Yeni Üyelik
5.
Bölüm

(4) kayıp.

@ebru2_yuva_

Zamanı geriye almayı herkes gibi çok isterdim. Ben keşkelerle yaşamayı değil diğer insanlar gibi başardım dediklerimle yaşamayı isterdim.

🍂

İçimde bir burukluk vardı. Parmaklarım titriyordu çaresizliğin diz boyuyla. Soluklarım düzensizdi. yaşadığım hayal kırıklığın sarsıntısı üzerimde bir enkaz gibiydi. Gözlerimden yaşlar şelale misali akıyordu. İlk kez bu kadar çok ağlıyorum.

Etrafımda binlerce insanın varkığını hissediyordum. Ama karanlığa bakınca yanlızca ürkütücü bir hava ve kasvetli bir kasaba beni karşılıyordu. Kalbimin atışları kimin için bu kadar hızlıydı? Bu bir korkunun belirtisi miydi? Hissettiğim bu çaresizlik yanlızca az önce yaşadığım şeyler için miydi?

Sahi babam neden hala gelmiyordu?

Lütfen gelsin.

Bu sessiz yakarışım yanlızca içimde gizli kaldı. Elimde ki telefonda değdi pusulu gözlerim. İçimden bir parça koptuğunu o saniyede hissettim. Ellerim yanlarıma düştü. Etrafımda dolanmaya başladım. Sanki birini görmek ister gibi. Ve İşte o an aradığım o kimsenin sesi uzaklardan yetişip kulaklarımı delip geçti. Nefesimi tutarken sıkışan kalbimi umursamadan o sese dikkat kesildim.

"Sana vaadettiğim bu zaman aleyhine işliyor."

Hüküm ve üstünlük kokan bu ses, tüm bedenimi ürpertmişti. Öyle acımasız bir biçimde telafüz etmişti ki. Ruhum bu öfkenin kırıntılarından filezlenen tehlikeden korkmuştu. Bedenim ise şaşkın, Ve sınırsız bir korkunun içindeydi.

Avuçlarımda ki telefonu parmaklarımın arasında sanki ondan güç almak ister gibi sıktım. Boğazım kurumuştu. Bu sesi tanıyordum. Bu ses henüz unutulmuşlara karışmamıştı. Çünkü kendi varlığının hissiyatını hiç eksik etmiyordu. Düşüncelerimde ve kabuslarımda hep bu sesi duymanın korkusuyla gözlerimi kapatmaya cesaret edemiyordum.

Karanlıkta silüetini seçmek için dikkatle etrafta gözlerimi gezdirdim. Korku, panik, heyecan, hepsi içimde bir yer edinmek için hücrelerime kadar yayılırken. yabancısı olduğum ses bir kez daha kendini hatırlatmak ister gibi kulaklarıma değinerek tüm bedenimi geçmek üzere olan korkuyla istila etti.

"Sana tanıdığım sürenin sonuna geldin. şimdi sana nasıl bir son yaşatmamı istiyorsun?"

Geçmişten bir anı gözlerimin önüne serildi o an. Bulanık ve eksik bir anı.

'Toprağı çok seviyorsun değil mi?'

'Hayır. Ben hiç bir şeyi sevmem. Ve bağlanmam.'

'Peki ya seni kendime bağlatırsam?'

'Gelecekte ki hayallerin eğer buysa. Oraya yetişmeden seni bizzat kendim öldüreğimi bilmeni istiyorum.'

'Neden bana karşı bu kadar ters olmak zorundasın ki. Hem belki seninle iyi anlaşabiliriz.'

'Benimle uğraşıyorsun. Ve sana bir şey söyleyim mi? Ben uğraşmayı hiç sevmem.'

Belliğimden silinmeyen sözler ve o anılar teker teker zihnimin boş delhizlerini doldururken. Gözlerimi sımsıkı yummuştum. Geçmişin kokusu üzerime sinmişti. O burdaydı.

Ruhum özlemle tutuştu. Nefesim boğazımda kesildiğinde arkamdan yaklaşan varlığını hissettim. Sırtımdan aşşağıya bir ürperti geçti. "Unuttuklarını hatırla. Benden aldığını hatırla, hiwel soıl."

