
💦
İKİ AY ÖNCE
Âşık bir adam... Ondan daha tehlikeli bir kimse olabailir miydi? Aşk masum bir duyguydu, lâkin onun hangi acımasız ellere bırakılacağına kimse karar veremezdi. Bazen kör ederdi, işte o en masum hâliydi. Bazen ise merhameti yokecek kadar tehlikeli bir canavara dönüşürdü kalbinde. İşte o en zararlı hâliydi. Her duygu masumdu. Sen onun beyazını içindeki kötülükle kirletmediğin müddetçe o hep masumdur. Hişin Talır duygulara bağlı bir adam değildi. O sahip olsa dâhi öldürmenin yollarını bulurdu.
”Artık bir karar ver Hişin.” duyduğu sesle birlikte genç adam başını kaldırıp karşında onu izleyen ağabeyine baktı. Bir saniyeden faza bakmadı, çünkü göz teması kurmayı sevmiyordu. Sırtını yumuşak koltuğa yaslayıp bacaklarını hafifçe aralarken elinin dirseğin koltuğun kolacağına yerleştirip yumruğunu çenesinin altına yasladı.
Bakışlarını karşındaki adama çevirdi. Tir tir titriyordu, güçsüz kollarını tutan nöbetçiler olmasa çoktan yere yığılmıştı. O İmparator'un huzurunda hata yapmıştı, elbette ki cezasız kalmayacağını da biliyordu. En büyük korkusu da buydu ya adamın, Hişin Talır karanlık yanıyla bilinen bir adamdı, ona giden her yolun ucunda ölüm vardı.
Hişin karşındaki bu aciz adamın korkudan titreyen dizlerini gördükçe daha çok öfkelendiğini hissediyordu. O asla kolay avı sevmezdi, tercihlerinin arasında hep en iyisi, en mükemmeli, en zoru yer alıyordu. Şimdi ise öldürmek için getirdiği bu adamın nefesini kesmek kendisine büyük bir hakeretti. Bu kadar güçsüz ve zayıf bir adam gözünde yanlızca onu rahatsız eden bir detaydan ibaretti. Adam başını yerden kaldırmazken, omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu.
Bir adamın ağladığı Mölüh'te nerde görülmüş!
Hişin hayatında belki de ilk ve son kez şaşırdı. Onun kurallarında ağlama eylemi yanlızca kadınların yapacağı bir işti. Ve şimdi bu koca adam onu affetmesi için ağlıyordu, sırf bu yaptığı için bile olsa genç adam onun ölmesini istiyordu. ”Bir erkek olarak karşımda kadın gibi ağlaman... Hatandan daha çok canımı sıktı,” dedi dişlerinin arasından tükürcesine. Adam başını her iki yana sallarken Hişin'in yanında oturan Mahez kardeşinin bu hâline eğlenirken, bakışlarının kontağına adamı aldı. Küçümseyici bakışlarını üzerinden ayırmadan konuştu. ”Bence adam senden nasıl kurulacağını bulmuş. Ona engel olmayı bırak.”
Hişin hoşnutsuzca adamı baştan aşağı süzerken, ”Bu korkaklığınla karşımda cüretini bozarken düşündüğün neydi Kamei?” dedi, otoritesiyle. Karşındaki adam kalenin kâhyasıydı. Ondan izinsiz yaptıkları elbette cezasız kalmayacaktı.
Adam korkuyla nefes bile almazken, kekeleyerek zorlukla, ”E-efendim, hataların sizin hayatınızda yeri.” Genç adam sözlerini bıçak gibi keksin sesiyle ortadan ikiye ayırdı. ”Konunun benim hayatımla ilgisi nedir?” Bundan hoşlanmamıştı. Birilerinin onun sevip sevmedikleri şeyler hakkında konuşması en nefret ettiği şeylerin başında geliyordu
Kahya yaptığı hatayı anlayınca hızlıca, ”Kusuruma bakmayın efendim. Kız arızalı, söz dinlemeyen asinin teki. Tek çözüm buydu.” Hişin adamı sonuna kadar dinledi. İri biçimli parmakları arasına aldığı kristal bardaki çaydan bir yudum aldığı an yüzünü buruşturarak bardağı tekrar masaya bıraktı. Damağında her zamankinden farklı bir tat bırakan çaya sert bir bakış atarken konuşmaya başladı. ”Benden izinsiz komseyi cezalandıramazsın Kamei. Benim şehrimde benim kurallarımın dışına çıkanlar yaşamaz.” Buram buram hüküm kokan sesi altında ezildiğini hissetti Kamei. İlk kez kendini İmparator'un karşında bulmuştu. Tek istediği onun gazabına uğramadan bu işten sıyrılmaktı. Ama anlaşılan İmparator'un onu bırakmaya niyeti yoktu.
Hişin ise az önce içerken tadını beğenmediği kristal bardağı tekrar alıp kalın dudaklarına yaklaştırırken gözlerini bir an olsun adamın titreyen dizilerinden almıyordu. Tek kaşın düşünceli bir şekilde kaldırıp, ”Neden bu kadar çok titriyorsun? Hava fazla mı soğuk?” Anlamamış gibi olanları keyifle izleyen Mahez'e döndü. Hişin'in bakışları kendisine dönünce dudaklarını sinsice kıvırdı. ”Bence bir tür atak geçirdiği için bu hâlde. Zavallı adamcağızı artık bırak derim.” Mahez'in aslında düşündüğü adam filan değildi, tek istediği bu adamdan bir an önce kurtulup asıl konuşmak için geldiğini meseleyi açmaktı. Ama Hişin adamı bırakmaktan yana değildi, hak ettiği cezayı çekmeden bir yere gitmeyecekti. Başını olumsuz anlamda sallayıp duygusuzca adama baktı tekrardan. ”Eğer birine ceza vereceksen de bu ceza mükemmel bir ceza olmalı. ” derken yine herşey konusunda kusursuzluğu isteyen o yanını dışa yansımıştı. Kâhya sesini çıkartmadan onu dinlerken Mahez başını iki yana olumsuzca salaldı. Hişin Talır iki adamı da umursamadan sözlerini azar azar ekledi. ”Benim için cezalar bile kusursuz olmalı, ama sen.” derken hayal kırıklığına uğramış gibi memnuniyetsizce baktı Kâhyaya.
Zavallı adam karşısında ne diyeceğini bilmiyordu. Söyleyeceği her kelimeyi özenle seçiyor, en ufak bir kelimesinin bile onu kızdırmasından ödü
kopuyordu. ”Efendim sizde takdir edersiniz ki, kız hastanın teki. Sürekli birşeyleri unutup duruyor. Onunla uğraşmaktan sıkıldım.” derken sesindeki isyan duyuluyordu. Hişin Talır için tatmin edici bir açıklama değildi bu.
Nefesini sertçe verdi, adamın gözlerindeki nefret bakmasın gerek kalmadan ifadesinden belli oluyordu. Burda olmasına rağmen kıza olan nefretiden hiçbir eksilme olmamıştı.
Bir taraftan sessizce bu saçma konuşmanın bir an önce bitip, Kamei'den kurtulmak isteyen Mahez ise sıkıntıyla elini koyu renk sakallarına götürüp sıvazlarken, ”Sıradan bir adamla fazladan ilgilenip vaktimi çalmanın önemli bir sebebi vardır umarım.” Tehditkâr bakışlarının Hişin'in üzerinde pek bir tesiri olmamıştı. Kâhya ise hep adını duyduğu ama asla tanışma fırsatı olmadığı adama yalvaran bir bakış attı fakat Mahez hiç o tarafa dönmedi.
İçerdeki dört kişi Hişin'den gelecek emri bekliyordu. Kâhya kendi canının derdine düşmüşken Mahez'in sorunu başkaydı.
