Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11. Bölüm: efendi ve hizmetçi.

@ebru2_yuva_

Bir gün saçlarımı okşadığında, bir gün elimi tuttuğunda o gün gözlerinde aşkı gördüğümde işte o gün mutlu olmaktan korkuyorum ben. çünkü bİz aşka çok zarar verdik. Sen söyledin, "aşk ihaneti affetmez"

Sen ihanet ettin jahu...

 

💦

 

Bir gün diğer bütün çocuklar gibi annemle sohbet etmek istemiştim. Sadece annemle değil akşam yemek masasında da babamla konuşmak istemiştim. Ama sadece istemiştim. Çünkü ikisi de benim saçma sorularıma cevap verip de vakitlerini bana harcamamışlardı. O gün çok üzülmüştüm. Ama hemen sonrasında babam bir pastayla odama girip. 'bu güzel kızın üzgün yüzünü bu doğum günü pastası güldürecek mi bakalım.' dediğinde işte o zaman güldürmüştü yüzümü. Hemde öyle bir güldürmüştü ki bir daha üzgün olamamıştım. Artık üzgünlüğün ne demek olduğunu bile unutmuştum.

İnsan eğer devamlı mutluysa. Hayatında ki kötü bir günü unutmaı kolaydır. Fakat eğer devamlı mıtlu değilsen onları unutmak kolay değildir. Bir dejavu gördüğünde o anıların aslında hep zihninde olduğunu ama unuttuğunu sandığını o an anlarsın.

Unutmak kolay değildir hemde hiç kolay değildir.

Ben havin'le yaşadığım çok az mutlu sahneleri unutmuştum. Ama devamlı kavga ettiğim anıları unutmamıştım. Çünkü onlar hep vardı.

Şimdi karşımda onu görünce aslında bu kadar da nefret etmediğimi anlıyordum. "Sen gerçeksin. Nasıl geldin buraya? Nerdeydin şimdiye kadar?" aklıma gelen soruları sorduğumda ona doğru bir adım attım. Havin üçüncü kez sesimi duyduğunda sanırım artık gerçekten karşısında olduğuma inanmıştı. Ben tıpkı benim gibi kollarını açıp bana sarılmak için atak yapacağını düşünürken o beni gafil avladı.

Bir anda elinde farketmediğim demirden bir sopayı kaldırıp bana doğru. "Seni geberteceğim!" diye bağırarak üzerime doğru geldiğinde kollarım şaşkınca iki yana düştü. Bana doğru adeta koşarak geliyordu. Delirmiş gibiydi. Beni öldürecek gibi bakıyordu. Saçları tavuzkuşu gibi olmuştu. Yerimde put kesilmiş bir şekilde ne yapacağını izliyordum. Kahverengi avına kitlenmiş bir avcı gibi bakıyordu. Ve zerinde benim üzerimde ki mavi ünlüğün aynısı vardı. Bileklerinde bağlandığı her halinden belli olan şerit halinde izler vardı.

Ona ne yapmışlardı?

Pekala sanırım şaşkınlığımı şimdi bir kenara atmalıyım. Çünkü eğer biraz daha burda kalırsam havin'in öfkesine kurban olacaktım. Havin'le aramızda bir adım mesefe kaldığında hızla ona arkamı dönüp koşmaya başladım. Bu sırada kendimi ona savunmayı da ihmal etmedim. "Ben bir şey yapmadım! İndir o sopayı!"

"Seni bu sefer öldüreceğim uzay yaratığı! Hayatımı siktin!"

"Benimle terbiyeli konuş!"

"Senin terbiyeni sikeyim ben uğursuz canavar!"

Delirmişti. Kesinlikle delirmişti! Ben bir şey yapmamıştım. Kendimi hızla rasgele asansörden birine attım. Ve kapının hemen kapanması için dua ettim. Asansörün içinde nefesimi düzene koymaya çalışırken bir anda havin'i karşımda bulunca çığlık atarak geriye kaçtım. Havin tam asansörün içine giriyordu ki asansörün kapıları son anda kapandı. Resmen ecel terleri dökmüştüm.

O an diz çöküp derin derin nefesler almaya başladım. Az önce ne yaşadım ya ben öyle? Havin'e ne olmuştu öyle? Psikopat gibi bir şey olmuştu. Resmen son 10 gün içinde bir manyağa dönüşmüştü. Yokluğumun onda bu kadar büyük bir yıkım yaratacağını yüz yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

Ve en önemlisi artık bir şeyin farkındaydım.

Diz çöktüğüm yerde hiç kalkmadan öylece oturmaya devam ettim. Herkes değişiyordu. İnandığım herşey tersine dönüyordu. Alıştıklarım bana yabancı dönüyordu. Hiç bir şeye aşina değildim. Artık kendimi bile tanıyamıyordum. Asanaör kısa bir zaman sonra durdu. Kapısı açıldığında içeriye buz gibi bir hava sızdı. O soğukluğu iliklerime kadar hissettim. Asansörün kapıları açıktı ama kendimde kalkacak gücü bulamıyordum.

