Yeni Üyelik
8.
Bölüm

(7) SİHİN.

@ebru2_yuva_

"bir pişmanlık ruhumda büyüyordu. Bedenimde ise eskilerin hasreti vardı. Şimdi ise dönüp geride ki sana baktığımda orda yanlızca kül olmuş izlerin tozunu buluyorum."

O kül sendin izi ben tozu ise geçmişimdi...

🍁

Bu Hayatta çok pişmanlığım olmuştu. Ve hayat bu konuda bana öyle acımasız davranıyor ki. Bu pişmanlıkların sonunun asla gelmeyeceğini artık kavrayabiliyorum. Her insan gibi kendimce sakladığım sırlar, Ve kendimden bile sakındığım anılarım vardı. Hepsinin kiliti geleceğin zamanındaydı. O zaman gelecek miydi bir gün? Yada o gelecek...

Çoğu şeyi değiştirmek elimdeyken ben yanlızca kendimi değiştirdim. Çünkü ben değişirsem belki herşey değişir diye sandım. Ama aslında en başından beridir farkındaydım. Hiç bir şey değişmeyecekti. Sadece susmayı seçtim bir süre. Çünkü bana en iyi yakışan bir diğer şey ise. Susmaktı. Tıpkı şimdi bütün acılarıma sustuğum gibi.

Nerdeydim? Ve daha doğrusu bana ne olmuştu? En son yaşadığım şeyler bir bir zihnimde yankılanınca. Tek bir detaya takıldı aklım. Bana armağan edilen son sözler. Babama aitti değil mi? Buna şiddetle karşı çıktım.

Hayır değildi!

Masal bitmişti. Ama oyun henüz bitmemişti. Tamda bundan sonra başlamıştı o masal. Ama artık babamın anlattığı o masallardan değildi. Gerçek bir hikayeye dönüşmüştü. Kendi düşüncelerimle savaşmaktan o kadar çok yorulmuştum ki buz tutmuş bedenimin farkında değildim. Soğuktu. Hemde ürperecek kadar soğuktu. Yüzüme esen rüzgar ve bedenimi kırbaşlayan soğuğa daha fazla katlanmak istemediğim için Gözlerimi araladım. Göz kapaklarım sanki asırlardır kapanmış gibi onları açmakta zorluk çektim. Görüş açıma yıldızlar girdi. Gözlerimin baktığı yıldızlar fazla düşmancıldı. Öyle bir nefretvardı ki gökyüzünde. Yabancıydı yıldızlar, ve ay.

Gözlerimi yıldızlardan çekip usulca bedenimi kontrol ettim. Sırt üstü uzanıyordum. Üstelik hava kararmıştı. En son kendi odamdaydım
ve boğuluyordum. Ama şimdi dışardaydım. Etrafta ki atmosfer ve oksijen çok farklıydı. Sanki çok daha taze gibiydi. Hani olur ya böyle yağmur yağar ve toprağın kokusu yapraklara ağaçlara siner sonra ise hepsinin kokusu birbirine karışır. Ve ortaya çok huzur veren bir koku çıkar. Tamda öyleydi.

Usulca doğrulduğumda. Etrafımı inceledim. Ve gördüklerimle gözlerim irice açıldı. Dudaklarımın arasından şaşkınca. "Ne. Bir uçurum mu?" bir uçurumun başında canıma susamış gibi uzanmıştım. Hemde kıpırdasam aşşağı düşecekken. Tanrı aşkına gündüzleri başıma gelen felakeler yetmeyince bu sefer geceleri mi kendime zarar vermeye başladım?