Bir taraftan onların ne düşündüğünü zerre umursamayan bir adam. Hişin her konuda bencil bir adamdı, ve şimdi yine bencil yanı onu vereceği karar hakkında dürtüyordu. Konu halkı olmadığı sürece bir kaç kişinin mağdur olmasını pek umursayan biri değildi ama o kız farklıydı. Fakat onu ilgilendiren nokta burda bitmiyordu. Kızda farklı birşeyler olduğu kesindi, bazı şüpheleri vardı ve bugün alacağı bilgilerle kafasındaki sorular ya bitecekti ya da daha büyükleri canını sıkmaya devam edecekti. İşte bu en son isteyeceği şeydi.
Nöbetçilere küçük bir baş hareketi yaptığında adamlar hızlıca emrine itaat edip kollarını tuttukları adamı bıraktılar. Ama ne var ki onlar bıraktığı an Kamei bir saniyeden fazla ayakta kalmayıp dizlerinin üzerine çöküverdi.
Bu durumu iki güce takıntılı adam da fazlasıyla küçümsedi.
Hişin adını ilk defa bugün duyduğu Kâhyayı bakışlarıyla zedeleyip ezmekten bir an olsun gocunmadı. ”Seni ne kadar çok sevdiğimi söylememe gerek yok diye düşünüyorum. Kusursuz iş yapanlara karşı hep gizli bir hayranlığım vardır.” Bunu söylerken sesindeki gizemli tehdit ve bakışlarına yansıyan ürkütücü tehlike korkudan karşısında terleyen adamın daha çok kasılmasına sebep oldu.
Ama ne vardı ki Hişin Talır korkutanları bilirdi ama korkanların hâlini bilmezdi. Gaddar bir kimse korkak duygulara karşı şefkat göstermezdi, hele ki bu kişi İmparator Hişin Talır ise, bu düşünceye kahkahalarla gülünürdü.
Sahte bir hüzün yüzüne yerleştirip, ”Ama beni tanıyan herkes bilir, güçsüzlerin acı çekmesini doğru bulmuyorum. Bunun en başında ise kadınlar geliyor.” Aldatıcı sakinliteki sesi ve açıkça yalan olduğunu ifade eden alay tınısı odadaki iki adamı da şaşırmıştı. Çünkü sadece ikisi değil, tüm Mölüh halkı da biliyordu ki Hişin Talır kadınlardan nefret ediyordu. Bu bir cins ayrımı değildi, insanlar arasında ayrım yapan biri olmamıştı lâkin kadınlara olan nefreti ezelden geliyordu. Mahez bugün daha ne kadar şaşırabileceğini sorguladı. Kardeşi apaçık adamla oyun oynuyordu, aksi hâlde bu sözler onun sözleri olamazdı.
Hişin neşeden uzakta kalacak şekilde soğukça dudaklarını kıvırırken, elindeki kristal bardaktaki çaya gözü takıldığı an dudaklarındaki kıvrılış kendini kızgın mimiklere bıraktı.
Gözleriyle elindeki bardağı işâret etti. ”Ve bunu yapan kadını buraya gönderin. Bana böylesine bir çayı yapıp gönderecek cesareti olan o kişi yakından görmek istiyorum.” Mahez elindeki fincan çayına bakıp yüzünü buruşturdu. ”Bu tatsız çaylarda ne buluyorsun anlamıyorum.” Alkol varken bitki çaylarını tercih etmesine bir anlam veremiyordu. Hişin dönüp ona bir cevap vermeden önce başıyla hâlâ ayakta bekleyen nöbetçilere Kâhyayı götürmesini işaret ettiğinde bu sırada cevap vermeyi ihmal etmedi.
”Herkesin sevdiği şeyler benim ilgi alanıma girmiyor. Hep en öne çıkanlar değil, en arkada kalanlara gözüm takılır.” İşte bu da onu herkesten farklı kılan bir başka nedendi.
Son kez kristal bardaktaki çayı içtiğinde beğenmediğini belirten bir yüz ifadesiyle içmemek üzere sertçe masaya bıraktı. Bunu yapan kişiyi gerçekten gösterdiği sorumsuzluktan önce merak etmeye başlamıştı. Kim bu hatayı ona karşı yaparak kendisine böylesine bir kötülük yapmak isterdi ki.
İçerdeki herkes dışarı çıktığında, nefret saklandığı duvarların arkasından usulca ait olduğu bedenlere yerleşti. İki adam, sınırsız bir gücün savaşına girmiş, ve birbilerinin saltanatını yıkmaya kararlı iki şah.
Onlar tahtında otur aradan çekilen piyonlari izlerlerdi. Şah yıkılmadıkça oyun bitmezdi, yıllardır beklenilen kanlı zafer iki tarafın da olmamıştı. Biri halkın içinde saygı görüp en yüce mevke sahip olmuşken diğeri karşısında savaş başlatmıştı. Bu en hafif sebeplerden biri idi.
Nefreti doğrudan birinci sebep haset iken diğeri kaybetmeyi kabullenmeyen bir isyandan doğan nefret idim
Güç iki zalim adamın ortasında arafta kalmıştı. Hangisi daha az merhametliydi, hangisi daha çok acımasızdı. Hangisi kuralları tanımazdı.
İki gizemden ibaret hikâyeden doğan bencil çocuklar, tek gayeleri ölümden geçen bu yolda yaşama son vermekti.
Sükûnetle bir düşman gibi aralarına girerken ilk konuşan kişi Mahez Talır oldu. ”Aradığımı sende bulmak beni yine şaşırtmadı kardeşim.” Son kelimeye ağır bir vurgu yaparak bir çift mavi gözün kendisine dönmesini sağladı.
Hişin her iki elini kolçağın kenarlarına yerleştirirken lakayıt gülüşü dudaklarında belirdi. ”Alabildin mi bari bulduğun her ne ise?” Riyakar sözcükler bir günahmış gibi dudaklarından sakınarak döküldü. Mahez Talır tek bir ifade belirtisi dâhi göstermeden sadece, ”Henüz değil.” dedi, bıçak gibi keskin sesinde taze bir öfke yatıyordu.
Hişin sanki ilginç bir şeyi duymuş gibi kaşlarını kaldırdı, daha sonra ise rahatça sırtını koltuğa yasladı. ”Seni anlıyorum. Bu civarda birilerini kaybedince bulmak biraz zorlaşıyor.” Alaycıl sözlerinde asırlardır gizlenmiş bir kin asılıydı, ve bu yanlızca ses tonuna uğruyordu.
Mahez Talır bugün için savaş yapmaya gelmemişti, ama belli ki kardeşi kavga istiyordu.
Geriye yaslanıp bakışlarını bir an olsun keskin maviliklerden ayırmadan kendisine bir şarap doldurdu. ”O hâlde sende dikkat etsen iyi olur. Her an her şeyin kaybolabilir.” Göz temasını kesmeden içler ürpertici bir gülümseme dudaklarına yerleştirip şaraptan büyük bir yudum aldı.
Bu tehtidini karanlık arzularıyla karşıladı. Her bir nefes çekişi, kasveti doğuruyordu. Nefret havada tutuklu kalmıştı bu alaycıl ifadesinin yanında. ”İnan öyle bir dikkat ediyorum ki... Geceleri bile uyumuyorum.”Kalın dudaklarını birbirine bastırdı. ”Mükemmel uykularımı erteliyorum. Hep bir kontrol, hep bir endişe.” Sesi sona doğru kalınlaştı. İki rengin arasında savaş açan irisleri hâkimiyetin yanlızca elinde olacağını vaat ediyordu.
Mahez kardeşinin bu oyunlarına alışkındı, lâkin ne vardı ki bugün canı cehheneme kardeşiyle ilgilenecek fazladan bir saniyesi bile yoktu. Öylesine bir tahamülsüzlüktü ki bu, artık nefret bile etmediğini hissediyordu. Ağır ağır kadehteki şarabı bitirken kızgın lavlar gözlerinde belirginleşti. İntikam alma arzuzu öylesine yoğundu ki bunu bastırmak nerdeyse imkânsızdı. ”Uzatmanın lüzmü yok. Kızı bana ver, yoksa ben çok farklı yollarla alırım onu kardeşim. Ve emin ol bunda en çok sen Zarar görürsün.”
