Yeni Üyelik
9.
Bölüm

(8) iki gözyaşı.

@ebru2_yuva_

Bir dokuşunuşun yaşayan herşeyi öldürdü. Işık öldürmezdi. Karanlık korkuturdu ama yok etmezdi. Söylesene senin verdiğim acılara bedel değil miyi o gece. Sen acıtmadan acıttın. Öldürmeden öldürdün. Bana kendi ellerimle bir mezar açtın. Şimdi oraya girmemi istiyorsun.

Gerçekten bir gün ölürsem mutlu olacak mısın?

🍂

Kaybolmak bu mu demekti? Kaybolmak o anı yaşamak değildi. İnsanın ruhu da kaybolmaz mıydı? Kaybolurdu. Ruhum anıların içinde kaybolmuştu sanki. Ben bulamıyordum.

Kendimi bu güne kadar kimseye izah edememiştim ben. Kimse belkide anlamak istememişti. Arkadaşlarım çoktu evet. Onları seviyordum. Onlar beni seviyor muydu gerçekten? Her an her dakila onlara ayak bağı olan biri değil miydim?

Öyle olsa bile Haklılardı. Çünkü onlar gibi değildim. Onlar gibi rahat değildim. Saat ve zaman benim için çok önemliydi. Vaktimi boşa harcamayı hiç sevmezdim. Zaman konusunda cimriydim.

Ve ben şimdi zamanımı boşa harcıyordum.

Sahi ne işim vardı benim burda, bu adamın yanında, onun evinde. Ne işim vardı? Çıkıp gitmem gerekmez miydi? Ama gidemiyordum. Çünkü içten içe kalkıp gitmeye yeltendiğim an buna engel olacağını biliyordım. Öyle söylememmişti. Ama tam anlamıyla böyle hissettiriyordu.

Üzerine giydiği siyah tişörtünün uclarını altına kıvırdığı siyah pileli kumaş pantolonuyla karşımda gözleri üzerine kilitleyecek kadar kusursuzdu.

Neyse ki Ruhunun çirkinliği bedenine yansımadığı için çok şanslıydı. Gözlerimi bir kez daha etrafta gezdirdiğimde geçirğim şoku bir daha geçirdiğim için kendime kızamadım. Çünkü gerçekten baktıkça şaşıracağın bir yerdeydim.

Altından inşa edilip siyahla tasarlanmış bir sarayın içindeydim sanki. Öyleydi de. Salonda iki koldan uzanan gold merdivenler, Ve yerde ki siyah cam fayanslar çok uyumluydu. Fakat bu cam fayansların üstünde yürümekten korkmadığım anlamına gelmiyordu! Çünkü bastığımda sanki o cam attığım adımla kırılacakmış gibi hissediyordum. Bunu düşünmesem dahi iyi olur sanırım.

Salonun duvarları ise camdan duvardı. Camların kenarları ve kapısı altın rengiydi. Ev tamamen camdı. Önümde ki mermer sehpanın üstü bile camdı. Ki çaprazda da uzun köçeli siyah cam bir masa vardı. Üstünde ki altın rengi biblolar da dikkat çekiciydi. Karşımda duvara gömülü taştan şöminenin içinde çatırtılı sesler çıkararak uykumu getirsede buna direniyordum.

Başımı havaya kaldırmaya korkuyordum. Çünkü bundan dakilar önce tavana baktığımda Orda benim boyum kadar uzunluk beklerken. Göremeyeceğim kadar uzun bir tavan dahası cadı çatıları gibi göğe yükselen üşken şeklinde ki bir çatı görmüştüm. Tabi tek fark, Bu çatı camdı. Evet çatısı bile camdı. kısacası Ne şato ne malikane, Nede saray diyebileceğim bir yerdi.

Fakat büyüklüğü bir saray gibiydi. Ama içinde çağdışı eşyalar yoktu. Tam tersi modern eşylar vardı. duvar camlardan görünen bahçe işte o tam bir ruh karartıcıydı. Evin etrafı siyah kurumuş ağaçlarla çevriliydi. Avluda ki siyah ismini bilmediğim farklı model arabalar yan yana diziliydi. Gelecek nesilden alınmış gibiydi. Bizim dünyamızda ki arabalara hiç benzemiyorlardı. Araba düz bir çizgi halindeydi. Düz kareydi. Onu bir arabaya benzeten tek şey siyah tekerlekleriydi. Çok ilginçti. Dakikalarca düşünüp dürmüştüm. Ama baktıkça gözüm alışmaya başlamıştı. Evin etrafında koruma yoktu. Evin içinde yaşayan insan sayısı çoktu. Gelen gideneydi.