Gözlerimden bir damla süzüldüp yanaklarıma doğru kaydı. Tam o an gölgesi tarafından bedenim esir alındı. Ne ileriye adım atabildim nede arkaya doğru gidebildim. Tek bir noktada sabit kaldım. Pili tükenmiş oyuncak gibi hareketsizce bekledim onun yaklaşan adımlarını. Zihnim adımlarını tanıyordu. Bu adımlara aşinaydım. Yavaş ve düzenli adımlar, Nefes kesecek kadar ürkütücü o karanlık hava, Ve o ıslak toprak kokusu,

Toprak kokan bir adam. Toprağı avuçlarında taşıyıp iki elinde mezarlık olan o adam benim arkamdaydı.

Yaklaştı.

Ve biraz daha yaklaştı.

Nefesi usul usul saç diplerime üsten eserken durdu. Harlı öfkesini, Ve öldürmek için can atan o canavarın kıvrınışlarını hissettim. Soğuktu. Onun nefesi çok soğuktu. Bedenimi donduracak kadar.

Korkudan dilim lal olmuş. Ağlamama rağmen hıçkıramıyordum. Sadece gözyaşlarım akıyordu. Ne için ağladığımı bile bilmiyordum. Bir şey vardı. Beni ağlatıyordu. Sebepsizce nedensizce.

O an göğüs kafesimde ser bir baskı hissettim. Öyle ki o dokunuş kalbime kadar sızdı. Sanki kalbimi avcuna almış ve sıkıyordu. Çiğerlerime kesik nefeler yetinemiyordu.

Çenem titriyordu. Baçımı korkarak eğdiğimde o an sanki görmemi istiyormuş gibi hiç yanmamış sokak lambaları üzerimizde yandı. Sadece işaret parmağını gördüm. Dövmelerle karalanmış parmakları göğüs kafesimi esir almıştı. Arkamda bir beden değil koca bir dağ varmış ve ben ona sığınmışıtım sanki.

"Ağla." diye fısıldadı. Boğazından gelen kalın ve aksanlı sesiyle. "Hemde öyle bir ağla ki öldüğünü unutacak kadar çok ağla."

Verdiğim acıyı unutturacak kadar ağla.

Öldüğünü unutacak kadar ağla.

Sözlerinin üzerinden saniyeler geçmeden bedenime bir acı saplandı. Öyle bir acıydı ki Çığlığım geceyi yardı. Yavaş yavaş bütün bedenimi yerleşti. Bir zehir olup kanıma karışan bu acı beni çığlıklarla boğdu.

Çırpınamıyordum bile. Etkisiz bir haldeydim. Dişlerimi sıkarak haykırdığımda o an göğüs kafesimden toprağın süzüldüğünü gördüm. Sendelediğimde bile gözlerim dehşetle açılmış o süzülüp düşen kumların üzerindeydi.

Onun dokunduğu yerden toprak süzülüp düşüyordu.

Belkide o toprak mezarımın toprağı olacaktı. Ve gördüğüm son şey bu ipsiz karanlık olacaktı.

Göz kapaklarım direnemeyip kapandı. Ve dizlerimin üzerine düşüp yere yığılmadan önce duyduğum son ses babamın haykırışıydı.

" kum Asal!!"

🍂

Sayısı her geçen gün azalan rakamlar gibiydik. Ve bu rakamlarımız zamana değil hatalarımızla değişiyordu. Çok az bir zamanının en acımasız olduğu dönemdeydik. Çabalarımız suyu çekilmiş bir nehirin berrak suya olan özlemi kadar büyüktü.

Ne var ki. O umutların da bir mevsimi vardı. Ve biz ilkbaharı geçmiştik. Şimdi kavurucu güneşinin altında susuz büyütüyorduk onları.

Gözlerim usulca açıldığında. Beni karşılayan ilk şeyin beyaz tavan olması hiçte şaşırdığım bir durum değildi. fakat son yaşadıklarım bir filim gibi canlanınca aklımda şaşırdım. Çünkü kendimi o karanlıkta ve o tanıdık olmayan varlıkların arasında görmeyi bekliyordum.

Sırtım yumaş bir şeyle temas ediyordu. Buda bir yatakta olduğumu gösteriyordu. Gözlerimi yuvalarından döndürerek etrafı incelediğimde beni misafir eden pembenin hakim olduğu odayla kendi odamda olduğumu anlamam çok uzun sürmedi.

Ama bu nasıl olur?

