum. Ölümlerinden sonra reşit olmadığım için önce çocuk esirgeme kurumuna alındım. Daha sonra Asaf beni yanına almayı göze alamadığı için beni göz önünde tutmayı tercih etti. O gün beni öldüremediği için bana olan nefretini her karşılaşmamızda bakışlarında gördüm." Alparslan, bakışlarını ateşe çevirmişti. Dilhun onun yüzünü incelerken gözlerine yansıyan ateşin bakışlarındaki öfkeyle uyumunda bir süre takıldı. Yaşadıklarının acısını ve büyüklüğünü görmek karşısındaki koca adamı yaralı bir çocuk gibi görmesine sebep olmuştu. "Neden? Yani neden öldürdü onları?"

"Koltuk sevgisi Dilhun. Ülkede seçimlerin yalandan yapıldığını bilmeyen kimse yok. Dedem öldükten sonra babam küçük kardeş olmasına rağmen yerini ona bırakmak istedi. Amcam her zaman fevri olan ve hırsları olandı. Dedem bunu göze almak istemedi ama onun öldüğü günün gecesi babamı da toprağa verdim ben." Alparslan başını kaldırdığında Dilhun'la bakışları birbirini bulmuştu. Dilhun'un gözünde ona acıyan bir bakış görmeyi beklerken hiç beklemediği bir duyguyu barındırdığına şahit oldu. Şefkat. "Seni neden öldürmedi?"

"Öldürmedi değil, öldüremedi. Babam öldükten sonra etraftaki korumalar yani parayla satın alamadıkları içeri geldi. Onlarda kaçmak zorunda kaldılar. Her neyse kolunu temizleyelim." Alparslan oturduğu yerden kalkarak konuşmaya devam etmek istemediğini net bir şekilde Dilhun'a iletmişti. Dilhun bu kadar bile cevap almayı beklemiyordu. Sıkıştırmak yerine zamana bırakmayı tercih etti. "Önemli bir şey değil. Sen hatırlatana kadar varlığını bile unutmuştum."

"Ama ben unutmadım bu yüzden temizlemeliyiz." Yanından ayrıldıktan kısa süre sonra elinde pamuk ve tentürdiyotla geldiğini gördü. "Burada annemin kıyafetlerinden kalanlar olmalı. Eskiler ama en azından rahat etmeni sağlar. İzninle gömleğin kolunu biraz daha yırtacağım."

"Ben hallederim, gerek yok." Dilhun, nerede ve kiminle olduğunu anımsadığında kendine gelebilmişti. Az önce aralarında geçen diyalog onun kafasını karıştırmış ve Alparslan'ın gözündeki o yalnız bırakılmış çocuk profilini çizmesine neden olmuştu. İnsani duygularını yıllar önce nefrete dönüştürmüş bir adama acımaması gerektiğini kendine hatırlattı. Elindeki tentürdiyotu ve pamuğu aldı. "Banyo ileride sağda."

Tarif ettiği gibi salondan çıkıp, banyoya girdi. Kapısı kapalı olan odanın yatak odası olduğunu tahmin ediyordu. Banyonun kapısını kapadıktan sonra üzerindeki gömleği çıkardı. Tentürdiyottan pamuğa damlatıp yarasının üzerine bastırdı. Sızlayan koluyla yüzünü buruşturdu. Birkaç pamuk darbesi daha vurduktan sonra pamuğu çekti. Banyonun kapsının çalınmasıyla pamuğu tezgaha bıraktı. "Kapının önüne kıyafet bırakıyorum. Üzerini değiştirirsin. İstersen duş al."

"Teşekkürler." Duş almayı aklından geçirmemişti Dilhun. İçeride tanımadığı bir adam varken o kadar savunmasız kalmak istememişti. Gömleğini tekrar üzerine geçirdi ve banyonun kapısını araladı. Alparslan'ı bıraktığı yerde otururken gördü. Yerdeki kıyafetleri alıp banyonun kapısını tekrar kapattı. Üzerindekilerden kurtulup, Alparslan'ın verdiği siyah eşofman altını giydi. Kolunda saracağı kadar derin bir kesik yoktu ama kıyafeti lekelemek istemiyordu. Lavabonun üzerindeki beyaz dolabın kapağını açtı.

