@dvisal
|
Gözün kararması sonucu yapılan her hamlenin sana getirisi pişmanlıktır ama bazen öyle anlar olur ki hayatta, işin sonunda neler olacağını düşünmeden atlarsın o çukura. Düşünmek devre dışı kalır, yalnızca bir refleks olur senin için yapacağın hamleler. Vücudun senden bağımsız hareket eder. O anlarımdan birisindeydim şimdi. Yanımda on dört yaşım oturuyor ve çaresizce gözlerimin içine bakıyordu, sonuçlara katlanmayı bekliyordu. Kabanımın cebindeki elimde sımsıkı tuttuğum cam tüp, bana verdiği ilaç mıydı bilmiyordum bile. Yalnızca şişeler aynıydı ama ben almıştım onu. Bu kadar kayıp ve gerçeğin bana nasıl kâbuslar sunacağının bilinmezliğinden korkuyor; gözlerimin yanmasına, kaşınmasına, vücudumun her an yıkılacakmış gibi sallanmasına bile göz yumabilirken o yatağın içine koymuyordum bedenimi, gözlerimi uzun süre kapatmıyordum. Korkaktım. Korkak. Aynı zamanda bana verdiği ilaç olup olmadığını bilmeden, sadece şişesi aynı diye cepleyip kullanacak kadar cesur. Avcumun içerisinde sıktığım şişeyi vücudumun her zerresinde yankı bulan adrenalin yüzünden öyle çok sıkıyordum ki parçalanacaktı neredeyse ve benim sağlam elim kalmamış olacaktı. Yanımda dikilen bedendeki adam bir MİT ajanıydı ve ben az önce cebinden onun için ne ifade ettiğinden dahi haberimin olmadığı bir şeyi almıştım. Bir kere, bir gece kullanıp geri bırakacaktım cebine. İhtiyacım vardı... Yorgunluğumun biraz olsun geçmesine çok ihtiyacım vardı. Ayza, Meyra ve Barçın’la birlikte gitmişti. Erdem ise biraz daha kalacağını söylemiş ve bar kısmında Ali’ye takılmıştı. Aklım Meyra’nın anlatacağım dediklerine kaysa da şu an bambaşka bir şey tutuyordum elimde ancak geri dönüş yoktu. Hissettiğim suçluluğa rağmen şimdi geri koyamazdım cebine, koymazdım. Yolun kenarında, ellerim cebimde dikiliyordum. Bakışla-rım ağır ağır yanımdaki bedene çevrildi. Ellerini sanki ilacı almamı bekliyormuş gibi hiç cebine atmamıştı. Oysa cebinde ilacın yokluğunu hissedip olay çıkarması beklediğim bir şeydi. Profilini süzdüm ağır ağır kapanan göz kapaklarımın arasından. Kısa ama kıvrık kirpikleri, hafif kemerli burnu, derin sus çizgisi, kalın dudakları, belirgin bir çene hattı. Koyu kahve tutamları alnına doğru düşmüştü. Asil Sarp Arkın çirkin bir adam değildi, aksine kızların peşinden koşma potansiyelinin yüksek olduğu o adamdı. Yoldan yirmi kız çevirsem en az on sekizinin suratına bakakalacağı bir adamdı. Bakışlarımı hissettiğinde siyah harelerinin kanatları altında kalmıştım. Uykulu ve yorgun göründüğünü fark ettim o an. Benim kadar uykusu olabilir miydi acaba? Ya da evine döndüğü zaman benim aksime o güzel yatağında gökyüzünü izleyerek uykuya dalabiliyor muydu direkt? Benim yatağım da yıldızlara baksa ben de uyurdum belki. Güvende hissederdim çünkü halam vardı aralarında... “Elimi tutmak seni rahatsız mı ediyor?” Zihnimde yankılanan düşüncelerin her biri sorusuyla birlikte bir toz bulutuna dönüştü ve benden uzaklaştı. Beklemediğim sorusuna karşı-lık dudaklarım aralanmıştı istemsizce. Bunu düşünmesinin sebebi bizi takip eden adamı düşünmeyip elini tutmamış olmam mıydı? Sebebi elini tutmaktan rahatsızlık duymam değildi, cebimde bulunan cam tüptü. Bunun stresi ile takip eden adamı düşünmemiştim bile. “Sen neden bunu dü-” dediğimde “Tek bir cevap vereceksin Elzem. Çok zor bir soru sormadım.” diyerek sözümü kesti. Aldığım derin solukla beraber göz kapaklarım kapandı ve tekrar aralandı yavaşça. Ardından yorgunluğumun ve paniğimin getirdiği acelecilikle dürüst bir cevap döküldü dudaklarımın arasından. “Ellerin bana hiçbir şey hissettirmiyor Asil. Rahatsızlık duymaya hakkımın olduğu bir konumda değilim. Bu yoldan yürümeyi ben seçtim.” Yüzünde hiçbir mimik oynamadı ama gözlerini yüzümden de çekmedi. Sadece baktı ve sustu. Eğer bir sihirli güç elde etme şansım olsaydı onu şimdi, Asil’in zihnini okumak için