En son babamın sesini duyduğumu anımsayınca. Beni onun getirdiğini düşündüm. Ellerimi yumuşak yatağa bastırarak sırtımı yataktan ayırdım. Üstümde ki yorganı bacaklarımla iteliyip kendimden uzaklaştırdığımda. Uyuşmuş bedenimi enseterek. Yataktan doğrulup kalktım. Etrafıma sanki yabancısıymışım gibi bakıp inceledim.

Oysa ki benim en sevdiğim yer bu pembe dünyamdı. Peki şimdi neden karanlık bir mezarlık gibi hissettiriyordu?

Düşüncelerimi kafamdan bir kenara fırlatarak. Ayaklarımı zeminin üstünde sürtte sürte ilerledim. Beyaz kapının Golt kulpunu kavrayıp çevirdim.

Aklım magazin gibiydi. Her biri bir tarafta durmuş analiz yapıyordu sanki. Kapı eşiğinde biraz bekleyip. Dün yaşadığım olağan üstü şeylerden sonra Üstümde ki korluyla başımı koridora doğru uzattım.

Temkinli adımlarla ses çıkartmamaya özen göstererek yavaş yavaş koridorda ilerledim. Aniden içeriden yükselen gürültüyle çığlık atarak arkamı döndüm ve tekrar odama doğru koşuyordum ki. Duyduğum sesle sersemleyerek yerimde kala kaldım.

"Sakin ol!"

Bu ses babama aitti. Aramızda geçen o konuşmayı hatırlayınca içimde beliren kırgınlıkla omuzlarım çöktü. Az önce ki o gürültünün babamdan gelmesi içimi bir nemze rahatlatsada. Ona çok öfkeliydim.

Tabi ya. Ben neden burda aptal aptal durup olmayan varlıklardan korkuyorum ki. Neden gidip ona hesap sormuyorum. "Seni adi herif." sinirle döktüğüm kelimelerle hızla rotamı az önce sesin geldiği oturma odasına doğru çevirdim.

"Baba!"

Ses tellerimin koptuğunu hissederken bunu umursamadan Seri adımlarla oturma odasının açık kapısından içeriye şimşek hızıyla girdim. "Baba seni mahfedeceğim." gözlerimden ateşler fışkırırken gözlerim odada babamı aradı.

"Bunca yıl zaten kuyumu kazdığını biliyordum! Ama bu beni o kuyuya atacağın anlamına gelmez kaçık herif!"

Gözlerim Aradığım kişiyi tamda karşımda L koltukta otururken buldu. Ellerim sımsıkı yumruk olurken. Dişlerimi sıkarak. Ölümcül bakışlarımı babama göndermekten çekinmeden. "Dün seni çağırdığımda neden benimle konuşmadın, bana bak doğru söyle ne işler çeviriyorsun sen." dedim kuşkulu sesimle. Babam kahvelerini renkli gözlerime kaldırdığında. Yüzünde ki ifadesizlik beni şaşırtırken. Kaşlarını anlamamış bir ifadeyle çatıp. "Neyden bahsediyorsun?"

İşte bu beni iyice çırrından çıkartmıştı. Gözlerimi büyüterek ağzım açık kalmış bir şekilde onun tepkisizliğini izledim. Cidden ne dediğimi anlamamış mıydı?

Hiç sanmıyorum. Pekala sakin olmalıyım sakin olmak zorundayım. Gözlerimi bir kaç saniyeliğine yumup Tekrar açtım. Babamın sorgulayıcı bakışlarına dayanamayarak. Elimle şaşaklarımı ovaladım. "Bak zaten sinirlerim bozuk. Bana anlamamış bakışlar atma." gözlerimle adeta onu delip geçiyordum. Babam ellerini dizlerine koyup ayağa kalktığında. Bu ciddiliği karşısında gerilerek yutkundum. Bakışlarımı ayaklarına çevirip Söyleyeceklerini duymaya hazırladım kendimi.

"Ne saçmalıyorsun sen milen. Dün eve geldiğimde mutfakta uyuya kalmıştın bende seni taşıyıp yatağına yatırdım." işte bunu kesinlikle beklemiyordum. İrislerim büyük bir hızla gözlerini bulduğunda. Gözlerimi kısarak ifadesini ölçtüm Benimle oynuyordu.

Ne demek dün mutfakta uyuya kaldım.

Ne demekti bu. Ben hayal mi gördüm. Herşey bir rüya mıydı?

