@dilhann
|
Kurulan iki cümlenin sonunda telefon kapandığında Dilhun'un elleri buz kesmişti. Birkaç saniye boyunca telefonu kulağında tuttu şaşkınlıkla. Buraya gelirken izlenmiş olmalılardı. Etrafına bakındı üzerindeki şaşkınlığı atıp. Bahçe duvarları yüksekti. Birinin duvarın ardından görme ihtimali yoktu. Gelirken yollar ıssızdı ve burası şehir merkezine oldukça uzaktı. "Ne oluyor Dilhun?" "Asaf, yaşadığını biliyor." Dilhun, dizlerinin onu taşıyamayacağını anladığında olduğu yere çöktü. Dudaklarının arasından dökülen iç çekiş sesiyle beraber sesle ağlamaya başladı. Akif ve Neriman yanına gitmek istediğinde ikisini eliyle iteleyip, dizlerine başını yasladı. "Yalnız kalmak istiyorum. Biraz nefes almalıyım." Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Akif, kızının üzgün haline karşılık yüreğindeki ağırlığın arttığını hissetti. Neriman, Akif'in kolunu tutup ona destek olmak istedi. Kızı aksine daha çabuk kabullenebilmişti. Karşısında ilk gördüğünde kollarının arasına yığılıp kalmıştı. Kendisi sadece eşinin acısıyla baş etmeye çalışmıştı ama kızını anlıyordu. Daha fazlasıyla savaşmak zorunda kalmıştı ve bir şekilde kocasının bunda payı vardı. Dilhun, ona bir şey demese bile gözündeki yorgunluğu görmüştü. "Biraz yalnız bırakalım. Bununla yüzleşmeye ihtiyacı var." Akif, Alparslan'la göz göze geldiğinde Alparslan güven vermek istercesine başını salladı. Onlar içeri girerken sessizliğini koruyarak Dilhun'un ağlamasına izin verdi. Aralarında birkaç adım vardı. Geçen dakikalar sonunda aralarındaki mesafeyi kapatıp, omzuna dokundu. "Dilhun, iyice soğudu hava. Yerde oturuyorsun. Gel verandaya geçelim." "Neden gitmedin?" Çatallaşmış sesiyle konuştuğunda başını kaldırıp Alparslan'a baktı. "Az önce bir telefon geldi ve bu hale geldin. Seni burada yalnız bırakamazdım." "Asaf aradı. Hepimizi bitirene kadar durmayacağını güzelce iletti." Dilhun'un sözleri bittiğinde kulaklarının uğuldamasına ve bir köşeye savrulmalarına neden olacak bir patlama oldu. Evin üzerine düşen bomba çatıda büyük bir oluk açılmasına sebep olurken Dilhun, düştüğü yerden doğrulmaya çalıştı. Sırtını sertçe yere vurmuştu. Acıyla yüzünü buruşturdu. Eve doğru baktığında duman altında olduğunu gördü. Panikle önce etrafına baktı. Alparslan'ın ayağa kalktığını gördü. Anne ve babasının içeriye girişleri gözünün önünde belirdi. Sarsıntının zihnindeki etkisinin geçmeye başladıkça uğultu yok olmuştu. "Annem, babam." "Dilhun, iyi misin?" Alparslan, yanına gelip çömeldiğinde Dilhun başını sallamakla yetinmişti. Yerden kalktıktan sonra içeriden yükselmeye başlayan alevleri görünce vücudunda ağrıyan noktaları önemsemeden içeri koşmaya başladı. "Dilhun! Yapma!" Alparslan ne kadar arkasından seslense de Dilhun onu dinlemeden evin aralık kapısından içeri girmişti. Peşinden gidecekken evin arka tarafından öksürüklerle birbirine dayanarak gelen Neriman ve Akif'i gördüğünde kaşları çatıldı. "Dilhun nerede?" "Nasıl nerede? Dışarıda değil miydiniz siz?" Alparslan belindeki silahı çıkarıp Akif'e uzattı. Etraftan gelen araba sesini duymuştu. "Sizin peşinizden içeri girdi. Gelenler var. Kendinizi koruyun. Haktan'ı ara." Onlara cevap hakkı tanımadan Dilhun'un peşinden içeri girdiğinde yüzüne çarpan dumanla kolunu burnuna siper etti. Eşyalar ortalara dökülmüştü. Devrilen dolabın üstünden atlayıp yanan gözlerini kısarak etrafa baktı. "Dilhun!" Seslenişine bir karşılık alamadığında etrafına bakınmaya devam etti. Salona adım attığında tavandan önüne düşen büyük tahtayla geri çekildi. Artık öksürükleri daha şiddetlenmiş, gözleri dumanın etkisiyle yaşarmaya başlamıştı. Salonda