@ebru2_yuva_
|
"Belki bir çocuk olursam hep küçük kalır ve herşeyi unuturum sanmıştım. Ama çocuklarda büyüyormuş. Hemde bazıları daha çocukken büyümeyi öğreniyormuş."
Bazen hatırlamak istemediklerini bile hatırlamak zorunda kalırsın. Ve bu öyle bir andır ki. Hatırladıklarına paramparça olursun. İnsanlar belkide fiziksel olarak bir bardak gibi parçlara ayrılmaz. Fakat ruhu binlerce parçaya ayrılır. Ve acı işte odur. Acısız iken o acıyı hissediyorsan işte en büyük cezan budur. Bazen gelir hiç nefes alamadığını hissedersin. Gözlerin dolar fakat ağlamak için bir sebep bulamazsın. İşte insanın en büyük çaresizliğü o andır. "Kızım öldü." kelimesi zihnimde bozuk plak gibi tekrarlanıyordu. Zihnimin içinde anılar bir girdabın içindeydi. Ve ben o girdabın içinde savruluyordum. O kelimeyi unutamıyordum. Zihnimde hep kalıcı olacak gibiydi. Odanın içinde dört dönerken. Birinin arkamdan içeriye girdiğini adım sesinden anladım. İnce topuklu bir kadının ayakabılarının kendinden geriye bıraktığı o tok sesi işittim. Ona dönme gereği duymadım. "Hala yaşadığın için şanslısın jerahiw," diyen kadının sesi kinayeliydi. Benden nefret eden bir şahıs daha. Usulca yönümü ona çevirdiğümde artık sorularıma cevap bulmak istiyordum. Görüş açıma giren esmer kız. Benim yaşlarımdaydı. Uzun dalgalı siyah saçları ile ay yüzü. Süzmeme gerek kalmadan güzelliğü göz dolduruyordu. "Sende kimsin?" aslında kim olduğunu merak etmiyordum. Üzerinde yırtmaçlı derin dekolteli bir elbise vardı. Hiç iyi bir tipe bezemiyordu. Dudaklarını üzülmüş gibi büzerek kollarını göğsünün altında birleştirdi. "Kim olduğumu emin ol bilmek istemezsin." dedi. İstemiyordum da zaten. Etrafıma bakarak."neresi burası? Niye burdayım?" sorularıma bir yanıt almayı beklerken. Bana doğru bir adım attı. Gözlerinde ki nefret çok eskiye aitti. "Eğer burda rahat yaşayacağını sanıyorsan yanılıyorsun. Asla nefes almayacaksın." dedi kesin bir dille. Tek kaşımı kaldırdım. "Nefes almasam ölürüm." dedim. Ölüm de bir kurtuluştu. Fakat benim düşündüğüm gibi elbette söylememişti o cümleyi. Alayla güldü. Bende öyle düşünmüştüm zaten. "Ölüme istesen bile kavuşamayacaksın." şimdi nefesimi tutsam kim tutabilirdi ki beni. Katkanamıyormuş gibi ofladım. "Babam gelir birazdan. Amma caz yaptın be." dedim. Tıpkı onun gibi kollarımı göğsümde birleştirerek. Gülüşü duyduğu sözlerle birlikte daha büyüdü. "Babanın kim olduğunu biliyor musun?" bana acıyarak bakmaya başladı. babam kimdi ki? Babam benim babamdı işte. Bundan gerisi olamazdı. O komiser alihan ışıktı. Bende kızı milem ışık. Herşey bundan ibaretti. bundan gerisi fazlası yoktu. Bana bakmaya devam ederek. "Ligaz argah'ı tanıyor musun?" Argah soyadı onun soy ismiydi. Ve bu ligaz argah kimse onun akrabası olmalıydı. İçerde de adını duymuştum. Ligaz kimdi? Düşündüklerimi tahmim etmiş gibi. "Senin baba dediğin adamın ismi ligaz." dedi. Büyük bir sessizlik koptu. Bütün duygularım o an itibariyle sessizleşti. Hiç sesimi çıkartamadım. "Senin baban dediğin adam seni buraya getirdi. Çünkü