@ebru2_yuva_
|
Güzel bir başlangıçla geldim size yene! Yeni bir hayatın temelini kuracağız arkadaşlar. Ve bunu yaparken görmeyeceğiz veya duymayacağız.
Yanlızca hissedeceğiz. Hissederek bu hikayede ki hayatı yaşayıp heycanla devamını getireceğiz.
Konuşulacak çok bir şey yok aslında şimdilik. Size Tek söyleyeceğim şey. Sizleri yeni bir fantastik dünyasına daver ediyorum. Benimle birlikte kanatlarınızı yeni kurguya çırpmaya var mısınız?
Cevaplarınızı merakla bekliyorum.
O zaman okuma bölümüne inelim💙
Bölüm 1: KABUS.
"Aldığın nefes kadar ölüm, Yaşadığın zaman kadar kan, sebep olduğun hayat kadar acı vereceğim sana."
Mutluluk dediğin şey bu hayatta gülmekten ibaretti. Gülebildiğim o an mutlu olduğun andır. İnsanlar gülerken ağlamazdı bana göre. İnsanlar güldüğü o vakit mutlu olduğu zamandır. Geçiciydi herşey Hiç bir yerde kalıcı değildin. Aşk bir gün biterdi Sevgi tükenirdi. Nefret azalırdı. Ve mutluluk bir gün tamamen senden kıpardı. İnandıklarıma sadıktım. Çünkü bu inançtan caymama hiç izin verilmedi. Tam bu. 'duygu sonsuz' dediğim bir anda ne olduysa bir şekilde yok olduğuna şahit oldum. Herşey bundan ibaretti. Bazı insanlar sonsuz bir süre boyunca hep yaşamak yada hiç yaşlanmamak isterdi. Bazıları ise günahları azken ölmek, ve diğer dünyaya kavuşmak isterdi. Kimileri ölümden kaçınır kimileri ölüme yalvarırdı. Ben bu iki insanın da düşüncelerine sahip değildim. İnsan ölürken özgür olurmuş, İnsanın evi mezarıymış, Belki de korktukları kadar korkunç değildir diyorum. Ve sadece kısa bir an nefesimi tutuyorum. Göğsüm sıkıştığı an o vakit yaşamın ne kadar kıymetli bir hediye olduğunu farkediyorum. Ve biz insanlar aldıklarımızın hep bizimle sonsuz olmasını isteyecek kadar bencil insanlardık. Hatalarımız günahlarımızın gölgesi gibi hep peşindeydi. Bir gün onunla bir bütün olduğunda işte o gün günahkar olacağımız gündü. Oturduğum koltukta bu sefer yan pozisyon aldığımda tahamülsüzce başımı çevirip ekranda ki oyunculara baktım. Sonra dönüp babama baktım. Pür dikkat izliyordu Ve beni de zorla alıştırmaya çalışıyordu maça! Maç sevmediğim için suçlanmak hiç adil değildi. Hem kızlar maç izlemezdi ki. Ama ben bu adama bunu açıklayamıyordum. Neymiş efendim. "baban beşiktaşı desteklerken sen öylece susup izyecek miisn?" gerçekten bakınca bile içim kararıyordu. Biraz daha izlersem uyuya kalacakktım. Maçlardan nefret ediyordum. Babam beni alıştırmak yerine daha çok nefret ettiriyordu. Somurtkan bir yüzle izliyordum Babam ise merakla izliyordu. hayır ne vardı ki orda anlamıyorum. Tamam top oynamak güzeldi. Ama izlemesi hiç keyifli değildi. Daha fazla dayanamayıp bıkkınlıkla hayıflandığımda. "Of valla ben odama gidiyorum. Bir dizi izletmedin. Tutturdun da bu benekli oyuncuları izleyeceğim diye." sözlerime dönüp cevap verme gereği duymadan dikkatle ekrana bakmaya devam etti. Ayağa kalktığımda aramıza başka bir ses karıştı. babamın telefonu çaldı. Sehpanın üzerinde ki telefona baktım. Kaşlarım çatıldı. Çünkü hatta bilinmeyen numara yazıyordu. Kaşlarımı çatıp babamın elinde ki kumandayı hızla aldım ve maçın sesini kıstım. Babam öfkeyle bana döndüğünde öfkeli bakışları beni ürkütsede belli etmemeye çalıştım. "Yene ne var milen?" agresif bir şekilde elini uzatıp. "Ver şu kumandayı." Kumandayı vermek yerine elimle Tekrar çalmaya başlayan telefonu işaret ettim. "Kim bu bilinmeyen numara?" benim söylemle birlikte sehpanın üzerinde çalan telefonu o an yeni farketti. Ben bir şey söylemesini beklerken o hiç beklemediğim bir şey yaptı. bir şey söylemeden aceleyle uzanıp telefonunu alıp ayağa kalktı. Ve cevabı şu oldu. "Bizim emniyetten olabilirler." diyerek arkasını döndüğünde. Tek kaşımı havaya diktim. "Emniyetten arasalar bilinmeyen numara mı yazar? Doğru