alev alan koltuktan yere sıçrayan ateş parçalarıyla bej rengi halının köşesi tutuşmaya başlamıştı. Alparslan hareketlerini hızlandırıp tekrardan Dilhun'a seslendi. Endişesi artarken dışarıda neler döndüğünü bilmemek canını ayrıca sıkıyordu. Mutfağın kapısını ittiğinde kapı içeri doğru devrilmişti. Yemek masasının yanında yere yığılmış olarak Dilhun'u bulduğunda üzerine devrilmiş olan dolap kapağını kaldırmak için uzandı. Dolap kapağı masa ve alt dolapların arasına sıkıştığından birkaç defa kendine çekse de kaldıramamıştı. Mermerden yapılan masa demir bacaklarıyla birleştiğinde ağırlıktan dolayı alanını kısıtlıyordu. Dolap kapağının bir ucunu tutup, masayı kalçasından ve bacaklarından destek alarak itmeyi denedi. Birkaç santim hareket eden masa ona kapağı kaldırabilmek için boşluk yaratmıştı. Dilhun'un üzerinden dolap kapağını çektikten sonra yüzüne doğru eğilip nefes alışını kontrol etti. Cılız nefesi yüzüne çarptığında Dilhun'u çok fazla sarsmadan kucağına aldı. Öksürüklerinin ciğerlerini yakmaya başladığını hissettiğinde hareketlerini çabuklaştırdı. Mutfaktan bahçenin arkasına açılan kapıya göz gezdirdiğinde kapının önüne devrilmiş duvardaki rafların çıkışı engellediğini gördü. Geldiği yoldan dönebilmek için Dilhun'u iyice kavrayıp mutfaktan çıktı. "Dilhun, uyan güzelim." Dilhun'un mırıldandığını duysa da ne dediğini anlamamıştı. En azından karşılık alabilmesinin gönlünde yarattığı ferahlıkla salona geçti. Evin kapısından çıkarken duyduğu birkaç el silah sesiyle duraksadı. Şu an savunmasızdı ama biraz daha duman solumaya devam ederse buraya yığılacağının farkındaydı. Kapıdan dışarı başını uzattığında Neriman'ı bahçe kapısının solunda yere çökmüş saklanırken gördü. Akif ve Haktan'ın giriş kapısından girmiş iki adamı vuruşunu gördü. Bahçenin güvenliğinden emin olduktan sonra Dilhun'la beraber evden çıktı. Arkalarından parça parça tavandan düşen tahtaların ve yükselen alevlerin yarattığı ufak patlamaların sesini duydu. Neriman, onları gördüğünde kızının halini görünce ayaklanacakken Alparslan'ın bakışlarıyla yerinde kaldı. Dilhun'u mümkün olduğunda temiz hava alabilmesi için evin girişinden uzaklaştırdı. Çimlerin üzerine zayıf vücudunu yavaşça bıraktı. Yüzüne düşen saçlarını eliyle geri ittiğinde birkaç saniye yüzünde dolanmıştı gözleri. "Alparslan, burayı temizleyip gitmeliyiz. Gelmeye devam ediyorlar." Alparslan, Dilhun'un başından ayrıldı. Kapıya yanlarına geçtiğinde Haktan ona bir silah uzattı. "Burası güvenli olacaktı Haktan. Böyle mi güvenli alan yaratıyorsunuz?" "Burayı uzaktan koruyan arabaların birine çip yerleştirmişler. Bunu dışarıdan kimse yapamaz. Haberi aldığım gibi yola çıktım ama size çoktan ulaşmışlardı." Kapıya yaklaşan arabayla Alparslan ve Haktan garaj kapısının iki yanına geçti. "Dilhun iyi mi?" "Acele etmeliyiz." Neriman çoktan kızının yanına geçmiş saçlarını okşuyordu. Alparslan onunla konuştuğunu görse de aradaki mesafe söylediklerinin ona fısıltı olarak ulaşmasını sağlıyordu. Dilhun, yerde baygın olarak yatmaya devam ediyordu. Akif onlara sadece bakabilmekle yetinmişti. Alparslan'ın cevabı endişesini katlarken garaj kapısının açılmasıyla karşısına gelen arabaya bir el ateş etti. Beklenmedik atakları arabanın kontrolünün kaybedilmesini sağlarken Yaser'in bir arabanın camından çıkıp ateş etmeye başlamasıyla Alparslan ve Haktan'da garaj kapısında açığa çıkmışlardı. "Akif amca sen Dilhun ve Neriman hanımın yanına geç." "Emin misin?" Alparslan onu başıyla onayladığında arabadan inen dört adamın onlara ateş etmeye başlamasıyla kapının aralığına tekrar sığındılar. İkinci araba