Yeni Üyelik
10.
Bölüm

(9) geçmişin tozlu sayfaları.

@ebru2_yuva_

Güneşin ve ayın bencil olmadığı bir dünyada yaşarken bile aslında gündüzler her zaman rüya' geceler ise kabustu. Alıştığımı zannettim sadece. ama bilmediğim bir şey var ki. İnsan korkularına hiç bir zaman da alışamıyormuş."


🍂

Kendine yasakladığın bir şeyi yapamazdın. Kendine yasak ettiğin bir duyguyu tekrar yaşayamazdın. Yeminler bozulmamalıydı. Adın siyah bir lekeyle anıldığında bile kendine verdiğin yeminleri bozamazdın. Çünkü yeminler senin tanrıya olan sadakatini temsil ediyordu.

Ben sözlerimi tutardım. Fakat zihnimde ki sözleri tutamıyordum. Çünkü onları ne için verdiğimi bilmiyordum. Ve bozarken de nasıl bozduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim bir yerde yanlış yaptığım ve bu yanlışım büyük bir şeye mal olduğuydu.

Ve bugün Bir yemin daha bozulmuştu. Geçmiş bir kez daha sayfalarını açtı. Bu kez onun için açıldı sayfalar. Geçmişte en çok o vardı çünkü. Satırları zihnim okudu. Onu tanımaya çalıştı. Hepsinde başarısız oldum. Çünkü zihnimde ki kişi aslında onu yeterince tanımadığını söylüyordu

Herkes bir gün değişirdi. Herkes bir gün olmak istediği o kişi olurdu. Buna bazen insanlar, bazen ise senin hataların sebep olurdu..

Benim hatalarım beni buna dönüştürdü.

Karanlıktaydım. Hiç bir ışık yoktu. Yıldızlar vardı. Ay vardı. Ben ve o. Başka hiç kimse. biri daha vardı. Kalbimde değerli olan birinin daha varlığını hissediyordum. Ama karanlıktı. O siyah bütün yüzleri saklamıştı benden. Gece ve gündüz bile benden nefret ederken ben düşmanımı bulamazdım.

O önümde yürüyordu. Adımları öyle güçlü ve baskındı ki. Karanlıkta izlerini görüyordum. Onu takip ediyordum.

Ne için?

Sebep yoktu.

Hiç bir sebep yoktu. Herşey tesadüftü. Kendimi buna inandırmaya ihtiyacım vardı. Bu olanları unutmam gerekiyordu. Önümde kadar bir adam vardı. Ellerinde bir mezarlık taşıyam adam vardı. Tek bir dokunuşuyla nefes kesen o kişi önümde celladım gibi gidiyordu.

Suskundu.

Belkide sessizliği seviyordu. Ama ben sessizlikten korkuyordum. Nerde olursam olayım etrafımda her zaman bir sesin olması lazımdı. Bir sese ihtiyacım vardı. Kurumuş dudaklarımı yaladım. Ve mırıldanmaya başladım. Korkuyordum. Mecburdum.

Korkularımı dizginlemem için konuşmam gerekiyordu.
.
Babamın anlattığı masallar.

"Uzun yıllar önce. Parlak bir gezegende güneşin kızı yaşarmış."

En sevdiğim masal buydu. Babam çok masal uydurdu. Çünkü araştırmama rağmen bu masalı bulamamıştım. "Uzun yıllar önce. Parlak bir gezegende güneşin kızı yalarmış. Ve hemen karlışısında. Zifir gezegeni varmış. Zifir güneşe öyle çok aşık-" demiştim ki. "Tek kelime daha etmeye cüret edersen eğer." sustum. Yürümeye devam ederken. "boynundan yükarısı bundan sonra olmayacak." kellemi kesmekten mi bahsediyordu.
Korkmalıydım. Ama o an osmanlı dizilerinde izlediğim sahneler geldi aklıma. Arkasından yürürken. "kellemi uçurman için bütün halkı meydana getirmen gerekiyor." adımları durdu. Omzunun üzerinden bana baktığında sadece dudaklarını ve sakallarını görüyordum. Başında ki pelerini gözlerini geceden gizlemişti. "Çünkü ancak o şekilde rezil bir ölüm olur." dedim. Genelde öyle oluyordu çünkü.