söyle, iki gündür seni arıyorlar kim bunlar?" benim konuşmam bittiğinde babam bana dönmeden hızlı bir şekilde ilerlemeye devam etti. Çok geçmeden dış kapının açılıp kapanma sesi geldiğinde sinirle gözlerimi yumdum. "Bir şeyler çeviriyorsun ihtiyar." evet kesinlikle bir haltlar çeviriyordu. İki gündür üst üste bir özel numaralar, Bir bilinmeyen numaralar arıyordu. Ve babam bana hiç bir açıklama yapmıyordu. Daralan göğüs kafesime elimi koyup evin içinde türlamaya başladım. Korkuyordum. Ama korkum bana yönelik değildi. Kendi adıma hiç bir zaman korkamıştım. Ama sevdiğim insanlar için korkardım. Zaten korku yanlızca etrafında ki insanlar için değil miydi? Kimsesiz insanlar hep fazla cesur değil miydi? Çünkü onların kaybedecekleri kimseleri yoktu. Babamı kaybetmekten ölesiye korkuyordum. Bu hayatta sahip olduğum tek kişi babamdı onu da kaybedemezdim. Annem ben doğarken hayatını kaybetmişti. Diğer akrabalarımızı da tanımıyordum. Tek tutunduğum dal babamdı. Tutunduğum tek daldı ve kırılmasından ölesiye korkuyordum. Bir gün ondan uzaklaşmak en büyük korkumdu. Biz onunla hiç bir vakit gerçek anlamda baba-kız gibi olamamıştık. Hep birbirimizle işler yüzünden kavga eden ev işlerini sırayla yapan iki ev arkadaşı gibiydik. Şakalaşır, durup dururken kavga eder, Birbirimizin özeline kadar girer herşeyine karışırdık. Ona her ne kadar kızıp. 'Evlen git artık senden kurtulayım.' desem de onu çok seviyordum. Başımı kaldırıp duvarda ki saate baktım. 23:06 babam bu saatte nereye gidebilirdi ki? Aklıma yatmayan şeyler vardı. Babam bir polisti. Tamam çoğu zaman gece vakti apar topar evden giderdi Ve hatta bazı günler görevdeyken eve de gelmezdi. Yaralandığı günleri hiç saymıyorum bile. Ama şimdi farklıydı. Benden bir şey saklıyor gibiydi. Hal ve Hareketleri de bunu gösteriyordu. Ve bugün gösterdiği tepki beni yeterince tatmin etmişti. Babam eskiden çok neşeli ve şakacı biriydi. Ama bu son bir aydır agresif ve herşeyi terselip kızan bir adama dönüşmüştü. Bunu yanlızca bir kişi bilebilirdi. Durduğum yerde hareketlenip mutfağa doğru yol aldım. Bir sorun vardı. Bunu artık biliyordum. Ve geç olmadan bunu bilmeliydim. Eşikten geçip mutfağa girdiğimde vakit kaybetmeden yemek masanın üzerinde ki telefonumu kavradım. Hızlı bir şekilde bildirimlere baktım ve son arama kayıtlarında beril'i bulup arama tuşuna bastım. Elimde telefonla mutfağın içinde gergince turluyordum. Ekranda ki isime bakarak. "Hadi aç beril. Lütfen Aç." açmıyordu. Tekar aradım. Beril benim yakın arkadaşımdı. Onunla beraber bir kantin işletiyorduk. Geveze pervasız biri olsada bana bir çok konuda yardımcı oluyordu. Bir hafta önce ondan Babamı takip etmesini istemiştim ve Beni reddetmeyip kabul etmişti. Ama malesef ki son bir hafta boyunca bana net bir yanıt vermemişti. Sadece şunu söylemişti. "Milen henüz çok bir şey öğrenemedim ama. Elimde bir bilgi var. Alihan abi her gün kimsenin kullanmadığı eski bir şantiyeye gidiyormuş." "Babam orda ne yapabilir ki beril?" "Bilmiyorum. Ama onu biriyle konuşurken gördüm. Kim olduğunu göremedim. Sadece babanın orda biriyle konuştuğunu gördüm." Göğsüs kafesim sıkışmıştı Korku tam anlamıyka kalbimin üzerine oturmuştu. Dizlerimin bağı çözüldü. Yemek masından bir sandalye çekip oturdum. Sakince düşünmeliydim. Ama sakin olamıyordum. Telefonu masaya bıraktığımda ellerimin titrediğini gördüm. Titreyen parmaklarımla yüzüme düşen kısa koyu kestane saçlarımı omzumdan geriye attığımda telefonumdan bir bildirim sesi geldi. Hızla başımı eğip telefonu tekrar elime aldım Ve dikkatle ekrana baktım. Mesaj beril'dendi. Hızlı bir şekilde şifreyi girip mesajına girdim. BERİL:
Çok önemli bir şey öğrendim. Ve bu aldığım bilgiden emin olmalıyım. Yarın konuşalım olur mu?