Hişin sanki ağabeyi onu düşünmüş gibi tehlikeli okyanuslarında parıltılar oluştu.
İfadeleri ve tepkileri sahteydi. Onun bilinmeyen yüzü maskenin ardındaydı işte en vicdansız yanı oradaydı. Uzun bir sessizliğin ardından ağabeyinin verdiği tepkileri göz önünde bulundurarak tersini dile getirdi. ”Bana sakın âşık olduğunu söyleme Mühkâr.” dedi, bu ihtimalden kaçınarak. Aralarında bir yaş olduğu için değil, abi-kardeş olmayacak kadar birbirlerine zarar verdiklerinden ona ne abi diyebiliyordu ne de adıyla hitap ediyordu.
Mahez bugün sanki kendi sabrını test etmek için özellikle kardeşiyle görüşmüştü, ve farkediyordu ki hiç de sabırlı biri değildi. Çatık kaşları altında gergin yüz hatları ve sert nefesleri ona daha fazla katlanmamasını söylüyorken o ağırdan alıp sakin olmaya çalışıyordu.
İri parmakları arasındaki kristal bardağı kıracakmış gibi sıkarken yüzündeki her bir kas seğiriyordu. ”Canım yeterince sıkkın kardeşim. Eğer seninle ilgilenmemi istiyorsan kızı ver sonra nasıl olsa benden sakladıkların için hesabını ödeteceğim.” Tıslamasıyla irisleri bal rengine döndü. Biraz daha öfkelenirse yapacaklarına pişman olmayacaktı, ve Kasırga'da büyük bir deprem olacaktı.
Bu Hişin'in gözünden kaçmadı. Ortanca parmağındaki yüzüğünün taşını yavaş yavaş okşarken biraz sonra kopacak tufanı hissediyordu. Karşındaki adamı öldürmek için fırsat kolluyordu, ama bu şekilde değil. Aralarındaki bu sır gibi bağı her iki adam da itinayla kabul etmiyordu.
İki adam birbirine âdeta gözleriyle savaş açıyordu. Ve her iki tarafta kaybetmeye hiç niyetli değildi. Mahez'in onu görmezden gelişi, umursamamasına karşılık çok daha fazlasıyla gidiyordu.
”Bildiğim kadarıyla sen uslu ve itaatkâr kadınları seversin, yanılıyor muyum?” Onunla ilgili olan konulara takıntılı bir adamın imajını çiziyordu. Bacaklarını hafifçe aralayıp boynunu yana yatırdı. ”Yoksa artık vahşi ve hırçın olanlar mı dikkatini çekiyor?” Genç adam öfkelendi, konu onun özel hayatıyla ne alakası vardı? Hem kardeşi olacak kurnaz herif bunu nerden biliyordu? Dişlerini sıktı ve hemen sonra psikopat gibi gülmeye başladı. Mutluluktan yoksun, daha çok sabrın son noktasına ulaşmış keyifsiz bir gülüştü. Başını yana çevirip çenesini iki yana oynattı, kardeşi artık fazla olmaya başlıyordu ama madem oyun istiyordu zevkle onunla oyun oynardı.
Kendisinden bir yaş küçük olan kardeşini baştan aşağı süzdü, aralarında bir yaş olsa da ona üstünlük taşlamak hoşuna gidiyordu. Bir çok konuda birbirlerine benziyorlardı. Dış görünüş haricinde karekter açısından en çok benzedikleri nokta bu bu herkesi karşılarında küçük görüp aşılmaz güçleriyle insanları ne kadar başaralı olursa olsun aşağılayıp hep yetersiz görmekti. Onlar için zayıflık güçsüzlük, veya parasızlık değildi. Cesaret onlar için büyük bir başarı, ve gücü zenginleştiren bir kaynaktı. Cesur insanları asla aşağılamazlardı. Korkak insanları ise hor görüp daha fazla köşeye sıkıştırmak bir zevk meselesi hâline gelmişti.
Kardeşi gözlerinin içine baka baka öldürmek istediği kıza aşık olabileceğini söylemişti. Bunun düşüncesi bile yüzünü buruşturmasına sebep oldu. Kızın yüzüne yüzünü görmemişti lâkin o cırtlak sesi hâlâ kulaklarındaydı.
Kendisine yönelen soruyu büyük bir ystalıkla geri çevirip sahibine söylemekten çekinmedi. Her ikisi de özel hayatları hakkında ketumlardı. ”Bence bu soruya sen cevap ver kardeşim. Ne de olsa onu mekânında saklayan sensin.” Oldukça ciddi bir ifadeyle Hişin'in vereceği cevabı bekledi. Hişin Talır hiç istifini bozmadan onun kaçındığı soruya cevap verdi. ”Küçük kızları tercih etmiyorum.”
Kolay kolay kadınlara ilgi duymazdı, hatta dokunduğu kadınların yüzüne bile bakmazdı, kimsenin ne ona bakmasına izin verirdi ne de kendisini bunu yapardı. Öyle bir kibri vardı ki, karşındaki insanın gözlerine bile bakmayı layık görmüyordu. ”Ve tercih etsem bile sıradan bir kadın olmaz.” Aşağılayıcıydı sesi.
Mahez onun duygularıyla zerre ilgilenmiyordu, o buraya Havin Çakırca'yı almaya gelmişti, hiç kimse ona engel olamayacaktı.
O küçük kız onun en sevdiği hayvanını
Öldürmüştü, bunun bedelini canıyla ödeyecekti. Kızın ona karşı sergilediği hadsiz tavırları, ve çirkin sözlerini hatırlamasıyla vücudunu tarifsiz bir kızgınlık kapladı. Dişlerini birbirine bastırdı, içinde büyüyen o yırtıcı yaratığın vahşi istediği kan dökmekti, ve bunu fazlasıyla istiyordu.
Mölüh halkı iki adamdan ölesiye korkartdı. Talır erkeklerinden herkes çekinirdi, lâkin Mahez Talır ve Hişin Talır insanların adını dâhi ağzına almaktan korkutuğu kişilerdi.
Ölümcül bir soğukluktaki sessizlik iki acımasız ruhun üzerine ağır bir damga vurdu. Ve nihayetinde saf bir kötülük bağaşlayan bu uğursuz bakışmayı Mahez Talır bozdu. Boş kadehini sertçe masaya indirirken katı sesi itiraz istemedi.
”Kimsegi değil, Havin Çakırca'yı istiyorum İmparator. Benim savaşım seninle değil, kızı ver iş burda bitsin.”
Kızı yaşatmayacaktı, Hişin bunu bildiğinden kızı vermeyecekti. Hoşnutsuzca dilini damağında gezdirirken, kuvvetli sesiyle âdeta gündüze karanlığı davet etti.
”Kızı unut Mühkar, çünkü onu asla Kasırga'dan alamayacaksın. Ben karşılıksız iş yapan bir adam değilim. Almak istiyorsan, verdiğim kadar vereceksin bana.”
Otoriter ifadesi keskin çehresine oturdu. Kalbi soğuktu.
Kıza ne olacağı zerre umrunda değildi, tek düşündüğü ona sağlayacağı kârdı. Mahez Talır vagzeçmeyi bilmezdi, istediğini almanın uğrunda herşeyi yapardı. Yumruklarını sıktı, boğazındaki damarlar belirginleşip gözlerinin rengi açığa kavuştu. Mölüh bu gazaptan korktu fakat karşındaki adam öylesine kayıtsız ve ilgisizdi ki, az sonra olacaklar konusunda alışkın gibiydi. Genç adam tüm hiddetini kardeşine çevirdi. Gözlerindeki ateş öylesine büyük ve harlıydı ki hiçbir yağmur söndüremez, hiçbir okyanusun yaklaşmaya cüret edemezmiş gibiydi. ”Bugünden sonra daha fazla dikkat et mükemmel kardeşim. Çünkü ben o kızı alacağım ama sen farkında olmadan seveceğin o kızı alamayacaksın.” Ayağa kalktı, bir adamı yarattığı o depremin enkazında bırakacaktı, bu saatten sonra eline geçen ilk fırsatta zaaflarını kollayacaktı kardeşinin. Hiçbir zaman böyle bir şey yapmaya kalkışmamıştı, ama bugün kimi redeettiğinin dersini alacaktı Hişin Talır.
