Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Bölüm: UKDE.

@ebru2_yuva_

Bana ölmeden mezar oldun. Sen acı vermedin. Hissettirdin. Ruhuma gömdün o çığlıkları. Bugün kabuslarımdalar. Zihnim boş bir delhizden ibaret. Ellerim titriyor. Bugün gökyüzü bana korkunç geliyor. O herzaman ki mavi ama sanki bugün o güneş hiç doğmamış ve gece bu gündüzü kirletmiş gibi. Nefes alsam sanki boğulacakmışım gibi.

Nefesim ol derken ölümüm oldun.

 

💦

 


Eskiden şarkı söylemeyi çok severdim. Şarkılar benim olmazsızımdı. Hep hayalim bir gün şarkıcı olmaktı. Herşeyden çok şarkıcı olmak istemiştim. Hatta kendi kendime şarkı söylerdim. Kendime bir şarkı bile çıkartmıştım. Kendime bir şarkı çıkarttım. Hiç bir vakit söyleyemediğim bir şarkı. Bana yasaktı çünkü. Yasak olanlar asla söylenilmez yapılmazdı.

 

Bir şarkım vardı benim. Hiç bir zaman söyleyemediğim o şarkı hep içimde ukde kalmıştı.

 

Birşeyler hep yarım kalır. Bazı hikayeler masallar gibi, Tamamlanamaz. Her hayalin gerçek olmazdı. Eğer olsaydı onlara hayal denilmezdi değil mi? Benim bir çok hayalim vardı mesela. Gerçekleştirmeyi çok istediğim o hayaller çok çabalamama rağmen nedense gerçekleşememişti. Görünmez bir engel vardı önlerinde hep. O engeli hiç bir zaman göremiş ve ortadan kaldıramamıştım. İstediğim herşey yarım kalmıştı. Bir gün gerçekleştirebilir miydim hiç bilmiyordum. Umut da yoktu zaten.

 

Ama bu üç hayalim için savaşacaktım. Onları başarabilmek için herşeyi yapardım. Çünkü benim bir sözüm vardı. Sözler eskide kalıp unutulmazdı. Benim anneme bir sözüm vardı. Çocuklar verdiği sözleri unutmazdı.

 

Ben herşeyimi unuturken bile o sözü hiç unutmadım.

 

Beynime kazıdığım herşey kaldığı yerdeydi. Ben dahi silemezdim onları. Hep vardılar. Ve varolmaya devam edeceklerdi.

 

Gözlerimin önünde ki sis perdesini çekemiyordum. Geçmiş gözlerimin önündeydi. Dün gibi. Ama bugün unutulmuştu. Öylesine yakın hatıralar uzaklaşıp silikleşmişlerdi. Buruk kahkahalar zihnimin derininde bana gülümsüyorlardı. Hepsi benim eserimdi. İnsanın sanatı elleri ve gözleriydi. Benim sanatım zihnimdi. Herşey orda gizliydi. İnsanın gizemi sır perdesidir. O perde elbet bie gün açılırdı geriye. Fakat benim perdem zihnimdeydi. Hiç bir ışık sızıp karanlıkta ki anılara aydınlık olamazdı.

 

"Söylesene benden ne istiyorsun sen?" sesi kısılmıştı. Benim de sesim kısılmıştı. Ona hiç dönmedim. Düşünceliydim. Dizlerimin üstünde ki ellerimi kıpırdattım. "Sen benden ne istiyorsun?" soruya soruyla karşılık verdim. Olması gereken buydu. Rolünü hep iyi oyna. Dakikalar sonra önüme düşen saçlarımın ardında dönüp sahil'e baktım. İkimiz de ceza almıştık.

 

Sebebi çok açıktı. O benim saçlarıma yapışmıştı. Bende boş bulunmayıp örüklerini tutup çekmiştim. Bundan hiç şikayetçi değildim. Sebepsiz yere beni dövmüştü! Tabi bende dövmüştüm ama onun kadar cani değil. Gerçi şimdi yüzüne bakınca yeni yeni yüzünde ki tırnak izlerini görebiliyordum. Yüzünü çizmiştim. Ama o kavga anında ne yaptığımı bilmeyerek yaptım. Yoksa ben çok uslu hanımefendi bir kızdım.

 

"Bela okumuyorum artık. Nasıl bir musallatsan bela bile gelip seni bulmuyor!" kötülerin duası kabul olmazdı. Önüme döndüm. Dizimin üzerinde ki elimi havaya kaldırıp yanağımı kaşıdım. "Ben musallat falan değilim. Ayrıca kötülerin beduaları kendilerini bulur sende pek işe yaramamıştı." iki koldan örük saçlarının bir tarafı açılmıştı. O çok sevdiği örüklerini çözdüğüm için delirdi. Saçları dokunulmazıydı. Bu konuda bir benzerliğimiz vardı. Çünkü bende saçlarımı çok seviyordum. Ama Onun gibi saplantılı değilim elbette.

