@ebru2_yuva_
|
"seni ararken o zor günleri nasıl geçirip unuttuğumu farkedemedim. Sana olan nefretimin hırsı beni o zor günlerde güçlendirdiği için bir diğer hedefim sana teşekkür etmek olacak."
♨
Bazen arardı. Öyle ki gerçeği görürken yalana bile inanmaya başlardı. Bir süre sonra kendini o yalancı yıldızların sahibi bile sanardı. Yıldızlar onundu. Gökyüzü onun eviydi. Ve bu yüzden gidemiyordu. İmkansızı sevmek bu muydu? Ama vazgeçilmezdi onlardan. Nasıl terkedebilirdim ben evimi. Nasıl burakırdım o yıldızlara bakmayı. Onlar benim işimdi. Onlar sinirli ruhumun iyimser bir parçasıydı. Vazgeçemezdim asla doğadan. Uzun zaman önce ailemi kaybetmeme rağmen hala sanki acısı yeniymiş gibi bir sızı vardı. Geçecek gibi değildi. Günün çoğunu işlere ayırmak bile unutturmuyordu geçmişi. Her an her dakika aklımdaydı. Geçmiş ne kötü bir şeydi. Bazılarının özelleri varken benim yanlızca hatırlamak istemediklerim vardı. Ulaşmaya çalıştığım hedefim vardı. "Abla!' Duyduğum sesle başımı kaldırdım. Ve derin düşüncelerimden ayrılıp bakışlarımı sesin sahibine çevirdim. "Yemek yapmamışsın bugün." diyerek sitem eden şeta mavi gözleriyle şimdi beni dövecek gibiydi. En küçüğümüz olmasına rağmen ne saygı gösteriyordu. Nede alttan almayı biliyordu. Başımda ki siyah kuşağı çıkartıp Öfkeyle soluyarak "sanki çok yiyiceğimiz varmışta ben unutmuşum gibi konuşma şimdi başımda " dediğimde artık canımdan bezmiş bir durumdaydım. Şeta İki kol yaptığı kızıl saçlarını çekiştirip. "Bıkttım artık bu lanet yerde yaşamaktan!" diye bağırdı. Hışımla ayağımda ki terliğe uzanıp çıkarttığım gibi ne yapacağımı biliyormuş gibi tam kaçacakken kafasına fırlattım. Tam isabet olmuştu. İnleyerek kafasını tuttu. "Asıl ben bıktım size bakmaktan. Ananız mıyım babanız mıyım! Ablanız mıyım belli değil!" öfkelendiğimi anladığı gibi koşarak odadan çıktı. İçerde. "Eyvah ablama gene geldiler." dediğini duydum. Hayret bir şeydi. Sanki mecburmuşum gibi bir sorguya çekiyorlardı beni. Yiyecek birazcık erzağımız yok. Kalkmış yemek yapmamışsın diyor. Sanki var ben yapmıyorum. Terbiyesiz velet! En sonunda bu evde çıldıracaktım. Hayır evde ev olsa bari. Homurdanarak "Köpeğin bile içemediği yerde yaşarken prenseslerimiz başka yere taşınmak istiyormuş." Ayağa kalkıp. Kapıya doğru ilerlerken. "Zenginliğimize nazar değmesin. O kadar zenginiz ki İstediğimiz her yere her an taşınabiliyoruz." gece gece beni öfkelendirmek onlara zevk gibi bir şey veriyor olmalı ki hiç gocunmadan her gün her gece aynı muabbeti yapmaya doymuyorlardı. Kapı eşiğinden geçip küçük eski eşyalarla dolu salona girdiğim gibi bakışlarımın ilk hedefi iki kardeşim oldu. İkisi de korkuyla bana bakıyorlardı. en cesaretlisi şeta'ydı zaten. Üç kişiydik. Benden iki yaş küçük olan gunjen asabi bir tipti. Gördüğüne bulaşan. Hatta bulaşınca da rahat durmayıp döven bir kızdı. Şeta ise en küçüğümüzdü. Tabi haliylede