@dvisal
|
Geçmiş bir hapishane. Soğuk, demir parmaklıkların ardında yatan da kapısında bekleyen gardiyan da çaresizce savunan avukat da yargıyı kesen hâkim de suçlu da suçsuz da benim. Her birinin görevini bütün gücümle taşıyorum omuzlarımda, yıllardır... Müebbet yemişim ama suçumu bilmiyorum. Güneş ışığı var, içeri sızıyor ama göremiyorum; burası çok karanlık. Havalandırma açık, temiz hava var ama nefes alamıyorum; burası pas kokuyor. Dışarda zaman akıyor ama burada saniyeler geçmiyor, saniyeler hep geride. Kalmışım burada, sıkışmışım çıkamıyorum. Çıkmak için kullanacağım anahtarı ben sakladım ama yerini bulamıyorum. Bedenimi arabadan dışarı çıkarırken karşımdaki ahşap görünümlü dağ evine bakıyordum. Oldukça büyük bir alanın ortasına yapılmış geniş bir evdi. Arabanın önünden doğru dolanarak, hiçbir şey söylemeden, büyük adımlarla evin kapısına doğru ilerledi. Az önce tutmuş olduğum elini cebine atarak birkaç tane anahtarın asılı olduğu anahtarlığı çıkardığında bakışları öylece arkasında kalmış bana döndü. “Gelmiyor musun?” dediği an kendime gelerek hareketlenip ona doğru ilerlemeye başladım. Koyu kahve tonlarındaki demir kapının önüne geldiğimizde elindeki anahtarlıktan seçtiği bir anahtarı kilide yerleştirmiş ve kapıyı açmıştı. İri bedeni kapıyla beraber içeri hareket ederken bende aynını yaptım. Uzunca bir koridor ve koridorun bir tarafında duvara gömülü bir vestiyer, diğer tarafında iki büyük kapı vardı. Koridoru geçerken evin soğuk havası tüm vücudumu esir almıştı. Önümdeki sırtına bakarken "Yalnız yaşıyorsun sanırım." dediğimde aldığı derin nefesle geniş omuzlarının inip kalkmasını izledim. "Artık değil gibi." dediği an kaşlarımı çatarken yüzünü görebilmek için omzundan doğru aşağı eğildim. "Kim var ki evde? Burada nasıl konuşacağız birisi varsa?" dedim. Sonuçta konuşacağımız olay bir devlet meselesiydi. Güvenmediği kişiyi eve alır mı Elzem adam? O da doğru. Bakışları göz ucuyla yüzümü bulurken burnundan verdiği kesik bir solukla güldü. Gülüp duruyordu zaten. "Görürsün şimdi." Asil önümden çekildiğinde bütün evi gözlerimin önüne serilmişti. İçerisi oldukça genişti ve gri tonları ile kaplıydı. Ayrıca girişteki iki kapı dışında evde oda yoktu, bir bütün halinde tek bir alana yayılmış haldeydi. Sol kısımda, mutfak ve mutfağa bağlı mermer bir ada tezgâh ile etrafındaki sandalyeler. Orta kısımda, koyu gri koltuklar ve aralarında büyük bir sehpa vardı. Gözlerim biraz daha sağa kaydığında karşımdaki köşede kocaman, daire şeklinde bir yatakla karşılaştım. Benim yatağım da küçük değildi ancak bu yatağa benden rahat iki tane daha sığardı. Ayrıca yatağın başlığının olduğu kısım ile üst kısım cam şeklindeydi. Yatan kişi gökyüzünü görüyordu... Yatağın ön kısmında, koltuklar ile yatağı ayıran kısa bir duvar; yanında ise duvara gömülü şekilde duran geniş, aynalı bir dolap vardı. Başımı biraz daha sağa çevirdiğimde köşede büyük bir şömine ile odun parçalarının bulunduğu kutu öylece bana bakıyordu. Ev renklerden dolayı kasvetli gibi dursa da bana o kadar sıcak hissettirmişti ki dilim lâl olmuştu. Bir de üstüne Asil ışıkları yaktığında bütün eşyaların sarı ışıkla sarmalanması çok güzeldi... Ayrıca kokusu sadece arabasına değil evine de sinmiş burnumu sızlatıyordu. Evi inceleyen gözlerimi, kalçasını koltuklardan birinin sırtına yaslamış ve elleri cebinde bir şekilde beni izleyen Asil'e çevirdim. "Yok ki birisi?" deyip sesimin odanın duvarlarına bulaşmasına izin verdiğim an karşımdaki yatağın olduğu kısımdan bir ses duyulunca bakışlarım hafif dağılmış yorganı buldu. Açılan gözlerimle birlikte yorganda oluşan hareketliliğe baktım. Kaşlarım çatılırken gözlerim tekrar ona değdi. "Asil, yatağın hareket ediyor." dediğimde suratında belli bir gülümseme oluşmasa da ifadesine gülen bir çift siyah oturmuştu. Kafası ile arkasında kalan yatağını işaret ederken "Uyandırdın." demesi kaşlarımı daha çok çatmama sebep oldu. Dudaklarını birbirine bastırırken yaslandığı yerden bedenini ayırdı ve arkaya doğru ilerlemeye başladı. Ben de peşinden. Yatağın yanına geldiğimizde yorganın altında büyük bir kısım hareketleniyordu. İçimde garip bir hisle birlikte tüm dikkatimi hareketlenen kısma vermişken Asil bir eli ile yorganın kenarını tuttuğunda siyahlarını bana çevirdi. Ben de yorganı kaldırması için yüzüne bakmıştım ki alay dolu sesi kulaklarımı doldurdu. "Hani hiçbir şey seni korkutmazdı?" dediğinde anlayamadığım bir şekilde arkasında durduğumu fark ettim. Anında bedenimi yanına kaydırırken "Ne korkması ya? Farkında bile değilim. Hem korkmuyorum ki zaten..." derken kanıtlamak için önünden doğru eğilerek bir elimi battaniyeyi tutan elinin yanındaki kısma uzatıp battaniyeyi hızlıca yukarı çektiğimde karşımda gri, çenesinin ve karnının altında beyaz tüyleri olan dişi, yavru bir kedi belirdi. En fazla iki aylık olan kedi göbeği açılmış şekilde debelenirken Asil'e bakıyordu. Duyduğum tiz bir miyav sesi ile heyecandan donakalmıştım. O kadar sevimli görünüyordu ki ağzım açık kalmıştı ve aklımda ne