İrice açılan gözlerimle uçsuz bucaksız uçurumun sonunu görme ister gibi boynumu uzattım. Fazla yüksete olduğum için rüzgar çok sert esiyordu. Yıldızlara neden bu kadar yakın olduğumu birde düşünüyordum. Uçurumun korkunç görünümü beni irkti. Bacaklarımı kendime çektiğimde. Gözlerim istemsizce çevreyi incelemeye seyre daldı. Korkunç bir hava vardı. Öyle ürkütücü öyle korkutucuydu ki. İnsanın içinde hemencecik kaçma isteği uyandırıyordu. Zaten öyle de yaptım. Bedenimde ki uyuşklığu ve yorgunluğu umursamadan hışımla ayağa kalktım. Uçurumun üstünde uyuduğum için üşümekten donmuştum adeta. Dişlerim gıcırdıyordu titremekten. Kollarımı kendime sardım ısınmak amacıyla ama ne fayda. Yaz ayında olduğumuz için giyindiğim siyah şort ve beyaz salaş tişsört bu soğuk havadan beni koruyamıyordu. Ayaklarım da çıplaktı masalef. Rotamı ne yöne çevireceğimi bilmiyordum. Ama bir an önce bu lanet yerden kurtulmak için kendime bir yol seçip o yoldan ilerlemeye başladım. Patika yoluna benzeyen yolda ilerlerken Hala aklım almıyor. Nasıl olurda gece yarısı buraya gelmiş olabilirim? Ayrıca babam ne güne duruyordu! Yahu insan demez mi bu kızım gecenin bir vakti nereye gidiyor diye. Hadi görmedin düşüncesiz herif. İnsan bir der hele bir bakayım ben kızıma. Belki yorganı üstünden düşmüş belki ateşi çıkmış. Ama nerde!

Beyfendi anca kendini düşünsün. "Sen görürsün." gıcırdayam dişlerimin arasından ona lanetler okuyarak. Yolu takip etmeye devam ettim. Hayır uçurumdan da uzaklaşmıştık. Bu kışın soğukluğu nerden geliyordu böyle!

Kollarımı karnıma sarmış çıplak bacaklarımı birbirine sürte sürte yürüyordum. Hayır allahtan karanlık değildi. Yoksa göz gözü görmezdi. Karanlıktan genelde korkmazdım. Benim korktuğum gündüzlerdi tam tersine. Çünkü asıl tehlike gündüzleri seni ışık gözüyle hedefliyordu. Karanlıkta ise avlıyordu. Ama sorun şuan benim avlanmam da değildi. Sorun bu lanet yerden nasıl eve döneceğimdi!

Yolunun sonu ormana giriyordu. Ve bir bakalım orman nasıldı. Nasıl mıydı? Böyle yaz ayına hiç uğramamış hep kışta kalmış gibi kupkuru dalları ve sanki daha önce yanmış da yangını söndürülmüş gibi simsiyahtılar. Etrafta canlı hiç bir renk yoktu. Gün yavaştan ağırdığı için renklerini görebiliyordum. Etrafta ki sessizlik tehlikeliydi. Nerde olursan ol. Etrafında illa bir ses olmalıydı. Ama bu yerde herşey durmuş gibiydi. Zaman akışı yok gibiydi. Acaba bütün gece boyunca yürüyerek. Başka bir şehire mi gelmiştim? Yada herhangi bir ilçe de olabilir.

Çünkü oluru yoktu. Herşey kupkuru. Etrafta ki tüm bitkilerin mevsimi geçmiş gibi hepsi ölmüştü. Yanlızca kuru bir toprak vardı. Fakat toprağı da huzur vermiyordu. Sanki bastığım bu toprağın altında binlerce ölü yatıyordu. Ve ben her adım attıkça onların ruhu sızlıyor gibi hissediyorum.

Kendimi ait hissetmiyorum.

Adımlarım durdu. Orman ve benim aramda otuz metre vardı. Ne geri gidebiliyor nede ileriye. Ortada kalmıştım. Başka bir çıkış yolu bulmak için etrafımı kolaçan ettiğimde. Büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü bütün yollar ormana çıkıyordu. Ama oraya girmek de istemiyorum.

Fakat yolu bulmak içinde ordan başka çıkış yoktu. İstemeye istemeye adımlarımı oraya yönlendirmeye kendimi zorladım. Hala arkama bakmadan kaçıp gidesim vardı ama bunun sonunda yene döneceğimi bildiğim için bu soğukta bedenime eziyet etmek istemiyordum. Güzelim bedenimi incitmeme hiç lüzüm yoktu.

