@ebru2_yuva_
|
Belki o çok korktuğun ölüme bile kavuşmak için artık çabalaman gerekiyordur. Çünkü bazen öyle çıkmaz yollara girersin ki. Ölümün yolları bile senin için kapanmıştır. Ve işte o an çabalamayı bırak. Çünkü çabaların artık sadece seni öldürecek.
💦
İnsanlar yanlış kararlar almadan önce düşünmeli. Ve aldığı kararların neye mal olavağını sorgulamalıydı. Yada bir adım atmadan önce diğer adımın çamura batıp batmayacağına bakmalıydı. Yürüdüğü bir yolda önünde taş olup olmadığına bakmalıydı. Bakmalıydı ki. İlerde pişman olduğunda. Keşke gelmeseydim. Gibi cümleler hayatında var etmemeliydi. Ama ben etmiştim. Ve biliyorum ki bu hep benimle kalacak. Dakikalardır olduğum yeri inceliyordum. Ama kafama bir türlü basmıyordu. Nerdeydim? Ve en önemlisi bana ne olmuştu? Hatırladığım tek şey. O göl'e girmeden önce ki anılar. Havin'le tartıştığım dakikalardı. Ya sonrası? Gözlerimi açtığım an kendimi bir cehennemde yada sorguda bulmayı bekliyordum. Ama Kesinlikle bir odada bulmayı beklemiyordum. En nefret ettiğim iki renk Odanın duvarları siyahtı. Hangi akılla duvarları siyaha boyatttıklarını sorgulasam da bunu şuanlık düşünecek durumda değildim. Kenarda bordo rengi bir çalışma masası vardı üstünde dağınık eşyalar duruyordu. Sağ tarafta ise küçük bir pencere vardı. Demir parmaklıkların arasından sızan soğuk hava yüzünden üşüyordum. Pencerenin yanında tek kişilik yene bordo rengi bir koltuk vardı. Duvarlarda saçma sapan taplolar ve iç bunaltıcı siyah zemin ile gözlerimi kapatmak istiyordum bu manzaraya. Renkleri birbiriyle uyuşturup farklı bir tarz ortaya çıkaran biri olarak kesinlikle tercih edeceğim bir düzen değildi bu. Hele odanın içinin böyle iç bunaltıcı bir havasının olması kesinlikle dayanılacak türden değildi. Atmosferi bile kasvetliydi. Önümde ki bordo kapıya iğrenerek bakıyordum. Bu insanların bu renkle alıp vermedikleri neydi? Özellikle ben bu denli nefret ediyorken. Duvarın dibine çekilen perde bile bordoydu yahu! O sırada aniden açılan kapıyla gözlerimi perdeden çekip gelen kişiye çevirdim. Kapı aralığından görülen simayla kaşlarımı çatıp. Düz bir ifadeyle kızı inceledim. Asık yüzü ve gergin omuzları patlamaya hazır bir bomba gibi duruyordu. Mavi gözleri o kadar tanıdık geliyorlardı ki. Hele o iki yanında örgü yaptığı siyah gür saçları. Rahatsız edici bir his bedenimi kaplarken. Kaşlarımı mümkünce dahada çattım. Kimdi bu kız. Neden bu kadar tanıdık geliyordu? Tıpkı o göl'ün yanında ki kadın gibi tanıdık gelmişti bana. O kadın... Neden bana o kadar tanıdık gelmişti tıpkı buz kız gibi. Ve orda yaşanılanlar? O kadının gözlerinin aksine bu kızın gözleri çok koyu bir maviydi. Hem çok tanıdık aynı zamanda bir o kadar yabancı geliyordu. Parlayan mavi gözleri zihnimde bulanık hatırlıyor gibiydim. Ama görüntüler bir türlü netleşmiyordu. Bakışlarımı güçlükle yüzünden çekip üstünde ki garip kıyafetlere çevirdim. Dizlerinin üstünde biten mavi elbsisesinin siyah düğmeleri. Bir hizmetçi kıyafeti olduğunu gösteriyordu. Bir moda tasarımcı olarak kıyafetin yapım şekline şaşkınlıkla baktım. O elbiseyi ben yapsaydım bel kısmını ve göğüs kısmını eşit şekilde yapmazdım. Elbise dümdüz aşşağı iniyordu. Üstünde bir kumaş parşası tutturulmuş gibiydi. Ve mavi renge o siyah düğmeleri yakıştırmazdım. Beyaz düğmeler ve beyaz yaka daha hoş dururdu. Bacaklarını saran dizlerinin biraz altında biten beyaz çoraplarına ve siyah papuçlarına yüzümü buruşturdum. Kesinlikle hiç bir moda tasarımcısı bu kıyafeti yapabileceğini düşünmüyorum. Çünkü son yaklaşık dört aydır çalıştığım şirkette ki moda tasırımcıları oldukça bu konuda katı ve takıntılılardı. Ve aynı şekilde bende takıntılıydım. Bakışlarımı tekrar yüzüne çıkartığımda. Farketmediğim bir diğer detaysa başında ki beyaz saç bandanasıydı. Bu haliyle 25 yıl önce ki hizmetçiler gibi duruyordu. Tanıdık mavi gözlerine Bayan tasarımcı hizmetçi! Baya baya Hizmetçi demişti bana! Bana hizmetçi demişti. Hizmetçi. İşaret parmağımla göğsümü işaret ederek. "Sen..." dedim vurgu yaparak. "bana az önce hizmetçi mi dedin yoksa ben mi yanlış duydum?" sesim son derecede ciddi bir tonda çıkmıştı. Sinirlenmeme ramak kalmıştı. Ve birinin bana yanlış söylediğini hemen açıklaması lazımdı! Hiç kimse bana hizmetçi diyemezdi! Kız benim farketmediğim kucağında ki kıyafetleri üstünde oturduğum yatağın kenarına bırakıp doğruldu. Şaşkınca bir kıza bir kıyafetlere bakarken. Gözlerimin içine baktı. büyük bir gerçeği bana hatırlatır gibi. "Hizmetçi olduğunu söylemedim. Zaten öylesin. Tek farkın bir tasarımcı olman oda seni burda üst seviyeye çıkarmaz. Şimdi şu bıraktıklarımı giyiyorsun ve peşimden geliyorsun." dediğinde söylediklerini ağzı açık bir şekilde dinledim. Hizmetçi olduğunu söylemedim zaten öylesin. Ne demekti bu. Şaka mı? Pekala bu kız delirmişti. Uzatmanın anlamı yoktu. Aksisi mümkün olamazsı. Peki ya benim yaşadıklarım hepsi bir rüya mıydı? Eğer rüyasa da benim burda ne işim var? Düşüncelerimden hızla sıyrılıp. En saçma soruyu sordum. "adın ne senin?" Kız kırmızı yanakları palyaço gibiydi. aslında giydiği kıyafetler olmasa çok güzel bir kız olurdu. Hiç bir kadın çirkin değildi zaten. Sadece bakımsız kadınlar vardı. Sahil Bana bakıp yüzünü buruşturup arkasını dönerken açık kapıya doğru ilerledi. ve gitmeden önce. "o kıyafetleri giy. yoksa o deniz hayvanları akşam bize yemek vermezler. zaten cimriler günde iki defa zıkkımın kökünü yidiriyorlar. onuda yemesem saçını başını yolarım." dedi. sesinde apaçık yapacağının tehditi vardı. Gerçekten psikolojik sorunları olan birisiydi. Zaten beni de hep böyleleri bulup bulup musallat olurdu. Açık kapıdan çıkıp gittiğinde. Hala kıpırdamadan yerimde öylece duruyordum. Ne tepki vereceğimi bilmiyor ne yapacağımı bilmez bir halde oturuyordum. Bana neler olmuştu. Hala anlam veremiyordum. Olanlar bir rüya olmayacak kadar gerçekti. O dev dalgalar. Derine doğru indiğim ana kadar herşeyi hatırlıyordum. Peki ya havin? O nerdeydi. Düşündükçe delirdiğimi düşünüyorum. Biraz daha böyle kalırsam kafam çorba gibi olacaktı. Nerde olduğumu öğrenmeliydim. Ve aynı şekilde beni kimin o gölden çıkartıp kurtardığını da. Az önce tanıştığım. sahil adlı kızın verdiği hizmetçi kıyafetlere baktım. hayatta o kıyafetleri giymezdim. Kıyafetlerime önem veren biriydim. Ve hizmetçi kıyafeti giymek yapacağım son şey bile olamazdı. Oturduğum yataktan bacaklarımı sarkıp ayağa kalktım. Tam kıyafetlerin yanından geçiyordum ki. Kızın söyledikleri aklıma geldi. O manyak kızdan herşey beklenirdi. Birde bunun için üstüme saldırsa hiç kavga edecek modda değildim. Hayır mesele kavga da değildi. Söylediklerine göre günde iki defa yemek veriyorlar. Eğer giymesem onuda yiyemrceklerdi. Kararsızlıkla kıyafetlere bakıp. Düşündüm. Düşündükçe engeller çoğaldı. Yasaktı. "Yasakları çiğneme." o ses aklında yankılandı. olamazdı. Ben bu kıyafeti giyersem yasağı çiğneyecektim. Başımı iki yana salladım. Ve bir kez daha hareketlendim. Ama bu sefer beni durduran kendi düşüncelerim oldu. Üzerimde ki beyaz elbiseye baktım. Neden bu sefer farklı bir şey denemiyordum. Eğer kendimi değiştirmek istiyorsam en önem verdiğimden vazgeçmeliydim. İstemeye istemeye uzanıp kıyafetlere dokundum. Gözlerimi yumdum. "Yapabilirsin mehla." diye mırıldandım. Yapmalıydım. Ama yapamıyordum. Bir şeyler elimi kolumu bağlıyordu. "Yapamam." diye fısıldadım. Tekrar kıyafetlere baktım. Kendimi değiştirmek istiyorsam başarmalıydım. Evet bunu yapacağım. Bu kadar zor olmamalı. Daha vazgeçmeden. Hızlı bir şekilde. üstümde ki kıyafetleri çıkartıp kızın getirdiği o çirkin mavi hizmetçi önlüğünü giydim. Ön düğmelerini ilikledikçe sinirlerim tepeme biniyordu! Tiksiniyordum. Üzerime baktıkça tüylerim diken diken oluyordu. Kıyafetlere olan takıntım. Neden bu kadar ağır basıyordu ki? Bakmamaya umursamamaya çalıştım. İçten içe kendime kızıyordum. Bir hizmetçi olmadığımız kalmıştı! Saç bandanasını sahil'in aksine boynuma bağladım saçlarımı da onun gibi örgü yapmayıp salık bıraktım. uzun çorapları katladım üstünden bu şekilde biraz daha hoş bir görüntüsü olurdu en azından. Sonunda hazır olduğumda rotamı kapıya çevirdim. Temkinli adımlarla odadan çıktığımda. Nedense kalbim sıkıştı. İçimde kötü bir his vardı. Ve görünüşe bakılırsa beni kolay kolay bırakacağı yoktu. Odadan çıkarken beni uzun bir koridor karşıladı. Ama buna sıradan bir koridor denilmezdi. Koridorun gri duvarlarının üstünde küçük küçük loş ışıklar yerleştirilmiş, Tavanını ise yene küçük loş ışıklar süslüyordu. kenarlarında her yerlerinde vardılar loş ışıklar. Ve bu gri renkte o kadar muhteşem görünüyordu ki. Upuzun bir koridordu. Ettafı incelemeyi bırakıp hızlı adımlarla koridorun sonuna ilerledim. yolun sonunda gördüklerimle küçük çaplı bir şok geçirdim. bir sarayın büyüklüğündeydi. Ama saray değildi. Duvarlarda tarih eser tablolar vardı. Camları küçüktü ve hepsinde de demir parmaklıklar vardı. Az önce geldiğim koridorla alakası bile yoktu. Tamamen farklıydı. önümde aşşağı inen geniş taşlı gri bir merdiven vardı. duvarların rengi siyahtı. bir insanın duvarları nasıl siyah olur aklım almıyor. Boylu boyunca loş ışıklar vardı. Tabi duvarlar siyah olduğu için buda gece gibi görünmesine sebep oluyordu. Benim kaldığım odayla buranın alakası bile yoktu. Resmen iki farklı dünya gibiydi. Önümde ki taşlı merdivenler bir konağı amımsatsada siyah duvarlar ve loş ışıklar onu bu düşündüklerimden uzaklaştırıyordu. Kaldığım oda sıradan normal bir düzene sahipken burda ki eşyalar tablolar. Çok farklıydı. Sanki eve birden çok kişinin dokunuşları değmiş gibiydi. Daha doğrusu ev miydi tünel miydi. hala anlamış değilim. Nasıl böyle bir yere düşmüştüm? Bir terslik vardı. Normal hayatta böyle mekanların olduğunu açıkçası düşünmüyorum. Ürkek adımlarla aşşağı inen merdivenlerden inerken hala içimden bu nasıl bir yer diye söyleniyordum. hapishane gibiydi. camları demirdi. ve merdivenler taştandı. Hayatım boyunca ilk defa böyle tuhaf bir evle karşılaşıyordum. hayır kapı falan da yoktu. Daha çok her kişiye hitap eden biriydi. Eski çağ seven insalar için tarih eşyalar da vardı. Daha modern takılanlar içinde vardı. Her bir tarafı farklı bir evden alınmış ve birleştirilmiş gibiydi.Taşlı merdivenlerden indiğimde. Ne görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama. Kesinlikle sonuna geldiğim yolda böyle bir manzarayla karşılaşmayı beklemiyordum. Etrafta Benim gibi giyinen tam 15 tane kız vardı. ve hepsinin elinde dolu tepsiler ile koşturarak bir yere yetiştiriyorlardı. hatta merdivenin son basamağında ki beni farkeden iki kız elinde ki dolu tepsileri birbirine çarparak herşeyi yere döktüler. büyük kazanın başında tahminime göre orda yemek yapan gözlüklü sarışın kız. "sizin allah bin belanızı versin. sabahtandır ne zorlukla hazırladım onları!" diye adeta cırladığında yüzümü buruşturdum. Sonra bakışları karıştırdığı kazanı bulunca. "Ne koyacaktım ben buna? Yağ değil. tuz değil. Baharat değil. Ay ne koyacaktım ben buna!" sonunda bağırarak sözlerini bitirdiğinde. Kızlardan biri. "Yanlış yaptın balık kızartacaktık." dedi. Sarışın kızın yeşil gözleri korkuyla büyüdüğünde. Daha sonra boş ver dercesine elini sallayıp. Tekrar kazanda ki yemeği karıştırmaya başladı. Gerçekten çok tatlıydı. Yeşil gözleri ışıl ışıldı. Benimkilerinin aksine onun gözleri koyu yeşildi. Sarı saçlarını sımsıkı at kuyruğu yapmıştı. Esmer kız tam ağzını açıp konuşacaktı ki. O sırada farketmediğim büyük demirin kapısı açıldı. Ve içeriye kırklı yaşların sonunda bir adam girdi. Kılı kıyafetine bakılırsa bir kahyaydı. Siyah takım elbisesi ve boynunda ki papyonu onu özel ve bakımlı bir adam gibi gösteriyordu. Fakat elinde ki kırbaç görünüşünü zedeliyordu. İçeriye girdiği an burnundan soludu. Yüz ifadesine bakılırsa öfkeli bir adamdı. Ve oldukça huysuzdu. Az önce dökülen yiyicekleri toparlamaya çalışan kızları buldu gözleri. Sert