@dvisal
|
Odamdaki pencerenin önüne çektiğim sandalyede dizlerimi karnıma çekmiş, başımı dizlerime yaslamış oturuyordum. Açık camdan içeriye sızıyor, bacaklarıma doladığım kollarımda geziniyordu buz gibi soğuk, çenemi titretiyordu. Ne kadar zamandır burada hareketsiz durduğumdan habersizdim ama etraf iyice aydınlanmış, cumartesi olsa da işe gidecek insanların arabaları geçip gitmeye başlamıştı. O sırada gözüm yolun ucundan gelen siyah Porsche' a takıldı. Araba evin önüne park edildiğinde içinden çıkan iri bedene baktım. Dün arabadan indikten sonra aklıma gelmediği için geri dönüp arabasına bakmadığım için şimdi görüyordum. Ayaklanıp, camı kapatıp adımlarımı merdivenlere oradan da girişin olduğu kısımdaki koridora yönlendirdim. Kapıyı açtığımda üzerine giydiği siyah boğazlı bir kazak ve siyah kaban ile yüzüme bakıyordu. Çatık kaşları eşliğinde bütün bedenimi boydan boya süzdü. Tek kaşı havaya kalktığında "Çalmadım kapıyı?" diye bir soru yöneltti. "Odamdaki camdan gördüm. Gel..." Girmesi için bedenimi kapıya doğru yaklaştırdığımda içeriye girdi. Bakışları koridor boyunca uzanan tabloları bulurken kapıyı kapattım ve önünden geçerek salona doğru adımladım. Salona geçtiğimizde battaniyemin yanına oturup sırtımı geri yasladım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. O da koltuğun diğer tarafına oturmuş, dizlerine dirseklerini yaslamış gözlerini yüzüme dikmişti. “Kararını verdin mi?” dediği an sertçe yutkunup başımı aşağı yukarı sallayarak onayladığımda gözleri kısılmıştı. “Yardım edeceğim.” Çatık kaşlarının altındaki siyahları yüzümü süzerken aldığı derin nefesten dolayı göğsü inip kalkmıştı. “Şimdi ne olacak?” Soruma cevap vermeyip üzerindeki kabanı çıkardığında yanına yerleştirdi. Bir derin nefesi de ben verip gergince "Senin bana cevap verebilmen için illa bağırmam mı gerekiyor benim?" dediğimde kaşları daha da çatılmıştı. Beklettiği cevaplar gerçekten sinirlerimi bozuyordu. Sorduğum soruların zor olduğunu da düşünmüyordum açıkçası. Parmak uçlarını göz diplerine bastırdığı an öfkeli olduğunu fark ettim. "Bu işe girmekte kararlı mısın gerçekten? Öyle konuştu-ğuna bakma onun... Yapmak zorunda falan değilsin. Eğer şimdi vazgeçtim dersen MİT'e haber veririm. Vazgeç yol yakınken." Sert bir sesle dedikleri karşısında kaşlarımın çatılmasını önleyemedim. Bu adam sadece beklettiği cevaplarımla değil her şeyiyle sinirlerimi bozuyordu. "Ne saçmalıyorsun sen? Dün duyduklarımdan sonra buradan dönüp hayatıma devam edebileceğimi sanıyorsan yanılıyorsun " Ellerini agresifçe saçlarından geçirdiğinde sesini yumuşatmaya çalışarak konuştu ancak öfkesi ağır bastığı için yine de sert çıkmıştı. "Elzem... Bak ne kadar süreceğini bilmediğimiz bir yola gireceğiz. Nelerle karşılaşacağımızı kestiremiyorum ama iyi şeyler olmayacağı kesin. Kendi annene babana rol yapacaksın aylarca. Sandığın kadar kolay değil bu iş." "Kolay olduğunu söylemedim! Neler olabileceğinin bende farkındayım ama bunları söylemen için çok geç artık." Gözlerimi camdan dışarı çevirirken koltukta dikleştim ve avuçlarımı koltuğun iki yanına bastırdığımda sakin bir sesle konuşmaya başladım. "Madem ben olmadan da yürüme ihtimali vardı, neden beni alıp götürdün oraya?" Kendi kendime "Keşke daha hızlı davransaydım." diye mırıldandığımda umursayıp tepki vereceği aklımın ucundan bile geçmemişti ama aniden ayaklanmasıyla birlikte bakışlarım ona çevrildi. Gözlerinde az öncekine nazaran o kadar büyük bir öfke dönüyordu ki sebebini anlayamamıştım. Sesini yumuşatmaya gayret bile göstermeden bağırmaya başladığında şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. "Ne olacaktı hızlı davransaydın da ben yetişemeseydim? Kurtulacaktın tabii... Senin için kolay çünkü!" Sesinin gürlüğü yüzünden istemsizce ben de ayaklanmıştım. Aramızda sadece ortadaki sehpa varken ellerini tekrar saçlarından geçirip ensesine attı. "Evet, hızlı olsaydım eğer kurtulacaktım her şeyden! Onun kim olduğunu, nelerle uğraştığını öğrenmezdim, halam..." Öfkeyle birlikte bana arkasını döndüğünde yüzünü sıvazladı, sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. Geçen birkaç saniyenin ardından nötr tutmaya çalıştığı bir ifade ile tekrar gözlerime baktı ve öncekine nazaran yumuşacık bir sesle konuşmaya başladı. "Bu işe girersen şimdi bulunduğun hal gibi masum, temiz çıkamazsın Elzem... Kirlenirsin." Yutkundum. Art arda yutkundum. Sözlerinin bir silahtan farksız olduğunu bilmiyordu. "Temiz