Ormanın kasvetli havasını paylaşarak içine ilk adımımı attım. Şimdiden husursuzlaşmaya başlamıştım. En son yaşadığım orman vukaatından sonra hemen bu ormanın karşıma çıkması üzerimde iyi bir travma yaratması demekti. Hayatım boyunca ormanları hep lanetleyerek anacaktım.

Soğuk algını almamayı düşünerek. Ormanın içinde adımlarımı bir birinin ardından attım. Attığım her adım. Arkamdan gidişimin yollarını örüyordu. Rahatsız bir şekilde bir an önce bu ormanın sonuna, yada bu yolun sonunu getirmek istiyorum. Fakat gel gör ki. O kadar şansızım ki. Şans burdan bile benden yana değildi.

Yolun sonu dahi görünmüyordü. Nemli toprağı ayaklarımın altında ezip geçtikte. Yol uzuyordu sanki. Ne kadar yürüdüm bilmiyorum ama. Bu ormanda da tıpkı diğer ormanda olduğu gibi sesler duymaya başladım.

Korkuyla nefesimi alıp verdim. "Hadi ama. Gerçekten bütün ormanlar böyle mi?" hayatım boyunca hiç ormanlarda yürüyüş yapma şansım olmadı. Ama bakıyorum da iki de olmamış. Bu kadar insanın olduğu ormanlara iyi ki de daha önce gelmemişim.

Önümde ki yol zaten uzuyordu. Üstüne üstlük. İlerledikçe ağaşlar sıklaşıyordu. Birbirne girmiş ağaş dallarının arasından eğilerek geçmek hiç kolay değildi. Üstelik bu kadar soğuk bir havada. Hayır. Anlamadığım nereye düştüğüm. Bu yaz mevsiminde ne soğuğu. Hangi şehir bu kadar soğuk olabilir?

Kafa karışıklığıyla. Kulağıma gelen uğultuya benzer seslere odaklandım. Fazla uzaktı. Ama bu tenha ormanda bir kurda veya bilmediğim bir hayvan türüne yem olmak istemiyordum. Hemde bu kadar korunmasızken!

Yane normal bir insanla karşılaşmak istiyorum. Ama düşününce Ormanda takılan bir insanın ne kadar normal olacağını düşünmüyor da değilim. Ansızın arkamdan çalılıkların arasından ses gelince. Kollarımı gövdemden çekip koşarak uzaklaştım.

"Pekala ne tür insan olaması sorun değil!"

Ormanın dört bir yanında yankı yapan sesime küfürler ederek. Sesleri takip etmeye başladım. Hoş bir insana ait olmaları da bir muamma.

Yolun sonu ikiye ayrılıyordu. Biri sağa biri sola. Hangi yönden gideceğimi düşünürken. Sol tarafın daha mantıklı olacağını düşündüm. Ama bir taraftan da sağ tarafta ki yolu düşündüm. Çünkü o tarafta ki ağaçlar da iyi görünüyorlardı. Üstelik toprağı kül gibi simsiyah değildi. Ama görünüşünün aksine belki daha tehlikeli diye düşünerek. Rotamı sol tarafa çevirdim.

Yol boyunca Korkunç ağaşlara bakarak. Kendimi güvende hissetmek için şarkılar söylemeye başladım. Bazı kıtalarında şarkıyı unuttum kendimce ritmine göre uydurmaya çalıştım. Ve kafamı tehlikede değilmişim gibi başka şeylere odakladım. Mesala bu ormana yürüyüş yapmaya geldim. Yada piknik, Veya kamp, Üçüsünü düşünerek olmayan arkadaşlarımla güzel bir eğlence hazırladım.

Genel olarak da kendi kafamda hep hayaller kurar ve bir kurguya dönüştrürdüm. Sonra ise sanki izliyormuş gibi. Kafamda büyük bir merakla ve hayranlıkla oynatıp izliyordum. Evet farkındayım. Bu çok saçma aynı zamanda uzaktan bakılınca. Şizofren gibi biri olduğum anlamına da gelebilir. Ama bu benim psikolojime çok iyi geliyor.