Şiddetli bir rüzgar genç adamın adımlarına eşlik ederek camların birbine çarpışarak kapanmasına neden oldu, bu çok yakında kopacak o tufanın haberini veriyordu.
Hişin Talır Kendi koltuğunda milim dâhi hareket etmedi, tüm vücudunu hazırlıksız yakalayan öfkeye karşı bu kez karşı koyamadı. Çünkü bu sefer öfkelenmek, ve ağabeyinin bu sınır tanımayışına karşılık vermek istiyordu. O bu sefer gerçek anlamda zarar vermek isteyen o cani yanını ortaya çıkarmaya yeminliydi. Kimse İmparator'u tehdit etmeye kalkışamazdı, bu ağabeyi olsa bile!
Bedeni kaskatı kesilmiş soğuk nefesleri odada büyük bir Kasvet doğururken, gözlerini yumdu. Şuan duygularına değil, aklına ihtiyacı vardı, ve çok düşünmesine gerek kalmadan direk elinde hazır olan kurbanını düşündü. Dudakları buz gibi bir ifadeyle ağırca kıvrıldı, daha sonra derin bir gülüşe ve sonra tekinsiz bir kahkahaya dönüştü.
Aklında yanlızca tek bir kelime dönüyordu. Sen farkında olmadan seveceğin kızı alamayacaksın.
Onun isteyip de alamayacağı bir şey söz konusu olamazdı. Ve onun kalbi kadınlara karşı bu kadar soğuk iken küçük bir kız onun zaafı olamazdı!
Bunları kafasından attı, delirmiş gibi oda da kahkhalarla gülerken kapının dışındaki nöbetçiler İmparator'u neyin bu kadar kontrolden çıkarttığını düşünüyor, bir taraftan da hiç korkmadıkları kadar korkuyorlardı.
Çünkü içerde bir adam çıldırmış gibi gülüyordu.
Nihayet gülüşü yavaş yavaş yavaş dudaklarında korkutucu bir kıvrılışa bırakıldığında, ”Kimi tehdit ettiğini bilmiyorsun. Canını öyle bir yakarım ki, sıradan bir kız için geldiğin şu duruma pişman olacaksın Mahez Talır.” Sertçe soludu. Ona ilk kez sesli adıyla hitap ediyordu yıllar sonra.
Düşmanının istediği şey elinde ise biraz oynamakta sakınca yoktu, ve eğer bu kişi Hişin Talır ise eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmazdı, uğrunda kaç kişinin canının gideceğini umursamıyordu.
Bu mevkin saltanatı yanlızca tek bir sahibi olabilirdi, yanlızca tek bir kişiye ait olabilirdi. Ve her iki adam uzun bir aradan sonra bir girdikleri savaşta bir kez daha yenilgiyle çıktılar. Onlara düşen payda ne kazanmak vardı ne de kaybetmek. Zafer bir kez daha geride durup onları izledi. Uzun zamandır iki imparator'dan birinin tahtından inmesini bekliyordu.
Sessizlik anlatırdı. Suaanlar anlayışla karşılardı, o gizemin içinde kaybolmuş bir parçası karanlık, bir parçası ateşten bir okyanustu. Cesaretin bitiği, korkak duyguların önünde yeniden ayaklandığı bir İmparator, asla yıkılmayacak şah. Onun zaafları tehlikeliydi, donulmazdı, dokunduğun yerden ateş tenini yakardı.
Bilinmez bir sırdı, bilenler susardı. Hişin Talır'ın başlattığı o savaşta ateş kül olduğu yerden alevlenir yeniden yakmak için.
ŞİMDİKİ ZAMAN
MEHLA KARADAN
💦
Sonunu düşündüğün bir hikâyeyi nasıl yaşabilirsin? Her gün elbet sonunda mutlu olacağım diyerek herşeye boyun eğebilir miydin? Ya da öleceksin diye herşeyi boş verip mutlu günleri ardında bırakabilir miydin? İnsan geleceğini bilmek isterken aslında hiçbir zaman gerçek olan bir hayal değildir. Çünkü herkes kehanetten korkar. İnsanlar geçmişinden de korkar. Orda gördüklerin bildiğin şeyler olsa bile hâlâ alışamadıkların var, kendinden uzaklaştırmaya çalıştığın anıların var. Hiçbir geçmiş kusursuz değildir. Onu kusursuz kılan şey gerçekçi yalanlardır.
Her duvarı beyazla masumlaştıran o boyanın ardında muhakkak gizli bir acının emaresi vardır.
Başkladırışım yüzünden bana ceza verecek insanların karşısında dikiliyordum. Tanımadığım insanlar, bilmediğim olağanüstü bir dünya, ve çıkışı olmayan kurallar. Buraya geldiğim için sevinmeli miydim yoksa belaya batabileceğim kadar battığım için korkmalı mıydım? Tam olarak kimden korkmam gerekiyordu? Hakkında hiçbir şey bilmediğim imparator muydu? Onu tanımıyordum, lâkin sadece geçirdiğim bir kaç saatte öylesine bir olmadığını anlamıştım. Kuvvetli hissi, ruhunun bir parçası olan otoritesi kesinlikle yaklaşılmayacak bir adam olduğunu söylüyordu.
Bir İmparator asla öylesine olamazdı, eğer sıradan olsaydı imparator olmazdı.
”Yüce İmparator'un emriyle bugünden sonra onun hizmetiyle her koşulda ilgilneceksin Mehla Karadan. Başkaldırı, ve itaatsizlik durumları söz konusu olmayacak. Bu durumlar olursa da İmparator'un emriyle infaz edileceksin.” Soluğum bıçak kesildi. Karşımda konuşan gözlüklü kadın başını elindeki belgeden kaldırıp ifademi ölçtü. Yüzümün kireç gibi olduğuna nerdeyse eminim. Masadaki tüm şahıslar bunu onayladı, sanki olması gereken buymuş gibi. Hayır değildi! Bu insanlar ne dediğinin farkında mıydı? Dudaklarım aralandı, ama konuşacak bir şey bulamadığımdan tekrar kapandı. Ve gözlüklü kadın tekrar elindeki siyah belgede yazanları okumaya devam etti. ” Sabah erken kalkacak, saat düz altıda İmlarator'un katında olacaksın. Tüm yemek öğünleri belli belirli saatlerde olacak. Kahvaltı düz altıda olacak, bir dakika geç gelir, veya tersi erken gelirsen bu cezasız kalmayacak. Aynı şekilde öğlen ve akşam yemekleri içinde geçerli.” Nefessizlinkten şekilden şekile giriyordum. Duyduklarımın bir kısmını daha sindiremeden daha fecisini duymaktan nefeslerin düzensizleşmiş, biraz sonra hiç şüphesiz kalp krizinden gidecektim.
Bir dakika ne geç ne de erken.
Aksi olursa cezalanacak mıydım?
Kadın beni öldürmeye yemin etmiş gibi tekrardan okumaya devam etti. Şu lânet belgede destan mı yazmışlardı? ”İş başındayken ve değilken, İmparator'la göz teması kurulmayacak, verilen her emire sorgusuz sualsiz itaat edilecek. Öğrenciler ve Görevlilerle ise onlar seninle konuşmadığı taktirde tek kelime etmeyeceksin.” Ne!