varsa uçup gitmiş gibi hissediyordum. "Var işte birisi." Heyecanla otururmuş gibi aşağı çöktüğümde bir elimi yatağa yaslarken parmak uçlarımı beni inceleyen yavruya doğru ilerlettim. Başta kokladıktan sonra dilini parmaklarımda gezdirmeye başladığında çenesinin altını okşadım. Asil, yatağın bir tarafına oturduğu an kedi parmaklarımdan sıyrılarak tiz sesi eşliğinde ona doğru adımladı ve patilerini bacağına yasladı. Kucağına gitmek isteyen kediyi dikkatli bir şekilde parmaklarının arasına alarak gövdesine yaslayan Asil'i ve yavruyu ufak bir tebessümle izliyordum. Gözlerini gövdesine yaslanmış miyavlayan kediden ayırmazken sıcacık bir sesle konuşmaya başladı. "Ne yapıyorsun yatağın içinde sürekli sen? Oyuncaklarınla oynasana." Dışardan bakıldığında görünen halinden eser yok gibiydi. Gözlerini yatağın ön kısmında kalan boşluğa çevirdiğinde bende o yöne döndüm. Boş bir mama ve su kabının yanında kedi oyuncakları vardı. "Acıktığın için geldin kucağıma değil mi?" dediğinde miyavlamaya devam eden kediye karşılık yüzümdeki tebessüm büyüdü ve elimi uzatarak başını okşamaya başladım. "Sokak kedisi bu... Annesi yok mu?" dediğimde bakışlarını bana döndürdüğünü hissettim ancak yavrudan gözlerimi çekmedim. "Bir hafta önce buraya gelirken yol kenarında buldum. Araba çarpar diye yoldan uzağa götürdüm, annesini aradım ama ortalıkta yoktu. Yine de bir yere gitmiş olabileceği için orada bıraktım. Sonraki birkaç gün aynısı tekrarlandı, en sonunda da o beni bırakmadı. Sonuç böyle..." "Ailesi olarak seni seçmiş demek ki... İyi yapmışsın sahiplenerek, halamın alerjisi olmasa ben de sahiplenirdim bir kedi ama alerjisi var işte." dedim. Söylediklerimi kendi beyin süzgecimden geçirdiğim an yüzümdeki bütün ifade yavaşça dağıldı. Artık beni engelleyen bir şeyin olmadığı gerçeği tırnaklarını göğsüme sertçe geçirdiğinde yavaşça yutkundum ve elimi kediden çekip yatağa yaslı elimin yanına bırakırken çenemi parmaklarımın üzerine yerleştirdiğimde gözlerim onu buldu. Tekrar ifadesizleşmiş yüzümü garip bakışları ile süzdüğünden delirdiğimi düşünmemesi için "Eskiden tabii." diye mırıldandım. Anında içime dolan konuyu değiştirme isteği ile bir şey söylemesine izin vermeden "Adı neydi bu arada?" dedim. Derin bir soluğu alıp verirken kediyi tekrar yatağa önüme bırakıp sevmeye başladı ve sağ dirseğinin üzerine yaslanırken bir eli saçlarının arasını buldu. Yüzlerimizi arada hatırı sayılır bir mesafe bırakarak aynı hizaya konumlandırmıştı. "Bilmem." Bu kez benim kaşlarım çatıldığında dudaklarımın hafifçe kıvrılmasına engel olamadım. "Bilmem mi? Adı yoksa nasıl hitap ediyorsun?" dedim. Dudaklarını bilmiyorum anlamında büktüğünde "Kedi diyorum anlıyor zaten o." dedi. Birkaç saniye yüzünü süzüp ciddiyetini ölçmeye çalıştım ancak şaka yapar gibi bir hali yoktu. Zaten çok da şaka yapacak birisine benzemiyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda başımı hafifçe aşağı yukarı sallayıp gülmemeye direndim ancak gerçekten sinirlerim bozulduğu için dudaklarımdan içten ve kısa bir gülüş döküldü. Farklı insanlara da gülünebiliyormuş demek Elzem. Anlık olarak kediyi seven eli durduğunda büyüyen siyahlar iki gözümün arasında mekik dokumaya başlamıştı. "Çok komik geldi galiba?" dedi. Omuzlarımı silkip "Komik." dediğimde başını iki yana salladı. "Bul o zaman bir isim. Bir sürü kedi besliyorsun sokakta, hepsine de isim bulmuşsun zaten. Çok da özgünler..." "Nasıl yani, isimlerini biliyor musun?" Boynunda oluşan hareketlilik bana yutkunduğunu söylerken dudaklarını ıslattı ve bir şeyden tereddüt edermiş gibi biraz bekledikten sonra konuşmaya başladı. "Sarı ve büyük olanın adı Sarıkız, siyah olanın adı Zeytin, yaramaz biraz, beyaz ve siyah benekli olanın adı Mesude... Bir de geçen yaz doğan dört yavru var. İsimleri Bir, İki, Üç ve Dört..." Şaşkınlığımdan ötürü kaşlarım havalanırken dudaklarımdaki tebessüm bozguna uğradı. Bunların isimlerini dalga geçmemesi için halama bile söylememiştim. Evet, MİT ajanı olabilirdi ama görevi için kedilerimin ismine kadar araştırması mı gerekiyordu? Ki büyük ihtimalle gerisi de vardı. Belki bu görev için bu kadarı bile istenmiştir Elzem ya da işini çok seviyor. Bu kadar göz önünde olarak araştırılmak rahatsız edici hissettirdiği için garipsemiştim, göz önünde oluyor olmak hoşuma gitmiyordu. Kafamda oluşan soruları içimde tutmayıp dudaklarımdan dışarıya yuvarladım. "Bu görev için kedilerimin adına kadar bilmen gerekiyor muydu gerçekten?" Gözleri sanki bunu bekliyormuş gibi yavaşça yüzümün her bir noktasına değdi, garip bakışlarının esiri altındaydım yine ve tepki veremiyordum. Ardından derin bir nefes alıp kelimelerini dökmeye başladı. "Evet, gerekiyordu. Üç yıl boyunca harekette bulunduğun her davranış, dudaklarının arasından çıkan her kelime, gözlerinden geçirdiğin her duygu tahmin edemeyeceğin kadar çok önemliydi. Seninle konuşmadan seni tanıyabilmek için her bir zerreni ezberledim, aklıma kazıdım. Sadece kedilerin değil; uyuyamadığın uykular, boyadığın tuvaller, içtiğin