Yanlış düşünüyorum.

Kalkacak cesareti bulamıyordum.

Kalbim ağrıyordu. Göğüs kafesim sıkışmıştı. Nefes almakta güçlük çekiyordum. Duygularımda bir hasar vardı. Ciddi bir hasarım vardı. Ayağa kalkmadım. Oturmaya devam ettim. Dizlerimi kendime çekip kollarımı üşüyen bacaklarıma doladım. Gözlerim görüş açıma giren lacivert duvarın üzerindeydi. Parlak cam zemin, Görkemli loş ışıklar, Ve bu ihtişama ayak uyduran kudretli adımlar,

Yaklaşıyordu.

O yaklaşıyordu.

Kabusların silüeti olmazdı. Onların yanlızca ismi vardı. Onlar insan suretinde uykuları zehir eder, geceyi güzellştirmek için onlardan uzak kalmak için hep ninnilerle uyuma ihtiyacı hissederdik.

Peki büyüdüğümüzde kim kurtarırdı bizi onlardan. Küçükken masallar ve ninniler bizi avuturdu. Teselli ederdi. Ben hep ninnilere tutunurdum. Anlamını hiç bilmezken. Belki en çok o ninniler bana kabuslar gördürüyordu. Belki anlamı o kabusları anlatıyordu. Bilmiyordum.

Ben hiç bir şey bilmiyordum.

Tek bildiğim geçmiş karanlık bir perdenin ardında beni kendisiyle tehdit ettiğiydi.

Saçlarım her iki yanıma düştü. Ve görüş açımo kızıl bir perde ördü. Kandan bir perden farkızdı. saçlarım kan rengindeydi. Belki bu yüzden annem saçlarımı hiç sevmiyordu. Sahi niye sevmiyordu annem saçlarımı? O kadar korkunç muydu saçlarım?

Neden gözlerime. "Çok güzel bakıyor gözlerin." derken saçlarıma hiç bakmıyordu? Annem saçlarımı görsün diye onları hiç kesmiyordum. Sırf her gün okula giderken annem örmek zorunda kalsın diye. Ama örük bahaneydi. Evden biraz uzaklaştığım gibi saçlarımı tekar açıyordum. Çünkü oldum olası saçlarımın bağlanmasına tahammül edemedim.

Onlar özgür olamlıydı.

Onlar bedenlerin ruhların aksine özgür olmalıydı. Ben özgürlüğü yanlızca saçlarıma verdim.

Kendi kabuğuma biraz daha çekildim. Kendimce etrafıma bir duvarın temelini attım. Temeli sağlam değildi. Ama ben onu hep ayakta tutmaya zorlamıştım. Sanki o duvar önümde olduğu sürece kimse beni göremeyecek ve yaklaşamayacaktı.

Hepsi bir hayalden ibaretti. Sadece düşüncelerime mani olmak için kendime orataya attığım bir konuydu bu.

O yaklaştı.

Ben daha çok kabuğuma çekildim. Kimseden korkmuyordum. Korkacak hiç bir şeyim yoktu çünkü. Beni benimle korkutamazlardı. Çünkü kendimi sevmiyordum.

Başımı dizlerimin arasına gömdüm. Hiç bir şeyi görmek istemiyordum. Dudaklarımı araladım nefes almak için. Çünkü burun deliklerimden o kokunun girmesini istemiyordum. Gözlerimi kapattım çünkü onun yüzünü silüetini görmek iatemiyordum.

Zeminde tok bir vurgu yaratan adımlar bir kaç adım uzağıklıkta durdu. Nefes almayı durdum. Bekledim. Ondan gelecek bir kelimeyi bir hareketi bekeledim. Ama olmadı. Varlığının hissi etrafımı çember gibi sarmıştı. Ve o çember nefesiyle daralıyordu. O daraldıkça ben biraz daha küçülmek istiyordum.

Beni izliyordu. Üzerimde yakıcı bakışlarını hissediyordum.

Onun bende bıraktığı etki. Sessiz bir nehrin o tehlikeli görünüşü gibi korku veriyordu, gece çökünce aya renk veren yıldızlar gibi heycanlandırıyordu, gündüz olunca kızıl şavağı renklendiren mavi sema gibi imkansızı imkan haline getiriyordu. Ona bakınca hem imkansızı hemde aslında imkansız diye bir şey olmadığını düşünüyordum.

Dakikalar alan suskunluk öylece devam edeceğine kanaat getirirken ummmadığım bir anda aşina olduğum o ses kulaklarımda yankı yarattı. "Kendini gizliyorsun." çok kısa bir cümlenin ardında sürgün edilen bie çok kötülüğü hissettim. Başımı kaldırmadım. Asansörün kapısı açıktı. Ben içerdeyken o dışardaydı.