şımarıktı. Henüz 16 yaşında bir ergendi. Her gün benden azar işitmesine rağmen akşan olunca tekrar bana bulaşma cesaretini nerden bulduğunu doğrusu hiç bilmiyorum. İki elimi belime koyup. İkisinin gözlerine baktım. Şeta bana öfkeli olsada şuan göz teması kuracak cesareti yoktu. İşaret parmağımı kaldırıp ikisini de işaret ederek."bundan sonra ikiniz de çalışacaksınız. Bende o aslanı bulacağım." dedim son derece de kararlı bir sesle. Gunjen söylediklerimle sanki umutsuz birşeyden bahseder gibi elini salladı. "Ya abla bırak artık o hayvanın peşini. Yıllardır izini sürüyorsun. Allah bilir gebermiştir şimdi o kışta soğukta. eğer çalışsaydın bu zamana kadar bu yıkık çatıda değilde şimdi güzel bir evde olurduk." dediğinde. Güldüm. Belimde ki elimi çekip kaşımı ovaladığımda. "Alla halla ya. Sen söylmeseydin hiç aklıma gelmeyecekti bu ihtimal." dedim anlıyormuş gibi başımı sallayarak. Onlarda sanki bu hareketimi bekliyormuşlar gibi. "Ha şöyle ablacım yola gel." dediğinde anında ifadem sertleşti. Ve ikisi de değişen ifademle birlikte arkalarında ki eski minderlere ürkerek sırtlarını yasladılar. Bana korkuyla bakarken. İkisinin de gözlerine bakıp."Bana bakın sizi gerizekalılar. Benimle uğraşmayın. Zaten sinirliyim. Kendinizi dövrütmeyin gece gece." diğer terliğimi de çıkartıp gunjen'e fırlattığım esnada. "Bugün terlik yemediniz diye iyice zıbanadan çıktınız sizde!" gunjen yüzüne gelen terliği havada kapıp yere indirdiğinde hızla arkamı dönüp bir adım attım. Tam ikinci adımımı atıyordum ki unuttuğum detayla durdum. Ve omzumun üzerinden bana korkuyla bakan ikiliye baktım. "Yatın zıbarın!" diye bağırdığımda. İkisi hızla ayağa kalkıp koşarak salondan çıktılar. Bende onların peşinden salondan çıkıp dış kapıya doğru ilerledim. Çok eski bir evdi. Ve oldukça küçüktü. Ne kadar tadilat yapsakta evin temeli yoktu. Kapının arkasına astığım mavi pelerinimi alıp giydiğimde ahşap kapıyı açtım. Çıkan gıcırtılı sese. "Seni bir gün yakacağım ama hangi gün bilmiyorum!" öfkeyle kapıya bir tekme atıp kenarda duran eski ayı postundan yapılmış botlarımı alıp ayağıma geçirdim. Nereye baksam sefalet! Bu evde kaldıkça delirdiğimi hissediyordum. O lanet olası aslan'ı ararken en azından vakit bir şekilde geçiyordu. Başka türlü geçmezdi. Karnım açtı. Üstelik hava da çok soğuktu. Çitlerin üzerinde ki yanan meşalelerden birini alıp yolumu aydınlatması için önüme tuttum. Yaz ayı olmasıan rağmen hava çok soğuktu. Öyle ki ellerim titriyordu. Neyse ki dayanıklıydım. Evimiz ormanın içindeydi. Biraz ileride ise kasaba vardı. Her gün oraya gidiyordum. Kasabanın bir arka bölümünde de asiller vardı. Zenginler ve yokluktakilerin arasında belli bir sınır vardı. Kasabaya indiğim zamanlarda yaptıkları festivalleri görüyordum. Bazen içten içe zelcir'de yaşayan insanlara özeniyordum. Asillerin yaşadığı yerin ismi zelcir'di. Görmesem de çok büyük