kahve, girdiğin sınavlar bile..." Gözleri elinin altındaki kediye değdiğinde dudaklarını ıslattı ve bakışları tekrar gözlerimi buldu. "O yüzden hakkında bildiklerimi sorgulama, hele seni rahatsız ediyorsa hiç yapma bunu Elzem. Çünkü senin alanına saygım olmadığı için değil, görevim olduğu için yaptım. Masumluğundan emin olmam gerektiği için yaptım.” Rahatsızlık duyduğumu anlayarak dudaklarından döktüğü her bir kelime içimde eksik kalmış veya hiç dokunulmamış bir yerleri sızlatıyordu; yanıma yoldaş değersizliğin sızısıydı, can yakıyordu. Yavaşça yutkunduğumda bakışlarım kediye dolandı ve tekrar siyahlarını buldu. Bulduğu an siyahlarını gözlerime öyle bir sabitledi ki gözlerimi ondan bir an olsun ayıramadım. Geçmişin kirli parmakları gezindi zihnimde, o geceki ağırlık yerleşti üzerime. Ya biliyorsa? Üç yıldan fazlası olabilir miydi şimdi aklında? Görevi için geçmişimi de delip geçmiş miydi haberim bile yokken? İşte o zaman bu iş bittiğinde ilk kez halamı dinlemeyip ölmeliydim. Nazenin Saral'ın bile bilmediği o iğrençlikten uzun süre yanımda olacak bu yabancının haberi varsa ben gerçekten ölmeliydim. Zihnimdekiler dilime çarptı, mırıltı şeklinde bir soru çıktı ağzımdan. "Sadece son üç yıl mı?" İfadesizleştirdiği suratına çattığı kaşlarını ekledi. Sessiz kaldı, boğulmamak için nefesimi tuttum ve derin bir suyun dibine indim; yine de sessizliği boğdu beni saniyelerce. Bilmiyor ol, lütfen o güne dair bir şey bilmiyor ol... "Son üç yılından sorumluyum Elzem. Fazlası yok." Su yüzüne çıktım, tuttuğum nefesi usulca bıraktım; ölmedim, boğulmakla kaldım. Gözlerine gözlerimden başka hiçbir şey değmezken dakikalar önceki hallerimize döndüğümüzü fark ediyordum. İfadesizlik denen şey aramızda oluşturuyor olduğum bir duvardı, yıkılmıyordu ve yıkılmayacaktı da. Bilmiyor. "Ama görev için bana o evden bahsetmen gerekecek. Bunun farkındasın değil mi?" Sadece sessiz kalabildim ve bu defa dışarıya hiçbir söz dökemedim, dudaklarımı birbirine bastırırken başımı yavaşça sallamakla yetindim. Benim anlatacağım kadarını bilmesi iyiydi, dediği gibi fazlası olmamalıydı. Gözlerimi Asil'den hızla çekerek, zorla da olsa, kediye doğrulttuğumda dediklerini bir nevi yok sayıyor, ifadesizlik duvarını kalınlaştırmak için çabalıyordum. O sırada elinin arasından sıyrılan kedinin adımları beni buldu. Ellerimi kaldırdığımda yavaşça sürtündü, miyavladı, ben de tüylerinde dolandırdım ellerimi. Hâlâ esiri altında olduğum bir çift siyah olduğunun farkındaydım ancak bakışlarımı kaldırmadım. Yataktan kalktı ve üzerindeki kabanı koltuklardan birine bırakarak mama kabını eline alıp mutfağa yöneldi. Yaklaşık beş dakikanın ardından elindeki dolu kabı getirdiğini fark eden kedi, yataktan hızla atladığı gibi tiz sesiyle miyavlayarak kaplara doğru koşmaya başlamıştı. Olduğum yerden doğrulup arkasından bakarken suratımda kediye karşın oluşturduğum istemsiz bir tebessüm vardı. Onun da belli belirsiz olduğuna emindim. O an bakışlarım kedinin önündeki duvar çıkıntısına om-zunu yaslamış Asil'i buldu. Çatılmış kaşlarının altındaki siyahlarını üzerimdeki montta gezdiriyordu. Montu çıkarmadığım için baktığını düşünerek montu üzerimden çıkarmaya yeltendiğim esnada gözleri tekrar yüzüme değdi. Yine gözlerinde ne olduğunu anlayamazken yaslandığı yerden bedenini çekti ve şöminenin olduğu kısma ilerledi. Şöminenin içine demir kutudaki odunlardan yerleştirmeye başlamıştı. Arabada söylediği sözü düşündüm istemsizce. Soğuğu seviyorum. Hasta olma diye açtım. Kafamdakileri dağıtıp ellerimin arasında kalan montu Asil'in kabanının yakınına bir yere bıraktım. Parmaklarım üzerimdeki siyah kazağın kollarını aşağı çekerken gözümün önüne babamın bakışları düştü. Asil'e ve bana olan sahte, sevimsiz bakışları değil; halamın mezarına karşı olan üzgün bakışları. Yalnızca bir histen ibaret de olabilirdi bu ama içimden bir ses halamın ölümünün altında bambaşka bir şey yattığını söylüyordu. Babam olsa bile isteyerek değildi sanki. Halamı sevdiğini, yemek masasında halam hakkında konu açıldığında annemin aksine yüzünün güldüğünü hatırlıyordum. Belki de tüm bu düşünceler öğrendiklerimden kaçabilmek için beynimin önüme serdikleriydi. Her şeyimin gidiş sebebinin yıllardır kafamın içinde olan baba figürünün olma ihtimali ruhumdaki acıyı katlıyordu ve ben bu şüphe ile bekleyebileceğimi sanmıyordum. Asil, çöktüğü yerden kalktığında şöminenin ateşi sarı ışığa karıştı ve eşyaların üzerine yayılmış olan aydınlık arttı. Gözleri beni bulduğu gibi baş parmağı ile mutfak kısmını işaret edip "Tezgâhın altında içecek bir şeyler var. İstersen bir bak, ben geliyorum." dediğinde dudaklarımı dişlerken başımı salladım. Ben olduğum yerden ayrılıp ada tezgâha doğru ilerlerken Asil çoktan gözden kaybolmuştu. Adımlarım tezgâhın önüne geldiğinde hava kararmış olduğu için ışık burayı tam anlamıyla aydınlatamıyordu. Bir ışık bulma ihtiyacı ile başımı aşağı eğdim ve askıdaki kadehlerin arasında tahmin ettiğim gibi küçük bir ışık sistemi ile karşılaştım. Sarkan ipi fark ettiğim an