kullanırdım. Çünkü merak ediyordum aklından geçirdiklerini ve bakışlarının altında yatırdıklarını. “Birazcık da olsa gülümse o zaman. Yoksa yürümeyi seçtiğin yoldan sapmaya karar verdiğini düşünecekler.” Dudaklarıma zoraki bir tebessüm yayıldı söylediği sözle birlikte ama o kadar yorgundum ki yanaklarım acıyordu sanki. Siyahlar gözlerimden dudaklarıma kaydı yavaşça. Baktı, baktı, baktı... Ezildim bakışlarının altında. Tam o sırada önümüzde duran siyah Porsche’a kaydırdım bakışlarımı. İçerisinden çıkan vale, Asil’e anahtarı verdiği an diğer tarafa doğru ilerledim hızla. Bir an önce eve varmak istiyordum. Koltuğa oturduğumda bile ellerim ceplerimdeydi. Yolculuğumuz o kadar sessiz geçmişti ki kendimi tekrar cenazeye gidiyormuş gibi hissetmiştim. O gün üstümüze sinmiş sessizliğin aynısıydı şimdiki sessizlik. Geçen bir saatlik yolun ardından evimin önüne varmıştık. Emniyet kemerini çözerken bir elimi kapının koluna attığım sıra hareketlerim dondu ve yolu izleyen gözlere çevirdim bakışlarımı. Bana bakmıyor, susuyordu. Neden böyle olmuştu bir anda? İlacı anlamış olabilir miydi? “Yarın kendi arabamla gideceğim okula.” “Nasıl rahat edeceksen öyle yap.” Sertçe yutkunurken profilindeki donuk ifadede gezindi gözlerim. “İyi geceler.” Dudaklarını birbirine bastırıp, “İyi geceler.” demişti düz bir tonla. Ardından arabasından çıkıp eve doğru ilerledim. Aynı zamanda da çantamın içinden anahtarımı bulmakla uğraşmakla meşguldüm. Nihayet parmak ucuma değen soğuk metali kaptığım gibi demir kapının kilidine yerleştirdim ve gelen sesle birlikte kapı açıldı. Çizmelerimi çıkarmamla odama doğru koşturmam saniyeler içerisinde gerçekleşmişti. Çantamı yere bıraktığım gibi üstümdeki kabandan, pantolondan ve kazaktan kurtulduğumda dolabımdan elime geçen ilk pijama takımını üzerime geçirdim. Dudaklarımı gergince dişlerken odamdaki pencerenin önüne gitti adımlarım. Perdeyi hafifçe kenara çektiğimde gözlerim bütün sokakta siyah Porsche aradı ama yoktu. Gitmişti. Daha fazla orada kalmayıp yere savurduğum kabanımın cebinden ilacı çıkardım. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıp yere fırlattığım kabanın cebindeki ilacı çıkardım ve yatağa bıraktım bedenimi. Şişeyi göz hizama çıkardığım şişeyi inceledim. Hiçbir şey yazmayan beyaz etiketli, kahverengi tüpün üzerinde beyaz bir kapak vardı. Kendi ürettiği bir tür eter miydi bu? Şişeyi parmaklarımın arasında döndürdüm yavaşça. En kötü ne gelebilirdi başıma? Sonuçta o gün hiçbir şey olmamıştı. Tek bir nefes çekecektim ve yorgunluğumu dindirmeye çalışacaktım yalnızca. Tek bir nefes ve baygınlık. Tabii ilaç aynı ilaçsa Elzem... Yaptığımın çok büyük bir aptallık olduğunun bilincindeydim. Hatta sonuçlarının bedenimde düşündüğümden farklı sonuçlar getirebileceğinin de... Ancak o dipsiz ve sonunu göremediğim, karanlık kuyu öyle cazip geliyordu ki gözüme vazgeçmek istemiyordum. Bir gece de olsa çocukluğumda nasıl uyuyorsam o koltukta, masanın altında, kapalı kapıların önünde... Öyle uyumak istiyordum. Uyuyarak unutmak... Yataktan doğrulup baş ucumdaki çekmecelerden en alttaki çekmeceyi açtım. Peçetelerin olduğu kutunun kapağını aralayıp birini avcumun içine aldım ve geri kapattım. Yataktan kalktığımda ilacın kapağını titreyen ellerle açıp bir miktar peçeteye döktüm ve komodinin üzerine geri bıraktım ilacı. Avcumda hemen ıslaklığını belli eden renksiz sıvıyı izledim bir müddet. Ardından daha fazla beklemeyip çok uzun süredir açmadığım yorganı kaldırdım, içerisine girdim yavaşça. Göğüs kafesimin içindeki organ kuş gibi çırpınıyor, ellerim alabildiğine titriyordu. Korkak, kaçak. Derin bir nefes alıp verdim temiz oksijenden. Başımı yastığıma yasladım. Kâbus görmemek için bilincimin tamamen kapalı olması gerekliydi. Birkaç saatliğine ölüye dönmem gerekliydi... Peçeteyi yüzüme kapattım ve derin bir nefesi de o anda çektim tekrar.