olduğunu söylüyorlar. Eğilip belimde ki hançerin varlığını kontrol edip öyle ormanın içine daldım. Gece vakti kimsecikler olmazdı bu ormanda. Zararsız hayvanlar vardı bizim olduğumuz tarafta. Ama kasabadan sonra tehlike vardı. Çünkü o tarafta ölümsüzler ve güçlü canavarlar vardı. Sık sık gelip gittiğim için o yolları tecrübe etmiştim. Biz fanilerdik. Hayvanlarımız da faniydi. Ama onların hayvanları yırtıcı vahşi ve ölümsüzdü. O aslan'ı bulabilmek için yıllardır gezmediğim diyar kalmamıştır. Her tür kılığa her renge bürünmüşlğüm var. Ama buna rağmen hala onun nerde olduğunu bilmiyorum. Yaşadığını biliyorum. Çünkü kum saatim bozulmadığı sürece o hala yaşıyor demektir. O kumları süzülüp zaman akışını doğruladığı sürece o hayvan yaşıyor demek. Ama iki gün önce kum saatimi kaybettim. Kaybetmek demek yerine çalındı desem daha doğru olur. Çünkü fakir bir adamın teki kasabadan geçerken çantamı çaldı. Ve içinde kum saatim de vardı. Onu kovalamama rağmen çok hızlı olduğundan yetişememiştim. Yıllar önce babam ve annem ikisi öldürüldüğünde. Bir büyücüye onları öldüreni nasıl bulabileceğimi sormuştum. O ise bana şöyle cevap vermişti. "Onu büyüyle bulmazsın. Onu yanlızca arayıp bulabilirsin. Eğer sana gelmek isterse gelir." demişti. O zaman ona bu sözleri söylediğimi hatırlıyorum. "Nasıl olacak o iş. Ya ölürse. Nasıl öğrenirim bunu. Belkide şuan ysşamıyor. Hayatımın sonuns kadar ölü birini mi arayacağım." "Hayır börfa. Sana verdiğim bu kum saati onun yaşadığını sana gösterecek." "Peki bu nasıl olacak?" "Şöyle ki. Bu kum saati zaman akışını doğru gösterdiği sürece. O yaşıyor anlamına gelecek. Çünkü bu kum saatinin içinde ki kumlar onun bastığı toprağın kumu. Ve bu kumlar bir gün durursa işte bil ki o ölmüştür." O yaşıyordu. Ve ben onu bulacaktım. Gözlerim karanlığı takip ederken. Kendime verdiğim yeminimi kendime bir kez daha hatırlattım. "Onu bulacağım. Ve öldüreceğim." ne pahasına olursa olsun. Her zaman ki yolumdan gitmek yerine bu sefer yolumu değiştirdim. Kasabaya gitmeyecektim. Rotamı ormanın tehlikeli ve daha önce kimsenin geçmediğini belli eden sıkı çalılıklara doğru ilerledim. Yıllardır bu obada yaşıyorduk. Anne ve babamızın topraklarını terketmek yerine onların yaşamadığı hayatlarını bu yerde yaşamaya karar verdik. Annem ve babamı kabettiğimde on bir yaşındaydım. Şimdi ise yermi beş yaşındayım. Kardeşlerim o zamanlar henüz küçükler. Hele şeta onu ben büyüttüm. Kızsam da arada terlik fırlatsam da. Benim için çok kıymetliydi. Ben anne ve baba sevgisiyle büyümüştüm. Ama o görmemişti. Gunjen de benim gibi anne ve babamı tanımış onların sevgisini görmüştü. Fakat şeta hiç görmemişti. Elimizden geldiğince onu iyi büyütmeye çalıştık. Ona yeterince sevgi veriğ. Asiller gibi iyi eğitim vermesek de. Kendi aramızda elimizden geldiğince birbirimizi eğittik. Ben onlatın eğitmeni oldum. Ailemizi kaybettiğimizde