Hayır hayır! Bu doğru değildi. Yanlıştı. Çok yanlıştı.

Bu herif beni kandıracağını falan mı düşünüyor? O zaman biri onu bence uyandırmalı. Hala sıkı sıkı duran yumruklarımı çözüp işaret parmağımı kaldırıp havada salladım. "Asıl sen ne saçmalıyorsun! Senin tansiyonun falan düştü heralde. Ne yaşadığımı bilmiyormuyum ben!"

Artık kendimi frenleyemiyordum. Babamın yüzü bir duvar kadar sert ve ifadesizdi. Söylediklerimi takmıyor gibiydi. Öylece koltuğunda oturmuş bir beyfendi gibi söylediklerimi dinliyordu. Gözlerimi kırpıştırarak Elimle burnumun üstünü düşünceli düşünceli kaşıdım. Gözlerimin hedefinde hala kendisi varken. Bana bir cevap verme gereği bulmadan ellerini dizlerine koyup ayağa kalkıp yanımdan geçip gitti. Gitmeden önce de.

"Bence aç olduğun için senin tansiyonun düşmüş."

Hadi ya!

Cidden bu kadar mıydı? Hadi canım. Bu herif benim elimden kurtulacağını mı sanıyor? Babam dahi olsa susmam. Ki bu adam bunca yıl bana bir baba gibi hiç davranmamışken. Benim de ona karşı bir evlat gibi davranmam sorun olmazdı.

Babam değildi ki. Hiç olmamıştı zaten.

Eğer olsaydı gelmez miydi?

Beni korumaz mıydı? Korumamıştı işte. Hiç bir zaman korumadığı gibi.

Düşüncelerimi hiç bir zaman kalbime dahil etmedim. Yene her zaman ki rölüme burundum en iyisi buydu.

Başımı sabır diler gibi sallayıp babamın Peşinden ilerledim. Mutfağa girdiğini görünce arkasından bağırarak. "Bana bak seni oyuncu herif. Ya bana her şeyi anlatırsın yada üstüne o demlediğin çayı dökerim!"

Beni umursamadan eşikten geçip mutfağa girdi. Bu kayıtsızlığına ayağımı yere vurarak. "Bana bir cevap vermediğin sürece hazırladığın hiç bir şeyi yemiyeceğim!"

Ayaklarımı yere vura vura koridorda yürüp mutfağa girdim. Görüş açıma ilk hazırlanmış dört kişilik masa oldu. Beyfendi çoktan hazırlığını yapmaya başlamıştı. Yemek masasına önceden kahvaltılıkları dizmişti.

Şimdi ise hiç istifini bozmadan işini yapıyordu. tezgahın önünde yene doğrama tahtasının üstünde ki salatalıkları ve domatesleri yıkayıp koyduğunu görmek beni delirtmeye yetti. Sanırım çok seviyordu her gün o domatesleri doğramayı. "Mecbur yiyeceksin." hiç bir itiraza açık olmayan sesi. Yemezsen zorla yediririm denilecek türdendi. Bu kadar geç cevap vermesi de sinirimin geçmesi içindi.

Sözlerine kaşlarımı çatıp arkadan kendisine ters ters baktım. Tabi bunu kendisi görmedi. Sinirimi neyden çıkaracağımı bilmeyerek. Önümde ki sandalyelerden birine tekme attım. Tabi bunu yaparken canımın acıyacağını hesaba katmamıştım.
acıyla inleyerek ayağımı tuttum ve tökezleyerek kendimi diğer sandalyenin üstüne bıraktım. Tekme attığım Sandalye ise ahşap zeminde gıcırtı yaparak mutfak dolaplarına gürültüyle çarptı. Çıkan gürültüden dolayı babamın bakışları beni bulmuştu.

Bakışlarının nasıl olduğunu tahmin etmek zor değildi. Büyük ihtimale şuan çıplak ayakla ahşap sandalyeye tekme attığım için nasıl bir aptal olduğumu düşünüp gülüyordur. Evet aptalın tekiydim.

Gizlenen maskelerin ardında ki yüzler bir gün açığa çıktığında o gün onlarla beraber bir çok sır da dökülecekti ortaya.

Gözyaşı o gün en masumu olacaktı.