...
16 saat sonra...
Yanağımda hissettiğim sıcak bir el vardı ama aynı zamanda soğuk da geliyordu bir yerden. Rüzgâr vuruyordu sanki... Kulaklarımda boğuk bir ses, burnumda o güzel koku tekrar... Ne kokuyordu? Ferah bir vanilya ve kendisini çok az hissettiren tütün. Vanilya ve tütün karışımı. “Elzem!” Çağırıyordu beni ancak gözlerimi aralamaya bile yetmiyordu gücüm. Saçlarımda gezindi elleri, yüzümün üzerinden ince bir örtü alınmış gibi hissetmiştim. Dışarıya bir küfür savurduğunu işitti kulaklarım. Ardından üzerime örtülmüş sıcaklık bir anda yok oldu, bedenim havalandı. Başımı bilmediğim, yumuşak bir zemine yaslamıştım ve en yoğun buradan çarpıyordu kokusu burnuma. İlk kez bu kadar net ve yakından... Sıcacıktı. O konuşmaya devam ettikçe söylediklerinin her biri ağır ağır kulaklarımda varlığını belli etmeye başlamıştı. Öfke doluydu sesi. Ben ne yapmıştım da kızıyordu? Bir anda çıplak ayaklarım buz gibi mermere bastığında yüzüm buruştu. Gözlerimi zorla aralamaya uğraşırken, bir yandan da ayakta kalmaya çabalıyordum ancak mümkün değil gibiydi. Dizlerim, bedenimi tutamayıp tam yıkılacağı sırada kolu belime dolandı. “Hay sikeyim!” Ettiği küfrün ardından çok yakından gelen bir su sesi yankılanmaya başladı kulaklarımda. Zihnimin uğuldamasına sebep oluyordu. “Uyanman lazım.” diye söylendiğini işittim ama bana değil, daha çok kendisiyle konuşuyor gibiydi. Sonra bir anda başımdan aşağı akıp giden soğuk su bütün bedenimi kapladı. O kadar soğuktu ki aldığım kesik nefesler içime kaçmış, çenem dişlerimi kırmak istiyormuşçasına titriyordu. Gözlerim aralandı yavaşça ve siyahlarla karşılaştım. Kaşları öfkesiyle çatılmıştı ve bu öfkesinin hedefi de bendim. Kolunun altında hem titriyor hem çırpınıyordum bırakması için ama sımsıkı tutuyordu bedenimi. “Çok... Çok so...Soğuk!” Beni ayakta tutabilmek için soğuk suyun altında kaldığından dolayı su sadece benim üzerime değil onun da üzerine akıyordu. Daha fazla dayanamayıp “Asil!” diye inlediğimde avcunu sırtıma bastırdı ve beni kendi göğsüne yaklaştırdı. Yanağını şakağıma yasladığı için “Şşşt...” diye fısıldadığında boyun girintime çarpan nefesi boynumu gıdıklayıp omzumu kaldırmama sebep oldu. Saniyeler önce ne kadar hissizsem, şimdi o kadar hissediyordum her şeyi. Alnımı göğsüne bastırmıştım, sımsıkı yummuştum gözlerimi suyun soğukluğundan. Ardından, çok geçmeden bu defa sıcak su akmaya başladı vücutlarımızdan aşağıya. Sıktığım vücudum anında gevşerken, tişörtünün kolunu avcumun içine alıp tırnaklarımı geçirmiş olduğumu ve tüm gücümle sıktığımı fark ettim ama yaralı elim değildi kullandığım. Yaralı elimi, ıslanmayacak şekilde duşun camına yaslamış, kendi elini de elimin üzerine kapattığını hissediyordum. Avcumu sıkmayı bıraktığımda elim koluna yaslı bir şekilde kaldı, göz kapaklarım açılıp kapandı birkaç kez. Orada ne kadar süre akıp giden suyun altında kaldık bilmiyorum ama yaptığı şey beni tamamen kendime getirmişti. Dün gece ciğerlerime çektiğim ilaç yüzünden sadece uzuvlarım değil, zihnimde uyuşmuştu. İlaç farklıydı. Elini bir saniyeliğine belimden çekip suyu kapattı ve tekrar belimi sardı. Ne