 

Ona ters bir bakış atıp parmaklarımla saçlarımı taradım. Hiç bir şey olmamış gibi davranıyordum. Sahil bana bakmayı bırakıp önüne döndü. Oda saçlarını örmeye başladı. Göz ucuyla ona baktığımda. Kendi kendine homurdandığını gördüm. "Allah'ın yaratıyorsun bari sahip çık şu deli kullarına."

 

Ben deli değildim!

 

Hızla ona döndüm. Saçlarımı taramak için araladığım parmaklarım o sözü duymamla birlikte titremeye başladı. Zihnim alarm verdi bu sese. Susması gerekiyordu. Kendimde olamadan bağırdım. "Ben deli değilim!" ani yükselişime şaşkına döndü. Sol omzuna düşen saçlarını ören parmakları hareketsizce durdu. Bu tepkime afalladığı kesindi. İşaret parmağımı ona doğrulttum. "Ben deli değilim." daha sakin bir sesle konuştum bu sefer. Sahil hiç bir tepki vermediğinde Önüme döndüm ve saçlarımı elimle taramaya devam ettim. "Deli değilim." kendi kendime mırıldanarak saçlarımda ki düğümleri çözmeye çalıştım. Başımı iki yana sallayıp. "Değilim. Ben gayet iyiyim. Deli değilim." titriyen parmaklarım saçlarımda ki düğümleri çözmekte zorlanıyordu. Kulaklarımda sarsıcı bir uğultu vardı. Zihnim acımasızlığıyla beni aciz bırakıyordu. Çaresiz değildim. Hiç bir zaman olmadım. Dışardan gelen hiç bir sesi işitmiyordum. Gözlerim bomboş karşımda ki duvara bakıyordu. "Değilim Değilim. Ben deli değilim ki. Neden olayım ben... Ben gayet iyiyim."

 

İyiydim. Yanlış düşünüyordu. Ben iyiydim. Deliler normal konuşamzdı ki. Deliler hep güler, Onlar hep durduk yere üzülür, Bunların hiç birisi bende yoktu. Düşündüklerimle gülümsedim. Ben deli değildim. Parmaklarımda ki titreme hafiflediğinde kulaklarımda ki o uğultu kendini sakinliğe bıraktı. İyiydim. Artık iyiydim. Hemde çok iyi. Kendimi son anda kurtarmıştım geçmişe gitmekten. Oraya yeniden dönmek bir felaketti.

 

"Sen iyi değilsin."

 

"Sen çok mu iyisin sanki?"

 

"Az önce ki hareketlerin neydi öyle? Manyak falan mısın sen?"

 

"Bana manyak deme."

 

"Senden eğer kurtulursam. Yeminim olsun Dünyanın en iyi insanı olacağım."

 

"Ol. Sana engel olan mı var. İstediğin herşey olabilirsin."

 

"Ya senin yüzünden düştüğüm şu hale bak. Başıma bela ol diye sana her ay para mı veriyorlar?"

 

"Kimseden para almadım ben."

 

"Allah kahretsin seni. Yapmadım, almadımb gitmedim, Bune papağan gibi ötüyorsun başımda."

 

Ona hiç dönmeden saçlarımı taramaya devam ettim. "Papağan değilim ben." agresif bir sesle konuştuğumda. "Bugün de bitsin. Artık hiçbir şey istemiyorum."

 

"Benim hakkımda konuşma." ona hala küstüm. Bana o kadar hakaret etmişti ki artık. Bir süre sonra saymayı bırakmıştım. O odada yaşadığımız tartışmadan sonra iki adam kollarımızdan çekiştirerek bizi bir yere getirtmişti. O sıra bile birbirimizle kavga etmenin derdindeydik. Sahil'i çok fena sinirlendirdiğim için sonucu çok kötüye mal olmuştu.

 

Ama sonunda o örüğünü çekmiştim ya içim rahat etmişti. Saçlarımın düz olduğundan emin olduğumda artık parmaklarımı arasından çıkarttım. Yüzüme düşen saçları çekerken. Göz ucuyla sahil'e baktım. Göz göze geldik. Bana köti kötü bakıyordu.

 

Uzun bir süredir bir yerde tutuluyorduk. Tutulduğum yerde köpek bağlasan durmazdı. Biz bağlanmadan dutuyorduk. Neden? Çünkü cezalıydık!