senden nefret ediyor." Senin baban dediğin adam seni buraya getirdi. Çünkü senden nefret ediyor? Ligaz. Ligaz argah. Kum asal argah. Benim babam. Benim bu hikayede ki rolü0m neydi? Gerçek değildi hiç biri gerçek değildi. Babamın odasında bulduğum çizimler, kolunda ki sihin yazısı, O kız çocuğunun resmi. Benim babam kimdi? Ve beni buraya o mu getirmişti? hayır yalan. Yalanladım. Yanlış. Yanlış olması gerekiyor. Doğru olamaz Doğruluk payı yok. Acı rubuma enjekte edildi. Ve yavaş yavaş ruhuma sindi. İnanmadım. Yanlıştı. Ona sırtımı döndüğümde onun adımları da kapıya doğru ilerledi. Kaskatı kesilmiştim. kapıdan çıkıp gitmeden önce beni zaafımdan vuran sözleri söyledi. "Senin inandıkların ihanetin oldu. Korkuklarına alıştıracaklar seni." korktuklarım... Benim korktuğum neydi? O gitti ama ben son söylediği sözde takılıp kaldım. Kıpırdayamadım. Korktuklarıma alışacağım. Evet doğru. Yada yanlış. Odanın içinde farketmediğim beyaz bir sandalye vardı. Geçip oturdum. Burda ne yapacağımı bilmiyordum. Birşeyler zihnimi çok fazla zorluyordu. Ben hatırlamak istiyordum. Ama yoktu. Sadece hissi vardı. gerisi yoktu. O an neden gözlerimi kapattığımı bilmiyorum. Ama göz kapaklarım ağırlaştı. Hayır uykum yoktu. Sadece bir şeyler gözlerimi kapatmama sebep oldu. Gözlerim kapandığında bir kapı aralandı. Buda geçmişin başka bir kapısıydı. Nefesimi tuttum. Zihnim beni geçmişin başka bir anısına sürükledi. Kayboldum o anılarda. Yene aynı kadın. Elinde bir küre vardı. İçinde yüzler beliriyordu. Dudakları hareket ediyordu. Yavaş yavaş sesi netleşti. Dudaklarım istemsizce aralandı. Ve o kadını tekrarlarken buldum kendimi. "Bahakm cbak. Shınamah Bekuova. Ahdırbm. Uyajıma ugajima. gafrımu cahıra bjıruo. gmıa istamia fgatbu hayanlea nahlmagı vağsıbu. Aharim. Bukemia Oma. Radras'ue veu rawesi. Ummma sahrıba ramu ahari."
(geldim sana. Dileğim çok bir şey değil. Yanlızca tek bir istek. Uzaklaştır bu bedeni ömürlük değil yanlızca bir gün kadar. Sığındım önce tanrıya Sonra güneşinin ışıklarına. Radras sana yalvarıyor. Tanrıdan aldığın gücü bu halk için geri ver karanlığın lanetlediği güneş."
Nefesimi kesen bu sözlerin ne anlama geldiğini bile bilmezken. Zihnimin bana oynadığı oyuna ayak uydurarak katıldım. Büyük bir gürültünün koptuğunu işittim. İrkilerek gözlerim açıldığında neyi görmeyi bekliyordum bilmiyordum fakat patlayan cihazları görmeyi beklemiyordum.
Yangın.
Cihazlar patladığında kendinden geriye ateşin lavlarını bıraktı. Kazara çıkan bir yangın değildi. Öylesine bir şiddetle büyüdü ki ateş saniyeler içerisinde etrafımı esir aldı. yoğun bir sıcaklığının istilasına uğradım.
Ateş bana düşmanmış gibi toplandı. etrafı yakmak için her yere sıçrayan ateş düştüğü yeri bıraktı. çünkü hedefi bendim. Dokunduğu yeri yakmıyordu. Çünkü gerçek bir ateş değildi. Ama onun kadar yakacaktı. Acıtacaktı. Çığlıklarım odanın içinde yankılanırken sanki dışardan hiç sesim dıyulmuyormuş gibiydi. Kimse gelip yardım etmiyordu. Neden etmiyorlardı? Yangının çıktığını görmüyorlar mıydı?
