@ebru2_yuva_
|
"Nefesime ölüm karıştıysa eğer. Toprağımın sen kokmasını isterim. Gülüşüm eğer seni mutlu etmiyorsa Bırak gözyaşlarım da seni mutsuz etmesin." 🍁 Her yaprak bir ölüm, Her ölüm bir başka acıydı. Bir kayıp daha vermeye dayanabilir miydin? Hemde sebepsiz yere. Bir sebep olsa dahi yenede verebilir miydin ki? Ben veremezdim. Kimse en sevdiğini bırakamazdı. Alıştıklarından ayrılmak öyle kolay mıydı? Bırakamazdın. Sebebi ne olursa olsun asla alıştığın hayatını ve içinde sevdiklerini kendi hataların için kaybetmek istemezdin. "Bizi nereye getirdin sen böyle" sitemim karşısında göz deviren asmin aniden koluma girip gitme girişimi engelledi. Simsiyah gözlerinde ki ifade gitmeme katiyen izin vermeyeceğini söylüyordu. Beni rahatlatmak ister gibi. "Rahat ol kızım ya. Sadece biraz eğleneceğiz." dedi. "Hem o dedikodudan beslenen beril bile geldiyse sana darılırım." kendisine tip tip baktım. Bu kız beni ne sanıyor. Her gün barlarda kulüplerdr falan mı sanıyor? Tamam yane eğlenmeyi elbette severim ama bu şekilde kesinlikle değil. Başımı iki yana sallayıp göz ucuyla tekrar önümüzde ki kulüba bakıp kolumu hızla çektim. Ekşi bir şey yemişim gibi yüzümü ekşiterek "Beni hiç bir güç o ayyaşların arasına sokamaz!" diye bağırdığımda. Beril elleriyle kulaklarını kapatıp. "De gir içeri amma naz yaptın. Serfinaz bile o kısa boyu çirkin yüzüyle cillop gibi kocasına bu kadar naz yapmadı." Serfinaz kim? Anlamayarak beril'e döndüm. Benim gibi yanımda ki asmin de merakla beril'e bakıyordu. "Serfinaz kim?" şaşkınca ikimiz aynı anda aynı soruyu kendisine sorunca. Nihayet başını kaldırıp bize baktı. Beril yol boyunca elinden bir saniye bile indirmediği kurabiye dabağından bir kurabiye daha alıp ağzına atarken. Eliyle uzakları göstererek. "Kız hani bizim şu gittiğimiz kır düğününü hatırlamıyor musun?" dedi. Kurabiyesini ağzında çiğnerken. bir şeyi yeni hatırlamış gibi. "Ay o kadınlar ne fenaydı. Sırf geline altın takmadım diye ne yemek verdiler ne bir dilim baklava." Pes dercesine kendisine baktım. Çünkü bahsettiği düğüne daha biz on beş yaşındayken gitmiştik. Hala unutmamıştı. Kızda ki zeka ceviz maaşallah. Yanımda ki asmin'in hala bir şey anlamadığını görünce. Oflayarak. "On beş yaşındayken gitmiştik." dedim. Asmin bu söylediğimle elinde ki siyah çantayı iki eliye kavrayıp çantayı beril'in sırtına vurdu. "O çeneni mümkünse hiç açma!" "Of ne vuruyorsun manyak karı."
Onlar tartışırken onlarla muhattap olmak yerine başımı kaldırıp önümüzde ki mekana baktım. Bir mekandan ziyade koca bir köşk gibiydi. Kocaman ormanın içinde ağaçların gizlediği tenha bir yerdeydi. Ne araba geçiyordu ne insan vardı. İnsan neden bu kadar tenha bir yere sırf bir eğlence için gelsin ki.
İrislerim etrafı kolaçan etti. İnsanların bir kısmı bahçede eğleniyorlardı. Buna eğlenmek denilmezdi. Hepsi mustehcen bir pozisyondaydı. Baktığımda miğdem bulanıyordu. Gözlerimi açık saçık insanlardan çekip arkadaşlarıma çevirdim. Hala zavallı serfinaz için kavga ediyorlardı. Elimi anlıma vurup. "Ya yeter ya." sanki ayrılmak için sesimi duymayı bekkiyorlarmış gibi hemen birbirlerinden uzaklaştılar. Söylediğimi farkedince. "Yada devam edin." dedim hızlıca.
Bana bulaşmalarındansa birbirleriyle kavga etmeleri şimdilik daha cazipti.