 

Duvarlara baktım. Kir içindeydi. Işık vardı neyse ki. Ve içimden keşke olmasaydı diye geçirdim. Işığın aydınlattığı her taraf kir içindeydi. İki ayrı demir bank vardı. Sahil bir tarafta ben bir taraftaydım. Aramızda demi bir tel vardı. Yani bu şekilde birbirimizle kavga etsek bile zarar vermezdik. Yanılıyorlardı ama. İnsan hiç bir zaman fiziksel olarak zarar görmezdi. İnsanın zararı ruhsaldı. İşte ruha vurulan o darbenin damgasını silemezdin.

 

Ben silememiştim mesala.

 

Ama buraya geldiğimizden beridir tek bir şey düşünüyordum. Ve düşündüklerimi sesli söyledim. "Acaba sen mi imparatorun hizmetini yapacaksın yoksa ben mi?" elimi çenemin altına koyup düşünmeye başladım. Sahil bir küfür savurdu.

 

Elini telin arka tarafından bana doğru sallayarak. "Bak hala hizmetçi diyor. Delireceğim ya! Bana bak seni kızıl canavar benden uzak dur artık! Yeterince musallat oldun. Git diğerlerine bulaş biraz!"

 

Kimseye bulaştığım falan yoktu. Beni neyle itham ettiğini bilmeden konuşuyordu. Kırıcıydı. Onun yüzünden buraya düşmüştük zaten. Bu yetmezmiş gibi hala tereyağlı gibi üste çıkıyordu. Ne olurdu yani itaat etse. Ama yok bana gelince hep katı kurallı. Onun yüzünden burda tutuluyorduk. Bize zaten yemek vermemişlerdi. Üstüne üstlük su bile vermemişlerdi. Bunlar nasıl insanlardı.

 

Bizi resmen bile bile ölüme terketmişerdi. Açtım. Hemde çok aç. O ormanda yediğim mandalinadan ve elmadan sonra hiç bir şey yememiş içmemiştim. Elimi önlüğün cebine götürdüm. Sırıttığımda. Sahil yan tarafta. "Senin bu tavırlarından ölesiye korkuyorum artık."

 

Başımı çevirip ona baktığımda. Benden gerçekten korktuğunu gözlerinden anladım. Elimi önlüğün cebine koyup orda ki iki mandalinayı çıkarttım. Gözleri şaşkınca önce cebime sonra elimde ki mandalinaları gördü. Ağzı aralandı ama tek kelime edemedi. İşaret parmağını zorlukla havaya kaldırıp mandalinaları işaret etti. "O adamlar bizi buraya getirdiğinde. Üstümüzü aradılar. Ve sen şimdi o mandalinaları cebinde çıkarttın." inanmıyormuş gibi bakarken. Boş ver dercesine omuz silktim. Ayağa kalkıp siyah tele doğru ilerledim. Hayretler içerisinde bana bakıyordu. Sanırım benden korkuyordu. Eğilip elimde ki mandalinayı telin altından onun tarafına attım. Mandalina yuvarlanıp sahil'in biraz ötesinde durdu. Tekar doğrulduğumda. "O mandalinaları nerde sakladın demeye korkuyorum." kısık bir sesle konuştuğunda. Arkamı dönüp tekar kendi bankıma oturdum. Elimde ki mandalinayı yavaş yavaş soymaya başladım. "Göğsümün içine koydum." kıkırdadım. Gerçekten dışardan deli gibi göründüğüme eminim. Çünkü deliler yanlızca acılara güler.

 

Çünkü onlar acıyı hissetmez.

 

Gözlerim o an doldu. neden dolmuştu hiç bilmiyorum. Canım ağlamak istiyordu sadece. Kendimi sarhoş gibi hissediyordum. Ve herşeyi bilinçsizce yapıyordum. Mandalinanın kabuklarını soyduğumda ikiye ayırıp bir dilim ağzıma attım.

 

O sırada sahil'in hala but kesilmiş bir şekilde beni izlediğini gördüm. Elimle yerde ki mandalinayı işaret ettim. "Yesene. Senin için bıraktım oraya." yüzümde masum bir ifade vardı. Gözümden bir damla düştüğünde. Gülümseyerek. "Korkulara alıştırma kendini. Sonra bırakmıyorlar." gülümsüyordum. Gülümserken ağlayanlar var mıydı? Evet mutluluk gözyaşları vardı. Fakat benim bu gözyaşlarım ne acıdan ne mutluluktandı. Öylesineydi.

 

Canım şuan ağlamak istiyordu. Ve aynı anda gülmek. Acının tebesüme ne kadar yakıştığını sadece tadetmek istiyordum. Sahil oturduğu banktan kıpırdandı. Bu süre içinde gözleri yanağımdan akan yaşlardaydı. Dehşet içindeydi. "Sen ağlıyorsun." doğruydu.