yaklaştığında Yaser'leri hedef almıştı. Patlayan araba lastiğiyle ani fren yapmışlardı ve Yaser'in içeri girmesi gerekmişti. Arabayı kontrollü bir şekilde durdurduklarında kapıyı açıp arkasına saklanıp, camdan karşılarında kendileri gibi konumlanmış adamlarla bir çatışmaya girmişlerdi. Alparslan etrafa bakındı. Garaj kapısının içerisinde kısıtlı alandan adamları net göremiyordu. Bahçe duvarını süzdü. Haktan'ın arkasında kalan duvara doğru koşup, uzun boyunun verdiği avantajla duvarın üzerine tutunup, kendini yukarı çekti. "Dört kişiler ama vaktimiz yok. Dilhun'u buradan çıkarmalıyız. Evdeki yangın giderek büyüyor." "Buradan net bir açı alamıyorum. Yaser ve senin görüşün daha iyi." Alparslan duvarın üzerinde örülmüş demirlerin önüne diz çökmüştü. Demir plakalar arasında birkaç santimlik boşluklar vardı ve plakalar onun gizlenmesini sağlarken boşluklardan görüş alabiliyordu. Ayağa kalktığında Yaser'e doğru peş peşe ateş eden adamı hedef almıştı. Silahından çıkan kurşun adamın kafasına isabet ederken onun yerinin açığa çıkmasını sağlamıştı. Alparslan'a doğrultulan namlunun sahibinin omzundan vurulmasıyla Alparslan duvardan aşağı atlayıp garaj kapısından dışarı çıktı. Kalan iki adamdan arabayı süren saklandığı araç kapısından başını uzatıp, silahını kaldırdı. "Tamam! Ateş etmeyin!" "Seni yaşatacaklar mı aptal!" Yan koltuğunda ki adam önce ona iki el ateş etti ve ardından silahın namlusunu çenesinin altına getirip gözlerini sıkıca yumup tetiğe bastı. Yere yığılan adamla beraber hepsi olduğu yerden çıkmıştı. "Bizim elimize düşmekten mi korktular? Yoksa Asaf'a bu kadar sadıklar mı?" "Sonlarının ölüm olacağını biliyorlardı. Sadece kendi ölümlerini kendisi hazırlamış oldu. Aracı getirin. Bunlar bitmeyecektir. Ölmediğimizden haberdardır." Yaser hızla yürüyerek onların yanına geldiğinde Haktan onun omzunu sıvazladı. "Güzel zamanlamaydı." "Herkes iyi mi abi?" Alparslan onları bırakıp Dilhun'un yanına ilerledi. "Gitmeliyiz. Siz arabaya geçin Dilhun'u bana bırak Akif amca." "Ben taşırım." Akif yönelecekken Neriman kolunu tuttu. "İnat etmenin anlamı yok. Kızımızın iyiliği için bırak." Alparslan, Dilhun'u kucağına aldığında şimdi daha iyi nefes aldığını fark etmişti. Neriman, kızının etrafa saçılan eşyalarını aldı. Dilhun'u arka koltuğa yavaşça yerleştirdikten sonra kendisi şoför koltuğuna geçecekken Haktan onu durdurdu. "İçeride dakikalarca duman soludun. Yana geç." Dilhun'un başı annesinin kucağındayken bacaklarını kaldırıp koltuğa oturdu Akif. Yaser şoför koltuğuna geçti. "Ben buraları toparlayıp geleceğim." "Dikkatli ol." Haktan, onların yola çıkmasından sonra arkasında kalan yıkıma baktı. Etraftaki cesetler, yanan ev ve kalan arabaları temizlemeliydi. Evin arkasına park ettiği arabasına yürüdü. Bagajını açtığında yanında getirdiği C-4'lerin bulunduğu çantayı eline aldı. Camları patlayan evin iki yanına yerleştirdi. Evin garaj kapısına bir C-4 daha yerleştirdi. Garaj kapısındaki arabanın altına sonuncuyu yerleştirip çantasındaki sis bombasını girişe yerleştirdiği C-4'ün altına, çimlerin üzerine bıraktı. Arabasına dönüp bombaları uzaktan aktif edebileceği kumandayı eline aldı ve şoför koltuğuna oturdu. Arabasını evin karşısındaki ağaçlık alana sürdü. Görünmeyeceğine emin olduktan sonra arabasını park edip, indi. Etrafta yaklaşan araba sesiyle sırtını ağaca yasladı ve görüş açısındaki evin etrafını saran arabaları izlemeye başladı. Üç araba evin önüne park etmişti. Araçtan inenlere göz gezdirdikten sonra on kişi olarak sayabilmişti. “Gelin bakalım it sürüsü gibi. Gibisi fazla oldu it sürüsü olmalıydı.” Adamlar birer