ve masum birisi olduğumu mu düşünüyorsun? Kimse tamamen masum ve temiz değildir. Ben zaten yeterince kirliyim." Demek istediğimi çözmeye çalışan gözlerle yüzümü süzdü. Afallamıştı. Anlayamaz. Kimse anlamadı, o da anlayamaz. "Bu hayat benim. Yaşadıklarımı bilmeden ölümü istiyor olmamı yargılayamazsın. Yapacaklarıma da verdiğim kararların sonuçlarına da katlanacak olan kişi benim. Sen ya da bir başkası değil. Hele daha dün tanıdığım birisi olarak bir yabancıdan farkın yokken hiç değil." dediğimde yutkunma sırası ona geçmiş gibiydi. Aynı zamanda anladığını belirtircesine başını aşağı yukarı ağır bir hareketle sallamıştı. Bakışlarımı tavana döndürdüm. Cevap vermeyeceğini anladığımda gözlerim tekrar siyahlarını buldu ve dudaklarımı sakin bir sese araladım. "Peki, tamam...Tek bir şartla kabul ederim." Yüzümü süzen siyahlarına sorgulayan bir ifade oturdu. "Yarım bırakmama sebep olduğun işi tamamlarsan eğer... MİT'e haber verebilirsin. Onun dışında ben kararımdan dönmeyeceğim." dedim kararlılıkla. Halamın mektubundan sonra bunu benim yapmam imkân dahilinde bile değildi. Kaçmamayı seçmiştim, halamın istediğini seçmiştim ama bu yardımı kabul etmezsem kaçmış olacaktım. Dehşet. Sadece dehşet oturuyordu yüzünde şimdi. Öfke bedenini terk etmiş gibi görünüyordu. Siyahları bütün yüzümü saniyeler boyunca süzdü. Hiçbir tepki vermedim. Soğuk, ifadesiz bakışlarımı gözlerinden bir an olsun çekmedim. Kaçık olduğumu falan düşünüyordu muhtemelen. Boğazını temizlerken birkaç saniyeliğine gözlerini kapatıp yüzünü aşağı eğmişti. "Bencilsin." Dudaklarından mırıltı şeklinde dökülen kelime dumura uğramama sebep olurken kollarım güçsüzce iki yanıma düştü. Hayatım boyunca birçok kişi tarafından hakarete, argoya, zorbalığa maruz kalmıştım ancak bir sözle bu denli canımın yandığını hiç hissetmemiştim. Bencillik kelimesi bende Leyla Saral’dan başka hiçbir kelimeyi çağrıştırmıyordu. Bencil demek Leyla Saral demekti ve benim bencil olduğumu söyleyerek ona benzediğimi hissettirmişti. Onun gibi birisine benzemek hayatımda isteyeceğim son şeyken bana bunu söylememesi gerekiyordu. Bilemez Elzem. Zorla dudaklarımı araladığımda kendi sesimi ben bile net duyamamıştım. "Ne demek istiyorsun?" Bakışları bu defa dün gece olduğu gibi sakin bir şekilde yüzüme kilitlendi. Sakin görünüyor olsa da içinden ne geçirdiğini merak ettim o an. "Anlarsın." Birkaç saniye bekleyip gözlerindekinin aynı sakinlikle konuşmaya başladığında koltuktaki kabanını eline aldı ve karşımda dikilmeye devam etti. "Bugün cenazeye gelecek.” Aklıma düşen zehir gibi bir düşünceyle bütün ifadem dağıldı. Cenaze işlerini onun ayarladığından attığı mesaj sayesinde haberim vardı ancak nasıl öğrenmişti? Yabancı, ne olduğunu sorarcasına yüzüme bakarken “Nereden biliyor halamın öldüğünü?” dedim. “Neslihan Sungur, halanın arkadaşı haber vermiş dün.” İfadem normale dönerken derin bir nefes verdim. Neslihan Teyze, halamın ve onun çocukluktan arkadaşıydı. O İstanbul’a, halam Fransa’ya taşınmadan önce üçü birlikte büyümüşlerdi. Kim bilir o ne haldeydi şimdi? Bugün cenazeye geldiğinde konuşmalıydım. “Dün bana yetişemedim gibi şeyler söylemişti.” “İlk gören kişi oymuş.” Az çok tahmin edebiliyordum gördüğünde nasıl olduğunu. Başımı salladığımda onayladım. Bunu da sormam gerekiyordu. “Dün gece uçak bileti alınmış kendisi adına." Kaşlarım havalandı ve yerimde kıpırdandım istemsizce. "Sadece kendisi için mi?" Şimdi, az önceki andan eser yoktu aramızda. İfadesizliğe gömülmüştük ikimizde. "Evet. Dönüş biletini de almış. Bu akşam geri dönecek. Tek başına..." Kafa salladığımda gözlerim ortadaki sehpayı buldu. Leyla Saral, halamın cenazesine gelmeyecekti. Halan çok istiyordu sanki o kadını Elzem... Umursamadığına o kadar emindim ki... Duyduğu zaman büyük ihtimalle cevap verme gereksinimi bile duymamıştı. Hatta gülmüş bile olabilirdi. Halamı hiçbir zaman sevmemişti. Çocukluğumda Fransa'da olan halam hakkında en ufak bir şey geçse dahi bakışlarından nefret akardı. Sebebini bilmiyordum ama sebebi olmayabilirdi bile. Kalbinden katran gibi akıyordu kötülük... İyi ki de gelmiyordu. "Bugün cenazede beni babanla tanıştırman gerekiyor." "Nasıl olacak o?" dediğimde gözlerimi tekrar yüzüne çevirdim. Akif Saral, şimdiye kadar hayatımdan kimseyle tanışmamıştı ki. Ben çocukluğumda denesem de onunla öyle bir yakınlığımız hiçbir zaman olmamıştı. Buraya geldiğimden beri her ay başında hesabıma attığı para için