Dudaklarım aralandı. Gözlerim kilitlenmiş gibi mesajın üzerindeydi. Tekrar okudum. Önemli bir bilgi diyordu. Ne kadar önemli olabilirdi? Babamı benden alacak kadar önemli bir bilgi miydi?
Elimle yüzümü ovaladım. Babam ne işler çeviriyordu? Her gün neden terkedilmiş bir şantiyeye gidiyor olabilir ki?
Ayağa kalkıp mutfaktan çıktım ve odama doğru ilerledim. Beril'in halledeceği bir işten çıkmıştı artık bu. Bana hesap vermesi gerekiyordu. Dışarı çıkmasının üzerinden dakikalar geçmesine rağmen hala bana ne bir mesaj göndermiş nede aramıştı. Nereye gitmişti gece gece?
Derin düşünlerimin arasından odama girdim. Beni ilk karşılayan bomboş bir karanlık oldu. Karanlığı herkesin aksine severdim Ondan korkmazdım.
Ben herkesin aksine ışıktan korkardım.
Çünkü karanlık benim en iyi maskemdi. O içine aldığını siyaha boyardı. Ve hiç bir günahının lekesi üzerinde görünmezdi.
Işığı açma gereği duymadım. Ezbere bildiğim odamın içinde kör gözlerle gezebilirdim. Yatağıma doğru adımladım.
Sadece babamdan değil erkek arkadaşım çağlar'dan da hiç haber alamıyordum. Defalarca aramama rağmen hiç bir şekilde aramalarıma yanıt vermemişti. Arkadaşım yasemin onunla aynı mahallede yaşıyordu. Ve ondan aldığım bilgi ise şuydu.
Çağlar'ı yaklaşık iki haftadır evinden hiç çıkarken görmediğiydi. Hayatımdaki iki erkekte de büyük bir değişim vardı. Bu tesadüf muydu hiç bilmiyorum. Çağlar babamı tanımıyordu Babamda elbette onu tanımıyordu. Tanımaktan ziyade bir erkek arkadaşımın olduğunu bile bilmiyordu. Babam biraz geri kafalıydı Yada kıskanç bir baba demeliyim. Etrafımda hiç bir erkeği görmeye katlanamadığı için çağlar'la olan ilişkimi yaklaşık beş aydır babamdan gizliyordum.
24 yaşıma kadar aldığım bütün kararlara karşı gelmişti babam. Ona göre hala kendi başına bir iş yapamayan o kız çocuğuydum.
Hayır hiç bir zaman da çocuk olmamıştım. Babamın bana anlattığı o masalları dinlerken bile diğer bütün çocuklar gibi onaları hayal ederek toz pembe rüyalar görmezdim.
Benim insanların aksine hep kalıcı kabuslarım vardı güzel olan hiç bir şey bana güzel rüyalar olmazdı. Gecenin bir vaktinde yada şafağın çökmesine az bir vakit kala bana karanlık kabuslarla dönüyorlardı.
Karanlık hayatımın her yerinde vardı. Uykularımda bile hep benimleydi. Onu seviyordum. Çünkü artık benimsemiştim.
Telefonu komidinin üzerine bırakıp kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Üstümü değiştirme gereği duymadım. Çünkü ben hep kıyafetlerimle geceleri uyurdum Herkesin aksineydim.
Onların günlük yaptığı rutinleri yapmıyordum. Kendime farklı bir yol çizmiştim. Ve onu bir yol haline getirmeye çalışıyordum.
Gözlerimi yumdum.