 

Gözleri sonra dudaklarımda ki solmayan gülümsemeyi buldu. Şaşkınca. "Ve gülüyorsun." evet hem ağlıyor hem gülüyordum. Bir dilim daha ağzına attığım sırada bir ses geldi. Bu ses ikimize de ait değildi. Tok adımlar aramızda ki sohbeti böldü. Elimde ki mandalinanın dilimlerini hızlı bir şekilde ağzıma atıp yediğimde. Çok hızlı yediğim için o eşki suyu boğazıma kaçmıştı. Öksürerek boğazımı temizledim. Sahil terginlikle elinde ki mandalinayı nereye koyacağını şaşırdı. Onu bu durumdan kurtarmak adına. Elimle göğüslerini iaşret ettim. Gözleri elimin işaret ettiği yeri gördüğünde kıpkırmızı kesildi bunu görünce durumu toparlamak adına.

 

"Hadi ama bu kadar utanılacak bir durum yok. İki portak küçük bir mandalinayı arasına alabilir bence." çok mantıklı yollar buluyordum. Ama insanlar beni hep geri tepiyordu. Söylediklerimle daha çok kızardı. Bana bağırıp çağıran bir kızın bu durumdan utanacağını asla düşünmezdim.

 

Çok geçmeden adımların sahibi görüş açımıza girdi. Mandalina kabuklarını hatırlayınca. Artık çok geçti. Çünkü zırhlı bir muhafız kapının önünde durmuştu. Sahil'e akıl vereceğime onları göğsüme koysaydım şimdi böyle bir şeyle yüzleşmezdim. Bakışlarım muhafızın üzerindeyken. Nefesimi tuttum. Yüzünü pelerinin şapkası gizlemişti. Önümde mandalinanın kabukları vardı. Ve şuan karşımızda ki bu muhafız kapıyı açmak yerine sorgulaması gerekiyordu. Sahil ayağa kalktığında komut almış gibi bende hızla ayağa kalktım. Birbirimize baktık. Sonra muhafıza. Demir parmaklı kapıyı ardına kadar açtığında. Bu sefer sahil'in tarafında ki kapıya yöneldi. Onu da açtığında vakit kaybetmeden Bize sırtınu dönüp. İlerlemeye başladı. Yerimde hareketsizce dururken onu sesi beni tetiğe geçirdi. "Yürüyün." sonunda özgür kalabildiğim için çok mutluydum. Sevinçe gülümseyip beni kapattıkları küçük hücreden koridora adımı attım.

 

Sahil'de vakit kaybetmeden hücresinden çıktı. Önümüzden yürüyen muhafızın peşinden ilerlerken gözlerim istemsizce hücrelerin içinde ki insanları buluyordu. Hepsi berbat bir haldelerdi. Dayak yemişlerdi. Sanırım onlara verilen ceza öyle iki saatlik değildi. Hepsinin yüzü tanınmayacak bir haldeydi. Bu durumlarına ister istemez üzüldüm. Bazıları sırtını duvara yaslamış öylece bomboş tavanlara bakıyorlardı. Çok yaralılardı. Ama sanki artık hiç bir acı onların canını yakmıyordu. Bazıları başını ellerinin arasına alıp düşünüyordu. İşte onlar acıya dayanıksızlardı. Kurtuluşu düşlüyorlardı. Onların düşleri olmazdı. Özgürlük ruhundu. Bedenin değil. Kendi ruhunla teslim olduğun o vakit hur iradenin elinden alındığı vakitti.

 

Uzun bir kordiorun sonunda. Merdivenlere yöneldik. Etraf berabat kokuyordu. Burası o malikaneye bağlı değildi. Burası yer altındaydı. Malikanenin biraz uzağında görünmez bir kapı vardı. Ve o kapıdan geçtiğin an burda oluyordun. Ama o kapıyı herkesin açamayacağına emindim.

 

Siyah demir bir kapının önüne geldik. Fakat bu sefer hemen kapı açılmadı. Kapının üstünde küçük göz büyüklüğünde bir delik vardı. Ordan mavi bir ışık çıktığında hızla elimi yüzüme siper ettim. Ellerimin üstünden baktığımda. Sahil'in tepkisizce durduğunu gördüm. Pekala o eğer harekete geçmiyorsa bu normal bir şeydir o zaman. Mavi ışık muhafızın yüzünün üstünden çekilip sahil'in yüzünün üzerine geldi. Bir kaç saniye sonra ışık rotasını bana çevirdi. Bu sefer ellerimi kaldırmak yerinde dimdik durdum. Gözlerim ışıktan etkilensede geri çekilmedim.