Tekrar önümde ki mekana çevirdim. Ürkütücü bir havası vardı. İçine girmek istemiyordum. Nedense sanki oraya girsem herşey değişecekmiş gibi hissediyordum. Kabuslar daha da büyücek ve benim karanlığa olan sevgim korkuyla sonuçlanacak gibi hissesiyordum.
İrislerimin gördüğü manzara siyah bir perdeydi. Unuttuğum hisseler buraya adımımı attığım an tekar gün yüzüne çıkmıştı. Onları hayatımdan zorlukla defetmişken hatırlamak büyük bir acı olurdu.
Kolumda birin temasını hissedince daldığım düşüncelerimden irkilerek sıyrıldım. Ve bakışlarımın hedefine kolumu tutan asmin'i aldım. İrkildiğimi gördüğünde. Kaşlarını çatıp. "Sakin ol sadece dalmıştın." kolumu elinden çektim. Herşeyden herkesten tam şu andan itibaren uzaklaşmak istiyordum.
Bana iyi gelmiyordu çünkü.
Geçmişimin tamda şu anda karşımda olduğunu hissediyordum. Oraya girmek istemiyordum. Asmin'e bakıp. "Gidelim asmin." asmin bana dönüp tuhaf tuhaf bakınca. "Lütfen gidelim. Başka bir mekana gidelim. Ama burası değil." asmin'in ince kaşları daha çok çatıldı. Bakışları yüzümü taradı. Beril elinde ki porselen tabakta ki kurabiyeleri yerken bana garip bir bakış atıp. "Burda dedikodu toplayamayacağımız için mi bu kadar gerginsin."
Gözlerimi sabırla yumup. "Beni neden anlamıyor sunuz?" gözlerimi açtığımda. Asmin elini beline koydu. Giydiği zümrüt yeşili saten elbisesi ona çok yakışmıştı. Uzun koyu saçlarını omuzlarından arkaya attığında. Yüzüme anlamak ister gibi baktı. "Neyi anlayacağız anlat anlayalım." dedi. Haliyle haklıydı. Asmin gece mekanların kızıydı. Buralarda çok sık takılan biriydi. Anlatmamı istiyordu.
Anlatamazdım. Anlatılmazdı. söyleyecek hiç bir şey yoktu. Hislere kimse inanmazdı. Hisler yalanlanırdı.
Gözlerimle etrafta ki insanları işaret ettim. "Şu insanlara bir bak. Böyle bir oratama gireremem ben. Kusura bakma." yalandı.
Asmin bana doğru bir adım atıp. "Ortamla bir ilgisi yok milen. Hem ayrıca bize ne insanlardan. Eğer illa ki etrafında aksiyon görmek istiyorsan alt katta da bir Kafes dövüşü varmış." abartma dercesine asmin'e baktığımda. "Yoksa sen bizden bir şey mi gizliyorsun milen?" sesi kuşkuluydu buna inanmışa benziyordu. Ellerimi saçlarımdan geçirip. "Yok bir şey. Tamam hadi gidelim." asmin bana şüpheli bakışlar atarak. "Tamam başka bir sorun istemiyorum. Bu gece eğleneceğiz." eğleneceğimizi hiç sanmıyorum. En azından ben. Asmin önümüzden büyük bir özgüvenle yürümeye başlayınca benle beril'de peşine takıldık. Yürürken giydiğim elbise yüzünden çok rahat adım atamıyordum.
Üzerimde tülden eflatun bir elbise vardı. Elbsenin boyu dizlerimin biraz üstünde bitiyordu. Elbisede sevdiğim tek şey tülden balon kollarıydı.
Giydiğim siyah tek bantlı ayakabılar da topukluları yüzünden çok zorlanıyordum. Günlük hayatımda hep spor takıldığım için. Gece elbiseleri ve topuklu ayakabılarla yürüyemiyordum. Ama bunu belli etmemeye çalışıyordum. Çünkü asmin gibi birinden azar işitmek istemiyordum. Asmin kendi giyimine çok özen veren bir kızdı. Makyajsız kahvaltıya bile inmezdi.
Omzumun hizasında biten kestene renginde ki saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. O hayarsız hayriye saçlarımı kestiğinden bu yana uzamıyorlardı. Saçlarımda sevdiğim tek şey kaküllerimdi.