Ama uykum yoktu. Hemen baş ucumda ki saatten tik tak sesleri geliyordu. Onları kendime bir ninni haline getirmiş her gece onların sayesinde uyuyordum.
Ama bu gece uyuyamıyordum. Çünkü korkuyordum. Bu gece nasıl kabuslar göreceğimden korkuyordum.
Göğüs kafesim sürekli sıkışıyordu Ve nefeslerim kesik kesikti. Derin derin soluklar alsamda çiğerlerim oksijen kabul etmiyordu.
Karanlığın içinde ki o korkunç melodiyi dinledim. Başımda ki saat çok yaklaştığını söylüyordu. O vakit gelmeden O zamana kadar kendimi bir şekilde uyutmam gerekiyordu.
Aklımda hayaller kurmaya başladım. Kendi içimde hayal dünyasında bir hayat inşa etmiştim. Ve ne zaman gözlerimi yumsam kendimi orda bulurdum. Düşündüklerimle gülümsedim.
İnsan gülümseyince mutlu olurmuş.
Ben gülümsediğimde hep mutlu olurdum.
Hayal dünyamda ki o güzel hava ve doğa benim lanetimle yavaş yavaş ışıkları solmaya başladı. Bütün ışıklar artık cılızdı. Ve karanlık bir adım daha attı.
🍁
Çok kısa bir zaman vardı ellerimde. Geçmişin bir dönemindeydim. Ama hangi yılda olduğumu seçemeyecek kadar kendimden geçmiştim.
Ve bu çığlıkları kimse duymuyordu.
"Baba bana yardım et!!"
"Baba lütfen!"
"Yardım edin!"
Boğazım yırtılırcasına bağırırken Nefesim boğazımda kaldı. Dudaklarım kurumuştu. Ayaklarımın altında ki çamur beyaz elbiseme bulaşırken Sadece ağlıyordum. Her tafarımda gölgeler vardı. Ve bu gölgeler bir insana ait değillerdi. Çünkü onlar insan değillerdi. Etrafımda bir çember şeklini almışlardı. Tanımadığım siluet ayın karanlık tarafından geliyordu. Öyle kudretli bir azameti vardı ki gece sarsılıyordu.
"Bana ait olanı ver." diye fısıldadı. Sesi öyle bir hükmediciydi ki bu sesi hayatım boyunca asla unutmayacağıma emindim. Kulaklarımı arşınlayan bu ses gölgesiyle beni ağına alıyordu. Benden istediği bir şey vardı. Onun isteyip de benim vermek istemediğim bir şey vardı. Geçmiş ikimizin arasında tutsaktı.
Onu tanıyordum Bana yaklaştıkça bir insana benziyordu. Bir gölgeden farksız bedeni değişiyordu. O gölge siyah bir dumana dönüşüyordu. Yüzü yoktu. Dumanlar yüzüne siyah maske olmuştu. Ama iri gövdesi ay ışığın altında gözler önündeydi. Vücudu Yarı çıplaktı. Omzunda ki dövme sanki bana onun kim olduğunu açıklamak ister gibi gözlerimin önünde ışık gibi parlıyordu. Sağ göğsünün üstünde kocaman harfelerle gölgelendirilmiş bir yazı vardı. Dikkatle baktığımda SİHİN yazdığını gördüm. Sanki bu dövme onların ismini taşıyan bir simgeydi. Yazı Hilal şeklinde ki ayın üzerine çizilmişti.
Dipsiz bir kuyunun derinlerde kalmış gibiydim. Nefes alamıyordum.
O kişilerin içinde benim babam da vardı."b-baba s-sen." dedim. Devamını getiremedim. Devamı yoktu çünkü. Ruhsuz gibi bana bakıyordu diğerleri gibi. Gözlerinde beni tanıdığına dair hiç bir iz yoktu. Üzerinde siyah adlandıramadığım pelerin şeklinde bir kıyafet vardı. Onun dövmesi ise dirseğindeydi. Dudaklarım konuşmak için aralandığında o an ensemi yakan bir nefes tenime temas etti. Soğuk bir ürperti ensemden aşağı indi. Nefesi tenimdeydi. Korkuyla yutkundum. "Bana ait olanı vermek zorundasın." dedi usulca fısıldayarak. Nefesi tüylerimi diken diken ederken aşina olduğum ses yene kulaklarımda can buldu. "seni yok etmeden bana istediğimi ver. " Onun istediğini veremezdim.