Ben onun sorusuna bir cevap vermemiştim. Fakat o Sessizliğimden bir cevap almış gibi. "Gizlenmeyi seviyorsun. Çünkü saklanırsan kimse bulamaz sanıyorsun." sözlerinde saklanmış günahların ağırlığı ses tonuna rehberlik etmişti. Boğuk ve kısık bir ses tonuyla konuşuyordu. Yanlızca benim sesini duymamı istiyordu.

Kulaklarımı sağır etmek istedim. onun tabiriyle korkak biri gibi görünmemek için başımı gömdüğüm dizlerimden kaldırdım. Başımla saçlarımı yüzümden çektiğimde ilk onun yapılı vücüdü girdi kadrajıma. Üzerinde siyah kumaş bir pantolon ve kar beyaz bir gömlek vardı. üzerinde ceket yoktu. Gömleğinin düğmelerinin bir kaçı iliklenmemişti. Bacakları hafifçe aralıktı elleri cebindeydi. Gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı. Ve bu da ona çok farklı bie hava vermişti.

Üstün bakışları altında eziliyordum. Sert ve ifadesiz bakışları yanlızca gözlerimdeydi.

Ne öfkeli ne kızgın ne sinirliydi. ne sakin gibiydi nede alaycı. Mürekkebin işlenmediği boş bir sayfadan ibaretti. Bu kadar kusurlu iken nasıl olurda karşımda böylesine kusursuzdu. Sadece fisiksel anlamda değil. Bakışları da kusursuzdu. Ağızda acı bir tat bırakanlardandı.

Benim gözlerim sabit durmuyordu. Ama onun bakışları kilitlenmiş gibi gözlerimden başka yöne bakmıyordu. Onun aksine ben meraklıydım. Ellerimi yere bastırıp ayağa kalktım. Burda ne için durduğumu da bilmiyordum neden hala bu şehirde olduğumu da bilmiyordum.

Resmen bu insanlara ayak uydurmaya çalışıyordum burda. Hayatıma bakmak yerine burda sürünüyordum. Ayağa kalktığım gibi üzerimde ki hayali tozu sildiğimde bile gözlerini kırpmadan bana bakıyordu. Kahvenin en güzel rengini almış açık kahverengi bukeleri tane tane anlında dağılmıştı. Başı hafif eğikti. Bütün hareketlerimi büyük bir titizlikle izliyordu her hareketimi kafasına kazıyor gibiydi.

Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına ittim. Durup bu adamla tartışmaya girmeyecektim. Yutkunup iki adım atıp asansörden çıktım. Bedenlerimiz karşı karşıya durdu. Ulaşılma bir dağ gibi duruyordu önümde. Sonsuz bir süre boyunca hiç düşmeyecek gibi duran omuzları. Ve kuvettli kol kasları gücünün temsilcisiydi.

Yüzüne bakmadan yanından geçmek için bir hamlede bulunacaktım ki çevik bir hareketle kolumu tuttuğu gibi hareket etmeme izin vermeden. Kendisine sertçe çekti. Karşı koymama dahi musade etmeden hiç zorlanmadan Her iki kolumu sırtıma yaslayıp orda sabit tuttu. Çırpınarak başımı kaldırıp gözlerine baktım. Her iki elimi tek eliyle kolayca tuttu. Boşta kalan eliyle ensemi sertçe kavradı. Parmakları ensemsen boynuma kadar geldi. Teması sıcak bid his veriyor olsada soğuk bie histi.

Vücutlarımız birbirine değmek üzereydi. Eli ensemi tutuyordu. Başımı çevirmeyim onunla göz temaaı kurayım diye başımı yerinde sabit tutuyordu. İstediğine itaat etmek zorunda kaldım. Dudaklarımı konuşmak için araladığımda. Keskin sesiyle. "Hsşşt. Sesini duymak istemiyorum. " benimle konuşurken ki o yüz ifadesi kan dondurucuydu. İrislerim yüzünde gezindi. Merhametin zerre kırıntısına raslamadım ne gözlerinde ne ifadesinde. Mimikleri beni Susturdu.

Boyu benden oldukça uzundu. Boyum tahminimce göğsüne gelirken o ensemi tutarak başımı arkaya atmıştı. Ve sıcak nefesi şah damarımı okşuyordu şu anda. Bakışları gözlerimi delip geçerken. "Sana kim olduğumu söylememi iater misin ha küçük kız." gözlerinde karanlık bir duygu geçti. Saf nefretle renklenmiş bir duyguydu. Korktum. Korktuğumu anladı. Dudağının köşesini kıvırdı. Başını biraz daha eğip gözlerimin içine bakarak nefesini tam şah damarımın üzerine üfledi. Sanki duracağı nokta orasıymış gibi şah damarımın üzerinde soluklandı. Bunu bana hissettirdi.

"Biliyor musun çocuklardan hiç ama hiç hazetmem. ve sen benimle oynuyorsun." gözleri yüzümden saçlarımı buldu. Beğeni yerleşti gözlerine. "Ama bir şeyi unutuyorsun. ben oyun oynamayı çok severim." kimseyle oyun oynadığım falan yoktu Yanılıyordu elimden geldiğince ondan uzaklaşmaya çalışıyordum aksine. Beni yanlış anlıyordu.

Yada anlamak istediği buydu.

Parmakları ensemi biraz daha sıkı kavradı. Yüzünü yüzümle aynı hizaya getirdi. Kendimi geri çekmek için hiç bir hamlede bulunmadım soğukkanlı olmaya çalıştım. Tabi bu pek mümkün değildi. Gözlerini saçlarımdan çekti ve aynı anda gözlerime bakarken o beğeni dolu ifadenin yok olduğunu gördüm. "Şimdi Beni iyi dinle. Çünkü tekrarlamayı sevmem." diye başladı. Parmakları ve nefesi haricinde hiç bir teması yoktu. Ama ben nedense bir bütün olmuşuz gibi hissediyordum. Ondan akan soğukluk tenimle canice bülüşüyordu. Parnakları sıcak olmasına rağmen soğuk bir kışı andırıyordu. "Söz dinlemez arsız bir kız çocuğundan farksızsın. Bana yaptığın saygısızlığın bedeli de olacak." vicdanın kırıntıları bile kalbinde filezlememişti. Bu adam karanlığı bile ürkütecek biriydi. "Merhametimi tattın küçük kız. Şimdi gaddarlığımı da tadacaksın." gaddardı. Bana karşı hiç bir zaman da merhametli olmamıştı. Eğer bahsi geçen merhameti buysa. Ensem feci halde ağrıyordu. Canımı acıtırken bana karşı merhametli mi olduğunu söylüyordu?

Bu adamın merahmet denen şeyin ne olduğun bildiğinden bile emin değildim.

Hem güneş kadar sıcak aynı anda kış kadar soğuktu.

Hissizdim bütün hissettiklerine karşı. Öyle olmak zorundaydım. Benden hiç bir cevap almadığında bileklerimi biraz daha sıkı tuttu. yapacaklarını kısaca üstü kapalı bir şekilde söyledi. "Seninle uğraşacak kadar sabırlı bir adam değilim. Ama eğer sabrımı sınamaya devam edersen de. Hiç sorun değil." kasvet dolu bakışları ve isli sözleri Saf bir acımasızlık barındırıyordu. Yutkundum. Gözlerimin içine bakarak dudaklarını kıvırdı. "Hemde hiç sorun değil. Seninle zevkle uğraşırım." sözlerinden hemen sonra beni aniden sertçe kendinden uzaklaştırdığında. dengem sarsıldığı için bir kaç adım geriledim.

Yüzüme son kez bakıp gömleğinin yakasından tutup düzeltti. Ve tek elini cebine yerleştirerek yanımdan geçti. Geçmeden önce tekrar saçlarıma baktı. Dişlerinin arasından. "Peşimden gel." zorbanın tekiydi. Ona bakınca yanlızca tehlikeli bir zorbayı görüyordum.

Bu adamdan korkulurdu. Sinirle saçlarımı yüzümden çektim. "İşgüzar herif!" ayağımı yere vura vura peşinden gitmeye başladım. Nasıl bir adamla sınılıyordum. Ne hata işlemiştim de bu adamı bana ceza olarak vermişlerdi. Allah cezasını verseydi bu adama.

Biraz ilerlediğimde önümüzde lüks kapılar gördüm. Hepsinin üzerinde kartal işlmesi vardı. Ve kapıların önünde adamlar vardı. Kıyafetleri koyu kırmızı ve goldt renginin tamamlandırdığı bir kostümdü. Arkadan pelerinleri dizlerine yetişiyordu. Ve pelerinlerinin önü kapalıydı. Yüzlerini göremiyordum. Önümde yaklaşık on kapı vardı. Holun ger iki yanında karşı karşıya gelen kapılar vardı. O önden yürürken önde ki kapının önünce ki koruyucu olduğunu düşündüğüm adamın kucağında ki siyah çeketi çevik bir hareketle aldı.

Bana bir kere dönüp bakma gereği duymadan ilerledi. Onun peşinden yürürken istemsizce dönüp her iki tarafımda duran adamlara garip garip bakıyordum. Kıyafetlerinin şekli şovalyeleri anımsatsada şovalye olmadıklarını biliyordum. Bunlar kapıların koruyucularıydı. Kapıları korumakla görevlilerdi. Dışarda ki kapıları ise muhafız ismiyle adlandırdıkları adamlar koruyordu.

Ama anlamadığım bulunduğumuz bu ev yada tesis gibi olan şey kaç katlıydı? Çünkü ben yaklaşık on kata girip çıkmıştım. Ve şuan on biirnci yerdeydik. Bu kadar büyük bir yerde eminim büyük şeyler oluyordu. Kurtuluş biletim burda olabilirdi. Aslında burda kalmamın nedenin bir başka sebebi de o kitaptı.

O kitabın buraya gönderildiğine emindim. Çünkü kitabın sahibi burdaydı. Ruhuma saplı anıları uyandıran o kitabı bulmalıydım.

Bir denizaltındaydım. Bu imkansız olsada bir yandan mantıklı geliyordu. Çünkü havası dünyada ki havaya benzemiyordu. Her an yağmur yağacak gibiydi. Ama o yağmur yağmıyordu. Hava nemliydi. Güneş yoktu. Ne soğuk ne sıcaktı. Uzaktan bakınca farklıydı Görünüşü. Çok dikkat ettiğinde buranın dünyaya ait bir bölge olmadığını kavrardın. Ama ben en başından beridir hep gitmenin derdinde olduğum için etrafımda ki farklılıkların hiç bir zaman farkına varmamıştım.

Sihrin var olduğu bir yerdeydim. Bu imkansızdı. Ama imkansız dediğim herşeyi yaşıyordum. O büyücü kadını gördüğüm an bunu idrak etmiştim. Ve o görünmez kapı; Dahası ormanda tanıştığım saylın isimli kızın söyledikleri. 'Burda sadece özel güçlere sahip insanlar yaşabilir.'

Buda demekti ki benim de özel gücüm vardıı dahası havin burdaydı. Eğer o burdaysa...

Nasıl şimdi havin'in özel güçleri mi vardı?

Ya sahil?

Balen, dalga, mavi, deniz, hepsinin özel güçleri mi vardı. Peki neydi? Ben neden hiç görmemiştim. Yada farketmemiştim.

Çok şey vardı. Artık konu benden çıkmıştı. Bu insanlar kimdiler nasıl bu güçlere erişebiliyorlardı? Gerçekten insan mıydılar? Eğer doğaüstü güçlere sahiplerse ölümsüz olma ihtimalleri de vardı.

Sus mehla sus.

Delirecek gibiyim.

Zihnimde ki karmakarış düşüncelerin içinde o kadar çok kaybolmuştum ki. Gözlerimin önüne bir perde inmişti. Ve nereye geldiğimizi görmemiştim bile. Onunla aramızda ki mesafeyi dalgınlığımla tüketmiştim. Aramızda sadece iki adım mesafe kala durabildim. Ani frenle duran araba gibi bir denge sorunu yaşamıştım resmen. Bir iki adım daha uzaklaşarak başımı kaldırıp görkemli kapıya baktım.

Tam Önümüzde devasa kül renginde üzerinde kartal ambelemi olan çift kanatlı bir kapı vardı. Kapı ağır bir sesle iki yana açıldığında içeriyi görmedim. Çünkü bakış açımda o vardı. İçeriye doğru bir adım attığında bende hemen peşinden Eşikten geçtim. Ellerimi bu sırada önümde bağlayıp tırnaklarımı avuç içime tüm kuvvetimle bastırıyordum.

Kapıdan içeriye adımımı attığım an. Nefesim kesildi. Gözlerim kamaştı resmen. Gördüğüm her detay, her dokunuş, muaazamın ötesindeydi. Buna ne görkemli derdim. Nede zenginlik. Bu çok farklıydı. Busbüyük bir tavan. Sonunu göremeyeceğim kadar uzundu. Tavanı yuvarlaktı. ama çok büyüktü. Ve oda...

Oda diyemezdim. Çünkü böyle bir oda olamazdı. Bu çok hoş bir yerdi. Nefes kesiciydi. Lacivertin koyu tonları ve ahşapın renkleri birleşmişti. Odada göze batan çok hoş detaylar vardı. Deri koltuklar vardı Oturma gubu çeklinde. Parlak ahşap kütüphane, Kartal bibloları, Farklı farklı tablolar, Ve daha bir çok sanat eseri mevcuttu.

Gerçekten göz kamaştırıcıydı. Saf tarçın kokuyordu. Fakat sadece tarçın değil. Tarşın kokusunun yanı sıra ormanlık kokusu da vardı.

Huzur verici bir orman kokusuna sahipti. Yapay bitkiler vardı. Bir köşede. İçeriyi incelemeye o kadar çok dalmıştım ki. Onun geçip çoktan oturduğunu ve beni izlediğini farketmemiştim. Taki gür sesini duyana dek.

"Beğendin mi?" beğendiğimi çok iyi bilmesine rağmen duymak istemesine hiç bir yanıt vermedim. Bakışlarımı hızla çektim. Onun için kehribar taşlarla özel olarak yapılmış bir koltukta ayak ayak üstüne atarak erkeklere has bir pozizyon almış bir şekilde bana bakıyordu. Arkasına yaslanmış, Kendisine ait üstün bakışlarıyla üzerimi inceliyordu. Boğazımı temizleme gereği duydum. "Neden getirdin beni buraya? Eğer hizmetçim ol falan dersen. Bunu size zaten söyledim." gözlerimi gözlerine kilitledim. Onun bakışlarına korkusuzca cevap veriyordum. Kural buydu. Kimseden korkmayacaksın. Korktuğun an bile korkunu asla belli etmeyeceksin. Başını yana yatırdı. Tek kaşını havaya kaldırarak. "Hizmetçim ol demiyorum. Öylsein zaten." net ve kesin bir dille konuştuğunda kaşlarımı çattım. Ne demek öyleydim?

Ne demekti bu?

"Ben kimsenin hizmetçisi olmam. Bunu ordayken de söyledim." soğuk bir sesle kararımı verdim. Son derecede soğukkanlıydım. "Ben sizin hizmetçiniz olmam." kısa ve netti.

Fakat bakışlarını gördüğümde daha fazşa soğukkanlılığımı koruyamadım. Öyle bir bakışı vardı ki. Tek bir bakışıyla bana ölümü hatırlattı. Bana hissettirdi. Ve bu ölüm değildi. Bedenim yabancı oldığu bir duyguyla savaştı. Soğuğu kemiklerimi sızlattı. Kanımın damarlarımda buz tuttuğunu hissettim. Boğazıma derin bir yumru oturdu. Gözlerine bakmaktan kaçındım.

Çünkü Gözlerine bakmaya cesaretim yoktu. Gözlerinin rengi buza dönüyordu. O mavinin yansımasını göremedim irislerinde. "Bir daha söyle." sesi soğuk bir kıştan farksızdı. Üşüdüm. Ruhum üşüdü.

Göz ucuyla ona baktım. Öfke nefretten daha yoğundu. Gözlerinin etrafını kara bulutlar gibi esir almıştı. Yüzünde ki o ürpertici ifadenin sahipsiz olmasına inanmak istiyordum. O hırçın öfkenin bana yönelik olmaaından deli gibi korkuyordum.

Dilim lal omuştu. Hiç bir cevap veremedim. Ama Suskunluğum onu susturmadı. "Bana söyle." öyle bir tısladı ki bir adım geri atmak zorunda kaldım. Dudaklarım aralandı. Ama tek bir kelime edemedim. Onun emrine uymamak itaatsizliğim yüzünden öfkesinin kat be kat büyümesine sebep oluyordu. Susmaya devam ettiğimde. "Sana konuş dedim!" bu öylesine bir bağırış değildi. öyle bir kükreyişti ki irkilerek ona döndüğümde yanımızda ki cam gürültüyle sertçe kapandı. Gözlerime bakıyordu. İlk kez ama ilk kez saçlarıma bakmasını herşeyden çok istiyordum. Ama bakmıyordu. Nefret ettiği bir şeye bakarak sakinleşmek istemiyordu. Öfkesi kontrolünün altındaydı. Ve o öfkesini acımasızca bir yangın gibi harlıyordu. O yangının lavları buz irislerinin etrafını sararak o buzları eriterek hakimiyeti ellerine almak istiyorlardı. Derinden Yutkundum. "Be-ben." dediğimde daha lafımın devamını getirmeden masaya öyle bir yumruk indirdi ki masadan kırılma sesi geldi. "Bana cevap ver!"

Cevap veremezdim ki. Korku dilimi düğümlemişti. Çok çabalasam da yapamıyordum. Kelimeler korkarak geri geri kaçıyordu. Elimde tutamıyordum sözcükleri. Sözlerim dahi korkmuştu ona duyurulmaktan. Ruhum harabeden farksızdı şuan.

Bu anı toparlayabilir miydim? Bu hissettiğim şiddetli korkuyu unutmam mümkün müydü? Ruhumdan defedebilir miydim ki bu anı.

Hala bir cevap vermemiştim.

Bakmadım ama ayağa kalktığını gördüm. Bir pencere daha sertçe kapandı. Başımı eğdim. Adımlarını zihnime kazımak ister gibi yavaş ve ağır attı. O ses Geldi kulaklarıma. Korkunç bir melodi gibi kazınıyordu hafızama. Silinmeyecekti. Asla silinmeyecekti.

Ne arkamı dönüp kaçmak için bir hamlde bulundum nede başımı kaldırıp herhangi bir cevap verdim. "Sana sabırlı biri olmadığımı söyledim." karanlık barındıran bir ses tok adımlarına uyum sağladı. Söylemişti.

"Ve sana eğer oyun oynarsam hiç hoşlanmayacağını da söyledim." söylemedi. Hayır söylemedi.

Ama söylemedim bunu. Sözünün devamının gelmesini istemedim tam şu anda kulaklarımın sesine sağır kesilmeaini istedim. Bu işkenceye şahit olmalarını istemedim. "Şimdi Olabildiğince hızlı koş. Öyle ki seni bulamayacağım kadar hızlı ol. ve kendini benden sakla. " bir kez daha yutkundum. Aramızda tam beş adım mesafe kala adımları durdu. Ensemden soğuk bir ürperti geçti. "Çünkü seni o saklandığın kafesten çekip aldığımda işte o zaman Hiç varolmamayı dileteceğim sana."

Hiç varolmamayı dilemek?

Kendimden beklenmeyecek bir harekette bulundum. Tam ateşin önüne gelip bir vazgeçiş gerçekleştirdim. Bir gün pişman olacağım bir karar verdim. Dizlerimin üstüne çöküp. "Size saygısızlık ettiysem eğer bağışlayın efendim." sol elimi havaya kaldırdım. Ve başımı eğdim.

Şerefime tükreyim. Beş kuruşluk bir gurum vardı. Dayanamayıp onu da ezdim bu bencil adamın uğrunda. Gerçek anlamda herşeyimi kaybetmiştim. Artık gururum da gitmişti.

Her ne kadar böyle bir durumda olmak istemesem de. Güç farkını göz önünde bulundurunca. Afedersin ama salak değilim ben. Bu adamla kafa tutmak benim haddime değildi.

Dizlerim üstüne çökmüş ve elim hala havadaydı. Başım da eğikti. Efendilerin karşısında hata yaptığında bu şekilde durman gerekiyordu. sahil'in söylediği üzere tabi. Allah'tan aklımda kalmıştı buda.

Düşündüklerimi ifademe yansıtmamak için üstün bir güç sarfediyordım.

Beş adım uzağımda Haz dolu sesini duydum. "Korku insanın zaafıdır küçük kız." bir adım yaklaştı. Gözlerim parlak zemine bakıyordu. Gölgesi üzerime kasvet gibi çöktüğünde yüz ifademi sabit tutmaya zorladım kendimi. "Kendinden bile Sakladığın o Zaaafların avuçlarımda iken güçlü olmazsın." durdu. Ve devam etti. "Olmana izin vermem."

Tam önümde durduğunda görüş açıma siyah kundura ayakabıları girdi. "Ayağa kalk." baskın bir tonda konuştu. Üstelemeden itaat ettim. Ve Ayağa kalktım. Ayağa kalktığımda bir şeyi farkettim. Karşısında iken Resmen kambur olmuştum.

Tam önümde bir dağ misali duruyordu. Ona hiç bir şekilde bakmıyordum. İşaret parmağı Omzuma temas ettiğinde ürperdim. Çöken omzumu geriye ittirdi. Ve bu şekilde karşısında dimdik durmamı istediğini kavrayabildim. Sorun değildi. Omuzlarımı dikleştirdim. Ama başım hala eğikti. Ona bakmak istemiyordum. Beni korkularıma esir eden o gözlere bakmak istemiyordum.

Çeneme parmakları yılan gibi sızdı. Çenemi işaret ve baş parmağının arasında tutup hafif bir kuvvet uygulayarak başımı kaldırdı. Gözlerimi sağ tarafa çevirdim. Bu hareketimle. "Bana neden bakmıyorsun? Oysa bakılmayacak kadar da çirkin olduğumı düşünmüyorum." dünya üzerinde hiç kimsenin sahip olamayacağı bir servet değerinde ki gözlere ve kusursuz yüze sahip olduğunun elbette ki farkındaydı.

Nefesi saçlarıma ılık rüzgar mislai esiyordı. "Yoksa... Korkuyor musun? Seni korktuttuğum için üzgünüm." üzgün falan değildi. Ses tonu bile korkmamdan zevk aldığını söylüyordu. Aldatıcı masumluğunu ses tonu ve sözleri yalanlıyordu.

Yalancının tekiydi!

Bir adım geriledim.

Bir hizmet ve patron bu kadar yakın olmamalıydı.

Ellerimi önümde birleştriip. "Emrinize amadeyim." çenemden düşen eli havada yumruk şeklini aldı.

Arkasını döndüğünde. İşte o an başımı kaldırıp sırt kaslarına baktım. Gömlekten bile belli olan kasları yeterince göz dolduruyordu. Kendisine çirkin diye bakmadığımı idda etmişti. Dış görünüşünün karanlık bir kibri dudaklarında hep kıvrılıştı. Ne kadar yakışıklı oldığunın farkındaydı.

Resmen alay ediyordı bemimle! Pekala biraz daha sabredebilirdim sanırım ona.

Az önce oturduğundan olsa gerek farketmeğim tahtını yeni yeni inceliyordım. Kartal kanatı işlenmişti üzerine. İki kanat sanatı vardı. Her iki kanat da iki yana özgürlüğü temsil edercesine açılıyordu. Bir şeyi unutmuşlardı. O kanatlarının ortasına bir de zincir takacaklardı. Esareti temsil edecekti. Herhalde unutmuş olmalılar.