Bahçeye geçtiğimizde asmin insanların arasına karışmak yerine içeriye geçmeye karar verdi. Bizde peşinden gidecektik ki bize dönüp. "Kızlar siz kendinize burda takılın. Ben hemen geliyorum. İçerisini kontrol edeceğim. Bir yere ayrılmayın geliyorum şimdi." itiraz etmek için ağzımı açmıştım ki Beril benden önce davrandı. "Tamam sen git canım. Rahat rahat takıl. milen'i bir yere götüreceğim zaten." asmin beril'e gülümseyip mekana girdiğinde kaşlarımı çatarak beril'e döndüm.
Beril elinde ki porselen tabakla birlikte koluma girdi. "Yürü seni çok eğlenceli bir yere götüreceğim. Varya heycandan bayılacaksın." beril'in kolundan çıkıp. "Ben bir yere gelmiyorum. Sen git. Ben sizi beklerim burda." beril bir şeyi açıklamak ister gibi mavi gözlerini pörtletip. "Bak. Oraya giderken toplayacağımız dedikoduları düşünsene bir. Bir yıl yeter." allah bilir ne tür bir yerden bahsediyordu. Beril bu sonuşta. Daha önce dedikodu için bizi genel evinde bir hayat kadınıyla konuşturmuşluğu var. Az kalsın satılıyorduk! O yüzden ona çokta güvenmiyordum.
Çünkü ne zaman onunla gitsem. Ya pavyonda ya karakolda çıkarken buluyorum kendimi. Bir kez daha böyle bir şeyi yaşamamak için kendimi geri çektim. "Sen gidiyorsan git ben gelmiyorum." ona arkamı dönüp bahçede ki boş masalardan birine geçtim.
Çok geçmemişti ki beril Tekrar kolumu tuttu. Sinirle ona dönüp Kolumu elinden sertçe çekip. "Gelmek istemiyorum neden anlamıyorsun!" sesimi yüklettiğim için beril'in gözleri anında doldu. Kırılgan bir şekilde titreyen dudaklarını aralayıp. "T-tamam gelme. Ben giderim." diyip arkasını döndüğünde. Ellerim pişmanlıkla iki yanıma düştü.
Bu kız hep böyleydi. Ne zaman onu geri çevirip reddetsem ya yalandan ağlıyordu yada böyle küsüp gidiyordu. Oflayıp. "Tamam. Gitme geliyorum." diye sealendim arkasından yetişirken.
Beril öyle bir hızla bana döndü ki. Gözlerinden akmak üzere olan timsah gözyaşları durmuştu. Yerinde sevinçe şakıdı. "Ayy! Gerçekten mi? Biliyorum beni tek burakmayacağını." gözlerimi devirip. "Hadi gidelim. Nereye gideceksek." beril heycandan yerinde duramıyordu. Elinde ki porselen tabağı dayanamayarak elinden aldım. Ve içinde kalan son kurabiyeyi alıp tabağı önünden geçtiğimiz çöp kutusuna attım.
Beril'le birlikte mekanın arka kısmında giderken içten içe başımıza bir bela alacağımızı hissediyordum.
**
Bomboş bir koridordaydık. Nerden nereye gelmiştik hala inanamıyordum. Beril'in bizi bahçeye çıkaracağını sanıyordum. Ama yanılmıştım. Hemde bu sefet büyük yanılmıştım. Bizi her nereye götürecekse bunu benden gizli yapıyordu. Ve öyle herkesin kolayca elini kolunu sallayıp girebileceği bir yer de değildi. En çok şaşırdığım beril'in çantasından yüklü miktarda para çıkartıp bir adama verdiğiydi. Sonra ise bir asansöre binip yerin altına inmiştik. Bu yaklaşık beş dakikayı almıştı. Öyle ki artık asanaörde nefes alamayacağımı hissetmiştim.
Neyse ki son anda durmuş ve dışarı çıkabilmşştik.
Ve şimdi bomboş bir koridordaydık. Kimse yoktu. Sadece sesler vardı. Bir takım erkek sesi. Kahkahalar, tezahüratlar. Ve gür sesler. Kalbim korkuyla kasıldı.
Nereye gelmiştik biz böyle?
Yerin kaç kat altındaydık. Hiç bir fikrim yoktu. tek bildiğim bir an önce burdan kaçıp gitmekti. Elim boğazıma gitti. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Önümden çok rahat bir şekilde yürüyen beril'i takip etmekten başka hiç bir şey yapamıyordum. Attığım her adımda geçmişten bir sayfa açılıyordu. Karaladığım sayfaların o siyah mürekkebi kalkıp yerine gerçekler kalıyordu
Kaçtığım gerçekler.
