Yeni Üyelik
3.
Bölüm

(2) kırık parçalar.

@ebru2_yuva_

Yıllarca uyusam gözlerim açıldığı ilk an. Yene seni hatırlar mıyım? Bana eğer bir ceza vermek istiyorsan kendini unuttur. Unutmak çok acıtıyor çünkü. Sevdiğini biliyorsun ama hatırlamıyorsun.

 

🍁

Bazen mutlu olmak için sebeplere ihtiyaç duyar insan. Neticesinde hiç bir şey sebepsiz değildir değil mi? Sebepsiz yere insan üzülür mü hiç? İşte ben bugün bu sorunun cevabından emin değildim. Çünkü bugün sebepsiz yere acıyı hissediyorum. Hemde en derinden.

Görmek istediğim bu değil miydi zaten?

İnsan kuşku duymadığı bir şeye eylemde bulunur mu?
Bulunmazdı.

Gözlerimin görüşü kararmaya başlamıştı. Kolunu tutan ellerimin tutuşu yavaşça kevşediğinde. Tek bir kelime söyledim. "Bana bir şey söyle, Ama doğru olsun." doğru olamazdı. Bunu biliyordum. Doğrular bu eve hiç uğramamıştı. çünkü temelinde yalan vardı. Derin bir nefes verdim. Sessizlik git gide büyürken. Babam sonunda dudaklarını aralayıp. "Arkadaşım..." dedi. Ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibi Gözlerini kapatıp. "Dövmeci arkadaşım yaptı." tek kaşım havalandı. "Senin dövmeci arkadaşın yoktu baba."


Evet yoktu. Benim tanıdığım babamın öyle bir arkadaşı yoktu.

Olamazdı. Hem olsa bilr benim niyr haberim yoktu? Ne zaman bana söyleyecekti?

Babamdan bir cevap bekleyerek yüzüne baktım. Ama bana bir yanıt vermeden apar topar ayağa kalktığında "İşim var sonra görüşürüz." dedi. Ve yanımdan çekip gitti. Evet Öylece gitti. Hayır gitmedi kaçtı. Babam kahvaltı etmeden asla evden çıkmazdı. Ama şimdi gitmişti. Normalde onu durdurdum. Yemek yemeden onun gitmesine asla izin vetmezdim. Ama onu durdurmak istemiyordum.

Yanlış bir şeyler vardı. Hemde çok yanlış olan şeyler.

Düşünmek yerine ayağa kalkıp mutfaktan çıktım. Doğrudan odama doğru yol aldım.
gitmem gereken bir görüşme vardı. Çağlar'la görüşmem gerekiyordu. Eğer gitmesem eve kadar geleceğini de biliyorum. Bunu yapacak kadar manyak birine dönüştü çünkü!

Etrafımda bir o akıllıydı oda gitti. Ondan en kısa zamanda ayrılacağım Zira her gün tehdit edildiğim bir ilişkiyi sürdürmek istemiyorum. Daha doğrusu hiç kimse istemez. Çağlar'ın iki kelimsinden biri tehdit içeriyordu. Adam resmen zorba gibi bir şeye dönüşmüştü.

Gerçi hoş Buna değişmek değil. Yeniden doğmak denilir.

Odanın içinde direk giysi dolabıma doğru ilerledim. Kapaklarını açıp içinde ne var ne yok diye gözetlediğimde. Gözlerime babamın siyah gömleği çarptı. Babamın kıyafetlerini gün içinde alıp giyordum. Çünkü hoşuma gidiyordu tabi babamın bundan asla haberi olmuyordu. Kıyafetlerine çok önem veriyordu çünkü.

Kırmızı elbisemin kumaşına dokundum. Katiyen bu olmazdı. Kırmızı aşk ve tutkuyu çağıran bir renkti. Ayrılmak için gittiğim görüşmede olmazdı. Beyaz elbiseye baktım. Buda evllik meraklısı gibi olurdu. Siyah pileli elbiseme döndüm bu sefer. Buda yas tutuyormuş gibi olurdu. Çağlar bir kadının giyimine çok dikkat ederdi. Eğer böyle dikkat eden biri olmasaydı gelinlik bile giyer giderdim. Benim için kıyafetin güzelliği yoktu. O an üzerime ne oturduysa onu alır giyen bir tiptim.

Tekrar dolapta göz gezdirdim. Gördüğüm bütün elbiseler beni giyimden soldurtacak türdendi.

En iyisi hiç birini giymemekti. Bakışlarım tekrar babamın gömleğini buldu. Amacım onu kendimden soğutmaktı. Gömleği askıdan aldım. Alt olarak üzerimde ki yüksek bel pantolon yeterdi.