Tekrar yürürmeye başladı. Çok huysuz bir adamdı. Karnım guruldamaya başlayınca. Utanmak yerine. Elimi karnımın üzerine koydum. Ve yürüyen adama baktım. İsmi asal'dı sanırım.

Ama benim dilim kum adını zikretmeyi daha çok seviyordu. "Ben açım." diye sızlandım birden bire. Umursamadı. Hatta duymazlıktan geldi. Karnımdan bir kez daha aynı ses gelince. Ağlamaklı bir sesle. "Çok açım." sesim o kadar kısıktı ki. Birazdan kesin ağlayacaktım. Karnıma çok düşkündüm ben. Yane herkes miğdesine düşkündü.

Çok acı ve fazla tatlı tüken biriydim. Yediğim yemekler haddinden. Fazla acı olurdu. İki gündür buradaydım. Zaman benim için çok önemli bir kavramdı çünkü. Nerde olursam olayım kaç gün kaç saat geçirdiğimi bilen biriydim. Ben tam iki gündür burdaydım.

Beni umursamıyordu. Fayda etmeyeceğini anladığımda. "Gel biz seninle bir anlaşma yapalım. Sende karlı çıkarsın bende." dedim. İnsanlarla ancak anlaşma yaparak yol katedebilirsin. Başka türlü böyleleriyle anlaşamazdın. Hava çok soğuktu ama üşümüyordum. Bu garibime gitsede üstelenmedim.

Dolunay yolumuzu aydınlatıyordu. Her iki yanımızda kocaman iki dağ vardı. Ve sonu yoktu biz iki dağın ortasında ki taş yoldan ilerliyorduk. "Ne anlaşması?" sesi kayadan farksızdı. Zerre tahammülü yoktu. Sesimi duydukça sanki yere tükeresi vardı. Yada bana öyle gelmişti.

"Sen beni yemeğe götür bende sana istediğin bir şeyi vereyim." kendimden emin bir şekilde ona sunduğum bu teklif dünyamızda başıma çok iş açabilirdi. Fakat burda pek iş görmüyordu. Tamam bu sorun değildi. Hemde hiç sorun değildi. Zaten ilgi çekici değildim.

Burda ki insanlarla anlaşılmıyordu.

Durdu. Bende durmak zorunda kaldım. Bu adamdan fena halde korkuyordum. Çünkü her an öfkelenebiliyordu. Bedenini ağırca bana döndürdüğünde söylrdiğime pişman oldum. Kalın dudakları beni korkutacak bir biçimde kıvrıldı. Sakalları farklıydı. Ben kül diye biliyordum. Daha koyu bir renkti. Tıpkı saçları gibi. "İstediğim şeyi yapacağına emin misin?" gözlerini örten o kumaşın altında bana nasıl baktığını bilmiyordum. Fakat nasıl hissettirdiği biliyordum. Kelemilerinde ki küçümseyici telaffuz da bunda yanılmadığımı söylüyordu.

Bakışlarımı kaçırdım. "Yane iş anlamında." bana doğru bir adım attı. İstemsizce bir adım daha geriledim. Ben geri adım attıkça o bana doğru adım atmaya devam etti. Altın rengi sembollerin göğsünde bulunduğu ağır pelerinli bir kıyafet vardı üzerinde. Alıcı bir azrahil gibi yaklaşıyordu.

Nefesini soluyacağım kadar çok yaklaştı. Artık adım atmayı bıraktım. "Ben küçük anlaşmaları kabul etmem." başında ki pelerinin şapkasının yüzünü göreceğim şekilde kaldırdı. Grileri sisliydi. Duman grisine dönüşmüştü. Çenesini oynattı ve dudakları şeytani bir şekilde kıvrıldı. "Bir ihtiyaç için bana istediğimi verecek misin?" sesinde ki karanlık beni içine alıp hapsetti. Burda bile olsa herkese güvenmemem gerektiğini ses tonundan bile anlayabiliyordum.