İsim konduramadığım bir şey vardı. Bir burukluk oturmuştu kalbime. Bir korku vardı. Sebepsizdi. Nedenini öğrenemediğim. panik dört bir yanımı esir almıştı. Sadece kaçmak ve uzaklaşmak istiyordum. Batıyordum. Tek bildiğim buydu. Derine batıyordum. Nefes alamıyordum. Ayaklarım zemine sürtünüyordu.
Etrafta ki butün sesler kesildi. Tek birinin yabancı nefesini hissesiyordum. Buraya ait olmayan biri vardı.
Aşşağı inen merdivenlerden indik. Büyük bir gürültü sesi geldi. Bir adamın acı dolu haykırışını duyduğumuzda. Beril merdivenleri hızlı hızlı inip. "Çabuk çabuk. Ay inşallah kaçırmamışızdır." neyi kaçırmayacaktık. Etrafıma korkak bakışlar atıyordum.
Her taraftan kasvet akıyordu.
Uzun merdivenlerin sonuna geldiğimizde. Önümüzde bir kapı vardı. Bana dönmeden kolumu tutup kapıyı açtı. Ve daha ben bir şey söylemeden bizi içeriye soktu.
Kendimi bir anda büyük bir kalabalığın arasında buldum. O kadar çok ses vardı ki. Kulaklarım sağır oldu. Ellerimi kulaklarıma koyup ürkerek etrafa baktım. Bir sürü insan vardı. Hepsi telin etrafında durmuş tezahürat ediyorlardı. Ellerini havaya kaldırmış haykırıyorlardı. Etrafına baktım. Yoğun alkol ve ter kokuyordu. Ne idüğü belirsiz insanlarla doluydu.
Beril bizi kafes dövüşüne getirmişti!
Bir sürü erkeğin içinde tek kadın bizdik. Bütün erkekler tek bir noktaya dalmışlardı. Baktıkları noktaya baktım. Ensemden aşşağıya bir ürperti geçti. Bütün tüylerim diken diken oldu. Aldığım nefes boğazımda tıkılıp kaldı.
Ağzımda acı bir tat oluştu. Yutkunma gereği duydum. Ama olmadı. Yutkunamadım bile.
Gözlerim kilitlenmiş gibi tek bir kişinin üzerindeydi. Delirmiş gibi adamı dövüyordu. Vahşice, acımasızca, o kadar hızlıydı ki. Elleri kan gölü olmuştu. Bir sürü insan vardı. Ama benim gözlerim sadece bana arkası dönük adamın üzerindeydi.
Koca bir enkazın altında kalmış, ve çığlıklarımı duyuramıyordum. Dilim düğümlendi. Kafes dövüşünde hiç bir rakibine acımayıp bir avcı gibi önüne geleni avlıyordu. Tam üç adam baygındı. Belkide ölmüştü. Yüzleri kandan görünmüyordu. Ve dördüncüsu elindeydi. Delirmiş gibiydi. Bu halinden deli gibi korktum. Parçalamak ister gibi dövüyordu. Adam yerde öylece dururken o üzerinde öfke kontrolü geçirmiş gibi durmadan yumruk atıyordu. İnsanların tezahüratlarını zerre duymuyor gibiydi. Heybetli kaslı vucüdü gözleri üzerine kilitleyecek derecedeydi.
Yarı çıplaktı. Üzerinde sadece siyah bir şort vardı. Bronz teni dikkat dağıtıcıydı. Yüzünü görmemiştim. Yanlızca saçlarını görüyordum. Fakat hangi renk olduklarının bilmiyorum. Ne kestane ne siyahtı. Sadece ona özel kılınmış bir renk olmalıydı. Kullandığı güç fiziksel gücün çok ötesindeydi. Kaslu vücudu günaha davetkardı. Karanlık bir aurosu vardı.
Soğuk nefesleri ortama buz gibi hava katmıştı. Geçmişin kapıları sonuna kadar açıldı. Geçmiş harabeden farksızdı anılarımı enkazın altında bırakmıştım. Ama bugün aslında hiç o enkazın altına girmediklerini görüyordum. En başından beri orda çırpınan anıkarım değilde ruhummuş.
Gözlerim doldu. Sadece doldu. Yaşlar akmadı. Buz tutmuş parnakkarım içe doğru büküldü. Bir dehşetin içindeydim. Her taraf kan kokuyordu.
O kimdi bilmiyorum.