Ve ne gariptir ki hiç biride suratıma bakmaya tenezzül etmemişti. Aman sanki ben onlara çok meraklıyım da. Kendileri bilirdi.

"Düşüncelerin..." harflerin içine sığdırdığı o soğukluk kanıma karıştı. Dakikalrdır tek kelime bile etmemişken doğrusu konuşmasını beklemiyordum.
Hala elinde ki odunu keskin bıçağın ucuyla soyduğunu görmek gözlerimi devirmeme sebep oldu. "Karakterine en büyük kalkan onlar olmalı."

Sesinde hiç bir duygu yoktu. Salonun sıcaklığından uzakta kalan gözleri gibi buzdu. O gözlerine bir kaç saniyeden fazla bakamazdın. Yasaklı bir bahçe gibiydi gözleri. Bahçesini sisler koruyordu. İçinde ki o karanlık duyguları asla göremiyordun. Gözlerimi ondan çekip şömineye çevirdim. Sorularına verecek bir cevabım yoktu. "Benden ne istiyorsun?" dedim konuyu dağıtarak. Bunun cevabını çok merak ediyordum. Sessiz kaldığında cevap vermeyeceğini sandım. Fakat hemen sonra. Beni bu düşüncemden yanılttı.

"Eskiden olsa senden çoğu şeyi isterdim. Ama şimdiyi merak ediyorsan." bakışları beni buldu. Tenimden bir ürperti geçti. Dişlerinin ardında "sadece acı çekmeni." dediğinde. Bakışlarımı hızla kaçırdım. Hala bana baktığı için onunla göz teması kuramadım. Ama üzerimde ki ısrarcı bakışları. Onun gözlerine bakarak ona itaat etmemi istiyordu. Fakat bunu yapmadım. Kucağımda ki tombul ellerimle oynarken. "Hiç bir şey istemiyorum." dedim tittrek bir nefes içime çekerken. Ve ekledim. "Sadece peşimi bırakmanı ve benden uzak durmanı istiyorum." normalde babam yada başkası olsa çoktan bağırıp çağırdım. Ama bu adama karşı... yapamıyordum. Benim karşımdayken değişiyordum. Bu korkudan mıydı Yoksa başka bir şeyden mi bilmiyordum. Ama tek bildiğim ondan çekindiğimdi. O an aklıma gelen fikirle hevesle ona baktım. Gri gözleri gözlerimi buldu. Hevesim şimdiden kırılmıştı. En azından denemeliydim. Elletimi birleştiirp. Heycanla. "Gel seninle bir anlaşma yapalım." göz kırptım. Arkasına yaslandı. Ve dikkatle yüzüme baktı. Yıllar sonra gördüğün bir insana baktığın gibi. Tek fark o nefret ettiği biirini görmüş gibi bakıyordu. Ama o an gözlerinin ardında gizleyemediği o acıyı gördüm. Çok eski bir acıydı. Hala taze tuttuğu bir acı.

Ona bakarken bakışlarının ne kadar güzel olduğunu farkettim. Güzel hissettiriyordu. Ruhum bakışlarının altında ısınıyordu. Bu mümkün değildi. Ama tanıdıklık hissi gelip etrafımı kuşatıyordu.

"Ne anlaşması?" diyen sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Sesinde merak yoktu. Söyleceklerimin onun için hiç bir değerinin olmadığını daha söylemeden farkettim. Bakışlarımı kaçırdım. "Yok biz seninle anlaşamıyoruz." dedim. Biraz kırılgan bir sesle. Çok çabuk kırılan biriydim.

Alıngan ve kırılgan bir yapım vardı. O yüzden birinin bir şey söylemesine gerek yoktu. Bakışları bile kırılmam için yeterliydi. Dikkatle asılan yüzüme bakması rahatsız ediyordu. Neyse ki bakışlarını üzerimde daha fazla oyalanmadı.

Bana bakmadığı için ona baktım. onun mükemmel bir uyumla tamamlanmış çehresinde oyalanırken yüzünde ki oynayan mimiği takip ettim. Dudağının köşesi bu halimden zevk alıyormuş gibi kıvrılırken. Bana bakmadan Elinde ki bıcağı önümüzde ki sehpanın üstüne bırakıp ağırca Ayağa kalktığında iri bedeninin karşısında korkarak arkama yaslandım. Bana değinmeyen bakışları bakışlarımla kesişti.