o yanağını şakağımdan çekti ne de ben başımı hızla inip kalkan göğsünden ve deli gibi çarpan kalbinin üzerinden ayırdım. “Neden aldın ilacı?” Sakin sesi kulağımın hemen dibinden geliyordu. Mırıltı şeklinde, “Uyumak istedim...” dediğimde belimde baş parmağı aşağı yukarı hareket etmeye başlamıştı. “Çocukken her yerde uyurdum aslında biliyor musun? Bütün yorgunluğumu öyle atardım. Ama şimdi hep yorgunum...” Sesimi ben bile zor duymuştum ve hareket edemiyordum. Belimdeki hareketleri durduğunda önce yaralı elimden, sonra da belimden çekti kollarını ve tamamen geriye çekildiğinde kollarımı göğsümün etrafında birbirine sardım. Saçlarım yanaklarıma yapışmıştı, bütün vücudum sırılsıklamdı ve her bir noktamdan yere damlayan sular mermere çarpıp ses çıkarıyordu. Onun da benden bir farkı olmadığını bilerek baştan aşağı ıslanmış bedeninde gezdirdim gözlerimi. Üzerindeki gri tişört üst bedeninin her bir noktasına tamamen yapışmıştı. Vücudundaki her bir detayı görebiliyordum. “Üzerine kalın bir şeyler giy ve aşağı gel. Konuşacağız.” dediğinde bakışlarım tekrar gözlerine çıktı. Az önceki gibi öfke değil, sakinlik vardı bakışlarında. Başımı salladım suçlu bir çocuk gibi ve arkasını dönüp banyodan hızlı adımlarla çıkışını izledim. Geçen saniyelerin ardından dıştaki demir kapının kilit sesi geldi kulağıma. Kaşlarım anında çatılırken dün akşamı yokladım zihnimde. Ben o kapıyı kilitlemiştim. Hem de üç defa. Peki ya Asil nasıl odama girmişti? Aynı zamanda şu an üstü sırılsıklam nereye gidebilirdi ki? Duştan dışarı çıktığımda üzerimden sular akmaya devam ediyordu. Bu nedenle lavabonun altındaki dolabı açtım hızla ve beyaz bir havluyu etrafıma dolayıp içeriye geçtim. Yaptığım ilk şey duvardaki saate bakmak olmuştu ve saat dörde geliyordu. 16 saat uyumuştum. 16 saat! Böylece dersi de kaçırdığım için gitmemiştim. Yavuz’dan Asil’e haber uçmuştu... Ayrıca bedenimde uykusuzluğa dair hiçbir şey hissetmiyordum. Sadece başımda ağrı vardı. Hiç beklemeden dolaptan aldığım gri ve kalın bir eşofman takımını üzerime geçirdim. Prize taktığım saç kurutma makinesiyle ıslanan bütün tutamlarımı hızlı bir şekilde kurutmuş ve taramıştım. Ardından odadan çıkıp salona indiğimde gördüğüm görüntü, duvardaki tablolarımdan birisini inceleyen Asil’di. Bakışlarım üstünü taradı. Siyah bir sweatshirt ile siyah bir eşofman giymiş, elleri cebinde öylece tabloyu izliyordu. “Kıyafeti nereden buldun?” Sorumla birlikte gözlerini tablodan ayırmadan, “Arabadan aldım.” diye bir cevap verdi. “Arabanda kıyafet mi taşıyorsun?” “Ev taşıdığım için birkaç eşya zaten arabamdaydı. Alıp giyindim bende.” Yanına yaklaşırken, “Neden?” dedim bu kez. Derin bir nefes alıp verdi ve “Asıl evime gideceğim.” dedi. “Beni götürdüğün ev neydi? Bir de kedi nerede?” “Kedi arabada Elzem. Diğer eve de yılın birkaç ayında kalmaya gidiyorum.” Dudaklarımı birbirine bastırırken başımı salladım. Aslında kedi arabada değil burada olsaydı daha iyi olurdu. Biraz severdim... Gözlerimi baktığı tabloya çevirdim. Siyaha boyadığım tuvale kanayan beyaz bir lale çizmiştim. Çizdiğim zamanı tam olarak hatırlayamasam da