Tanıdık bir koku ondan bana geliyordu. Kokusu duyularıma yasaktı.
Put kesilmiş bir vaziyette ona bakarken. Dönmemesini diliyordım. Yüzünü görecek cesaretim yoktu. Kendimde o gücü bulamıyordum.
Fakat bu kabulsuz bir duaydı. O benim bedduam olmaya yemit etmişti.
Üzerinde dakikalardır yumruklar attığı adam kendinden geçmiş olmalı ki üzerinden kalktı. Uzun boyunun gölgesi insanların üzerine düştü. Vucüdü terliydi.
Oldukça heybetli ve iri yapılıydı. Boyu en az bir doksanın üstündeydi. Kalıplı bedeni gergindi. Sert nefesler alıp veriyordu. Korkunçtu. Kana susamış bir camavar gibi görünüyordu uzaktan.
Yavaşça arkasını döndüğünde. Sendeleyecek gibi oldum. Görüşümü bulandıran yakıcı gömüşleri gördüm. Ateş kadar yakıcı. Sis gibi bulanıktı irisleri. Üzerine gölgelik etmşti saçları. Bulanık grilerinin etrafını saran siyah bulutlar gözlerinde ki merhametsizlikti. Yüzü gergin. Ve bütün kasları seğiriyordu. Dolgun etli dudaklarında çiğnediği gülüşünün emaresi vardı. Geniş omuzları hiç çökmemiş gibiydi.
Karanlık kokuyordu. Yüzüne resmedilmişti karanlık. Silüeti ilk kez karanlıktan çıkıp aydınlığa görünmüş gibi yabancıydı ışığa. Her zerresini inceledim. Hafızama kazımak istiyordum çünkü. Unutulmayacak biriydi. Unutulmayacak bir yüze sahipti. Kül rengi sakalları çehresiyle büyük bir uyum içindeydi. Avcı bakışları kalabalığı es geçip bir arayışa çıktı. Birini arıyordu.
İnsanlar delirmiş gibi haykırıyordu. Kimse ismini bilmiyordu. Öğrenmek iatiyorlardı. Bu kişiyi tanımak istiyorlardı.
O bilinmez anlatılmaz bir adamdı.
Keskin bakışlarını üzerime kilitledi. Korkuyla yutkundum. Bedenime bir sıcaklık bastı. Bu korkudan mı geliyordu bilmiyorum ama. Onun bakışı bana değindiği gibi terledim. Dolmuş gözlerimden bir damla aktı. Bakışları beni bulduğu gibi aradığını bulmuş gibi dudaklarında çiğnenmiş gülüşün yerini acımasız bir kıvrılış aldı.
Geleceğimi tahmin mi etmişti?
Beni nerden tanıyordu? Bakışları, sisli gözleri neden bu kadar tanıdıktı. Herşeyine neden bu kadar aşinaydım? Beni rahatsız eden bir gariplik vardı.
Dakikalardır put gibi dikildiğim yerde zorlukla kendime gelebildim. Gözlerimi kaçırıp hızla arkamı döndüm. Ve hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Bana bakarken ki o dudaklarında ki kıvrılış hala gözlerimin önündeydi. Kalbim şiddetke atıyordu. Duygularım karmakarışıktı. Kendime hakim olamıyordum. Ellerim titriyordu. Bacaklarım yürümekte güçlük çekiyordu. Biraz sonra yere yığılacakmışım gibi yürüyordum.
Zorlukla nefes aldığımda Soluklarım düzensizdi. Dışarı çıkttığım an duvara tutundum. Ve derin derin nefesler almaya başladım. Kendimi teskin ederek Sakin ol milen. Sakin ol. Kim olduğunu bilmiyorsun. Sen onu tanımıyorsun.
Onu tanımıyorsun.
Soluklandığım esnada bir çift kuvetli adım sesi işittim. Yerimde kaskatı kesildim. Zihnim bu adımlara aşinaydı. Sert adımlarının zeminde ki tok yankısı geceye serzenişti.
Hızla yürümeye başladım. Beril'in içirde olmasını zerre umursamadım. Zaten ne geldiyse başımıza onun yüzünden gelmişti. Merdivenleri çıkamıyorum. Kuvetli bir güç beni geriye çekiyor gibiydi. Merdiven trabzanlarına tutunarak çıktığımda. Zalim adımları peşimden iz bırakır gibi yavaş yavaş geliyordu. Bir avcı sessiz ve ürkütücü bir yavaşlıkla geliyordu. Kendisinden başka hiç bir çıkış bırakmıyor, her kapıyı kapatıyordu.