birer içeri girerken etrafı kontrol ediyorlardı. Haktan, onların görüş açısında olmadığından emin olduğu için ağacın altında beklemeye devam etti. Hepsinin içeri girdiğini gördükten sonra önce elindeki siyah kumandanın yeşil düğmesine bastı. Evin bahçesinden sislerin yükselmeye başladığını görünce yüzünde büyük bir gülümseme yayıldı. Sis bombasının içerisindeki gaz onların görüşlerini kısıtlayıp, kaçışlarını zorlaştırırken Haktan zevkle evi izlemeye başlamıştı. Birkaç saniye sonra kumandanın üzerindeki kırmızı düğmeye bastığında gürültülü patlamalar peş peşe gerçekleşti. Patlamanın sonunda artık evden geriye sadece taş yığını kalmıştı. Evin patlamasıyla toz dumanı etrafa yayılırken Haktan arabasına döndü. Yarattığı enkazın yakınından geçerken durup arabanın camını açtı. Kapının girişinde öksürük sesi duyduğunda kaşları çatıldı. Belindeki silahını çıkarıp, dışarı sürüklenerek çıkmaya çalışan adama nişan aldı. İki el ateş etti. Yere yayılan kanı gördü ve adamın öldüğünden emin oldu. Telefonunu çıkarıp arkasından son bir kontrol yapmalarını söylemek için adamlardan birinin numarasına tıkladı. “Buyur abi?” “Ne zamandır yatıyorsun Ali, artık işlere dönmenin vakti geldi.” Alayla konuşmuştu. “Haklısın abi ama adamlar beni yaralayacakken gönderiyordu diğer tarafa.” “Sızlanma, sızlanma. Konum atacağım birazdan sana burada biraz iş var. Enkazı temizletmen gerek ama önce içerideki cesetleri toplayın. Sonra bizim dedeye haber verin göndersin makineleri, kaldırın enkazı.” Dede, Haktan’ın yetimhaneden arkadaşıydı. Her zaman iş yaparken söyleniyordu ve Haktan ona dede lakabı takmıştı. “Tamam abi. Başka bir şey var mı?” “Barıştın mı Naz’la?” “Adı gibi nazlanıyor işte ama çok şükür.” Haktan sözlerine karşılık kahkaha atmıştı. “İyi bakalım. Haber verirsin.” Telefonu kapattığında enkazdan uzaklaşmıştı. Yaser’in telefonuna attığı konuma baktı. Dilhun’u hastanelerinden birine götürüyorlardı. Ali’ye hastanenin konumunu atıp, oraya birkaç adam göndermesini yazmıştı. İçerideki herkes onların adamları olsa bile Asaf’ın durmayacağını biliyordu. Dünden beri her yere saldırıyordu. *** Hastanenin girişine geldiklerinde Alparslan herkesten önce arabadan inip, arka kapıyı açtı. Neriman indikten sonra Alparslan, Dilhun’u yavaşça hareket ettirip kucağına aldı. Acil kapısından içeri girdiklerinde getirilen sedyenin üzerine Dilhun’u bıraktı. Yol boyunca öksürükleri dinmek bilmemişti. Dilhun’u sedyeyle beraber içeri aldıklarında sırtını duvara yaslayıp, soluklandı. Dilhun’u aldıkları alanın otomatik kapısı iki yana açıldığında orta yaşlarda minyon yapılı bir adam Alparslan’ın yanına geldi. “Ne oldu kıza?” “Karbon monoksit soludu fazla miktarda. Onu bulduğumda baygındı ama ara, ara bilinci yerine geldi.” Öksürükleri arasında kurduğu cümleyle olduğu yere çöktü. “Onu ararken sende etkilenmişsin. Geç içeri sana bir bakalım.” “Gerek yok.” Alparslan’ın itiraz etmesiyle olduğu yere çökmesi bir olmuştu. Akif, Alparslan’ın yanına gelip yere çömeldi. “İtiraz etme. Kızımın derdindeyim zaten bir de seni düşünmeyelim Alparslan. Bize sağlam lazımsın.” Alparslan duvardan destek alarak ayağa kalktı. “Tamam, gidelim.” Dilhun’u götürdükleri kapının ardına geçtiklerinde onu odadan içeri aldılar. Dilhun’un yattığı yatağın yanına uzandığında oksijen maskesini yüzüne yerleştirdiler. Soluduğu oksijenle beraber öksürükleri azalmaya başlamıştı. Dilhun’la aralarına çekilen perde ve onun başındaki hareketlilikle meraklanmasına neden olurken oksijen maskesini çenesine doğru çekti. “İyi mi?” “Nabzı normal. Endişelenecek bir şey yok. Oksijen maskeni çıkarma.” Maskeyi