Acısı dinen ayağımı bırakttığımda. Önüme bırakılan beynirli tostla gözlerimi yükarı kaldırdım. Ve babamın sevimsiz yüzüyle karşılaştım. Kollarımı hemen göğsümde birleştirerek bakışlarımı dümdüz duvara çevirdim. Üstümde ki bakışları ona bakmam için merakımı dürtürken bütün duygularımın hepsini alıp bir odaya koydum ve hepsini oraya kilitledim.

Beni rahatsız etmekten başka hiç bir halta yaramıyorsunuz zaten.

Burnuma giren tostun ve kaşar peynirin o muhtiş kokusu onu yemem için yalvarırken. Alt dudağımı ısırarak. Kendi içimde o sözleri söylediğim için ağlamaya başladım.

Ve kendime sövmeyi de ihmal etmedim.

'Hazırladığın hiç bir şeyi yemeyeceğim.'

İç sesim zihnimde yankılan bu sesime saydırmaya başlamıştı bile.

Allah belanı verseydi de söylemeseydin.

Keşke o dilin kopsaydı da konuşmasaydın.

Ah geberseydin de kurtulsaydık senden.

Keşke hiç olmasaydın!

Bütün duygularım ve düşüncelerim o kilitli kapının ardında bana küfürler savururken. Ben içim içim ağladım. Dayanamayıp göz ucuyla masanın üstünde. Beni al ye! Diyerek bağıran tosta üzgünce baktım. Sonra Gözlerim masanın en başında mendebur gibi oturan ketum yüzlü babamı buldu.

Ona öyle bir bakış attım ki. Yemek üzere olduğu ellerinde ki tostan bakışlarını çekip benim kindar bakışlarıma çevirdi. Dudakları kıvrılırken. Yüzünde ki ifade. Beni yerimde patlamaya az kalmış bir bombaya çevirdi.

Gözlerimin içine baka baka tostan iri bir lokma aldı. Ve bakışlarını bir an bile üstümden çekmeden yavaşca çiğnedi. Az sonra önümde ki tostu yiyeceğimden o kadar emindi ki bunu söylemeye gerek duymuyordu. İçimden bu ona küfrettim. "Senin gibi bir babam olacağına olmaz olsaydı."

Düşündüklerimi aynen yüzüme de yansıtarak yüzümü ekşittim. Biraz daha böyle beklersem o tostu yiyecektim. Elbette kendim kalkıp kendime yiyeyecek birşeyler bulurdum. Ama zaten yiyebileceğim herşeyi masanın üstüne koymuştu. Sinsi herif.

Oturduğum sandalyeyi itip ayağa kalktım. Mutfak lavabosunda önce ellerimi yıkadım. Ve Buzdolabına doğru ilerleyip kapağını açtım.

Onun hazırladıklarını da tabikide yemiyecektim. Buzdolabının kapağını açıp içinde göz gezdirdim. Hadi ama!

Dolapta hiç bir şey yoktu. Cidden mi ya. Gözlerimi sinirle kapatıp artık delirmeye ramak kalmış bir vaziyette gülümsedim.

Tabi ya bunu da tahmin etti. Ve tüm kahvaltılıkları kaldırdı. Bu sakinliğim çokta uzun sürmedi. Hışımla ona döndüm. Sanki hiç bir şey yapmamış gibi masum ve sessiz sakin bir şekilde kahvaltısını ediyordu. " baba ya!" gözlerini masadan kaldırıp bana çevirdi. Ne var dercesine bakarken. Tam ona karşı sert çıkışıyordum ki aklıma düşen gerçekle kendimi frenledim.

"Kahvaltılıklar nerde babacığım." dedim çok ılımlı ve sıcak bir sesle. Yanına sevimli gülümsememi de eklemeyi unutmadan. Çünkü babam ilgiye aç bir insandı. Sert tavırlara asla gelmeyen biri. Yüzümde ki gülümsemem solmadan şirince kendisine bakarken. Parmaklarının arasında ki çatalı uluca bir tıkırtı eşliğinde masanın üstüne bırakırken sırtını hafif dikleştirdi. İşte şimdi o yabancısı olduğum bakışlarla bana bakıyordu. Yanakları içe doğru gömülürken. "Sana kahvaltı hazırladım. Nesini beğenmedin." başını iki yana salladı. "Fazla yaramazlık yapmaya başladın bu aralar. O dilinin de hiç ayarı yok." alaycı sesi benimle çok eğlendiğini ortaya çıkarıyordu. Ama aynı zamanda bu halimden hiç memnun olmadığını dile getiriyordu. Kendimi hiç bozmadan. "Bana bir cevap vermeden yaptığın hiç bir şeyi yemeyeceğimi söylemiştim." dedim asi bir tavırla. Yüz hatları gevşerken. Eliyle bulunduğumuz mutfağı gösterdi. "Burası bana ait. Ve içinde ki diğer herşey de." durdu ve gözlerini mutfağın duvarlarından çekip. Benim gözlerime çevirdi. "Ve sende benim kızımsın, benim en çok dokunduğum kişi sensin. Kendinden de uzaklaşmayı başarabilecek misin"