çok zor durumlar yaşadık. Üstelik her gece öldürülme korkusuyla Baş başaydık. Çünkü aslan bize hiç rahat bir nefes vermedi. Her gece yaşadığımız o eski külübenin etrafında dolanıyordu. O hırıltılı nefeslerini. Pençelerinin toprakla buluşurken ki o korkunç sesi hiç unutamıyordum. Kendimizi küçükken korumayı öğrendik. O bize öğretti. Hiç bir zaman rahat bir nefes almamıza izin vermedi. Hep peşimizdeydi. Taki ben büyüyüp onun peşine düşene dek. İşte o zaman ortadan kayboldu. Ne onu bulmama izin verdi. Nede öldüğüne inanmamı sağladı. Tam o kum saatin yalan olduğuna inandığım bir vakitte kendisinden bir iz bıraktı. Ayak izlerini gördüm. Bu civarda hiç bir aslan onun kadar iri ve haşmetli değildi. Daha önce çok aslan sürüsüne onu bulabilmek için gittim. Tabi uzaktan izledim onları. Ama hiç birinin arasında yoktu. O korkutucu bir aslandı. Ama bu ondan korkacağım anlamına gelmez. Korku denilen o duyguyu yıllar önce kaybetmiştim. Kendim için değil fakat Kardeşlerim için korkuyordum Çünkü o cani hayvan hala peşimizdeydi. Biz onu aramayı bıraktığımız an soluğu evimizin önünde alacağını çok iyi biliyordum. "Hasiyetsiz hayvan. Seni eninde sonunda bulacağım. Bakalım nereye kadar saklanacaksın." sıkı ağaçların arasından geçtiğimde nehirin sesini duydum. Kayalıklara vuran harıl harıl sesini takip ederek çok geçmeden büyük deveye yetiştim. Bu göle büyük deve gölü deniyordu. Kasabadakiler pek uğramazdı. Çünkü tekin bir alan değildi. Gölün dolunay ışığı altında parlayan berrak suyu gözlerimin önüne sunulduğunda. Şelaleye doğru ilerledim. Bu göle en son babamla birlikte gelmiştik. Balıkları çok ve tatları da oldukça lezzetliydi. Eski anılar gözlerimin önünde canlanınca ister istemez gözlerim doldu. Babamı ve annemi çok özlüyordum. Onlar varken tehlikenin korkunun ne olduğunu bile bilmezdim. Benim için heryer zararsızdı. Çünkü onları zararsız kılan bir ailem vardı. Ama şimdi yoktular. Ve bir daha da asla olmayacaklardı. Şelalenin önüne geldiğimde yükardan kayalıklara çarpan su üzerime de sıçradı. Kendimi geri çekmek yerine ıslak kayanın üzerine çıktım. Elimde ki meşaleyi sudan uzak tutmaya çalışırak gözlerimi etrafta gezdirdim. Bir kaç adım atmıştım ki. O an garip bir ses duydum. Adımlarım kendiliğinden durduğunda. Başımı çevirip omzumun üzerinden şelaleye baktım. Az önce duyduğum ses anbahil'in sürüsüne aitti. Buda demek kokumu almışlardı. Çok geçmeden burda olurlardı. Çünkü onların görevi büyük deve göl'ünü korumak. Kahretsin! Hızlı adımlarla koştuğumda bir şeyin düştüğünü. Ve taş tünelde tiz bir ses çıkarttığını duydum. Ama o kadar çok panik yaptım ki. Arkama dönüp ne olduğuna bakmadım bile. Onlar beni yakalamadan bir an önce gideceğim yere ulaşmalıydım. Daha önce hiç bu mağaraya girmemiştim. O yüzdeb ne kadar büyük olduğunu bilmiyordum. Çok geçmemişti ki arkamdan sürü halinden adım sesleri duydum. Kalbimin hızlı