tekrar burnuna yerleştirdi. “Bütün tetkikleri yapılacak ve oksijen tedavisi devam edecek. Kısa süre sonra kendine gelir zaten.” “Sana emanet. Ona göre Talha.” Doktor Talha ile tanışmaları annesinin ölümünden sonra geçirdiği trafik kazasıyla olmuştu. Talha ondan beş yaş büyüktü ve o kaza geçirdiğinde asistan olarak hastanede görev yapıyordu. Tedavisiyle ilgilenirken aralarında olan diyalog gelişmiş ve geldiği kontroller sonrasında ise arkadaşlık kurmuşlardı. Alparslan’ın, Haktan haricinde güvendiği birkaç adamdan biri olmuştu Talha. Bu hastaneyi yaptıklarında ise düşünmeden Alparslan’ın teklifini kabul etmiş ve hastanesinde çalışmaya başlamıştı. Alparslan’a karşı hissettiği minnet duygusu hiç bitmiyordu. “Merak etme, dinlen biraz.” Aradan geçen saatler sonucunda Alparslan artık daha rahat nefes alabilir hale gelmişti. Yattığı yerden doğruldu. Dilhun’un bütün tetkikleri yapılmıştı ve Alparslan iyi olduğuna tamamen ikna olmuştu. Yüzündeki maskeyi çıkarıp, yatağın ucuna bıraktı. Yanındaki perdenin ardında yatan Dilhun’a bakmak istese bile onu rahatsız etmek istemiyordu. “Perdenin arkasında daha ne kadar duracaksın?” “Gelebilir miyim?” Dilhun’un güçsüz sesi kulaklarına dolmuştu. “Gel.” Alparslan perdeyi araladığında Dilhun yattığı yerde yatağını dikleştirdi. Aldığı nefesler rahatlamıştı ama maskeyi çektiğinde öksürükleri kesik kesikte olsa onu rahatsız ediyordu. “Nasıl hissediyorsun?” “İyiyim zaten doktorda bir problem olmadığını söyledi.” Alparslan yüzüne emin olmak istercesine baktı. “Oraya öylece düşünmeden girmemeliydin.” “Kaybetmenin ne demek olduğunu bir kere yaşadım. Bunun tekrar olabilmesi benim yaşamamdan daha değerli değildi o an.” Alparslan’ın kaşları çatılmıştı. “Kendi yaşamından hiçbir şey daha önemli olamaz Dilhun.” “Bunun nasihatini verebilmek için her gününü ölüm tehlikesiyle geçiriyor olmaman gerekirdi.” Odanın dışında yere düşen metallerin sesiyle konuşmaları duraksamıştı. “Ben bir bakacağım.” “Sadece bir şeyler devrilmiştir.” Alparslan gürültünün devamının gelmemesinden şüphelenmişti. Yere düşen şeyleri toparlamak için kimse hareket etmiyor gibiydi. “Evet ama kimse toplamaya yeltenmedi.” “Ne düşünüyorsun?” Koridordan gelen birkaç ayak sesiyle Alparslan belindeki silahı çıkardı. “Bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünüyorum. Kalkabilir misin?” “Bana bir silah ver.” Dilhun maskesini tamamen çıkarıp ayağa kalktı. Ani kalkışıyla gözleri kararsada ayakta durabilmişti. “Saçmalama Dilhun.” “Biri kafama silah dayadığında saçmalamış olmuyor ama ben kendimi korumak istediğimde misaçmalamış oluyorum? Günümüz iletişim aracı olarak bunları kullanan sizsiniz.” Alparslan sözlerle daha fazla vakit kaybetmek istemediğinden belindeki diğer silahı çıkarıp ona uzattı. Alparslan'ın tereddüdüne karşılık Dilhun kendinden emin bir şekilde silahı aldı. Alparslan, odanın kapısına ağır adımlarla yürüdü. Kapı kolunu bir eliyle tutup, Dilhun’a kapının arkasına geçmesini işaret etti. Dilhun kapının arkasına geçtiğinde Alparslan yavaşça kapı kulpunu aşağı indirerek kapıyı araladı. Koridorda görüş açısındaki iki adamı gördü. Kafalarına maske geçirmişlerdi ve danışmadaki hemşireleri rehin almışlardı. Alparslan aralıktan kendini belli etmeden daha fazla bir görüş elde edemeyeceğini anlayınca kapıyı kapattı. “Ne oluyor?” “Hemşireleri rehin almışlar. Muhtemelen duymamız için bir şeyleri devirdi hemşireler. İki kişi görebildim ama devamı vardır.” “Annemler?” Dilhun kendisi için en son ne zaman endişelenmişti? Bunu bile hatırlayamaz hale gelmişti. “Bilmiyorum. Önce buradan kendimizi kurtarmalıyız.” "Nasıl çıkacağız