İçinde binlerce düğümün ve haritanın yer aldığı zihnimin kuytu köşelerinden beni çıkaran burnuma gelen garip yanık kokusu oldu. Evet gerçekten yanık kokusu alıyorum. Ne bir dakika. Yanık kokusu mu?

Gözlerim korkuyla büyününce kalbim de boş bulunmayıp ağırmaya başladı. Tüm bedenim bu korkuya tepki verdi. Kim ne diye sabahın köründe ateş yaksın. İşte korkum tamda bu yöndendi. Yane bu saatte anca nöbetçiler olur. Oda böyle ıssız bir yerde binde bir ihtimal.

Şaşkınlık ve tedirginlikle. Burnuma gelen kokuyu takip ettim. Yolun sonunda başıma gelecekleri zaten kafamda tartıp biçrek yola koyuldum. Oldukça sesiz bir şekilde ağaşların arasında hareket edince. Kendimi ikinci bir dejavu yaşıyor gibi hissettim. Gözlerimi kısıp önümü kolaçan etmeye başladım. Kokunun kaynağını bulmaya çalışıyordum. Ama görünürde ne bir duman nede ateşin yakıldığına dair en ufak bir iz vardı.

Ama burnumun direğini sızlatan koku nedensizce beni rahatsız etmişti. Sanki yakılan şey herneyse orda bana ait bir şey yakılmış gibi içim acıyordu. Bu yanlış bir düşünceydi. Ama gerçekliğinin en büyük kanıtı da küvvetli hislerimdi. Hissediyordum.

Burda bana ait bir şey yakılıyordu.

Tabanları soyulmuş ayaklarımın acısını hissetmiyordum. Üşüyen parmaklarım ve dahası. Ama şimdi aldığım bu yanık kokusu beni derinden sarsmıştı. Kendime gelmeliyim.

Ama nedense kendime gelmek istemiyorum. Çünkü duygularım bana senden alınan şeyler için bu kadar soğukkanlı olmaman gerektiğini söylüyor.

Ve zihnim hatırlamam için büyük bir çaba sarfediyor.

Belkide çabaları beni ayakta tutmak için değildir.

Üzerimde yoğun duygusallıktan üstün bir çaba sarfedederek sıyrıldım. Düzensizleşen nefesimi kontrol altına aldıktan sonra. Sakin olmaya gayret ederek. "Pekala senin kaynağını bulacağım." bulmam gerekiyordu.

İleriye doğru tam bir adım atıyordum ki. O an bir karaltı farkettim. Gördüğüme emin olduğum gölgeyi görmek için başımı çevirip omzunun üstünden sol tarafa döndüm. Ve gördüğüm şeyle boğazımdan derin bir çığlık yükseldi. Esen rüzgar beni sertçe arkaya savurunca. Kalçamın üzerine düştüğüm yerden sürenerek arkaya doğru ilerlemeye başladım. Kalbim bir küş gibi çırpınıyordu. Hızlı nefeslerime yetişemiyordum. Süratle arkaya doğru kendimi sürüklerken. Durmadan çığlık atıp bağırıyordum.

Üzerime doğru gelen karanlık arkasında bıraktığı herşeyi siyaha geçtiği toğrağı ise küle çeviriyordu. Öyle bir hızla geliyordu ki. Ağaşların kökleri sallanıyor. Havada esen rüzgar sertleşip. Etrafımda bir girdap oluşturuyordu. Etrafta ki hortumlar güçlendikçe bana doğru ileryen karanlık hızlanıyordu. Ona karanlık diyorum çünkü aydınlık havayı karartan tek şey karanlıktı. Ama bu benim masum bildiğim karanlık değildi. İçinde binlerce canavar besleyen ve avcı düşmanları yetiştiren bir karanlıktı. Henüz doğmamış olan güneş, Karanlığın bu davranışından küsmüş gibi. Doğduğu yerde yeniden battı. Ve ben ilk güvendiğim karanlıktan yana ihanete uğradım.