Güldüm. Sahiplenici yanını ortaya koymaktan bayılıyor olmalı. Resmen sol oynayıp sağ vuruyordu.

Bu kişi kesinlikle benim babam olmayacak kadar farklı. Bu adamın ya kişilik değiştirme gibi bir hastalığı var. Yada hep böyleydi. Açık kalan ağzımı kapatıp. Kabullenerek. Onun üstümde ki bakışlarıyla masaya doğru ilerledim. Sandalyemi çekip oturacağım esnada. İşittiğim sesiyle durup kısa küt saçlarımın arasından kendisine baktım.

"O attığın sandalyeyi yerine koy. Sonra oturup yemeğini yersin."

Sandalyesini ittirip ayağa kalktı. Ona dik dik bakarken. O bakışlarımı görmezden gelerek. koyu lacivert gömleğinin yakalarını özenle düzeltti. "O kafeyi de kapattıracaksın ve bir daha benden izinsiz öyle gereksiz işlerle uğraşmayacaksın." ses tonu ağzıma gelen bütün kelimeleri geri gönderdi.

Ağzımı açıp tam lafımı söylüyordum ki. Yanımdan geçip gitti. Ve gitmeden önce de. "Bu konu açıklamaya kapatıldı."

"Alla halla sen kim oluyorsun da beni kısıtlıyorsun!"

"Babanım."

Ve duyduğum son ses bu olmuştu. Ağzımdan geveleyerek. Çekmek üzere olduğum sandalyeyi sert bir biçimde çekip oturdum. Önümde ki tostu vakit kaybetmeden ağzıma alıp kocaman bir lokma alıp geniş yanaklarımın içinde çiğnemeye başladım. "Hah neymiş efendim ondon izonsoz iş yopmoyocoğom." taklidini yaparak abartıyla ellerimi sanki hala karşımdaymış gibi el kol hareketi yaparak. Ağzımda ki iri lokmayı bitirdikten sonra.

"Ya sen kimsin. Sen kimsin ki bana engel oluyorasun."

"Manyak hasta ihtiyar. Ben başımın çaresine bakamaz mıyım!"

Günlerdir ilaçlama yüzünden unuttuğum kafem babam tarafından aklıma girmişti. Çok fakir değildik. Ama öyle anlı şanlı bir zenginliğimiz de yoktu. Karnımızı doyuracak kadar vardı. O yüzden biriktirdiğim paramla beril ile beraber bir kafe açmıştık. İşin aslına bakılırsa tıp okuyordum. Ama tıpkı evde olduğu gibi derslerimde de tembel olduğum için mesleği kazanamamıştım. ambulansçı da olmak istemedim. O yüzden bir kafe açmak daha cazip gelmişti. Tabi babam en başından beridir bu duruma hep negatif bakıyordu.

Kendisi sanki çok iyi bir iş yapıyo.... Ama bir dakika babam her akşam eski bir şantiyeye gidiyor. Ve bu durumda.

"Allah bilir gene ne haltlar çeviriyorsun sen." Dur bakalım ben öğrenmez miyim Senin ne yaptığını. Hızla ayağa kalkıp bitmek üzere olan tostun tamamını ağzıma koyup. koşar adımla odama yetiştim. Çıplak ayaklarım ahşap zeminde öyle bir ses çıkartmıştı ki. Alt komşularımız oklavayla tavana vurmaya başlamıştı.

Tabi bazıları da barkondan bağırıyordu. Odamın kapısından içeriye girdiğimde. Komşuların bağırışlarını burdan bile duyuyordum.