Kan ter içinde gözlerimi açtığımda nefes nefeseydim. Elim boğazıma gitti. Derin derin nefesler aldım. Yetmiyordu. Biri kalbimi avcuna almış ve orda sıkıyordu sanki. Elimi boğazımdan çekip göğsümü ovaladım.
Ne görmüştüm ben öyle?
Gelecekten bir kesit gibiydi. Boynumda ki elim kolymemi buldu Saçlarım terden şakaklarıma yapışmıştı. Üzerimde ki ürtüyü iteleyip hızla banyoya doğru ilerledim. Nefes nefeseydim hala. Banyoya girdiğim an aynanın karşısına geçtim.
Yansımada gördüğüm kişi ben değidlim. O korkuyla bakan gözler benim gözlerim olamazdı. Boynumda duran elim ensemden boynuma gelen kızarıklığa gitti. Sertçe yutkundum. Kızarıklığa dokunduğum an elim ateşe değmiş gibi geri çektim.
Kabus görürken kendime zarar vermiş olamazdım değil mi? Kalbim bu düşüneyeyi yalanladı.
Hayır kimse kabus görürken kendine zarar vermezdi.
Ensemde ki kızarıklık normal değildi. Bir şekil almıştı. Güneşe benziyordu. Omzumun hizasında biten saçlarımla boynumu kapattım. Aynaya bakmayı kesip musluğu açıp yüzümü yıkadım. Bir kaç kez yüzüme su çarpıp duvarda asılı havluyu alarak yüzümü duruladum. Havluyu tekrar astığımda baynoyadan çıktım.
Giysi dolabımdan hızlı bir şekilde siyah boğazlı bir kazak ve siyah yüksek bel bir pantolon aldım. Üzerimde ki kıyafetleri çıkartıp kıyafetlerimi vakit harcamadan giydiğim gibi yatağıma doğru ilerledim. komidinin üzerine bıraktığım telefonumu aldım. Ekranı aştığımda gelen bildirimleri gördüm. Babam mesaj atmıştı.
Fakat bu kişinin mesaj atacağını hiç beklemiyordum. Şaşırdım. Bana attığı mesaja baktım. Ve en önemlisi mesajı attığı saate baktım. Kaskatı kesilmiştim. Saat onbiri kırk geçe bana bu mesajı mı attı? Okuduğum mesajı bir kez daha okudum.
ÇAĞLAR:
iş başındayken beni aramamanı söylemiştim sana milen. Neden ısrala defalarca arıyorsun? Ve seni ararken neden açmıyorsun telefonlarımı?
Hayır beni hiç aramamıştı çağlar. Ve ben hiç bir zaman da telefonu kapatmamıştım. Her zaman da cevap vermiştim. Ayrıca akşam hangi saatte eve geldiğini bildiğim için onu eve gelirken arardım. Çağlar'ı hiç bir zaman işteyken aramamıştım.
Kaşlarımı çatarak attığı diğer mesajı okudum.
ÇAĞLAR:
Yarın pazar seninle her zaman buluştuğumuz kafeye gel. Uzun zamandır hiç doğru düzgün seninle vakit geçiremedik. Seni onbire kırk geçe bekliyor olacağım orda.
11:40
Haftalar sonra bana bu mesajı atmıştı. Donmuştum resmen. Bu çocuğa ne olmuştu böyle? Ben bir haftadır benimle konuşmamasının üzerinden benimle ayrılacağını düşünürken o buluşmak istediğini söylemişti.
Çağlar bana asla adımla hitap etmezdi. Bana hep ışığım. Derdi. Ama bana bu mesajda ismimle hitap etmişti.
Olayın üzerine çok düşmedim. Çünkü Şuan düşündüğüm son şey bile olamazdı çağlar Uğraşacağım daha önemli bir şey vardı. Mesajlardan çıkıp beril'i aradım. Bugün geç kalkmıştım Saat yedi oluyordu. Ve ben bu saate kadar uyumuştum.
Telefon bir kaç çalışın sonrasında beril'in öksürüğüyle açıldı. "Alo milen." yatağın köşesine oturdum. Tırnaklarımı gerginlikten kemirmeye başlamıştım bile. "Burdayım. Söyle ne buldun. Babamın ne işi var o eski şantiyede?" beril derin bir nefes aldıktan sonra. "Bilmiyorum. Tek bildiğim alihan abinin her gece oraya gittiği. Ve-" sözlerinin devamını ayağa kalkıp konuşarak kestim. "Ne nasıl? Bir dakika. Babam her gece eski bir şantiyeye mi gidiyor doğru mu duydum?"