aşağı doğru çektim ve sarı ışık tüm tezgâhı aydınlattı. Mermer tezgâhın diğer kısmına geçerek aşağı eğildiğimde cam sürgünün arkasında bir tarafta bardaklarla; bir tarafta viski, şarap, tekila gibi birçok içki ile karşılaştım. Çeşitlerin çoğu benim canım çektikçe içtiğim içkilerdi. Evinde bulundurduğuna göre Asil de sever düşüncesiyle sürgüyü yavaşça kaydırdım ve sevdiğim bir kırmızı şarabı tezgâhın üzerine çıkardım. Haberi aldığımdan beri ağzıma tek lokma dahi atamamıştım ancak alkol güzel olabilirdi, daha doğrusu bu haldeyken uyuşmak güzel olabilirdi. Her ne kadar kusma ihtimalim olsa da... Eğer ki şu an hayatta olsaydı diyecekleri kulaklarımda çınlıyordu. Elzem bir şey ye birazdan beraber içeriz, Elzem miden bulanır bak içme böyle, sen bir kus bakalım o saçlarını tutacak mıyım ben? Ölüler saç tutamaz hala. Sen öldün. Kadehler, tezgâhın üst kısmında bulunan ışık sisteminin etrafına asılı şekildeydi. Alt kısımda rakı, viski, bira bardak-ları duruyordu. Adam kendine içki köşesi yapmış Elzem... Gerçekten de öyleydi, sevdiği belli oluyordu. Kadehlerin arasından iki tane aldığım sırada elinde tuttuğu kalın bir dosya ile Asil tekrar görüş alanıma girdi. Ben kadehleri tezgâha koyarken elimdeki şaraba gözlerini değdirip dosyayı önüme bıraktı. "Ne bu?" derken tezgâhın etrafına konumlandırılmış bar sandalyelerinden birisini kendime çekerek oturuyordum. "Operasyona dair her şey." Ada tezgâhtan uzaklaşıp çekmecelerin olduğu kısma ilerledi ve şişeyi açmak için gereken tirbuşonu bulduğunda karşımdaki sandalyelerden birisine oturdu. Kadehlerin arasındaki sistemden yüzüne vuran sarı ışık, dağılmış saçlarının gölgesini yüzüne yansıtıyordu. Vuran ışığa rağmen tek bir ton dahi açılmayan gözlerine bakarken dirseklerimi önümdeki tezgâha yasladım. Mantara yavaşça tirbuşonu geçirdi, dikkatli hareketlerle döndürmeye başladı ve en sonunda odayı tok bir ses doldurduğunda mantarı kenara bırakıp kadehleri doldurdu. Kadehlerden birisini önüme bırakırken siyahların hedefi gözlerim olmuştu. Bakışlarım gözlerinden kayıp aramızda kalan dosyaya düştü ve parmaklarım sert kapağa tutunduğunda yavaşça çevirdim. MÜRAİ OPERASYONU İnce parmaklarım yavaşça sayfanın kenarlarına dokundu. Çatılmış kaşlarımla Asil'e geri döndüğümde göz göze geldik. O da benim gibi dirseklerini tezgâha yaslamıştı. "Mürai?" diye sordum. "İkiyüzlülük." dedi. Histerik bir gülüş peydahlandı dudaklarımda, daha iyi bir isim bulamayacaklarına emin olduğum için. Tek kelime ile her şey özetlenmiş gibiydi. Kadehin ince kısmını parmaklarımın arasına alarak birkaç tur döndürdüğüm şarabı dudaklarıma yasladım ve keskin tadın önce dilimden sonra boğazımdan geçmesine izin verdim. Siyahlar kısılmış yüzümde geziniyordu. Önümdeki dosyada bulunan sayfaları teker teker gezmeye başladım. Başlarda Ferit Arkın'ın anlattıklarına değinilmişti. Benim, halamın, Leyla Saral'ın, Akif Saral'ın son üç yılki hayatına... Evdeki çalışanların bile. Ayrıca çalışanların hepsi çocukluğumdan tanıdığım yüzlerdi gerçekten de kimse değişmemişti. Asil sessizliğini korurken birkaç sayfa daha çevirdim ve karşıma önce Emir Vural başlığı çıktı. Bugün evdeyken bana uzattığı kâğıt bunun bir kopyasıydı. Bir arkaya geçtiğimde ise bambaşka bir isim: Aslı Vural. Bu kim? Kaşlarımı çatarak sorgulayan bir ifade ile anlatması için Asil'e döndüm. Çektiği derin bir nefes ile açıklamaya başladı. "İlk yapmamız gereken benim sevgilin olarak Akif Saral ile tanışmamdı, bu kısmı bitirdik. Şimdi yapmamız gereken ise bana güvenmesini sağlayıp evine girmek. Bu tip adamların evinde bir odada yaptığı ve yapacağı her suç belgelidir ki Akif Saral'ın da öyle olduğu açık. O belgelere ulaştığımız zaman işin büyük bir kısmı bitmiş olacak. Dosyalar elimize geçtiği anda ise istihbaratı sağlayacağız ama bunu anlamayacak. Evdeki çalışanlarını bile değiştirmeyen bir adamın beni hemen evine davet etmesini beklemiyorum tabii ki ama güvenini kazanırsam eğer işler değişir." dediğinde dudaklarımı ıslattım, derin bir nefesle bir bacağımı diğerinin üzerine atarken gergince sallamaya başladım ve kollarımı birbirine daha sıkı sardım. Plan gerçekten işe yarayacak türdendi ancak güven kısmı kafamı karıştırıyordu. Akif Saral kime güvenirdi ki? "Güvenini sağlayamazsan ne olacak peki? Diyelim istediğin gibi gitmedi ve güvenini sağlayamadın. O zaman ne yapacaksın?" Derin bir nefes çekti ve masaya doğru eğilerek yüzüme biraz daha yaklaştı. "İşte böyle bir yön de olduğu için burada onu tanıyan birisi olarak senin yardımın gerekiyor." dediğinde duraksadım. İşte işe yarayacağım nokta tam da burasıydı ama babamın güveni konusunda hissettiğim tek şey olan boşluk tam yanımda oturuyordu. Gözlerime bakarken dudaklarını ıslattığında yüzüne vuran ışık kalın dudaklarının parlamasına sebep olmuştu. Gözlerimi dudaklarından çekerek şarabımdan büyük bir yudum aldım. Sesiyle birlikte tekrar gözlerini buldum. "Yerimde olsaydın eğer... Bu ihtimal için ne yapardın?" Kıstığı siyahlarını yüzümde gezdirirken benden bir cevap bekliyordu. Dudaklarımı