Yeni Üyelik
6.
Bölüm

İLK SAHNE

@dvisal

Dile dökülen veya dökülmeyen birçok keşke barındırıyoruz bünyelerimizde. Geri dönüşü olmayan ama kanaması durmayan keşkeler. Saat sabahın yedisiydi ve ben mezarlıkta, dün gece keşkeler yağdırdığım halamın yanındaydım. Toprağına evden getirdiğim bazı çiçeklerini ektim dikkatlice, onun öğrettiği gibi yapmaya çalıştım. Toprağın altına gömülmüş halamın renksizlikte ve karanlıkta kalmaması için çaba gösteriyordum.

"Ne öğrendim biliyor musun? Bir insanın evini ev yapan içindekilermiş." Ektiğim nergislerin toprağına bastırdım hafifçe parmaklarımı, sabitlemek için. Severdi nergislerini.

"Gittiğinden beri ev çok sessiz, kimse yaşamıyormuş gibi. Hiç ev gibi değil. Biraz da soğuk penceremi açtığım için ama kızma, ben üşümüyorum." Yanımdaki pet şişeye uzanıp kapağını açtım ve çiçeklerin topraklarına yavaş yavaş su dökmeye başladım. Aklıma gelenle kendi kendime güldüm. "Hani dışarı çıkıp gezmiyorum diye kızıyordun ya... Şimdi eve girmek gelmiyor içimden. Yanlış anlama gezip tozmak için değil. Sadece artık bizim evimize benzemediği için." Pet şişedeki su bittiğinde gelirken çiçekleri yerleştirdiğim boş poşetlerden birisinin içine savurdum. Ellerimi birbirine çırpıp çöktüğüm yerde dizlerimin etrafına doladım ve başımı sağ tarafıma yasladım. Yüzümdeki gülüş de saniyeler içinde dağılarak tebessüm halini almıştı.

"Onun dışında... Uyuyamıyorum geceleri ama sen zaten bunu biliyordun." Derin bir nefes alıp verirken uykusuzluktan dolayı acıyan gözlerimi ovuşturdum. "Gerçi yanlış biliyordun." Kollarımı tekrar dizlerimin etrafına dolayıp birkaç saniye düşündüm ve yutkunarak anlatmaya başladım. "İtiraf ediyorum... Aslında ders çalışmak için uykusuz kalmadım hiçbir zaman, uyuyamadığım için ders çalıştım. Sana geldiğim günden sonra kabuslarım hiç dinmedi. Çok korkuyordum kâbuslarımdan. Ben de uyumazsam eğer kâbus da görmem diye düşünmüştüm o zamanlar." Histerik bir gülüş koptu dudaklarımdan. Ben kaç zamandır bir şeylerden kaçıyordum? Sayamadım.

"Ama şu iki gecedir ders çalışamadım, sadece düşündüm. Seni düşündüm, geçmişimi düşündüm... Bildiğin, bilmediğin ne varsa her birini düşündüm." Uyuyamadığım için yanan gözlerimi yumdum birkaç saniye. "Artık hayatımda daha çok keşke varmış gibi hissediyorum." Tekrar araladım gözlerimi halamın toprağına ve çiçeklerine, canım yandı.

"Biliyor musun, gittiğini öğrendiğimde yanına gelmeye çalıştım. Ama buna da kızma... Çünkü hâlâ bu cehennemdeyim. Ayrıca mektubunu okumadan önceydi... Sözünü dinliyorum yani.”

Başımı bu defa sol dizime yaslayarak sağ elimi toprağına doğru uzattım, kendimi hissettirmek ister gibi. Parmak uçlarımı soğuk toprakta gezdirdim usul usul. "Bir de..." Duraksadım, burnum sızladı ve boğazıma o yumru tekrar oturdu. "Seni benim elimden almışlar, sen gitmemişsin onu öğrendim." Yumru olduğu yerde ağırlaşırken burnumdan aşağı doğru bir yaş akıp gitti.

"Senin canın tatlıdır hala... Çok yandı mı canın?" Asil'le konuştuğumdan beri kaçıncı defa aktığını bilmediğim yaşları avuçlarımla tekrar sildim. Durduramıyordum ağlamayı. Burnumu çekip birkaç saniye boyunca gökyüzüne diktim bakışlarımı ardından tekrar halamı buldum.

"Sana söz, bulacağım kimin seni benden aldığını. Bu böyle kalmayacak. Hayatımda belki de ilk defa kaçmayacağım. Senin için..."