Gözyaşlar usul usul yanaklarımdan süzüldüler. Duman yoktu. Sadece ateşin sıcaklığı vardı. Tenimde yoğun bir acı hissettiğim an güneşin yakıcı lavlarına teslim olduğumu anladım.
Bu ateş değildi. Yıllardır karanlıktan alınıp saklanılan o güneşin ışıklarıydı. Nefesim kesildi. Bu sefer tutmadım. güneşin acı lavları bedenime hücüm ettiğinde acı bir haykırış koptu. Benim haykırışımdı. Öyle bir acı hissettim ki. Tenim yandı. Ruhum sökülüp bedenimden alındı.
Kurtuluş yoktu. Kurtuluşum yoktu. Gözlerim ebediyen karanlığa teslim oldu. Cezam buydu.
"Senin cezan bu jera hiw."
Bu ismi yanlızca karanlık ve tanrılar değil. Güneşte lanetlemişti.
Radras onlar için sonsuza dek silinmiş ve asla anılmayan lanetli bir halk olarak anılmıştı. Ve yasaktı.
Ve bugün o lanet ve yasaklar ortadan kalkmıştı. Çünkü radras onların verdiği cezayı çekmişti. Şimdi ise bedelini ödemenin zamanıydı.
****
Son yaprak dalından koparıldı. Bir daha hiç yeşermeyecek üzere kuruyan ağaç bütün mevsimlere elveda dedi. Tıpkı benim gibi. Kendimle savaşamayacak kadar bitkin ve yorgundum. Belkide artık sondu. Devamı olmayacaktı.
Çünkü benden geriye bir beden yoktu. Varsada ölüden farksızdı. O acı benimle değildi. Ama ruhuma büyük bir damga bırakmıştı. Ve zihnimde silinmeyen izler ile çığlıklar bırakmıştı.
Ateşten hiç bir zaman korkamıştım. Güneşi ise hep severdim. Ve ona sık sık gülümserdim. Şimdi ismini anmamaya yemin ettiğim bir şeydi. Etrafımda binlerce ses vardı. Suyun o çalkalanan sesi. Yeşilşiğin o taze ferah kokusu. Ağaçların yağmurla harmalanmış dallarının kokusu. Hepsini soluyordum. Bir an önce uyanıp görmek istediğim bir manzaraydı. Fakat uyanıp da karşılacağım korkunç bir görüntü vardı. Henüz onu görmeye cesaretim yoktu. Sanırım hiç bir zaman olmayacaktı.
Uyanıktım. Ama gözlerimi açmaya korkuyordum. Bedenimde hiç bir acınım hissi yoktu. Belkide uzun zamandır uyuduğum için artık acısı geçmiştir. Ve izleri kalmıştır diye düşündüm. Bir saattir kendi bedenimi kafamın içinde şekilden şekile koydum. Hepside yanıklarla süslenmiş bir beden olarak...
Ama artık karşılaşmanın zamanıydı. Ertelemenin lüzmü yoktu. Gözlerime düşen bir damla suyla. İrkilerek göz kapaklarım açıldı. Belki karanlığı görmeyi bekliyordum. Fakat güneşi görmeyi beklemiyordum. Sırtım yumaş bir zemindeydi. Etrafıma bakınca yeşil bir vadide olduğumu gördüm. Usulca doğruldumda etrafıma bakındım.
"Hey! Meyr şuraya baksana o kız orda."
"İnanamıyorum. Hala yaşıyor! Cadı buna çok sevinecek!"
Hemen Arkamda duyduğum sevinç çığlıkları ve aşina olduğum seslerle şaşkınca omzumun üstünden arkama baktım. Ve o gün gördüğüm kanatlı perileri gördüm. Fakat dikkatimi çeken bu değildi.
Etrafta ki taze ağaçlalara çiçeklere, Ve hatta dalgalanarak akan duru nehir'e hayranlıkla baktım. Bu bu gerçek olmayacak kadar büyüleyiciydi. Ağaçların yeşil yapraklarına konan rengarenk kelebekler, Masal dünyası gibiydi. Ve korktuğum bir gerçek. Güneş vardı...
En son yaşadıklarımı hatırladım. O ateşin üzerime gelişi. Attığım çığlıklar.