geçen sene, kış aylarında yaptığımı biliyordum. “Neden böyle bir tablo yaptın?” Omuzlarımı silktiğimde bakışları da bana dönmüştü ancak ben gözlerimi tablomdan ayırmamıştım. “Sigara içsem sorun olur mu?” Bu defa gözlerine çevirdim bakışlarımı. Donuk görünen ifadesinde garip bir hüzün sezmiştim. Bir kez daha başımı sallayıp mutfağa doğru ilerledim ve verandanın kapısını açıp dışarıdaki bahçe takımının koltuklarının üzerinden eğilerek cam küllüğü gösterdim. Kaşları çatık bir şekilde etrafı süzdüğünde “Üşürsen içmem.” dedi. Dudaklarımı ıslatırken elimi saçlarımdan geçirip, “Çok da soğuk değil. İç sen. Hem üstüm de kalın.” dedim yutkunarak. Hiçbir şey söylemeyip koltuklardan birisine oturdu ve cebinden işlemesini göremediğim bir zippo ile sigara paketini çıkardı. İçeri geri geçtiğim sırada “Nereye?” dediğinde arkama dönmeden, “Kahve yapacağım. Sütsüz mü?” dedim. Sütlü içecek birisine benzemiyordu. Tahminimi doğrular şekilde “Sütsüz.” demişti. Mutfak dolaplarından birisini açıp ona ve kendime iki kupa çıkardım. Kahve makinesinin içerisine bir kahve kapsülü yerleştirip kupayı da altına koydum. Buzdolabından çıkardığım sütü de tezgâha bıraktığımda önce onun kahvesini sonra kendi kahvemi hazırlayacaktım. Makinenin sesiyle beraber kupası dolduğunda tezgâha bıraktım ve kendi kahvemi de hazırlayıp arkama döndüm. Bana odaklanmış gözleriyle karşılaşmıştı gözlerim. Dudaklarımı birbirine bastırırken yanına ilerledim ve kupasını önüne bıraktım. Karşısındaki koltuğa bağdaş kurarak oturmuş, kucağıma koyduğum bir yastığın üzerine kahvemi koymuş ve geri yaslamıştım bedenimi. Sigarasından ciğerlerine çektiği dumanı yüzüme bakarken dışarı üfledi. “İlacı Erdem’in evinde mi aldın cebimden?” Yutkunurken başımı salladığımda başını sağa çevirip derin bir nefes alıp verdi. “Nasıl cesaret edebildin buna? Hayır, benim aklım almıyor da.” Gözleri tekrar yüzüme çevrildi. Kaşları çatıktı ve gözleri sandığım gibi sakin değildi. “Uykuya bu kadar muhtaçsan eğer yatağına gir ve uyu. Seni bayıltmak için kullandığım ilaç diye düşünerek almışsın cebimden. Kafamı sikeyim ben bunu nasıl fark etmedim akşam!” Kendine kızıyordu. “Sana sebebini söyledim.” Gözleri gözlerimde asılı kaldı bir müddet. “Tamam. Yorgun olabilirsin ama bunu bana söylemen gerekiyordu. İçinde ne olduğunu bilmeden alıp kullanman değil.” Kahvesine uzanıp birkaç yudum aldı ve masaya geri bıraktı. Bir yandan da eli paketine gitmiş bir sigarayı daha dudaklarının arasına yerleştirmişti. “Yatağa girip uyumayı becerebilseydim eğer alıp kullanmazdım o ilacı.” “Hiç denedin mi yatağa yatıp uyumayı?” Baktım öylece yüzüne. Bunu söyleyeceğini düşünmediğim için donmuştum. “Ben söyleyeyim, üç yıldır hiç denemedin. Neden korktuğunu bilmiyorum ama bir şeylerden korkup hiç giremedin o yatağa. Kitapların üzerinde uyuyakalıyorsun çoğu zaman! Uyumamak için aldığın kafeinden ellerin titredi senin kaç defa gözümün önünde!” Çatık kaşlarının altından ortadaki masaya biraz daha eğilip, “Ölürdün.” dedi dişlerinin arasından. “Eğer o ilacı aldığını fark etmeseydim ve sen uyumak için kullanmaya devam etseydin bağımlılık yaratırdı