Sargı bezi bulmayı umut etse de bulamayıp diğer kapağı açtı ve en son çekmeceyi açtığında paketli sargı bezini buldu. Sargı bezini koluna birkaç tur doladıktan sonra iki ucunu yırtıp bir tur daha dolayıp düğüm yaptı. Sabitlediği sargı bezinden sonra yeşil boğazlı kazağı giydi. Annesinin kıyafetleri üzerinde hafif salaş dursa da rahatsız edeceği bir büyüklükte değildi. Aksine oldukça rahatlamış ve üzerindeki yükten kurtulmuş gibi hissediyordu.

Yere attığı kıyafetlerini katlayıp eline aldı. Banyodan çıkıp girişe portmantonun üzerine çıkardığı kıyafetlerini bıraktı. Alparslan, Dilhun'u varlığıyla rahatsız etmemek adına sessizce ona alan tanımaya çalışıyordu. Göz ucuyla Dilhun'a baktığında annesinin kıyafetlerini giymiş hali kalbinin sızlamasına neden olmuştu. Burada bulunan kıyafetlerin hiçbirine dokunma cesaretinde bulunamamıştı. Dilhun ısınan evle beraber odadaki L koltuğun ortasına geçip, dizlerini kendine doğru çekerek oturdu. "Kıyafetler için teşekkür ederim."

"Yakışmış." Dilhun, Alparslan'ın ona gönderdiği elbiseyi anımsayınca kaşları çatıldı. "Seviyor musun sen böyle kıyafet göndermeyi? Benimle konuşmak istediğinde de elbise göndermiştin. Bebek giydirme oynuyor gibisin."

"Kıyafet mi göndermiştim?" Alparslan'ın sorgulamasıyla Dilhun'un meraklı bakışları onun şaşkın yüzünde dolandı. "Evet? İçinde de bir not vardı. Zarafet en güzel elbiseymiş falan."

"Haktan..." Alparslan'ın dudaklarının arasından önce Haktan'ın adını ardındansa savurduğu küfrü duydu. "Ben göndermedim. Sana ulaşması için Haktan'a söylemiştim. Sana elbise mi gönderdi gerçekten?"

"Neden işini başkasına yaptırma gereği duyuyorsun? Ve gerçekten Haktan kadınlara böyle şeyler mi gönderiyor?" Alparslan başını onaylarcasına salladı. "Üzgünüm yani ben bilmiyordum. Gelip seninle konuşacağını düşünmüştüm. En azından ona ima ettiğim şey bu olmuştu."

"Her neyse, sadece gereksiz bir detaydı." Dilhun ortamımı kendini mi rahat ettirmek istediğinden mi bilmeden aklına ilk gelen şeyi söylemişti. "Şimdi ne olacak Alparslan? Yani burada ne kadar kalmamı bekliyorsun?"

"Birkaç saat sonra tekrar yola çıkacağız. Sadece ortalığın durulmasını beklememiz gerekiyor. İstersen dinlen biraz uzun bir gündü." Dilhun koltuğun üzerine bıraktığı çantasını ve ceketini anımsadı. Köşedeki ceketine uzandı ve eliyle Alparslan'a belli etmemek istercesine katlıyor gibi yaparak hard diskin varlığını kontrol etti. Bilgisayar çantasına uzanıp, bilgisayarını çıkardı. "Burada sinyal engelleyici var."

"Haberlere bakacaktım ve annemle görüşmek istiyordum." Alparslan yerden kalktı. Dilhun onunla konuşmak için yüzüne bakacakken başını gereğinden fazla yukarı kaldırması gerektiğini fark etti. Oldukça uzun boyluydu. "Biraz daha beklemen gerekecek."

"Tamam ben biraz dinleneceğim." Dilhun daha fazla uzatmak istememişti. Çantasını ve ceketini alıp banyonun karşısındaki odaya gitmek için kalktı. "Yemek için bir şeyler yok, üzgünüm."