Herkese güvenilmezdi. Doğruydu. Ben hiç bir şey söylemediğimde geri çekildi. O karanlık hissin esaretinden kurtuldum. Tekrar yürümeye başladım. Zihnim güçlü adımlarını hafızama kazıyordu. Genel hayatta hep adım seslerini aklıma kazırdım. bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum. Fakat bu gibi saçma sapan yeteneklerim vardı işte. Başka bir cümle kurmadı. Bende ona bir cevap vermedim. Bana arkasını dönüp tekrar karanlığı ardına alarak ilerledi.

O yürürken bende onu takip ettim. Artık ağzımı açmadım. Bana ne yaparsa yapsın beni öldürmeyeceği kesindi. Bende bir çıkarı vardı. Herşeyden önce görülmesi gereken bir hesabı vardı. Belkide beni biriyle karıştırıyordu. Söylediğü her bir sözü bir yemin gibi dökülüyordu dudaklarından. Acı bir gerçekti fakat ondan öyle kolay kurtulamayacağımı anladım.

Başımı eğdim ve ayaklarıma bakarak yürümeye başladım. Hiçbir kaçma girişiminde bulunmadım. Bulunamazdım. Bana çizilen yol zifiriydi çünkü. Ben istesem bile o yolda ışıkları açamazdım.

Kendi düşüncelerimle boğuşurken bir anda duyduğum sesle başımı kaldırıp karşıma bakmak zorunda kaldım. Ama o ilerliyordu. Alışık olduğu bir manzara gibiydi. Ama benim gördüğüm bu manzara alaışkın olduğum Bir durum değildi.

Tam karşımızda mavi lacivert sarı beyaz ışıkların süslediği kocaman bir dünya vardı. Ve bu dünya bizim dünyamızdan çok uzaktı. Bisim dünyamızın bir tarafı karanlık iken bir tarafı aydınlıktı. Bir tarafta güçsüzlerin savaştığı bir hayat varken diğer yarafta zenginlerin sefaaını sürdüğü bir hayat vardıı. Ama bu karşımda ki dünya benim dünyamdan çok uzaktı.

Her sokak, her ev, her çatının altında yaşayan insan aynı hayatı yaşıyordu.

Güçlüsü güçsüzü yoktu. Hepsi aynı zemine ayak basıyordu. Hepsinin hayatı ihtişam kokuyordu. Benim gördüğüm bu insanlar bizim dünyamızda ki indanlardan uzakta kalmışlardı. Kıyafetleri, arabaları, evleri, Eğlenceleri, O kadar benim yaşantımdan benim gördüklerimden uzaktı ki. Sadece şaşkındım.

Koca bir dünyanın tam karşısındaydım. Tek bir adınım benim hayatıma büyük bir imza atacaktı. Önümüzde milyonlarca insan vardı. Gelmeye devam ediyorlardı. Karanlık gökyüzü parlaktı. Şimşekler gökyüzünde çarpışıyordu. Bizim dünyamızda havayi fişeklerin süslediği gökyüzüyü onların dünyasında yıldırım süslüyordu. Onların dünyasında tehlike vardı.

Peki bu kutlama kim içindi?

Bana odaklı nefret ve ölümcül bakışların sebebi neydi?

Hiç tanımadığım bu insanlar beni nerden tanıyordu? Her türden her giyimden insan vardı. Özgürlerdi. Giyimleri açık. Ama hepsinin tek ortak bir noktası vardı. Ki hepsi korkunçlardı.

Hepsi ürkütücüydü. Ve hepsinden karanlık bir enerji alıyordum. O insanların önünde durduğunda bende durmuştum. Herkes bana bakıyordu. Saçlarıma yüzüme tipime bakıyorşardı. Düşmanını tanıyor ve keşfediyorlardı.

Gözlerim kalabalığın üzerinde gezindi. Her birinin yüzüne baktım. Her nefret dolu bakışa şaşkınca baktım. Nasıl baktığımı bilmiyordum. Ama ilk kez hiç bir şey hİssetmediğimi farkettim. O insanların önünde bir kral edasıyla duruyordu. Ve milyonlarca insan ona itaat ediyormuş gibi tek kelime etmiyordu. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Kuş kanadını çırpsa dünya kopacaktı.

Ama İlk kez hissizdim.

Kalabalık bir anda yarılınca dikkatim dağıldı. İnsanlar iki yana dağıldığında bakış açıma gelen kişiyi aldım. Gökyüzünde meydana gelen yıldırım sayesinde karanlıktan çıkan yüzünü seçtim. Belki bu gördüğüm kişiye hayal derdim normal bir zamanda. Belki rüya. Belkide zihnimin yanıltısı diyebilirdim. Gördüğüm yüz, gördüğüm gözler gördüğüm o bakışlar bana yabancı geldi çünkü. Benim tanıdığım o yüzdü. Ama bana yabancı bir kişiydi.

Gözlerimi bile kırpmadım. Koşup gidip sarılmam gerekmez miydi?

Şimdi çıkıp karşısına. "Baba beni kurtar." demem gerekmez miydi?

Evet o kişi benim babamdı.

Benim tanımadığım insanların arasından bize doğru gelen kişi benim babamdı. Üzerinde liderlik kostümüyle bize doğru yaklaşan o adam benim her gün işler için kavga ettiğim adam değildi. Bana gülümseyen o kişi değildi.

Kim olduğunu bilmiyordum fakat benim babam değildi. Asıl kimliği neydi? Ne için burdaydı. Beni kurtarmak için mi burdaydı?

Gözlerim yanlızca onun üzerindeyken onun gözleri hemen önümde ki adamın üzerindeydi. Gözlerinde ki tanıdık bakış birbirilerini çok iyi tanıdıklarını Gösteriyordu.

Gözlerim hiç olmadığı kadar donuk bakıyordu. Dudaklarım aralandı sadece nefes almak için. İstesem bile konuşamazdım. Dilim tutulmuştu. Öylece karşımda gerçekleşen olayları izliyordum.

Bir kez daha kaybetmiştim. Ve bu kez yenilgiyi kabullendim. Çünkü bu defa rakibim babamdı.

Sessizlik çöktü. Sadece yaklaşan adımlarının tok vurgusu aramızda bir ses oldu. Yaklaştı. Yüzünü net bir şekilde göreceğim kadar çok yaklaştı. gözleri benim gözlerimde değildi. Gözleri bana yabancıymış gibi hiç gözlerime değinmedi. Ellerim hatta bütün bedenim kilitlenmiş vaziyetteydi.

Gerçekten benim babamdı.

Neden bu kadar soğukkanlıyım sorgulamam gerekmez mi? Yanlıştı. Yene bir yerde yanlış yapıyordum. O ana kadar sessiz insanlardan sesler yükselmeye başladı.

Bağırıyorlardı. Kükrüyorlardı bazıları ise aynı kelimeyi ellerini havaya kaldırarak tezahürat ediyorlardı.

Radras diyorlardı. Bana bakarak söyledikleri şeyler iyi şeyler değildi. Hemde hiç iyi şeyler değillerdi. Babam tam karşımızda durduğunda bakışları bana döndü. Öylece baktım yüzüne. Belkide ona birşey söylememi istiyordu. O her zamanki asi milen olup hesap sormamı bekledi. Bir açıklaması vardı. Ama ben yüzüne bakmaktan başka hiç bir şey demedim.

Çünkü söylecek bir kelime bulamıyordum. Başımı çevirip kalabalığa baktım. Benim hakkımda kötü kelimeler söylüyorlardı. Babam burdaydı. Ama onlara sus demiyordu.

Bu kelimelerin hakettiğimi mi düşünüyordu?

Yene kimseyle bir anlaşmaya varamadım. Gözlerim doldu ona bakarken. Gülümsedim. Ama bu gülüş o yaşlara engel olmadı. Bir damla yanağımdan süzüldü. Sırtı bana dönük adam görmedi. Yutkunuşlarım boğazıma dizildi. Daha fazla bakamadım. Gözyaşlarımı görmesini istemedim.

Zaafımı görmesini istemedim.

Arkamı döndüğüm vakit. "Tek bir adım daha atarsan." devam etmesini istemedim. "Sana ceza vermek isteyen bu kadar insanın içinde bırakmak zorunda kalacağım." zorunda kalmayacaktı. Bunu kendi isteğiyle yapacaktı. Onun umrunda bile değildi.

Kimdi ki beni düşünsün. Babam bile...

Elimle gözümden akmak üzere olan yaşı sildim. "Peri kızı hep gülümsermiş." gülümsedim. İnsanlar okudukları masalların sonunu yaşarmış. Ben hep mutlu son masal okurdum. Arkam dönükken söylediklerimin onun duymadığını sanıyordum. Fakat. "Sana gülmek yasak. Çünkü hiç bir vakit gülmene izin vermeyecekler." gazap dolu sesi eskinin öfkesini barındırıyordu. O öfke hala tazeydi. "İzin Vermegeceğim" işte bu kelime bir çok söze bedeldi. En çok o gülüşleri benden alacaktı. Önümde en büyük engel o olacaktı.

Ona doğru döndüm hala bana sırtı dönüktü. Babam tam onun karşısındayken. "İnsanlar sadece mutlu olmak için gülmezler."

Bana döndi o an. Sisli gözlerinde ki karanlık bakış ruhuna dokundu. Öyle bir dokunuştu ki bu ruhumun parçalara bölündüğünü hissettim. O bakış bir çok şeye bedeldi. "Bazen ağlamak için de dudaklar güler." bakışları ıslak gözlerimde durdu. Ne söylediğimi anladı. Yüzünde memnüyetsiz bir ifade oluştu. Gözyaşları sevmiyordu sanırım. Süreti keskindi. Simasında ki kusursuzluk onun tek ödülüydü. Onun tek serveti buydu.

"Sihin'e götür onu." bu ses babama aiti. O an bakışlarım geniş omuzlarının üzerinden babamı buldu. Bana bakmıyordu.

"Ben hiç bir yere gitniyorum baba." dedim. Bakışları öyle hızlı bir şekilde beni buldu ki.
Yanlış bir şeyi söylediğimi sandım.

Sisli gözlerin sahibi. Yene öfkesini konuşturdu. dişlerini sıktı. Hemde öyle bir sıktı ki nefret ettiği bir kelimeyi dile getirdiğimi düşündürdü bu öfkesi. Ama onun da bir annesi ve babaaı varsı. İlla ki birine baba demiştir.

Bakışlarımı ondan çekip babama çevirdim. "Bizim evimiz burda değil baba sanırım yolumuzu şaşırdık." babama doğru bir adım atıyordum ki. Soğuk iri parmaklar bileğime kıskaç gibi sarıldı. Onun ellerinde ölüm vardı. Yaşadıklarımı hatırladım. Teması acı vadediyordu.

"Elimi bırak babamla konuşacağım." sesim de en az yüz ifadem kadar ciddiydi. Sadece babamla konuşacaktın. Neden burda olduğumuzu belki o biliyordu. Bırakmadı. "Gidiyoruz." dedi sadece. Sesi hiç bir itiraza tahammül etmecek kadar baskındı. Babama bakarken o bana arkasını döndü. Neden gidiyordu ki?

Ben durmasını bekledim ama o öylece geldiği yoldan tekrar yürümeye başladı. Elimi çekmeye çakışırken. "Dur!" diye bağırdım ardından durmadı.

"Biliyorum bana kızgınsın! Ama halldebiliriz. Biz seninle ne halletmedik ki!" öylece giderken çırpınıyordum adeta. kum bir şeyler söylüyordu. Bıraksa şimdi koşacaktım babamın ardından.

Elimi çekmeye çalışırken. "Baba! Gitme lütfen. Beni de bekle! Birlikte evimize gidelim." beni beklemeliydi. Kum'a döndüm. Gri gözlerinde öfkeden ziyade şaşkınlık vardı. Anlamaya çalışıyordu. "Bir dakika bırak. Konuşup geleceğim. Bu sabah kahvaltı etmeden işe gitti. Ona yemek yapmadığımı söyleceğim." yalvaran bir bakış attım. Elimi bıraktı. Başını başka tarafa çevirdiğinde bir dakika bile durmadan koşmaya başladım. Babam ortadan kaybolmuştu çok uzaklaşmış olamazdı.

Az önce babam için açılmış yol ben geldiğim an insanlar tarafından tekrar kapandı. Tanımadığım bir adam beni omzularımdan sertçe ittiğinde geriye doğru sendeledim. "Babamla konuşmama izin verin. lütfen çekilin." dedim. Artık yalvarıyordum. Başımı babamın gittiği tarafa doğru çevirdim. Görünüşte yoktu.

Gitmiş miydi?

Kızını bırakıp öylece gitti mi gerçekten? Bana öfkelenmişti. İyi ama bu sabah işleri de ben yapmıştım. Odasına girip o kutuyu açtığımı mı öğrenmişti yoksa? Öğrenmemişti ben söylemedim. Oda öğrenmiş olamaz. Neye öfkelenmişti peki?

Bir kaç adam bana doğru adımlayınca ne gördülerse geri çekildiler. Şimdi batabileceğim kadar çok batmıştım.

Kalabalık dağıldı hepsi gitmeye başladı. "Beni takip et." kelimeleri çiğneyerek dile getiren o öfkeli soğuk sesi işinceye kadar öylece yerimde kalakaldığımı farketemedim. Ona döndüm. Pelerinin altından dökülen bükeleri yüzünde kıvrakça dağılmıştı. Gözleri oldukça açımasız bakıyordu. İrisleri ruhunun aynasıydı sanki.

Belki beni babama götürecekti. Sadece bir ihtimaldi. Az önce insanların akın ettiği yerden
Bir sokağa doğru girdik. Herşey o kadar değişik o kadar garipti ki hiç bizim dünyamıza benzemiyordu. Mesela hiç bir gökdelen yoktu. Hepsi saray tarzında evlerdi. Herşeyleri çok değişikti.

Ve ben artık bu değişiklere ayak uydurmak zorundaydım.

**

Yemeğe düşkün bir yapıya sahiptim. İstesem bile karnım konusunda sabırlı olamazdım. Ve aç olduğunda öfkelenip birilerine sarıyordum. Ben evde de böyleydim. Yemek pişene kadar kırk takla atıyordum artık. Ve şimdi de aynısını yaşıyordun. Karnım acıkmıştı ama onun umrunda değildi.

Acıkıp acıkmamam onun sorunu değildi. Bunu unutmayacaktım. Nerdeydim hiç bir fikrim yoktu. Duvarları simsiyah bir koridordaydık. Beni nereye götürüyordu benimle derdi neydi onu da bilmiyordum.

O peri kızlar. Buraya gelirken o insanların nefret dolu bakışları, hakikaten nereye gelmiştim ben? Kalbim öyle bir sıkışıyordu ki sanki her adımımda ölüme gidiyordum. Önümde yürüyen bu adama ne kadar güvenebilirdim. Belki beni öldürmeyecekti.

Belkide en büyük pişmanlığım bugün onun peşinden gelmek olacaktı.

Adımlarım geri geri gitmek istiyordu. Beni rahatsız eden bir şey vardı. Tam önümüzde kocaman siyah demir bir kapı vardı. Kapının yüzüyeyi dikenli tellerle örülmüştü. Ne vardı o kapının ardında? Daha doğrusu bu insanlar ne için beni buraya getirmişti.

Hiç bir şey anlamıyordum.

O kapın önünde durduğunda benim görmediğim bir kaç şeye bastı. Ve kapı gürültüyle açıldı kalbim korkuyla titredi. Etrafıma garip garip bakışlar atıyordum. Üzerimde kot bir pantolon ile geniş zümrüt yeşili yun bir kazak vardı. Ama yenede üşümüştüm buraya girdiğim ilk anda. Bana dönüp bakma gereği duymadan kapıdan içeriye girdi. O kadar emindi ki peşinden gideceğime arkasına bakma gereği bile duymuyordu. Bende onunla birlikte içeriye girdiğim ilk an tamamen simsiyah dekore edilmiş bir toplantı odasında buldum kendimi. Herşey simsiyahtı. Beyaz hiç bir eşya yoktu. Herşey koyu bir tondaydı.

Sanki beyaz renk bu dünyayaya yasaklanmıştı. Upuzun bir koyu yeşil bir masa vardı. Ve masanın üstünde tanımadığım insanlar vardı. Hepsi erkekti. Ve tipleri yeraltı illegal adamlarına benziyordu. Ve aralarında Sadece tek bir kadın vardı. bakışlarım direk onu buldu. simsiyah saçlar, siyah gözler, koyu bir makyaj, ve yene simsiyah bir elbise. Başlı başınca siyahtı. Bana öyle bir bakıyordu ki bakışları dondurucuydu. Haddinden fazla soğuk bakıyordu. beni tanıyormuş gibi bakıyordu. hemen yanında sarışın kıvrak saçlara sahip bir genç vardı. Onun da bakışları da en az kızın bakışları kadar soğuktu. Hem tanıdık bir o kadar da yabancıydı.

Bakışlarım masada ki diğer şahısları buldu. Hepsi kırklı yaşların başında insanlardı. Biz içeriye girdiğimiz an onların bakışları bizi buldu.

Aralarında kır saçlı kırk beş yaşlarda göünen bir adam bana bakarak. Bilmediğim bir dilde birşeyler söyledi. sözleri de bakışkarı kadar nefret barındırıyordu.

Hiç tanımadığım bu insanların bana olan bu nefreti neydi?

O an çok saçma bir harelet yaptım. Elimi havaya kaldırıp gergin havayı dağıtmak için gülümseyerek. "Selam." dedim. O ürkütücü bakışlarına nazaran benim bakışlarım çok sıcak kanlıydı. Acaba taziyeye mi geldik?

Hepsinin yüzüne baktım. Hepsinin üzerinde takım elbise vardı. Ve gözlerinde siyah gözlükler. Kır saçlı adam kum'un adını söyleyerek bir şeyler söylüyordü. Onu durdurmaya çalışıyorlardı sanırım. Biri ligaz diyordu.

Ligaz kimdi?

Bana döndü. Yüzünü örten pelerinin ardında ki o zifiri bakışlarını benden sakladı. Daha ben bir şey söylemeden. "Gel benimle." dedi sesinde ki karanlık geceyi ürküttü. Yene önderliği aldı. Nereye gidecektik? Nereye götürecekti? Arkasından gideceğimden emindi. Yada gelmememi istiyordu. Ve bu şekilde zarar vermek istiyordu. Yeri göğü sarsan adımlarıyla birlikte ilerlemeye devam etti. Bende onun peşinden giderken gözlerim son kez o kızı buldu. Gülümsüyordu.

Bu zafer gülüşüydü. Tekrar önüme döndüm. Ve onunla birlikte yürümeye başladım. Bu insanlarla aynı yerde kalma fikri hiç iyi değildi. "Nereye gidiyoruz? Benimle işin ne senin?" sorularıma bir yanıt beklerken farketmediğim kan kırmızısı bir kapıya doğru yaklaştığımızı gördim. Çok havasız bir yerdi. Sanki daha önce hiç kimse girmemiş gibi.

İçimde ki çürüyen o eski anılar filizlenmeye başladı. İçimde kanayan bir yara vardı ısrarla iğleşmek istemiyordu.

Geçmişin sayfaları bir kez daha açıldı. bu kez benim için satırlar okundu.

Bir kış gününü anımtasan soğuk vir gün. Yürüyen bir çift adım. Elleri buz tutarken ruhunda bir yanardağın volkanları vardı sanki. Çok fazla üşüyordu. Karanlık bir odaya hapsedilen güneşine kavuşmak istiyordu.

Kapılar tekrar kapandığında o odalardan kobboldum. Sanki o anılar bana ait değilmiş gibi bir yabancı gibi kovuldum.

Rüyalarımda ki karanlık adamın imajını çizen o kişi sanki şuan karşımdaydı. belkide oydu. Belkide gördüklerim öylesine saçma sapan şeyler değildi. Bu gündü. Belkide geleceği temsil ediyordu. Nefes almam gerekiyordu artık. Alamıyordum çiğerlerim nefes almıyordu. Göğüs kafesim sıkışmaya alışkındı. Kapı aralandı. O girmedi. Öylece bekledi. Benim girmemi bekliyordu. Geçmişin kapılarını zorladım. Bu anıya benzer anılar vardı belleğimde. Ama zihnim izin vermiyordu.

Henüz erken.

İçeriye ilk adımımı attım. O hemen ardımdaydı. Nefesi biraz uzağımdaydı. İçeriye tamamen girdiğimde neyle karşılaşmayı bekliyordum bilmiyordum ama bomboş beyaz bir odayı görmeyi beklemiyordum. İçerde beyaz sedyeye benzer bir şey vardı. hemen bir kaç metre uzağında ise cihazlar vardı. Belli bir ritimde çalışan cihazların ne işe yaradığını bilmiyordum.

Arkamı döndüm. O tam karşımdaydı. Kostümün içinde ay ve yıldızın olmadığı o gece kadar renksizdi. Onun kadar tehlikeliydi. Duman grileri bulanıktı birbirine karışmıştı. Siyah dumanların çevresini sardığı irisleri o kadar hissiz bakıyordu ki. Bütün hislerden ve duygulardan kopuk gibiydi. Herşeye bir serzenişi vardı.

"Babam." dedim. Bu kelimeyi bir kez daha ağzımdan duyduğunda bakışlarını başka yöne çevirdi. Öfkeli bir nefes aldığını gördüm. Çenesinde ki kas attı. "Onu görecek miyim?" onu görmeliydim. Kimse bana bir şey anlatmıyordu.

Benimle ne gibi bir bağlantısı vardı bilmiyorum. Fakat yüzüme bile bakmak istemediği kesindi. bakınca kendini kaybediyordu. Öylesine sınırsız bir öfke ve nefreti barındırıyordu ki bana karşı. Bakınca bakışlarını alamıyordu. Bu yüzden bakmak istemiyordu. Gözlerinde bana odaklı yoğun bir acı vardı.

Kalıcı bir sızı bırakcaktı.

Hiç bir cevap vermedi. Sorularıma cevap vermek bile istemiyordu. Mümküm olmadıkça konuşmuyordu bile. Arkasını döndü. Hep sırtını dönecekti. Kapıyı üzerime kapattığında esaretliğim başlamıştı. Beyaz bir odanın içinde kafeslenmiştim.

Odanın içinde gezdiğimde bakışlarım da eş zamanlı olarak odanın içini tırmandı. Dört duvarı camdı. Ve camlara gömülü bir sürü cihaz alet vardı. Odanın içinde içinde bana ait izler vardı.

Zihnimi bulandıran bir şeyler vardı. Beni tetikleyen bir şey gizliydi burda. Zihnimde bulanık sahneler gerçekleşiyordu. Odanın içnde türlamaya başladım.

Elinde kitap tutan bir kadın.

Bir şeyler okuyor. Ve Tekrar tekrar başa sarıyor. Endişeli korkmuş gibi. Tam bu odanın içinde ve burda yürüyor.

Zihnimi zorladım. Sesini ve söylediklerini anlamak için hafızamı o kadar zorladım ki. Anlayabildiğim tek cümle şuydu.

"Kızım öldü!"








HALA BERABERİZ!

İlk kitabımı yanıldadığımda buralara kadar geleceğimi düşünmüyordüm. Sizler beni buraya kadar getiren kişilersiniz.

Bir bölümü daha ardımızda bıraktık.

Loading...
0%