 

Bir kaç saniye sonra ışık tamamen söndü. Ve kapı büyük bir gürültüyle ardına kadar açıldı. Yüzümüze ayazın soğuğu çarptı. Hava kararmıştı. Ve dışarda soğuk bir rüzgar esiyordu. Önümizde altı basamaklı bir merdiven vardı. Muhafız önümizden çıkınca bizde peşinden çıktık.

 

Dışarı tamamen çıktığımız an soğuk bedenimi sömürdu. Kollarımı gövdeme dolayıp etrafa baktım. Karanlıkta geceyi süsleyen tek bir renk vardı.

 

Beyaz loş ışıkların aydınlattığı devasa saray büyüklüğünde ki malikaneydi. Daha çok bir şatoya benziyordu. O kadar güzel görünüyordu ki. Kelimeler tarifsiz kalırdı yanında. Bir metre uzaktaydı. Hız kesmeden ilerlmeye başladığımızda içimden bir daha ceza almamak için dualar ediyordum. Hepsini o imoarator denen adam yapmıştı. Küçük bir tartışma için saatler süren bir ceza çok fazlaydı bizim için. Yürürken çok yorgulduğumu farkettim. Güzel bir uyku çekmeliydim. Uyku ismi zihnimede anıldığı gibi göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı.

 

Gerçekten müthişti! Saatlerdir bilerek uykuyu aklımdan uzaklaştırıyordum. Çünkü ben uykuya karşı çok zayıftım. Ve uyunca da uykum çok ağır olurdu. Artık zor kalkardım. O yüzden öyle heryerde hemen uyumazdım. İşimi asla riske atamazdım.

 

Malikanenin kapısına vardığımızda çift kanatlı kapı bizim için iki yana açıldı. Anlamadığım şey bu kapı gelen herkes için böyle çabuk mu açılıyordu? Yoksa sadece insanların isteğiyle mi açılıyordu. Vakit kaybetmeden kapıdan içeriye girdik. Gözlerim direk avlunun içini buldu. İlk gekdiğimiz sefer ki gibi dolu olmak aksine bomboştu. Avluda inci top oynuyordu. Hiç kimse yoktu.

 

Sesizdi. Sessizlikten daima korkardım.


Birinci korkum sessizlikti.

Temkinli adımlarla muhafızın peşinden ilerlerken gözüm nedensiz izlenme hissiyle yükarıya çıktı. İkinci katın barkonuna baktım. Bütün katın ışıkları yanarken bir tek o katın ışığı yanmıyordu. Sanki biri o camın ardında izliyordu bizi.

 

Ürperdim.

 

Malikanenin kapısından içeriye salona girdik. Rotamızı yene aynı merdivenlere çevirmek yerine diğer tarafa çevirdik. Merdivenlerin sonuna vardığımızda direk sola saptık. Bu koridor da gold rengiydi. Dekorasyonu aynıydı. Koridorun sonuna geldiğimizde bir asansörle karşılaştık. Saf altın gibi görünen bu asanaör çok havalıydı. Ve. Aynı zamanda çokta ihtişamlıydı. Gözlerim parladı. Bu tür durumlarda hep çok fazla heycanlı olurdum. Lüks şeylere ilgim vardı. Tamam o zengin koca meraklısı kızlar gibi değildim. Ama ne bilim. Böyle güzele de herkes bakardı yani. Hele böyle teknolojinin gelişmiş eseri olan asanaöre herkes bakardı.

 

Yene garip bir şekilde asansörün kapısı kendiliğinden açıldı. Ama muhafız içeriye girmedi. Asansörün kapısının üstünde WL yazıyordu. Acaba ne anlama geliyordu? Herşeyi merak eden bir tiptim. Yürürken havanın değişikkiğini kokusunu bile merak edip araştıran bir insan olarak bu benim için çok normaldi.

 

Sahil sanki muhafızdan onay almış gibi asansörün içine girince ben peşinden girmek yerine bu sefer muhafızın yanında dikilmey devam ettim. Sahil asansörün içinde bize dönünce mavi gözleri sorgulayı bir ifadeyle bana bakmaya başladı. 'ne yapıyorsun' dercesine bakarken. Kaşlarımı çattım. Tam ağzımı açıp konuşacaktım ki. Sahil kendine kendine. "Zaten hata bende. Senin gibi bir akılsızdan akıl bekliyorum bende." öne doğru bir adım atıp kolumdan sertçe tutuğu gibi beni içeriye çekti. "bir kerede kendin anlayarak bir şey yap." diye azarlamayı da unutmadı.

 

En köşeye çekilerek asanaörün kapılarının kapanmasını izledim. Saçlarımı yüzümden çekip. "Ben herşeyi en iyi şekilde yapıyorum." bana öyle bir baktı ki. Kendimi bu güne kadar hiç bir iş beceremeyen o insanlar gibi hissettim.

 

Aslında herşeyi başardığım söylenilmezdi.