"Sorun değil zaten yemek düşünecek halim yok. Gideceğimiz zaman bana seslenirsin." Alparslan onu başıyla onayladıktan sonra Dilhun odaya geçti ve kapıyı ardından kilitledi. Çift kişilik yatağın üzerinde çarşaf yoktu. Ceketini ve bilgisayar çantasını yatağın köşesine bıraktı. Biraz etrafa bakındıktan sonra büyük kahverengi gardırobun kapağını açıp göz gezdirdi. Üst bölmeye yerleştirilmiş battaniyelerden birini aldı. Krem rengi, kalın battaniyeyi yatağın üzerine yayıp ayakkabılarını çıkarıp battaniyenin altına girdi.

Kapıdan gelen tıkırtı sesiyle gözlerini araladığında derin bir uyku çekmenin mahmurluğu vardı üzerinde. Sarındığı battaniyeyi üzerinden çektiğinde vücudunda dolanan soğuk ürpermesine neden olmuştu. "Dilhun?"

"Uyandım." Yatakta doğrulup, dağılan saçını tekrar topladı. Dağıttığı battaniyeyi katlayıp yerine yerleştirdikten sonra içeri giren gün ışığıyla beklediğinden daha uzun süredir uyuduğunu anladı. Odadan çıktıktan sonra Alparslan'ın koltukta oturup telefonuyla ilgilendiğini gördü. Üzerini değiştirmiş bir eşofman takımıyla geceyi geçirmişti. "Saat kaç?"

"On'a geliyor." Açlıktan kasılan midesiyle yüzünü buruşturdu. "Daha erken çıkmayacak mıydık?"

"Dinlenmen gerekiyordu." Dilhun başıyla onaylayıp banyoya girip elini ve yüzünü yıkadı. "Üzerimi değiştirdikten sonra çıkalım mı?"

"Gömleğin kan içinde istersen bu kıyafetlerle gel." Dilhun üzerindeki kıyafetlere bakıp Alparslan'ın bundan emin olup, olmadığını anlamaya çalıştı. "Annenin hatıraları başına bir şey gelmesini istemem."

"Keyfine bak, onlar her zaman benimleler. Eminim ki annemde böyle hayat bulmasını isterdi anılarının." Dilhun'un yüzünde buruk bir tebessüm oluştu. "Gitmeden önce mezarlığa uğrayabilir miyiz?"

"Vaktimiz var. Uğrarız. Çıkalım mı?" Dilhun, ondan önce davranıp eşyalarını alıp kapıdan çıktı. Babasına kavuşacakmış gibi nabzı hızlanmıştı. İçindeki burukluk her geçen dakika azalmak yerine artıyordu. Yola çıktıklarında bir benzincinin önüne gelene dek sessizliğin hakimiyetinde yola devam etmişlerdi. Arabanın benzin deposu dolduktan sonra Alparslan arabadan indi. "Ben geliyorum birazdan."

Alparslan arabadan inip benzincinin marketinden içeri girdi. Dolaptaki hazır sandviçlerden iki tane aldı. Kahve makinesinden iki sade kahve aldıktan sonra ödemeyi yapıp arabaya döndü. Kahvelerden birini Dilhun'a uzattı. "Neredeyse yirmi dört saattir boğazından bir şey geçmiyor. Sandviçin güzelliği konusunda şüphelerim var ama hiç yoktan iyidir."

"Teşekkür ederim." Dilhun kahvesinden büyük bir yudum aldı. Boğazı sıcak kahveyle buluştuğunda içi ısınmıştı. Poşetin içindeki sandviçlerden birini çıkarıp paketi açtı ve Alparslan'a uzattı. Alparslan yoldan gözünü birkaç saniye ayırıp uzattığı sandviçe baktı. Yüzünde oluşan hafif bir tebessümle sandviçi aldı. "Aramızda bir ateş kes olduğunu anlıyorum buradan."

"Hayır, sadece insanlık gösteriyorum." Alparslan'ın gür kahkahası arabada yankılandığında Dilhun şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Kızmasını bekliyordu, yüzünü asmasını bekliyordu ama kahkaha atması beklentileri dahilinde değildi. "Dilhun, burnunun dikine gitmeyi o kadar çok seviyorsun ki... Bu zekanla örtüştüğü zaman senden korkulması için bir silaha ihtiyacın olmuyor."