Ben bu kuralların hangi birine yetişecektim? Daha fazla susmayarak ilk itirazımı gerçekleştirdim. ”Kusura bakmayın hanımefendi ama ben bir kukla, veya bir köle değilim. Buraya kendi isteğimle de gelmedim. Bu söylediklerinizin tümünü yapmam için mantıklı bir sebep sunun.” Kadının gözlüğün ardındaki gözleri büyüdü, aynı şekilde diğerleri de bana şaşkınlıkla baktı. Başımı çevirip hemen yanımdaki cansız heykel rolünü oynayan Sahil'e baktım. Konuşmayı bırak, yüzünde minik dâhi oynamıyordu. Eminim şu düştüğüm hâle içinde sevinç naraları atıyordur. Sinirle önüme dönüp rotamı tekrar kadına çevirdim. Üzerindeki şaşkınlığı atmış, çatık kaşlarla bana bakıyordu. Elindeki belgeyi masaya bırakıp dik dik yüzüme baktı. ”Bu yapıda, bilhassa İmparator'un hizmetiyle görevlenmek için tüm Mölüh halkı sıraya giriyor, ama sen İmparator'un izniyle bu şansa sahip olmana rağmen hâlâ beğebmiyor musun?” Bu söylediğine kendis bile inanmıyor olacak ki, bana kızgınlık ve hayret arası bakıyordu. Bu kadın ne sanıyordu gerçekten İmparator'un hayranı olan Halkın insanlarından mı?
O bir imparator'dan önce kusursuz dış görünüşüyle insanı kendisine hayran bırakıyordu, lâkin ben bu şartlar altında değil çalışmak bir izleyici olarak bile kalmazdım! Ki benim bir amacım vardı.
Herkes benden bir cevap beklerken, çenimi kaldırdım ve dereddüt etmeden, ”Evet doğru duydunuz, ben bu şartlar altında değil çalışmak bir saniyeden fazla bu lânet yerde kalmam.” diye konuştum. Bunlar ne biçim insandı? Resmen insanları köle yerine koyuyorlardı, o adam bu şehrin İmparator'u ise bu kuralların nasıl devam etmesine izin verirdi!
Kadın başını iki yana sallayıp ağzının içinde homurdandı. Madem kendi isteğimle çıkıp gidebiliyordum Sahil ne diye beni çekip getirmişti buraya?
Biran önce burdan çıkmak için omzundaki saçlarımı geriye atıp yorgun bir sesle konuştum. ”Herşey hâl olduğuna göre beni burda tutmanızın bir sakıncası yok sanırım.” Büyükçe esnerken elimi ağzıma götürdüm. Masadiklerde dâhil Sahil bana deli görmüş gibi bakıyordu. Bakışlarım yanlızca gözlüklü kadının üstündeydi. Başını önündeki dosyalardan kaldırmayan adam bile bana bakıyordu. Gözlüklü kadın nihayet kendine gelmiş gibi boğazını temizleyip, ”Maalesef böyle bir yetkiniz Yok. Evsiz ve kimsesiz insanlar sokaklarda insanlara rahatsızlık verdiğinden burada çalışmak zorundalar. Çıkmaları ise ancak Mölüh'te maddi durumu olan birisi gelip sahip çıkmak isterse bu durum değişir.” Açıkça sizi köle olarak satın alırsa değil, sahiplendirme diyorlardı. Ve ayrıca bizim insanlara ne gibi bir zararımız vardı? Gidip kapılarına bizi evinize alın diyecek halimiz yoktu ya! Geri adım atmadım. ”Burda çalışmak istemiyorum. Ve ayrıca benim kimseye bir zararım yok. Hem öyle olsa bile ben bu şehirde bir dakikadan fazla kalmayacağım, çünkü benim başka bir şehirde başka bir hayatım var. İzninizle şimdi buradan gitmek istiyorum.” Son derece de kararlı sözlerim münasebetsizin tekini güldürdü. Herkesin bakışları o tarafa döndü ama ben dönüp bakmadım.
Sözlerime alayla gülen kişi Sahil'den başkası değildi. Gerçekten harikaydı! Yüzüme düşen saçlarımı havalı bir şekilde omzundan arkaya atarken masadaki bana küçümseyici bakışlar atan çakma kızıl konuşmaya başladı. ”Dön ve etrafına bak. Burası senin dünyan değil. Burası Mölüh, ve Mölühte olduğun sürece onun kurallarına itaat etmek zorundasın.” Bana tiksinerek baktı.
Zorundalık... Ne gibi bir zorundalık? Hiçbir şeye mecbur değildim. Bakışlarımı kaldırıp her birinin yüzüne baktım. Anladığım kadarıyla burdaki hiç kimsenin umrunda değildi benim ne istediğim. Onlara göre bana düşen sadece emirlere uymaktı, ah pardon köleliğe! ”Beni burda zorla tutucaksınız yani?” Tek kaşımı bu ihtimali sorgularcasına kaldırıp direk olarak gözlüklü kadına baktım. Ciddi anlamda çok konuştuğumu düşünüyor olacak ki bana süs dercesine bakıyordu. Sinirle gözlüklerini düzeltip bana zaptedemediği bir kızgınlıkla baktı. ”Kadın başına Mölüh'te kalmak çok tehlikeli.” Hadi ama yüz ifadesine bakılınca bunun pek umrunda olduğu söylenilmezdi, ama benim iyiliğimi düşünüyormuş gibi davranmaya devam etti. ”Nefsi kirli insanlarla dolu buralar. Başına gelecekleri tahmin bile edemezsin. Burda çalıştığın süre zarfında çalıştığın parayı biriktirip kendine bir ev alacak imkânların olduğunda gitmemeni en önce biz isteriz zaten.” Son kısma yaptığı vurgu gözünden kaçmadı. Sanki özellikle bizim sana ihtiyacımız yok, ama senin var demeye çalışıyordu.
Herşey bir tarafta Sahil'in ağzı bıçak açmıyordu. Bayan kontrol manyağı bugün supustu. Kendi hakkımı savunmak istiyordum fakat elimdekilere bakınca pekte savunulacak bir tarafım yoktu.
Dışarısı tekin değildi, en önemlisi ben nasıl gideceğimi de bilmiyordum. Bunu daha önce denemiştim ama başarısız olmuştum. Çünkü bana yardım edecek tek bir insan bilene yoktu. Bu durumda köle mi olacaktım?
Başımı iki yana salladım. ”Siz şehrinize her geleni böyle köle mi yapıyorsunuz?” Yine onu sorguya çekmiştim. Bu sefer gözlüklü kadın değil masada bulunan iki adamın hışmına uğradım. ”Bizim şehrimize gelenler olmaz, terkedip daha sonra ait oldukları yere geri dönenler olur.” Kaba üslûbu bakışlarımı ona çevirmeme neden oldu. Uzun kahverengi saçları ense kökünde bitiyordu, yaşının olgunluğu yüz hatlarını daha bir belirginleştirmiş, kirli sakallarıyla da yakışıklı çehresini tamamlamıştı. Buz gibi bakışlara sahipti. Gözlüklerinin ardındaki renkli gözleri beni bana sertçe bakıyordu.
Sustum. Biraz daha konuşursam sonum yine hücrede bitecekti. Ben susunca iki adam tekrar işlerinin başına döndüler.
Göz ucuyla Sahil'e baktığımda dümdüz önüne baktığını gördüm. Ondaki rahatlığın yarısı bende olsa bu hâlde olmazdım. Ona ters ters bakıp tekrar önüme döndüm. Çakma kızıl gözlerini üzerime dikmiş âdeta bakışlarıyla beni eziyordu. Gözlüklü esmer kadın ise tek derdi işini başarıyla halletmek istiyordu. Büyük ihtimâlle gözünde kurtulması gereken bir yüktüm, ve o bir an önce benden kurtulmak için elinden geleni ardına koymuyordu. Diğer iki genç adam burada yok gibilerdi, sadece ben itiraz ettiğimde başlarını kaldırıp gerçek dünyaya dönüyorlardı. Kadın elindeki siyah dosyaya kalemle birşeyler yazıp kenara bırakıp az önceye nazaran ifadesiz bir yüzle bana döndü. ”Bu sessizliğin kabul ettiğin anlamına geliyor sanırım. Kabul etmeme gibi bir lüksün de yok.” Sesindeki iğneleyici tınıyı yakaladım. Benden hiç haz etmişe benzemiyordu.