Gözlerim dolarken Etrafı karartan şeyin ne olduğunu idrak edecek zamanım yoktu. Yanlızca kaçıp kurtulmaya zamanım vardı. Fakat bunu yapacak bile gücüm yoktu. Çünkü bu şey üzerimde yarattığı korkuyla bütün gücümü emiyordu. Değil kaçmak arkaya doğru sürünmekten başka hiç bir halt edemiyordum. Çünkü dizlerimde kalkacak güç yoktu. Bacaklarımda koşacak kuvvet yoktu.

Şuanlık güçlü olan tek şey korku. Ve gözyaşlarımdı.

Gözlerime yansıyan karanlık ışık beni boğuyordu. Göğüs kafesim şiddetli bir ağrıyla nefesimi keserken. Aklımı yeni toplamış gibi. Dakikalar sonra kaçma girişimde bulundum. Kalçamın üzerinde dönüp Arkamı döndüm. Ve dizlerimin acısını umursamadan emekleyerek uzaklaşmaya çalıştım. Fakat Avuçlarımı bastırdığım toprak altından volkan patlaması gerçekleşmiş gibi Etrafa saçılıyordu. Gözlerim ardına kadar açıldı.

Neler oluyor böyle?

Yene kabus mı görüyorum yoksa? Evet evet bu kesinlikle bir kabus olmalı. Bunlar gerçek olamaz.

Bir ses işittim. Aşina olmadığım ses yakından geliyordu. Başımı çevirip saçlarımın arasından sesin sahibine baktım.

"Bir şeyler yap meyr!"

Sarı dumanların içinden çıkan şeylerle göz bebeklerim kocaman oldu. Bedenimde büyük bir şokun etkisi varken. Dehşetle Ayakları yere basmayan kızlara baktım. Gözlerim bir rüyamış gibi onların bedenini süzdü.

Bedenlerinin etrafında dolaşan sarı tozlar. Ve parlak sarı kanatları çok farklıydı. Sarı kanatları olan kızın kıvırcık sarı saçları omzunun üstünde bitiyordu. Üzerinde ki dizlerinin üzerinde biten peri masallarından fırlamış elbisesi Gerçek anlamda şuan karşımda ki manzaranın bir gösteri değilde gerçek olduğunun kanıtıydı. Oval yüzü ve sevimli bakan ela gözleri fazla sıcaktı. Gözlerimi kaydırıp yanında bana yaratık görmüş gibi bakan diğer mavi kanatları olan kıza baktığımda. Onun da diğeriyle aynı olduğunu anladım. Sadece aralarında renk farkı vardı. Saçları dahi maviydi. Yüzünde küçük mavi güneş lekeleri vardı. Yane hayatım boyunca ilk defa mavi çiller görüyorum. Diğerinin de sarı çilleri vardı. Daha çok yüzlerinde süs gibi parlıyorlardı. Saçlarında ki simler de fazla canlıydı. Ve gerçekten ayakları yere basmıyor!

Bana bakan dört göze karşı kendimi fazla savunmasız hissediyordum. Bedenimi tamamen onlara döndürdüm. Gözlerimi kırpıştırdım.

Mavi kanatlı olan. Kıvırcık mavi saçlarıyla aynı renk mavi gözlerini bana dikip. Dudağını böktü. "Ay meyr şuna baksana nasıl da korkmuş." diyip sanki çok komik bir şey söylemiş gibi ikisi de birden kahkaha atınca. İnanmayarak kanatlarına ve yere basmayan ayaklarına bakıp. Gözlerimi kırpıştırarak. Etrafa baktım. O ismini bilmediğim şey ortada yoktu. Nasıl gittiğiyle şuan uğraşacak durumda değildim.