Atan ritimlerinin sesini duyabiliyordum. Lanet olsun ses çıkarmamalıydım. Hızlı hızlı nefesler alıp verirken süratle koşuyordum. Tam hızımı daha da artıracakken o an Bir anda sert bir şeye çarpmamla daha ne olduğunu anlamadan dengemi kaybedip saniyeler içerisinde kendimi yüz üstü yerde uzanırken buldum. Elimde ki meşale yuvarlanıp duvarın köşesinde dururken. Acı hissediyordum. Hemde bütün kemiklerim sızlıyordu. İnsanın belasını bulması böyle birşeydi herhalde. Yıllardır o lanet olası hayvanı bulayım derken kendime verdiğim zararın haddi hesabı yoktu. Lanet hayvanı bir bulsam o zaman ben yapacağımı biliyorum. Tabi o zamana kadar ölmesem. Öfkeyle avuçlarımı yere bastırıp ayağa kalktığımda çıldırmak üzereydim! Resmen artık kendimi yerden yere vurupü parçalamak istiyordum. İnleyerek acıyan kolumu kaldırıp görüş açıma koyduğumda hiç bir şeyi göremedim. Çünkü meşalenin ateşi sönmüştü. "Ah Gerçekten çok iyi ya. Ne kadar şanslı bir insansın sen böyle. Nereye gitsen kapılar pat yüzüne kapatılıyor." sinirden saçımı başımı yolacağım şimdi! Genel olarak zaten sinirli bir tipim. Üstelik buda yetmezmiş gibi bütün belalar gelip beni buluyorlar. Bir insan bu kadar mı tahlilsiz olur ya. Mağaranın içinde göz gözü görmezken nasıl yürüyeceğimi bilmiyordum. Ellerimi öne uzatarak bir yerlere çarpmadan yürümeyi denemek istedim. Fakat o an parmaklarımın değdiği şeyle çığlık atarak istemsizce geriye doğru adımladım. "Sen kimsin be!" Karanlıkta hiç bir şey göremesem de parmaklarımın değidiği şey. Yani tam olarak emin olmasam da bir insan vücuduna benziyordu. Aman allah'ım benden başka birisi daha mı vardı burda? Ama nasıl? Yutkunmaya çalışarak. "Sağır mısın nesin. Kimsin diyorum cevap versene orda heykel gibi dikişmişsin!" sesim yüksek çıktığı için dört bir yanda büyük bir yankı yaratıyordu. Genel olarak da hep bağırırdım zaten. Bana bir cevap vermeden bir anda bir hareket yaptığını. Ve hemen sonra ise hırıltılı nefesinin sesini duydum. Bir iki adım daha geri çekildim. "Pekala konuşamıyorsun. Beden diliyle anlaşabiliriz güzel kardeşim." sert bir nefes verdiğini işittim. Bu şey bir insan değildi! Hadi ama beni yanılt ve düşündüğüm şey sakın olma. Çok geçmemişti ki bir anda kükremesiyle çığlık atarak koşmaya başladım. Bu sırada elim belimde ki hançeri bulmaya çalışıyordu. Lanet olsun hançerimi düşürmüş olamam. Bir anda kafama dank diye düşen gerçekle koşmayı bıraktım. "Olamaz." diye mırıldandım. Ayağımı sertçe yere vurup. "Aaaa! Ama ya ama ya!" arkama baktım. Lanet olsun orda koca cüsseli bir hayvan varken canıma susamadım. Ama o benim babamdan kalan yadigardı. Onu bir şekilde almalıyım. Ama bu şekilde olmaz. Şimdi kendimi kurtarmalıyım. Hızlı adımlarla koştuğumda neyse ki çok fazla ilerlemediğim için tünelin kapısına ulaşabildim. Tam rahat bir nefes alıyordum ki. Orda gördüklerimle soluğum kesildi. Adımlarım birbirine