Hoş bu odadaki hiçbirisi beni pek seviyor gibi değillerdi. Yabancıyım hâliyle sevmesinler. Sevseler bu sefer bir çıkarları olduklarını düşüneceğim.
Çaresizlikle başımı 'Evet' anlamında salladım. Benim onayımla birlikte kadın önündeki bilgisayara benzeyen makineye döndü. Bir kaç tuş sesi, kağıt sesleri.
Verdiğim kararın ağırlığı saniyesinde tepeme çullanmıştı. Ne kadar da çabuk pişman olmuştum. Ama yapacağım başka hiçbir şey yoktu.
Burdaki kapılar bile sistemle açılıp kapanırken, çıkış yollarının zorluğunu düşünmek bile isteniyordum. Denizaltı. Burası eğer gerçekten denizaltıysa burdan çıkmam imkânsızdı.
Düşündüklerim boğazıma derin bir yumru bıraktı, bu düşünce bile ödümü kopartmıştı. Büyüyen göz bebeklerim hemen yayındaki Sahil'i buldu
Burda işi bitmiş gibi öne doğru saygıyla eğilip, "Efendim izninizle işimin başına dönmem gerekiyor." diye konuştuğunda esmer gözlüklü kadın az önce bana laf atan adama doğru, "Manyg kimlik imzalarını ver." Başını dosyadan kaldırmayan isminin Mayng olduğunu öğrendiğim genç adam, önündeki mavi kâğıtlardan birini alıp esmer kadına uzattı.
"Buraya gel Sahil." dediğinde sesindeki samimiyet görülmeye değerdi. Sahil'e olan bakışları sevgi ve güven doluydu.
Sahil ikiltmeden masanın önüne geçtiğinde parmaklarımı birbine kenetleyip başımı eğdim ve alt dudağımı kemirmeye başladım. Sahil her konuda başaralı, ve herkesin gözü kapalı güvendiği biriydi. Asla onun gibi olamayacaktım. Elbette ki kıyaslama yapmıyordum, ama ona bakınca imreniyordum.
Gözlüklü kadın ona elindeki mavi kâğıdı uzattı. "Bunu sistemden geçirip kayıtlarda ismini aktif yaptıktan sonra işinin başına döneceksin." Sahil'e İçten gelen bir gülümseme gönderdi.
Daha sonra ise gözleri beni buldu. "Ve sana gelirsek, bu konuda sana Mefel yardımcı olacak." Mefel kimdi?
Bana bakarak sinsice gülümseyen çakma kızıl saçlı kadın... Çok üzerine düşmeden cevabını aldım. Sanırım Mefel oydu. Bana odaklı bakışları tiksinti ve iğrentiden oluşuyordu. Ona boş boş baktım.
O sırada Sahil elindeki kâğıtla kapıya doğru ilerlediğinde, refleksle bende peşinden gitmeye hazırlanıyordum ki, gözlüklü kadının söyledikleriyle unuttuğum gerçeği hatırlamış oldum. "Tek bir adım atarsan Yüce İmparator'a zorluk çıkarttığından bahsetmek durumunda kalacağım." Beni alenen onunla tehtit ediyordu. Adımlarımın durmasının sebebi korkularım değildi elbet, onunla yüzleşmek istemiyordum. Ruhuma atılan düğümler onu gördüğüm her an biraz daha büyüyor, ve bir kördüğüme dönüşüyordu.
Kadın biran önce beni başından savmak istercesine, "Mefel, gerekini yap." dedi bezgince.
Mefel denen kadına baktım. Ağırca ayağa kalktığında, yüzünde bana bakarken oluşan ifade hiçde doğru birine denk gelmediğimi söylüyordu. Üzerindeki oldukça ilgi çekici siyah dekolteli elbisesini düzeltiğinde, "O iş oldu bil Dora." Ayakabılarının topuklu sesleri eşliğinde bana doğru adımlamaya başladı. Bu kadınla gideceğime hiç emin değildim, çünkü bakışlarının altında saklanan tehlikeli parıltılar amacını yakalıyordu. O kutlamada ona söylediğim sözlerden sonra beni sevmediği aşikârdı.
Yanıma geldiğinde yüzüme karşısında iğrenç bir mahlukat varmış gibi bakıp, "Düş peşime." Aksanı biraz yabancıydı, kelimeleri telaffuz ederken biraz zorlanıyordu. Ama öyle seksi ve kışkırtıcı bir havası vardı ki, insanı günaha davet ettirecek bakışları vardı. İçimden bir ses bu kadınla hiç iyi anlaşmayacağımı söylüyordu.
Nihayet aramızdaki tatsız bakışma faslı bittiğinde, önümden öyle kadınsı bir şekilde yürüyüp geçti ki, bir an
kendimi sorguladım. Tamam ondan daha güzeldim, fakat vücut olarak istesem bile o tavırları sergileyip o özgüvenle yürüyemezdim.
Her kadın kendinden daha bakımlı, daha özenli bir kadın görünce böyle mi düşünüyordu acaba? Özellikle üstünde böyle hizmetçi önlüğü varken, bu konuda düşüncelerime bir yanıt verdim.
Kesinlikle!
Uzun süredir beklediğimi tamamen kesilen davetkâr adım sesleriyle anladım. Son kez dönüp gözlüklü kadına baktığımda, bana attığı, 'Ne bekliyorsun?' bakışları fazla komikti. Gülümseyerek elimi bay bay anlamında sallayıp açık kapıdan çıktığımda Mefel'i direk beşinci basamakta durmuş sinirle solurken buldum. Sanırım gelmediğimi farkettiğinde durmuş ve beni beklemişti, tabii bana zerre tahammül etmediğinden olsa gerek beklediği iki saniye ona asırlar gibi gelmişti.
"Nerdesin sen! Seni mi bekleyeceğim burda!" Sinirlenmesini bekliyordum fakat böyle abarlıtılı bir tepki beklemediğim kesindi.
Gözlerimi devirip basamaklara tırmandım, "Şey ayağımı burktum da, geliyorum şimdi." Bu yalana bir nevi beyaz yalan denilirdi., sonuç olarak ben yalancı değildim.
Öyleydim değil mi?
Bir nebze sayılırdı.
Mefel bana son bir kez bakıp ağzının içinde benim duymayacağım çekilde bir şeyler söyledi. Bu kadar sevimli bir insan iken bu nefreti katiyen kabul etmiyordum. Benim gibi bir güzellik için hakeretti bu!
Mefel kapıyı açtığında Sahil'le girdiğimiz o koridorda buldum kendimi. Mefel sallaan sallana önümden yürürken bakışkarım istemsizce kalçalarına, ve cüretkâr elbisesine kayıyordu. Bir davete veyahut özel bir yemeğe gitmediğin sürece ne gerek vardı iş üzerinde bu kıyafeti giymeye?
Belkide bu şekilde rahat ediyordur, diye düşündüm. Ama baktıkça mümkün değildi. Kendini bir an için o elbisenin içinde hayal ettiğimde saniyesinde gözümün önüne gelen görüntüyle yüzümü buruşturdum. Bu kadar kısa ve dar bir elbiseyi denemek için bile olsa giymezdim herhâlde.
Kendim ve Mefel'in cüretkâr elbisesiyle zihnimde bir arbede başlatırken tüm bunlardan bihaber Mefel, gold rengi asansörlerden birinin önünde durdu. Omzunun üzerinden bana bakıp varlığımdan emin olduğunda, açılan asansörün kapısından içeriye girmek yerine işini garantiye alarak, "Ne bekliyorsun? Geç içeriye." Sinirli bir şekilde beni terslemesine sinir olmadım denilmezdi. Bu kadına şuracıkta saldırsam kamera görüntülerine yakalanır mıydım?
Pekâlâ bu katta olmasa asansörde avantajlı olabilirdim, ama cinayet işini halletmem için kendime bir ortak bulmalıydım. Acaba suçu Sahil'in üzerine atsaydım inannırlarlar mıydı?
2% İhtimâl vardı, denemekte zarar çıkmazdı, ama benim gibi güzel, hoş zarif hanımefendiye böyle şeyler yakışmaz.