Çünkü burda insnaın özgürlüğü değil. Esaretliği vardı.

Tahtına kurulduğunda bakış açımda artık onun azametli bedeni vardı. Bakışlarımı yere çeviridm. Ama çevirmeden önce yene ayak ayak ütüne attığını gördüm. Rahat bir pozisyon aldığında "Bana kendi ellerinle, Hiç kimsenin baskısı altında olmadan." sözlerini tane tane dile getirdi. Devamını merak etmekten ziyade korkuyordum. Talebini sona saklamıştı beyfendi. Ah pardon emir diyecektim! "Fincan çayı yapacaksın."

ne!

Ne dediğinin farkında mıydı?

Fincan çayının nasıl olsuğunu bile bilmiyordum. Bu hayatta asla tüketmeyeceğim bir diğer şey ise bitki çayıydı. Üstelik bana açık açık. 'kimseden yardım almayacaksın' demek yerine. Kimsenin baskısı altında olmadan diyordu! Delirecektim. Karşı çıkma gibi bir ihtimalim söz konusu bile değildi.

Pekala bu durumda kabul etmekten başka bir çarem yoktu. İçimden bir ses bu adamın bana hiç acımayacağını söylüyordu. Ve bitki çaylarını da bilmediğmi de bildiğini de söylüyordu. Başımı kaldırmadan. "Ben bitki çaylarını yapmayı bilmiyorum efendim." o kadar uslu ve itaatkar bir tonda konuşmuştum ki. Kızma ihtimali yoktu. Fakat beni yene yanıltı. Hiç rahatını bozmadan. "Sana bana bütün bitki çaylarını yap demedim. Fincan çayı dedim." o zamna keşke bütün bitki çaylarını isteseydin lanet olası herif!

"Beni hep yanlış anlıyorsun angel." ellerimi yumruk yapmamak için kendimi zor tutuyordum. Sanki yıllardır hizmetçisiymişim gibi bir muaamele yapıyordu. Başımı sabırla diğer tarafa çevirdiğimde. "Bana bak. Ne dedim. Benim olduğum sürece gözlerin sadece beni görecek." dediklerini de hatırlatmasan ayıp olacak sanki.

O saniye dakikalardır kendimi mahrum bıraktığım zehirli gözlerine baktım. Okyanusları durulanmıştı. Ve son anda mudahale ettiğim için gözlerinin içinde ki buzlar hala yerindeydi. Ve acı kehribar etrafınında kızgın lavlar gibi dolaşıyordu.

Bir eli dizinin üzerindeyken diğer boşta ki elinin işaret parmağı çenesinin altına sürtünüyordu. Dikkatle bana bakıyordu. Yüzünde ki bütün itirazlara kapalı ifadesi geri çekilmemi sağlıyordu. Bütün Yelkenlerimi ona karşı indirmiştim. Benden daha çok söz sahibiydi.

Şimdilik o kazanabilirdi. Bu adamı kendime düşman yapmak iatediğim son şey bile değildi. "Sana mutfağa kadar ruhan eşlik edecek."

Ruhan mı? Eşlik etmekten kastı zorla görürülmekti! Pekala şimdilik içimde onunla kavga edebilirim. Kendimi sakin olmak için telkin ederek.

"İzninizle emrinizi yerine getirmek için gitmeyi talep edeceğim."

Umursamaz bir tınıyla. "Git." dedi. Bu anı bekliyormuş gibi ona sevimlice gülümseyip hızla arkamı döndüm.

Kapıya doğru yürümeye başladım kapı çıkmam için iki yana açıldı. Kapıdan dışarı çıkarken. Kapı tekar arkamdan kapandı.

Ben nasıl bir işin içine girmiştim.

Lanet olsun tam anlamıyla bir çıkmazın içine giemiştim. Gittikçe bataklığa batıyordum. Hiç bir şekilde çıkışı göremiyordum.

Artık önümde engel olan sadece mölüh değildi. Bir diğeri de bu adamdı. Ager jahu haldrat.

EVVET NASILDI BAKALIM BÖLÜM?

Bütün yorumlarınıza açığım. Ama lütfen okurken bölümlere oy atmayı ve satır arası yorum yapmanızı istiyorum.

Bu kadar emek verdiğim bir bölümün harcanmasını istemiyorum.

Bölümü eleştirmeyi ve güzel yorumları size bırakıyorum.

Size çok bir şeyi söylemeyeceğim. Sadece şunu söyleyeceğim. Kitap bu bölümden sonra tam anlamıyla başladı.

Artık kafalarınız soru işaretleriyle kalmayacak.

Hepiniz kendinize çok iyi bakın. ALLAH'A EMANET OLUN canlarım.💙💙

Loading...
0%