"Bir aptalın eline silah verirsen hedefi şaşırır Alparslan ama zeki bir adam bir orduyu bile devirebilir bunun için silaha ihtiyacı yoktur." Elindeki sandviçi ısırdığında Alparslan'la aralarındaki bu garip diyalogların sonunun ne zaman geleceğini düşünmüştü. "Her yan yana geldiğimizde büyük laflar mı edeceğiz sence?"

"Alparslan, ilk günden beri bana hayat dersi vermeye çalışır gibi konuşan sensin. Anlamıyorum da mafya mısın sen? Beni öldürecek gibi durmuyorsun ama güvende vermiyorsun." Alparslan sandviçinden son ısırığını alıp paketi elinde büzüp Dilhun'un kucağındaki poşetin içine attı. "Ben mafya değilim Dilhun ve hayır seni öldürmeyeceğim. Her gün birinin öldürüyor gibi mi duruyorum?"

"Evet." Dilhun düşünmeden cevapladığında Alparslan'ın kaşları çatıldı. "Masum kimseyi öldürmedim. Birilerinin pisliğinin açığa çıkması için elimi kana bulamam gerekti. Bunun sandığın kadar kolay bir şey olduğunu bilmelisin Dilhun. Birinin canını almak hiç kolay değil. Pişmanlık... Bunu sorguluyorsan, hayır pişman değilim. Eğer pişmanlık sezmeye başlarsam devam edemem." Dilhun kahve bardağını iki eliyle tutup, üşüyen ellerini ısıtmaya çalıştı. "Bu sözü sürekli olarak sana söylemem gerekecek sanırım. Katil her zaman katildir Alparslan ve bu işe girişmenin sebebi adaleti sağlamak değil, ailenin intikamını almak. Kendine göre haklı bir sebep olabilir ama adalet kavramına sığınabileceğin bir sebepte değil."

"Kısmen haklısın. Ailem için girdiğim bu yol beni çok farklı yerlere getirdi. Önce Asaf'tan alacağım intikamı düşünüyordum ki bunu yapmak için defalarca elime fırsat geçti ama yapmadım. Şimdi ise herkesi düşünüyorum. Benim tarafımda olmayı seçmeyen her insan için bile uğraşacağım." Dilhun onu iyi görmeye çalışsa bile yapamıyordu. Elinin bulaştığı kanları görmezden gelemiyordu. Bu yüzden bu konuda sessizliğini korumayı tercih etti. Bu hesaplaşmaları uzun sürecekti ve tekrarının olacağına emindi. "Nereye gideceğiz?"

"Mezarlığın ardından annenin yanına gidebiliriz. Haktan bize bir terslik olursa haber verecek." Onları olaylardan dışarıda tuttuğunun farkındaydı Dilhun ama o bir şeyleri öğrenmek ve neler döndüğünün bilincinde olmak istiyordu. "Neler oluyor Alparslan? Telefondan ve bilgisayardan uzak kaldığımda beni korumuş olmuyorsun ki senden beni korumanı hiç istemedim."

"Gündemi karıştırmayı başardın Dilhun. Artık hükümet yandaşlarından da karşıt sesler yükselmeye başladı ve Asaf ininden hiç çıkmadı. Akşama bir acil durum toplantısı düzenleyeceğini biliyoruz. Onu fazlasıyla kızdırdık." Dilhun koltukta kıpırdandı. Kahve bardağını, bardak tutucuya bıraktı. "Güzel demek ki bir farkındalık oluşmaya başladı ama insanların canları için endişeliyim. Kimseye acımayacaklarını biliyorum."

"Bir şeyler düşüneceğiz. Önce sizi daha güvenli bir yere yerleştirmekle başlayacağız." Dilhun evlerinden ayrılma düşüncesine sıcak bakamıyordu. Anılara ihanet etmek gibiydi. "Orayı daha güvenilir hale getirmek tercihim olacaktır."