İstemeye istemeye asansörün içine girdim bu sırada Mefel'de hemen arkamdan içeriye girdi. Onun varlığını unutmak için başımı kaldırıp asansörün ihtişamlı tavanına baktım. Mefel'den aldığım sandal ağacının kokusunu solumamak adına ağzımdan nefes almaya başladım.
Sanırım bende artık ondan nefret ediyordum, yoksa bu yaptığımın başka bir açıklaması olamazdı!
İşte bu harikaydı, ilk kez birinden nefret ettiğim için kendimi bu kadar mutlu hissediyordum
Sırtını asansörün duvarına yaslamış, boynumu da geriye atmış bir hâlde tavana bakıyordum, fakat Mefel'in bakışları dikkatli bir şekilde üzerimde olduğu için daha fazla tavana bakamadım. Gözlerimi tavandan çekip kahverengi gözlerine baktım. "Benimle sorunun ne senin? Daha önce etrafında kendin gibi hep çakma kızılllar gördüğün için mi bu tepkin?" Biraz ağır olmuşti sanırım bu onun için, ama doğruya doğruydu. Yalan olduğunu ıspatlayacak birşey söz konusu olamazdı.
Mefel sözlerin üzerine aniden bana doğru bir adım atınca ne yapacağımı şaşırdım. Ellerini göğsününa altında bağlayıp güçümseyici bir ifadeyle bedenimi baştan aşşağı süzdü. Dudakları alay eder gibi kıvrıldı. "Seni küçük sürtük, bu ucuz bedeninle mi bana kafa tutuyorsun?"
Dişlerimi sıktım bu kız ne cüretle bana bu hakareti edebilirdi? Ben dilime bile alamazdım o kelimeyi, ama başkaları nasılda rahatlıkla söyleyebiliyorlardı.
Sakinleşmeye çalışarak,
"Hemen geri al o sözü." Ellerim öfkeden olsa gerek kızarmaya başladı. Hemen şimdi o sözünü geri almazsa yapacaklarım için asla pişman olmayacaktım. Ondan bir özür beklerken Mefel beni yanıltarak şuh bir kahkaha attığında oldukça eğlenmişe benziyordu. Yumruklarımı sıktım. Sakin ol. Sakin ol.
Bu kelimeyi kaç defa kendi içimde söylediğimi bilmiyorum. Sakinleşmeliydim.
Kahkahasını sonlandırdığında yırtıcı bakışlarıma karşı küstahça konuştu. "Ne o? Yoksa fazla mı maruz kaldın bu kelimeye?" Bana acıyarak baktı. "Afedersin bimiyordum." Yalancı bir üzüntüyle dudaklarını büktüğünde herşey için çok geçti artık. Onu öyle sert bir şekilde duvara ittim ki asansörden büyük bir görültü sesi geldi. Mefel'in yüzü acıyla kasıldığında, ellerim boğazına uzandı, titreyen parmaklarım boynunu kuvvetle asılırke, "Bir daha o kelimeyi söylemeyeceksin!" Kendimi kaybetmiştim, ne sesimin ayarını ne de yapmakta olduğum bu karanlık eylemin ağırlığını hesap edecek durumdaydım.
Boğazını sıktığım kadının nefessizlikten yüzü kıpkırmızı olmuştu. Elleriyle ellerimi itmeye, benden kurtulmaya çakışıyordu ama pek başarılı olduğu söylenilmezdi. Bileklerime akın eden orantısız bu güç, beni bile afaltacak bir boyuttaydı.
”B-bunun hesabını ödeye-” Sözünü yarıda kestim. ”Senin gibiler yüzünden yeterince bedelini çektim, hemde en ağır şekilde! Duydun beni! En ağır şekilde!” Son anda ne yaptığımı farkettiğimde elektrik çarpmış gibi nefessizlikten ölmek üzere olan Mefel'in üzerinden ellerimi çekip geriye sendeledim. Mefel yere çöküp öksürmeye başladığında o an yapmak üzere olduğum şeyin dehşetiyle sarsılarak kapıları ne zamandan beridir açılmış olan asansörden süratle çıktım.
Elim ayağım titriyor, vücudum sanki felç geçiriyordu. Nefes alamıyordum, aldığım soluklar aklıma gelen o kelimeyle birlikte yarıda kesiliyordu, sanki benim cezammış gibi bununla sınılıyordum. Kaskatıydım.
Nereye geldiğimizi bilmiyordum herşey pusluydu, görüş açım kararmıştı. Koridorda yürürken dizlerim zangır zangır titriyordu yere çökmem an meselesiydi.
Arkamdan birinin bağırışını bir uğultu şeklinde duydum. dönmedim, bakmadım.
Geçmiş krizimi tetikliyordu, her anı kapısı kilitli odaların ardından çıkıp zihnime meydan okuyordu. Sol gözümden düşen yaşa kadar gözlerimin dolduğunu bilmiyordum.
Koridorun duvarına tutundum, duvarlar üstüme üstüme geliyordu. köşeye sıkışmıştım ve bu sefer gelecek anı öylesine değildi.
”Si Diamo si, vahirle mio sencadu, gaertapel sihert kalkes. Si diamo si.”
(Benim bebeğim, gece soğuk üşümüş ellerin, ıslak bakıyor gözlerin. Uyu bebeğim uyu.)
”Si, tayrim go nutalf, si diamore hacas mio jall ome şanşire.”
(Uyu tatlı bebeğim, yarın güzel çiçekler açacak, uyu bebeğim bu gece sana bir ninni söyleyeceğim.)
"Sier goome şanşire diamore, lotser falemiye son gorham, alea siya laa veglsuran mego, dohargi mah'i noktera si al. korhebi mess, Siya lo."
(Sana bir ninni söyleyeceğim bebeğim, hiç unutmayacaksın bu sesi, güzel ağaçlarımızın rengi kızıl olmuş senin için, Lavantalar senin için güzel kokuyor.)
"Sus sus!" diye bağırdığımda elimi duvardan çekip kulaklarıma bastırdım. Susmuyordu, sumalıydı. O ses daha fazla büyüdüğünde ne yapacağımı bilmiyordum. Parmaklarım şiddetli bir krizin başlangıcındaymış gibi titriyordu. O görüntü silinmiyordu aklımdan, ağlayışı bir çığlığa dönüşen bebeği annesi susturamıyordu. Güzel ninniler dinlemek istemiyordu. Karanlık bir odada nerdeyse yok denilecek kadar cılız bir ışığın altında, bebeğini kucağında sallayan o kadını görüyordum.
Görmek istemiyordum.
Elimi kulaklarımdan çekip gözlerimi kapattım, ve zihnimdeki anıları kontrolüm altına almaya çalıştım. Bozuk plak gibi hep başa saran anıyı aklımdan defettin.
Sıktığım parmaklarımı özgür bıraktım ve kasılan bedenimi rahatlatmaya çalıştım. Sesler bir uğultulu hâline geldiğinde sıkılı nefeslerim düzenli bir hâle geldi, gülümsedim.
İşte şimdi bitmişti. Ama gözlerimden bir anıya veda niyetinde dökülen gözyaşlara engel olamadım.
Hiçbir şeyin bittiği yoktu, sadece ertelenmişti bir süreliğiğine kadar. Sadece şimdilik bana acımış ve susmuşlardı.
Yıllardır onları susturduğum gibi artık susturamıyordum, acıdan kıvrandığımda bile çığlık atamaz mıydım? Hislerini değiştirmen elinde miydi ki korkutuğun fakit kormayasın?
Denizden korkan biri denize yaklaşamazdı, güneşi sevmeyen biri ona bakamazdı, karanlıktan kaçan biri gözlerini kapatmaya korkardı, ışıkların içinde uyurdu. Ben hepsini yaşayacak kadar çaresiz kalmıştım korkularıma.
Mefel'den kurulmak için bilmediğim asansörlerden birine girdiğimde kapılarının kapanıp bir an önce hareket etmesini bekledim.