Aklım almıyordu. Elimi anlıma koyıp sakinleşmek adına gözlerimi yumdum. "Beril lütfen bana doğru söylemediğini söyle. Bu adam her gece ne diye gitsin? Aklımı kaçıracağım."
Beril öksürdükten sonra. "Malesef doğru. Hemen panikleme belki bir iş için gidiyordur." dedi uykulu bir sesle. Çıldıracaktım Odanın içinde yürürken kendime hakim olamadan sert bir dille."Ne işi ya. Bu herif polis ya polis. Gece gece oraya cinleri görmeye mi gidiyor?" Beril'in bir şey söylemesine müsade etmeden telefonu yüzüne kapatıp odamdan çıktım. Koridor boyunca ayaklarımı yere vura vura yürüdüm. Rotamı doğrudan mutfağa çevirdim.
Mutfağa girdiğimde babamı gemek masasında otururken buldum. Önünde bal kavanozu ve hasır bir ekmek sepeti vardı. Elinde ki bıçakla emeğine bal sürüyordu. Benim gelişimle başını kaldırıp bana baktı. Telefonu cebime koydum. Ve yutkunmaya çalışarak içeriye girdim. Babam yüz ifademe bakıp. "Günaydın." dedi sorgulayıcı bir tonda. Babam çoktan hazırlamıştı Üzerinde koyu lacivert bir gömlek ve siyah kumaş bir pantolon vardı. Yaşıtlarına göre oldukça dinç ve uzaktan bakınca elli yaşındaki bir adam gibi değilde otuz yaşında gibiydi.
Geçip kendime bir sandalye çekip oturduğumda. "Sana da günaydın gececi." dedim imayla.
Söylediklerimle kaşlarını kaldırdı Sonra bir şeyi hatırlamış gibi. "Ha dün gece gittiğim için böyle davranıyorsun." dediği an şiddetle karşı çıktım. Hiç bir zaman öyle yerimde uslu uslu durup herşeye sessiz kalan biri olmamıştım.
"Hayır efendim dün gece için değil. Bütün gecelerden bahsediyorum ben." babama nasıl baktıysam Kaşlarını derinden çatıp. "Bana öyle bakmayı kes. Ben bir polisim benim için yer ve zaman yoktur." yene herzamanki gibi katı cevaplar veriyordu. Kendisiyle ilgili hiç bir şekilde açık nokta bırakmıyordu. Haksız iken nasıl haklı duruma düşüyordu hala aklım almıyor doğrusu.
Önünde ki bal kavanozunu ve ekmek sebepini önüme çekip. "Zaman mış. Kusura bakma ama hiç bir polis her gün eski şantiyeye gitmiyor. Üstelik gece vakti!" kavanozun kapağını açıp babama döndüm. Sorgulayıcı bir biçimde gözlerinin içine baktım."Ya sen söylesene senin ne işin var o eksi şantiyede belanı mı arıyorsun baba ya?" onun için endişelendiğimi gerçekten görmüyor muydu? Neden benden saklıyordu nereye gittiğini ne yaptığını?
Bıcakla elimde ki ekmek dilime bal sürmeye başladığımda. "Sen beni mi takip ediyorsun." dedi buna bu düşünce bile onu öfkelndirmeye yetmişti sanırım. tek kaşımı usulca kaldırdım. Kirpiklerimin altından ona bir bakış atarak. "Ha kabul ediyorsun oraya gittiğini?" alayla gülümsedim. "Ne saklıyorsun bilmiyo-"
"Beni takip mi ettin sen milen!"
Öyle bir bağırdı ki bu ani hışımından korktum. Öyle kolay kolay öfkelenen bir adam değildi. Ama kendince kuralları vardı. Onu sorgulamak gibi mesela.
Durup karşısında yerime sinmek yerine. "Etmeyip de ne etseydim? Merak ediyorum babamın her gece nereye gittiğini. Ha sen söyle yanlış mıyım?" sandalyemi itip ayağa kalktım. Ve karşısına dikildim. Onu takip ettiğim için çok öfkeliydi. Bende onun benden habersiz iş yaptığı için çok öfkeliydim. Avucumu açıp işaret parmağıla saymaya başladım.
"Sen benim konuştuğum erkelere kadar karışıyorsun Bir şey deniyorum bu 1. Eve geliş gidiş satlerimi sorguluyorsun bir şey demiyorum bu 2." yüzük parmağımı kapattığımda ona hayretle bakmaya devam ettim. Sabırla konuşmamı bekliyordu.
"Herşeyime karışıp kısıtlıyorsun, ona da tamam diyorum bu 3." her iki elimi belime yerleştirip anlamıyormuş gibi yüzüne bakmaya devam ettim.