 

Ama eğer istrsem yapamayacağım şey yoktu. Sonuç olarak ben becerikli biriydim. Hem zeki hem güzel, Hem becerikli bir kızdım. Bu kadar şeyle ödüllendirilip aynı şekilde böyle hakarete uğramam hiç adil değildi. Asansör hareket ettiğinde. Kollarımı göğsümün altında birleştirip sırtımı asanaöre yasladım. "Neden giridik bu asasörüre?" diye sordum. Sahil'in yüzüne baktım. Yüzü öyle asıktı ki. Birazdan düşecek sanırdın. Bana hiç bakmadan. "Nodon gordok bo asonsöro." diyerek taklidimi yaptığında. Sinirle. "Taklidimi yapma. Soru sordum sadece. Bu kadar kötü olmana ne gerek var." sakin bir sesle konuştuğum esnada. Bana öyle bir hızla döndi ki neye uğradığımı şaşırdım.

 

"Ulan sen hala iyilikten mi söz ediyorsun! Beni getirttiğin şu hale bak!"

 

"Bağırma bana!"

 

"Şeytan kılıklı!"

 

"Ben şeytan değilim!"

 

Yüzüme düşen saçlarımı çektim. Öfkeyle sahil'e bakarken. Sahil bana bakmayı reddedip önüne döndü. "Çirkin örgülü." diye mırıldandım kendi kendime. O sırada asanaör durdu. Kapılar yeniden açıldığında ilk bakış açıma giren şey beyaz bir koridor oldu. Sırtımı asansörün duvarın ayırıp ileriye doğru bir adım attım.

 

Asansörden çıktığımda
Sahil de hemen arkamdan çıktı. Bembeyaz bir koridroun ortasındaydık. Geniş holun ortasında şaşkınca arkama ve önüme baktım. Gözlerim tüm detaylarıyla inceledi. Koridorda tam 9 asansör vardı. Bu kadar asansörün bir katta olması şaşılacak bir durumdu. Ne yapacağımı bilmediğim için sahil'e döndüm. Bana bakmıyordu.

 

Ne birde küsüyor muydu bu kız?

 

Eğer küsülecek biri varsa burda oda benden başkası değildi. Bana artık yapmadığı hakeret kalmamıştı. Öylece sırtını dönmüş beni çağırmadan koridorda gidiyordu. Bir kaç saniye arkasından ağzı açık bir şekilde baktım. Ciddi ciddi beni çağırmadan gidiyordu!

 

Sahil koridorun sonunda ki kapıyı açıp içeriye girdiğinde. Yerimde durmayı bırakıp hızla koşmaya başladım.

 

Kapıya vardığımda. Hız kesmeden kapı koluna asılıp sertçe açtım. Kapıyı tekmeyle açsaydım eminim böyle bir gürültü çıkmazdı. İçeriye kendimi attığım gibi hemen sahil'i gördüm. O an yer ve mekanı inceleme gereği duymadan. "Seni bodur tavuk. Bu sürüngen yere beni çekip getirdin. Şimdi bide tavır mı yapıyorsun. Eğer orda kaybolsaydım bu sefer örüklerini kendi elimle kopartacaktım!" yan profilini izlerken. Nerde olduğumuza aldırış etmedim.

 

Söylediklerime gülümsedi. Kaşlarımı büyük bir hızla çattım. Beni alaya mı alıyordu? İşte bu beni gerçekten sinirlendirmişti! Tam ağzımı açıp bağıracaktım ki. Soğuk bir ses ortamda ürpertici bir etki yarattı. O an Sırtımdan bir ürperti geçti. Boğazıma derin bir yumru oturdu. Kalakaldım.

 

"Yaramazlığın bittiyse eğer, şimdi haylazlığı bırak ve uslı dur yerinde." bu öyle bir sesti ki. Yutkunma ihtiyacı duydum. Kim bir kaç kelimenin içine bütün duyguları yerleştirebilirdi ki. Kim konuşurken insanı sesiyle acıtıp susturabilirdi?

 

O kişi kuşkusuz jahu haldrattı. Zihnin ve dengenin hakimi olan o adamdan başkası değildi.

 

Jahu güç demekti, acı demekti. Ölüm demekti,


Zihnimde ki düşünceler beni o kitabı okuduğum o geceye sürükledi. Orda ki sözleri okuduğum o ana gönderdi. O satırlarda ki yazılar bir bir zihnimde yankılandı.

"Soğuk bir his ruhuna estiğinde. Kulaklarında bir uğultu oluşacak. Ve o uğultu acı dolu çığlıklarına dönüşecek. Etrafında güzel olan herşey zehirle büyüp sana öfkeyle dönecek, davetini kabul etmediğin o adamın hırsı uyuyan bütün kötülükleri uyandıracak. o işte vakit bir imparatoriçe olduğunu anlayacaksın Uyuyan savaşçı kadın. Unutma, her imparatorun yaşayan yada ölen bir imparatoriçesi vardır. Ve o elbet bir gün terkettiği diyara geri dönecek..."