bükerken gözlerimi ondan kaçırdım ve kadehi elime alarak bakışlarımı içindeki şaraba sabitledim. Ne yapardım? Güven, kazanılması en zor olan duygulardan birisiydi ve bana nasıl kazanacağını soruyordu. Akif Saral geçmişinden gelmeyen birisine güvenir mi? Güvenmez Elzem, üç yıldır yanına bile yaklaşamadıklarını söylediler. Sana bir kez olsun neden halanda yaşamaya başladığını sormayan o adam, evlenme ihtimalinin olduğu adamı tanı-maya da tenezzül etmez. Sen söylemeseydin eğer tanışmak istemeyecekti, zorunda kaldı. Zorunda kaldı. Tanışmak zorunda kaldıysa, güvenmek zorunda da kalabilir! "Ben senin yerinde olsam..." Elimdeki kadehten bir yudum daha alarak şarabı bitirip tezgâha bıraktım ve ifadesiz yüzümü Asil'e döndürdüm. "...benimle olan sahte ilişkini medyaya yansıtırdım." dediğimde gözlerinden anlam veremediğim o ifade tekrar geçmişti. Yavaşça yutkunurken dudakları azıcık da olsa kıvrıldı ve başını sağa eğdi, yanağını ve dudağını bağlayan deri yine katlandı. "Açar mısın biraz?" Derin bir nefesi içime çekip bıraktığımda yerimde dikleştim. "İtibarı onun için çok önemli, böylece medyadaki durumu da çok önemli olmuş oluyor. Ben şimdiye kadar pek göz önünde bulunmadım evet, medyaya çocukluğumdan başka hiçbir şey de yansıtılmadı ama o tanışma yemeği ev dışında bir yerde illaki gerçekleşecek. Eğer o gün medyaya yansırsa ve bu durum hoşnut karşılanırsa kızını önemseyen bir baba profili çizmeye devam etmek için yan yana görünecek olmamızı sürdürmek isteyecektir. Ki bu tarz magazinsel olaylar insanların dikkatini çekmeye çok müsait." Sessiz kalarak aynı ifade ile gözlerime bakmayı sürdürürken bir şeyler söylemesini bekliyordum çünkü tam şu an saçmalamadığıma dair onay vermesini istiyordum. Yüzündeki gülüş neden? Gülüşü anlayamadığım şekilde derinleşirken bakışlarını aşağı eğdi ve dudaklarından mırıltı şeklinde bir kelime döküldü. "Mantıklı..." Saçmalamamışsın Elzem. Kadehindeki kalan şarabı tamamen bitirip yalnızca benim bardağımı doldurdu. Büyük ihtimalle araba kullanacağı için kendisine doldurmamıştı. "Akif Saral yakında beni takip ettirmeye başlar. Emir Vural ismini adamlarına vermiştir bile. Bu yüzden dışardan bakıldığında çok normal hayatları ve arkadaşları olan iki sevgiliyi oynamak zorundayız. Her daim. Sonraki sayfalarda göreceğin kişiler de bize yardım edecek olan diğer ajanlar." Kaşlarım çatılırken yerimde kıpırdandım. Kişiler derken? Bakışlarım hızla önümdeki dosyaya düştü ve Aslı Vural başlığı ile tekrar karşılaştım. Emir Vural karakterinin kuzenini canlandıracaktı. Bir sonraki sayfada ise Emir'in arkadaşı Baran Yalçın, bir diğerinde benim arkadaşlarım olan Ezgi Arslan ve Mert Süngü. Benim arkadaşlarım mı? "Nasıl yani? Sadece belli zamanlarda değil, her daim rol içinde mi olacağız?" dediğimde parmakları çenesini turlarken yüzümdeki ifadeden bir anlam çıkarmaya çalışıyor gibiydi. "Takip ettirirse eğer evet." Ben çok uzun zamandır yalnız bir insandım. Çevremde halamdan ve beslediğim sokak hayvanlarından başka hiçbir şey barındırmamıştım bile. Şimdi bana yabancı olan bu beş kişiyle sanki en yakınlarımmış gibi bir oyun oynayacaktım, zorundaydım. Benim gibi birisi için düşününce rahatsız edici bir durumdu ama kaçmayacaktım. Hayatımda bir kez olsun kaçmadan savaşacaktım. Halam için... Bana verdiği o sevgiye bunu borçluydum. Tabii tüm bu olayların ucu Ferit Arkın'ın iddia ettiği gibi halamı bulursa. Duyduğum şüphe yankılandı tekrar zihnimde ama dışarı vuramadım yavaşça yutkunarak içimde bir yerlere hapsederek susturdum. "Anladım." derken kadehteki şaraptan hızlıca birkaç yudum aldığımda aç karnına içtiğim için mideme bulantısı vurmaya başlamıştı bile. "Okula devam edecek misin?" Apayrı bir yere sürüklediği konuya kaşlarımı çattım. Sanki hiç üniversite öğrencisi değilmişim gibi son olaylardan dolayı aklımın ucuna dahi gelmeyen, gitmek zorunda olduğum bir okulum olduğunu unutmuştum. Başımı hafifçe aşağı eğerken avuç içlerimi alnıma yasladım ve oflayarak sertçe ovuşturdum ancak anında geri çekmek zorunda kaldım çünkü onca şey yetmiyormuş gibi yaraladığım avcuma dolan keskin sızı buna engeldi. Dondurup dondurmayacağımı soruyordu. Dondurmalı mıydım? Okula gidecek gücüm olmadığının bilincinde olsam da ders çalışmak gibi bir faktörü hayatımdan kaldırırsam kendimi tamamen çektiğim acıya mahkûm edeceğimin de farkındaydım. Bunun olmasını istemiyordum. Bir de böyle bir oyunu kabul etmişken hiç gerek yoktu. "Edeceğim." dediğimde kaşları ile dosyayı işaret etti. "Öyleyse Mert Süngü yeni okul arkadaşın." Suratına bomboş gözlerle bakmayı sürdürdüm birkaç saniye. Ardından zihnime düşen farkındalık ile birlikte "Ne?" dedim şaşkınca. "Ben görev gereği okuldayken yanında olamayacağım için birisinin ne olur ne olmaz yanında kalması gerekiyor. Tanışırsın." Parmak uçlarımı yavaşça göz pınarlarıma bastırırken yaşamak istemeyen bir insanı koruma altına almanın saçmalığına güldüm içten içe. Hiçbir şey söylemeden önümdeki dosyayı usulca kapatarak önüne ittirdim. Bakışları bir