bakışları ok gibi kızları buldu. "Derhal bana bu rezilliği açıklayın!" diye bağırdığında bütün kızların irkildiğini ve korkudan yüzlerinin bembeyaz kesildiğini gördüm. Ne olmuştu yani döküldüyse. Gözlerini kızlardan çekip diğer kızlara çevirdi. Hiç biri cevap vermedi elinde ki kırbaçı sertçe zemine vurduğunda çıkan ses tüylerimi diken diken etti. Öfkeli bakışları beni buldu. Yerimde kilitlenmiş gibi ona bakıyordum. Beni baştan aşşağı süzdüğünde kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "Sen ne dikiliyorsun orda!" irkildim. Bedenim bir tür atak geçir gibi aynı yerde hiç hareket edemiyordu. Adam hiç tepki vermediğimi gördüğünde. Onu kayde almadığımı düşünmüş olacak ki bana doğru yürümeye başladı. Konuşamıyordum hareket edemiyordum. "Demek beni dinlemiyorsun." biraz sonra yapacağı şey için gözlerinde oluşan o ışıltıdan hiç hoşlanmadım. Aramızda iki adım mesafe kaldığında adam tam kolumu tutmak için atak yapacaktı ki. Kolum bir başkası tarafından tutuldu. ve hemen kenara çekilmem bir oldu. Yüzüme düşen saçlarımın arasından dönüp baktığımda hemen yanımda sahil denen o kızı görmeyi beklemiyordum. Bakışları adamın üzerindeydi. Adamın simsiyah gözleri o kadar ürkütücü bakıyordu ki. Korkmamak elde değildi. "Çekil önümden arsız." sahil yerinde sabit durmaya kendini zorlayarak. "Bay Kamei. Bu kız yeni. Ve kuralları bilmiyor. Musadenizle bu saygızlığının cezasını bizzat ben vermek istiyorum." dedi. Yüzünde ki ciddiyet ve son derece kararlı olmasını hayretle izliyordum. Ama bir saniye o bana ceva vereceğini mi söyledi? Ne cüretle bana ceza verirdi. Dudaklarımı aralayıp dilime gelen bütün küfürleri tam sıralıyordum ki. Sahil izin vermeden kolumdan tuttuğu gibi beni çekiştirmeye başladı. Yolun yarısında kolumu çekiştirerek. "Bıraksana be! Manyak mısın nesin sen." kolumu bırakmadan. "Ben çok meraklıyım sanki senin gibi geri zekalılar yüzünden azar işitmeye." diye söylendi. Allahım beni kurtar bu kızdan. Köşden dönüp odalardan birine girdiğimizde. Nihayet kolumu bıraktı. geldiğimiz yere baktım. Kenarda bir sürü kova vardı. Ve hemen yanında ki raflarda bezler ve çeşit çeşit temizlik malzemesi vardı. Etrafı incelerken sahil elini beline koymuş bir an önce buna son vermemi bekliyordu. "Niye getirdin beni buraya?" kaşlarımı çatarak kendisine baktım. Sen tahmin et dercesine bana baktı. Bir ayağımı yere vurarak. "Nerdeyim ben! Siz kimsiniz. Ve O adam? kimdi bana bir açıklama yap hemen." sabırsızca yüzüne baktım. Ama sorularıma cevap vermek yerine. Eliyel kovaları işaret ederek. "Bu gördüğün kovalara su doldurup bu köşkü temizleyeceksin." dediğinde artık çıldırmak üzereydim! Üzerine doğru atıldığımda bir adım hızla gerileyip aramıza belli bir mesafe koydu. "Eğer bana saldırmaya kalkarsan cezan bununla sınırlı kalmayacak." "Bak hala ceza diyor! Biri bana neden burda olduğumu söylesin artık!" "Of ne naz yaptın sende. İşine başla daha fazla da carcar yapma." "Seni öldürürüm!" "Keşke yapabilsen." Bana hiç bir şey söylemeden gittiğinde yumruklarımı sıktım. "Derhal bir yitkili çağırın!" önümde ki kovaları sinirle alıp duvara fırlattım. O kadar sağlam bir maldı ki kırılmak bir yana ses bile çıkartmadılar. Hızlı adımlarla bulunduğum küçük odadan çıktım. Ve seri adımlarla tekrar kızların çalıştığı bölüme geldim. Bütün kızlar işlerinin başına dönmüştü. Gözlerim sahil'i aradı. Ama yoktu. O lanet olası kız bir elime geçsin işte o zaman çok fena olacaktı. Kendilerini ne sanıyorlar ki? Ne hakla beni bu kahrolsı yeri temizlemekle görevlendirebiyorlar. Az önce o kamei denilen herifin geldiği kapıya baktım. Büyük çift kanatlı bir kapıydı. O kapıyı açamazdım. Çünkü mühür vurulmuştu. en sonunda kafayı yiyeceğim. Birşeyler yapmalıyım. Birşeyler yapmalıyım. Yapmak zorundayım. Bir şekilde nerde olduğumu ve nasıl burdan kurtulacağımı bulmalıyım. Hiç bir çıkış yoktu. Elimi çenemi çenemin altına koyup düşünmeye başlarken. O sırada elinde kahve tepsisiyle gelen bir kız gördüm. Aklıma aniden gelen fikirle. Elimi kaldırarak. "Dur." dedim. Her iki yanında örgü yaptığı kahvrengi saçları nedense onda çok sevimsiz durmuştu. Beni görmesiyle yüzünde eşki bir ifade belirdi. "Ne var." diye tersledi hemen beni. Ona bir şey söyleme gereği duymadan hızla elinde ki tepsiyi alıp. "Ben hallederim. Sen git dinlen." dedim gülümseyerek. Bana anlamayarak baktı. Boşta kalan ellerine ve sonra benim elimde ki tepsiye baktı. Hiç bir şey anlamadığı belliydi. Sonunda idrak edince. Homurdanarak. "O özel." dedi. Ama bir yandan da ondan bu görevi aldığım için rahatlamış görünüyordu. Biraz çekingen bir tavırla gözlerimi masumca kırpıştırdım. "Sadece ne taraftan gideceğimi söyle yeter." dedim. Kız bir an tereddüt etsede. Yüzümde ki ifade onu tatmin etmiş olacak ki. "İyi Tamam. Götürebilirsin." eliyle üst katı işaret etti. "Şu merdivrnlerden çık. Orda ki cihaz sana yardımcı olacaktır. Kahveyi götürdükten sonra hemen gel." başımı onaylar anlamında sallayıp. Üst kata çıkan iki merdivene baktım. Gri taşlı olanı az önce indiğimdi. Diğeri gri merdivene göre çok lükstü. Basamakları parlak lacivert bir mermerdi. Trapzanlarından aşşağıya kadar bitkiler süslemişti. Bana nerde olduğumu açıklayan birileri lazımdı. Merdivenleri hızlı adımlarla çıktığımda. Kahve fincanından bir kaç damla kahve döküldü. Ama bunu umursamadım. Merdivenlerin sonunda. Lacivert bir hol karşıladı beni. Yanılmamıştım. Bu taraf gerçekten çok lükstü. Tavan kısmı tamamen goldtu. Etrafı incelemeyi bıraktım. Biraz daha yürüdüğümde. Lacivert duvar iki yana açıldı. Şaşkınca geriye çekilip neler olduğunu izlemeye başladım. Çok geçmedi ki açılan duvardan dışarıya bir robot çıktı. Buda neydi böyle? Ama normal bir robot değildi. Bu şey hologramdı. Ve kahretsin bana doğru geliyordu! Arkamı döndüğüm gibi tam koşacaktım ki. Arkamdan. "Bayan mehla karadan. Lütfen bu taraftan geçiniz. Size eşlik ve hizmet etmek için burdayım." çıkan kalın sesle birlikte yerimde put kesildim. İsmimi nerden biliyordu? Beni nerden tanıyordu. Üstelik bir robot. Acaba beni kurataran inanlar kimliğime mi bakmıştı. Evet kesinlikle böyle olmalı. Başka türlüsü olamaz. Cihaz. Aklıma gelen gerçekle şaşkına döndüm. O kızın bahsettiği cihaz bu robot hologram mıydı? Pekala sanırım bu yerde daha çok şaşıracağım. Yavaşça arkamı dönüp. Önden giden hologram robotu takip etmeye başladım. Az önce çıktığı o duvar tekrar eski haline gelmişti. Nasıl bir yerdi burası? Kendime hakim olamadan. "Neresi burası?" diye sordum. Belki istediğim cevapları o bana verebilirdi. "Mölüh tayribazlar köşkü." diye yanıtladı beni. Mölüh... Neden bu kadar tanıdıktı bu isim. Sanki daha önce bir yerden duymuş gibiyim. Burası bir ilçe yada kasaba gibi bir yer olabilir. Robotu takip etmeye devam ederken soru sormaya devam ettim. "Peki şey. Burası. Yani mölüh bir ülke mi yoksa şehir mi?" dedim. Çok geçmeden robot beni yanıtladı. "Burası ne bir şehir nede bir ülke." bir anlık durdum. Şaşkınca "Nasıl yani? Burası ne bir şehir nede bir ülke öyle mi? Peki tam olarak ne oluyor?" bir kapının önünde durduk bir kaç tüş sesi geldi. Bu sırada robot beni yene yanıtsız bırakmadı. "Bir şehir olmayacak kadar büyüklüğe sahip olduğu gibi. Aynı şekilde bir ülkeden de daha fazla. O yüzden ikisi de değil." Aklım almıyordu. Burası neresiydi. Nerdeydim ben? Ne ülke nede şehir. Hangi bölgeye gelmiştim ben? Bakışlarım robotu bulduğunda büyük gümüş bir kapıya vardığımızı gördüm. Kapı açıldığında robot içeriye girdi. Bende onu takip ederek içeriye girdim. Kapı tekrar kapandığında bir asansörde olduğumuzu idrak etmem uzun sürmedi. Ama içi bir asansör gibi değildi. Farklı bir teknolojiydi. Asansörün daha gelişmiş bir haliydi. Asansör hareket ettiğinde tekrar robota döndüm. İşte şimdi sorularıma cevap veren birilerini bulmuştum. Ellerimi çırpamak için denediğimde son anda elimde kahve tepsisi tuttuğumu farkettim. Neyse bu eylemei daha sonra da