 

Zihnimde ortaya çıkan o kitabın satırlarında ki sözleri istesem de gizleyemiyor saklayamıyordum.

 

Bir imparatoriçe. Yılladrır uyutulan o imparatoriçe kimdi? O kitabı bir kahin mi yazmıştı?

 

İçinde okuduğum herşey gerçek miydi? Mölüh gerçekti. O gerçekti. Eğer lanet aşkla bozulmazsa çıkan felaket gerçek miydi?

 

"Ve Her zaman İmparatoriçe ölür. İmparator onun acısıyla yaşar. Bu döngü hep böyle devam etti."

 

Bu gerçekler neden bende böyle bir etki yaratmıştı. Ürperdim. Omzumun üstünden arkama döndüm. Beş kişi tam karşımda onlar için hazırlanan tahtlarında oturuyorlardı. Uzun bir masa onların içecekleri için önlerine sunulmuştu.

 

Ve o.

 

Tahtında kral edasıyla oturuyordu. Hırçın okyanusun hiddetle dalgalandığı gibi Bulanık ve ürkütücüydü mavileri. Bugün biraz renkleri koyulaşmıştı. Dirseğini kırıp elini çenesine yerleştirerek gözlerini kıprmadan bana bakıyordu. Tutunacak bir yer aradım. Yüzü bomboş bir sayfadan ibaretti. Hiç bir mürekkep karalayamamıştı. Günahları bile.

 

Onun günahları bile onun kusuru değil. Kusursuzu olmuştu.

 

Gözlerim yüzünden bedenine korkarak indi. Üzerinde simsiyah oldukça pahalı bir takım vardı. Yüzüklü parmağını çenesine sürtüp kalın dudaklarını araladı.

 

Karşısında hatalı küçük bir kız çocuğu gibi dikiliyordum. Onun bakışları da zaten aynen böyleyleydi. Bilakis bu tüyler ürpertici bakışlarını yanlızca bana sunuyordu. Gözlerinde gördüğüm duygu nefret miydi?

 

Hayır nefret bu kadar yoğun değildi. Öfke miydi? Hayır öfke bu kadar harlı olmazdı. Onun isimsiz duyguları vardı. Kimsenin sahip olmayacağı duygulara sahipti. Bu yüzden bana bakarken ne hissettiğini çözemiyordum. Ellerimi tedirginlikle sarı eteğime sürttüm. Bakışlarımı kaçırdığım esnada. Bir kadın sesi işittim.

 

"Mehla karadan?"

 

Bakışlarımı eş zamanlı sesin sahibine çevirdim. Gözlüklü esmer bir kadındı. Siyah gözleri sorgulayıcı bir biçimde üzerimde fazladan oyalanıyordu. Hemen yanında ki adama baktım. Onun da bakışları benim üzerimdeydi. Kumral ve şuan oturmasına rağmen bir doksan boylarının üstünde olduğunu tahmin edebiliyordum. Diğer tarafında gördüğüm kişi ise... O kişi kutlamada tartıştığım kızıl kadındı. Ama burda ne işi vardı?

 

Aklımda ki soru işaretleriyle birlikte şaşkınca ona bakmaya devam ederken. Bana olan bakışları haset ve nefret doluydu. Kim olduğunu bilmediğim bu kadının bakışları fazla rahatsız ediciydi. Diğer tarafında genç bir adam vardı. Duruşundan çok kibar ve beyfendi birine benziyordu. Uzun düz Saçları ensesinde bitiyordu. Açık yeşil gözleri düşünceli bir şekilde önünde ara ara yanında ki kızıl kadına bakıp kahvesinden bir yudum alarak tekar önünen de ki kitaba dönüyordu.

 

Bu insanlar kimdi?

 

Ve en önemlisi ben az önce sahil'e bağırırken bütün bu insanlar beni dinlemiş miydi? İşte bunun için yerin altına şuan girmek istiyordum. Elmacık kemiğimden aşşağıya doğru bir sıcaklık bastı. Sanırım kızardım.

 

Kaçamak bir bakış onun tarafına attığımda ise hala hiç kıpırdamadan bana baktığını gördüm. Oturuşundan bile güç ve üstünlük geliyordu. Bakışları öylesine soğuktu ki. Hiç gelmemiş bir kışı çağırıyordu.