anlığına dosyayı bulurken tekrar yüzüme tırmandı ve benim dokunmaya korktuğum o siyah kutuyu hiç duraksamadan ellerinin arasına aldı. "Bana o evdeki çocukluğundan bahsetmen gerekeceğini söylemiştim." Önümdeki kadehte kalan ne varsa kafama diktiğimde tezgâha koyabildiğim tek şey boş bir kadehti. Benim anlattığım kadarını bilecekti. Boğazımı temizledi-ğimde kelimelerimi toparlamaya çalışıyordum ancak beynim durmuş gibiydi. İki kadehle sarhoş olur muydun Elzem Saral? Sarhoş muyum ki? Sertçe birkaç kez yutkunduğumda dürüst bir cevap verdim. "Nasıl anlatacağımı bilmiyorum." "Hazır değilsen eğer farklı bir zamanda da anlatabilirsin." Başımı hızla iki yana salladım. Şimdi yapmazsam eğer bir daha hiç yapmazdım. Kaçardım. Kaçma... "Şimdi anlatmak istiyorum." Derin bir nefesi içine çekip bıraktığında bakışları tezgâhta gezinip tekrar gözlerime değdiğinde "Babanla arandaki ilişki nasıldı çocukken?" dedi. Sanki gerçekten merak ediyormuş gibi bakıyordu gözlerime. Duyduğum yutkunma ihtiyacı ile tekrar yutkunurken saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. "Babamla aramızda hiç baba-kız ilişkisi olmadı. Sabahları ben uyanmadan önce çıkardı evden. Ne zaman çıktığını bilmiyorum hâlâ çünkü çocukken çok severdim uyumayı, uyuyabiliyordum da. Şimdiki gibi değildi... Akşamları ise yemeğini yedikten sonra çalışma odasına kapatırdı kendini. Çok da tanımıyorum aslında onu." Gözlerim Asil'den ayrılıp kucağımdaki ellerime döndü. "Tanıyamamışım da zaten... Hatırlamıyorum da pek." İfadesiz suratıma acının tatlı tebesümü oturdu ve yavaşça dağıldı. "Çok sessiz birisiydi babam evde, dışarda ise herkese gülen tarafını gösterirdi. Sahte davranırdı annem ve ben dışında herkese. Sonra annem..." Duraksadım. Sol bileğim sızladı. Yıllar önce atılmış o dikişler yıllar sonra tekrar sızladı; canım yandı ama sustum. Asil'e bakmadan bakışlarımı kaldırıp parmaklarımı şarap şişesine doladım ve önümdeki kadehe yavaşça doldurup birkaç yudum aldım. "Babamla olduğu gibi annemle de aramızda hiç anne-kız ilişkisi olmadı. Aynı evin içinde çok uzak büyüdüm ben anneme." Dudaklarımı dişledim sertçe. "O babamın tam tersiydi. Sakin ve sessiz değildi, hep öfkeliydi. Babama çok âşıktı ama ona bile çok öfkeliydi. Kavga etmeye çalışırdı sürekli babamla. Babam bana olduğu gibi ona da yabancı olduğu için konuşmaya çalışıyordu, diyalog kurmaya çalışıyordu annem. Ben sekiz yaşında olmama rağmen annemi anladım ama babam onu hiçbir zaman anlamadı. Bu yüzden hep mutsuzdu." Ağzımın içine yayılan demir tadı zaten bulanan midemi daha çok bulandırdığında istemsizce suratımı buruşturdum. Yine de umursamayıp bitirdiğim kadehe yeni bir şarap eklemek adına tekrar şişeye tutunduğumda sıcak parmaklar elimin üzerine dolandı. Gözlerim dakikalar sonra ancak o zaman Asil'e döndü. Siyahlarına oldukça zıt bir yumuşaklık hâkim olmuştu. Bu gözler beni anladığın için mi, yoksa bana acıdığın için mi Asil? Söylesene kaç duvar örmeliyim siyahlarına? "Bu kadar yeterli Elzem." dediğinde haklı olmasına karşılık elimi yavaşça sıcaklığından sıyırdım. Derin bir nefesi verirken hissettiğim rahatsızlıkla sandalyeden kalktım. Bu mereti bir daha aç karnına içmemem gerekiyordu, halamın sözünü dinlemeliydim. Sence sadece o meret mi mideni bulandıran Elzem? "Bittiyse eğer beni eve bırakabilir misin?" dediğim an çatık kaşları bir sorun varmışçasına daha çok çatıldı, bir şey söyleyecek gibi oldu ama hiçbir şey söylemeden birkaç saniye yalnızca yüzüme bakıp en sonunda ayaklandı. Arkasından koltukların olduğu kısma doğru ilerlerken gözlerim kediyi buldu, şöminenin önüne kıvrılıp uyumuştu. Midem bulanmasaydı eğer yine severdim, hatta mıncıklardım bile. En hızlı şekilde eve dönebilmek için montumu elime aldığım gibi üzerime geçirdim. Aynı şekilde kabanını giyip koridor kısmına yönelen Asil'in peşinden hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Evden çıktığımızda hava çoktan kararmıştı ve şöminenin sıcaklığından çıkıp tekrar soğuk ile karşılaşmak içimin titremesine sebepti. Arabaya bineceğimiz sıra midemdeki bulantı için temiz havayı olabildiğince içime soludum ancak pek de faydasını görememiştim. Araba asfaltın üzerinde akıp giderken başımı geri yasladım ve hissettiğim rahatsızlık yüzünden sessizce yolu izlemeye devam ettim. Geçtiğimiz sokak lambalarının ışığı üzerimizde bir parlayıp, bir yok oluyordu. Her sokak lambasında midemdeki his artıyordu sanki. Uzun süren bu sessizlik ve bulantıyla baş başa hissederken Asil'in kalın sesi kulaklarımda yankı bularak sessizliği dağıttı. "Peki ya halan...Onunla neden yaşamaya başladın?" Bir bıçak yardı göğsümü, boğazımdan karın boşluğuma kadar. İçimde neyi nereye sıkıştırdıysam her biri sıkıştırdığım yerden çıktı. Alkolün etkisi ile her bir hatıranın üstüne birikmiş toz boğazımı öyle bir tıkadı ki midemin bulantısı gözlerimi dolduracak dereceyi buldu. Bu hissin beni terk etmesi için gözlerimi sımsıkı kapatıp oldukça derin nefesler almaya başladığımda o çirkin yüzü gözlerimin önünde yıllar sonra tekrar