Kendime gelebilmek için derin bir nefesi içime çekip bıraktığımda soğuktan ötürü buhara dönmüştü. "Benim artık gitmem gerekiyor. Biliyorsun o cüppeyi üzerimde görmeyi istemiştin..." Söylediğimin ağırlığıyla birlikte dişlerimi sıkarken avuçlarımı oflayarak yüzüme kapattım. Yüzümü ve gözlerimi hissettiğim yorgunluktan ötürü bir kez daha ovalayıp ıslanan ellerimi geri çektim. "Merak etme çiçeksiz bırakmayacağım burayı. Evde kalanlara da senin baktığın gibi bakmaya çalışacağım, solmayacaklar." dedim.

Tam ayaklanacakken içime düşen duyguyla birlikte boğazımı temizledim ama dudaklarımın küçük bir çocuk gibi bükülmesine engel olamadım.

"Ha bir de... Seni çok özledim." diye çırpındım son defa. Çok özlemiştim, tahmin edemeyeceği kadar çok... İki gün geçmişti ama alışamıyordum, sanki burada yatan o değilmiş de eve gittiğimde kapıyı bana o açacakmış gibi hissediyordum. Yeniden birikmiş yaşlardan ötürü bulanık bir görüntüyle baktım toprağına, sessizliğine. Boğazımdan bir hıçkırık koptuğunda zorla ayaklandım ve yanımdaki saksıları, poşetleri hızlıca elime alarak onu arkamda bırakıp arabaya doğru ilerledim. Elimdekileri bagaja koyup sürücü koltuğuna bindim ve eve sürmeye başladım.

Dünden beri ağladığım için de başımda inanılmaz bir ağrı vardı ve ben ona rağmen ağlamaya devam ediyordum ancak artık durmak zorundaydım. Normalime dönmem gerekiyordu. Asil'in yanında yaşadığım duygu patlamasından ötürüydü hepsi.

O şarabı içmeyecektin Elzem...

Geçen dakikaların ardından arabayı evin önüne her zamanki yerine park ettim ama artık ağlıyor olmasam da gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu. Islanan yanaklarımı son kez ellerimle kurulayıp sakinleşmek için alnımı direksiyona yaslayarak yaşların durmasını beklemeye başladım. Kendime çok sinirliydim. Birincisi duygu patlaması yaşayacak Asil'in yanını bulduğum için, ikincisi de Asil'in yanında yaşlarım durmadığı için. Ne gerek vardı? Evde bağırıp çağırsaydım, yumruklarımı evde sıksaydım çok mu zordu? Sözde aramıza ifadesizlikten bir duvar öreceğim adamın karşısında bu hale gelmiş olmam canımı sıkıyordu. Onun böyle bir şeyi garipsememiş olmasına da şaşırıyordum.

Bana sunduğu karşılığı kabul etmiş ve bu iş bitene kadar yaşamayı seçmiştim. Seçmiştim çünkü zorundaydım, halam da bunu istemişti. Bu yıkımın arkasında Akif Saral’ ın olmadığını düşünsem de halamı babamın bile koruyamadığı birileri almış olmalıydı ve benim tek başıma böyle bir şeyle mücadele etmem imkansızdı. Ya umursamamış ve halanı korumayıp ölüme terk etmişse? Sanmıyordum. Belki ben olsaydım bir nebzeydi ama halamın ölmesine izin vermezdi. Dün gece o kadar çok düşünmüştüm ki babamın halam hakkında söylediği birçok şeyi hatırlamıştım. Fransa'ya halamı göndermek istememesini, annem halamla ilgili ne zaman kötü bir şey söylese ona karşı çıkmasını... Daha birçok şey.

Sonrasında da Asil beni eve bırakmıştı. Arabaya bindiğimizde gözümden akanları durdurmak için verdiğim çabanın eşi benzeri yoktu. Durdurmuştum da ama evde patlamış şu dakikaya kadar akıtmıştım. Sanki yıllardır akıtamadığım, aksın diye beklediğim her yaş bir gecede kopmuştu benden. Kendime kızmam buna alışkınlığımın olmamasındandı. Yalan yok, rahatlamıştım bu kadar ağlayınca. İçimdeki o doluluk biraz olsun gitmişti benden.

Başımı yasladığım yerden az da olsa sakinleşmiş şekilde ayırdım. Yaşlar durmuştu. Birkaç kez yutkunduktan sonra derin bir nefesle arabadan çıktığımda garaja bıraktığım poşetleri alıp bahçedeki çöpün içine attım. Hâlâ yemek yememiş olmanın verdiği bitkinlikten dolayı savruk ve yavaş adımlarla evin kapısına doğru ilerlemeye başlamışken eşofmanımın cebinden anahtarımı çıkarıyordum.