"Ama ben senin hala her gece eski bir şantiyeye gittiğini bilmiyorum." sinirden elim ayağım titriyordu. Bizim birbirimizin herşeyinden haberdar olması gerekiyordu. Durdum Bunca saydığıma bir cevap vermesini bekledim. Ama vermedi.
Kalkıtığım sandalyeye Tekrar kurulup bu sefer sakin olmayı deneyerek elimi masanın üzerinde ki elinin üzerine koydum. Öfkeyle gözlerini çekti benden Bir şeyleri saklıyordu. "Baba." dedim bana dönmesi için. "Söyle neyse beraber halldelim. Benim bilmediğim Düşmanların mı var yoksa?" düşünceliydi Ve bir o kadar da sinirli. Kendini bir şey söylememek için zor tutuyordu. Bacağını gergince sallayıyor Bakışlarını sabırsızca etrafta gezdiriyordu. soğuk kahveleri yemek masanı bulduğunda dudakları iki yana kıvrıldı.
"Bugün kahvaltı sırası sende canım kızım. Neden hala boş sofrada oturduğumu sorabilir miyim acaba?" benim sorularımı görmezden gelip masaya mı takılmıştı? Dişlerimi sıktım. Peki madem bana bir cevap vermeyecekti Bende kendi yöntemlerimle bulurdum işin aslını. Önüme dönüp sofraya bakarak konuşmaya başladım.
"Bugün sıra senindi. Bakıyorum da geceleri şantiyelerde gezmekten unutmuşsun her gün evde yaptıklarını."
"Dün bulaşıkları ben yıkadım."
"Bende evi temizledim."
"Kahveleri ben getirdim."
"Emniyete gideceğim. Senin işin yok evdesin, Kalk hazırla." "Benimde bir kantinim var babacığım. Ve ayrıca işe gidiyorsun bu bana bütün işeri yaptıracağın anlamına gelmez."
Babam hızla bana döndü. Soğuk kahveleri kınayarak bakıyordu şimdi. "Bir kız babasının kahvaltı hazırladığı nerde görülmüş." gözlerimi belerterek. "Ee yuh burda ayrımcılık da yapmayacaksın herhalde?" söylediklerime bir cevap vereceği an hızla elimi kaldırıp susturdum. "Ne yani sen şimdi sen kadınsın diye herşeyi sen mi yapacaksın diyorsun? Ha yane ev işini sadece kadınlar mı yapar? Biz kadınlar sadece erkeklere hizmet yapmak, yemek yapmak için mi doğduk?" şaşırdı fakat sonra ne yapmaya çalıştığımı anlamış gibi bezgince yüzünü ovaladı. Bana hiç tahammülü kalmamış gibiydi. Ellerini yüzünden çektiğinde bana korkutucu bir şekilde bakmaya başladı.
Bakışları fakat bakışları beni susyurmaya yetmedi. "Sen bunu mu söylüyorsun bana? Gözümün içine baka baka kadın erkek ayrımı mı yapıyorsun?" babam çok rahat bir şekilde Daha çok bıkmış bir şekilde Bana döndü.
"Kaytarma milen kaytarma. Artık yemiyorum bunları." ağzım açık baka kaldım. Ne kaytarmasından bahsediyordu bu adam? Arkasına yaslanıp gözleriyle boş masayı gösterdi. Soğuk kahvelerinde sinsi parıltılar geçti. "Hadi hadi Kavga etme bahanesiyle bana hiç bir şey yaptıramazsın söyleyim. Bugün sıra sende."
Dişlerimi sıktım hırsla masadan kalktığımda saçımı başımı yolmak istiyordum şuan. Hayır neden iş konusunda bu kadar tembel bir insan olduğumu bilmiyorum. Ne olurdu biraz çalışkan bir insan olsaydım.
Ama yok!
Ama yok. İlla herşeyi bilecek. Babam olamazdı bu adam Benim bu kadar akıllı bir babam olmamalı! Gerçekten pes doğrusu Kendini her seferinde bir şekilde kaytarıyordu işten. Arkamı dönüp dolaptan çaydanlık çıkardım.