arardı. Vicdanının sesini parasıyla susturmaya çalışıyordu. O paraları da hesaptan eksildiği için benim yediğimi sanıyordu büyük ihtimalle. "Babanı tanımıyorum. Bir şeylerin farkında olsam da tam olarak nasıl bir ilişkiniz olduğunu bilmiyorum. O yüzden bunu senin bulman gerekiyor. Şüphe duymayacağı bir şekilde." "Bir şeylerin farkındayım derken?" Birkaç saniye sorgulayan bakışlarımı süzdükten sonra dudakları aralandı. "Ailenle bir yakınlığın olmadığı dışardan gayet belli oluyor Elzem. Ki ben üç yıl boyunca bütün hareketlerini izlemiş bir adamım. Anlamak zor değil." Doğru söze ne denirdi ki? Haklıydı. İçime derin bir nefes çekerken bakışlarımı pencerenin önündeki çiçek saksılarına diktim ve aklımdan geçirdiklerimi dilime dökmeye başladım. "Şöyle ki... Babamla bir yakınlığımız olmadığı için seni arkadaşım olarak tanıştıramam. Bunu garipseyecektir. Halamla ilgili bir şeyler de söyleyemem. Kardeşi sonuçta görüşmeseler de yalan söylediğimi anlar. Komşu falan desem... O da olmaz. Umursayacağını sanmıyorum, boşuna tanışmış olursunuz. Yaklaşamazsın," Birkaç saniye sessiz kalırken gözlerimi lalelerden ayırmadım. O sırada aklıma gelen fikirle beraber yüzüm aydınlandı. "Ama sevgilim dersem..." Soğuk bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde bütün o donuk ifadesinin tekrar dağılmış olduğunu gördüm. Kaşları havalanmış ve dudakları aralanmıştı. Benim ifademdeyse değişen hiçbir şey yoktu. "Hem dikkatini çekmiş hem de seni merak etmesini sağlamış olursun. Sonuçta ben umurunda olmasam da ilerde evlilik olma ihtimalini düşüneceğinden seninle tanışmak isteyecektir. Yani, sende biliyorsun evdeki çalışanları bile değiştirmeyen bir adam." dediğimde yavaşça yutkundu. "Sevgilin?" Neden bu kadar tepki verdiğini anlayamazken ellerimi saçlarımın içinden geçirdim. Rahatsız etmişim gibi hissediyordum. "Rahatsız olduysan eğer başka bir şey bulurum. Ben dan diye söyledim ama... Rol diye yani." dediğimde ifadesini nötrledi. Gerçekten garip birisiydi. "Rahatsız olduğumu nereden çıkardın şimdi?" "Bilmem." Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Rahatsız olmadım. Mesleğimin farkındasın değil mi?" Gözlerimi devirirken bakışlarımı pencereden dışarısını buldu. Havayı gri bulutlarla kaplıydı. Yine yağmur yağacaktı anlaşılan. Bir elini çenesine attığında parmakları ağır harekelerle teninde dolaştı, düşünmeye başlamıştı. Kafasındakileri tartıyordu. "Emin misin buna? Ya ters teper, beni senden uzaklaştırmaya çalışırsa?" Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıp ellerimi önüme alarak parmaklarımla oynamaya başladım. "Öyle bir şey yapamaz. Yıllardır hayatımda yok... İkisi de. Annem de yani. Ayrıca uyuşturucu olaylarını bilmediğimi düşündüğü için buna bir bahane bulabileceğini sanmıyorum." Kafasını aşağı yukarı salladığında bunları dillendirdiğim için kendime şaşırıyordum. "Tamam. Dediğin gibi olsun." "Seni kim olarak tanıştıracağım ona?” dediğimde cebinden dörde katlanmış beyaz bir kâğıt çıkarıp bana uzattı. Kâğıdı açıp içine yazılmış bilgilere göz gezdirmeye başladım. Bürüneceği rol yazıyordu. İsmi Emir Vural olacaktı. Ölen zengin bir iş adamının tek oğluydu. Babasının ardından şirketin başına geçmiş gibiydi. Mirasın üzerine kaldığı gibi maddi açıdan bulunan değerler de vardı. Bunların haricinde doğum tarihi yaşadığı semt... Her şey titizlikle hazırlanıp ayarlanmıştı. Dudaklarım bükülürken anlık olarak kaşlarım havalandı. "Seni araştırdığı zaman böyle birisi gerçekten varmış gibi mi olacak yani?" "Evet." Dudaklarımı birbirine bastırıp kâğıdı sehpanın üzerine bıraktım. Elindeki kabanı üzerine geçirirken sert bakışları sargılı elimdeydi. "Seni birazdan almaya gelirim." derken gözlerini elimden ayırıp çıkış kapısına doğru ilerliyordu ki sesimi duyduğunda duraksadı. “Bir de şey...” Dudaklarımı ıslatırken yutkundum bakışlarına karşı. "Hakkımda her şeyi biliyorsun..." Derin bir nefes alarak duraksamış olsam da merakla diyeceğimi beklediğini fark ettiğimde konuşmaya devam ettim. "Ama ben senin adını bile bilmiyorum... Beraber çalışacaksak bence gerçek adını bilmeliyim." Bakışları nedenini bilmediğim bir şekilde sekteye uğramış, sağ avcunu ensesine bastırıp birkaç saniye ovuştururken yüzümü süzmüştü. “Adım Asil. Asil Sarp Arkın.” Asil... Başımı sallayarak onu onayladığım an arkasını döndü ve koridora girerek görüş alanımdan çıktı. Kulaklarıma demir kapının kapanma sesi dolduğunda bedenimi koltuğa bıraktım.
...