yansıdı. İğrenç nefesi, nasırlı elleri yeniden tenimdeydi sanki. Tık, tık, tık... siyah ve rugan ayakkabılar. Yaşama isteğimi çaldılar. Ölüm kapıda, aç kapıyı. Keşke gitmeseydin hala. Gözlerimi hızla geri açtığımda Asil arabayı durdurmuştu. Zihnimin arkasında bana sesleniyordu ama ben algılayabilecek gibi değildim. Kollarıma dolanan ellerini hırsla ittirip arabanın kapısını açtığım gibi bomboş asfalt zemine dizlerimin üzerine yığılırken avuçlarımı yere bastırdım ve şaraptan aldığım her bir yudum acı içinde boğazımdan kendini dışarı vurdu. Aşağı eğmek zorunda kaldığım başım ve vücudumu esir alan titremeden ötürü saçlarım yüzüme dökülüyordu, onlar da kirlenecekti. Saçlarımı tutacak halam burada değildi artık, gitmişti. Saçlarımı yüzümden çekmek için asfalta mıhladığım ellerimi ayırmaya çalıştım ancak başarısızdım. Keşke gitmeseydin hala. Tam o sırada saçlarımın her birinin tutam tutam arkamda toplandığını hissettim. Ardından sıcak bir kol göğsümün üstünden dolanıp avucunu sol omzuma sardı. Bir eli varlığını belli etmek istercesine omzumu sıvazlarken diğer eli saçlarımın tümünü avucuna almış ensemde toplamıştı ve parmaklarının sıcaklığını tenimde hissedebiliyordum. Bugün 16 Ocak 2021. Sen gittin hala, gittin ve senden başkası tuttu saçlarımı bugün ilk defa. Keşke gitmeseydin, ben de bu hale düşmeseydim. Biraz olsun rahatlasam da vücudumun titremesi geçmemişti. Ellerim zemine saplanıp kalmışken nereden çıkardığını bilmediğim bir su şişesini dudaklarıma dayadı. Birkaç yudum aldığımda daha normal hissediyordum. Her şey saniyeler içerisinde, hiç ummadığım şekilde gerçekleşmişti. Az önce eve gitmeyi beklerken şimdi asfaltın üzerinde, Asil'in kollarının arasında öylece kalmıştım. "Yemek yememişsin." Dudaklarının arasından döktüğü fısıltı şeklindeki iki kelimenin yanından akan ılık nefesi şakağıma çarptığında zihnimde dikkat kesildiğim her bir kötülüğü dağıtmıştı. Sarhoş değildim ama alkol yine de düşüncelerimi etkiliyordu ve kafamda konudan konuya geçiş yapıyormuş gibiydim. Zihnimin içerisinde aklımı bulandıran, içimden atamadığım onlarca soru balonu vardı. Bakışlarımı zorla da olsa kaldırıp çattığım kaşlarım ile gözlerine baktım. Başka ne biliyorsun diye suratına haykırmak, bağırıp çağırmak istiyordum ama sorgulamamam gerektiğini de kendisi söylemişti. Siyahlarına yine bulaşmış o değişik ifadeyi inceledim kısık gözlerle. Sinir, mutluluk, şaşkınlık... Hiçbirisi değildi. Farklı bir duygu, benim çok yabancı olduğum bir duygu dolup taşıyordu gözlerinden. Göğsümdeki çarpıntı yüzünden nefes nefese "Yemediğimi nerden anladın?" dediğimde gözlerime bakarak derin bir iç çekti. Aynı zamanda saçlarımdaki elinin hareketlendiğini hissediyordum. "Boş midene ne zaman alkolü indirsen kusmuyor musun sen?" dedi. Yavaşça yutkundum söylediğinin doğruluğuna karşılık. Evet, normalde kusma gibi bir etki yaratmayan alkol boş mideme yaramıyordu ama bugün uyuşmak istemiştim sadece. Yanında kusacağımı bilseydim içmezdim. Sahi, yanında kusmuştum değil mi? İğrenç. "Bir de kendine zarar vermeyi göze alarak mı içtin gerçekten?" Son sözünde sesine oturan bariz bir öfke vardı ve bu kaşlarımı daha çok çatmama sebep olmuştu. Ellerinin sıcaklığı ve söylediğinin bana bıraktığı şokun ardından bulduğum ilk güçle "Seni hiç ilgilendirmez!" diyerek ellerinin arasından çıkıp ayaklandım ve birkaç sarsak adım ile ileriye gittim; merkeze uzak olduğu için bomboş olan yolda uzağına gitmeye çalıştım. Ellerimi gergince açıp kapatırken karşımda kalan yeşilliğe gözlerimi dikmiş derin soluklar alıp veriyordum. Gözlerim sabit bir yerde kalmayıp bütün yeşilliğin içerisinde kayarken önümü kesen Asil'in bedeniydi. "Üzüntünü anlıyorum ama hayatına devam etmek zorundasın Elzem." dediği an dudaklarımdan kesik bir soluk döküldü. Kısık bir sesle "Doğru ya... Hayat devam ediyor." dediğimde dudaklarımı birbirine bastırıp şiddetle ona doğru döndüm ve aklımdaki düşünce balonlarından birisini patlattım. Saatler önce sormamak için gayret gösterdiğim soru dudaklarımdan öylesine bir şeymiş gibi dökülmüştü. "Ya tüm bunlar halamın sebebine çıkmazsa?" diye net bir şekilde sorduğumda konu bambaşka bir yere geldiği için olan şaşkınlığını görebiliyordum. "O zaman da devam edecek mi hayat?" Sesim olabildiği kadar sert çıkarıyor, sözlerin üzerine bastırıyordum çünkü hayata karşı içimde beliren öfke yüzünden can yakmak, sınır çizmek istiyordum. "Neden böyle bir şey düşündün?" dediğinde sesinde herhangi bir ton yoktu ama dikkatle yüzüme bakarken diyeceklerimi dinliyordu. "Onun bakışlarını gördüm çünkü Asil ve o bakışları sahte olsaydı anlardım. Ayrıca onun yaptığına veya sebep olduğuna dair bir kanıt var mı? Yok! Olsaydı eğer şimdiye kadar Ferit Arkın söylemiş olurdu. Benim size yardımda bulunacağım konunun tek bir sonucu var, o da bir uyuşturucu baronunun yakalanması. O adamın kardeşi olması halamı bu olayda bir yere koymaz ki!" Ellerimi agresifçe hareket ettirirken derdimi anlatabilmek için sesim yükselmişti. Boş yolda sadece benim sesim yankı