koridoru tuttularsa?" Alparslan yanındaki kadının varlığıyla düşüncelerinde tereddütlere uğruyordu. Tek başına olsa düşünmeden koridora çıkardı ve ardına bakmazdı ama ona bir şey olursa Dilhun'a zarar verme ihtimalleri vardı. "Birazdan bu odaya geleceklerdir. Onlar geldiğinde girecek olanları etkisiz hale getirmek zorundayız. Bunu yaparken canının yanmasını istemiyorum." "Beni düşünmeyi bırak Alparslan. Öyle ya da böyle dışarı çıkacağız ve bunun için uğraşırken ben yerimde oturmayacağım." Adım sesleri kapılarına yaklaşırken ikisi kapının iki yanına geçip sırtlarını duvara dayadılar. Kapı kolu aşağı doğru çekildiğinde göz göze geldiler. Alparslan başıyla Dilhun'a hazır olmasını işaret etti. Dilhun, silahını kaldırıp nişan aldı. Birini öldürme düşüncesi midesinin kasılmasına neden oluyordu. Kapı açıldığında içeri giren üç maskeli adamdan birinin boynuna Alparslan kolunu dolayıp onu göğsüne doğru çekti ve nefesinin kesilmesine neden oldu. Dilhun, gerginlikten titreyen eliyle silahın kabzasını içeri giren ikinci adamın ensesine sertçe vurdu. Acı dolu bir inleme adamın dudaklarından döküldüğünde Alparslan sonuncu adamdan sert bir yumruk yemişti. Dilhun yere yığılmayan ama sendeleyen adamın dizinin arkasına tekme savurup, silahın kabzasıyla ensesine tekrardan bir darbe indirdi. Alparslan'ın boğazına dolanan ellerle zorlandığını gördüğünde az önce yere yığdığı adamın şaşkınlığını üzerinden atması birkaç saniyesini almıştı. Adamın bacakları arasında kalan boşluktan adamın sol ayağına tekme atıp dengesinin kaybolmasını sağlamıştı. Alparslan adamın bileklerinden tutup onu geri itti. Yüzüne birkaç yumruk indirip bayılmasına neden oldu. "Pek sessiz olmayı beceremedik. Devamı gelecektir." "Buradaki hastalara zarar verirler mi?" "Dertleri biziz, gidelim." Alparslan önünde yere yığılmış adamın vücudunun üzerinden geçti. Açılan odanın kapısından başını uzattığında ona sıkılan kurşunla geri girdi. "Nişan almayı biliyor musun?" "Evet." Alparslan bunu nereden bildiğini sorgulamak istese bile şu an yapamazdı. "Zorda kalmadıkça kullanma Dilhun." "Meraklısı değilim." Koridora çıktığında Alparslan sağına dönüp ona ateş eden adama karşılık birkaç el ateş etti. Adamın omzuna ve bacağına isabet eden kurşunla beraber artık bütün hastane silah sesiyle yankılanmıştı. Dilhun çıkıp soluna baktı ve yukarıda asılı olan floresan lambanın iki demirine ateş etti. Bir adamın kafasına düşen ve parçalanan lamba karışıklığa neden olurken bir arkadaki lambaya daha ateş etti. O sırada Alparslan diğer adamların üzerine doğru ilerliyordu. Lambaların altından kurtulan adamlardan biri Dilhun'a doğru koşmaya başladı. Dilhun üzerine gelen adamın kasıklarına tekme attığında adam acıyla inlemişti. Attığı tekme yüzüne savrulan yumruğun yüzüne değil omzuna isabet etmesine neden olurken, kolundaki camlardan dolayı oluşan yara sızlamaya başlamıştı. Boğazına dolanan eller yutkunmasını zorlaştırdığında ardından nefesi daralmıştı. Dilhun adamın kolları arasından ellerini geçirip iki yana doğru sertçe vurduğunda boğazındaki eller gevşemişti. Zayıf vücudu onu karşısındaki iri yarı adamdan daha hızlı hareket etmesini sağlıyordu. Adam, Dilhun'un yüzüne sertçe bir tokat attı. Başı yana doğru düşse bile acısından dolan gözlerini elinin tersiyle sildi. Adam üzerine gelecekken Dilhun az önce yere düşürdüğü silaha uzanıp, geri durması için tavana ateş etti. Adamın siyah maskeden sadece gözleri görünüyordu. Gözlerinde hiçbir korku veya şaşkınlık yoktu. Sadece alay eder gibi bakıyordu. Dilhun üzerine yürümeye devam eden adama doğru namluyu doğrultup, gözlerini