Kıyafetlerimle birlikte banyoya doğru adımladım. Fakat baynonun kapısına gelmeden önce sanki birinin nefesini ensemde hissettim. Sırtımda bir ürpetti geçti. Yutkunarak etrafıma bakındım. Sessizliğin doldurduğu bir odadaydı. Ürkmedim desem yalan olurdu. Hızlı bir şekilde banyoya girip kapıya arkadan kilitledim.

Biraz fazla mı korkaktım?

Sanırım öyle. Ama yanlış giden bir şeyler var. Ters olan ve benim hep doğru gördüğüm bir nokta var. Ama bir türlü çıkartamıyorum.

🍂

 

İnsan kormalı mıydı gerçekten? Korkaklık bir zayıflık mı yoksa tam tersi bir insanda olması gereken duygu muydu? Bilmiyordum. Tek bildiğim bu aralar haddinden fazla korkak olduğumdu Yanlış olan bir şey yoktu bunda. Sanki hep araftaymışım ve asla ordan çıkamayacakmışım gibi geliyordu.

Baktığım güneş bile beni ısıtmıyordu. Ellerim buz tutmuştu. Hayır bütün bedenim buz tutmuştu. Bu kadar üşümemem normal miydi?

Hiçbir şey normal değildi. Hemde hiç bir şey.

Oturduğum kafede dakikalardır üşümüş parmaklarımı masanın üstünde tıkırdatıp. Çıkan ses hoşuma gittikçe buna devam ediyordum. Çağlar henüz gelmemişti. onu bekledikçe sanki zihnimde ki sorulara cevaplar arıyordum. Git gide daha derine iniyordum. Ordan yükselen çığlıklar beni korkutuyordu. Fakat her bir sorunun sonunda biraz daha alt kısma iniyordum.

Yüzüme düşen koyu kastane tutamlardan birini kulağımın arkasına sıkıştırıp Dışarıyı izlemeye koyuldum. Hava serindi bugün bu yüzden siyah kabanımın ortada ki iri siyah düğmelerinden birini delikten geçirip üşümüş bedenime az olsada birazcık sıcaklık verdim.

Cam kenarında güzel bir manzaraya sahip bir masaya geçmiştim. Gözlerim kaldırımda kendi hallerinde giden insanların üstündeydi. O sırada kalabalığın içinde tanıdık bir yüz girdi gözlerimin hedefine. Gerginliğim kat be kat artarken. Bu buluşmanın güzel geçmesi için içimden dualar etmeye başladım.

Kafenin kapısından içeriye giren bedene bakışlarımı çevirdim. Ağır ağır adımlarla benim oturduğum masaya doğru ilerliyordu. Kahverengi gözleri öyle keskin bakıyordu ki yerimde kim olsa gerilirdi. Hele son zamanda irileşen bedeni. Bana elinin tersiyle vursa yere yapışırım diye sürekli hatırlatıyordu.

Açık kahverengi Sakalları bir kaç gün içinde biraz daha uzamıştı. Saçları rüzgarda anlına düşmüştü. Vücudunu sımsıkı saran boğazlı kazağı ve üzerine geçirdiği siyah ceketi. Ona ayrı bir çekicilik vermişti. Kendisinin değiştiği gibi. Giyimi tarzı da değişmişti. Genelde çağlar daha çok spor giyinirdi. Öyle kapa saba biri de değildi. Ne ara böyle vücut yaptı aklım almıyor. Son beş ayda fazla değişmişti.

Yutkunarak. Bakışlarımı üstünden çektim. Çağlar karşıma geçip gürültülü bir şekilde kendine bir sandalye şekip Oturdu. Dirseklerini masanın üstüne yaslayıp başını eğdiğinde. "Dün gece." dedi baskın bir tonda. Derin bir nefes içime çekerken o sözlerine devam etti. "Telefonu neden yüzüme kapattın milen." ismimi öyle bir tonda söylemişti ki gözlerinin içine bakmak zorunda hissettim kendimi. Bunun için öfkelenmişti. Gözlerimi hızla ondan çekip. "Bu kafe çok güzel değil mi?" dedim aylardır geldiğim kafenin içini gülümseyerek elimle gösterdim ona. Ama onun keskin bakışları bir saniye bile yüzünden ayrılmadı. "Soruma bir cevap istiyorum." dedi aynı baskın tonda. Gülümsemem yüzümde donuklaşırken. Masanın altına koyduğum ellerim yumruk şeklini aldı şuan bu yumrukları yüzünde patlatmak için nasıl bir çaba verdiğimi yanlızca ben biliyorum.

Kendimi bozmadan şirince gülümseyip. Bu seferde karşı masada ki çiftleri gösterdim gözlerimle. "Ne kadar birbirlerine yakışıyorlar." sesimin neşeli çıkmasına zorlayarak. Ama o hala gözlerini kırpmadan beni izliyordu. Yüzünde ki belli belirsiz o kibirli ifadeyi görebiliyordum. Hele o sorusuna cevap almadan pes etmeyen inatçılığı da farketmemek için aptal olmak gerekirdi.