Asil, tanıdık ve ahşap kapılı apartman dairesinin önünde zile basıyordu şimdi. İçerde çocukluğu olan adamın, Erdem'in kapıyı açması gerekiyordu ancak açan yoktu. Öfkeyle son kez çaldı zili. Nihayet kulaklarına dolan adım sesleriyle beraber kapının kilidi de açıldı. Üzerinde koyu yeşil bir eşofman takımı ile dikilen uykulu gözleri süzdü. Karşısında esneyerek bakan adamı tek eliyle kenara iterken kendisini de beklemeden evin içerisine attı. Zaten yeterince uyanıp kapıyı açmasını beklemişti. "Sabah sabah rüyanda mı gördün lan beni? Zaten uyuyalı iki saat anca olmuş." Asil, arkasında kalan Erdem'e onu onaylayan bir mırıltı çıkarırken üzerindeki kabandan hızla sigara paketini aldı ve kabanı salondaki koltuklardan birisinin üzerine fırlattı. “Mekânda mıydın gece?” Bir dal sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırırken her zaman yanında taşıdığı lale işlemeli gümüş zipposunu kullanarak sigaranın ucunu ateşledi. “Mekândaydım. Sabaha karşı gelebildim de... Sen beni geç şimdi. Neyin var senin? Sabah sigara içilmez diye böğürürdün normalde.” Asil, dizlerine dirseklerini yaslayıp Erdem’in onu inceleyen, kısılmış gözlerine baktı. Tam ağzını açacağı sırada Erdem, “Bekle, kahve yapacağım. Bayılıp düşeceğim yoksa şuraya.” dediği için sustu ve esneyerek mutfağa ilerleyen Erdem’in gelmesini beklemeye başladı. Geçen birkaç dakikanın ardından Asil küllüğe sigarasını bastırıp söndürürken Erdem, elindeki iki kupayla içeri girdiğinde birini Asil'in önüne bırakıp, diğerini eline alarak pencerenin önündeki kalorifere kalçasını dayadı. Asil'in anlatmasını bekledi sessizce, her zaman yaptığı gibi. Anlattı da. "Halasını öldürdüler." Erdem neredeyse ağzındaki kahveyi püskürtecekken zorla yuttu. İfadesiz görünen ama içinde omzundaki yüklerin acısı yatan arkadaşının gözlerine baktı. "Nasıl öldürmüşler amına koyayım?! Elzem ne yaptı?” "Dün o kordondayken kurşun yemiş kadın sokağın ortasında göğsünden. Dayanamamış ölmüş. Kimin yaptığı belli değil ama Akif kansızıyla ilgilidir, ya da değildir kestiremiyorum. Elzem duyunca hastaneye gitti hemen. Tabii bende peşinden. Hastanede öğrendi büyük ihtimalle öldüğünü, çıktığı gibi araba falan almadan yokuş yukarı kayalıklara doğru koşmaya başladı. Bir ara düştü, sağ elini vurdu yere defalarca. Parçaladı avuç içini. Sonra kalktı yine koştu, hiç durmadı. Tutup yakalamasaydım eğer..." Gerisini getiremedi Asil. Yeni yaktığı sigarasından oldukça derin bir nefesi daha içine çekip dudaklarından dışarı bıraktı. Erdem, Asil'in ne demek istediğini anladığı an ne yapacağını bilemese de dinlemeye devam etti. "Zaten yüzümü gördüğü için MİT'e götürmek zorunda kaldım bende. Babamla da kavga ettim defalarca Elzem'i karıştırmasın diye, işin sonunda kendim götürdüm amına koyayım. O da duyduklarından sonra başta karşı çıktı, kabul etmedi diye sevinmiştim bende... Bu sabah her ne olduysa kararını değiştirmiş, aksi gibi kabul etti teklifi... Normalde bu işin içine sokar mıyım Erdem ben onu? Böyle bir şey yapacağı aklımın ucundan bile geçmedi. Yüzümü görmesinden başka çare yoktu. Rol falan da yapamadım o an. Eğer ben ona kendimi o şekilde göstermeseydim şimdi sadece halasının yasını tutuyor olurdu. Babası olacak herifin şokunu yaşamazdı." "Kendini suçlama... Ferit amcanın dediği olmak zorundaydı zaten. Başka türlü yaklaşılmazdı o adama. Öyle olsa şimdiye kadar yakalanırdı da zaten herif. Yanında sen olacaksın en azından oğlum, bir de böyle düşün. Onu geçtim herkesin olaylara verdiği tepkiler farklı. Yani Elzem ölmek istediğinden değil de o anki krizle yapmıştır bence. Hayatında sadece halası var dedin ya." Histerik bir gülüşle yüzünü sıvazlayan Asil'e kaşlarını çatarak baktı Erdem. "Bugün vazgeçmesi için konuştum. Yarım bıraktığın işi tamamlarsan olur dedi bana amına koyayım. Ona kıymamı istedi... Ben kıyamam ki ona! Bu işe girmesini kabullenmek zorunda kaldım bende. Zaten iyi değildi... Evi de soğuktu bugün, neredeyse dışarısı ile aynıydı. Giymiş incecik bir tişört dolanıyor öyle. Soğuğun farkında bile değil. Belki de farkında bilerek yapıyor bilmiyorum. Tek bildiğim iyi değil." "Belki de böyle olması daha doğrudur. Her şeyden habersiz kalması daha kötü olurdu. Salak salak bunları düşünerek kendine eziyet ediyorsun. Önceden uzağındaydı, şimdi hep yanında olacak işte! Belki de Elzem'in iyi olmasını sen sağlarsın?" Yüzünü daha sert sıvazladı Asil. "Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Zamanında ne kadar kırmışlarsa duvarları çok kalın Erdem. Söylediğin kadar kolay değil. Ayza yarasını kontrol etmek için yaklaştı diye ortalığı birbirine kattı. Yaklaştırmadı kendine. Bende de farklı şeyler olmaz. Ben ne kadar yakınında olsam da uzağında kalırım, üç yıldır olduğu gibi." Bir kez daha çatıldı Erdem'in kaşları. Arkadaşının üç yıldır hissettiklerini bu kadar ayrıntılı dinleyen tek kişi oydu. Diğerleri sadece dışardan ne olduğunu biliyordu ancak Asil her şeyi Erdem'e anlatıyordu. Onların dostluğu içinde çok uzun yılları saklıyordu. "Gelecekte neler olacağını bilemezsin Asil. Sadece yanında ol. Beni de terapist yaptın amına koyayım, kendi iç sesimden çok senin şu derdini dinliyorum!" Erdem'in gülünç sitemine karşılık zorla da olsa dudakları kavislendi Asil'in. Dert diye geçirdi içinden. Benim derdim.
...
Montumun cebindeki anahtarları yaralı elimde döndürürken bakışlarımı yere sabitlemiş, Asil'in gelmesini bekliyordum. Havanın soğuğu yüzüme çarpıyor, yanaklarımdaki hissiyatı kendisiyle birlikte alıp götürüyordu. Onun dışında üzerimde çok büyük bir ağırlık vardı. Geçmeyen, zaman geçtikçe artan bir ağırlık. Hayatımın merkezindeki insanın cansız bedenine veda ederek bir mezarlığa gömecek, hafızamın bir köşesine hatırlamamak üzere yaptığım mezarlıktaki cesetlerden birisini yattığı yerden diriltecektim. Dirilttiğim sahte cesetle birlikte bana kalmış kirli anılar da dirilecekti. Zorla gömdüğüm o anılar, artık çıkmak zorundaydı. İntiharın çeşitleri... İçime doğan bir his bakışlarımı yerden kaldırmamı sağla-dığında Porsche ile karşılaştım. Siyah camların arkasından yüzünü göremiyordum, ne zaman gelmişti ki? Sert adımlarla birlikte taşlı yoldan geçerek büyük, beyaz evi arkamda bıraktım. Artık evim değildi, sadece büyük ve beyaz bir evdi çünkü içinde evi ev yapan bir şey yoktu. Arabanın kapısını açtığım gibi kendimi içeri attığımda bakışlarım yanımdaki adamı bulurken bedenimi açık klimadan dolayı yoğun bir sıcaklık kapladı. Yine aynı ifade; çatık kaşlar, sakin gözler... Bir de kokusu, garip ama tanıdık ve hoş. İfadesiz gözlerimiz birkaç saniye boyunca birbirini süzdü ardından aynı anda önümüze döndüğümüzde araba büyük, beyaz evi geride bırakmaya başlamıştı. Cenazenin nerede olacağını Asil'in zaten bildiğine emindim ama bana Akif Saral’dan cenazenin nerede ve saat kaçta olacağına dair otomatik bir mesaj bırakılmıştı. Büyük ihtimalle benimle beraber birkaç tanıdığa da gönderilmişti. Başımı koltukta geri yaslarken yolu izlemeye koyuldum. Arabaya bindiğimden beri aramızdaki büyük sessizlik bozulmuyordu. Sanki birisi gelip bizden ses tellerimizi almış, bütün bir yol boyunca konuşmamaya mahkûm kalmış gibiydik. Bunun da temelinde yarım bıraktığın işi tamamla lafımın yattığını hissetmiyor da değildim ama sorun yoktu. Sessizlik her zaman tercihimdi, ayrıca daha dün kendisi beni iki saniyede öldürebilme potansiyeline sahip olduğundan bahsetmemiş miydi? Dakikalar geçtikçe geçti ve o sessizlikte araba geniş bir mezarlığın önünde durdu. Bir süre camdan bomboş bakışlarımla mezarlığı ve Akif Saral’ın gelmesini bekleyen muhabirleri süzdüm. Henüz yoktu ama mezarlığın etrafında çoğu tanıdık olan, bir sürü yüz vardı. Halamın arkadaşları, komşular... Ama Neslihan Teyzeyi görememiştim. Belki de bu açıdan görünmüyordu çünkü onun gelmemesine ihtimal bile yoktu. Şu an cenazedekilerin içinden birkaç arkadaşı dışında hiçbiriyle muhabbetim yoktu, sima olarak tanıyordum sadece. Arkadaşlarını tanımam da ara sıra halamla birbirlerine misafirliğe gittiklerindendi. Çektiğim derin bir nefesle gözlerim Asil'in siyahlarını buldu. Başını koltuğa yaslamış bilmediğim bir ifadeyle yüzümü izliyordu. Çattığı kaşlarının altında ağır ağır kapanıp açılıyordu göz kapakları. Dudaklarını araladığında kalın sesi, aramızdaki sessizliği yok eden şey oldu. "Hemen inmek istemezsen eğer bekleyebiliriz." Bakışlarımı kucağımdaki ellerime çevirdiğimde sargının üzerinde parmaklarımı gezdirirken bir süre sessiz kaldım. Daha fazla bunun yükünü çekmek istemiyordum, hemen olup bitmesi gerekiyordu. "Hayır, inelim." derken başımı belli belirsiz iki yana sallamıştım. Sargılı elimi, uyuşturucunun etkisi geçtiği için sızlasa da kapı koluna atarak kapıyı açtım ve soğuk hava tekrar yüzüme vurunca ellerimi montumun cebine soktum. Siyah, demir kapının önünde hareketsiz dikilirken Asil de yanıma geldiğinde adımlarımı topluluğa doğru ilerletmeye başladım. Asil'in önüme uzanarak demir kapıyı yüksek bir gürültüyle açmasıyla botlarımı dünkü yağmurdan ötürü çamura dönmüş ıslak toprağa bastım. İlerledim, ilerledim... Kulaklarıma sesler doldu. Bana acıdıklarını, geride kaldığımı, tek başıma koca evde ne yapacağımı sorguluyorlardı kendince. Kime neydi? İnsanların kendi hayat çemberlerine değil de etrafındaki çemberlere odaklanmasından kaynaklıydı aslında bütün sorunlarımız. Hiçbirine tepki vermedim, tıkadım kulaklarımı seslere, ilerlemeye devam ettim. Görüş alanıma koca bir çukur girdi. İçinde de bembeyaz bir kefen, halam. Ağırlık o kadar arttı ki omuzlarımda; ruhumdaki kamburun kötü bir hal aldığını, daha çok büküldüğümü hissettim. Büküldükçe göğsüme battı kemiklerim, parçalandı kalbim ve sızısı gözlerimden taştı. O sırada Neslihan Teyze’nin derbeder bir halde bana yaklaştığını fark ediyordum. Şimdiye kadar onu hiç böyle görmemiştim. Asil’in önünden geçerek ben de ona yaklaştığımda anında kollarını boynuma sardı. Ben de destek vermek istercesine ellerimi sırtına doladım. Derin bir nefes çektim son gören kişi Neslihan Teyze olduğu için halamın kokusunu almak umuduyla. Yoktu kokusu. Nasıl bir halde, nerede, ne zaman halamı gördüğünü soracaktım aslında ama sırası değildi. Gözlerinden görebiliyordum. Sızlayan burnumu çekip dolmuş gözlerim ile yüzüne baktığımda kısılmış bir sesle “Başın sağ olsun kızım...” dedi. Dudaklarım bükülürken bir kez daha sarıldığı sırada demir kapının gürültüyle açılan sesi ve muhabirlerin cenaze ortamında yankılanan sorular ile birlikte Neslihan Teyze son kez omzumu sıvazlayıp beni arkasında bıraktı. Nereye gittiğini biliyordum çünkü kimin gelmiş olduğunun maalesef ki farkındaydım. Eski yerime geri döndüğümde gözlerimi kapatıp sertçe yutkundum. Garip bir hisle, gözlerimi açıp yanımda dikilen Asil’e döndüğümde bakışları zaten bende olduğu için göz göze düşmüştük. Gözlerim Asil'den bir an olsun ayrılmazken çamurda çıkan adım seslerini dinledim. Bir değil, bir sürüydü. Deli gibi çarpan kalbim geriye bakmamı söyledi ama bakamadım. Adımlar yaklaştıkça yaklaştı ve tam arkamda durdu. Arkaya bakmaya gücüm yetmiyor gibiydi. Bunca yıldan sonra onu görmek, bir de gerçekleriyle görmek. Asil'in gözleri hissetmiş gibi, sanki yıllar önce olanları biliyormuş gibi güven vermek istercesine, ağır ağır açılıp kapandığında siyahlarından bana doğru yoğun bir duygunun aktığını hissettim: cesaret. Yanlış ya da doğru olması umurumda değildi, ben o anlayamadığım bakışlarının altında ilk defa cesareti görmüştüm. Bir şeyler yapmam gerekiyordu, kaçmanın ne yeri ne zamanıydı. Bu yoldan dönmeyeceğimi söyleyen bendim sonuçta. Yanaklarıma ve gözlerime hücum etmiş yaşları silip yavaş yavaş, zorla da olsa çevirdim gözlerimi arkama, onu gördüm. Saçlarına aklar, yüzüne kırışıklıklar düşmüştü görmeyeli ama bakışları aynıydı. Sert, soğuk, sevgisiz... Bir de yorgundu, Çok yorgun ve üzgün görünüyordu. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı. Ağlamış mıydı? Ellerinde siyah, deri eldivenleri vardı yine, boynundaysa kabanının bitimine kadar gelen beyaz, kalın bir atkı. Hiçbir şeyi değişmemişti yaşlanması dışında. Çocukluğumun sesleri yankılandı kulaklarımda, hıçkırıklarında boğulacak raddeye gelene kadar ağladığını hissettim. O kadar çok ağladığını hissettim ki zar zor söndürmüş olduğum geçmişin alevleri içimde tekrar harlandı ve kendine bir yer bulup en derine kuruldu. İçimde bulunan her bir mutluluk teker teker yanıp küle döndü, unutmak için gecelerce kıvrandığım, Yaradan’a yalvardığım anılar küllerin üzerine serpildi. Ama ben buz gibi durdum, cayır cayır kavrulurken gıkımı çıkaramadım. Ona bakarken hiç yaş akmadı ondan aldığım yeşillerimden. "Merhaba," dediğimde dudaklarıma istemeden de olsa yerleştirdim o kelimeyi. "baba." Başını hafifçe aşağı eğerken gözleri kapanıp açıldı. Hiçbir şey söylemedi, konuşmadı. Sanki baş sağlığı dileyen bir yabancıydım karşısında. Yabancısın zaten Elzem. Biz yabancıyız. Bakışlarımı arkasına çevirdiğimde siyah takım elbiseleri ile dikilen beş koruma ile karşılaştım. Mezarlığın girişinde de vardı. Normal bir iş adamına göre sayılarının oldukça fazla olduğu belli oluyordu ama kendisini de riske atamıyordu anlaşılan. Neyden korkuyordu? Dakikalar geçti, dualar okundu, insanlar ağladı, en son üzerine toprak bile atıldı. Hatta avcumun içine doldurduğum soğuk toprağı üzerine bir de ben savurdum. Üzerini soğuk toprak kapladıkça kefeninin beyazlığı kayboldu. Karanlıkta kaldı. O, benim karanlığıma aydınlık olabilmişti ama ben hiçbir şeyi olamamıştım. Giden çoktu, gelen yoktu; onun gitmesine hiç gerek yoktu ama gitmiş olana çare zaten yoktu. Çevremizdeki insanlar dağılmaya başlamıştı. Baş sağlığı dileyen tanıdığım tanımadığım kim varsa tebessüm etmekle yetinirken yönümü tamamen babama çevirdim. Bakışlarını, arkamda kalan halamın üzerinden kaldırıp bana çevirdiğinde tüm yüzümde gezdirdi. "Büyümüşsün." dediğinde midem bulanmaya başlamıştı. Yıllar sonra sesini telefondan değil de karşımdayken duymak acı vericiydi. Benim için ölmüş birisinin gözlerine bakmak korkunçtu. Buna rağmen hafifçe gülümsedim. "Büyüdüm." Gülümsememi umursamayan soğuk bakışları ağır ağır Asil'e döndü. Şu an Asil'i merak ediyordu, benim dediklerim pek de önemli değildi. Gözlerini Asil'den çekmezken bana yönelik o beklediğim soru döküldü dudaklarından. "Bu delikanlı arkadaşın mı?" İşte başlıyoruz... Gözlerimi babamdan ayırıp Asil'e çevirdiğimde siyahlarına hâkim olan ifadesiz bakışları yavaşça babamdan ayrılıp beni buldu ve gözlerindeki sakin, nötr ifade yerini garip bir sıcaklığa bıraktı. Siyahlarına ters olan sıcaklık benden bir şeyler beklerken yıllar önceki korkularımdan dolayı asla yapamayacağım o hamleyi, arkamda yatan soğuk beden için yaptım. Montumun cebinden sol elimi çıkardığımda aşağı doğru indirdim ve sağ avcunun arasına bıraktım. Buz parçasından farksız olan parmaklarımı hissettiği an eli elimi öyle bir sardı ki montumun cebinde ısınmayan elim onun elinin arasında sıcacık olmuştu. Hep mi sıcaktı böyle? Hiç bana benzemiyordu. Gözlerini ağır ağır açıp kapatırken dudağının kenarının kıvrıldığına şahit oldum. Aynı zamanda dudağının kenarındaki derinin katlanarak birkaç çizgi oluşturduğuna... Bu hareketine karşılık tebessüm ettiğim an bakışları dudaklarıma kaydı. Karşımdaki adama baktım ama o bana ya da Asil'e değil birleşmiş olan ellerimize bakıyordu. Gerçekten âşık olduğum adamdan bahsediyormuş gibi "Arkadaşım değil baba. Sevgilim." dediğim an aşağılayıcı bakışları Asil'i yukardan aşağı taramıştı. Farklı birisi olsa bu bakışlardan dolayı uzun süre kendine gelemeyebilirdi. Denendi ve onaylandı. Onun bir şey söylemesine gerek kalmadan Asil boşta kalan elini umursamadan ileri doğru uzattı. “Merhaba efendim... Emir Vural ben." Bilerek soyadı ile vermişti yalan ismini. Araştırabilmesi için. Akif Saral, eline birkaç saniye baktıktan sonra tokalaşmak için elini Asil'e uzattı. "Tanıştığımıza sevindim Emir. Akif Saral bende." Dediğinde suratına sahte olduğu gayet belli olan bir tebessüm yerleştirdi. Asil'den elini koparırken kolundaki altın sarısı saate bakışlarını çevirdiğinde gitmek üzere olduğunu anladım. Yine, yine, yine... Şimdi önemli bir toplantısı olduğundan bahsedecekti ve klasik vicdan rahatlatma sorusunu soracaktı. Ayda bir on beş saniyelik telefon konuşmalarında yaptığı gibi. "Benim önemli bir toplantım var dönmem gerekiyor Elzem. Bir şeye ihtiyacın var mı kızım?" Yıllardır, arkamda duracak, bir kez olsun annem olacak o kadına karşı çıkıp geçmişin hesabını soracak bir babaya ihtiyacım var aslında ama olsun. Sen bilme. Bilsen de anlayabilecek bir adam değilsin zaten. Belki de biliyorsun? "Hayır baba bir şeye ihtiyacım yok ama bir isteğim var." dediğimde kaşları havalandı. Yıllardır ondan hiçbir şey istemeyen köşenin birine fırlattığı kızının bir isteğinin olması garip gelmişti anlaşılan. "Ben Emir'i halamla tanıştırmıştım zaten ama yakın bir zamanda annem ve seninle de uzun uzun tanışmasını istiyorum." Kaşları daha çok kalktığında bütün sahtelik ceketini üzerine giyerek yeniden derin bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. "Ciddi mi düşünüyorsunuz?" Sorusuyla birlikte onu onaylayan bir mırıltı çıkardığım an Asil'in boğazından yükselen sesle bakışlarım ona döndü. Yüzünde hâlâ sıcak bir ifade vardı ve garip bir şekilde art arda iki kez yutkunduğunu fark ettim. Dudakları şaşkınlıkla aralandığı anda ifadesini toparlayarak yerini tekrar sahte bir tebessüme bıraktı. Dışardan bakan birisi rahatsızlık duymadığını, aksine sevindiğini düşünebilirdi ama ben on dört yıl boyunca hareketlerini izlediğim bu adama yabancı olsam bile mimiklerini anlayabiliyordum. En azından bunu yapabiliyordum. Şu an büyük ihtimalle bununla uğraşmak istemiyordu. "Bu ay pek mümkün değil gibi görünüyor İtalya'ya gideceğim bir süre işler için, ama döndüğüm zaman sana haber veririm konuşuruz Elzem’ciğim. Annen de tanımak isteyecektir. Kararlarının her daim arkasındayız ve saygı duyuyoruz biliyorsun." dediği an bulanan midemin ağzıma geldiğini hissettim. Öğürmemek için kendimi zor tutarken diğer elimi de cebimden çıkartıp dudaklarımın üzerine götürdüm. Bunu avcumla değil parmak uçlarımla yaptığım için pek dikkat çekmemişti. Her bir hücresinden akan sahtelik midemi alt üst etmeye yetiyordu. Başımı olur anlamında sallarken o korumalardan birisine el işareti yaptı ve Porsche'un önüne park edilmiş olan araçların içine siyah takım elbiseli adamlar bindi. Son bir kez daha bize baktıktan sonra derin bir nefes alırken dudakları tebessümüyle birlikte aralandı. "Dediğim gibi gitmem gerekiyor, yoksa yetişemeyeceğim. Tanıştığıma memnun oldum tekrardan Emir." “Bende." Bana döndüğü sırada ağzımı açmadan sargılı elimi kaldırıp dudaklarımı birbirine bastırırken iki yana salladım. Aynı şekilde karşılık verdiğinde etrafındaki korumalarla birlikte arkasına döndü ve bir daha bize dönmeden çamurlu yolu, muhabirleri geçti ve arabasına binip uzaklaştı. Yüzümdeki bütün tebessüm anında dağılırken gözlerime tekrar soğuk bir ifade oturmuştu. Onun dışında iki lafıyla mide bulantımı tetiklemeyi başaran Akif Saral’a diyecek hiçbir söz bulamıyordum. Kirpiğimin üzerine küçük bir su damlası düştü o sırada. Asil'in avcundaki elimi hızla çekerek gözümü ovuştururken bakışlarımı havaya diktim. Bulutlar da ağlamaya başladı sası sası. Halam mı ağlıyordu? Göz kapaklarımı kapattım başlayan yağmura. Yüzümün her bir zerresinden damla damla akmaya başlamıştı su damlaları. Şakaklarımdan, yanaklarımdan... Usul usul aktı. Yağmurun şiddetinin arttığını hissettiğim an gözlerimi yorgunca araladığımda karşımda yine yüzümü süzen bir çift siyah vardı. Öyle bir bakıyordu ki ne yapacağımı şaşırıyordum. Bu adam rüyamda göreceğim, kokusunu hissedeceğim kadar tanıdıkken bana olan bakışının bu kadar yabancı olmasına anlam veremiyordum. Bende aklıma gelen ilk soruyu hiç düşünmeden dilimin üzerinden dışarıya yuvarladım. "Neden sürekli öyle bakıyorsun?" Bakışları dondu ve kaşları çatılırken sorgular bir ifadeyle başını sağa eğdi. "Nasıl bakıyorum ki?" dediğinde gerçekten bir cevap bekleyerek gözümün içine bakıyordu. “Anlayamıyorum ki...” Burnundan bir nefes kaçarken gülümsediğinde kaşlarımın havalanmasına engel olamadım. “Bunu da anlarsın o zaman.” Cevap alamadığım soruya karşılık bir bıkkın nefes de ben bıraktım burnumdan. "Gidelim artık istersen. Soğuk zaten hava." Başımı sallayarak onu onayladığım sırada tam gidecekken adımlarım toprağa sabitlendi. Yavaşça arkama döndüm ve toprakla karşılaştı gözlerim. Küçük bir çocuk gibi aşağı eğilip kollarımı bacaklarımın etrafına dolayarak bekledim önce. Ardından sargılı olmayan elimi toprağın üzerine atıp, toprağını sevmeye başladım; istediği gibi. Çakıl taşları avuç içime batıyordu. Tek tek elime gelenleri, ayıklayabildiğim kadarını ayıkladım. Oldukça yorgun ve kısık bir fısıltı döküldü o an iki dudağımın arasından. "Şimdi görünen taşları ayıkladım ama yarın tamamen temizleyeceğim. Çiçeklerini de getiririm dikerim buraya... Söz." Bedenimin üzerindeki ağırlığa, midemdeki bulantıya rağmen zorla da olsa ayaklandım. Ellerim tekrar ceplerimi bulduğunda bir daha arkama bakmadan Asil'i geride bırakarak demir kapıya doğru yürüdüm. Yine yaralı elimi kullanarak bu defa da demir kapıyı aralayacakken az önce elimi tutan eli kapıyı arkamdan doğru tutarak ittirdiğinde elim yavaşça yanıma düştü. Arabaya bindiğimiz an klimayı en sıcak ayara getirdiğini fark edince "Soğuk sevmiyorsun sen galiba?" diye sordum. Farklı bir şey konuşup kafamın içindeki karmaşayı susturmak istemiştim o an. Bu defa bakışlarını bana değdirmeden arabayı çalıştırdı ve asfaltı geride bırakmaya başladı. "Hayır, sıcaktan pek hoşlanmam ben." "Neden bu kadar sıcağa ayarlıyorsun o zaman? Dün de sıcaktı." Siyahları çok kısa bir an için yoldan ayrılıp yüzüme çevrildiğinde çatık kaşlarım ile suratına bakıyordum. "Sen hasta olacaksın diye açtım Elzem. Önemsemediğin canın hastalanmasın diye." Dediğinde önemsemediğin canın kısmına vurgu yapmasına karşılık kaşlarım daha da çatılırken hastalanmam hakkında söylediklerine dudaklarım aralanmıştı. "Beni öldürebilecek bir potansiyelin olduğunu söyledikten sonra hasta olmam seni çok mu ilgilendiriyor gerçekten?" diye bir soru yönelttiğimde suratında mimik oynamadı. "Sınırlarını görmek için öyle söyledim. Seni öldürecek veya sana zarar verecek değilim, öyle olsa sabahki teklifini kabul etmek çok da zor değildi." Alt dudağımı dişlerimin arasına yuvarlayıp deri katmanı soymaya başladığımda bakışlarım yüzünde asılı kalmıştı. "Korkup korkmayacağımı denedin yani?" Kalın dudaklarını ıslattığında gözleri yoldan ayrılmazken "Denedim, sende korkmadığını fazlasıyla açık şekilde belirttin." dedi. Korkmamıştım çünkü yaşamak umurumda değildi. En fazla ne olabilirdi ki? Bu defa da ben cevap vermeyip bakışlarımı yola çevirdiğimde evime değil, farklı bir yöne gittiğimizi fark ettim. "Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda sol dirseğini kapıya, parmaklarını da çenesine atmış şekilde yolu izliyordu. "Operasyona dair her şeyi öğrenmen için evime.” İçimi tanımadığım birinin evine gidecek olmanın huzursuzluğu kaplasa da hiçbir tepki vermeyip öğrenebilmek için bu düşünceyi arka plana attım. Derin bir nefes alıp verdiğinde hiçbir şey söylemedi. Ben de başımı geriye yaslayarak önümdeki yolu izlemeye devam etmiştim. Operasyon, gerçekleşecek yıkım, karalanacak çizgiler, aklanacak karanlıklar... Bir güneş doğacak, her yeri aydınlığa bürüyecek ama benim için değil. Ben karanlığa bürüneli, kirleneli yıllar oldu; aydınlık mümkün değil. |
0% |