Koridora girdiğimde nefesini hissettim. Soğuk nefesinin soğukluğunu etrafımda hissettim. Beni bir çemberin içine almış gibiydi. Her taraf o koyuyor.
Islak toprak kokusu duyularıma bir zülümdü.
O bir zülümdü. Büyük bir azaptı bana.
Koşacağım esnada arkamda ki ışıklardan biri söndü. Korkarak hızlı adımlarla ilerlediğimde. Bir an önce karşımda ki asansöre yetişip burdan çıkmak istiyordum. Adımlarım zeminde kayıyordu. Yere düşmem an meselesiydi. Hızlı hızlı nefes alıp. Asansöre yetiştiğimde titreyen parmaklarımla düğmesine bastım.
Açılmadı.
Bir kez bastım. Yene açılmadı. Ensemde ki nemi hissediyordum. Gözlerim korkuyla koridoru taradı. Sertçe düğmeye bastım. "Açıl! Lanet olası açıl." elim ayağım zangır zangır titriyordu.
İlk kez bu kadar çaresiz olduğumu hissediyorum. Panikle arkamı dönüp sırtımı asansöre yasladım. Az önce çıktığım merdivenin tarafı tamamen karanlıktı. Her bir adımına bedel bir ışık sönüyordu.
Karanlık ışığı sevmezdi.
Işığın olduğu yerde karanlık olmaz. Yanlızca gölgeler dolanırdı. Karanlığın olduğu yerde ise yanlızca gözlerin ışığı olurdu.
Avuç işlerim terlemişti.
Zifiri Karanlığın içinde ki gizlenmiş silüetini bana yasaklamış gibi yanlızca varlığını sunuyordu.
İki ışık daha söndüğünde biraz daha yaklaştı bana karanlık. Sırtımı yasladığım asanaörden ayırdıp bir kez daha düğmesine bastım. Bu katta sadece bu asansör vardı. Bundan başka hiç bir çıkışım yoktu. Bacaklarım titriyordu. Tekrar tekar bastım düğmeye. Kulaklarım uğulduyordu.
Adımları yaklaştı. Işıklar söndü. Bütün çıkış yollarım kapandı. Tamamen kapana kısıldım. Bana korkuyu ceza olarak veriyordu.
Sırtımı ona dönmüştüm. Görmeye cesaretim yoktu.
Son üzerimde ki ışık da söndüğünde tamamen karanlık oldu heryer. Adımları biraz daha yaklaştı. Zihnimde ki anılar uğulduyordu. Sürekli sayfalar açılıyordu. Siyah mürekkep gözlerimin önüne geliyordu. Bir kitap, yada başka bir şey. Zihnimde canlanıyordu. Bir sürü ses vardı.
O yaklaştı.
Kokusu duyularıma karıştı.
Buna korku mu deniliyordu? Karanlık bir koridorda hiç bir ışığın sızmadığı bir alanda neden korkudan çok daha başka duyguları hissediyordum. Bu duygular yasaktı. Kendime yasaklamıştım onu.
Boğazımda bir düğüm oluştuğunda. Alıştığım sessizliğe onun sesi karıştı. "Benden kaçmak istiyorsun. Kaçtığın kişinin kim olduğunu bilmeden." yabancısı olduğu kelimelerde ki telafuzu iliklerime kadar korkuyu hissettirdi. Ondan kaçtığım doğruydu.
Arkamı döndüm. Beni kocaman dipsiz bir karanlık karşıladı. Hiç bir şeyi görmezken siluetini seçmeye çalıştım. Sadece çalıştım. Çünkü onun kendisinden geriye bıraktığı o duyulara acı kokusundan başka hiç bir ize raslamadım. Kabuslarında bile korktuğunla aynı havayı solumak ne hissettirirdi? Bu hissettiklerim farklıydı. İzbe bir bir koridorda onunla yanlızdım.
"Karanlıkta kendini gizleyecek kadar korkaksın." dedim. Zorlukla kelimeleri birleştirirken. Yoğun bir nefretin birleştirdiği o Gülüşünün sesini işittim. "Korkuyu sana özel kıldım. Senin hissettiklerin bana yasak lazez mie."
Benim hissettiklerim korkudan ibaretti. Korku ona hakertti.