"Cevap vermeyecek misin?" bu inatçı ve ısrarcı yanından cidden nefret etmiştim. Pekala bu öküz istediği cevabı almadan yerinde duracak gibi değildi.

Onun bu bakışlarının altında ürksemde. Çenemi dikleştirip. "Canım öyle istedi. Beni sinir etmeseydin kapatmazdım suratına." dedim son sözüme vurgu yaparak. Göz ucuyla ona iğneliyici bir bakış attığımda. Sağ elini kaldırıp ensesine attı. Ve sanki az sonra yapacağı şeyi bana haber vermek adına. Ensesini iki yana kütletti. Sonra ise parmaklarını öne uzatıp teker teker kütletti. Tam bir manyağın hareketleriydi bunlar. Yutkunarak. "E...şey yane öyle söylemek hiç istemedim. Biliyorsum seni ne kadar çok sevdiğimi." dedim sevimlice gülümseyerek. Resmen şuan ecel terkeri döküyordum. Zor duruma düşünce üstümr yalan söyleyen yoktu.

O an gözüme çarpan parmağında ki yüzükle gülümsemem anında dudaklarımda soldu.

Yüzük.

Ortanca Parmağında yüzük vardı.

Nefesim kesildi. Buda neyin nesiydi şimdi? Gözlerim korka korka yüzün üzerinde ki kehribar taşı buldu. Taşın kenarında çok küçük bir yazı vardı. Okumam mümkün değildi. O an hiç düşünmeden masanın üzerinde ki bileğini kavrayıp gözlerimin hizasına getirdim. O küçük yazıyı okumak için büyük bir çaba sarfettim. O an hiç bir şey umrumda değildi. Ne çağlar'ın öfkeli bakışları nede insanların garip bakışkarı.

Farklı bir yazıydı. Bizim harfler değildi. Gözlerim bulanık görüyordu. O kadar çok panik yapmıştım ki ellerim titriyordu. Gözlerimi kapattım. Ve tekrar açtığımda. İki isim gördüm. Gözlerimin gördüğü bu ismi zihnim bana yasakladı. Ama üç defa tekrarlamasına engel olamdı.

Kum asal.

Kum asal.

Kum asal.

Bu isim tam üç defa zihnimde tekrarlandı. Çağlar kolunu elimden çekip. Sert bir yumruk masaya indirdiğinde. İrkilerek öfkeden kasılan yüzüne baktım. "Sana bir soru sorduğumda bana cevap vermeyi öğreneceksin!" öyle bir kükredi ki yüzüme. Tüm uyuyan korkularım gün yüzüne çıkmıştı. Gizlediğim korkularım bile açığa çıktı.

Korkuyla sandalyemi ittirerek ayağa kalktığımda bacaklarımın titrediğini görmek çok acınasıydı. Dudaklarımı aralayıp. "Be-beni korkutuyorsun çağlar. Sen bu değilsin. Son zamanlarda çok değiştin." dedim. bu korkak sesin sahibinin ben olmam beni afallattı. Çağlar sözlerime işaret ve paş parmağı ile burun kemerini sıkıp alayla gülümsedi. "Nasıl bir adammışım ben bir anlatsana." dedi bunu büyük bir öfke ve kinle dile getirmişti. Bakışlarının arkasında ki gizli nefreti görmek zor değildi.

Nefret. Nefret halledilmesi gereken bir duygu değil miydi. Ben haketmemiştim ki o nefreti.

Bana öyle bakma desem yanlış olur muydu?

Benden neden nefret ediyordu? O benim erkek arkadaşımdı. Ona benden nefret edecek kadar ne yapmış olabilirim ki? Masanın etrafında dönüp bana doğru elini uzattığında hızlı kolumu geri çektim. Kafede ki tüm insanlar bize bakıyordu.

Bunu umursamadan hızla arkamı dönüp. Koşmaya başladım. Arkamdan yeri göğü sarsan kükreyişiyle kalbim korkuyla sıkıştı.

"Bana istediğimi vermeden hiç bir yere gidemezsin."

Son kelimesini öyle bir imayla söylemişti ki sesinde ki kini ve nefreti iliklerime kadar hissetirmişti. Kafeden koşar adımlarla çıktığımda insanlara çarparak koşmaya başladım.

Bir kaç kişinin sitemini ardımda işitsemde umursamadım. şuan kafamda ki soruları bile sorgulayacak zamanım yoktu. sokağın başına geldiğim an. Kendimi boş bir köşeye atarak bir kaç saniye duraksayıp soluklarımı düzene koydum.

Bacaklarımda ki kan çekilmiş gibi bacaklarım titriyordu. öksürerek avuçlarımı dizlerime bastırdım. o kadar hızlı koşmuştum ki nereye geldiğimi bile bilmiyordum. kesik kesik soluklar alırken. tamda o esnada işittiğim tok azametli adımların sokakta yankılayışıyla aniden bakışlarımı o yöne çevirdim.

Orda gördüğüm tanıdık simayla gözlerimi irice açtım.. Dudaklarım aralandı. miğdemin kasıldığını hissettim. Uzun gölgesi sokağa bir kasvet gibi çöktü. Korkuya yutkundum. Gözlerinden ateşler çıkıyordu resmen. Bu benim tanıdığım çağlar değildi. Bu gözler benim hayran olduğum o kahverengi gözler değildi. Yutkunuşlarım boğazıma dizildi. Adımları yavaş ve belli bir aralıkla düzenliydi. Kavisli kaşları çatıktı. Yüzünde ki nefreti bu mesafeden bile okuyordum.

Sebepsiz öfkedi beni korkutuyordu.

Kimdi bu adam? Neydi bu şimdi yaşadığım şey bir rüya mıydı. Dün gece ki gibi yene bir kabus muydu? Gözlerimi kapattım bir rüya olmasını diledim bir kaç saniye gözlerimi dinlendirdim. Hayır korkudan açamıyordum da.

Ya gerçekse. Ya gerçekten bu kişi çağlar ise. Dün gece gördüğüm kabus? Allah'ım herşey neden böyle üstüme geliyor. Gözlerimi kapattım. Sonsuz bir süre hiç açmamayı diledim. Şuan burdan yok olmak istedim. Gözlerimi açtığımda gözlerim dolmuştu. Nedensiz gözyaşlar akmak için sabırla bekliyordu.

Onun bulunuduğu noktaya baktım. İşte en büyük şoku o saniyede yaşadım. Çağlar yoktu. O yoktu. Gitmişti. Nefesimi tutarak etrafa baktım. Yoktu. Hiçbir yerde yoktu.

Geçip Kaldırımda yürürken gözlerim sebepsiz yere etrafımda ki insanların üstündeydi. Çünkü garip bir şekilde hepsi bana korkuyla bakıyordu. Bana bakan gözleri kocaman açılıp uzaklaşıyordu. Gözlerimi üstümde gezdirdim. Sanırım tehlikeli bir şey yoktu üstümde. Cebimde çalan telefonumun ritmik sesiyle hızla bakışlarımı insanların üstünden çekip. Cebimde ki telefonumu çıkartıp kimin aradığına baktım. Gördüğüm ismimle parmaklarım titremeye başladı. Çağlar arıyordu.

Neler oluyor böyle? Kaçamayacağımı anlayınca aramayı yanıtladım. Öksürüp. "Neden aradın." dedim pürüzlü çıkan sesimle. Fazlasıyla endişeliydim elim ayağım birbirine dolanmıştı. "Ne sanıyorsun. Kaçarak benden kurtulabileceğini mi?" diyen yabancı sesle telefonu kulağımdan uzaklaştırıp doğru kişi olup olmadığını kontrol ettim. Ama ekranda yazan öküz oğlu ismi yanlız numara olmadığını gösteriyordu. Tekrar telefonu kulağıma dayayıp. "Pardon siz kimsiniz. Çağlar orda mı?" demem sanki bu söylediğim yalana kendimi inandırmak ister gibidi. O değildi. Bunu biliyordum. Kahretsin ki hissediyordum. Herşey yanıltır ama hisler asla yanıltmaz. Benim hislerim hep küvetliydi. Ters olan şeylerden biri de buydu.

"O aptal sevgilinin hala yaşadığına inanabiliyor musun." sesi öyle baskın bir öfkeyi içeriyordu ki. Kalbime korkunun dohumlarını yerleştirmişti. Korksam da cevap vermekten geri durmadım. "Neyden bahsediyorsun. Çağlar nerde." sorum o kadar aptalcaydı ki. Sadece kendimi bu sorularla avutup kandırıyordum. "Burda." dedi. Ve o an esnsemde hissettiğim nefesle elimde ki telefon parmaklarım arasından kayıp yere düşerken. Çığlık atmak için araladığım dudaklarımın üstüne iri bir el kapandı. Kalbim korkuyla sıkışırken. İki elimi ağzımı kapatan elin üstüne koyup ittirmeye çalıştım. Çığlıklarım avuçlarında. Bir mırıltı gibi çıkıyordu. Kulağıma nüfus eden yabancısı olduğum bu nefes ve yabancısı olduğum bu koku beni dehşete düşürdü.

"Seni aptal velet." kulağımın dibinde öfkeyle soludu. Bu ses. Ruhun özlemini duyduğu bu ses kulaklarımda korkuyu vadediyordu şimdi.

Bu ses az önce telefonda konuştuğum kişiydi. Gözlerim uzun ve iri ortanca parmağında ki yüzüğü gördüğünde nefesim kesildi. Gümüş yazıyla parlayan isim zihnime kazıldı. Kum asal. Sen kimsin ve benden ne istiyorsun.

Aklımdan geçenleri okumuş gibi. Soğuk nefesi biraz daha yaklaştı. "Senden geçmişi istiyorum. Bana vermediğin her gün senin için azap olacak." aksanlı ve kalın sesi öyle ürperticiydi ki tüylerim diken diken olmuştu. Korktuğum o kafeste o zifirdeydim şimdi. Hiç bir ışık şimdi yokedemezdi arkamda ki karanlığı. Öylesine güçlüydü ki. Gücünün kudretini etrafımda hissediyordum.

Hangi geçmişi istiyordu? Ve benim düşüncelerimi nasıl okumuştu. Ben bunları düşünürken arkamda ki adam bedenimi kendi bedene biraz daha çekip. Koca bedeninin arasında kapana kıstırdı. Kimdi ve benden ne istiyordu. Onu tanımıyorum. Değişik bir aksanı vardı. Dillendiremediğim farklı bir aksanı vardı. Onu ben değil ruhum tanıyordu.

Hiç bir şekilde kıpırdayamıyordum o kadar güçlüydü ki karşısında hiç bir şansım yoktu. Bir insanın sahip olmayacağı kadar güçlüydü. Başını biraz eğince nefesinin saç diplerime sızdığını hissettim. "Sadece üç gün... Yanlızca üç günün var." sesinde ki o nefret neden bütün duyguları yokedecek kadar baskındı ki.

Korkutan bütün bedenim yerinde buz kesmişti. Nefes aldığımdan bile şüpheliyim. İnip kalkan göğsüm neyse ki hala nefes aldığımı söylüyordu. Dudaklarımın üstünde ki eli çekildi sonra ise varlığı arkamda bir duman misali havaya karışarak ortadan yok oldu. Ben ise hala aynı pozisyonda durmuş az önce ne yaşadıklarımı sindirmeye çalışıyordum.

Üç gün. Yanlızca üç gün.

Büyük bir lokma boğazımda kalmış gibi saniyeler sonra öksürük krizine girdiğimde. Yeni yeni kendime geliyordum. Dizlerimin üstüne çöküp yerde ki ekranı kırılmış telefonu kavrayıp tekrar ayağa kalktım.

Ve kendimi bir anda koşarken buldum. Yolun üstünde ki taksiyi elimle durdup hışımla arka kapıyı açıp kendimi arka koltuğa attım. Kısacık bir zaman diliminde nefes nefese kalmıştım. Ellerimi yüzüme koyarak dizlerimi kendime çekip ağlamaya başladım.

Şuan şöförün bana nasıl baktığını tahmin edebiliyordum. Ama umrumda değildi. Ağlamak istiyordum.
Dizlerime yasladığım başımı kaldırıp şöföre baktığımda dümdüz yolu izlediğini görmem en azından beni izlemiyor diye rahat bir nefes alırken. O an aklıma adama ev adresimi vermediğim düşünce. Tam ağzımı açıp adresi veriyordum ki. Arabanın ani frenle durmasıyla öne savrularak kendimi son anda geri çekerek başımın ön koltuklara çarpmasına mani olmuştum. "Biraz yavaş olun. Arabada insan var herhalde." diye kızdığımda adamın hiç bir tepki vermemesi beni şaşırtsada. Daha fazla uzatmadan kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Çantamdan parasını çıkarttıp ön camı tıklattım. Sabırsızca adamın camı açmasını beklerken. Gözlerim direksiyonun üstünde ki sağ elini bulunca. Şok içinde kalarak korkuyla geriledim. Arabanın önümden süratle geçip gitmesine bile takılmadım.

Kahretsin o yüzük çağlar'da da vardı.

Gerçi o adama çağlar demek büyük bir haksızlık olurdu.

Ne biçim bir adamdı o öyle.

Düşündükçe bile hala tüylerim diken diken oluyor. Olanlar bana hala bir rüya gibi geliyor. Dün geceden beridir yaşadığım bunca şey normal miydi?

Önce o kabus. sonra babamın o kabusta ki gördüğüm dövmenin aynısın dirseğinde olması.

Ve çağlar'ın son zamanlarda değişen ruh hali. Parmağında ki o yüzük o isim. Dün gece gördüğüm kabusta da sürekli o ismi duymuştum. Peki o ismin çağlar'ın yüzüğünün üstünde ne işi vardı. Peki birden bire ortaya çıkan o hayalet adam? O şöförün yüzüğü.

Allah'ım ben ne yaşıyorum böyle. Yoksa izlediğim o korku flimlerinde ki üçharfliler bana mı musallat oldu.

Yaklaşık yarım saattir oturduğumuz binanın önünde durduğumu görünce ise en büyük şoku o an yaşadım. Ama bu Nasıl olur. Aman allahım yoksa cinler mi üstüme musallat oldu. Düşündüklerimle. Hızla haraket ettim. Demir kapının şifresini girdiğimdr bile kendimde değildim. Çıkan tok sesle kapının açıldığını o an farkedebildim. İçeriye ilk adımı attığım an girişte ki ışıklar söndü. Dut yemiş bülbüle döndüm.

Hadi ama beni delirtmek için fazla çabalamıyor musunuz?

Kendimden beklemediğim bir hızla merdivenleri çıktım. Öyle bir hızla koştum ki. Kendimi saniyeler içinde 9 numaralı evimizin kapısında buldum. Genelde hep asansör kullanırdım.

Ama öyle bir durumla baş başa kalmıştım ki asansörle gelmek aklımın ucundan bile geçmemişti. Kapının önünde önce göz ucuyla arkamda ki merdivenleri inceleyip sonra nefesimi düzene koymaya çalıştım.

Bir kaç saniye soluklarımı düzene koyup siyah çantamdan anahtarı çıkardım.
Ve kapı deliğine koyup çevirdim bütün kaslarım kasılmıştı. Kapıyı açıp botlarımı çıkardım. İçerden gelen yoğun parfum kokusuyla kaşlarımı çattım.

Bu koku babamın kokusu değildi. Kapı eşiğinden içeriye girdiğimde içerden bir kadın sesini işittim. Kaşlarım daha da çatılırken. Aklıma tek bir ihtimal geldi.

Babamın ben evde yokken eve kadın atması!

Ellerim iki yanımda yumruk şeklini aldı. Dişlerimi sıkırken. İçimden 'eğer öyle bir şey yaptıysan benden kork baba' dedim eğer yoksa bile bana sırf böyle düşündürdüğü için onun başının etini yiyecektim.
Hemde çiğ çiğ.

Üzerimde ki kabanı bile çıkartmadan Süratle koridordan geçip salona girdim. "Baba!" diye bağırdım. Salonun içine girerken. O an gördüğüm ilk şey bana şaşkınca bakan bir çift mavi göz oldu. Yumruk şeklinde ki ellerim çözülürken yüzümde şaşkınlık ifadesi belirdi.

Burda babamı ve başka bir kadını yanlış bir bozisyonda görmeyi beklerken en dedikoducu arkadaşım beril'i görmeyi kesinlikle beklemiyordum. "Beril?" dedim şaşkınlıkla. "Senin burda ne işin var? Hem gelirken bana neden haber vermedin. Ve o babam nerde." üst üste sıraladığım sorulardan sonra. Beril oturduğu tek kişilik krem koltuktan kalkıp. "Yarım saat önce gelmiştim bende. Alihan abi ben geldikten sonra acil bir işi çıktığı için gitti. " sesi hiç yalan söylüyor gibi çıkmamıştı. Son derece de samimi ve sıcak bir sesle dile getirmişti.

Ki zaten öyle olmalıydı. Beril benim ilk okul arakadaşımdı. Ama garip bir şekilde evde yabancı bir erkek parfümü vardı. Bu koku babama ait değildi. Babam bu kadar yoğun ve baskın parfümleri asla kullanmazdı. Gözlerimi beril'den çekip etrafı kolaçan ettiğim sırada. "Evde yabancı bir erkeğin parfüm kokusu var." diye mırıldandım.

Beril'in sesi hemen bu sözlerimin üstüne gelince ona döndüm. "Şey... aslında." diyip alt dudağını ısırarak gevelemesine. "Şey ne?" ellerimi belime koyup kuşkuyla baktım mavi gözlerine. Beril yerinde kıvranıp durdu. En sonunda bu ısrarcı bakışlarımı görünce. "Ben sevgilimin parfümünü kullandım." diyeverdi aniden. Yüzüne düşen bir tutam altın sarısı saçını kulağının arkasına atıp. Tekrar kalktığı koltuğa oturdu. "Senin sevgilin yoktu." yene sorgulayıcı imama gözlerini bayıp. "Sen çağlar'a o kadar çok kafayı taktın ki. Beni unuttun." dedi kırgınlıkla.

Şaşkınca bende karşısında ki koltuğa oturup sırtımı koltuğa yasladım. Koyu keskane saçlarım yene çeneme sürtünüp çenemi kaşındırmıştı. Elimle orayı kaşırken. Çağlar ismini duymanın gerginliği vardı üstümde. Ne güzel unutmuştum onu. O anlar yene kafamda bir bir canlanırken başımı iki yana olumsuz sallayıp. "O öküze kafa taktığım falan yok."bakışlarımı duvarlarda gezidirken boyamızın çok eskidiğini farkettim. Onun da boyanması gerekiyordu artık. Evde ki herşey eskimişti. Hepsinin yenilenmesi gerekiyordu. Yanlızca insanlar değil. Eşyalar da yıpranıp bir süreden sonra kullanıomayacak hale geliyordu. Herşey yaşlanıyordu.

Yanlızca zaman bundan nasibini alamamıştı.

"beni çok ihmal ediyorsun milen." beril'in bu sözlerini duyanda kendisini benim sevgilim sanacaktı.

Ona gözlerimi devirip. "Çay kahve içer miydin?" dedim bıkkınlıkla çünkü biliyorum bir kere başlasa yedi gün gece bitmezdi derdi. 'Yok anam ev taşıdık kimse yardıma gelmedi. Maddi durumumuz yok dedem bir zırnık koklatmıyor. Arkadaşlarım hepsi kuyumu kazıyor.' işte beril'in bütün sohbeti buydu.

Daldığım düşüncelerimden berilin naif sesiyle sıyrıldım. "Ay şöyle güzel bir kahve yapda ağzımızın kuruluğu gitsin kız!" söyledikleri de biraz sonra içeceği kahveyle başlayacağını söylüyordu. Elimi başıma koyup. "İşte tamamladık." homurdanarak sırtımı yasladığım koltuktan ayırıp. Ellerimi dizlerime vurup ayağa kalktım. Beril de sehpanın üstünde ki telefonunu aldı. Büyük ihtimalle sevgilisiyle mesajlaşacak. "Sevgilin kim?" diye sordum merakıma yenik düşerek. Beril bakışlarını telefondan alıp.

Sorduğum soruyla yüzünde salak aşıkların o gülümsemesi oluştu. Sanırım şimdiden aşık olmuş. "Sen tanımıyorsun. Ama tanısan böyle. O kadar karizmatik ve havalı ki. Hele o ela gözleri. Ay çok yakışıklı ya." gözlerinde ki hayranlık ve o büyülenmiş ifadesine bakılırsa çocuk gerçekten yakışıklıydı.

Beril kendi kendine mırıldanarak yene aptal aptal gülümserken sabır dileyerek. Salondan çıkıp mutfağa doğru adımladım. Eşikten geçip mutfağa girdiğimde gözlerim bu sabahtan kalma hala yemek masasının üstünde duran bal şişesini buldu. Öfkeyle. "Yene bana işini kakaladın ya. sana pes diyorum baba pes." sinirle yemek masanının önünden geçip mutfak dolabından çezve ve kahveyi çıkarttım. Göz ucuyla o bal şişesine bakıp. "İnat değil mi bende o şişeyi kaldırırsam banada milen demesinler." cezveyi ocağın üstüne koyup. Malzemelerini koyduktan sonra ocağın altını açıp başında beklemeye başladım. Kendimi biraz dinleyeceğim dedikodu için hazırlamaya başlamalıydım. Ellerimle biraz şaşaklarımı ovaladım. Sonra anlımı ovaladım.

Bugün yaşadıklarıma hala bir anlam veremiyordum. O yabancı adam bana sadece üç gün vermişti. Ya yene gelirse. O zaman ne yapacağım. Ama bir şey vardı ki. Varlığı bana hiç yabancı gelmedi. Sanki hep vardı. Sanki hep nefesi ensemdeydi de ben farkedemedim. İçten içe o gizli korkularımın sebinin o olduğunu düşünüyordum.

Sahiplendiğim bir çok korku vardı. Hepsinin derin bir anlamı vardı.

Hatırlanmayacak kadar puslanmış o anıların içinde onu bulamazdım. Ama kokusunu hissedebilirdim.

O sırada kahvenin kaynadığını görünce taşmasına izin vermeden hızla ocağın altını kapattım. Mutfak dolabından iki fincan çıkartıp önce kahvenin üstünde ki köpüğü kaşıkla alıp fincanların içine koydum sonra da kahveyi fincanlara boşalttım.

Nedense bugün kendimi çok yorgun ve halsiz hissediyordum. E tabi bir fantastik hikayelerde ki zavallı baş rol kızlar gibi o kadar kovalandım. Bir zahmet de yorul.

Fincanları tepsinin üstüne koyup. Mutfaktan ağır adımlarla çıktım. Uzun dar koridordan salona geçtim. Tabi keşke gelmez olsaydım. Beril'in yerinde kıpır kıpır olması ve topladığı onca şeyi bir bomba gibi patlatacak kadar heycanlı olması kalan umutlarımada kaynar su döktü. Beril beni gördüğü gibi neşeyle şakıyarak. "Ay vallah seni o kadar çok özlemişim ki. Biliyor musun en sevdiğim arkadaşım sensin." tabi canım ne demezsin. sabırla başımı havaya kaldırıp. "Ya sabır." diye kısık bir sesle mırıldandım. Kim bilir benim arkamdan nasıl ipimi çekiyordur. Kahveyi beril'e uzatıp. Kendimi kanepeye attım. Yastıklardan birini başımın altına koyup. Ayaklarımı da boydan boya uzatarak. "De hadi anlat." dedim. Sesimde ki tahamülsüzlük üst düzeydeydi.

Beril fincanı dudaklarına götürüp minik bir yudum aldı. fincanı sehpanın üstünde duran tepsinin üzerine bırakıp gözlerini gözlerime dikti. Hareketlerini yorgunca takip ederken. "Geçen ben bizim hani şu eski arkadaşımız. Kendini beğenmiş şımarık egolu kibirli aysun varya." dedi. Sesinde ki kinayeden bile anlaşılıyor aysun'u hala çekemediği. Onu başımla onaylayıp devam etmesi için izin verdim. Beril mavi gözlerini tiksintiyle kısıp. "Ay o çirkin bide evlenmiş. Görsen bir oğlu var. Kız o çocuk niye öyle. Ay allahım o sesi. Maymun gibi bir şeydi. Bide yaramaz terbiyesiz." beril iğrentiyle yüzünü buruşturup el hareketlerinin eşliğinde anlatmaya devam etti. "Ay kocasını bir görsen." dediğinde. "Gördüm gayet iyi. Çok beyfendi bir adamdı." dedim beril adamın adını kirletmeden. Söylediklerime. burnunu havaya kaldırıp çenesini dikleştirdi. "Ay neresi beyfendi be onun. Cimri pintinin teki. İki saat orda oturdum bir kahve getirip veremediler." yene kınayıcı bakışlarına susup. Dinlemeye başladım.

Umarım babam biraz erken eve gelir. Diye içimden dua ederek uzandığım kanepede kollarımı gövdeme dolayarak büyükçe ensedim.

Gözkapaklarıma inen ağırlık onları ısrarla kapatmam için bana yalvarıyorlardı. Onların istediğine itaat ederek. Gözlerimi yumdum. Zihnim henüz ayıktı. Sadece gözlerimi dinlendiriyordum. Kesik kesik soluklarım. Az sonra derin bir uyku sayesinde düzenli olacaktı.

Beril'in sesi uğultu gibi kulaklarıma geliyordu. Sanırım artık yavaştan uyuyordum.

**

Birinin varlığını hemen arkamda hissediyordum. Görünmez nefesini ve görünmez varlığını yanımda hissediyordum. Tıpkı yıllarca hissettiğim gibi.

Aynı nefes aynı koku. Bu ikili sanırım çocukluğumdan beridir benimleydi. Bunu kendimce normalleştirmiştim. Ama başkalarına psikolojisi bozuk bir durumdu.

Bir toprağın kokusu olur muydı. Olmazdı, ama nemli toprağın taze kokusu vardı. Yağmurun hoş kokusu ve toprağın huzur verici nemli kokusu vardı. Ve bu koku hep bemimleydi.

Öyle ki ben bu kokuya alışmıştım. Ben kendi hayaletime çoktan alışmış bir deliydim aslında.

Zihnim yavaş yavaş uyuklanırken. yumuşak yunlu bir battaniyenin üzerime örtüldüğünü hissettim. Üşüyen bedenimi bir şöminenin ateşi gibi yavaş yavaş ısıtırken. Beni bu hisle buluşturan Battaniye sarılıp kendimi ısıtmak için bedenime doladım.

Ve birinin tok ve güçlü adımları işittim arkamda. Göz kapaklarım mühürlenmişscesine hareket dahi etmezken. Zihnim yene tetikteydi. Parmaklarım yumuşak yunlu battaniyeyi sımsıkı kavradığını hissediyordum. Avuç içimin nemlendiğini hissediyordum. Birinin karanlık nefesinin arkamdan kudretli adımlarına eşlik ederek uykunun kelepçelediği bedenime sinsice yaklaştığını hissediyordum.

Ve şu iki kelimeyi sürekli zikrediyordu dili. Aşina olduğum bu ses uğultulu bir şekilde kulaklarıma ulaşıyordu. Sözlerini duymamı ve hatırlamamı istemiyor gibiydi.

Duyuyordum ama anlamıyordum onu. Sözlerinin ne demek olduğunu düşünemiyordum. Bir rüya kadar hızlıydı zaman. Bir gerçek kadar acı ve sarsıcıydı o sözlerinin gerçekliği.

"Sana hiç unutmayacağın bir anıyı armağan edeceğim. Öyle ki kabuslarında bile seni ürkütecek sihere zorae."



-BÖLÜM SONU-

Seviliyorsunuz canlarım.❤❤

Loading...
0%