Az önceki yaşadıklarıma alışkındım, çünkü bu tür hakaret içeren küfürlere karşı duyarsız kalamıyordum, bu elimde değildi. İstemdışı gerçekleşiyordu ve ben kendime geldiğimde herşey olup bitmişti. İlk krizimi on yaşında okulda yaşamıştım, o zaman durumun çok kötü olmuştu nefessizlikten az kalsın ölüyordum. Ama o zamanlar boynumda lavanta kokan bir kolye vardı, ve o koku sayesinde krizlerden kurtuluyordum. Fakat o kolyeyi kaybettiğimde bir daha bulamadığım gibi ona benzeyenleri de aldığımda işe yaramamıştı.
Zihnimde gördüğüm o kadın, bir tür hafızamda izlediğim filimlerden kalan bir parçaydı, lâkin beni etkilemesi başka bir sebeptendi. O kolyeyi kaybetmeseydim eğer bir dakika önce o kadına dönüşmezdim.
Peki pişman mıydım?
Hayır değildim, çünkü hiç bir kadın onurunu zedeleyen bir kelimeye maruz kalmamalıydı! Ki Mefel bir kadındı ve duymak istemediği kelimeleri hemcinsine söylememeliydi. Bu ona küçük bir ders olmuştu, gücüyle herkesi ezip küçümsemeyeceğini belki de artık anlamıştır.
Asansör durduğunda kapıları her iki yana açıldı, başımı eğip dizlerimi kontrol ettim. iyiydim yürüyebilecek durumdaydım. Gözlerimdeki yaşları usulca sildiğimde burnumu çektim. Benim gibi güzel bir kız hiç kimse için ağlayamazdı!
Gözyaşlarımı bir süreliğine ne yapıp ne edip kendimden soğutmalıydım, çünkü olur olmadık her yerde sebepsizce akıyorlardı, böyle giderse düğünümde dökecek gözyaşım olmazdı, kimden isteyebilirdim ki?
Asansörden omuzlarım dik bir şekilde çıktım. Görüş açıma ilk giren şey, siyahın bolca hâkim olduğu koyu renklerin birleştiği bir koridor.
Ne başka bir kata daha mı gelmiştim? Bu evde kaç kat vardı yahu?
Etrafıma garip garip bakışlar attığım esnada koridorda duyduğum nefes sesiyle yanlız olmadığımı farkettim. Sertçe yutkundum, genzimi yakan nefes orda tıkanıp kaldı.
Benden başka kim olabilirdi burda?
Toparlanmak adına boğazımı temizleyip, usulca başımı çevirip omzumun üstünden arkama baktım. gözlerimin göreceği en fazla görevli bir adam, veyahut bir kadın olabilirdi, fakat bu kişi olamazdı. Geldiğim günden bu yana hiç aklımdan çıkmayan ve hatta ona değer verdiğimi aslında yeni yeni farkettiğim o kişi karşımdaydı. Fakat hayal olup olmadığından şüpheliydim, ama onun hayaletine bile razı olduğumu o an anladım.
Büyük bir şaşkınlığın esiri olan bedenimi tamamen ona döndürdüğümde, kahverengi gözlerindeki dehşetin yerini şaşkınlık aldı. Ne yapacağını bilmez bir hâlde saçlarına götürdüğü elleri orda öylece kalmıştı. Hayal olup olmadığını test etmek için gözlerimi kapatmayı bırak, kirpiklerimi bile oynatmaktan ölesiye korkuyordum kaybolacak diye.
Lütfen hayal olmasın ve karşımdaki gerçekten Havin olsun. İçimden ettiğim duanın kabul olacağından şüpheliydim, çünkü bahtsız biri olmakla sınırlı kalmayıp aynı zamanda ne dilerse anında yok olan, ne aldıysa saniyesinde bir şekilde elinden alınan, dua ederken bile asla duası kabul olmayan biriydim.
Havin'in iri kahverengi gözleri önce saçlarımı, sonra gözlerimi ve en son üzerimdeki ünlükte durdu. Aynı şekilde bende onu baştan aşşağı süzdüm. Benim üzerimdeki sarı ünlüğün aksine onun önlüğü ilk geldiğim gün giydiğim mavi ünlüktü.
Havin'i de mi bu önlüğü giymeye zorlamışlardı? Yüzüme sokakta geçerken bir tanıdığına raslayan o gülümseme oluştu. Elimi havaya kaldırıp neşeyle, ”Aa Havin? Görmeyeli ne yapıyorsun hiç?” çok mükemel bir durumdaymışım gibi onun hâlini sormam aklımı kaçırmama ramak kaldığının göstergesiydi.
Ona doğru bir adım attığımda, "Sen?" dedi, devamını getirmedi, beni tanımamış olabileceğini düşünüp ağzımı hayretle açtım, "Benim Mehla, arkadışını tanımadın mı?" Tek kaşımı sorgulayıcı bir biçimde havaya kaldırdım. Evet artık bir elimle kaçık ve tencere alıp sokakta davul çalmadığım kalmıştı.
Benim arkadaşım değildi! Hem hayaldi bir kere o gerçek bile değildi. Eğer Havin olsa bana yine hakaretlerini saydırırdı.
İşaret parmağını havaya kaldırıp şok içine kalmış gibi bana doğrulttu. "Sen... Kâbus değilsin," Ne kâbus mu? Bana nasıl bu hakareti lâyık görürdü?
Aklıma gelen gerçekle, gözlerim dehşetle açıldı. İnanmayarak bedenine baktım ve sonra dakikalardır korkutuğum o eylemi gerçekleştirdim. Gözlerimi kapatıp açtım.
Bedeni karşımdaydı. Hayal değildi, rüya değildi, Havin kanlı canlı karşımdaydı. Gerçek Havin bana hakaret etmeden durmazdı. Üst üste yutkundum, şimdi ikimiz karşı karşıyaydık oda benim gibi yeni yeni idrak etmişti gerçek olduğumu. İçimde bir kıpırdanma oluştu, şimdi ona daha farklı bakıyordum, hatta hiçbir zaman tenezzül edip bakmadığım yüzüne şimdi büyük bir özlemle, ihtiyaçla bakıyordum.
Benim onu özlediğim kadar oda beni özlemiş miydi?
🍊👈 Size bol bol mandalina tavsiye ediyorum, malum karakterimiz bize son zamanlarda vitamin konusunda çok örnek oluyor.
Ee nasılsınız bakalım?
Baya uzun bir süre geçti bölümün üstünden, özlediniz mi beni? Lütfen hayır cevap vermeyin kırılırım😞
Bölüm hakkında konuşmam gerekirken ben burda kendimden bahsediyorum.
Hadi o zaman biraz kitaptan konuşalım.
Mesela en çok hangi sahneyi beğendiniz? Hişin hakkındaki düşüncekeriniz nelerdir? Bu bölümde hiçbirimizin henüz varlığından haberi olmadığı Mahez'i tanıdık, üstelik onun ağabeyi.
Eminim sizde düşünüyorsunuz. Mahez varken neden Hişin imparator oldu diye, bunun da bir sebebi var elbette, fakat şimdi geçmişi anlatmak için çok erken diye düşünüyorum.
Ve kurguya son anda dahil olan kişiye gelelim.
Havin'in geleceğini hepimiz biliyorduk, çünkü bu kurguda önemli bir karakterdi ve elbette bir gün gelecekti. Fakat ben Havin'i çok özlediğim için bu hasrete bir son vermek istedim (:
Yazarken gerçekten gülüyorum, öyle ben yazıyorum diye ne gülüyor, ne beğeniyorum diye bir şey yok. İnanın sizden daha çok heycanlı ve meraklıyım bölümleri yazarken.
O zaman gelecek bölümde görüşmek dileğiyle diyorum ve sizleri bırakıyorum. Hepiniz kendinize çook iyi bakın size ihtiyacım var, ama çıkar konusunda değil! sizleri seviyorum gerçekten.
Kendinize çok iyi bakın, Allah'a emanet olun🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |