Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm. Acı bir tebesüm.

@ebru2_yuva_

 

Pencereni bu sabah açma küçük bebeğim.. O karanlık bugün güneşini kirletmesin. Senin için çiçekleri yasaklarken kötü bir anne olduğumu söylemiştin. Evet doğru söylemiştin. Ben kötü bir anneydim. Ve sende doğru bir tercih değildin. Şimdi maviden nefret ediyorsun. Geceden korkuyorsun. Ve çiçekleri hiç sevmiyorsun. Sen yanlış olanlara bağlandın. Sana zarar veren herşeyi fazla sevdin. Ve şimdi onlar seni bırakmak istemiyor. Bir gün o hep duymayı beklediğin kelimeyi sana onlar fısıldayacak. Sadece dur ve onun seni bulmasını bekle.

 

💦

 

YILLAR ÖNCESİ.

 

Sombaharın sonlarıydı. Kış tüm şiddetiyle çökmüştü. Sokaklar tüm kirliği kapatmak ister gibi beyaza boyanmıştı. Ama insanların kalplerinde ki kirliliği temizleyecek kadar hükümlü değildi. Bu kış her zemanki o kışın aksine masum değildi. Bu mevsim diğer mevsimlerin aksine zalimdi. Bu mevsimde büyüyen hiç bir çiçek güzel değildi. Hiç bir ağaç hiç bir yağmur öylesine değildi. Herşey acı vermek içindi.

 

Ölüm hiç bu denli kalplere korku ekmemişti.

 

Soğuk nefretiyle bedenleri üşütüyordu. Öyle ki bu soğukluk kalplerine işliyordu. Ruhlarını üşütüyordu bu kar. Bir burukluk vardı. Havaya acı karışmıştı. Güneş bugüne küşmüşcesine hiç doğmamıştı sabahında. Gündüzü geceden farksızsı. Bir lanetin çöküşüne haberciydi.

 

Kuşların ötüşü vardı. Öylesine değil. Bir haykırıştı bu. Bir sesti. Ama kimse cesaret edip dillediremiyordı. Gerçekler apaçık ortaydı. Kader bozulmazdı. Yazılan herşey gelecekten gerçek olmaya mecburdu. Ve bu gelecekte aşkın yıkımı olacaktı. Aşka kumar oyanayan o adamın destanı olacaktı.

 

Bir kadının gözyaşları, Ve bir koca şehrin çığlığı olacaktı. Herşeyin sebebi aşık bir kadındı. Aşk bu sefer insanların kabusu olacaktı.

 

Korkuyu bilmeyen o insanlar korkuyla büyüyeceklerdi. Gözlerini yumdukları her an korku ruhlarını kıskıvrak yakalayacaktı.

 

Okyanusun dalgaları savruluyordu. Genç kız sevdiği adamın elini tutuyordu. Hiç ayrılmayacaktı bu eller. Bir gün öldüğünde bile sevdiği adamın elini tutarak gözlerine bakarak ölmek istiyordu.

 

Vedası sözleri değil gözleri olsun istiyordu. Keder oturmuştu mavi gözlerine. Derinden bir sızı yüreğine ateş düşürmüştü. Bu öyle bir sızıydı ki. Hiç geçmeyecek bir sızıydı. Bazı yaralar ölümsüzdü. Hevli buna inanıyordu.

 

İnandığı herşey bir gün koca bir yalandan ibaret olduğunda o gün yanlışlara doğru dediğini farkedecekti. Herşey için geç kaldığında. O masum elleri ilk cinayetini işlediğinde. O çığlık ruhunu katil edecekti. Kimse masum olmayacaktı.

 

"Deniz çok güzel, Gözlerin bana denizi anımsatıyor." genç kız derin bir iç çekişle ereyl'e baktı. Sevdiği çocuğa derin derin baktı. Yüzünü ezberledi. Sanki bir daha görmeyecekti. Ve bir gün özlediğinde yüzünü hatırlamak ister gibi inceliyordu. Gözlerinin içine bakarken dilinin anmadığı o cümleyi söyledi. "Belki bir gün bu denize bakınca gözlerimi değilde. Hiç hatırlamak istemediklerini hatırlayacaksın." kısık sesiyle fıısldadığında genç adam elini uzatıp saçlarını okşadı. "Neden böyle davranıyorsun? Bir şey mi oldu hevli?" genç kız hiç bir cevap vermedi. Bakışlarını kaçırdı. İrisleri denizin hırçın dalgalarına dalıp gitti. Gözleri doldu. Nedendir bilmiyordu ama kalbine bir acı saplanmıştı. Buruk bir his konmuştu tam kalbinine. "Korkuyorum." diye fısıldadı. Dudakları titremişti bu kelimeyi söylerken. Gerçekti. Herşey ama herşey gerçekti gerçek olmayan yanlızca kendisiydi.

 

"Korkuyorum ereyl." sözünü tekrarladı. Derin bir sessizlik oluştu. Saniyeler sonra geçen adamın sorgulayıcı sesi bu sessizliği iyike böldü. "Ne için korkuyorsun." kahvelerinde derin bir aşk gömülüydü. Tedirgin sevgilisini rahatlatmak adına gülümsedi. Zoraki bir gülümsemeydi bu. Hevli denize bakmaya devam ederken. "Ereyl... Bana beni hiç bırakmayacak gibi hissettirecek kadar sıkı sarılabilir misin?" genç adam afalladı. Henüz yermi yaşındaydı. Hevli'ye aşık olduğunda ise on yaşında bile değildi. O günden bu yana hevli'yi hiç böyle göremişti. En büyük kavga ettiklerinde bile sevgilisini hiç böyle görmemişti. İstese bile onu mutlu edemezdi. Çünkü kendisi de mutlu değildi.

 

Ama bunu dile getirmedi. Yüzünde donan gülümsemesini yeniledi. "Gel buraya." diyerek genç kızı kolları arasına aldı. Başını saçlarının arasına gömdüğünde. Genç kızın dolduğu gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Kollarını sımsıkı ereyl'in beline dolamıştı. Hıçkırıklarını zapdederken başını göğüs kafesine yaslayarak. "Bir gün." diye başladı Sesi pürüzlüydü. Genç adam ayrılmak istediğinde hevli daha sıkı sarıldı. Ereyl'in gözyaşlarını görmesini istemiyordu. Genç adam can kulağıyla dinliyordu. " bir gün ereyl. Bir gün eğer gidersem. Beni unutmayacağına söz ver." acı rüzgar misali esiyordu yüzlerine. Ve onlar bu rüzgarın öylesine olduğunu düşünüyorlardı. Bu rüzgarın yüzlerine serptiği acının emaresi hep kalacaktı.

 

Hevli'nin sözleri üzerine Ereyl afallamıştu. Neden böyle konuştuğunu anlamıyordu. Başını saçlarının arasına gömerken. "Seni unutacağımı nasıl düşünürsün." hevli duyduğu sözlerin üzerine kalbinin parçalara ayrıldığını hissetti. 'beni bekle, demeyi ne çok isterdi. Bugün sebepsiz bu ağlayışının yerine. 'Beni unutup hayatına devam edeceksin diye korkuyorum' demeyi çok isterdi. Ama söylemedi. Diline kadar gelen kelimeler tekrar geri gitti.

 

Ereyl eğer kendisini unutursa o gün işte gerçekten öldüğü gündür.

 

"Beni unutma ereyl. Lütfen beni unutma olur mu?" ağladı. Ama başını göğsüne yaslasığı için genç adam ağaladığını bilmiyordu. Kaskatı kesildi hevli'nin sözleri üzerine. Sırtında ki elleri yanlarına düşerken başını saçlarının arasından çıkarttıp. "Hevli?" diye seslendi. Genç kızın omuzlarını kavrayıp kendinden ayırdı. Bu hareketiyle ağladığını görmesin diye Hevli hızla arkasını dönüp gözlerini sildi. Ereyl arkasında kaskatı dururken. "Benden ayrılmak mı istiyorsun?" sesi bunu aksi olması için adeta yalvarıyordu. Genç kız hiç bir cevap vermedi. O an tuttuğu hıçkırıklarını özgür buraktı. Gözyaşlar gizlenilmezdi. Onlara her ne kadar maske taksan da elbet düşerdi maskeleri.

 

Fakat ereyl o an kızın sessizliğinin verdiği cevabın yıkımını düşünüyordu. Başka zaman olsa ereyl böyle bir şey söylediği için hevli kızar sonra da küserdi. Ama şimdi....

 

Suskundu.

 

Sadece ağlıyordu. hevli geçip denize bakan bankın üzerine oturdu. Dizleri onu taşıyacak kadar güçlü değidli. Deniz çalkalanıyordu. Ama o an ikisi de bunu görmüyor umursamıyordu. Bir kalp paramparça olurken Bir ruh sarsılarak ağlıyordu.

 

Hiç bir söz bu suskunluk kadar acı vermezdi. "Güzelim, Böyle susacak mısın?" yaklaşmıyordu. Öylece ne bir adım öteye gidiyor ne geriye gidiyordu. Sevdiği kıza neden ağlıyorsun demiyordu. Yapamıyordu. Görünmez bir duvar aralarına örüldü sanki. Bir adım atsa o duvara çarpacaktı. Zaman o an durmuştu. Uzaklardan rüzgarın uğultulu sesi geliyordu. Devasa bir toz bulutu esir almıştı gökyüzünü. Hava tozluydu. Kar yoktu. Soğuk yoktu. Ürpertici bir hava vardı.

 

Genç kız titreyen parmaklarıyla gözyaşlarını sildi. Gözyaşları faydasızdı. Düşleri haracnamıştı. Düşlerinde ki o kadın artık gülmüyordu. Artık mutlu değildi. Gözlerini kapattığı o vakit güzel anıları bir azaba sürükleniyordu. Kehanet ondan geriye herşeyi bir sel gibi götürmüştü. Kendini artık o mutlu anılarda karanlık bir camın ardında görüyordu.


Herşey karanlık, ve sisliydi.
"Ayrılmamız gerekiyor ereyl." sesini soğuk tutmaya çalıştı. Genç adam o an kendine gelebildi. Adımlayarak hevli'nin yanına oturdu. Boğazını temizledi. Yutkunmaya çalıştı ama yapamadı."Neden? Niye ayrılıyoruz? Seni seviyorum sende beni. Ne oldu dünü ne değiştirdi." öfkeyle konuşmuyordu. Sert çıkışmıyordu. Elbet vardı bir sebebi. Vardır bir nedeni. O hatayı asla hevli'de bulmazdı. Biliyordu onu çok sevdiğini. Korktuğu şey ayrılacak olmaları değildi. Daha önce de ayrılmışlardı. Ama bu kez gözlerini ondan kaçırıp arkasını dönen bu kadının gidişinden korkuyordu.

Hevli ona dönmeden eliyle çalkalanan denizi gösterdi. "Bak. Neden diyebilir misin ona." genç adam o an farkedebilnişti git gide korkunç bir fırtınaya dönüşen denizi. Kaşları çatılırken hızla ayağa kalktı. Ama hevli milim dahi yerinden kıpırdamadı. gülümsedi. Ama bu buruk bir gülümseydi. Bu sefer Eliyle gökyüzünü göstredi. "Bak ereyl. Gökyüzü bugün güneşi sunmuyor. Niye diyebilir misin? Eğer birine hesap soracaksan onlara sor. Onlar bizim geleceğimiiz bugün çiziyorlar. Ve biz izlemekten başka hiç bir şey yapamıyoruz."

 

Geleckleri ölüyordu. Ve onlar kurtarmak için savaşmıyordu. Öylece itaat ediyorlardı onalara verilen kadere. Nefesleri kesildi. Ama biri çıkıp. 'Neden' demedi. Diyemezdi.


Genç adam gökyüzüne bakarken afalladı. Göğüs kafesi o an sıkıştı görünmez bir el uzanıp kalbini sıktı sanki. Korktu Ama korkusu kendisi için değildi.

Hevli başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Gözleri doldu. Sevdiği çocuğa dönüp. 'Bu güneş bizim sonumuz olacak ereyl' diyemedi. Her sabah tebesüm ettiğin o şafağın seni diri diri yakacağını söylemedi ereyl'e. Hiç bir şey söylemedi. Sessizliği cevapsız sorulara acımasız cevaplar oldu.

Genç adam tutulmuş gibi havaya bakıyordu. Bulutluydu hava. Ve bundan sonra hep bulutlu olacağını hiç düşünemedi. O an sadece neden güneşin doğmadığını sorguluyordu.

Bir daha ne güneş doğacaktı. Ne deniz eskisi gibi masum olacaktı. Okyanuslarda ki sular güneşin mahrum bıraktığı o ateş olacaktı. Kimse dokunmayacaktı o okyanuslara. Dokunanlar yokolacaktı. Deniz yaklaşılmayan o tehlike olacaktı geceden korkanlar karanlığa sığınıp ondan kaçacaklardı. Çünkü Güneş deniz olacaktı Ve hiç kimse ona yaklamayacaktı. Her bir damlası silinmez bir iz olacaktı. Her bedende kalıcı bir emare olacaktı. Kimse ne o suyu içecek, ne dokunabilecek, nede onun ismi anılacaktı. O masun çiçekler zehirli olacaktı. Koklayan herkesin nefesini kesecekti. Onlar artık güzel değil Acı olacaktı.

O korkuların kabusu olacaktı. Bir çok kişi inançsızlığı uğruna kurban gidecekti lanetin ateşe dönüştürdüğü o okyanusa.

Bir çok kişi kanacaktı çiçeklerin güzelliğine. Bir çok kişinin nefesini alacaklardı o çiçekler.

Mölüh'ün laneti ölüm değildi. Ölüme yalvarıştı. O gün hevli'nin lanetiydi. O gün geleceğin katili olduğu gündü. Bir çok kadının katilinin olduğu gündü. O günahsız iken günahların en büyüğüyle lanetlenmişti.

Zaman kusursuz bir döngüydu. Onunla savaşanlar ise kusurluydular. Hiç bir an yetişmeyeceklerdi ona. Engel olduklarında bile sevinçleri gözyaşlarıyla onalara dönecekti.

Çünkü Mölüh hataları kabul etmezdi. Aşk bir hataydı. Aşk sadakatti, Güvendi, Aşk ihanet değildi, Aşk oyun değildi, Aşk zarar değildi, Ve kehanet öyle bir adama saklamıştı bütün bunları. Ona günahları çığlıkları saklamıştı. O günahı elinde taşırken. Gözleri ölümü vadediyordı. O mölüh'ün imparatoruydu. Böylesine acımasız toprakların sahibi olacak o adam dokunulmaz bir zehirdi. Ona hediye edilen kadın ise zararla büyümüş, Yasak olan herşeye bağlı olan o kadın olacaktı. O zihniyle oynayan. Elleriyle çaresiz olan bir kadındı. Onun bir çok ismi vardı. Ama kitaplar kısaca ona "imparatoriçe" diye hitap ediyordu.

"Ölümlü imparotoriçe."

ŞİMDİ Kİ ZAMAN.

 

(MEHLA KARADAN)


Hatalar yapılırdı. Ve telafisi olurdu. Tıpkı bazı yalanların affının olduğu gibi. Ama bizim hiç bir zaman ne hatalarımızın nede yalanlarımızın affı ve telafisi olmuştu. En küçük yanlışlar bile en büyük günahlarımız olup ruhlarımıza leke vuran izler olmuştu.

Hangi birini temizleyebilirdin ki. Hangi yalanı ortaya çıkartıp gerçeği sunabilirdin. Herşey bir yalandan ibaretken. Herşey başlı başınca bir hatayken düzeltme şansın var mıydı ki?

Yoktu. Tıpkı annemin dediği gibi. "Hatalar günahların kölesidir. Bir hata yaptığında bil ki. O hatan çoktan günaha ortak olmuştur." benim hatalarım çoktan günahların ortağı olmuştu.

Çiçekleri sevmeyen kızın saçları lavanta kokuyordu. Neden? Hep cevapsız bir soru olarak kalacaktı. Sevmediğin herşey hayatında olmak zorundaydı. ve sen bile isteye onları sevmek zorundaydın. Kötü olanları bile benimseyip yanında tutmalıydın ki iyi olanlara alışmayasın. Kural buydu. Kendinden daha çok kimseyi sevmemeliydin. Sevmek büyük hataydı. Sevgi bir zaaftı. Ve eğer bu hayatta bir zaafın varsa bütün acılar seninle olmaya mahkumdu.

Sonbaharın soğuk rüzgarını tenimde hissetmek yerine ruhumda hissediyordum. İçimde pas tutmuş anılar yavaştan canlanıyor gibiydi. Hayatımda ilk kez bu kadar dalgın olduğumu anladım.
Dalgınlık kesinlikle yapmamam gereken işlere karışmamın belirtisiydi. İlk defa aileme yalan söylemiştim. Bunda haklı sebeplerim olsa bile doğru bulmuyordum. Soğuk havanın aksine güneşliydi hava. Bu kadar soğuk olması doğru muydu? Sıkı giyinmiştim. Ama yene de çok soğuktu. Öyle ki ellerim tutmuyordu. Doğada bir dengesizlik vardı. Bugünlerde bende olduğu gibi. Herşey ters gitmeye başlamıştı. Bunun en büyük örneği bendim. Zihnim o kadar çok doluydu ki. Hangi sayfasını açıp bakacağıma şaşırmıştım.

 

Gözler ardında gizlerdi acıları. Mutsuz iken ağlayanlar değil. Her anında gözleri dolmadan ağlayan insanın enkazı büyük ve derindir. Ben ağlamayı severdim. Buda hiç acı çekmemiş. El bebek gül bebek büyütülmüş bir kız olduğum anlamına geliyordu. Öyleydi. Babamda annem de beni çok severdi.

 

Sevginin sahtesi olmazdı değil mi?

 

Sevgi bile yalandan kurulmuş bir duygu olmazdı değil mi?

 

Gözlerimin gördüğü herşey karalanıyordu sanki. Her şey bir karaltıdan ibaretti. Derin bir nefes içime çektiğim an. Kendimle çekişmeyi burakıp dışarda ki manzarayı izlmeye koyuldum. Bindiğimiz otobüsün içinde bir sürü insan vardı. O yüzden gürültüden uzaklaşmak adına kulaklık takmıştım. Fakat gel gör ki. Yanımda oturan kişinin sürekli hareket edip beni rahatsız etmesi yüzünden yeterince kendimi şarkılara da veremiyordum. Yaklaşık bir saattir hiç dönüp yol arkadaşıma bakmamıştım. Çünkü bakarsam büyük ihtimalle kavgaya girecektim!

 

Elimi yanağımın altına koyup yolu izlemeye devam ettiğim sırada. Son iki dakikadır hareket etmeyen o rahatsız kişi bu sefer koluyla beni dürttüğünde artık sabrımın sonuna gelmiştim. Kulağımda ki kulaklığı çıkartıp öfkeyle kendisine döndüğümde kimi görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama.

 

Beklediğim kişi kesinlikle bu değildi!

 

Sinirden parlayan irislerim şaşkınca onu süzdü. İnceledikçe bir hayalden ibaret olmadığının gerçeğiyle yüzleşiyordum. Gözlerimi kırpıştırdım Ve kendi kendimi telkin ederek. "Hayal görüyorsun. Kesinlikle bir hayal. Evet hayal." tekrar baktığımda aynı yüzle karşılaştığımda daha ben ağzımı açıp konuşmadan. "Daha önce ne kadar sıkıcı biri olduğunu söylemiş miydim?" evet bu sözü söylediğine göre bu hayal olamazdı.

 

Gözlerimi yumdum. Ve sabır diledim. Tabi ya peşimi bırakmamış benimle burada bile yolculuk etmeye gelmişti. Aklı sırada beni gözetim altına alacaktı. Gözlerimi açtığımda. "Daha önce söylemiştin. Ve bende şimdi sana soruyorum. Daha önce sana hiç sinir bozucusun diyen oldu mu?" artık sinir krizi geçirmek üzereydim.

 

Bir saattir yolculuk yaptığım kişi havin olmazdı. Hayır bu büyük bir cezaydı. Tekrar ona döndüm. Kahverengi gözlerinde bana odaklı büyük bir nefret yatıyordu. eminim annemin hatrı olmasa şimdi bana saç baş dalacaktı. Zira bakışları tamda bunu söylüyordu. Yüzüme düşen kızıl tutamlardan birini alıp kulağımın arkasına atarken. Ona bakmak yerine önüme döndüm. Ve bu sefer sakin bir üslupla. "Benimle gelmeyeceksin bu bir. İkincisi geldin zaten. Ama benimle orda kalmayacaksın. Üçüncüsü kalacağını biliyorum ve senden başımın etini yememeni rica ediyorum. Dördüncüsü." dedim. Duraksayarak yüzüne baktım. Beni dinlemiyordu bile. Şuan o kahverengi saçlarından tutup otobüsten atmamak için büyük bir güç sarfediyordum. Derin bir nefes alıp. "Dördüncü bunların hepsini yapacağını biliyorum. Ve yaparken mümkünse benden uzak dur." dedim. Sesimden bile artık bıkkınlık akıyordu. Herkese. Herşeye tahammülüm vardı. Ama havin'e zerre tahamülüm yoktu. Gördükçe yere tüküresin vardı.

 

Tatil yapmak için geldiğim şehirde bile başıma musallat olmak zorundaydı. Gerçek anlamda ondan nefret ediyordum. Yüzüm şimdiden düşmüştü.

 

"Çirkin sıkıcı kızıl." diyen sesini duyar gibiydim. Ama kendimi sakin olmaya zorluyordum. Sakin olmak zorundaydım. Kulaklığımı tekrar takmadan önce. "Seninle aynı otel odasında kalmayacağım."

 

***

 

"Tanrı aşkına artık defolup gider misin!" diye bağırdığımda bugünlük sakin olma kotamı çoktan dolurduğumu düşünüyordum. Aksi halde yoksa bu kadar çok tahammül edemezdim bu kıza!

 

"Bana defol demek yerine neden kendini tamamen bu dünya üzerinde silmeyi düşünmüyorsün!" gerçekten bana bunu söylüyor olmazdı. Tek sorun ben miydim. Ondan kurtulmak için zaten burdaydım!

 

Ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Bütün söylediklerime rağmen beni umursamayıp her zaman ki gibi oturmayı tercih etti. Kelimenin tam anlamıyla delirdiğimi hissediyordum.

 

"Rica ediyorum havin. Bak ısrar etmiyorum emretmiyorum. Kızmıyorum da. En azından seninle aynı odayı paylaşmayalım." telefonda birisiyle mesajlaşırken göz ucuyla bana baktı. "Gerçekten sana bayıldığımı falan mı sanıyorsun sen. Eğer öyleyse seni bu düşüncenden kurtarayım. Çünkü dünya üzerinde hiç bir yaratıktan bu denli nefret ettiğimi hatırlamıyorum." beni bir yaratık olarak tanımlanmadığı kalmıştı. Bir bu eksikti.

 

Ayağımla ritim tutarken. "Tüm hakaretlerine rağmen susuyorsam bu annene duyduğum saygıdandır." diye söylendim. Aynı şekilde oda bana bakmadan. "Senin gibi insan israfına katlanıyorsam tek sebebi anan olacak kadındır."

 

Annem için. Benim için değil. Hiç bir zaman benim için yanımda olmamıştı.

 

Kim benim için yanımda olmuştu sahi.

 

Hiç kimse.

 

Dudaklarımı araladım. Fakat ne söylersem söyleyim gitmiyeceğini bildiğimden susmayı tercih ettim. Otobüsten indiğimizde ondan kurtulacağıma o kadar çok emindim ki. Taki kiraladığım otel odasının kapısını açıp içeriyr girdiğim an. Ben onun geride kaldığını düşünürken o benim hangi oteli alacağımı bilmiş ve kendisine de yer açmıştı o odada.

 

Hayır sakin kalmalıyım. Ama bu imkansızdı. Düşündükçe çıldırıyordum. Yanından geçip valizime doğru ilerlediğimde arkamdan. "Herkesi kandırabilirsin ama beni asla. Ne haltlar karıştırdığını bilmiyor muyum sanıyorsun?"

 

Duraksadım. Omuzlarım gerildi. Hiç dönmeden. "Ne haltlar çeviriyor muşum ben?" sakın cevap verme havin sakın. İçimden söylediklerim malesef ki gerçekleşmemişti. "O ablan olacak kadın için burdasın. Yok öyle biri. Anla artık nesini zorluyorsun. Güya ablan yaşıyor. Yaşasaydı gelmez miydi? Herkes senin gibi ailesinden mi kaçıyor sanıyorsun." hışımla ona döndüm. Gözlerimden alevler püskürüyordu. "O herkes dediğin benim ablam! Kapa çeneni. Ve mümkünse hiç açma."

 

Valizimi alıp baynoya girdiğimde. Aklımda tek bir düşünce vardı. Ya ablam yaşamıyorsa. Ya gerçekten öl- düşüncelerimde bile bunun devamını getiremedim. Bu gerçeklikten ödüm kopuyorduö o yaşıyordu benim ablam yaşamak zorundaydı. Son 12 yıldır aradığım ablam yaşamak zorundaydı.

 

Valizden pijama takımlarımı alıp tekrar ağzını kapattım. Stresliydim. Havin'in söyledikleri hep bir kulağımdaydı. Ya gerçekse. Bunu hiç düşünmemiştim. Annem hep söylerdi ama havin öylesine söylemezdi. Havin komşumuzun kızıydı. Çocukluğumdan beridir onu tanıyordum. Beraber büyümüşyük.

 

Öylesine söylemezdi. O bir bilge gibiydi. Kendisini herkesten sakınsada güçlü bilgilere sahipti. Bu geldiğimiz şehir de dahil. Neden en başından beridir gelmemi istemiyordu?

 

Üzerimde ki kıyafetlerden kurtulup hızlı bir şekilde mavi pijama takımlarımı giydim. Bütün ihtiyaçlarımı hallettikten sonra banyodan çıktım. O kafayla valizi de baynonun içine koyduğuma inanamıyordum.

 

Odaya girdiğimde havin hala aynı yerdeydi. Gelmeden önce yemek yemiş öyle gelmiştim. Zaten canım da bir şey çekmiyordu şuan.

 

Valizi kenra bıraktım. Elbiselerimi sonra dolaba yerleştirirdim. Havin'in oturduğu koltuğun karşısında ki tek kişilik koltuğa oturdum ve. "Dökül." dedim. Havin telefonu önümüzde ki mermer sehpaya koyup. "Neyi döküm. Geldiğimiz bu şehrin hiç tekin olmamasını mı? Yoksa nasıl bir belaya gireceğinden mi?" anlamayarak kaşlarım çatıldı. "Ne belası?"

 

Havin'in neyden bahsettiğini bilmiyordum. Başını eğip sır verir gibi. "Bu şehir büyülü bir yer mehla. Bu şehirden bahsedilince sadece lanet olarak anılıyor. Hakkında ki bütün bilgiler silinmekle kalmayıp yakılmış." yüz ifadesi ciddiydi. "Bunu zateb biliyorum havin. Eğer lanetli bir yerse annem ve babam yıllar önce burda yaşamazdı."

 

Geri çekilip sırtını koltuğa yasladı. Bana bir aptala bakar gibi bakıyordu. "Eğer lanetli olmasaydı. hala yaşıyor olurlardı değil mi? Ama yaşamıyorlar. Ablan nerde mehla? Kimse bilmiyor. Bir yangında öldüğü söylüyor. Ama. Bu şehirde hiç yangın çıkmamış daha önce." bana bir şeyleri anlatmaya çalışır hali vardı.

 

Ama yeterince açıklayıcı değildi.

 

Ablam bir yangında öldüğü söyleniyordu. Ama bu şehirde hiç yangın çıkmamıştı. Bir şehirde neden hiç yangın çıkmazdı?

 

"Ateşin üzerine ateş yakılmaz. Çünkü ateşin yanacak bir şeyi yoktur. O yanlızca yakmak için yaratılmıştır."

 

Zihnimde bir ses yankılandıç bu ses kesinlikle bana aşt değildi. Ateşin üzerine ateş yakılmaz. Bu çok eski ve bir da yakın bir zamanda zihnimde kalmıl gibiydi. Gerçekliğini sorguladığım bu ses bu şehire adımımı attığım andan beridir zihnimdeydi. Çok değerli bir şeye yaklaştığımı hissediyordum. O yüzden bu yerdeydim. Öylesine değil. Hiç bir şey tesadüf değildi. Daldığım düşüncelerden havin'in sesiyle sıyrıldım.

 

"Bak bu kesinlikle öylesine değil. Burda beni rahatsız eden bir şeyler var." şimdi gidelim desem hemen kalkıp gelecekmiş gibi bakıyordu. Ellerimi dizlerime koyarak. "Eğer seni rahatsız eden bir şeyler varsa gidebilirsin havin. Ama ben burda bir süre daha kalacağım." sözlerim biter bitmez havin hızla ayağa kalktı. "Umarım o bir süre değin zamandan çok daha fazla kalmazsın burada. Çünkü ben eğer bugün gitmesek bir daha hiç çıkamayacakmışız gibi hissediyorum."

 

Öfkeyle yanımdan ayrıldı. Haklıydı belki. Yada değildi. Ama ben ilk defa kendi isteğimle bir şeyi yapmak istiyordum. İlk defa kendi sesimi dinlemek istiyordum. Hep başkalarını dinlemek yerine kendimi dinlemem yanlış mıydı?

 

Eksik hissediyordum. Sanki bir diğer yarım burdaymış gibi. Çok değerli bir şeyim vardı sanki burda. Ve onu bulmanın uğurunda her şeyi yapardım.

 

Kendimi yeterince yorgun hissettiğim için daha fazla oyalanmadan yatağa doğru ilerledim. Kıyafetlerimi şimdi yerleştirmeyi yarına erteledim. Çünkü uyku çok ağır basıyordu. Göz kapaklarım büyük bir istekle kapanmak istiyordu. Yarın yeni bir güne uyanacaktım. Ve ilk yapmam gereken şey bu şehri keşfetmek olacaktı.

 

Bakalım herkesin söylediğinin aksine burası lanetli miydi öğrenecektim. Yatağıma geçip kendimi sırt üstü yatağa attığımda. Çarşafların o soğukluğu beni nedensizce üşüttü. Neden üşüyordum. Etrafımda ki hiç kimse üşümezken ben neden üşüyordum.

 

Yanlıştı. Her geçen saniye bir yanlışın daha farkına varıyordum.

 

💦

 

Sabahın erken saatinde kalkıp kıyafet düzelmek hiç doğru bir karar değildi. Yeterince uykumu almamıştım. Ama onları sabaha ertelediğim için uyku tutmamıştı. Onları düzelmek bir saatimi almıştı. Önce banyoya girmiş güzel bir düş almıştım. Sonra giyinip aşşağıya inmeyeceğimi söylerek odaya kahvaltı istemiştim. Neyse ki çok geçmeden çalışanlar kahvaltıyı getirmişti. Her ne kadar istemesem de kanepede uyuyan havin'i de uyandırmıştım. Biliyordum onu uyandırmasaydım da yene peşime düşüp gelecekti. Ve o zaman da aç olduğunu söyleyip başımın etini yiyecekti. Her ne kadar keyifli bir kahvaltı olmasa da bir şekilde onunla sabırla kahvaltı edip. Yaklaşık yarım saat hazırlanmasının üzerine nihayetinde otelden çıkabilmiştik.

 

Şimdi sonbaharın o hoş kokuya sahip havasının huzurunu çıkarıyordum. Üzerimde kahverengi kargo pantolon üzerine de krem boğazlı bir kazak ve acı kahve bir kaban vardı. Sevdiğim iki renkti.
Kızıl saçlarımı her zaman olduğu gibi yene salık bırakmıştım. Elimde ki mandalinanın kabuklarını soyarken düşünceliydim. Havin yanımda yoktu. Kendimi bir şekilde ondan kutarmıştım. Ama yene de huzurszudum. Bu temiz hava bana huzuru vermiyordu. Ellerim donmak üzereydi. Normal bir üşüme değildi. Hasta değildim. Ama titreyecek kadar çok üşüyordum.

 

Caddeye gelmiştim. Ama hiç kimse yoktu. Şimdiye dek hiç bir insanla karşı karşıya gelmemiştim. Evler, binalar, arabalar, sokaklar, marketler, hepsi boştu. Alışveriş mağazası bile boştu. Yürüdükçe şaşkınlığım korkuya dönüşüyordu.

 

Hayır eğer otelde ki insanları görmsem bizden başka kimse yok diyeceğim. Ama orda insanlar vardı. Peki burda niye kimse yoktu?

 

Kaldırımda yürümeye devam ederek soyduğum mandalinadan bir dilim aldım. Bu meyve bile beni mutlu etmiyordu. Bir sorun vardı. Her taraf fazla sessizdi. Hiç kimse yoktu. Öten kuşların sesi bile yoktu.

 

Karşımda ki banklardan birine oturduğumda çantamdan telefonumu çıkartıp bildirimlere baktım. Havin'den iki mesaj vardı. Başka da bildirim yoktu. Annemle konuşmam gerekiyordu. En azından korkularımı yenebilirdim. Annemi arayacağım vakit bir şey oldu. Başımı telefondan kaldırıp semaya baktım.

 

Güneş yoktu.

 

Kara bulutlar toplanmaya başladı. Üstelik bu yavaş değil. Hızlı bir şekilde. Yağmur yağacakmış gibi toplanan bulutlar. Yağmur yağdıracak gibi değildi. Gök gürledi. Sonra bir kez daha.

 

Doğanın dengesi bozulmuştu. Bir kaç saniye içerisinde bunun olması çok mantıksızdı. Hızlı gelişiyordu. Zihnim o an vakitsiz bir anda beni anıların esiri etti. Bu görüntü aklımda canlanıyordu. Ama silikti.

 

Bir dejavu yaşar gibiydim. İrislerim korkuyla büyüdü. Ters giden bir şeyler vardı. Hızla ayağa kalktığımda dizlerimin titrediğini hissediyordum. Bakışlarımı gökyüzünden çektim. Kara bulutlar gökyüzünü esir almıştı.

 

Yürümeye başladım. Telefonu cebime koyup adımlarımı daha da hızlandım. Hadi ama herşeyde beni mi bulurdu.

 

Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde karşıda bir karartı gördüm. Ama gözlerim bunalık görmeye başladığı için sadece karanlık silüeti vardı. Bir erkek bedeniydi. Tam karşımda ki bankta oturuyordu. Ama hiçbir şekilde bedenini göremiyordum. Gözlerimi ondan çekip başka tarafa çevirfiğimde herşeyi çok net gördüğümü idrak etmem uzun sürmedi. Nefes aldım. Ama Yetmedi. Derin bir nefes al. Hayır çiğerlerim aldığım nefesleri kabul etmiyor.