yumdu. Tetiğe basacakken patlayan silahla gözlerini korkuyla araladı. Karşısındaki adam göğsünden süzülen kanlar içinde yere yığılmıştı. "İyi misin? Sana vurdu dimi az önce?" "İyiyim, bir şey yok. Sen?" Dilhun, Alparslan'ın arkasında yere yığdığı adamlara baktı. Alparslan'ın patlayan dudağı ve kaşını gördü. "İyiyim. Daha erken müdahale edemedim." "Ben bir kişiyle uğraşırken sen kaç kişiyle uğraştın Alparslan. Sorun yok." Alparslan, patlayan floresanlara baktı. "Onların dikkatini dağıtmak için rastgele sıktığını düşünmüyorum. İyi nişancısın." "Dedem öğretmişti." Alparslan, Dilhun'un kanayan koluna dokundu. "Sarmalıyız." "Önce diğerlerini bulmalıyız. Bu kadarla yetindiklerini sanmıyorum." Alparslan onu başıyla onayladı. "Rahat nefes alabiliyor musun?" "İdare ediyorum. Gidelim mi?" Alparslan tereddüt etse bile haklı olduğunu biliyordu. Otomatik kapı açıldığında annesi ve babasını bekleme koltuklarında otururken gördü. Karşılarında ise Asaf, bacak bacak üzerine atmış onlara bakıyordu. "İşte beklediğim insanlar. Şimdi tamamlandık." "Köpeklerin hiç yetenekli değil. Yanına seçtiğin adamlar hep bir cılız oluyor. Senin gibi." Alparslan üzerini düzeltip, Asaf'ın karşısına oturdu. "Eğlenceliydi dövüşünüzü izlemek. Dilhun beni çok heyecanlandırdın doğrusu. Böyle bir performans beklemiyordum." "Çok heyecanlıysan hedef olarak seni kullanabilirim." Dilhun, Alparslan'ın yanına oturduğunda yorgunluğu bütün vücudunu sızlatmıştı. "Çok hoş bir özgüvene sahipsin Dilhun." "Kızımın adını daha fazla ağzına alma Asaf, ne istiyorsun?" Akif söze girdiğinde Asaf öfkeli bakışlarla ona döndü. "Ölüler konuşabiliyor mu Akif? Bu sefer öldüğünden bizzat emin olacağım." "Sen burayı kendi krallığın mı sanıyorsun? Kendin yazıp, çizip, oynuyorsun. Hiç mi vicdanın yok?" Dilhan, dişlerini sıkarak konuşmuştu. Asaf hiç duruşunu bozmadan devam etti. "Basamakları çıkarken neyin üstüne bastığının bir önemi yoktur Dilhun. İnsanlar benim için birer basamak ve ben en üst noktaya çıkmak için bastığım yerin altındakilerini önemsemiyorum." "Bu yüzden bir korkak gibi gizlice iş yapıyorsun. Doyumsuzsun. Seni doyuma ulaştıracak olan ben olacağım." Alparslan öne doğru gelip kollarını dizlerinin üzerine koyup, ellerini birleştirdi. "Şimdi buradan defolup gideceksin. Öldürmeyi başaramıyorsun bari gürültü yapma." "Sizi öldürmek istediğimi ve öldüremediğimi mi düşünüyorsun? Size cehennemi yaşatmak istiyorum. Aldığınız her nefes acı içinde geçecek." Asaf adeta tükürürcesine konuşmuştu. "Dün yayından sonra boğazına oturan yumru gibi bir his yaşatmak istiyorsun yani bize? Sahi Asaf, senin şu bankadaki paraların azaldığını duydum. Ne kadar zararın hiç baktın mı?" "Ne diyorsun sen?" Alparslan sırtını koltuğa yaslayıp tıpkı onun gibi bacak bacak üzerine attı. "Tüh, henüz görmemişsin." Asaf telefonunu çıkarıp banka hesabına giriş yaptı. Hesabından eksilen para olmadığını görünce kaşları çatıldı. "Yanlış hesaba bakıyorsun Asaf. Şu kirli paraları tuttuğun hesabın hani babam adına olan." Alparslan babasından bahsederken sertçe yutkundu. Asaf'ın gözünde endişe görmüştü Dilhun. Akif ise Alparslan'ın sözlerini şaşkınlık ve gurur içinde dinliyordu. Asaf banka hesabına giriş yaptığında sıfır rakamını görmesiyle öfkeden delirecek gibi hissetmişti. "Sen kimin parasına el koyduğunun farkında mısın?" "Evet, babamın parasına. Mirasçısı olarak hakkım olanı alıyorum. Ölüm ilanını bile vermediğin kardeşinin adını bir pislik gibi kullanmaya devam edebileceğini mi sanıyordun? Resmi olarak onun adını kirleterek üzerine geçirdiğin her şey artık benim. Yusuf Yücesoy adına geçirdiğin her şey