dolanarak durduğunda bir anda durduğum için yüzüme düşen saç tutamlarımı yavaşça çekip kirpiklerimin altında baktım onlara. Sayıları beşti Ve en önde tanıdık biri vardı. O gün onu gördüm. O babamı parçalarken oda vardı. O gözleri unutmam imkansızdı. Bal gözler. Gür tüyleri ve hırçın gözleri tıpkı o gün gibiydi. İri bir gövdeye sahipti. Keskin dişleri ve pençeleri saniyeler içerisinde beni hiç zorlanmadan parçalayacak olduğunu gösteriyordu. Kalbim kasıldı. O günü hatırladım. Onları görmeyeli 14 yıl olmuştu. Yanında ki aslanlara baktım. O hiç birinin arasında yoktu. Ama o günün acısını hatırlatan biri vardı. Onun yardımcısı. 14 yıl öncesi gibiydi. Çünkü onlar ölümsüzlerdi. Zelcir'in yırtıcı aslanlarıydı. Gözümden bir damla süzülüp yanağımı ıslattı. O ana kadar ağlamayı özlediğimi hiç farketmedim. "Sen." dedim. Zorlukla. Hiç hareket etmeden öylece bana bakan bal gözlerine gözlerimi kırpmadan bakarken. Bir anda ön ayağıyla Bir şeyi ittiğini gördüm. Bakışlarım gözlerinden kayıp yere indiğinde karanlıkta parlayan şeye baktım. Biraz net baktığımda bir kum saati olduğunu anlamam uzun sürmedi. Hemen yanımdan bir şeyin geçtiğini farkettiğimde hızlıca gözlerimi ona çevirdim. Bir aslandı. Hemde kocaman bir aslan. Bu az önce çarptığım şey miydi yoksa? Kendimi kenara çektim. Bu kadar aslanın içinde elimde kendimi koruyabilecek hiç bir şeyim yokken atak yapamazdım. Diğerlerinin yanına geçen aslan o ana kadar ağzında farketmediğim benim hançerim olduğunu tahmin ettiğim hançeri kum saatinin yanına attığında. Ay ışığında hançerin sapında Parlayan kırmızı taşlarla yanılmadığımı doğruluyordu. Benim hançerimdi. Koca cüsseleriyle mağaranın kapısını kapatan aslanlar bana son kez bakıp arkalarını döndüklerinde bile hiç kıpırdamadım. Eğer o geldiyse bu demektir ki oda buranın yakınındaydı. Aslanlar mağaradan çıkıp şelalenin kayalıklarının üzerinden kolayca atlayarak gittiklerinde. O an üzerimde ki şoku atlayıp hızlıca koşup hançerin önünde çömeldim. parmaklarım aceleyle hançeri aldığında. Gözlerim hemen yanında ki kum saatini buldu. Gözlerimi irice açıldı. Boştaki elim kum saatini kavrayıp görüş açıma getirdi. Bu benim kum saatimdi. Ama onlarda ne işi vardı? Kum saatini düzeltiğimde zamanı akışının yavaşladığını farkettim. Buda demekti ki o yaralıydı. Yada hastaydı. Her iki ihtimalden biriydi. Çünkü kumlar çok yavaş iniyordu. Nabzı yavaştı. Bu yüzden mi onlarla değildi. Şuan elimde kalbini tutuyor gibi oldum. Bu kum saati onun kalbiydi. Şuan savunmasız bir anda. Eğer onu bulursam bu benim için bir avantaj. Zaferle gülümsedim. İşte bu benim bu gece aldığım en güzel haberdi. Onu hemen vakit kaybetmeden bulmalıyım. Bende ki vicdanı yitiren kişi oydu. Benim merhametimi öldüren kişi hişin barz'dı. Onun adı hişin barz'dı. Ama herkes ona barz diyordu. Bu civarda onu tanımayıp bilmeyen yoktu. Barz dediğinde herkesin kalbinde