Meyr isimli kız gülüşünün arasında. "Cadının bu sefil yaratığı görürken ki ifadesini çok merak ediyorum." diyip bir kahkaha daha atarken. Cidden artık çıldırmanın eşiğindeydim. Ellerimin altında ki toprak normale dönmüştü. Kendimi toparlayıp bir an önce bu garip yerden kurtulmak adına ayağa kalktım. Hava hala çok soğuktu. Fakat karşımda ki kızların sıcak enerjisi bedenimde ki soğuğu emiyordu sanki. Hala kendi aralarında bana laf atıp didiştiklerine inanamıyorum. Üzerime serpişen tozları elimle silkeleyip. Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Bana bakıp İsmini bilmediğim cadıdan bahsetmeleri artık canımı sıkmıştı. Pekala en azından insanlar yane değişik insan türü olsalar da sonuşta başları bedenleri. En azından insan uzuvlarına sahipler. Derin bir nefes alıp Elimle ikisini işaret edip. "Sizi şekilsiz varlıklar. Derhal bana burda dönen şeyleri açıklıyorsunuz. Ve nerde olduğumu şu iğrenç gülüşünü katmadan söyleyin." oldukça sert bir tınıyla onlarla konuşsamda. Tombul yanaklarım onlara komik geliyor olmalı ki. İkisinin gözleri hep yanaklarıma kayıyordu.

Ah hayır.

Bana cevap vermeyen ikiliye sertçe bakıp. Ayağımı yere vurdum. "Size bir şey sordum!" diye bağırdığımda. İkiside benden ürkmüş gibi birbirinin arkasına saklanmak için itişmeye başladılar. Sanırım onları korkuttum. Çünkü benim sesime nazaran onların sesi cıvıl cıvıldı.

Kendi aralarında söyledikleri de bunu doğruluyordu.

"Hey seni aptal. Leemi Bu sefilin sesi çok korkunç çıkıyor." diyen meyr'in sayesinde mavi kanatlının isminin leena olduğunu öğrendim. Kendi içimden. Ne değişik isimler diye geçirdim.

Dakikalar sonra benden korktukları için onlar için bir tehlike arz edip etmediğimi bedenimi süzerek anlamaya çalışıyorlardı. Ama artık cidden sabrımın sonuna gelmiştim. "Size son kez soruyorum. Beni delirtmeyin. Yoksa ikinizin de kanatlarını yolarım." onlara doğru attığım adımla. "Hey bu şey. Yer altından mı sürgün edildi!"

Of ama yeter!

Resmen artık ağlamak istiyorum! Pekala zorla olmuyor o zaman biraz sakin konuşursam belki ikna edebilirim. Elimle saçlarımı karıştırıp. Yüzlerine baktım. "Bakın sandığınız gibi size zarar vermenin peşinde değilim." dedim sakin ve ılımlı yaklaşarak. İkisinin ifadesi bir nebze olsada dağılsada. Geri adım atmaktan çekinmediler. Onlara şirince gülümseyip. Tatlı tatlı yerimde kıpırdanıp. Masum bakışlarımın arasından. "Hem belki arkadaş olabiliriz sizinle." dedim. Bıcır bıcır yerimde kıpırdayarak. Kirpiklerimin altında heycanlı ve çekingen bir şekilde bakarken dışardan oldukça sevimli göründüğüme nerdeyse eminim.

İkisi önce birbirine baktılar. Sonra birbirinin kollarını bırakıp. "Tamam." dediler ikisi aynı anda. "Ee hadi tanışalım." diyip heycanlı heycanlı elimi onlara uzattığımda. İkiside ikizlerin içgüdüleriyle. Aynı anda bana ellerini uzatınca. Kıkırdayıp. İki elimle ellerini tutup. "Ben milen. Milen ışık. Sizin isminiz ne?" dedim. Fazla meraklı çıkan sesimle.

"Meyr mroyel

"Leemi mroyel."

"Peki ben şuan nerdeyim?"

"Sihindesin."

"Sihin neresi?"

"Güneş doğmayan karanlık bölge."

"Film mi çeviriyorsunuz?"

"O ne demek."