Bende asla unutmayacağım izler bırakmıştı. Yüzümde ki hayranlık yok oldu. Etrafımda ki tüm renkler, Tüm güzel kokular yok oldu. Hiç birini göremedim. Hiç birinin kokusunu soluyamadım. Beniö hayatımda güzel bir şey olamazdı. Onlar asla sınırsız değillerdi. Ayağa kalktım. Güneşe sırtımı döndüm. Kendi gölgemin arkasına sığınarak benden on adım kadar uzakta ki kızların bembeyaz olan yüzlerine baktım.
O kadar mı kötü görünüyordüm?
Tek bir cümlesi içimde hala kanıyordu. Baban demişti. İsmi ligaz argahmış. Düşünmemeliydim. Düşüncelerimi yoketmem gerekiyordu. Derin bir nefes aldım. Ve elimi kaldırıp yanağıma korkarak dokundurdum çeneme kadar kaydırdım. Fakat korktuğum gibi avucumda yandığına dair hergangi bir şey hissetmedim. Tam tersi pürüzsüzdü. Acı yoktu. İki elimle de yanaklarımı yüzümün bütününe dokundum. Ama herhangi bir pürüze raslamadım. Derin derin nefesler alarak. Kollarıma baktım. Ve gördüklerimle irislerim kocaman açıldı.
Üzerimde ki elbise?
Ama ama bu nasıl olurdu? Üzerimde ki kırmızı elbiseye hayretle bakıyordum. İspanyol paça kolları dirseklerimin üstünde bitiyordu. Koltuk altlarımda ki sıkıca bağlanmış ipler belimi ipincecik göstermişti. Elbisenin boyu dizlerimin biraz altında bitiyordu. Belden aşşağı genişleme iniyordu. Göğüs dekoltesi yoktu. Ama gerdanım gözler önündeydi. Üstelik saçlarım göğüslerimin altına gelecek kadar uzundu. parlak ve ipeksiydi. eskisinden daha canlı görünüyordu.
Ama bu nasıl olur?
Bu bir rüya mı?
Ben hiç rüya görmezdim.
Belkide ilk kez rüya görümüyorümdür. Her insan rüyalar görür değil mi? Evet evet kesinlikle bir rüya. Çünkü bunun başka hiç bir açıklaması olamaz. Gözlerimle bedenimi süzdüm. Hiç bir yanık izi yoktu. Ama bedenim gelişmişti. kadınsı hatlarım belirginleşmişti. Parmaklarım uzun inceydi. Hayır benim ellerim tombuldu normalde. Ve ellerim çok zarifti. Bedenim böyleyse yüzümü çok merak ediyorum.
Bu kişi ben değilim!
"Aman tanrım. O çok çok güzel."
"Ona yazık olacak."
Benim hakkımda konuşan geveze perilere cevap vermek yerine. Arkamı dönüp az önce ki gördüğüm nehir'e doğru ilerledim. Adımlarım yaklaştıkça heycanlanıyor. Yanaklarıma bir sıcaklık basıyordu. Sanırım kızarıyorum. Heycanla dalgalanarak akan nehir'in önünde diz çöküp. Eğildim. Berrak suyun yansımasında ki kadın ben değildim. Kesinlikle ben değildim. doğruldum. Emin olmak için tekrar eğilip yansımada ki yüzümü inceledim. Bu kişi ben olamazdım. Mümkünatı yoktu. Hiç bir oluru yok. Gözlerimin rengi yeşil'e çalıyordu. Kenarları ise baldı. O kadar güzel ve canlıydı ki. Benim eski rengi belli olmayan gözlerimden eser yoktu. Ve yanaklarım kocaman değildi. Yüzüm orantılıydı. Hala büyüktü. Ama çocuk gibi koca yanaklarım yoktu. Tam tersi Çok güzel bir yüzüm vardı. Elmacık kemiklerim ve her mimiğimde kendini belli edecek kadar belirgin olan gamzem de çok tatlıydı. Ama ben sevmemiştim bunu. Çok iticiydi.
Kırmızı ve dolgun dudaklarım.
Güzeldim. Ama ben değildim.
Üzerimde ki kırmızı elbisede bedenime tam uymuştu. Sahi ben nerdeyim. Daha doğrusu nasıl geldim buraya? Doğrulup Arkamda ki sersem perilerin hala bana bakıp Fısır fısır konuşması sinirimi bozdu. Tek kaşımı havaya kaldırdım. İşaret parmağımı onlara doğrulttum. "Hey Sizi geveze periler. Bana neler olduğu hakkında bir bilginiz var mı?"
Bana doğru havada süzülerek yaklaştıklarında. Kanatlarından çıkan sihirli tozlar etrafa saçıldılar. Gerçekten de kanatları vardı. Baktıkça kendimi bir rüya aleminde hissediyordum. Meyr samimi bir şekilde. "Hayır canım. Sana ne olduğunu bilmiyoruz. Sana ancak sen bilebilrsin ne olduğunu." dedi. Leena'da kafasını sallayarak onayladı.
Pekala bu iki salak peri tatlı olduğu kadar da sinir bocucu varlıklardılar. Sabır diler gibi başımı çevirip. "O halde rica etsem beni O adamın görmeyeceği bir yere götürebilir misiniz?" ikisinin de gözlerine baktım. Zaten bunu amaçladıklarını gördüğümde sevinçle ellerimi çırptım. Heycanla öne atılarak.
"O halde gidiyoruz kızlar!"
Başıma gelen olayları kolayca atlatan bir yapıya sahip olmam sanırım tek şanslı noktamdı. Çünkü her an değişen bir karakterim vardı. İkisi de gözlerini pörtleterek bana bakmaya başlayınca göz kırptım. Neden değiştiğimi. Başıma gelenleri babamla olan konuyu. Hepsini rafa kaldırdım.
Önlerinden liderleri mişim gibi onlara el işareti yapıp beni takip etmelerini söyledim. Bu durumda onların benim önümde olması gerekirdi. Çünkü nereye gideceğimiz hakkında bir fikrim yoktu. Daha doğrusu nerde olduğumuzu bile bilmiyordum. Ama ikisi de fazla geveze ve patavazsız olduğu için onlara güvenmiyordum. Yane ne tarafa doğru ilerleyeceğimizi söylemeleri yeterliydi. Yeşil bir ormana doğru ilerledim. Ve o an bir şeyi farkettim. Bu orman o kızlarla içine girdiğimiz ormana çok benziyordu. Hatta orasıydı. Ama bunu yalanladım. Diğer bütün şeyleri yalanladığım gibi. Dikkatimi başka bir şeye vermeye çalıştım.
Perilerin Kanatlarından çıkan altın rengi sihirli tozlar ve mavi tozlar havada dağılarak yeşil yapraklara ve ismini bilmediğim rengarenk çiçeklerin üstüne saçılıp mühteşem bir manzara elde ediyordu. Ama nedense rahat değildim. Bu hoş hava ve dahası etrafta ki güzel şeyler. Beni mutlu etmiyordu. Evet gülüyordum. Ve belli etmemeye çalışıyordum. Ama hiç olmadığım kadar çok korkuyordum. Üstelik o yangın üzerimde bir travma yaratmıştı. Güneşe bakmaya korkuyordum. Hala ellerimde yanık izleri göreceğim diye tereddütle bakıyordum. O anılar sürekli kafamın içinde canlanıyordu. Sonra o aklıma geliyordu.
Kum...
Onun ismini düşüncelerimde tamamlamak bile Tüylerimi diken diken ediyordu. Ondan korkmadığımı kendime tefalarca söyleyip bu konu hakkında kendimi geçiştirsemde. Varlığının hissiyati öyle ürpertici ve tehlike arz ediyordu ki. Bir an önce kaçıp bir daha görmemek üzere onu unutmak istiyordum. İnsanı parçalayacak kadar keskin bakan avcı gözleri insanda korkuyu kelimenin tam anlamıyla var ediyordu.
Kum asal korkunun takendisiydi. Onu tanımıyordum. Ama ruhum onun hakkında çok fazla bilgiye sahip gibiydi. Benden önce tanıyıp aşina olmuş gibi zihnime onun hakkında özgürce bilgiler veriyordu.
Arkamda meyr'in sesini duymamla düşüncelelerimden sıyrıdım.
"Hey istekbulutlu! O tarafa değil."
Bir dakika. Ne dedi o?
Emim olmak için "İstekbulutlu mu dedin sen bana!" diyerek hışımla ona döndüm. Bana suçsuzmuş gibi bir bakış atıp.
"Sen demedin mi ben istekbulut'an geldim diye!"
"Aptal! İstekbulut değil o. istanbul."
"Öyle bir yer yok. uydurma seni yok kafalı!"
"Bana bak! İkide bir bana hakaret edip durma seni yolarım!"
"O ruhunu sürgün ederim! Seni sefil istekbulutlu!"
"Allah'ım delireceğim! Hala istek diyor bulut diyor!" bağırarak ayağımı yere vurdum. Resmen çıldıracağım! Bu iki aptal yaratık sinirimi bozmuştu. "Sizinle bir anlaşma yapalım. Ha ne dersiniz?" her canlı anlaşmak için bir anlaşmaya varmalıydı. Sinirlerime hakim olmaya çalışarak. "Siz yol boyunca konuşmayacaksınız bende size uyacağım." yüzüme aval aval baktılar. Yüzümde ki umutun kırıntıları da yok oldu. "Yok ben sizinle de anlaşamıyorum." bana bakmıyorlardı.
Şimdide birbiriyle kavga ediyorlardı. Kırmızı laleye benzeyen çiçeğe biri sarı diyordu diğeri mavi diyordu.
"Hayır aptal. Onun rengi mavi." diyen leemi bundan çok emin gibiydi. Meyr ise tam tersi. "Hayır rengi sarı ve bana benziyor." diye diretti. Leena. "Sen körsün!" diye bağırdı. Daha fazla dayanmayıp ayağımı sertçe yere vurdum.
"Hayır rengi kırmızı ve tıpkı bana benziyor!" diyerek elimle kendimi işaret ettim. İkiside üzerime atılacakmış gibi baktığında. Sinirle gülüp yürümeye başladım. Bu iki aptal nerden karşıma çıkmıştı?
Daha iyi yol arkadaşlara sahip olmayı hakederken Nerde salak geri zekalı varsa beni buluyordu. Sanırsın sakat gör makinasıyım ve bütün işe yaramzları mıknatıs gibi kendime çekiyorum. Allah kahretsin. Ben bu kadar mükemmel iken bunları haketmiyordum.
****
Sihin. Hiç aydınlık olmayan bir bölgeydi. Bütün cavarlar o siyahın içinde gizleniyordu. Düşmanını göremezdin. Çünkü karanlık onun gibi maske takanları severdi. Etrafıma bakınca tek bir şey eksikti. O hayallerde ki ben eksikti. Böylesine güzel bir dünyada korku olmazdı. Ve artık sadece ben değil. Sonsuz bir korku da vardı benimle. Perilerin tarif etmesi üzerine. Uzun bir yolun sonunda kendimizi bir yaylada bulmıştuk. Her tarafta ismini bilmediğim çeşit çeşit ağaçlar vardı. Hepsinin de meyveleri vardı. Ve sonunda bir cadı klübesini andıran evin önünde duruyorduk. Ahşaptan evin bahçesinin çitleri, ve bahçesinde ki birkaç meyve ağacı çok hoştu. Ev bir tepenin üstündeydi. Esen rüzgar saçlarımı savuşturup rahatlatıcı bir his bırakıyordu içimde. Perilere döndüğümde ikisinin yüzünde korku dolu bir ifade gördüm. Kaşlarım çatılırken ikisinin de baktığı yere baktım. Kulübenin kapısının önünde bir kadın vardı. Üzerinde geniş bol gri cadı kıyafetlerini andıran bir kostüm vardı. Yaşlıydı. Hatta çok yaşlı. Beyaz saçlar uzundu. Ve bakışları. Kesinlikle niyeti iyi değildi. Düz bir çizgide ki dudakları ve korkutucu bir şekilde çatılan kaşları bu kadının her daim böyle olduğunu aklıma getirdi. Cadı dedikleri kişi bu değildi değil mi? Kadın bahçeden çıkıp bizim tarafa doğru gelmeye başladığında hemen yanımda bir hareketlik sezdim. Aptal periler aynı anda çığlık atarak uçmaya başladılar. Gerçekten mi? Aptal oldukları yetmez miş gibi birde satıcıydılar! Durduğum yerde sinir küpüne döndöm. Cadı dedikleri kadının elinde büyük bir değnek vardı. "Sizi işe yaramaz aptal kuşlar!" diye bağırarak oda onların peşine düştü. Periler nereye gideceklerini bilmedikleri için bir o tarafa bit bu tarafa gidiyorlardı. Cadı elinfr ki değneği havaya kaldırıp. "Üç gündür sadece bir odun mu getirdiniz! O kanatlarınızı süpürgeye çevirimde görün!" "Cadı sana başka birini getirdik!" benim için söylüyordu. Ben bu kadınla yaşamazdım. Delirmiş gibi evin etrafında birbirlrrini kovalıyorlardı. Cadı meyr'in sesini duymasıyla adeta deliyr döndü. "İlk seni kazanda kaynatacağım sarı böcek!" Kazanda mı kaynatacaktı. Cadı ve periler külübenin etrafında türkarken. Delirmiş kadının öfkeli bakışları beni buldu. Hadi ama bu kadar şansız olmak benim kaderim olmamalıydı. Hiç düşünmeden arkamı dönüp koşmaya başladım. Ne tarafa gideceğimi bilmeden hemen perilere doğru koşmaya başladım.tepelik bir alandaydık. Ve her taraf dik yokuştu. Koşarken arkamdan. "Kaçma gel buraya!" Ben onlar gibi külübenin etrafında türlamak yerine dümdüz ilerledim. Her taraf yeşillik ve çiçeklerle süslü olsada neticede dik yokuştu ve insan koşamazdı. Perileri kanatları oldukları için onlar zorlanmıyorlardı. Cadının bağışları hala kulağımdaydı. Manyak bir kadının tekiydi! Bu aptal perilerle gelmeyecektim. Tamamen menfaatleri için beni buraya kadar sürükledilrr. Nefes nefese durduğumda gayri ihtiyari omzumun üzerinde dönüp arkama baktım. Büyük bir tepeye çıkmıştık. Küpüne ise aşşağıda kalmıştı o yüzden görinmüyordu. Ellerimi dizlerime koyup nefes nefese. "Sizi o manyak karıya bırakmadan bizzat ben ortadan yok edeceğim." biraz daha orda kalsaydım o kadın beni yamyam gibi kazana koyup pişirecekti. Belkidr benimle bir büyü yapacaktı. Nasıl insanların arasına düşmüştüm ben böyle? Periler cadıdan uzaklaştıkları için rahat bir nefes alırken. "Bize sadece cadı ceza verebilir." dedi meyr övğnerek. Başımı kaldırıp pört gözlerine baktım. Yüzünde bir sürü sarı çil vardı. Ve bu doğuştandı. Leena'nın ise mavi çilleri vardı. "Ama ben veririrm." dedim. Kahrolası yaratıklar. Dişlerimi sıkarken etrafıma baktım. Aşşağıda ormanlık bir alan vardı. Her taraf kayalık ve ağaçlarla çevriliydi. Onlara baktığımda meyr sarı saçlarını kuracalarken leena da yüzündr ki benlerr okunuyordu. "Burda sihinden başka bölge yok mu? Diye sorarken buldum kendimi. Meyr saçlarında ki yaprakları çıkarırken. "Hayır sadece sihin var. Eskiden radras halkının yaşadığı jerahiw vardı. Kısaca aydınlık bölgesi. Orda güneş ve gece vardı. Fakat yıllar önce bu döngü değişti." dedi. Bu durumdan oldukça üzülmüş gibiydi. Kaşlarım çatıldı. O kız bana jerahiv. Demişti. Neden öyle söylemişti? Yane eskiden burası sadece karanlık değil gündüzlerde vardı. Ne olmuştu da böylr olmuştu? Peki benim bu yaşadıklarım? Kabus gibi bir durumdu. Etrafıma baktım. Burası aydınlıktı. Meyr'e döndüm. "Ama burası aydınlık?" şaşırtıcı olan hatasıydı. Acaba hepsi bir oyun mu? Meyr leena'ya baktı. Leena'ya döndüm. Bana bakarak. "Bu gördüğün aydınlık yapay." dudaklarım aralandı. Ne demek yapaydı? Güneş vardı. Herşey gerçekti. Düşündüğümü tahmin etmil gibi başını salladı. "Bu gördüğün herşey senin hayalinde. Sen böyle bir yerde olmak istiyorsun ve bu yüzden böyle bir yeri görüyorsun." kafam karışmıştı. Ne anlatıyordu? "Ne demek ben istediğim gibi böyle. O karanlık tarafında da o zaman böyle aydınlık olması gerekmez miydi?" o taraf hep karanlıktı. O zaman orda da böyle olması gerekirdi. Periler havada süzülerek ormanlık tarafa doğru ilerledim. Peşlerinden giderken. "Çünkü orda sihin vardı. Sihin'de zihnin onun elinde. Orda gördüğün gerçek fakat burda gördüklerin sadece zihninin sana oynadığı bir oyun." Bu çok saçmaydı. "Peki sizde nasıl görüyorsunuz burayı?" meyr cıvıl cıvıl kıpırdanırken. "Senin gördüğünü görüyoruz. Çünkü biz onlardanız." Kimlerdendik? Arkalarından yürürken. "Biz kimdeniz? Doğru dürüst anlatsanıza şunu!" anlatmadılar. Sanki bunun cevabını onlarda bilmiyorlarmış gibiydi. Bilmeleri gerekirdi. Burda yaşıyorlarsa kimden olduklarını bilmeleri gerekiyordu. "Bizim halkımız helak olmuş. O yüzden burda sadece karanlık var. Güneş yok." Bizim halkımız helak olmuş. Bizim halkımız kimdi ki? Ne demek güneş yoktu. Biz nerdeydik de güneş yoktu? Adımlarım durdu. Sertçe yutkundum. Sorgulamak için dudaklarım aralandığında söylenmek için dilimr kadar gelen kelimeleri geri ittim. Alacağım cevaptan korkuyordum belki. Ellerim üzerimde ki eelbisenin kumaşına dokundu. "Peki biz şimdi nereye gidiyoruz." benden bir hayli uzaklaşmışlardı. Leena ellerine aldığı mavi çiçekleri yolarken. Omzunun üzerinden dönüp bana baktı. "Sihin'e döneceğiz." tek bir kelime soluğumu kesmeye yetmişti. Kabus değildi. Hiç bir şey kabus değildi. Gerçekti. Hemdr herşey. Göz bebeklerime kadar titredim. Boğazıma oturan yumruyu gidermek için yutkundum. Ellerime baktım. Vücudum değişmişti. Bu kişi ben değildim. Ve bu gerçekti. Önümde kanatları olan varlıklar vardı. Zihnim bana bir oyun oynuyordu. Güneş yoktu. Bir halktan bahsediyorlardı. Helak olmuş bir halk. Ve o yüzden güneşin doğmadığını. Ne kadar doğruydu? Karanlıktan korkmuyordum. Fakat onu sevmiyordum. Çünkü tehlikeli olan herşey geceyi beklerdi. Gece olunca bütün renkler görünmez olurdu. En sevdiğini bile göremezdin. Ve ben şimdi orda beni bekleyen düşmanlarımın arasına katılacaktım. Benim babam da onlardan birisiydi. Önümde büyük bir engel vardı. Onu aşamazdım. Çünkü o engeli vareden kişi benim bu hayatta en değer verdiğim adamdı. Selamü alyeküm canlarım. Nasılsınız bakalım?☺ Özlettiniz kendinizi. Sizlere yeni bölümle geldim. Artık eleştirilerinizi ve güzel yorumlarınızı bekliyorum. Siz bölüm hakkında yorunlar yaparken ben diğer bölümü yazmaya geçeceğim. Ve Soğuk his'sin bölümlerini düzenleyeceğim. Kendinize çokkk iyi bakın. Sizleri öpüyorum😍😍 |
0% |