@ebru2_yuva_
|
Bana hep 'çok güzel gülüyorsun.' derdin. Oysa en çok sen o gülüşleri benden almıştın. Bence sen yanılmıştın Bana gülmeyi değil. Ağlamayı daha çok yakıştırıyordun. Eğer öyle olmasaydı. Bu kadar çok ağlatmazdın. Ve ağlatırken pişman olmamak için hep gitmeyi seçmezdin.
💦
Geçmez dediğin zaman öyle çabuk geçiyordu ki sen hep aynı yerde kalacağını düşünürken günler birbirini kovalayıp geçip gidiyordu. Herşey olması gibiydi. Ama ben olması gereken yerde değildim. Çıkış yolları var mıydı? Ben artık var olduğunu düşünmüyordum. Çünkü bana bunu düşündürmüşlerdi. Düşündüklerim gerçekleşiyordu. Korktuğum herşey gerçekleşiyordu. Gerçek olmasından korkutuğum herşey gerçekti. Sadece ben değildim. Mölühteydim. Burasının ismi mölühtü. Şehir değil. Ülke değil. Kasaba değil. Burası mölüh. Hiç bir hitaba uymayan bir yer. Saklı diyar. Kabullendim. Fakat kabullenmediğim bir şey var. Ben neden burdaydım? Ne için. Kim İçin. Ager jahu haldrat. Onun ismi ager'di. Güzeldi ismi. Öğrenmek için çaba sarfettiğim ismini o kitapta öğrenmiştim. Ve onun hakkında daha bir çok şey öğrenmiştim. O tehlikeliydi. Göründüğün aksine çok farklı biriydi. Deli falan da değildi. Onun hakkında düşündüğüm herşeyde yanılmıştım. O çok başka bir adamdı. O gecenin sabahında beni bir yere götüreceğini söylerek götürmüştü. Peki nereye getirmişti? Beni kaçtığım o küleye getiemişti! Bağırıp çağırmış kaçmak için hamlede bulunmuştum. Fakat muhafızlar kollarımdan tutup beni zorla içeriye atmıştı. Ve yene cezalandırılmıştım. Hemde iki gün! İkinci günün sonunda sahil denen kız beni azarlayıp kendisiyle beraber bir odaya götürmüş. Önce bana o nefret ettiğim hizmetçi kıyafeti vermişti. Ardından ise bütün köşkü temizlettirmişti! Peki Neden yapmıştım bunu? Zaaflarımdan vurularak. Hep sakladığım o kusurlu zaaflarımdan. İnsan kendinden nefret edebilir miydi hiç? Ben çoğu kez etmiştim. Bir ormandayduk. Üzerimde o nefret ettiğim mavi ünlüğün yerine bu sefer farklı bir ünlük vardı. Bebek sarısı bir eteği giymiştim. Eteğin boyu bileklerimin biraz üstünde bitiyordu. içinde mavi çiçeklerin çoğunluk olduğu güzel bir etekti. Üzerime ise Takımı olan yene çiçekli bebek sarısı bir bluz, eteğin üstüne de beyaz bir ünlük takmıştım. İplerini belimin arkasında sıkıca bağlamıştım. Bu halimle masallarında ki kızlara benziyordum. Başımda bir saç bandanası eksikti. Gerçi sahil vermişti ama ben takmamıştım. Saçlarımı özgür bırakmayı seviyordum. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Elimde kocaman hasır bir sebeple birlikte elma toplamak için geldiğimiz bu yabani ormanda şuana dek hiç bir elma ağacı göremiştim. Şuan istesem kaçabilirdim. Ama kaçtığım an yene yakalanırdım. Çünkü bileğime değişik bir cihaz yerleştirmişlerdi. Kızlardan bana verilen mesafeden bir kaç adım uzaklaştığım an korumalar hemen dibimde biteceklerdi. Sinir krizi geçirmeme az bir vakit kalmıştı. Ve en önemlisi kitabı benden almışlardı. Bunun için de çok kızmışlardı bana. Bu kitabı nerde buludğumu. Ve nasıl bana ulaştığını sorup durmuşlardı. Beni koydukları yeraltı mahzende bulduğumu söyleyince de 'yalancı' diye suçlamışlardı. Bana neden inanmadıklarını bir türlü anlamıyorum. Oysa ki çokta dürüst bir insanımındır. Ormanın içinde yavaş adımlarla yürürken bir çare yolu bulmaya çalışıyordum. Birinin bana herşeyi en ince detayına kadar anlatması lazımdı. Ama kim? Yürürken uzaktan akan nehrin sesini işittim. Elimde ki koca sepetle birlikte nehirin sesini takip ederek oraya doğru ilerledim. Nehire yaklaştıkça bir takım seslerde duydum. İki