Odamın içinde ki barkonda doğru ilerleyip. Pembe tül perdeyi çekip barkona çıktım. Barkon korkulukların üstünden bedenimin yarısını sarkıtarak. Aşşağıda ki kadının çıldırmak üzere olan yüz ifadesine şaşkınca bakarak.

"Gene ne var ya."

"Lan ne bu gürültü sabah sabah! Hayvan oğlu hayvanlar!"

Sorduğum soruya karşılık duyduğum bağrışıyla yüzümü buruşturdum. Bu kadının ses telleri oldukça sağlam olmalı ki. Bağırırken bu kadar özgüvenli olabiliyor. Bize ettiği hakaretlerine alışkın olduğum için Bende her zaman ki halime bürünerek.

"Ne bağırıyorsun be kadın! Cingenemisin nesin!"

"Senin yedi ceddini sikerim kaltak!"

Oha!

Ama bu kadarı çok fazlaydı.
Ne ara eğildim. Ve yanımda ki saksıyı alıp onun kafasına isabet fırlattım hiç hatırlamıyorum.

"Kaltak senin anandır be!"

Bu kadın iyice çırrından çıkmaya başlamıştı ama! Attığım saksıyla birlikte resmen cinnet geçirir gibi oklavayı bana doğru sallamaya başladı. Kırmızı gözaltları ve morarmış dudakları bile yüksek dozda uyuşturucu kulandığını doğruluyordu.

Ağzını açıp tam yeni bir küfür etmeye niyetkeniyordu ki. Lafını onun ağzına tıktım.

"Senin o kemiklerini kırar suyundan pilav yaparım oruspu fahriyenin fahişe kızı!"

"Oha be abla."

Evet bu ses de onun küçük oğluna aitti
Sinirden çakmak çakmak yanan gözlerimi Annesinin yanında ki çocuğa çevirip. "Siktir git lan. Başlatma ablandan piç!"

mahallede ki tüm insanlar sokakta durmuş bize deli görmüş gibi bakıyordu. Binadakiler de başlarını pencereden uzatmış bizi can kulağıyla dinliyordu. Pekala sakin olmalıydım. Ama elimde değildi. Sinirlenince küfür edemeden yapamıyordum.

Çocuğuna ettiğim küfürle. Kadın resmen cinnet geçirir gibi üstünde ki kazağı çekip. "Senin o dilini kesmezsem banada deli semra demesinler!"

Bu söylediklerine Tam ağzımı açıp yene bel altından vurmak için harekete geçmiştim ki. Sokakta yankılan babama ait gür sesle araladığım dudaklarımı kapatmak zorunda kaldım.

"Milen!"

Bu herifin küfürden ne denli nefret ettiğini bilmememek büyük bir aptallıktı. Hayır küfürü kendisi ederdi. Ama söz konusu bir kadına asla ama asla yakıştırmazdı.

Gözlerim korka korka aşşağı indi. Ve babamın öfkeyle harlanmış kahvrengi gözleriyle buluştu gözlerim. Bizim binamızın demir kapısının hemen önünde bana dik dik bakıyordu. Bu kadar yüksek mesafeden bile kaşlarını çattığını görüyordüm.

Yene çok sevimli bir gülüşümü günderdim kendisine.

"Efendim bacağım."

"Gir içeri! Seninle sonra gürüşeceğim!"

"Duymuyorum baba!" tabikide duymuştum. Benim kendimi acilen bu adamın gazabından kurtarmam gerekiyor. Çünkü en son kavgamızda. Tam üç gün gelip gidip bana laf atmıştı.

"İçeri gir milen yoksa ben seni içeri sokacağım!" sözleri üzerine bedenimin yarısını barkondan sarkıttığımı yeni yeni anladım. Hemen söz dinler gibi doğrulduğumda. "Peki babacığım." dedim.

"Kız o babanın yanında ki haydut gibi adamlar da kim öyle."

"Şu tiplere bak hele bu adam tefecilere mi bulaştı."

Hemen alt katta unuttuğum semra'ın varlığıyla göz ucuyla kendisine baktım. Sonra ise bahsi geçen şu adamlara. Evet doğru söylüyordu. Babamın yanında farketmediğim tam altı siyah takımelbiseli adam vardı.

Kimdi bu adamlar?

Babam onlarla ne konuşuyor?

Böylesi karanlık tipli adamlarla babamın ne işi var? Bu herif ne haltlar karıştırıyordu böyle. "Bilmiyorum." diye cevap verdim alt komşumuz semra'ya.