buluyordu. Bu defa ellerimi sertçe saçlarımdan geçirdiğimde hiçbir şeyi umursamadan içimdekini yansıtmaya devam ettim. "Ben bu işi yıllar önce bağımı kopardığım babam için değil halam için kabul ettim. Akif Saral'ın yakalanıp yakalanmaması umurumda bile değil. Sadece kafamdaki yalan baba modelini bozar, bana bir etkisi yok!" Bir anda havadaki ellerimi bileklerimden sertçe yakaladığında sağ avucumdaki keskin acı ile ellerimi yalnızca savurmadığımı, aynı zamanda avuçlarımı sıktığımı fark ediyordum. Sakin ama baskın bir sesle "Kes şunu, dikişlerini kanatacaksın." diye yüzüme doğru konuşurken ellerini bileğimden ayırmadan sıktığım sağ elimin parmaklarını benden önce açmaya başladı. Gözlerim ellerimizi bulduğunda o yüzüme bakmaya devam ediyordu. Bileğimi sertçe elinin arasından çektiğim gibi bir adım geriledim ve geçmeyen öfkem bir soru balonunu daha dilime vurdu. "Ayrıca iki günde ne bencilliğimi gördün sen benim?! Bencil falan değilim ben!" Ben gerçekten ne saçmalıyordum? Karşımdaki bir yabancının bana bencil demiş olmasını kafaya takıp ondan bana bencil dediği için hesap soracak kadar saçmalığın dibine vurmuştum bu gece. Kaşları havalandığında şaşkınlık az öncekine göre oldukça fazlaydı ama halinden memnun gibiydi de. Suratına güleç bir ifade dolanırken başını sağa eğip gözlerini kıstı. "Sarhoş musun sen?" Yutkundum. Sarhoş değildim, sadece kendimi kontrol edemiyordum. İfadesinin yanında bir de ellerini ceplerine yerleştirdiğinde benden bir hayli farklıydı karşımda. Benim sinirden sıktığım çeneme karşılık oldukça sakindi. Ben cevap vermediğim için derin bir nefes alıp verirken bakışlarını yeşilliğe çevirdi ve yüzünü yan bir şekilde önüme serdi. "Halanın olayını da araştırırız o zaman." dedi. "Ne?" dedim. Vücudumda yeni bir şok dalgası kol gezerken bütün ifadem bir anda dağıldı ve dumura uğradı. Çattığım kaşlarım havalanmış, dudaklarım aralandığı için sıktığım çenem gevşemişti. Yüzünü tekrar bana döndürdüğünde siyahlarını elalarıma sabitledi. "Eğer bunun şüphesi sana zarar verecekse o şüphenin sonucunu bulmak için araştırırım. Sonu Akif Saral'a çıksın veya çıkmasın... önemi yok. Halanın sebebi her ne ise süreriz izini birlikte." Gözlerim büyürken art arda yutkundum. Neden böyle bir şey yapıyordu? Karşılığı olmalıydı. Böyle bir şeyi karşılıksız kabul edemezdim ve bu şüpheyi yıkabilmemin maalesef ki tek bir yolu vardı. Birkaç saniye karşılık sunmasını bekledim ancak o hiçbir şey söylemeyip öylece ifademi süzdü. Ayrıca kararlılık seviyeme bir kez daha hayran olmuştum çünkü yüzümdeki bütün ifadesizlik duvarını tek bir cümlesiyle yıkabilmişti. Bir daha bu adamın yanında iki kadehi geçmeyecektim. Az önceki sesim içime kaçarken "Karşılığında?" demek zorunda kaldım. Siyahlarına puslar örtülürken beklemediğini hissediyordum. Yavaşça yutkunup "Sana iyi bir şey yapabilmek için illa karşılık mı koymam gerekli?" dediğinde başımı salladım. Ben bir cevap beklerken o yeşilliklerle arama geçtiğinde yönümü ona çevirdim. "Yaşa öyleyse." Ha? Üzerime doğru büyük bir adım attığında bende geriye doğru aynısını yaptım. Onun yüzündeki ifade devam ederken ben tekrar kaşlarımı çatmış, ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. "Ölümün adı bile değmeyecek ağzına." Bir adım. "Hayattan kopmaya değil, tutunup devam etmeye çalışacaksın." Bir adım daha. "Eğer ki tekrar ölümle veya kendini düşünmeyerek, kendi kötülüğüne herhangi bir şeye kalkışırsan..." Sırtım arabanın soğuk kapısına yaslandığında tamamen karşımdaydı, bir adımdan bile daha yakınımdaydı ve ifadesinde bozulan hiçbir şey yoktu, oldukça rahat görünüyordu. "İşte o zaman geri çekilirim. O ana kadar halana dair araştırdığım her ne varsa bırakırım." dedi. Revirdeyken aynen bu şekilde üzerime yürüdüğünde karşımda beni öldürebileceğini söyleyen bir adam vardı. Şimdi ise aynı adam üstüme yürürken yaşa diyordu. Burnumda hissettiğim derin sızı gözlerimi doldurmuştu. Çünkü hayatındaki çocukluk evresini sevgisizlik içerisinde geçiren çocuklara ilgiye dahil edilebilecek en ufak hareket gösterildiğinde ördükleri duvarlara kendinden parçalar koparıp yapıştırırlardı. Kendi etlerini kemiklerinden sıyırırlardı ve bu can yakıcıydı. Ben o çocuklardan birisiydim. Gördüğüm ilgi genzimi yakar, söndürmek içinde gözlerime yaşlar ekerdi. Yine ekilmişti. Bu defa kendime duyduğum öfkeden dolayı tekrar dişlerimi sıkarak "Neden yapıyorsun bunu?! Sana ne gibi bir getirisi olacak benim yaşamamın?" dedim. Sebep arıyordum. "Çünkü Elzem... Benim alanım dahilindeysen zarar göremezsin, yara alamazsın ve ne yazık ki şansına küs..." Yüzünü üzerime doğru eğdi ve yüzlerimizin arasında çok az bir mesafe bıraktı. "Ben seni alanıma dahil edeli çok uzun zaman oldu." dediğinde gözleri, siyahın en karanlık tonuydu. Geçmişimi andığım için, çocukluğu sevgisiz geçmiş çocuklardan birisi olduğum için duyduğum yoğun ve karışık duygular yüzünden gözlerime dolan yaşlardan birisi yanağımdan aşağı süzüldü. Siyahlar da yanağımdan akıp giden o yaşı sakin gözleri ile takip etti. |
0% |