Kilitlediğim kapıyı açıp eve girdiğimde ilk işim odamdaki banyoya girip yüzümü yıkamak oldu. Buz gibi suyu kaç kere suratıma çarptığıma dair hiçbir fikrim yoktu ama gözlerimdeki sızıya iyi geliyordu. Acısını geçirmese de hafifletiyordu. Duş almayacaktım çünkü dün gece yeterince bedenimi çitilemiştim. Arınmak için, tenim kızarana kadar. Rutin işlerimi halledip odama geri döndüğümde dolabımdan boynumu ve omuzlarımı açıkta bırakan, geniş yakalı gri bir kazak ve siyah bir pantolonu üzerime geçirdim.

Gözlerim pencereden dışarı havaya çevrildiğinde uzun zamandır okula yürüyerek gitmediğimi fark ediyordum. Bugün yürüyecektim, iyi gelebilirdi.

Saçlarımı tararken kulağıma dolan bildirim sesiyle birlikte bakışlarım çalışma masasının üzerindeki telefonuma kaydı. Merakla olduğum yerden telefona doğru birkaç adım atıp bildirimin kaynağına baktım.

05...: Bugün arabanı alma Elzem.

Kim olduğunu düşünmeme gerek yoktu. Asil'di.

Elzem Saral: Neden?

05...: Ben almaya geleceğim çünkü.

Elzem Saral: Takibe mi başladı?

05...: İhtimaline karşılık ben alacağım seni.

Bu kadar çabuk başlar mıydı gerçekten? Gerçi başlamaması abes olurdu.

Elzem Saral: Bugün yürüyecektim zaten.

05...: Taksi ile git.

Mesajına karşılık kaşlarım çatılırken beklemeden hızla bir cevap verdim.

Elzem Saral: Neden ki? Yürümek istiyorum ben.

05...: Hava soğuk.

Elzem Saral: Mont diye bir şey var bildin mi?

05...: Dün akşam kabul ettiğin bir anlaşma var bildin mi?

Derin bir nefes aldığımda oflayarak bıraktım. Çekeceğim vardı. Böyle her şeye karışacaksa ben kendi kendime uğraşsaydım keşke diye içimden geçirmeden edemedim.

Elzem Saral: İyi.

Elzem Saral: Binerim.

05...: Aferin.

Gözlerimi istemsizce beni göremeyen Asil'e karşılık telefonu kapatıp bedenimi bozulmamış yatağa bıraktım. Gözlerimi karşımdaki boş tavana diktiğimde aklıma MİT'teki hali düştü. Hayatımdaki her bir şeyi bir kere bile sekteye uğramadan art arda sıraladığı hali. Bunların yanında numarama ulaşabiliyor olmasına zaten şaşırmıyordum. Nasıl başarabiliyordu her şeyi böylesine aklında tutmayı? Dün neredeyse bütün kedilerimin ismini sayacaktı. Bir anda hissettiğim farkındalıkla gözlerim büyüdü. Dün benim kedilerimin isimleriyle dalga geçmişti ve ben o an bunu anlamamıştım bile... Düpedüz dalga geçmişti. Sayı ismi verdiysem ne olmuştu yani? Akif Saral kendince babalık görevini yerine getirmek için her ay hesabıma yüklü miktarda para gönderiyordu ama ben o paraya sandığının aksine hiçbir zaman kendim için dokunmamış, sokak hayvanlarına harcamıştım hep. Bu sebeple çok fazla kedim olduğu için isim kotamı çoktan doldurmuştum ve değişik isimler veriyordum artık.

Olduğum yerden kalktım ve kitaplarımı toparlayıp siyah, deri çantamın içerisine yerleştirdim. Birkaç ihtiyacım ile telefonumu da alıp merdivenlerden aşağı sarsak adımlarım ile inmeye başlamıştım. Üzerime siyah kabanımı geçirip her zamanki botlarımı giyecekken gözüme halamın hediyesi olan siyah, sivri burun, topuklu çizmeler çarptı. Anısı da zihnime çarptı yüzüme buruk bir gülümseme bıraktı.

 

"Hadi bakalım aç hediyeni!" dedi kocaman gülümserken. Her yeni yıla girerken gerçekleştirdiğimiz hediyeleşmelerden sonuncusuydu. Parmaklarımı uzunca kutunun etrafına dolanmış kurdeleye geçirdim ve kutudan sıyırdım. Gözlerim kısılırken dudaklarım yanaklarımı acıtacak derecede yüzüme yayılmıştı. Ellerimi kutunun kapağına yaslayıp "Açıyorum... açıyorum..." diye olaya heyecan vermeye çalışırken bir anda ellerimden tuttu ve kutunun kapağını benim yerime kaldırdı.

"İşte hukuk öğrencisi çizmesi!"