Mezarlığa girdiklerinde Alparslan arabayı durdurdu. Etrafta birkaç ziyaretçi haricinde kime yoktu. Dilhun arabadan indikten sonra babasının mezarına doğru yürümeye başladı. Mezarın bakımının yapıldığını ve üzerinin çiçeklendirildiğini görünce Alparslan'a minnetle baktı. Mermerin kenarına oturduğunda derin bir iç çekti. Burnunun ucu sızlamıştı. Dolan gözlerine engel olamamış ve peşinden birkaç damla gözyaşı yanaklarına süzülmüştü. "Baba... Çok yoruldum."

"Sensiz bir şeylerle başa çıkmak çok zormuş. Bu sefer olanlar boyumu aşmışken senin yokluğun daha da zor geliyor. Nasıl başa çıkacağım? Çok yalnızım." Dilhun'un şiddetlenen ağlamasına karşılık omzuna dokunan elle kesilen nefesini düzenlemeye çalıştı. "Yalnız değilsin Dilhun."

"Alparslan, bunun nasıl bir şey olduğunu biliyorsun." Çatallaşan sesiyle konuştuğunda Alparslan'ın yüreğine çöken ağırlık büyümüştü. "Biliyorum ama sen benim gibi değilsin."

"Ne demek istiyorsun?" Ağlamaktan kızarmış gözlerini onun gerilmiş yüzünde dolandırdı. "Baban, Dilhun. Baban yaşıyor." Dilhun için o saniyeden sonrası zaman ve mekan kavramını yitirmekten ibaretti. Bir süre algılarını kapattı ve Alparslan'ın dudaklarından dökülen iki kelimenin zihninde defalarca yankılanmasını dinledi. "Ne?"

"Sana bunun acısını yaşattığım için..." Dilhun hızla ayağa kalktığında gözleri kararmıştı. Önemsemeden Alparslan'ın üzerine yürüdü. "Sen ne dediğinin farkında mısın? Günlerdir ben ne ile boğuşuyorum sen bana gelmiş baban yaşıyor mu diyorsun?"

"Biliyorum..." Alparslan'ın omzuna sertçe vurduğunda bir adım geri gitmesini sağlamıştı. "Ne biliyorsun? Babama ne yaptın Alparslan? Nasıl yaşayabilir?"

"Baban istedi." Dilhun, Alparslan'ın her cümlesinde daha çok yaralandığını hissediyordu. "Babam, sizden bize acı çektirmenizi mi istedi?"

"Öyle değil. Anlatılacak çok şey var Dilhun. Olanlar için üzgünüm ama böyle olmalıydı." Dilhun az önceki ses yükselişinden sonra etraftaki birkaç bakışı üzerlerine çektiği için Alparslan'a doğru yaklaştı. "Sizin anlatacağınız hiçbir şey benim ve annemin yüreğindeki acıyı dindirmeyecek. Babamı morgda gördüğümdeki hislerimi unutturmayacak. Şimdi babamın yanına götür beni."

"Annenle beraberler."

"Annem her şeyi biliyor muydu?" Dilhun arkasında kalan boş mezara baktı. "Bilmiyordu. Dün öğrendi."

"Gözünün önünde acıdan kıvrandığımı görmene rağmen susmanı ve yalandan bana omzunu uzattığını hiçbir zaman unutmayacağım Alparslan." Alparslan'ı ardında bırakıp mezarlığın çıkışına yürürken nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Arabaya bindiklerinde Alparslan'ın yüzüne birkaç saniye baktı. "Onu morgda gördüm. Nasıl olabilir bu?"

"Mankendi. Filmlerde uygulanan protez tekniğiyle yapıldı. Dokunsanız anlayabilirdiniz belki ama dokunmadınız." Dilhun olanlar mantığına oturtmaya çalışıyordu. Babasını karşısında görmeden duydukları inandırıcılığını yitiriyordu. "Nedenini sana sormayacağım. Bu babamla ikimiz arasında olacak. Sen yabancısın ama babam bizi yok saydı."

"Bence onu bir kez dinlemeli ve öyle karar vermelisin. Onun için kolay olmadı." Dilhun daha fazlasını dinlemek istemediğini göstermek adına başını cama doğru çevirdi. Yolda geçen zaman boyunca kendisi ve babasına soracaklarıyla yalnız kaldı. Şehrin ucunda deniz kenarında bir eve geldiklerinde Alparslan arabayı park etti.

Dilhun arabadan indiğinde iki katlı beyaz evin bahçe kapısını açtı. Evin beyaza boyanmış verandasında karşılıklı iki sandalyede oturan anne ve babasını gördü. Kalbinin sıkıştığını hissetmişti. "Baba?"

Akif duyduğu sesle burukça gülümsedi. Oturduğu koltuktan kalkıp, kızına baktı. Gözlerinde öfke ve kırgınlık barındırıyordu. "Kızım."

Dilhun verandaya yaklaştı. Yaklaştıkça yüreğindeki ağırlık arttı. Boğazı düğümleniyordu. Sadece iki gün önce babasını toprağın altına verdiğini sanıyordu. "Bunu nasıl yapabildin?"

"Gel, otur konuşalım kızım." Annesiyle göz göze geldiklerinde bakışlarındaki mutluluğa rastladı. Dilhun mutluluğu en son sıraya yerleştirmişti. "Oturmak istemiyorum! Döktüğümüz gözyaşlarının nedenini istiyorum. Hissettiğim yalnızlığın ve çaresizliğin sebebini bilmek istiyorum. Biz orada perişan olurken, senin nasıl bize acımadan yaşamını sürdürdüğünü söylemeni istiyorum."

"Mecburdum." Dilhun, ona yaklaşmaya çalışan babasına karşılık elini kaldırdı ve durmasını işaret etti. "Ailene bunu yaşatmaya mecbur olamazsın!"

"Eğer yapmasaydık şimdi birçok masum çocuğun kanı dökülecekti." Dilhun, elindeki çantasını verandaya yaklaşıp yere bıraktı. Arkasında duran Alparslan'ı işaret etti. "Bu adama mı güvendin? Bize anlatamaz mıydın? Belki bu kadın ayakta duramayacak hale gelmezdi?"

"Eğer anlatsaydım ve gerçekçi olmayan tepkiniz olsaydı ölümüme inanmazlardı. Her şeyden emin olmalıydım Dilhun. Hem sizin güvenliğinizden hem diğer insanların güvenliğinden sorumluydum."

"Ben bunu kabullenemiyorum. Ben ağlayamadım ya! Ben babamın yasını tutamadım! Avucuma bir bomba bıraktın ve gittin! Bu mu bizi koruma şeklin?" Alparslan, genç kadının öfkesinden çok kırgınlıklarını dile getirdiğini gördüğünde onlara yaşattıklarının haksızlığını görmek babasını kaybettiğindeki acılarını anımsatmıştı. "Eğer ben ortadan kaybolmasaydım bugün elimde birçok çocuğun kanı olacaktı! Sonrasında o çocukların kanıyla aldıkları silahlar bütün masumlara çevrilecekti! Kolay mı sanıyorsun Dilhun? Sizin uzaktan harap oluşunuzu izlemek bana zevk mi verdi sanıyorsun? Bazen bir şeyler için feda etmemiz gerekenler vardır."

"Bana o dosyaları gönderen sendin. Bu işe gireceğimi bile bile bana bilgileri göndermeye devam ettin. Feda ettiğin ben miydim?" Dilhun gözlerinin kararmasıyla sendeledi. Alparslan destek olmak için koluna uzandığında hızla kolunu çekti. "Bir elim her zaman üzerindeydi Dilhun. Senin cesaretin ve adalet duygun sadece onlara baş kaldırabilirdi. Konuşacak çok şey var ama hepsi zamanla lütfen sana sarılmama izin ver."

"Ben babamı birkaç gün önce toprağa verdim. Şimdi karşımdaki adam kim bilmiyorum. Cerrahlık yapan ve babam olan Akif Öztürk mü? Yoksa Be's ile çalışan bir yabancı mı?"

"Ben her zaman aynı kişiydim. Sizi bu işlerden uzak tutmak için çabaladım." Dilhun karşılık verecekken telefonu çalmaya başlamıştı. Yerdeki çantasından telefonunu aldı. Arayan numara yabancıydı. Telefonu açtığında tanıdık ses kulağına doldu. "Babana selamlarımı ilet Dilhun. Hepiniz silinene kadar durmayacağım."

 

 

 

Loading...
0%