"Ha anladım?" dedim. Ne anlaması salak! Nerdesin sen ya. Nereye geldin. Sihin ne demek. Güneş doğmayan bölge mi var. Allah kahretsin. Düşüncelerimi yüzüme yansıtmadan. "Ee siz nerden geliyorsunuz? Gerçi şöyle bakınca bana bir aydınlık bölgeden gelmiş gibisiniz." dedim gülümseyerek.

İkiside bana tuhaf tuhaf bakıp. "Aydınlık bölge diye bir yer duydun mu?" diye soran meyr bu soruyu bana değil leemi'ye yöneltmişti. Leemi başını hayır anlamında sallayıp. "Bu şey yer altından sürgün edilmiş olmalı."

Dünyadan sürgün edilmiş olabilir miyim?

"Ee hangi diyardan geldiğinizi söylemediniz. Ben istambuldan katılıyorum."

"İstanbul mu? Hey leemi bu salak kafalı olabilir mi?"

"Aynen olabilir."

"Değilim."

Artık cidden kafamı alıp şu ağaçlara çarpmak istiyorum. Bunlar nasıl aptal insanlar!

Bana doğru havada süzülerek yaklaşıp. Enerjileri sayesinde bedenimi sıcacık yaparken ısınmanın hissiyle gözlerim kapandı. Bütün bedenim yavaşca gevşedi. Bu inanılmaz bir histi. Ruhum mutlulukla kanatlarını çırpıyordu. Üzerimde ki sıkıntı su gibi akıp gitti. Neden böyle hissettiğimi bilmiyorum ama. Şuan hiç bir şeyin beni bu güzel histen koparmasını istemiyorum.

"Ruhu fazla üzgün." dedi meyr sesinde üzülmüş bir tını vardı. Sanki ruhumda ki tüm kırıkları ve tüm üzüntüyü çekiyormuş gibi. Bunu hissediyordu. Gözlerim usulca açılırken. Sırtımda bir kasvetin gelişini hissettim. Etrafım gölgelenirken. Uzaklardan cam kırıklarının o parçalanan seslerini işittim.

Bedenim aynı saniyede üşüdü.

Ruhum da üşüdü.

O kırıklar yavaşca bedenimi tırmanıp benden alınan tüm hüznü ve kederi tekrar bedenime yerleştirdi. Derinden gelen sesi etrafı sarstı.

"Seni mutlu eden herşeyi, ve herkesi dağıtmak en sevdiğim olmaya başladı." diline yabancı olan kelimelere olan telafuzu bile kim olduğunu açıkça belli ediyordu.

Hava karardı. Bütün bulutlar çekildi. Ve düşmanca bakan yıldızlar beni izlemek için seyirci olmayı seçti. Gözlerim doldu henüz zamanı değildi.

Sırtımda keskin bir bıcağın ucu geziyormuş gibi ürperdim. O yoğun sıcaklık gitti. Yerine buz gibi bir hava bıraktı. Nefesim boğazımda düğümlendi. Arkamı dönecek cesareti kendimde bulacak kadar cesur değildim. Kaçıp gitmeliydim.

Evet evet gitmeliydim. Hemde hemen. Adım atmak için hamlede bulunduğum sırada. Buz gibi sesi. Beni durdurmaya yetti.

"Benden izinsiz attığın her adım itaasizliğin için sana bir ceza olarak gelecek." dişleri arasından. Benimle konuşmaktan nefreder eder gibi Harfleri ezip yuvarlıyordu ağzından. Soğuk enerjisi kalbime kadar yetişti.

Adım atmadım.

Ama o yaklaştı.

Sayıca çok adım vardı. Sanırım onun grubunda ki insanlarda vardı. Beni nasıl buldu? Ben mi ona geldim. Evdeyken nasıl buraya gelmiş olabilirim? Ondan nefret edetmiyorum. Çünkü korkum o kadar büyük ki. Bu sırayı ona vermiyor. Göz bebeklerime kadar titrerken. Kaçmanın bir çözüm olmayacağını artık farkındaydım. Ondan kaçmak zaten başlı başınca bir imkansızken. Sınırları zorlamanın anlamı yoktu.

O zaman geride kalan tek seçenek. Onunla konuşmak. Tabi ağzını açabilirsen neden olmasın değil mi?