bir ağrı oluşuyordu. Barz yanlızca benden değil. Herkesten almıştı. Ama onlar benim aksime ona bulaşmaya cesaret etmiyorlardı. O ölümsüz bir aslandı. Üstelik normal aslanlara görevrefleksleri daha hızlıydı. Üstelik dişleri ve pençeleri de diğerlerinin aksine daha kuvetli daha keskinlerdi. Hızlıca mağaranın içinden çıktığımda. Kum saatimin ışığını açtım. Bu kum saati beni ona götürdüğü gibi götürdüğü yolları da aydınlatıyordu. Büyük dev gölüne son kez bakıp çalılıkların arasına daldım. Onu bu gece bulamazdım. Ama yitirdiğim umudumu bu gece o aslanı görmekle kazanmıştım. Onun adı jieher. İsimlerini uzun zaman önce öğrenmiştim. Kimse onlara isimleriyle hitap etmiyordu. Daha doğrusu onlardan bile bahsetmiyorlardı. Çoğunlukla tehtitle onları konuşturuyorum. Kime. "Barz." demişsem bana hep şu cevabı vermişler. "O demiri ateşin üzerinde soğutan bir sürü lideri." zeki bir aslandı hareketleri ve yaptıkları bir insanın yaptıkları gibiydi. Kendini çok iyi saklaması ve hemen sonra kendisinden bir iz bırakması, Kafamı karıştırıyordu. O normal bir hayvan değildi. Bunu çok uzun zamandır farkındayım zaten. O farklıydı. Tıpkı bugün gördüğüm o aslanlar gibiydi. Mağarın içinde ki şey bir insan vücuduna benziyordu. Aslan olması nerdeyse imkansız denilecek bir türdendi. Yada orda başka biri daha vardı. Kafam çorba gibiydi. Aç olduğum için neyin ne olduğunu bilmeden kendi kafamda birleştiriyordum. Düşüncesi bile saçmaydı. Evet kesinlikle öyleydi. Kafamı onaylar gibi sallayarak ormanda yürürken. Burnuma giren doğanın o kokusu bana huzuru bahşetti. Bu orman bana huzur veriyordu. Çünkü bu ormanda babamın dokunuşları annemin kahkahaları vardı. O yüzden bu orman benim ailemdi. Anne ve bababamın yaşadığı ve gittiği her yer benim için çok kıymetliydi. Yavaş yavaş adımlarla eve doğru ilerlerken yarını düşünüyordum. Yarın büyük bir gündü. Umarım yarına kadar iyi olmazdı. Yada ölmezdi. Ne ölmeli nede yaşamalıydı. Çünkü o bana sağ lazım. Onu kendi ellerimle öldüreceğime yemin ettim. O aslanın ölmeden önce göreceği son yüz benim yüzüm olacaktı. YENİ BİR KİTAP YENİ BİR KURGU. VE YENİ BİR HEYCAN! Doğrusunu söylemek gerekirse bu bölüm beni çok sardı. Şimdi kesin şikayet ediyorsunuzdur. İki kitap dururken ne diye başka bir kitap yazdın diye. Ama arkadaşlar şu gerçeği söylemeliyim ki bu kurgu mölüh ve sihin olmadan önce vardı. Sadece kendimi yazmak için hazır hissetmiyordum. Sevdiğim ve hep büyük bir heycanla yazmak isteyip de merakla sonunu getirmek istediğim bir hikaye. Ve kısmet bu güneymiş. Ama bölümler öyle hızlı gelmeyecek. Çünkü hala yazmam gereken iki kitap var😂 O zaman sizi bölüm ve hakkında düşündüklerinizle bırakıyorum. Karakterler yeni olduğu için henüz tanımıyoruz ama. Bana sanki sihir biraz sinirli geldi. Ve barz'ı hala tanımıyoruz. Zamanla onu daha yakından tanıyacağız. Oy atmayı ve yorum yapmayı unutmayın.☺☺ |
0% |