Babam o adamlarla birlikte arkasını dönüp siyah demir kapıya doğru ilerlerken. Omzunun üatünden bana dönüp eve girmem için çenesiyle gösterdi.

Şaşkınca o adamlara bakarken. Semra da en az benim kadar şaşkın olmalı ki. "Kız bu sesin baban borç moç mu yaptı." sesinde ki endişe ve gizli hayranlık babamdan hala hoşlandığını anlatacak nitelikteydi.

"Yok öyle bir şey." sesim olduğundan daha sert çıkarken. "Hem sen ne pişirdin çok güzel bir koku geliyor." dedim siyah arabaya binip gözden kaybolan babamdan gözlerimi çekerken. Semra sorumla birlikte kendini över gibi eliyle bedeni göstererek. "Çok güzel bir kek yaptım. Size de bir tabak göndereyim mi?"

Aklım tamanen babamla meşgulken semra'nın geçen getirdiği keki hatırlayıp burun kıvrıdım. "Yok be. Geçen ki kekin hamur gibiydi. Ne biçim yemek yapıyorsun. Yemeklerin tuzlu tatlıların hamur."

"Bu oklavayı başında kırmazsam bana da semra demesinler!"

Ona bir öpücük gönderip göz kırptıktan sonra. Kışkırtıcı bir şekilde kendisine bakarak. "Bende seni aşkım."

Ve bana ettiği küfürlerine kahkaha atarak. İçeri geçtim. O kadar çok bağırıyordu ki. Saniyeler sonra kapımızı oklavayla vuracağına adım kadar eminim.

Semra'yı düşünmeyi bırakıp banyoya doğru ilerlediğimde. Babam yene aklıma girmişti.
Ne işi vardı o adamlarla. Daha doğrusu onların arabasında. O siyah zırhlı araç babamın değildi. O arabayı alacak kadar zengin değildik.

Babamdan şüphelenmeye başlamıştım. Çünkü herşeyin ucu kendisine değiyordu. O kafede ki adam yane çağlar. Yüzüğünün üstünde kum asal yazıyordu. Bu isim bile tüylerimi diken diken ederken. Varlığının hissi beni deli gibi korkutuyordu.

O kasabada ki adamın peşimden gelişi. Omzumdan dökülen toprak. Ve dahası o kokusu.

Ama sorun bu değildi. Sorun benim gözlerim kapanmadan önce duyduğum babamın sesiydi. 'Kum asal' demişti. Onu nerden tanıyordu. Hiç kimsenin aklı hayaline gelemeyecek kadar olağanüstü bu adamı babam nerden tanıyordu.

Ve benden ne istiyordu? Bana verdiğin sürenin ikinci günündeyim.

Peki üçüncü gün ne olacak. Bu iki gün içinde yaşadığım dehşet olaylardan sonra. Üçüncü gün yaşayacağım şeylerden ödüm kopuyordu.

Ne olacaksa olsun. Tek istediğim. Günün sonunda yaşayabilmek. Yaşamı herşeyden çok severken. Ölümden herşeyden daha çok korkuyordum.

Çünkü biliyordum yaşayacğım öülümün öylesine olmayacağını.





MERHABA.

 

hadi biraz konuşalım aşkolar. Öncelikle bölümü nasıl buldunuz. Doğrusu ben yazarken bayağ yoruldum. Yane dört gündür işten dolayı yazamıyorum. Yane genelde bölümleri bir günde bitirken. İşlerim olduğu için dört gün sürdü.

 

Kendimden konuşmayı bırakalım da. Biraz kitaptan bahsedelim.

 

Sizce milen gerçekten rüya mı gördü yoksa o kasabaya gitti mi?

Bahsi geçen kum asal gerçekte kim. Ve neden kızımıza üç gün süre verdi.

 

Milen'in babasının yanında ki adamlar kimdi sizce. Ve kum asal'ı nerden tanıyordu.

 

Bakın bunu sona bıraktım. Milen ve semra'nın küfürlü kavgasını nasıl buldunuz😂😂

 

Ben çok güldüm. Hala da gülüyorum. Babasıyla atışması da güzeldi. Bugünleri çok özleyeceğiz.

 

Bu günlere gelmek için çabalayacağız. Ama kaybettiğimiz kayıpları geri alamayacağız.

 

Loading...
0%