Gözleri ok gibi gözlerimi bulurken hedefini bulmuş gibi Bana doğru adımladı. Kalbimim korkuyla hızlandı. Sehpanın etrafında ağır ağır bana yaklaşırken. Çenesi kasılıyordu. Dişlerini sıkıyordu. Fakat buna rağmen dudakları kıvrılıyordu. Ellerini cebine koydu. Ve tam önümde durdu. Bir kaç saniye yüzüme boş boş baktı.

Oturduğum koltukta bacaklarımı kendime çekip tam kendimi geriye çekiyordum ki. Bu eylemimi engellemesi geç olmadı. Bir anda Üzerime eğilmesiyle hareketlerim kısıtlandı. Ondan aldığım yoğun ıslak yaprakların ve toprağın karışım kokusu bile bu sefer dikkatimi dağıtamadı. Ellerini cebinden çıkartıp Sağ elini yavaşça koltuğun kolçağına yasladığında gözleri ısrarla gözlerimdeydi. diğer elini de koltuğun diğer kolçağına koyduğunda artık tamanen kollarının arasında esir olmuştum. Yüzünü yüzümün hizasına getirdi. Nefesi yüzümde dağılıyordu. Korkuyla yutkunup kendimi geri çektiğimi görünce dudağı yukarı çekildi. Başını yana yatırdığında. "Yaşattıklarını ne çabuk unuttun." cıkladı. "Yoksa benim davranışlarım mı unutturdu?"

Bir kez daha Yutkundum. Neyden bahsettiği hakkında hiç bir fikrim yoktu. Onu kendimden uzaklaştırmak için ellerimi uzakttığımda. Bileklerimi uyuşturan şeyle titreyen parmaklarıma baktım. Zehir gibi bir şey tenimde gezdi.

Keskin grileri Gözleri yanlızca yüzümdeydi. Parmaklarıma sızan siyah duman parmaklarımı uyuşturup titretiyordu. "N-ne yapıyorsun." diyebildim zorlukta nefes alarak. Ellerini koltuğun kolçağından çekip. Bileklerimi sertçe kavradığında. Çığlık attım. Yene aynı şey oluyordu. Damarlarıma kadar sızan acı gözlerimin dolmasına sebep olurken. Uzaklaşmak için çırpındım. "Canını almak için saniyelere bile ihtiyacımın olmaması senin için ne büyük kayıp." gözleri acımasızlığın en büyük aynasıydı. Ruhumun parçalara bölündü. Dağıldı. Dağıldım.

Ölüm onun elleriydi.

Merhametsizlik parmaklarınından ellerime süzülüp canımı yakıyordu. Bu gücün başka bir ismi yoktu. Bu güç yanlızca acı çektirmekti. Belki bağırmam, çığlık atmam gerekiyordu. Fakat bunu yapmadım. Beynim bu anıları kaydetti.

Zamanın bedelini bana ödetiyordu.

Ruhumda ki acının bedelini kim ödeyecekti peki. Bu anıyın bedelini kim ödeyecekti?

Öyle bir sızıydı ki bu. Acıdan kıvranmama rağmen ağlayamamıyordum. Ağzımda düğümlenip çıkmayan çığlıklar firar etmedi iki dudağımın arasından. Esir ettiği bileklerime işkence etmeye devam etti. Göz bebeklerime gözyaşlar oturdu.

Bir gözyaşı indi. Gözyaşları tutsak edemezdin. Derimin altında elektirik vardı sanki. Ruhumu parçalıyordu. Hiç bir şey yapamıyordum. hareket edemiyordum. Soluğum kesildi. Görünmez bir bıçak nefesimi acımasızca kesiyordu.

Acı dayanılmaz bir boyuta eriştiğinde direnemedim. Ama yene de çığlık atamadım. Sadece gözyaşlar aktı. Bunu gördü. Grileri iki gözyaşıya katlanamadı.

Ellerini tiksinir gibi üzerimden çekti.

Bedenime verdiği acı değil. Ruhuma yaşattığı azap değil. İki damla göz yaşı onu durdurdu. O sızı geçti. Ama ruhumda ki sızı biraz daha büyüdü. İnsan hiç bir vakit fiziksel anlamda çökmezdi. İnsanı ruhu çöktürürdü. Bütün o sarsıntı temasını çekmesiyle sona erdi. Biraz daha buna devam etseydi ne olurdu?

Ölür muydum?