kişi hararetli bir tartışmada gibiydi. Biraz daha yaklaşınca kavga eden ikili görüş açıma girdi. Yanılmamıştım. Gerçekten de kavga ediyorlardı. Yani em azından dışarda ki izlenimleri böyle söylüyordu. Dikkat kesilerek ikisini incelemeye başladım. Nehrin hemen yanında bir kız ve karşısında ise genç bir erkek vardı. Kızın üzerinde ki kıyafetler dikkatimi çekti. Kırmızı korseli bir elbiseydi. Elbisenin boyu bileklerinin üstünde bitiyordu. Sapsarı saçlara sahipti. Karşısında ki genç ise onun aksine esmerdi. Ve üzerinde koyu gri bir kostüm vardı. Kostümü kraliyet dizilerinde ki kostümlere benziyordu. Ama bu genç zırhlı bir askerdi. Bir ağacın gövdesinin arkasına saklandım. Beni görmemeleri için. Kız farkkı bir dil konuşuyordu. Ve ben garip bir şekilde bu dili biliyordum. Onları anlıyordum. Bu çok tuhaftı. Ama bunu şuan üstelemedim. Merakıma yenik düşüp pür dikkat onları dinlemeye koyuldum. "Beni kandırdın! Hayatında ki tek kadının ben olduğumu söyledin raaj!" "Evet öylesin saylın. Neden bunu anlamıyorsun seni aldatmadım." "Aldattın! Gözümle gördüm seni ve o kadını." Daha net Kızın yüzüne bakınca ağladığını gördüm. Demek sevgilisydi. Ve anlatyığına göre bu genç onu aldatmıştı. Kızın ismi saylın'dı. Genç çocuğun ise raaj. Ne garip isimlerdi. "Zaten ilk günden anlamalıydım ciddi olmadığını. İkimiz de farklı kılanlardanız." Klan? Ne klanı? Cinlerin klanı olurdu. Bunlar nasıl insanlardı! Onları daha net dinlemek için tam başka bir ağaca geçecektim ki. Kızın bir anda boynunda ki kolyeyi sertçe çekip koparmasıyla yerimde kala kaldım. Elinde ki kolyeye baktım. Üzerinde kartal pençecesi vardı. Bu pençe izini o davette ki nerdeyse butün insanlarında görmüştüm. Kız avucunda ki kolyeyi çocuğa doğru savurdu. Gözlerinde oluşan o nefret genç çocuğu yıktı. "Artık bitti. Herşeyiyle bitirdin raaj." söyleyeceğini söyleyip. hızla çocuğun yanından uzaklaştı. Raaj denilen genç bir kaç saniye bekledi. Kızın ardından öylece baktı. Ama hiç bir şey söylemedi. eğilip kızın savurduğu o kolyeyi yerden alıp avucuna aldı. Onu izlemeyi kesip genç kıza baktım. Tekrar raaj'ı kontrol edip. Kızın gittiği tarafa doğru ilerlemeye başaldım. Fazla uzaklaşamazdım. Ama eğer seslenirsem kız gelebilirdi yanıma. Evet bu kadarını başarabilirdim. Biraz daha ilerlediğimde ağaçların arasından hızla ilerleyen kızın bedeni görüş açıma girdi. Peşinden koşmak yerine durup. "Hey! Baksana!" arkasından seslendiğim an duraksadıö küçük omuzları gerildi. Büyük ihtimalle kim olduğumu soeguluyprdur. Yavaşça bana arkasını dönerken aramızda epeyce bir mesafe vardı. Çünkü kız çok hızlı yürüyordu. Ben ona bir adımdan daha fazla atamazdım. Kız beni gördüğü an irisleri büyüdü. Yüzü öfkeden kızarmıştı. Ama beni gördüğü için az önce ki öfkesini ertelediğini biliyordum. Şuan gözlerinde olan tek şey büyük bir şaşkınlıktı. Beni baştan aşşağı süzdü. Kaşları çatıldı. Beni tanıyordu. Beni gerçekten de tanıyordu. O zaman neden burda olduğumu da biliyordur. Boğazımı temizleyip. Uzatmadan "Şey ben size bir şey soracaktım?" al yanaklı çok sevimli bir kızdı. Bebek sarısı saçlarını yanlardan örük yapıp arkadan dokakyla tutturmuştu. Ve üst başına bakılırsa da zengin bir ailenin kızıydı. Bana doğru gelmek yerine. "Ne istiyorsun?" dedi. Hafif sinirli bir sesle. Gözleri etrafı kolaçan etti. Birilerinin onu görmesinden korkuyor gibiydi. Ben ona doğru adım atamazdım. "Şey biraz konuşabilir miyiz?" sesim biraz çekingen çıkmıştı. Kız benden küçüktü. En fazla 18 19 yaşlardaydı. Kız tekar etrafını kontrol ettiğinde. Konuşmakta ne kadar ciddi olduğumu anladı. "Tamam. Ama burda olmaz benimle gel." işte sorun da burdaydı. Ben gidemezdim. Üzerimde ki sarı çiçekli eteğin ucundan tutup kaldırdım. Ve alrmın takılı olduğu bileğimi ona gösterdim. Gözleri zaten bunu bildiğini söylüyordu. Sanırım buranın kurallarını bilmeyen bir tek bendim. "Gelemem!" dedim. Uzak olduğu için bağırmıştım. Kız sesimi yükselmeme. Elini dudaklarına koyup susmamı işaret etti bu sefer daha kısık bir sesle. "Gelirsem bu şey beni yakalattırır." "Yaklaş alrmın ötmsine izin vermeyeceğim. Onu kısa bir süreliğine etkisiz hale getireceğim." şaşırdım. Ama bunu belli etmedim. Belki gerçekten bu işi yapabilirdi. Ona doğru bir adım attığımda. Ellerini iki yana açtı. Ve mırıldanmaya başladı. Ve o an doğada bir sarsıntı oluştu. Gözlerini kapattı. Şaşkınca yerimde kaldım. Ne yapıyordu bu kız? Benim durmam üzerine elini hafif bir hareketle gelmem için işaret etti. Görmeden nasıl durduğumu anlamıştı? Bir adım daha attığımda. Ağaçların yapraklarının hareket ettiğini gördüm. Şiddetli bir rüzgar esti. Yapraklar sallanmaya devam etti. Neydi bu? Büyü falan mı yapıyordu. Nasıl bir dünyaya gelmiştim böyle. Korkuyordum. Allah kahretsin keşke hiç bu kızla konuşmasaydım. Toz toprak toplandı havada. Durmadan yürümeye devam ettiğimde. Bileğimde ki alrmdan kırmızı bir ışık yükseldi. Ve hemen sonra ise söndü o ışık. Alrm tamamen etkisiz hale gelmişti. Çünkü ilk taktıklarında. Mavi bir ışık yanıyordu içinde. Şimdi ise hiç bir ışık. Ama bu nasıl olurdı? saylın denilen kıza baktım. Susmuştu. Ve elleri her iki yanında öylece duruyordu. Bu kız hiç tekin değildi. Ve artık bana sevimli gelmiyordu. Rüzgar dinmişti. Ağaçlardan ise yapraklar düşmüştü. Herşey eskisi gibi olduğunda. Sessizlik tekar yerini aldı. Saylın'ının Yanına yaklaştığımda bir şey söylemeden arkasını döndü. Ne yaşamıştık öyle. Bu kız büyücü falan mıydı? Arkasından temkinli adımlarla yürürken. Kız büyük bir ağacın yamacına geçti. Bana dönerken sorgulacı bakışları üzerimdeydi. Yutkubmaya çalışarak. "Sen az ön-" sözümü tamamlamama izin vermeden o konuştu. Elini havaya kaldıeıp. "Öncelikle Ben büyücü değilim. Adım saylın. Burada yeni olduğun belli. O yüzden henüz bilmiyorsun kim olduğumuzu." Dudaklarımdan. "Nesin sen?" döküldü. Bir ücübeymiş gibi davranmış olabilirim. Ki zaten öyleydi. O az önce yaşadıklarımın başka hiç bir açıklaması olamazdı. Tek kaşımı anlamayarak havaya kaldırdım. Kıza dik dik bakarken. Ters bir ifadeyle. "Kimmişsiniz bana da söyle öğreneyim." elimde ki sebepeti yere bırakıp kollarımı göğsümün altında bağladım. Saylın göz teması kurmaya devam ederken. "Mölüh bildiğin gibi normal bir yer değil. Bu gördüğün herşey büyülerle kadim güçlerle ayakta. Burası denizaltı. Ve bu bölgede yanlızca ona ait olan insanlar yaşayabilir. Yani özel güçlere sahip olanlar." O kadar çok şey söyledi ki. Ben sadece bir kelimesine takıldım denizaltı. Ben şuan deniz altında mıydım? Göle girdim. Ve derine doğrü sürüklendim. Ve gözlerimi açtım kendimi burda buldum. Ağzım aralandı. Ama nefes almak haricinde hiç bir şey yapamadım. Orası bir göldü ama. Tek takıldığım bu muydu gerçekten? Deniz altında kimse yaşayamazdı. Oksijen olmazdı. Bir hayat bir yaşam kurulmazdı. Hele böyle bir dünya asla. Başımı çevirip etrafa baktım. Ağaçlara baktım. Ayaklarımın aktında ki toprağa sonra gökyüzüne. İmkansızdı. Çok imkansızdı. Büyü falan yalandı. Gerçek olamazdı. Saylın'e döndüm. Donmuştum. Oda benim gibi etrafına bakınıp. Ormanı işaret ederek. "Gördüğün herşey gerçek. Biz bir deniz altında yaşıyoruz. Ve evet biliyorum sizi buraya getiren bir göldü. En azından siz onu göl sanıyordunuz." En son söylediği kafamda takılı kaldı. "N- ne nasıl yani. Ne demek istiyorsun. Ben o göle girdim." ona öyle olduğunu açıklamak istiyordum. Ve hemen şimdi bu kızın bana anlattıklarının büyük bir saçmalıktan ibaret olduğunu söylemesini istiyordum. Öyle olmadı. Sustu. Sustum. Gerçek miydi? Gerçekti. Herşey gerçekti. Düşündüm o şehire gelirken. O göle girerken ki ruhsuzluğum. Ben mölühe ait olamazdım. Bu yanlıştı. Ve benim özel güçlerim yoktu. Düşündüğümü sesli söyledim. "benim özel güçlerim yok. Madem doğru söylüyorsun kanıtla o zaman. Söylediğin herşeye inanmam için bana bunu kanıtla." saylın donuk bakışlarıyla etrafa bakarken. Bakışlarını ağaçlardan çekip bana çevirdi. Sarı tutamlarından birini alıp parmağının arasında döndürüp. "Sana hiç bir şeyi kanıtlamak zorunda değilim. Bana sordun ve sana istediğin cevapları verdim. Eğer korkutuğun gerçeklerse eğer. Bir gün en büyükleriyle yüzleşeceksin. O günü bekle karadan." sıkkın bir ifadeyle. "Ben gidiyorum artık. Seninle yeterince konuştum. Bir an önce eve dönmem gerekiyor." sırtını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ben öylece yerimde kala kalmıştım. Gözlerim sırtının üzerindeyken aniden durdu. Omzunun üstünden bana dönüp. "Alrmın birazdan aktif hale gelecek. O zamana kadar onların yanına dönsen iyi olur." ve gitti. Hiç kıpırdamadım. Saniyeler geçti. Beni tanıyordu. Soyadıma kadar tanıyordu. Ormanda tanıdığım bir kız beni tanıyordu. Ama ben kimseyi tanımıyordum. Bir tuhaflık vardı bu işin içinde. Duyduğum herşeyi sindirebileceğimi hiç sanmıyordum. Uzun bir süre kabullenemeyecektim. Hatta belki hiç kabullenmeyecektim. Saylın ortalıktan kaybolduğunda bende daha fazla beklemedim. Yerde ki sebepeti alıp. Yürümeye koyuldum. Elimde ki boş sepetle geri döndüm. Nehirin yanından geçerken o çocuğun çoktan gittiğini gördüm. Aklımda sorular dört dönüyordu. Ben kimdim? Bu kurguda ki rolüm neydi? Ben mehla karadandım. 21 yıl hayatım boyunca hep kendi kararlarımı almış biriydim. Fakat şimdi. Öyle değildi. Kendi doğrularıma tekrar inanmak zorundayım. Herşeyi sil. Duyduğun ve bildiğin herşeyi belleğinden sil. Biz buraya ait değiliz. Biz mölühe ait değiliz. Zihnim bomboş bir delhizden farksızdı. Hiç bir şey bilmiyordum Tek gerçek buydu. Gülümsedim. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına ittim. Eteğin üzerine takmam için verdikleri beyaz önlüğün ön cebinden bir mandalina çıkartıp. ağır ağır soymaya başladım. Bu sırada gülümsemem hala yüzümdeydi. İşte şimdi mutluydum. Artık elma arayabilirdim. İstediğim herşeyi parça parça alıyordum. Ve bu güzel bir şeydi. Annem şimdi olsaydı benimle gurur duyar mıydı bilmiyorum. Ama ablam olsaydı bence benimle gurur duyardı. Beni severdi değil mi? Hem neden sevmesin ki? 🍊 İnsanlar hep doğru olmak zorunda değildi. Bazen doğru olmanın yolunda yanlış olmalıydın. Hatta herkesin dilinde yalancı o kötü insan olmalıydın. Ve sonucunda istediğini aldığında işte o zaman iyi niyetini herkese gösterebilirdin. Yada hep iyi rolü üsteleyip en kötüsü olurdun. Bu oyun yaşadığın sürece hep var olan bir şeydi. İnsanlar yaşadığı sürece kendini korumak geleceğini inşa etmek için hep farklı rolleri üstelerdi. Eğer birini kandıracaksan herkesi kandırmalısın. Ancak bu şekilde kazanabilirsin. Elma toplamıştım. Ama bana verdikleri sebepeti dolduracak kadar değil. Hem neden bir sebepeti doldurayım ki. Bu sefer beklentileri büyürdü. Ve hep isterlerdi. O yüzden az getirmiştim. Bu şekilde beni belki artık elma toplamak için göndermezlerdi bu yere. Elimde kocaman kırmızı bir elmayı yiyerek. Kızların buluşma noktasına geldim. Nehirin yanında oturup akan suyu izlemeye başaladım. Evet o nehire yene gelmiştim. Çünkü o sahil böyle istemişti. Allah bilir şimdi sırf kendini göze koymak için bir çuval elma sırtlayıp getirmiştir. Buraya kalabalık bir grup halinde gelmiştik. Hiç tanımadığım kızlarda vardı aralarında. Onların önlükleri turuncu beyazdı. Bizim ki ise sarı beyazdı. Buda demektir ki. Aynı mutfakta o kızlar çalışmıyordu. Yada aynı işi yapmıyorlardı. Elmadan bir ısırık daha alıp başımı kaldırdım. Ve gökyüzüne baktım. Bugün hava yene bulutluydu. Zaten geldiğimden beridir hiç güneşli görmemiştim. Bugünle birlikte tam bir hafta oluyordu. Tam yedi gündür burdaydım. Ve görünüşe bakılırsa burda kalmaya devam edecektim. Çünkü butün gidiş yollarımı kapatmışlardı. Yedi gün içerisinde bir çok şeyi öğrenmiştim. Mesela saat kaçta kalkıp kaçta mutfağa girdiklerini, Ne zaman kahfaltı ettiklerini, Öğlen yemeğini kimin hazırladığını, O küleyi her gün kimin temizlediğini, Herşeyi öğrenmiştim. Gitmek haricinde. Ve o adamı. O gündem sonra bir daha hiç görmemiştim. Sanki ortadan yok olmuştu. Bir kaç kişiye sormuştum ismini. Aldığım tek yanıt şuydu. "Sus kimse duymasın. Ona böyle hitap edilmez. Kahya duyarsa seni cezalandırır O imparator. Ona yanlızca efendim diyebilirsin." O adamda sır gibi bir şey vardı. Aurası çok güçlüydu. Bunu her ne kadar imparator olmasına bağlasam da bir sorun vardı. Sınırsız bir güç ona armağan edilmişti. Ve dahası da vardı. Elmadan bir ısırık daha aldığım sırada. Kızlar geliyordu. Bakışlarım hemen ellerinde ki sepetleri buldu. Hepsi ellerinde ki sepetleri doldurmuş yaklaşıyorlardı. Gözlerim tanıdığım kızları buldu. Dalga yene isyan ediyordu. Balen kiloları için sitem ediyordu. Sahil ise hepsini azarlıyordu. Tabi bayan mükemmel herkeei kendisine benzetmeye çalışıyordu. Kızlar bana yaklaşınca hepsinin bakışları beni buldu. Yerimde rahatsızca kıpırdandım. Tabi Benden önce bakışları sepette ki elmaları bulmuştu. Hepsinin gözleri irice açıldı. Daha sonra birbirlerine bakıp benim hakkımda fısıldaşmaya başladılar. Ama aralarında beş tanesi açık açık yüzüme bakarak. 'Sen Ne yapıyorsun' dercesine bakıyorlardı. Bakışlarına omuz silkmekle yetindim. Sahil'in mavi gözleri beni öldürecek gibi bakıyordu. Dalga ayıp eder gibi bakıyordu. Balen ise kendinden başka sitem edecek birini bulduğu için mutlu gibiydi. Deniz ise yene içinde beni eleştiriyordu. Ve buraya ilk geldiğim gün elinden kahve tepsisini aldığım mavi. O kızın ismi mavi'ydi. Daha doğrusu burda ki insanlar onların isimlerini değiştirmişti. Neyse ki benim adımı değiştirmeye kalkmamışlardı. Bunun için şanalıydım. Gerçi öyle bir şey yapsalar bile ben onlar gibi iaat etmek yerine karşı çıkardım. Kızlara bakmaya devam ederken sahil öne doğru bir adım atarak. Elinde ki elma dolu sepeti yere bıraktı. Eğer insan öfkesiyle birini öldürebilirse o kişi şüphesiz sahil olurdu. Ellerini hayret eder gibi havaya kaldırıp. Öfkesinin içinde şaşkınca bana bakarak. "Eğer biri bana intihar etmenin yollarını sorarsa. Hiç düşünmeden sen diyeceğim." bence abartıyordu sahil. Yani hiç bir şey yapmamıştım. Ben gayet uslu duruyordum. Oturduğum yerde sahil'e bakmaya devam ederken. Tek kaşımı havaya diktim. "Bana iftira atmayı bırak. Ben söylediğiniz herşeyi yapıyorum." hakkımı her zaman yemeyi seviyordu. Kendisine ters ters bakarken. Balen konuşmaya başladı. "Son bir haftadır yaptıklarını saymamızı ister misin canım?" hepsi birbirinin arkasını kolluyordu. Tabi ne bekliyordum ki. Ama bende onlara hakkımı yedirmezdim. Balen'i baştan aşşağı süzüp kinayeyle. "Ne yapmışım ben. Bulaşık yıka dediniz yıkadım. Yemek yap dediniz onu da yaptım. O koca küleyi temizle deniniz kocaman küleyi tek başıma didik didik temizledim. O Yaptığım kahveleri saymıyorum bile." beni pür dikkat dinlediler hepsi. Elimle bileğimde ki aktif alrmı işaret ettim. "Bana elma topla dediniz kabul ettim. Üstelik ayağıma bu şeyi bağlamanıza bile izin verdim." işaret parmağımı kendime doğru tutarak. "Şimdi söyleyin bakalım kim haklı." kaşlarımı çatarak her birinin surat ifadesini izledim hepsi benden nefret ediyordu. Benim de pek onları sevdiğim söylenilmezdi zaten. En son bakışlarım sahil'de durdu. Bir elini beline koydu. Diğer eliyle örgüsüni omzundan arkaya attı. Yüzünde bezginlikten ziyade tahamülsüzlük vardı. Kimseye konuşma hakkı vermeden lafı kendisi devraldı. "Ben söyleyim. Bulaşık mı yıkadın. Çoğunu kırdın geri kalanını kirli yıkadın. Yemek mi yaptın? Bir tencere yemeği yaktın. Diğer tencereye de bir çuval tuz koydun. Ve temizlemene gelirsek." en önemli konu buydu. Bu yüzden sona saklamıştı. "Hasta ayağıyla bütün küleyi çalışan kızlara temizlettirdin. Ve yaptığın kahvelerin hepsi de kaynatılmaıştı. Elma toplamaya geldiğin için de." daha fazla dinlememk için. "Ay tamam!" ayağa kalktım. Yere buraktığım sepetin kulpunu kavrayıp. "Yaptığım kahveler de gayet güzel ve kaynamıştı. Kaynamasaydı o efendileriniz içmezdi." diyip tavırla yanlarından geçerken arkamdan balen'in gülüşünün sesini duydum. "Kız zaten içmediler ki. Senin yaptığın bütün kahveleri sahil döküp tekardan yaparak gönderdi." Bu tam sahil'den beklenecek bir hareketti işte. Kendisi beni kıskanıyordu. Hem güzelim kahvelerimi ne cüretle dökerdi. O kadar emek vermiştim ben onlara! Kızları arkamda bırakıp yürürken sahil'in arkamdan homurtusunu duyuyordum. "Yürüyün ne bekliyorsunuz. Sanki bir ilk yaşadınız. Bu büyücü şeytan kızıl. Her gün saf ayağıyla hepimizi kullanıyor zaten. Niye şaşırıyorsunuz ki!" Kendisine baksın önce. Ve ayrıca neden hep saçlarımdan vuruluyordum? O kadar çirkin miydi saçlarım? Yoksa herkesi kıskandıracak kadar güzel olduğu için mi kızıl olmam bir suçtu. Küleye gidiş yoluna girdiğimizde içim nedense daraldı. O küleye gitme düşüncesi bile tüyler ürperticiydi. Orda yaşayan o kadınlar. Hepsi o kadar kibirli ve egoluydu ki. Hiç birini görmek istemiyordum. Özellikle de o efendileri. Hiç bir şey beyenmeyen en ufak direnişinde ceza veren o varislerden nefret ediyordum. Burda ki herkesten nefret ediyordum. Kendimden bile nefret ediyordum artık. Hepsi bu insanlar yüzündendi! Güzelim bedenimi resmen bir hafta içinde düşman etmişlerdi bana. Hepsinin nefret ettiği saçlarımı savura savura önlerinden yürümeye başladım. Madem gitmeme izin vermiyorlardı o zaman bende kalırdım. Yüzümde şeytani bir gülümseme oluştu. Yürürken kendi kendime mırıldandım. "Sizi öyle bir duruma getireceğim ki. Kendi ellerinizle bana çıkışı göstereceksiniz." ** "Acı sana armağan olacak. Ay güneşe güneş ise zifirden farksız olacak. Uyuyan tüm o ruhlar kalktıktığında. Bir imparatoriçe doğacak. O hep var olan uyuyan savaşçı. " İmparator. Ve imparatoriçe? Aklımda soru işaretleri doluydu. Nerden başlayıp cevap bulacağımı bilmiyordum. İstesem de unutamıyordum. O kitabın sözleri hep kafamda dönüp dolaşıyordu. Bir türlü belleğimden silemiyordum. Nefeslerim sıklaştığında. Başımı kaldırıp göğe yükselen küle'eye baktım. Bir küleden çok saray. Ve bir köşk kadar ihtişamlı. Ama küle deniliyordu. Etrafı ağaçlarla sarılı. İçi kasvet doluydu. Acı hissediyordum bu külede. Bakınca nedensizce gözlerim doluyordu. Acı yoktu. Bana odaklı bir geçmiş yoktu bu külede. İnsan kendini iyi kandır ama hislerini asla kandıramazmış. Ben hislerimi kandıramıyordum. Düşüncelerimi bile kandırabilecek kadar güçlüyken hislerime hakim olamıyordum. Sahil arkadan beni dürttüğünde ancak daldığım yerden ayrılabildim. Öylesine ulaşılmaz geliyordu ki. Asla ulaşamayacağını sanıyordun. Ama bir o kadar imkan halindeydi. Hiç bir şey imlansız değildi. Ben bunu kanıtlamaya çalışıyordum. Fakat bazı şeylere bakınca ne kadar imkansız olduğunu da farkedebiliyordum. Gideni geri getiremezdin. Öleni diriltemezdin. Kaybolanı bulamazdın. Bir yarayı kapatamazdın. Çünkü onlar gerçekte değidli. Onlar gözler ardındaydı. Hep araftaydılar. O yüzden asla göremez bulamaz iğleştiremez Geri getiremezdin. Bunlar işte imkansızdı. Çünkü ruha vurulan her darbe gerçekti. Ve onu geri almak da imkansızdı. İmkansızlık ruha mahsustur. Beklemek yerine yürümeye başladım. Adımlarım geri geri gitmek istiyordu. Buna inat kalbim sanki olması gereken yer burasıymış gibi kalmak için sebepler üretiyordu. Fakat gözlerimin için yanlızca nedensiz gözyaşlardı. Gözyaşlar asla öylesine değildir. Vardır onların da ölesiye bir nedeni. Bende hiç bir sebep yoktu. Avluya girdiğimizde kahyanın bizi beklediğini gördün. Sabırsızlıkla etrafına bakıp duruyordu. Sataşacak yer arıyordu. Ona kahya demek yerine bay kamei diye hitap ediyorlardı. Ama ben herkesin aksine ona kahya diyordum. Sanırım en çok da o benden nefret ediyordu. Çünkü onu dinlemiyor ve sözünü çiğniyordum. Kahyanın yanına geçmek yerine mutfak bölümüne doğru ilerlemeye başladım. Fakat gitme eylemim sahil'in kolumdan tutmasıyla engellendi. Başımı çevirip yüzüne baktım. Ne var dercesine yüzüne bakarken. Sahil konuşmadan kaşıyla kahyayı işaret etti. Bu bakış çok netti. Anlaşılan azarımı yemeden gitmeyecektim. Tabi işlerini görmüyordum. Sahil'in kolunu itip rotamı kahyaya çevirdim. Kahyanın öfkeli bakışları anında beni buldu. Hoş zaten kapıdan adımımı attığım an itibarıyla benim üzerimdeydi. Başımı dik tutup omuzlarımı da kaldırdım. İşte bu duruşumdan çok nefret ediyordu. Kahyayla aramda bir kaç adım mesafe kalarak durdum. Ve bay kamei'nin öfkeli bakışlarının aksine ben ona gülümsedim. Elinde ki kırbaçı bana sınırlarımı zorlamamam gerekttiğini hatırlatmak için bir kez yere vurdu. Zeminde yaratılan o korkunç ses Çocukluk anılarıma sızdı. İfademi düz tutmaya çalıştım. Ama bu imkansızdı. Karşımda ki adamın bütün yüz kasları sinirden kasılmıştı. Gözlerim içine öfkeyke bakarak. "Yüz gördükçe iyice arsızlaşıuorsun. Eğil!" hiç kıpırdamadım. Hemen arkamda kızlar duruyorlardı. Başımı eğmedim. Dimdik ona bakmaya devam ettim. Bana hiç bir şey yapamazdı. Biliyorum sınırlarımı zorluyordum. Ama burdan kurtulmak için yapmak zorundaydım. Sonunda benden bir halt olunmayacağını anlayınca beni bırakacaklardı hepsi bu. Kırbaç bir kez daha zeminle buluştu. Hareketsiz kalmaya devam ettim. Gözlerimi bir kez bile kırpmadan gözlerine korkuzca bakmaya devam ettim. bunun için çok kendimi zorluyordum. Çünkü çok korkunç bakışları vardı. Kahya dişlerini sıkmaya başladı. O elinde ki kırbaşla beni dövmemek için şuan üstün bir çaba sarfediyordu. Keskin çenesi seğiriyordu. Bana olan nefreti biraz daha büyümüştü. Ben bana ceza vereceğini sanırken o sandığım şeyi yapmadı. Sakinleşmek adına gözlerini yumdu. Onu hiç bir şekilde dinlemeyeceğimi oda biliyordu. Şuan zaaflarımı düşünüyordur eminim. Bir kaç saniye sonra gözlerini açtı. Ve burun kemerini sıkmaya başladı. Fakat Aniden aklına bir şey gelmiş gibi bakışlarını elinden çekip bana çevirdi. Gözlerine o kin nefret oturdu. Ama bu sefer başka bir şey gördüm orda. Gözlerinde şeytani bir parıltı oluştu. beni baştan aşşağı süzdüğünde istemsizce kasıldım. Hayır gardını sakın indirme. Gülümsdğinde. "Seni öyle bir yere göndereceğim ki. Kiminle uğraştığını anlayacaksın. O başını sana eğtirteceğim." Korktum. Ama bu gülümsememe neden olmadı. Çok sevimli bir ifadeyle. "Bana hiç bir şey yapamazsınız. O kadar merhametsiz biri değilsiniz." yapardı. Hemde çok daha fazlasını yapardı. Ama onun da belirli sınırları vardı. Hepimiz gibi. Gözlerimin içine keyifle baktı. "Seni imparatorun hizmetiyle görevlendiriyorum. Bundam sonra onunla ilgileneceksin. Tek bir hatanda yüz kırbaç cezası alacaksın." yüzünde pis bir sırıtış oluştu. Öylece yüzüne baka kaldım. Ne diyordu bu adam? Ne imparatoru? Benim o adamla hiç bir işim olmazdı. Arkamda bir kaç kızın konulmasını duydum. "Eyvah çok yazık olacak bu kıza." "Ne yazığı. Aptal mısın? Böylelerine anca böyle görevler verilir. Bir kaç gün burnu sürtsün orda." "Varya ordan geldiğinde ki yüz ifadesini çok merak ediyorun. Bakalım o çirkin saçlarını savurabilecek gücü bulacak mı kendisinde." Çirkin saçları. Hayır saçlarım çok güzeldi. "Boyayla falan rengini değiltiremez miyiz acaba?" "Hayır saçlarımın rengini değiştirmem asla!" "Kapa çeneni! İnsanların maskarası olduk senin yüzünden. O saçlarını keseceğim." Düşüncelerimi kafamdan çıkartım. Zihnim uyduruyordu sadece. Saçlarım güzeldi. Elimle omzumda ki kızıl tutamlardan birini aldım. Aldığım gibi hızla bırakmak zorunda kaldım Kahyanın Söylediklerinin neye mal olacağını idrak edince Dehşete düştüm. Kızların neden şimdi benim hakkımda keyifle konuştuklarını daha iyi anladım. Elimi kaldırıp hızla itiraz ettim. "Hayır! Böyle bir şeye hakkınız yok. Siz bir kahyasınız patron değil. Bana istediğinizi yapamazsınız!" bağırmam keyifini daha da yerine gelmişti. İşte şimdi bana verdiği cezadan memnun olmuştu. Eğer karşı çıkmasaydım iklimde kalacaktı. Ve bu direnişim ona doğru yolda olduğunu söylemişti. Kahya Beni dinlmek yerine kızların getirdiği elmaları kontrol etmeye başladı. Hışımla Önüne geçtim. "Bakın. Ben özür dilerim bir dahaki sefere işimi çok iyi yapacağıma söz ve-" beni iterek önünden çekti. Gözlerinde bana odaklı öyle büyük bir nefret vardı ki. Bu nefret bana herşeyi yapmasına neden olurdu. Tekrar işinin başına dönmeden önce. Kapıda ki muhafızlara dönüp. Eliyele beni işaret etti. Başımı iki yana salladım. "Hayır lütfen." bana bakmadı bile. Lanet olsun. Geri sar. Geri sar. Toparla. Acil bir şeyler yapmalıydım. Fakat bu düşüncem onun muhafızlara seslenmesiyle yok oldu. "Muhafızlar! Derhal götürün onu burdan!" HELOOOOOO ve yedi bölümün sonuna geldik! Mehla'nın aklı karışık. Ve bir o kadar da tecrübeli. Sizce de bu işte bir gariplik yok mu? Mehla kendisine unutturuyor hemde bir saniyede. Bu çok tuhaf bir durum. Kendisini mutlu anıların içindr görmeyi istiyor. Onu mutsuz eden hiç bir şeye inanmak istemiyor. Ve gelelim kitaba. Ölüm ve kehanet. Kitabının içinde ki satırları bölüm içerisinde okumaya devam edeceğiz yaşanılan farklı olaylarda sözcükleri meydana gelecek. Mehla elbette okuduğu yada bildiği hiçbir şeyi bizimle paylaşmayacak. Ama biz dolaylı yollardan öğreneceğiz. Ve son olarak: mehla'nın imparatorun hizmetiyle görevlendirilmesi. Buda demek ki artık ager jahu sık sık göreceğiz. |
0% |