 

Gözlerimi tekrar o tarafa çevirdim. Puslu, bunalık. Siyah silüeti bir netleşiyor ama çok kısa bir sürede oluyordu bu. Yeşil şeyin bir elma olduğunu farkettim. Ve diğer elinde bir bıçak. Siması netleşmiyordu. Puslu bir camın ardında izler gibiydim. Yeşil elmayı soruyordu. Ve çok net olmasada bir erkek bedeniydi.

 

Ona bakarken kulaklarımda bir uğultu oluştu. Ve zihnim karıştı. Bir döneme gitti. Herşey bulanık herşey karış. Sesler bağırışlar. Ve tek bir cümle. "Ruh senden uzaklaştığında beden üşür ve kalp buz tutar. Eller titrer ve kelimeler kekeler. İşte o gün ölümü hissettiğin gündür."

 

Hiç bir şey anlamıyordum. Lanet olsun!

 

Biri zihnimde fısıldıyordu. Biri zihnimde beni hipnoz ediyordu. Bu yanlıştı. Dinleme. Dinleme. Sus! Sus!

 

Beynimin içinde dört dönen bu fısıltılara engel olamayıyordum. Gözlerimin hedefine tekrar onu aldım. Hala bir elma soyuyordu. Baştan aşşağı bir kararltıdan ibaretti. Ona doğru bir adım atmaya zorladım kendimi. Ama yapamadım. Sanki. Aramızda görünmez bir duvar varmış gibi ben o görünmez duvara takılıyordum. Güçlü bir aurası vardı. Enerjisi çok güçlüydü. Neden hissediyordum bunu. Bir hayal gibi bir şeydi. Ona bakınca gözlerimin görüşü pusulanıyordu.

 

Hızla arkamı döndüm. Hava kararıyordud kahretsin neler oluyor bu yerde! Hızlı adımlarla koşmaya başladım. Elimde ki mandalina yere düşmüştü. Telefonumu cebimden taksi çıkartmak için çıkarttığımda açılmadığını farkettim. Jarzı bitmiş olmazdı.

 

Bu bu imkansızdı.

 

Hızla etrafımı kolaçan ettim. Gökyüzü hiddetle gülüyordu.
Birazdan şiddetli bir yağmur yağacak gibi olsada. Çok ürkütücüydü. Az önce yaşadığım şeyi hatırlamak biles isemiyordum. Bütün çabalalarıma rağmen açılmayan telefonumu çantama koyup yürümeye koyuldum. Fakat çok fazla yürümedim. Bir şey oldu. Görüşüm karalandı. Birşeyleri bunalık görmeye başladım. Elim gözlerimi ovalamak için kalktığında iri bir damlanın tenime düştüğünü hissettim.

 

Soğuktu. Bedenim buzlu suyun içine girmiş gibi titremeye başladım. Gözlerimi ovaladım. Ama işe yaramadı. Çünkü tam karşımda o adama vardı. Bana doğru geliyordu. Adımlarının tok vurgusu kaldırımda gürültü yaratıyordu. "Az ö-önce o-orda değildin..." zorlukla konuşuğumda. Dilim dolanıyordu. Yutkunamıyordum. Bana yaklaşıyordu. Her bir adımında gök az sonra kıyamet kopacakmış ve büyük azabı yeryüzündeki canlılara böyle göstermek istermiş gibi gürlüyordu. Bulutlar toplandıkça o aydınlık yok oluyor ve karanlık mekanın sahibi oluyordu gelen adamla.
Öylesine kudretli bir gelişi vardı ki sanki bu şehir avuçlarında ve şuan istese yıkacakmış gibi. Korktum. Tek duygum buydu. Beni çemberine alan bu korku öylesine değidli. Senin için gelecek.

 

Geriye doğru sarsak bir adım attım. Gözlerim tamamen karanlığa teslim olduğunda dizlerimin üzerine çöktüm ve dizlerimin sert kaldırım taşıyla buluşurken ki o sızıyı hissettim. Bedenim geriye doğru düştü. bir uçurumun boşluğundan düşer gibiydim. Kaburgalarım sert zeminle buluştu ve Sonra ellerim.

 

Bilincim tamanen kaybolmadan önce zihnimde biri fısıldadı. Ama bu her zaman ki ses değildi. "Acı Kehanet seni bekliyor antesta."




 

HELLOOOO!

 

NASIL BİR BÖLÜM! bir bölümde kalbimi kırmayın. Diğer bölümlerde özgürsünüz.

 

Ama bugün beni sevindirin. Ve size daha heycanla yazayım bölümü.

 

Ve kitaba gelecek olursak da. Şuan yeni olduğumuz için pek detay vermeyeceğim. Ama SOĞUK HİS heycanlı bir kurgu olacak. Düzenlenince daha da güzelceşecek.

 

Şimdilik tadını çıkarın. Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle.

 

Loading...
0%