O gözyaşlar olmasa kim kurtaracaktı beni elinden. Öylece nefretine ve öfkesine yenik düşüp beni burda öldürecekti. Kalbim korkudan deli gibi atıyordı. Çiğerlerim kesik nefeslerimle yetinmedi. Elim ayağım titriyordu. Ne yaşamıştım ben öyle?

Hepsi gerçekti.

Sadece iki damla gözyaşını onu durdurmaya yetmişti. O an Öfkeyle önümde ki sehpaya sert bir tekme indirdiğinde. İrkilerek ona baktım. Bana arkasını döndü. O kadar öfkeliydi ki göğsü şiddetle inip kalkıyordu. Yumruk şeklini almış ellerini çözüp saçlarının arasına daldırdı.

O gece onu gördüğüm ringde ki hali canlandı gözümün önünde. Şimdi o günden daha beter bir haldeydi.

Benden bu kadar mı nefret ediyordu?

Oturduğum koltuktan kalkmak yerine kendimi gizler gibi bacaklarımı kendime çektim. Ve başımı dizlerime yasladım. 'Sen hala o zavallı çocuksun'

Yanlıştı.

Beynimde anıların bir çoğu silinmişken sadece bazı kıtaları vardı. O küçük kız, Bazı konuşmalar, Hiçbirisi net değildi.

"Git." tek bir kelime özgürlünüğun anahtarı olmamalıydı. Başımı yasladığım dizlerimimden kaldırdığımda bana hala arkasının dönük olduğunu gördüm. Hiç sabrı kalmamıştı biraz sonra aynı şeyi yapmayacağının hiç bir garantisi yoktu. Gergin sırt kaslarına bakarken kilitlenmş gibiydim. Fakat Bir anda hışımla bana döndüğünde bakış açım değişti. Hidette inip kalkan göğsü kadrajımdaydı. "Sana az önce." kelimelerine öyle bir vurgu yapıyordu ki en masum sözler ağzından zehir gibi döküldü. "Defol git dedim!" diye kükreyince neye uğradığımı şaşırdım. Başımı kaldırıp yüzüne bakmaktan korkuyordum.

Düştüğüm durumun ciddiyetini kavrayınca saniyeler içerisinde koltuktan kalktım. Ve o daha bana yetişmeden koltuğun diğer tarafından koştum.

Delirmişti!

Gerçekten de delirmişti. Lanet olsun beni öldürmeden içi rahat etmeyecekti. Bunun için bahaneler öretiyordu. Beni öldürecekti. O kadar hızlı koştum ki nasıl kapıdan çıkıp bahçeye indiğimi bile görmedim. Panik dört bir yanımı sarmıştı.

Adımlarımı devasa işlmeli. Kapıya sürerken. İçimde ki hisler karışmış kafamı bulandırıyordu. Evden çıktığımde, Açılan kapının aralığından sızan soğuk tüm acımasızlığıyla vücudumda ki çıplak kalan yerleri sömürdü. Ama bunu düşünecek zamanım yoktu. Ay ve yıldızların aydınlattığı bahçenin içinde ki çıkışa giden yola bakıp Etrafımı inceledim. Kimse yoktu. Hiç bir koruma yada herhangi bir insan yoktu.
İşte dakikalardır koruduğum sakinliğim şimdi havaya uçtu. Koşmaya başladım.

Tek çıkışım şuanlık koşabildiğim kadar uzaklaşmaktı. Ve bu sırada havanın saatlerdir hala aynı olduğu gerçeği düştü kafama.

Ben burda gözlerimi açtığımda şavağın çökmesine az bir zaman kalmışken. Şimdi hala aynıydı. Saatler geçmişti.

Hala karanlık olması bormal miydi? Yada o kızların söylediği gerçekten burası ya hiç gündüz olmuyorsa. Sihin diye bir şey var mıydı? Kafamın içi dolu doluydu. Onların kanatları vardı. Gerçekti. Ayakları yere basmıyor, kanatlarından süsli tozlar çıkıyordu.

Bir gariplik vardı. Hava git gide daha koyu bir hal alıyordu. Yıldızlar ve ay tepemdeydi.

Babamın kolunda sihin yazıyordu. Sihin neyin temsilcisiydi?

Hiç aydınlık olmayan bölge var mıydı ki?

Daha fazla koşmadım koşmanın bir manası da yoktu. Tek amacım bir yolun üzerine çıkıp araba bulmaktı. Ormanın içinden giden patika yolda ilerledim. Heryer fazla tenha. Öyle ki çıt bile çıkmıyor.