gerçekleştirebilirim. "Ee şey... Burası nereye bağlı. Yani Hangi ülkeye hangi bölgeye bağlı." robot dümdüz önüne bakarken o sırada asansör durdu. Kapısı çıkmamız için açıldığında. "Mölüh hiç bir yere bağlı değil." Ne demek hiç bir yere bağlı değil. Ne saçma bir cevap. Tam ağzımı açıp konuşmaya hazırlanıyordum ki. Robot bir anda bana dönerek. "Sohbetiniz için teşekkürler. Tekrar görüşme dileğiyle. Kendinize iyi bakın bayan karadan." dedi. Ve ortadan yok oldu. Öylece ondan geriye kalan boşluğa bakarken. Önümde ki kapı açıldı. Sanırım buraya robot olmadan gelemiyorlardı. Topladığım bilgiler şimdilik benim için yeterliydi. Kapı eşiğinden geçtiğimde. İçerden erkek sesi geliyordu. Siyah ve grinin hakim olduğu odada gözlerim ilk karşımda oturan adamı buldu. Biri daha vardı. Ama bakmadım ona. Bakışlarım dümdüz karşıya bakıyordu. Benim içeriye giremle birlikte konuşmaları kesilmişti. İkisinin bakışları beni buldu. Gözlerimin hedefinde sadece biri vardı. Tam karşımda siyah takımelbiseli bir adam vardı. Simsiyah gözleri. Ve siyah saçlarıyla. Oldukça yakışıklı bir adamdı. Gözleri direk olarak bedenimi keşfe çıktı. Beni ilk defa gördüğü gözlerinde ki duygudan belliydi. Yürüyüp kahveyi adamın önünde ki masaya koydum. Adamın gözleri hala benim üstümdeydi. Doğrulup önce boğazımı temizledim. "Şey..." diye geveledim ilk önce. Esmer adamın çok net bakışları vardı. Uzanıp kahvesini aldı. Ve arkasın yaslandı. Kahvesinden bir yudum alırken hala neden burda durğumu sorguluyordu. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki. Kelimeler dilimde dolandı. Çok tanıdık bir koku duyularıma karıştı. Sebepsizce kalp atışlarım hızlandı. Buruk bir his kondu kalbime. Sanki kar yağdı. Ve bedenim kara hazırlıklız yakalandı. Dudaklarım aralandı. Ama nefes alamktan başka hiç bir şey yapamadım. Gözlerimin hedefinde şimdi boşluk vardı. Yutkundum. Ama ağzımda ki o acı tat gitmedi. Zihnimde sesler yükseldi. Bir uğlutlu kulaklarımda meydana geldi. O burda. O burda ve yanında. Yanımda. Dön bak. Bakamadım. Ellerim üşümeye başladı. Neden üşüdüğümü bilmiyordum. Sahi neden üşüyordum ki? "Ben..." dedim. Ama devamını getiremedim. Kalp atışlarım daha da hızlandı. Hemen yanımda bir adam oturuyordu. Fakat bakamıyordum. Çünkü öylesine değidli. O ölesiyeydi. Saçlarım yüzümü örttüğü için ilk kez mutluydum. "Konuş." diyen sert sesi duyana kadar ne kadar uzun zamandır sustuğumu bile farketmedim. Zaman en çok durmasını istediğin zamanda hep fazla hızlıdır. Esmer adama döndüm ve. "Acaba bana ne olduğunu anlatabilir misiniz. Yada tam olarak şuan nerde olduğumu?" şuan öyle bir durumdaydım ki ne söylediğimi bile bilmiyordum. Üşüyen parmaklarımı içe doğru kıvırdım. Adam söylediklerimin üzerine biraz bekledi. Ve gülmeye başladı. Üzerimde acı bakışlar vardı. Belki acı değildi. Ama görmediğim bakışlar bana acı veriyordu. Nefesim kesiliyor, ama ifademi sabit tutmaya çalışıyordum. Bir an önce burdan çıkıp gitmek istiyordum. Adam gülmeyi kestiğinde. "Dışardan pek aptal birine benzemiyordun halbuki." diye söylendi. Kaşlarımı çattım. "Ne demeye çalışıyorsunuz?" Tek kaşını kaldırıp bedenimi bir kez daha süzdüğünde artık öflenmeye başlamıştım. "Daha önce senin gibi karşımda hiç bir kız böyle cesaretle konuşmadı." Ağzımı aralamamıştım ki. "Bitki çayı istediğimi hatırlıyorum." diyen ses oratama buz gibi bir hava kattı. Ürperdim. Ama asla belli etmedim. Omzumun üzerinden başımı çevirip sesin sahibine döndüm. Siyah teri koltuğuna yaslanmış bir bacağını diğerinin üzerine atmış bir şekilde umursamazca oturan adam ceaaretimi kırdı. Tekrar başımı çevirmemek için zor tuttum kendimi. Tarçın kokusu. Buz mavi gözler. Ve sonsuz karanlık. Öldürücü bir güzelliği almış buz mavilere sahipti gözleri. Eğer ona bahşedilen bu ödülünün farkında olsaydı şimdikinden daha fazla kibirli olmaz mıydı? Toprağın rengini çalmış saçları gözlerine siper olmuştu. Sanki o rengi benden gizlemek ister gibi. Sert yüz hatlara sahipti. Ve çenesi durmadan seğirip iki yana oynuyordu. Kalın dudaklarının arasından boğuk bir nefes aldı. Ve kırdığı dizinin üzerinde ki yüzüklü parmaklarıyla ağır bir ritim tutmaya başladı. Ben onun bedenini arşınlarken o tek odağı gözlerimmiş gibi bakışlarını hiç bir yöne çevirmiyordu. Gücünün cesareti gözlerine yansımıştı. Üzerinde siyah takım elbise vardı. Geniş omuzları vardı. İri ve kudretli bir bedeni olduğundam takım elbisese üzerinde hiç kimseye yakışmayacak kadar çok yakışmıştı. Sadece bu adam için yaratılmış gibi. Gözlerime bakmaya devam ederken. "Gözlerin." dedi. Aksanlı ve genzinden gelen boğuk bir sesle. "Haddi olmayana fazla cesaretli." dedi. Ses tonunda ki baskın tını bana kendimi hatırlattı. Boğazımı temizledim. Ve söylediklerini hatırlayarak. "Ben hizmetçi değilim." dedim düz tutmaya çalıştığım sesimle. Bana Hizmetçi dememişti. Ama iması bu yöndeydi. Başını yana yatırdı. Gözlerini kıstı. "Değilsin. Veya öylesin. Bana istetiğim cevapları vermek haricinde hiçbir şeysin." sözlerine sarfettiği acımasızlık ruhuma dokundu. Çenemi kaldırıp. "Buraya aşşağılnmaya değil. Ait olduğum yere gitmek için geldim." kibirli ve üsten bakan bu adam haddini aşıyordu. Hiç istifini bozmadan. "Eğer biraz daha karşımda böyle konuşmaya devam edersen." her bir harfini özenle seçerek birleştiriyordu. "Ait olduğun yere ben karar vermek zorunda kalacağım." Sözleri ölüm vadediyordu. Bana ölümü hissettiriyordu bu adam. Başımı çevirip esmer adama baktım. "Bana nerde olduğumu söyleyin artık. Ne bu kendinizi beğenmişlik. Kimsiniz siz tanrı mı! Ha eğer öyleyseniz o zaman bana bir iyilik yapın." ben sakin olmaya çalıştıkça sakinliğimi öfkeye çeviriyorlardı. Hemen solumda oturan adam. O kadar rahat ve kayıtsızdı ki. Bu umursamazlığı beni delirmenin raddesine getitti. Hiç pozisyonunu bozmadan. "Ruhan!" diye seslendi. Tahamülsüzdü. Derin derin nefesler alırken. Kapının açılması sesi. Ve hemen yaklaşan adım seslerini işittim. "Buyurun efendim." kalın bir erkek sesi biraz öteden geliyordu. Yanımda ki adam çenesiyle rahatsız olmuş gibi. "Bu sevimsiz bayana gideceği yere kadar eşlik etmemi istiyorum." dedi. Gözleri çok sert bakıyordu. Kolumda sert bir baskı hissettim. Başımı çevirip kolun sahine baktım. Ama o hiç bana bakmadı. Kumral bir bir gençti. Ama oldukça iri yapılıydı. Yüz hatları çok keskindi ve korkunç bakışlara sahipti. Bana konuşma hakkı tanımadan kolumdan çekerek götürmeye kalkıştığında. Kendimi geri çekmeye çalıştım. "Bırak beeni! Bana açıklamaya yapmayama kadar hiç bir yere gitmeyeceğim!" her ne kadar çırpınsam da adamda ki güç hayvan gücü gibi bir şeydi. Boşta ki elimle ona yumruklar. Ve hatta tekme bile attım. Ama yüzü ve bedeni sanki çeliktendi. Etki dahi etmiyordu. Dışarı çıktığımızda süratle ilerleyen adama beni bırakması için her şeyi yapıyordum. Gümüş kapıdan oldukça uzaklaşmıştık. Az önce geldiğimiz o asansöre doğru gitmediğimizi farkedince. "Nereye götürüyorsun beni!" kendimi daha sert çekmeye başladım. Fakat gram kıpırdamadı. O kadar hızlı gidiyordu ki nereye gittiğimizi bile bilmiyordum. Siyah bir kapının önünde durdu. Bir kaç işlem yaptıktan sonra. Kapı açıldı. Bu adamdan nefret etmiştim. Onca çığlığımı bağırışımı duymazdan geliyordu. Beni sertçe kapı aralığından içeriye soktuğunda. Burnuma yoğun rutubet kokusu girdi. Girdiğimiz yer ise farklı bir aletti. Ama eski ve bakımsızdı. O kadar kötü kokuyordu ki. Artık çırpınmıyordum. Bir elimle burnumu kapatmıştım. Girdimiz yer asansör gibi bir şeydi. yavaşça hareket etti. Hafif bir sarsılmanın ardından aşşağı inmeye başladık. Yanımda ki isminin ruhan olduğunu tahmin ettiğim kişi tekrar koluma asıldı. Yüzüme dahi bakmıyordu. Yan profilden görünen Yüzünde tek bir mimik dahi oynamıyordu. "Bıraksana." dişlerimin arasından tısladım. Burdan da kaçacağımı düşünecek kadar aptaldı. Ama yene olduğu gibi beni kayde almadı. Önüme döndüm. Makine gittikçe derine iniyordu. Buda beni ürkütüyordu. Beni nereye götürüyorlardı? Nasıl bir yere gelmiştim ben böyle. Bir şeyler düşünmeli ve hemen harekete geçmeliydim. Yoksa başım büyük beladaydı. Ama öncelikle havin'di bulmalıydım. Ben buraya geldiysem havin'de eminim burdaydı. Bir şekil nerde olduğumuzu. Ve ne yapıp edip bu cani insanların toplandığı yerden kurtulmalıydık. Eski makine nihayet durduğunda kapıları rahatsız edici bir sesin eşiğinde açıldı. Karşılaştığımız karanlık ve kasvetli bir koridor oldu. Ruhan denen adam beni çekiştirerek dışarı çıkarttığında. Nerde olduğumuzu bilmesem de yerin çok altında olduğumuz kesindi. Fazla havasızdı. Ve ışık nerdeyse yoktu. Sadece bedenleri seçebileceğin kadardı buda beni rahatsız eden en büyük detay oldu. Burda olmamalıydım. Hayır burası olmazdı.. Burası olamazdı. Olmamalıydı. Her taraf kir ve pislik içindeydi. Ama bu umrumda değildi. Karanlıkta kalamazdım. Yerde ki zemin yapış yapıştı. Kirli yerlerde duramam Etrafta hiç kimse yoktu. Yanlız başıma korkardım. Duvarlar karanlıktı. Işık sızmıyordu. Ve havasızdı. Nefes alamazdım. Kolumu bıraktı. Ve benden uzaklaştı. Etrafa baktım. Burda duramazdım. Hızla ruhan'a döndüm. Az önce çıktığımız makineye doğru ilerliyordu. O an ensesinde ki kartal pençeyi farkedebildim. Çok belirgin bir dövmeydi. Dev gibi bir bedene sahipti. Hızla koştum. Ve Kolunu tuttum. Bana döndü. Cılız ışığın altında gözlerinde ki ifadesizliği gördüm. Kolunu sertçe elimden çekti. Ve tam yürüyecekken tekrar elini tuttum. Bu sefer çekmesine izin vermeden. "Lütfen gitme. Beni de götür kalamam ben burda." yalvaran gözlerle baktım gözlerine. Beni hiç umursamadı. Elimi kolunun üzerinden itti. Tekrar tutmaya çalıştığımda beni sertçe itti. Öyle bir küvvetle itmişti ki dengemi korumadım. Kalçamın üzerine yere düştüğümde makinenin içine girdi. Ve siyah kapılar kapandı. Tamamen ortadan kaybolduğunda. "Sende şerefsizin tekisin!" diye bağırdım. "Allah hepinizin belanızı versin!" Boş bir koridora benziyordu. Ve sadece iki kapı vardı. Biri sağ tarafta diğeri sol taraftaydı. Ayağa kalktım. Ve kapılara doğru ilerledim. Burası da rutubet kokuyordu. Yene yanlızdım. Ve yene en ufak ir hatada cezalandırılmaktan kaçamamamıştım. Yasağı çiğnememeliydim. Yene yanlış yaptım. Kesik kesik nefes alırken. Sağ tarafta ki kapının önünde durdum. Kapı kolunu tutup çevirdim. Kilitli değildi. İçerde neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Kapıyı yavaşça araladığımda. Hiç kimseyi göremedim. Çünkü karanlıktı. Elimi duvarda gezdirdim. Parnağım bir düğmeye çarptığında hafif bir baskı uyguladım. Ve karanlık oda saniyeler sonra aydınlandı. Ama cılız bir ışıktı. Odanın içinde görmeyi beklediğim son şeyler vardı. Kitaplar. Şaşkınca odada ki kitap yığına baktım. O kadar çoktu ki. İçinde kaybolacak kadar. İçeriye girip ayağımın önünde ki mavi kapağa sahip kitabı aldım elime. Kapağın üzerinde farklı bir dille yazılmıştı. Ve ben garip bir şekilde bu dili anlayabiliyordum. Kitabın üzerinde. Kehanet ve ölüm yazıyordu. Buz kestim. Mölüh. Parmaklarım kapağını açtı. İlk satırında yazan tarih beni bozguna uğrattı. 2000. Benim doğum tarihim. Sayfayı çevirdim. Siyah mürekkeple yazılmış yazıları okuyabilmem çok şaşırtıcıydı. Bu çok saçma bir şeydi. Hiç bilmediğim bir dili bilemem. Okumam ise imkansız. Sayfada ki satırları okudukça soluğum kesiliyordu. Acının en sancılı çığlıkları onun ellerinde doğacak. Ateşin yakıcı sıcağı onun bedeninde var olacak. Yaktıkça daha fazlasını arzulayacak. Tehlike onun içinde ki canavarın adı olarak anılacak. Ve herkes ona saygı duyacak. O gün geldiğinde yarattığı enkazın altında ölen kişilerin arasında en değerlileri de olacak. Helloooo!
Nasılsınız bakalım? Güzel bir bölüm oldu. Düzeltilmesi gereken yerler var evet. Ama zamanla. Henüz bunun için erken. Kareketleri beğendiniz mi? Sahil hakkında ne düşünüyorsünğz? Yada mölüh hakkında? Biliyorum kafanız çok karışık. Ama aradığınız soruların cevaplarını ipucularla alacaksınız. |
0% |