Kutudaki çizmelerden birisini çıkarıp dudaklarımdan dökülen şaşkınlık nidasıyla gözlerimi üzerinde gezdirdim. Ardından tekrar halama döndürdüm bakışlarımı. Parmaklarını birbirine yaslayıp çenesinin altına koymuş kocaman gözleri ile yüzüme bakıyordu. "Beğendin mi?" diye sakince sorduktan sonra bir anda yükselip "Beğenmediysen de beğen valla! Sürekli spor ayakkabı ya da postal mı giyilir? Boyum kadar bacak boyun var bir de!" dedi.

Sitemle söylediklerine karşılık kocaman bir kahkaha dökülürken dudaklarımdan, çizmeyi elimden bıraktım ve boynuna sarıldım. "Sen almışsın da ben ne zaman beğenmemişim?" Elleri sırtıma dökülen saçlarımın üzerine yerleşti ve her zaman yaptığı gibi uçlarına kadar tutam tutam sevmeye başladı. "Ha beğendin yani hediyemi..."

"Çok beğendim." deyip geri çekildiğimde kutudan diğerini de çıkardı ve önüme bıraktı. "Giy de bir göreyim hadi. Olacak mı, olmayacak mı bakalım..." Bir anda büründüğü ciddi ifadeye karşılık üşengeçliğim yüzünden sızlanmaya başlamıştım ama yine de kıramayıp giymiştim.

 

Çaresizliği ruhun derinlerinde en yoğun hissettiren, tekrarlanması imkânlar dahilinde bile olmayan ama özlemi durdurulamayan güzel anılardı. Zamanın durmadan akan şelalesi içinde geri dönüşü olmadığı gibi merhemi de olmayan, açıkta kalmış, kabuk tutmamış bir yara halini alırdı anıların her biri. Akla düştüğü her an öyle bir sızı bırakırdı ki, yüzünüzü esir alan buruk bir tebessümle beklemekten başka hiçbir şey gelmezdi elden. Ruhun kabuk tutmayan yaraları, anıların doğurduğu çaresizlikti.

Birkaç saniye tereddüt etsem de ellerimi çizmelerime attım ve giydim. Gerçekten görebilseydi eğer çok mutlu olacağına adım kadar emin olduğum çizmelere baktım birkaç saniye.

Sertçe yutkunurken evden çıktım ve kapıyı arkamdan kapatıp kilitlediğimde havanın soğuğundan içime derin bir nefes çektim. Bulutlar gökyüzünü esir almış, güneşi kapatıyordu. Evin taşlı yolunda ilerlerken çantamı taksi aramak üzere telefonumu bulmak için karıştırmaya başladım.

 

... 

 

Fakültenin önüne geldiğimde içeri giriyordum ki birisi adımla seslenince olduğum yerde kalıp bakışlarımı sesin geldiği yöne çevirdim. Revirde isminin ağaç olduğunu söyleyen kıvırcık saçlı çocuk koşarak bana doğru geliyordu. Asil’in bahsettiği okul arkadaşım bu çocuk muydu, Mert Süngü?

Yanıma vardığında derin nefesler alıp verirken avuçlarını dizlerine yaslayarak soluklanmaya başladı. Saçlarını ensesinde topuz yapmış ve sarı bir sweatshirt ile bej rengi bir kargo pantolon giymişti, elinde de kocaman, şişme bir mont tutuyordu. Asil kadar uzun olmasa da uzundu ama onun kadar yapılı bir vücudu yoktu. Ayaklarında olan bakışları beni bulduğunda ben onun koyu yeşil gözleri ile karşılaşırken, o benim sorgulayıcı bakışlarım ile karşılaşmak durumunda kalmıştı.

"Kızım sen enayi misin taksiye para veriyorsun?! Araban yok muydu senin? Arabanı bekliyordum otoparkın orada, bir baktım içeride taksiden iniyorsun. Nefes nefese kaldım gözden kaçıracağım seni diye!" Bir sitemle söyledikleri karşısında dudaklarım aralandı. "Sensin be enayi! Asil gelecekmiş çıkışa, o dedi taksiye bin diye." Ben cevap verirken olduğu yerden tamamen doğrulduğunda az önceki haline göre daha iyi nefes alıyormuş gibi görünüyordu.

Şaşkınlıkla "Aaa...” deyip “Günahını aldım hayatım, kusura bakma." diye devam ettiğinde suratına tam anlamıyla bakakaldım. Gözlerini etrafta gezdirmeye başladığında bir anda sinirliymiş gibi yüzüme dönüp, "O zaman sahte kocana söyle taksinin parasını versin sana! Çok pahalı taksiler." dediği an ciddiyetine karşın gözlerim büyürken yüzüme geniş bir gülüş yayıldı. Sahte koca mı dedi Elzem o? Gerçekten filmlerdeki komik yan karakterlere benziyordu, tipi de müsaitti.

"Hiç gülme, devir ekonomi devri. Babaannem de öyle söylüyor. Her şey çok pahalı..."

"Babaannen mi?"

Kafasını hızla aşağı yukarı salladığında "Çok taşaklı kadın. Tanıştırırım bir gün. Asil'ler hep tanıştılar." dedi. Kaşlarım havalanırken dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı ağır ağır salladım. Asil'ler dediği kimdi ki?

Bir elini bana doğru uzatıp "Yavuz bu arada ben. Nam-ı diğer Mert Süngü." derken sıcak bir şekilde gülümsedi. Samimi ve komik birisi olduğu ortadaydı. Hafifçe tebessüm ederken elini sıktım.

"Elzem."

"Çok memnun oldum hayatım. Umarım iyi anlaşırız. Benimle anlaşamayan salaktır zaten. Neyse ki sen akıllı bir kızsın." demesiyle gözlerimi devirmem bir olmuştu.

“Çok sağ ol...”

Konuşma tarzı o kadar değişikti ki, hiçbir şeyi umursamıyormuş ve tek amacı insanları eğlendirmekmiş gibi bir hali vardı. Bakışlarımı birkaç saniye süzdükten sonra aklına çok önemli bir şey gelmiş gibi yüzü aydınlandı. "Az kalsın unutuyordum." dediğinde diğer elinde tuttuğu tanıdık pastane poşetini yüzümün hizasında kaldırdı.

"Peynirli boyoz seviyormuşsun sanırım. Mutlaka yemen gerekiyormuş, yememezlik yapmasın dedi."

Yüzümdeki ifade tamamen dağılırken boş boş gözlerimi kırpıştırmaya başladım. "Kim dedi?"

"Kim diyecek, Asil dedi."

Dudaklarım aralanırken bakışlarım poşette asılı kalmıştı. Cidden bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Ben duvar öreceğim dedikçe yaşa, hava soğuk taksiye bin gibi şeyler söylemesi ve saçlarımı tutması yetmiyormuş gibi şimdi de yemek yemediğimi unutmamış bana sevdiğim boyozdan mı aldırmıştı yani? Hissettiğim sıkıntı ile beraber kocaman bir iç çektiğimde Yavuz'un bahçedeki oturma alanlarında göz gezdirdiğini fark ettim. En son aradığını bulmuş gibi bir ses çıkarıp beni arkasında bırakarak uç taraftaki iki kişilik masaya ilerlemeye başladığında ben de adımlarını takip ettim.

Masanın tam ortasına boyoz poşetini koyup "Çay mı, kahve mi?" diye bir soru yöneltti. "Canım ist..." Demeye kalmadan “Kahve alırım.” dedi ve kantin kısmına doğru ilerleyerek benden uzaklaşıp beni boyozlar ile baş başa bıraktı.

Aynı noktanın dün gece olduğu gibi sızladığını, göğüs kafesimin üzerinde depremler yarattığını hissediyordum. Görevi yüzünden alanında olduğumun farkındaydım ama bu şekilde davranıyor olması da bana acıdığını hissettiriyordu ve ben ne yazık ki acınacak halde olduğumun gayet bilincindeydim. Soğuk, duvarlı, sevgiye dair hiçbir şeye sahip olmayan, kirli bir kemik yığınından başka hiçbir şey değildim. Bütün bunlar her gün zihnimde yankı bulurken, aynaya her baktığımda ben kendime acıyabiliyordum ama benden başkası bana acısın, zayıflıklarımı görsün de istemiyordum. Duvarlarımı bunun için yaratmıştım ben.

Düşüncelerimi bölen önüme koyulan sütlü kahve olmuştu. Yavuz karşıma oturduğunda önümdeki poşete uzanıp açışını ve benim önüme koyuşunu izledim. “Ye hadi.”

“Ben pek aç değilim aslında. Sen yesen?” dediğimde yüzümü süzdü birkaç saniye boyunca ve ufak ama sıcak bir tebessüm yayıldı yüzüne. “Ben de aynen böyle olmuştum.” Ne demek istediğini anlayamadığım için kaşlarım çatılırken, “Nasıl yani?” diye sordum. Boyoz poşetinden bir tanesini alıp bir ısırık almadan hemen önce “Annem ve babam trafik kazasında öldükten, ben babaannemle yaşamaya başladıktan sonra ben de hiçbir şey yememiştim.” dedi ve boyozundan büyükçe bir ısırık aldı. “Yesen de yemesen de bir şey değişmiyormuş ama.” Beklemediğim bir cevap olduğu için sessiz kalmıştım. Neşeli görüntüsünün altında böyle bir şey yattığını tahmin etmek zordu. Lokmasını yutup kahvesinden bir yudum aldığında “En son babaannem zorla yedirmişti, ağzıma tıkmıştı resmen. Eğer benim de sana öyle yapmamı istemiyorsan ye çabuk.” dedi gülerek. Boyozunun son lokmasını da ağzına götürüp, “O Asil’le papaz etme beni Elzem! Küserim sana valla.” diye devam ettiğinde istemsiz gülümsedim ona.

Bunu herkese anlatıp anlatmadığını bilmiyordum ama ilk defa birisi bana kendisini çekinmeden göstermişti. Yavuz’u kırmak istemediğim ve artık bir şeyler yemezsem bayılma ihtimalimin artacağından poşetin içinden bir boyoz da ben aldım. Yavuz, tekrar az önceki gibi gülümsediğinde en sıcak şekilde karşılığını vermeye çalışmıştım. Her ne kadar ailesini merak etmiş olsam da daha yeni tanıştığım birisinin geçmişini deşmek, onu zorlamak istemediğim için o konu hakkında hiçbir şey söylemedim ve merak ettiğim farklı bir konuya parmak bastım. “Sen burada mı okuyordun normalde? Asil o yüzden mi sana verdi bu görevi?” dediğimde gözlerini şaşkınlıkla kocaman açmıştı.

“İktisat okuyorum kızım ben. Hiç mi fark etmedin beni?” Dudaklarımı bilmediğimi belli eder bir şekilde büktüm çaresizce. “Etrafımdaki kişilere pek dikkat etmiyorum.” dediğim an masaya doğru yaklaşıp, “Ben hiç öyle yapamam. Herkese dikkat ederim. Şu ne yapmış bu ne yapmış? Çok eğlenceli.” dediğinde gülmüştüm. Bir yandan da enerjisinin nasıl bu kadar değişken olduğuna hayret ediyordum.

 

... 

 

Karman çorman yazdığım, notunu büyük ihtimalle bu gece çıkaracağım defteri çantamın içine sıkıştırıyor, bir yandan da kaşınan gözümü ovuşturuyordum. Son dersim de bittiği için çıkma vaktiydi. Yavuz, dersi benden bir saat kadar erken bitmesine rağmen, her ne kadar gitmesini söylesem de, Asil’e teslim edene kadar yanımdan ayrılmayacağını söylediği için sabah oturduğumuz yerde bekliyor olacağını söylemişti.

Bunu Asil’e söylemek istiyordum. Benim için burada oturmasına gerek yoktu ve bu durum rahatsız hissetmeme sebep oluyordu. Kabanımı elime, çantamı koluma asıp amfinin merdivenlerinden hızla inmeye başladım. Nihayet kendimi dışarı atabildiğimde hava içerisine göre oldukça soğuktu.

Gözlerimi, sabah oturduğumuz masaya diktim Yavuz’ u görebilmek için ama o çoktan beni görmüş, bana doğru gelmeye başlamıştı bile. Ona doğru ilerlemeyerek aramızda kalan birkaç adımlık mesafeyi kapattım.

“Sondu değil mi?” demesine karşılık başımı sallayarak onu onayladığımda “Asil bekliyormuş.” dedi. Bir kez daha yorgunca başımı sallamakla yetinirken kampüsün içinde ilerlemeye başlamıştık. Bugün genelde Yavuz konuşmuş ve ben dinlemiştim zaten. Bazen de gülmüştüm, komik ve samimi birisi olduğu için gülmemek elde değildi. Yanında rahatsız hissetmemiştim kendimi.

Çizmelerime bakarak yürüyorken “Heh! Orada bak.” diyen Yavuz’un sesiyle birlikte bakışlarımı yukarı kaldırdığımda kalçasını arabasına yaslamış, elindeki telefona bakan Asil’i gördüm. Üzerinde beyaz bir kazak ve yine kabanı vardı. Ona biraz daha yaklaştığımızda bizi fark etmesi için yüksek sesli bir ıslık koptu Yavuz’dan. Anında bakışlarını bize kaldırmış ve siyahlarının esiri altına almıştı. Yüzündeki çatık kaşları anında gevşerken, dünki kusma olayı tekrar zihnimde parladı o ân ve utançla bakışlarımı kaçırdım. Yanına vardığımızda gözlerim, önce kabanının altında kalan beyaz kazağında gezindi, sonra ağır ağır yüzüne çıktı. Esen rüzgâr gözlerinin kısılmasını sağladığı için yüzüme kısılmış gözleri ile baktı birkaç saniye. Ardından saçını esen rüzgâra söverek tekrar toplayan Yavuz’a dönüp “Ne tarafta olduğunu biliyor musun?” dedi.

“Az önce yanımızdan geçip dışarı çıktı. Kapının önündeki siyah Toyota Corolla’ya bindi.” Yavuz’un sabahtan beri ilk kez bu kadar ciddi olduğunu görüyordum sanırım. Gözlerim, ikisi arasında gidip geliyorken aklımdan geçen ilk düşünceyi, sesimi kısarak dışarı vurdum.

“Takibe başladı mı?”

Asil bakışlarını tekrar bana çevirip beni onaylayan bir mırıltı çıkardığında hissettiğim gerginlikle kaşlarım havalanmıştı. Bahsettikleri Corolla’yı ve içindeki kişiyi görmek için yanıp tutuşuyor olsam da gözlerimi Asil ve Yavuz’dan ayıramadım. “Ne zaman başlamış? Kaç kişi varmış?” diye kısık bir sesle, gerginliğimi belli edecek şekilde sorularımı sıraladığımda Asil, “Öğle saatlerinde başladılar,” deyip teyit etmek ister gibi Yavuz’a döndü. Yavuz başını sallayarak onay verdiği ân tekrar bana dönüp “İki kişiler. Birisi senin, diğeri de benim peşimdeydi ama ileride ne olur bilmiyoruz.” Derin bir soluk verdiğimde verdiğim soluk soğuktan ötürü beyaz bir şekilde dudaklarımdan dışarı kaçtı.

Yavuz, “Ben kaçıyorum gençler. Cevriye hatunun ilaçlarını götürmem gerekiyor.” dedikten sonra bana doğru eğilip “Babaannem, Cevriye.” diye eklemiş ve gülümsemişti. Dudaklarımı birbirine bastırırken ben de gülümsedim ona.

“Gel istersen birazdan. Erdem’in yanında oluruz biz.” Erdem kimdi ve Erdem’in yanı neresiydi? Merakla Asil’e döndüm ama o, sorduğu sorunun cevabı için Yavuz’a bakıyordu. “Duruma göre bakarız yakışıklım.” deyip havaya, Asil’e bir öpücük atan Yavuz’a yüzünü buruşturmuştu Asil ve “Gelme sen hiç, vazgeçtim.” demişti iğreniyormuş gibi ama Yavuz, “Böyle olduğuna bakma Elzem. Özel günlerinde nazlı oluyor biraz. Normalde bizi görsen duvardan duva...” dediği an “Yavuz!” diyerek sözünü kesti Asil, hiddetle.

“Git şuradan! Cevriye teyze bile senden daha erkekt.” diye devam ettiğinde de ağzım hayretle açılırken Yavuz’a baktım. Kaşlarını küçük bir çocuk gibi çatmış ve sessizce Asil’e kitlenmişti. İstemsizce dudaklarımdan sesli bir gülüş koptuğu sıra, bir elimi tekrar kaşınan gözüme atmış ve başımı aşağı eğerek ovuşturmaya başlamıştım. Ta ki Yavuz’dan gereksiz yüksek bir kahkaha dökülene kadar... Oluşan sessizliğin ardından öyle bir gülmüştü ki bakışlarım anında ikisine kalkarken bu defa Asil çatık kaşları ile boşluğa bakıyor, Yavuz ise dizlerine vura vura gülmeye devam ediyordu.

“Ne oldu?” diye sordum dağılan ifademle. Yavuz gülüşünün arasında, kolayca anlayamayacağım şekilde “Öküz trene bakar gibi ba...” demiş ve tekrar kahkaha atarak kendi lafını bölmüştü. Çatılan kaşlarımla Asil’e döndüğümde burun kemerini sıkarken “Yavuz harbi siktir git.” dedi sakince.

Yavuz güldüğü için gözüne biriken yaşları bir eliyle silerken, diğer elini de bize sallıyordu. “Gelecek olursam haber veririm.” dedi zorla. “Sakın gelme Yavuz.” diye bir karşılık aldığı ân bir daha kahkahayı basmış ve bize arkasını dönüp hiçbir şey söylemeden arabaların olduğu kısma doğru ilerlemeye başlamıştı. Gözlerimi Yavuz’un sırtından çekip Asil’e döndürdüğümde az öncekine göre daha sakin bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. “Ne oldu öyle az önce?”

“Her zamanki halleri. Boş ver.” derken gözleri yüzümden ayrılıp üzerimde ve elimde tuttuğum kabanda gezindi.

“Biz ne yapacağız şimdi? Takibe başladıklarına göre rol yapmaya başlamamız gerekmiyor mu? Bir de tam şu an. Bizi izleyen birileri varken. Dışarı bakmamalı mıyım Asil? Merak ediyorum aslında ben. Görmek istiyorum kim olduğunu...” diye gerginliğimden ötürü birden iki dudağımın arasından fırladı soruların her biri ben önünü alamadan.

Ben merakla yüzüne bakarken o gözlerini kaçırıp gülümsemişti. “Bakmamalısın şu an. Farkında olmama rağmen ben de bakmadım. Uygun bir anda ben sana söylerim bakman için ve evet...” Sargılı elimi birden avcunun içine alıp beni yanından önüne doğru çektiğinde tam karşısındaydım.

“Takibe başladığına göre şu saatler içinde sevgilim olmuş oluyorsun.” Dudaklarımı birbirine bastırarak yüzüne bakıp usulca başımı salladım dediğine karşılık. Sargılı elim hâlâ avcunun içindeyken “Kabanını neden giymedin?” dediğinde omuzlarımı silktim. "Acele ettim Yavuz'u bekletmemek için."

Bir eli ile kabanı tuttuğunda kolumu kendimden uzaklaştırarak kabanı sıkıştırdığım yerden almasına ve yalnızca elimdeki deri çanta ile kalmamı sağlamasına izin verdim sessizce ama kaşlarımın çatılmasını önleyememiştim. Rolünü oynuyordu, yapması gerekeni yapıyordu; ben de kabul ettiğim üzre müsaade ediyordum.

Kabanı elinde düzelttikten sonra sağ elimi tutup kaldırdı ve bakışlarını sargıda gezdirip önce elimi, sonra da kolumu kabanın içinden geçirdi. Ben gözlerini izlemeye devam ederken onun siyahları üzerimde dolanmaya devam ediyordu. Hiç beklemeden bir eliyle dirseğimden tutup beklemediğim şekilde beni kendine yaklaştırdığında yüzlerimizin arasında bir karış kadarlık bir mesafe varken aldığım solukla kokusu içimde kalmış, dışarıya verememiştim.

Kabanı, sırtımdan dolandırarak sol tarafıma sardı. Isındığımı hissediyordum. Elimi kabanın kolundan geçirmek için çantamı elimden aldı ama sargılı elime vermeyip, elimi kabandan geçirene kadar diğer eliyle tuttu. Sonunda kabanı tamamen giydirdiğinde çantamı elime geri verdi ve bakışları içeride kalmış saçlarıma çarptı. O ân kendim çıkarmak istedim saçlarımı ama bedenen kilitlenmiş gibiydim ve ne olduğunu anlayamıyordum bile. Her şey saniyeler içinde olmuştu. Bu defa siyahlar tam gözlerimin içine sabitlenirken sıcak ellerini boynumun iki tarafından, saçlarımın altından geçirdiğinde tutamlarımı omuzlarıma döktü. Ürpermeme sebep olan bir hareketti ve benim için uzun olsa da anlıktı.

Yakamı da düzelttiğinde ellerini ceplerine yerleştirip yüzüme bakmaya başladı. Saçlarım esen rüzgârdan ötürü yüzüme dökülüyordu ama cebime yerleştirdiğim elimi çıkarıp da düzeltmek gelmiyordu içimden.

“Sence bu hareketin bizi sevgili gibi göstermiş midir?”

Kıstığı gözlerinin üzerine bir de kaşlarını çattığında yarım şekilde gülümsedi. Gözlerim bir anlığına dudağının yanında katlanan çizgilere kayarken “Bilmem... Göstermemiş midir?” demişti. Hangi ara cebinden çıkardığını bilmediğim sıcacık eli, ben henüz cevap veremeden önüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına itelediği ân gözlerim siyahlarını buldu. Saçlarımdan ötürü kapanan yüzüm açılmış ve tamamen önüne serilmişti. Çatık kaşlarımın altında, kirpiklerimin çevrelediği yeşillerim siyahlarına sabitliydi ve dudaklarımda peydah olmuş hafif bir tebessüm vardı. Rahatsız mıydım ki? Rahatsız mıydım tenime değen sıcak tenden? Cevabım yoktu.

Sınırlar diye yankılandı içimdeki ses acımasızca.

Kendine uzaklarda, bir pusuda.

Sen ve o keskin sınırların, seni sen yapan sınırların.

Nasıl da en başında istediğin yerde kalamadın...

Sanki kocaman bir tiyatro sahnesinde, onlarca insanın gözünün önündesin şimdi. Sabah ağladığın mezarın taşından yapma temeli. İlk sahneydi, ilk yalandı belki ama sonuncu asla değildi.

 

Loading...
0%