"Işığın korkuyu temsil ettiğini biliyorsun." bana doğru bir adım attı. Aramızda ki köprü koptu. İri vücudunun duruşu karşımda yıkılmaz bir dağın taplosu gibi duruyordu. Cılız ve yetersizdim. Onun için oldukça kolay bir avdım.
Nefesini benimle paylaşacak kadar çok yaklaştığında. "Karanlık silüetleri iyi gizler. O maske takanların peşindedir." söylediklerim belki onu öfkelendirdi. Sert bir nefes aldığını işittim. Susmamı istiyordu sanırım. Susacak kadar hatalı değilim. Karşısında o kadar zayıf ve cılızdım ki sözlerim onu öfkeden ziyade eğlendiriyordu.
Bir adım daha attığında artık nefesini saçlarımda ve yüzümde hissediyordum. Boyu benden oldukça uzundu. "Soluk bir ışıktan başka hiç bir şeysin." sesinin yabancılığı kelimelere olan küçümseyici vurgusunu değiştirmiyordu. Her bir sözüne ayrı bir vurgu yapıyordu. Sanki hatırlatmak istiyordu. Hatırlamak istemediğim o zamanı.
Soluk bir ışıktan farkım yoktu. Bu doğruydu. Başımı kaldırdığımda saçlarımda dokunuşunu hissettim. Üzerime kaynar sular dökülmüş gibi oldum. Ürperdiğimde omzuma düşen saçlarımı tehlikeli bir yavaşlıkla iteleyip omzumun gerisinden attı. Parmakları boynuma değindi. Son bir adım daha attığında bedenlerimizin arasında milim kadar mesefe kaldı. Kıpırdansam vücüm vücuduna temas edecekti. "Karanlık ışık olmadan bir hiçtir. Bunu bildiğini düşünüyorum." deli gibi korkuyordum. Bütün bedenim zangır zangır titrerken bile bu kelimeleri nasıl sarfettiğimi düşünüyordum. "Senin yadığın ışık." dedi. Kelimesine ağır bir vurgu yaparken. Tek bir saç tutamımı parmağına doladı."Tek bir dokunuşumla sönecek kadar cılız." kısık sesi ürkütücü bir tondaydı.
İki yanımda duran ellerimin üstüne soğuk elleri değindi. Ellerimi çekmeme musade etmeden duvara yasladı. Kolları arasında kafese koyulnulştum resmen. Gücünün yarısını bile kullanmıyordu elime baskı uygularken. Ama ben sanki avuçlarım eziliyormuş gibi hissediyordum. Bedeni biraz daha yaklaştığında göğsüm sert göğsüne çarptı. Nefesimi tuttum. O kadar çok yaklaştı ki burnu saçlarıma değdi. Başımı hızla yana çevirdim. "Kaçmak için artık sebeplerin yok." sesi genzinden boğuk geliyordu. İki yanımda hemen belimin yanında asansörün kapısına yapıştırdığı ellerimi iri avucuna aldı. Bir anda kıracak kadar sıkıp hemen sonra tutuşunu gevşetiyordu. "Bırak ellerimi." biraz daha yaklaştı. Dudakları şakaklarıma sürtündü. Vucüdunda ki soğukluk azalıyordu sanki. Ellerimi tutan soğuk avuçları ısınıyordu. O yaklaştıkça biraz daha göğsüne çekiliyordum. Görünmez bir çekim beni ona çekiyordu. Yada o bunu yapıyordu bilmiyorum.
Dişlerimi sıkarken. "Bırak. Acıtıyorsun." dudakları şakaklarımdan sürtünerek kulağıma geldiğinde. Tüylerim diken diken oldu. "canının acıması umrunda mı?" değildi elbette. Ellerimi tutan avuçları bileklerime çıktı. Kıracak gibi sıktığında. "Lütfen uzaklaş." sert tepkimden dolayı öfkeleniyordu. Karşısında Ona itaat eden uslu bir kadın istiyordu çünkü.