üzerime geçti." Asaf sinirle oturduğu yerden kalktı ve belindeki silahı çekip, Alparslan'a doğrulttu. "Durma, devam et. Kamera kayıtları hemen yayılsın ve senin saltanatın ülke vatandaşının canına kastetmekten son bulsun." "Bu günü iyi hatırla Alparslan. Sana bu kaybın bin katını yaşatacağım." Asaf çıkışa doğru hareketlendiğinde kapıdan çıkmadan önce Dilhun'a doğru döndü. "Sahi, sizin güvenlik Ali vardı. Onun Alparslan'ın tetikçisi olduğunu biliyor muydun Dilhun? Ve ne kadar ayıp Alparslan, insan kendi adamını neden vurdurur? Her neyse hepinize iyi günler dilerim." "Ne?" Dilhun'un dudaklarından dökülen ilk kelime bu olmuştu. Az önce konuşmasının her birini dikkatle dinlediği ve zekasına imrendiği adamın gerçeği yüzüne çarpmıştı. "Akif biraz dışarı çıkalım mı? Ben kendimi iyi hissetmiyorum." "Gel, çıkalım." Neriman ve Akif dışarı çıktıklarında Alparslan adamlarına uzaklaşmasını işaret etti. "Dilhun..." "Dedikleri doğru mu?" Alparslan onu başıyla onayladıktan sonra sözüne devam edecekken Dilhun konuşmasına izin vermemişti. "Neden bunu yaptın? Kendi adamını dibime yerleştirip sonra onu vurmak neyin nesi? Sen o gün neler yaşadığımı biliyor musun? Ne kadar korktuğumdan haberin var mı?" "Ben Asaf'a durumu yıkarsam benimle görüşmeni hızlandırabileceğimi düşündüm. Be's hakkında birçok düşüncen vardı ama Asaf için sadece birkaç duyuma sahiptin." Dilhun hastanenin koridorunda volta atmaya başlamıştı. "Ve sende beni ölümle korkutarak ayağına getirdin öyle mi?" "Ölümle korkutmak istemedim." Alparslan ne kadar alçak ses tonuyla konuşuyorsa Dilhun bir o kadar bağırmaya başlamıştı. "Ölümle korkuttun! Ali'nin can çekişen bedeni kollarımdayken, kendi canımdan endişe edemedim ben! Nasıl bir insansın sen ya?" "Biliyorum, hataydı ama..." Dilhun elini kaldırıp durmasını işaret etti. "Aması yok. Hataydı. Sen az önce bir ton bilmişlik tasladığın adamın sadece bir alt sürümüsün. Kendine göre değer yargıların var ve ona göre oyun sergiliyorsun. Giderek onun gibi bir canavara dönüşeceksin." Dilhun bütün öfkesini kusup hastanenin kapısından çıkmıştı. Banklarda oturan anne ve babasının yanına gitti. Annesinin elindeki ceketini alıp üzerine geçirdi. Cebindeki hard disk varlığını korurken başını annesinin omzuna yasladı. "Onu, Asaf'a mı benzettin?" "Kızını tercih ettiğin adamı mı koruyacaksın baba?" Akif kollarını birleştirip geri yaslandı. Kızının öfkesinin farkındaydı. Her zaman böyle olmuştu Dilhun. Ne kadar parçalanıyorsa dilini bir o kadar can yakmak için kullanıyordu. Sözleri onun en büyük silahıydı. Akif, kızının her bir kelimesiyle yara alsa bile onu anlamaya çalışıyordu. "Onu korumuyorum Dilhun. Sadece sinirle söylediklerini sana tekrar ediyorum." "Ne söylediğimin farkındayım. Ona söylediklerimden daha fazlası belki bilmiyorum. Senin kadar onu tanımadığım için vicdan azabı çekemeyeceğim." Akif kızının cümlelerini kendisine olan kızgınlığına vermişti. "Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun Dilhun. Onu tanıdıkça, onu anlayacaksın." Onlar konuşurken Alparslan önlerinden geçmişti. Dilhun'a doğru gözünün ucuyla bile bakmamıştı. Yaser arabanın kapısını açtığında Alparslan durdu. "Akif amca, yarın her zaman ki yerde." Akif'in onu onaylamasını bile beklemeden arabasını çalıştırıp, gözden kaybolmuştu. Dilhun az önce kurduğu cümlenin ağırlığını siniri yatıştıkça anlamlandırıyordu. Yarasını kanatmamıştı Alparslan'ın, onu darağacına çıkarmış ve altındaki sandalyeye hiç acımadan bir tekme savurmuştu.
Görüşlerinizi bildirmeyi, yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın,
Gelecek bölümde görüşmek üzere. |
0% |