Musluğu açıp ocağa çay koyduğumda arkamdan ıslık sesini duydum. Ayaklarımı yere vura vura buzdolabına ilerledim. O sırada da babamın keyifli gelen sesini duydum. "Kahvaltıda ne yapacaksın? Kurt gibi. De açıkmışım." birde konuşuyordu! Bu adam hep böyle yapıyordu. Her seferinde bir şekilde kendini işlerden kaytarıyordu. Dişlerimin arasından. "Zıkkım melemenini yapacağım, Yanına da zehir çayı." buzdolabının kapağını açıp içinde ne var ne yok diye göz gezidirken Babamın hemen arkamdan sesini işittim. "Oo çok severim. Yanına somurtkan zeytin de yok mu?" allah'ım delireceğim! Beni bir zeytine benzettiğine inanmıyorum. Hemde somurtkan bir zeytin!
Dolapta gözüme kestirdiğim kahvaltılıkları tezgaha taşıdığım esnada. "Yok zeytin falan." ters cevaplarıma kahkaha atıp gülüyordu. Beyfendi daha düne kadar yürüyen öfkeydi Bugün ise kahkaha prensi olmuş.
Yıkadığım Domatesleri alıp doğrama tahtasının üzerine sertçe koydum. Bıçaklıktan bir bıçak alıp tahtaya koyduğum domatesi alıp ortadan ikiye ayırarak yamuk yumuk kesmeye başladım. Yemekle hiç aram yoktu. Ne kadar zorlasam da yapmayı beceremiyordum. Babam bile daha güzel yemek yapıyordu. Domatesleri kırarken o an sebepsizce aklıma bu sabah gördüğüm kabus geldi. Babamın kolunda bir dövme vardı.
Üstelik bunu ilk defa değil. Defalarca gördüm kabuslarımda. Nerdeyse her gün. Derin bir nefes alıp bıcağı tahtanın üstüne bıraktığımda bedenimi babama döndürdüm. Sandalyesine yaslanmış bir şekilde eski gazetelerde ki soruları çözüyordu. Hep yaptığı bir şeydi. Gözüm istemsizce sol elinin dirseğini buldu. Koyu lacivert gömleğinin kollarını kıvırsada Rüyada gördüğüm o nokta gömleğin altında kalıyordu. Durup babamı izlediğim için bu dikkatinden kaçmadı. Başını gazeteden kaldırmadan "Bana öyle bakmaya devam edecek misin?" dedi. Bundan rahatsız olmuş gibiydi.
Durduğum yerde kıpırdanıp az önce kalktığım sandalyeye oturdum. Ve sol elinin bileğini tutup kendime çektim. Belki kolunda bir dövme olmadığını görürsem artık o kabusları görmezdim. Babam bileğini tutmama şaşırsada bir şey demedi. Elimi dirseğine koydum. Ve sabırsızca gömleğini yavaşça yükarıya çektiğimde babam elinde ki gazeteyi bırakıp hızla elini elimin üzerine koyarak beni durdurdu. "Ne yapıyorsun?" elini elimin üstünden itmeye çalıştığımda. "Sadece bakacağım." dedim göz teması kurmadan. "Neye bakacaksın?" neden bu kadar huysuzlanıyordu ki alt tarafı dirseğine bakacaktım. Elini ittiğim gibi hemen gömleğini dirseğinden sıyırdım. Gülümseyerek. "Alt tarafı sadece tenlerimizin aynı olup olmadığına bakacakt-" demiştim ki gördüklerimle sözüm yarıda kesildi. Yüzümde ki gülümseme orda donduğunda ellerim öylece dirseğinin üzerinde kala kaldı. Hiç hareket etmedim.
Buz kestim.
Bu Gördüklerimin hiç bir açıklaması olamazdı. Hiç bir gerçek beni inandıramazdı. Olduğum yerde put kesildim. Ne bir tepki verebildim nede bir şey söyledim.
Dilim düğümlendi. Ağzıma kadar gelen bütün kelimeler geri gitti. Zaman akışı o saniyede durmuştu sanki İrislerimin gördüğü bu karaltıyı zihnim duvarlarına acımasızca çizdi.
Ve geçmiş bir kez daha bana karşı kazandı. Ama bu sefer beni habersiz yakaladı. Beni çıkmaz bir sokakta kendisiyle çaresiz bıraktı.
Geçmişin kokusu kokuma karıştı. Onun çığlıkları sessizliğimle gömüldü.
BÖLÜM SONU-
Seviliyorsunuz💙💙
Bölümün anlatımını sizlere bırakıyorum. Umarım sizleri mennun edebilmişimdir. Henüz hiç bir şey net değil. Kurgunun birinci bölümü.
Ama eğer sizin soracak bir sorunuz varsa ben cevaplamak için her zaman burda olacağım.
Gelecek bölümde görüşürüz☺
|
0% |