Dudakları yanağıma geldiğinde. Başımı kıpırtatdığın gibi yanağım yüzüne çarptı. Kendini kaybetmiş gibiydi. Sağ elimi tutan elinin parmağı yavaşça bileğimi okşadı. Bunu isteyerek mi yoksa kendinde olmadan mı yapıyordu bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey varsa. Buraya bana acı çektirmek için geldiğiydi. Yumuşak dudakları boynuma değindiğiğinde. Ürperdim. Hiç bir harekette bulunmadım. Nefesinin izleri yüzümün her yerindeydi. "Her zerreni acı için istiyorum." nefesi acımasızlık kokuyordu. Zifiri sesi beni uyuduğum yalanlardan uyandırdı. "Kurtardığın o ruhunun benden bir kaçışı yok. İstediğim bedenin değil." bir bütün olmuş gibiydik. Artık tamamen kolları arasındaydım. Kokusu ve nefesi üzerimdeydi. Çenesinin altına gelen boyum ve kolayca alt ettiği bedenim kafesinde esirdi. "İstediğim o korkak ruhun. Ve arzuladığımı geç olsada alırım." titrek bir nefes dudaklarımdan çıkıp boynuna değdi.
Buz kestim.
Boynumda hep kalıcı olacak gibi duran dudakları tam şah damarımın üzerine iz bıraktıracal bir öpücük kondurdu. Tutku, ve sevginin öpücüğü değildi. Bu az bir zamanımın kaldığının göstergesiydi. Nefretle, öfkeyle harlanmış acı bir öpücüktü. Sakalları boynuma batıyor, saç tutamları tenimde sürtünüyordu. Şah damarımın üzerinde ki dudakları aralandı. "Kaybettiklerinle sevineceksin. Başka şansın yok." Dolan gözlerimden bir damla yaş aktığında. O an Yabancı bir ses yankılandı koridorda.
"Kum!"
Bileklerimi tutan adam bu sesle kendine gelmiş gibi hızla benden uzaklaştı. Ellerimi bıraktığında o ana kadar ona tutunduğumu bilmiyordum. Dizlerimin üzerine sertçe düştüm. Bu normal bir düşüş değildi. Bu çöküştü.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen!" öfkeli çıkan ses bir kadının sesiydi. Onun da aksanı yabancıydı. Türkçeye çok hakim değillerdi. Ama şuan düşündüğüm bu değildi.
Beni öpmüştü. Bu öpücük ölümü simgeliyordu. Şah damarıma bırakılan öpücük nefesimin kesileceği demekti. Öylece yerimde kalakalırken. Onun acımasız bir biçimde sarfettiği kelimelerini zorlukla idrak edebildim.
"Sadece bir gece. Fazlası değil. Alıştığın her şeyi, sevdiğin herkesi kaybettiğinde." sustu. Hep susmasını istedim devamı gelmesin diye. Ama Bu sadece bir istekti. "En büyük İhanetin ben olacağım."
Ben ihanete zayıf büyütülmüş bir kızdım. Zayıflarımdan vurulmak acımasızlıktan başka hiç bir şey değildi. Adımları benden uzaklaştı. Ne yaptığını farketmiş gibi o kadar hızlı ortadan Kayboldu ki adımları. Bir an hiç varolmadığını, hepsinin tamamen hayal ürünüm olduğunu bile düşündüm. Fakat boynumda ki o öpücüğün izi hala tazeydi. O his hala vardı. Yüzümde ki nefesinin izi. Dudaklarının değdiği tenim gerçek olduğunu bağırıyordu.
Gerçekti.
Herşey gerçekti.
Bir çift Tok adım sesi işitti kulaklarım. Ama bu adımlar o adama ait değildi. Bir kadının topuklu ayakabılarından geriye bıraktığı tok sesti. Adımları önümde durdu. Bana üsten bakışlar atttığını biliyordum. Ama bakışlarına karşılık vermedim. "Her zaman böyleydin. Korktuğunda hep dizlerinin üzerine çöker ağlardın. Hala o zavallı çocuksun sen."
"Korkuğunda dizlerinin üzerine çöküp ağla. Ağlamak en kolayıdır çünkü."
"Ama Sen hiç ağlamıyorsun abla."
"Ablalar ağlamaz çünkü."
"Hani sadece zavallı çocuklar ağlardı. Ben zavallı değilim. Niye ağlayayım ki?"
"Çocuklar hep ağlar zifir. Sende dizlerinin üzerine çöküp ağlamalısın. Hem ağlamak zayıflık değildir."
"Bir çocuğu Ağlatan zayıftır."
Bölüm heycanlydı. Ben yazarken çok heycanlandım. Sizleri düşünemiyoeum.
Bu bölümleri düzelteceğim biraz. Ama fazla dokunmayacağım. Çünkü okuduklarımızın değişmesini istemeyiz değil mi?
Bölüm hakkında ki yoeumları size bırakıyorum. Karakterler hakkında ki bilgileriniz benim için çok önemli arkadaşlar.😍😍
|
0% |