Etrafıma baka baka yürürken bir ses işittim. Tam emin olmasam da sesin sol tarafımdan geldiğine nerdeyse eminim. Ateşin çatırdayan sesi geliyordu.

Hava çok soğuktu. Ve kahretsin üzerimde de incecik bir tişört ve kısa şorttan başka hiç bir şey yoktu. O tarafa doğru ilerledim. Çok yürümeme gerek kalmadan az ilerlede ki ateş hemen gözüme çarptı. Oldukça gür bir ateşti. Ve ateşin etrafında oturan bir grup gözüme ilişti. Orataya çıkmak yerine kendimi gövdesi büyük bir ağacın arkasına saklanıp başımı arkasından o tarafa doğru uzattım.

Aramızda en fazla fazla yermi metre vardı. Beş kişiydiler. Üç erkek iki kızlı bir gruptu. Ellerinde gördüğüm bakır bardaklarda içtikleri şey içki olmalıydı. Çünkü görünen hemen yanlarında görünen şişeler bana bunu düşündürtmüştü.

Bir takın insanla karşılaştığım için kendimi çok iyi hissediyordum. Ve yanlarına gitmeden evvel nasıl tipler olduklarını gözlemlemeliydim.
Kızlardan biri. "O burda. Onu Gerçekten dedikleri gibi alıp getirdiler." sesinde mutluluktan ziyade bariz bir hüzün vardı. Yanında ki adam. "Kendimizi siktirsek bile alamayız onu. Bunu biliyorsunuz değil mi?" esmer iri yarı yağız bir delikanlıydı. Yanında ki ondan bir kaç yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim genç adam. "Götümüz dondu burda. Bugün sıcak olması gerekmez miydi. O bizden değil mi? Ne alaka soğuk hava?" tek kaşını anlamayarak havaya dikmiş kızlara ve yanında ki gence bakıyordu.

Onlardan en uzak kölede bakır bardakta ki içkiyi yudumlarken. "Çünkü o aykırı aklllı dostum. Ve emin ol çok yakında. Küllerini bile bırakmayacaklar." hepsi suspus kesildi. "Aykırı diye hemen öldüreceklerini sanmıyorum. Eğitmen ona acı çektirtmeden işini bitirmeyecek gibi. Yada çıkarları için kullanacak."

Kalbim öyle bir sıkıştı ki. Bir an nefes almadığımı hissettim. Bahsi geçen kişi kimdi. Kimden bahsediyorlardı? Daralan göğüs kafesime hiç bir anlam veremiyordum.

En köşede saçlarıyla oynayan kızıl saçlı kız. "Onu çok özledim. Acaba bizi tanır mı?" daha fazla gizlenmeyip. Ortaya çıkacağım esnada. Birinin soğuk nefesini ensemde hissettim. Omzumun üzerinden dönüp bakacaktım ki. Daha ben yerimde kıpırdamadan ensemde feci bir acı hissettim. Çığlık atmak için araladığım dudaklarıma bir el kapandı. Ve hemen kulağımın dibinde tanıdık sesi işittim. "Ayaklarımın önünde diz çöktüğünde bile seni öldürmeyeceğim. En büyük cezan yaşamak olacak çünkü."

Son duyduklarım bunlardı.

**

Gözlerimi yavaşça açtığımda. Gözlerime vuran ışıkla ne uğradığımı şaşırdım. Gözlerimi aynı hızla kapatmam bir oldu. Bir şeyin fokur fokur kaynıyordu. Biraz ötemde sesi geliyordu çünkü. Allah kahretsin nereye düşmüştüm ben böyle.

Gözlerimi tekrar araladığımda. Yavaşça etrafımı incelemeye başladım. Burası da neresiydi? Mağaraya benzeyen bir yerde ellerim kollarım bağlı bir halde dikiliyordum. Tam önümde yuvarlak kocaman yeşil bir göl vardı.

Hava aydınlıktı. Mağaradan çok büyüktü. Peri bacalarına benzeyen bir yerdeydim. Ve önümde kaynayan bir su vardı. Hemde fokur fokur. Biraz ötemdeydi su. Bakışlarım ellerime düştü. Kalın halarlarla ellerim kollarım bağlanmıştı. Yerde sırtım duvara yaslıydı. Beni kim getirtmişti buraya.