Mesele korkmak değildir. Mesele hayatın boyunca hep o korkunla yaşamaktır. İşte en büyük korku buydu.

Bazen kendini kurtarmak için. O korku ve kendi arana mesafe koyarsın. Ama korkular insanı asla özgür bırakmaz.

Omuzlarım bile titrerken arkamı döndüm. Toplanan siyah dumanların arasında tanıdık simalar vardı. Ama en önde benim için kefen diken adamın gaddar gözleri vardı. Sisleri toplayıp gümdüğü gümüş gözlerine yağmır yağdırmıyordu. Kurumuş toprakların çatlaklığı vardı. Omuzlarında ise dünyayı taşısa o omuzlar asla çökmeyecekmiş gibi dikti. Kül rengi sakallarıyla mühteşem bir şekilde tamamlayan çehresi ölümsüz bir güce sahip olduğunu bana hatırlattı.

Kara dumanlar iri haşmetli bedeniyle bir bütün olmuşçasına sadece onun etrafında vardı. Üzerinde ölümü hatırlatacak kadar ürkütücü bir kıyafet vardı. Uzun pelerini omzundan aşşağıya düşüp rengini henüz seçemediğim saçlarını da örtüyordu.

Kötülük ellerinin sırtına görünen dövme gibi işlenmişti. O dövmelerinin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordum. Kandırmak için önce kendini kandırman gerekiyordu.

Bana olan bakışı ruhumu yerinden söküp alacak kadar karanlık bir ifadeydi. Dudağının köşesi haz alır gibi yana kıvrıldı. Korkuyordum. "Beni özlediğini düşündüm." ruhum özlemişti. Bu doğruydu. Özlemek onun yanında fazla masum değil miydi?

Her canavarın bir canavara dönüşmesinin sebebi vardı. Ve canavarlar avlamanmaya ilk onu canavara dönüştürenden başlardı.

Onun sisli grilerine bakarken korkunç bir canavarı göruyordum. Yanında bir grup insan vardı. Sağ tarafında bal gözlü sarı saçlara sahip bir genç adam vardı. Diğer tarafında ise onun gibi siyaha boyanmış bir kadın vardı. Üzerinde ki kadın kostümuç bütün kıvrımlarını göstermişti. Siyah saşlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış koyu bir makyajla uyum sağlamıştı.

Ona bakarken. Garip hissettim. Tanıklık hissi dört bir yanımı esir aldı. Küvettli bir histi. Zayıf değildi. O ise bana bakarken. Gözlerinde sadece büyük bir nefretin emaresini görüyordum.

Gözlerimi Tekrar ona çevirdim.

"Beni özlemedin mi yoksa?" bundan pek hoşnut olmamış gibi yüzünü ekşitti. Onaylamayan bir ifadeyle. "Oysa ben büyük bir heycanla gelmiştim seni karşılamaya." yalan söylerken ki gülüşü bile beni korkutmaya yetiyordu.

Acaba fazla mı paniktim. Belkide amacı bana zarar vermek değildi. Ben yersiz yere kendimi kasıyordum. Azğında bir şeyi çiğner gibi çenesi oynattığında. "Seni bu gece evimde ağırlamaktan büyük şeref duyacağım." dedi. Hemen sonra düzensiz aksanıyla. "Sultanım."


























Merhaba canlarım😍😍
Sizlere yedi bölümle geldim. Umarım beğenmişsinizdir.

Bundan sonra çok güzel bölümler gelecek. Kurgumuz artık heycanla devam edecek. Tabi bu süreçte mölüh'ün de gekecek sezonunu yazmam gerekecek. Açıkcası. İki kitabı birden yazmak zor olacak. Çünkü bir kitabı yazarken düşüncelerimi tamamen ona vermek istiyorum. Ama işte ne yazık ki olmuyor. Bir şekilde ikisine de odaklanmalıyım.

O zaman gelecek bölüm'de görüşmek üzere, kendinize iyi bakın💙💙

Loading...
0%