ve ölürdün. Bunu düşünmediğini söyleme sakın. O ilacın sana verdiğim ilaçla aynı olmama ihtimalini düşünmeyecek kadar aptal bir kız olmadığının gayet farkındayım.” Elinde rüzgârla birlikte erkenden biten sigarayı küllüğe bastırdığında daha fazla susup dinleyemedim ve “Üç değil yedi.” lafı çıktı dudaklarımdan. Hareketleri donarken ağır ağır bana kaldırdı bakışlarını. “Ne?” “Duydun işte. Üç değil yedi yıldır uyuyamıyorum ben o yatakta. Korktuğum şeyi de bilmiyordun değil mi? Söyleyeyim,” Masaya doğru eğildim onun yaptığı gibi. “Kâbuslar. Bu kadar korktuğum şey, her uyuduğumda ya da uyumaya çalıştığımda gördüğüm kâbuslar. Denemediğim ilaç, denemediğim hormon kalmadı benim ama hiçbir sonuç alamadım sorunsuz bir uykuya dalabilmek adına. Anlıyor musun yorgunluk dediğim şeyi şimdi?” Suratımda oluşan alay dolu bir gülüşle başımı iki yana salladım. “Anlamıyorsun. Dedin ya, bu kadar muhtaçsan eğer yatağına gir ve uyu diye,” Yüzümdeki alaylı gülüş solarken tekrar iki yana salladım başımı. “Sandığın kadar kolay bir şey değil. O gün bana koklattığın ilaç sayesinde çok uzun zaman sonra ilk kez kâbus görmeden uyudum ben orada... Bu yüzden sonsuz uykuya dalabilseydim eğer...” Derin bir nefes çektim içime, boğazım düğümleniyordu. “Kurtuluş olacaktı benim için.” Çenesini sıkıyordu ama öfkeden olup olmadığına emin değildim. Bedenimi sert bir şekilde koltuğa geri yaslarken, “Anlamıyor olmanın diğer sebebi de ne biliyor musun? Yalnız değilsin ve hiçbir zorluk yaşamadın.” Bakışları kısıldı dehşetle. “Ama ben, etrafında görüp görebileceğin en yalnız insanım! Arkadaşların var, bir kız kardeşin var, ailen de vardır... Benim? Yok!” “Ölmeni istemiyor oluşumu buna mı yoruyorsun? Ben mi anlamıyorum seni? Ben kimseyi anlamaya çalışmadım seni anlamaya çalıştığım kadar. O uçurumdan atıyordun kendini, MİT’e götürmek zorunda kaldım; istemediğim hâlde. Bu işe bulaşmamanı istedim, sırf canına zarar gelmemesi için ama sen onu da yanlış anladın. Sonra geldim, seni sana emanet ettim yapmamak gibi bir seçeneğim olmasına rağmen halanla ilgili olayı ayriyeten araştırmak karşılığında... Ben sözümü tuttum halanın peşine düştüm sana bir şey anlatmamış olsam da. Ama sen sözünü tutmadın. Ben sen yaşa diye uğraşırken, şimdi gelmişsin bana, sen ben gibi yalnız değilsin, hiçbir zorluk yaşamamış, her şeye sahip olan, basit bir adamsın, beni anlamazsın diyorsun. Bunu kast ediyorsun!” Gözlerime birikmiş sebepsiz yaşlarım firar etmek için yer ararken birden ayaklandı. Zipposunu ve paketini eline alıp verandanın dışına doğru bana arkasını döndü. Ama olduğu yerde duraksamıştı beklemediğim bir anda. Birisi boğazımı sıkıyormuş gibi hissederken ben de ayaklandım ve sırtını izlemeye başladım. Konuşmak, kendimi ifade etmek istedim ama boğazım gibi dilim de düğüm olmuştu sanki. Ellerini sıkıp açtı birkaç defa ve son kez bana döndü. İlk kez gözlerindeki yıkıma şahit oldum o an. İlk kez anladım o an. “Benim babam gözümün içine baka baka annemin canını aldı da ben senin kadar ölmeyi istemedim... Şimdi bir daha düşün. Ben kafanın içerisinde, seni anlamayan, o basit adam mıyım?”
|
0% |