Duvarlarda bir sürü sembol vardı. Kadın resinleri. Savaşçıların çizilmiş resimleri. Kurumuş boğazımı temzilemek adına öksürdüm. "Kimse yok mu!" diye bağırdım. Sesim tahmin ettiğimden de daha yüksek çıktı. Hiç kimse yoktu. Fokur fokur kanyayan suya baktım. Bir anda suyu çekilmeye başlayınca dehşete düşmüş gibi vaknaya devam ettim. Bütün su çekildiğinde şaşkına döndüm. Ve altında ki dümdüz taş iki yana açıldınca ağzım şaşkınlıkla aralandı.

Bu gördüklerim gerçek miydi şuan? Kayalar tamamen açıldığında bir merdiven orataya çıktı. Hemen sonra ise adım sesleri işittim. Birden fazla adım sesi geliyordu. Korkuyla biraz daha kendimi geri çektim.

Çok geçmenişti ki görüş açıma birden fazla kadın girdi. Genç kız mı demeliyim. Şaşkınlıktan ağzım az kalsın düşüyprdı. Beşe yakın kız vardı. Sarışın, kumral, esmer, renkli gözlü, her türünden vardı.

Kimdi bunlar?

Hepsinin üzerinde savaçşı kıyafetleri vardı. Ve içeriye girdiklrri ilk an hepsinin bakışları ben buldu.

En önde ki kumral kız bana doğru yaklaimaya başladı. Gözleri farklı bir renkti. Ona bakarken geçmiş bir kez daha ayaklansı. Ama bu kez onun için açıldı. Sayfalar değişti. Onun aimasına beser birini aradım. Çol tanıdıktı.

Ondan bana öyle sıcak bir duydgu geldi ki. Dudaklarımda ki tebesüme bir anlam veremedşm. O kadar iyi hissetniştim ki buna hiç bir anlam vermesem de bu gebç kız bana çok iyi gelmişti.

Çok güzel bir kızdı. Vücüt kıvrımları çok dikkat çekiciydi. Her erkeğin dönüp bakanileveği bir kızdı. Yüzünde sıcak bir gülüş peyda oldu. Renkli gözlerinin ardında anlam veremediğim bir duygu vardı.

Özlem.

Evet o duygu özlemdi. Tam önümde durduğunda diğer kızkar olduğukları yerde durmaya devam ettiler. Tam önümde durduğunda çevil bir hareketle belinden sapı gümüş değişik bir bıöak çıkardı. Göz bebeklerim korkuyka büyüdüğünde. Gülümseyerek. "Korkma seni krsip yemeyeceğim."

Kesip yemeyeceğim derken kaatı neydi?

Bunlar insan mı yiyorlardı yolsa?

Aklımda ki soruları dile getirmexim. Elinde ki bıçakla bileklerimi sıkan halatları çözdüler. Ellerim özgür kaldığı gibi bileklerimi kendime çekip ovalamaya başladım.

Sırtım ağırmıştı resmen o duvara yaslı kalmaktan. Bedenimi rahatlatmak bir kaç hareket ettiğimde. En sonunda bakışlarımı ona çevirdim. Tanıdıktı. Hemde haddinden çok fazla. Yüzüme bakıyordu.

Sanki tanıdığı birinin yeni yüzüne bakar gibiydi. Yüzüne artık aynı sıcaklıkla bakmıyprdum. Ters bir bakış atarken. "Sen kimsin? Beni kaçıeıp yemeyi mi düşündünüz?" bu ihtimal çok yüksekti.

Sonuçta burası benim dünyam gibi değildi. Hayal dünyası gibi bir yerdi. Ah pardon kabus dünyası diyecektim. Elimi belime koyduğumda cevap vermek için aralan dudakları daha konuşma eyleşnde bulunmadan söze atıldım. "Sonra soylu bir ailenin kızı olduğumu öğrendiğinizde babamı arayıp fidye istemeyi teklif ettiniz değil mi?" şaşkınlımla ağzı açıldığında. Elimle bedenimi gösterdim. "Tabi böykesine bir güzelliğin sıradan fakir bir adamın kızı olma ihtimali yok." gülümsedim sanli övgü almış gibi.

Bu egolu tavrıma kız ağzının içinde duymayacağım şekilde homurdandı. Diğer kızlara baktım. Hepsi ifadesizce bana bakıyorlardı. Tabi yüzkerinde ki bu ne saçmalalıypr ifadesini de unutmamak gerekirdi. Üzerimde ki hayali tozu sildim. Berbat bir haldeydim. Hemwn önümde duran kız yanaklarının içini havayla doldurup. "Bizimle gelmelisin." drdiğinde. Bakışlarımın hedefi o oldu.

Kaşlarımı çattığımda. "Ha siz ciddisiniz? Eğer öyleyse sizi üzmek istemem. Ama babam beş kuruşsyz herifin teki." dudaklarımı büzdüm. Sonra aklıma helen fikirle gözlerim hemen parladı. Elimi ona doğru uzattım. "Gel biz seninle bir anlaşma yapalım." dedim hevesli bir şekilde.

Eğer bir iş yürüteceksen çöpcüyle bile bir anlaşma yapman gerekiyordu. Kız tuhaf tuhfa uzattığım eline baktı. Arkada duran kızlardan biri. "Bunun kafası gitmiş. Baksana boş boş ötüyor." hemen yanında ki de ona hak vererek. "Aynen ya. Bunu mu dinleyeceğiz biz."

Karşımda ki kız hala elime boş boş baktığında. "Yok biz seninle anlaşamayız." yanından ayrılıp diğer kızlara doğeu gülümseyerek ilerledim. Ellerimi iki yana açıp. "Gel sizinle bir anlaşma yapalım." göz kırptım. "Ha ne dersiniz."

Tam karşılarında durduğumda. Az önce bana laf atan kıza yaklaştım. Ve biraz öne doğru eğildim. Sır verir gibi. "Biliypr musun? Biizm mahallede ki fahriye'nin bir sürğ birikmiş altını var. Cimrinin teki kaç yalına gelmiş bir hayır yaptıüı görülmemşş. Ben sana kasasının şifresini söyleyim. Sende beni bıraj." çok adil bir anlaşmaydı.

O kadar altının karşılığında beni bırakırlardı. Aklım zehir gibiydi. Kız şaşkınca bana bakınca. "Ne daha fazla mı istiyorsun?" elimi çenemin altına koyup düşündüğüm esnada kolumda bir elin baskısını hissettim. Ve hemen sonra ise yürümeye zorlandım.
"Yürüyün işimiz bitti. Giidyoruz." diyen ses elimi tutan kişiden başkası değildi. O kıvırcık saçlı kızdı. Kolumu çekiştiröeye çalıştırarak. "Niye bu kadar kıskançsın. Sana teklif ettim ama kabul etmedin. Tabi fajriyenin altınlaro seni de baştan çıkarttı."Ama teklifim hala geçerli. Bak eğer seninle birlik olursak taş üzerine taş bırakmayız.v mağaradan çıktığımızda önümüzde taş bir yol vardı. Kızlar arkamızda bazılarından kıkırtılar dökülürken bazılarıjdan öfkeli homurtular. Kolumu tutan iamini bilmediğim kız bir anda dönüp bana baktığında adımlarım orda durdu.

Teklifimi kabul edecekti.

Fakat beni bozguna uğratan o sözleri söyledi.

"Kes artık şunu. Bu şekilde korkularını alt edemezsin zifir."

Zifir?

Kimdi ki zifir? Bana mı söylemişti? Karıştırmuş olabilir miydim

Evet ev3t karıştırmıştı.

Bu sözlerin beni etkilemesine izin vermedim. "İsmim zifir değil. Ayrıca zifir diye saçma vir isim mi olur?"

Karanlık bir isim olamazdı.

O canavar birine isim olamazdı.

Qöa bunu dile getirmedim. Gözlerime baktı. Sanki orda gerçepi görüyprmuş gibi gözlerime baktı. Bu sefer öfkeli değildi. Değişik bakıyprdu. Kolumu elinden kurtardığımda arkamı döndüm. "Ben sizden değilim." diyip arkamı dönüyordum ki. Hemen arkanızda ki kızlardan biri. "Çabuk olalım. Asal geliyor!"

Asal... Onun ismi asal'dı değil mi? O adamın adı? Beni bulmuştu demek. Başımı çevirip arkama baktım. Ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum fakat... Bunu beklemiyprdum. Dizlerimi yerden kesecek bir öanzarayo göröeyi beklemiyordum. İrislerim büyüdü. Şaşkınlığın yetini soğuk bir korku aldı.

Bu mümkün olabilir miydi?

Kocaman dipsiz bir karanlık önümüzde geliyordu. Yeşil vadiyi koekunç bir hal alıyordu. Yemyeşil ağaçlar kararıyor, çiçeklerin boynu bükülüyordu. İçinde çığlıklıkların sahibini gizleyeb o karablık bize kucak açıyordu.

Ve o ordaydı. Kum asal argah karanlığı arfıma almış bize doğeu geliyordu. Attığı her adımda karanlık biraz daha etrafu sarıyordu. O muydu ondan bike emin değilim. Yğzünü ötyen kumaş üzeride günahlarını örten bir kalkan gibiydi.

Siyahın içinde hiç bir renk yoktu. Siyah kostümün takımı onun için yapılmış gibiydi. Yüzünün yarası o kumalın ardında saklıydı. Sadece dudakları göriniyordu.

Biri kolumdan tuttu. Çekiştieildim. Fakat gözlerimi bu koekunç tüyler ürpertici manzaradan çekemedim
Bize yaklaşıyprdu. Kaçışıöız yoktu. Kapana kısılmıştık.

O an düşünöeden arkamı döndüm. Ve koşmaya başladkm. Adımlarkm titriyordu. Sarsulıyprdu. Bir güç arkamda gitöeme izim vermiyprdu. Karanlık kafes gibi etrafımızı sarmak üzereydi. Etrafımız tozla dumandı. Çğnkü büyük bir sarsıntı arkamızdaydı. Ve önğmüzde ki yeşil yaylalar da bundan nasbini alıyordu. Deprem olsa bu kadar korkmazdım.

Kalbim ağzımda aroyordu.

Sıradan biri değildi.

Bunu yeni farketmemiltim. Ama bu denli moekunç olduğunu bilmiyprdum. Bilsem ne farkedecekti sanki. Kızlar öyle bir hızla koşuyorlardı ki. Ben yetişemiyprdum. Bu lanet olası insanların güçleri yol muydu?

Burda bir kapı açsalar bizi başka bir yere götürebilirlerdi. Hiç mi büyü bilmiyprşardı? Omzumun üzerinden arkama baktım. Biz deli gibi kolmamıza adam yaval adam adımlarıyla bize haklaşıyordu.

Hepsi bu kızlar yüzündeydi! Yoksa çoktan çıkıp gitmiştim bu lanet yerden.

Nefessizlikte. Artık çöktüğümde adımlarım birbirine dolanarak dizlerimin üzerine sertçe düştüm. Avuçlarım yere kapandı. Daha fazla koşamazdım. Biri beni çağırıyordu.

Milen değil.

Zifir diyorlardı. Değildim o kişi.

Sessizliğe alışmış kulaklarım aşina olduğum sesi işitti. Göğü ikiye ayıran o ses kalbime koekuyu ram anlamıyla ekti.

"Kendi dönüştürdüğün bu canavardan kaçıp, korkacak kadar mı acizsin."

Dönüştürdüğüm canavar.

Ben karıncayı bile incitmemiltim. Sözleri bir kurşun gibiydi. Ve hepsi kalbime isabet ediyprdu. Çöktüğüm yerde kalkamadım. Başımı kalsıeıp da bakmadım.
Artık devam etmesin istedim. Sussun hiç konuşmasın. Ama o konuştu.
"Gittiğin, veya gideceğin tek yer benim çemberimden fazlası değil."

"O kafesten çıktığın an seni özgür bırakacağım." doğruydu belkide değildi. Yaklaştı. Karanlığın gölgesi üzerime düştüğünde artık herşey için çok geçti.

"Fakat başardığın anda gidemeyeceksin. Çünkü kabuslardan korkuyorsun." yere bastırdığım ellerim titredi. Kulaklarımı kapatmak istedim. Sağır olmak istedim.

Ve artık karanlıktaydım. Siyah gökyüzü tepemdeydi. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda. "Ve senin kabusun benim."






Herkese merhabalar!

Bir bir bölümün daha sonundayız. Yavaş yavaş ilerliyoruz. Bölümler çok uzun değil. Çünkü akıcı olmasını istiyorum. Ama ilerde ki bölümler uzun olabilir.

O zaman biraz kitap hakkında sohbet edelim. Öncelikle milen bir daha dünyaya gitmeyecek. Yeni dünyamıza ait bedeni unuttuğu bir çok şeyi hatırlatacak. Her bölümde geçmişten alınan parçalar olacak. Geçmişte yaşadıkları. Ve unutmak için çabaladığı herşeyi.

Kurgu bizi çok şaşırtacak. Çünkü iyi dediklerimiz bile kötüye dönüşecek.

O zaman gelecek bölümde görüşmek üzere. Kendinize çok çok iyi bakın sizleri seviyorum. ALLAH'A EMANET OLUN canlarım💙

Loading...
0%