 

Gözlerinde sadece bir buz parçası eksikti. onun gözleri buz mavi iken sanki bir çok rengi içinde taşıyordu. Bana az önce seslenen esmer kadın. Uzun süredir koruduğu sessizliğini bozarak. "Efendimizin huzurunda çıkarttığınız saygısızlık için cezalandırıldınız. Ve dilerim bu tekrarlanmaz." suçlayıcı imasınından hiç hoşlanmamıştım. Kimseye saygısızlık da etmemiştim. O çok bilmiş efendileri bizi huzuruna çağırmsaydı bunların hiç biri yaşanmazdı. Kısık gözlerle yanımda ki kıza baktım.

 

Sahil başını eğmişti. Bu kız neden başını eğiyordu. Neden bu kadar itaatkar, ve herkese çabucak biyat eden biriydi? Ben onun aksine başı dik bir şekilde onların huzurunda duruyordum. Neden başımı eğeyim ki? Sahil'in aksine susmak yerine. Ellerimi önümde birleştirip. "İnsan tanırının huzurunda saygısızlık etmemeli bence hanımefendi. Ve bahsi geçen bu imparatoru ben tanımıyorum. Ayrıca tanımadıklarımla da pek ilgilenmem." söylediklerimle birlikte başını kitaptan kaldırmayan adam bakışlarını hızla bana çevirdi. Hepsinin gözlerinde afallama vardı.
Bilhasa esmer kadının.

 

Gülümsedim. Yanlış yaptığımın farkındayım. Hepsinin yüzüne baktım. Hepsi şaşırırken o kızıl saçlı kadın zaferle gülümsüyordu. Sebebi çok açıktı. Ceza alacağımı düşünüyordu. Bir hata yapmamıştım ki ceza alayım.

 

İmparator dedikleri adama baktım. Arkasına yaslanmış, söylediğim hiçbir şeyi duymuyormuşcasına kayıtsız ve duyarsızdı. Eli hala çenesinin altındaydı. Suskun ve sessizdi. Bu sesizlik mimiklerine yansımıştı. İfadesi düzdü. Eminim o yüzünün altında çok karanlık bir yüzü vardı. Bilhasa bakışları da düşüncelerimi onaylıyordu. Bakışları çok farklıydı. Adlandıramayacağım türdendi. Ne korkunç, ne tehlikeli, ne de karanlıktı. Bilmediğim duygulara sahip olduğu için ona karşı zayıftım.

 

Esmer kadına döndüğümde boğazını temizlediğini gördüm. Ona baktı. Ama o hala bana bakıyordu. ona bakmak yerine bakışlarıyla bana işkence etmeye devam etti. İrisleri yavaş hareketlerle saçlarımda dolanıyordu. Her bir telini aklına kazıdığına eminim. Kadın ondan bir yanıt alamayınca tekar bana döndü.

 

"Bu yaptığının bir saygısızlık olduğunu biliy-" demişti ki sözünü bıçak gibi bir ses oratatan ikiye böldü. "Kız çocuklarının hep saygısız ve yaramaz olduğunu hepimiz iyi biliyoruz Bayan leya." dişlerinin arasından kelimelere vurgu yaptı. Türkçe dilini çok iyi konuşuyordu. Konuşması gerçekten çok güzeldi. İnsanın hep dinleyesi geliyordu. Böyle bakıp soğuk imalar yapmadığı sürece tabi. Bana çocuk muamelesi yaptığı için düzeltme gereği duydum. Ağzımı açmıştım ki. Elini kaldırarak "Tek kelime daha edersen eğer. Bu sefer sana acımayacağımı bil." sustum çünkü susturdu. Bakışlarımı yere çevirdim. Ayağımla ritim tutmaya başladım. Yanaklarım içini havayla dolrup boşalttım. Canım sıkılmıştı.

 

Canımı sıkıyorlardı. Sahil'e döndüm. Beni cezalandıracaktı aklı sırada. Bu kızdan korkulurdu. O yüzden beni çağırmadan gitmişti çünkü hanımefendinin planı buydu. Acaba diğer kızlara ne olmuştu? Onlar nereye gitmişlerdi. Hepsi mi burda çalışacaklardı. Yani eğer ben çalışmaya geldiysem onlar öylece oturmayacaklardı.

 

"Mehla karadan bundan sonra nefel'in hizmetini yamakla görevli. Eğer karşı çıkma gibi eylemi olursa nefel hanım onu istediği şekilde celandırmakta özgürdür."

 

Ne!

 

Nefel kimdi? Ben kimsenin hizmetini yapmazdım. Düşünmeden karşı çıktım. "Ben hizmetçi değilim!" bir doksan boyunda ki adam kaşlarını çatarak bana baktı. Esmer kadın ise sus dercesine bakıyordu. Hepsinin içinde ona baktım. "İtiraz ediyorum. Bay ager jahu siz benim patronum değilsiniz."

 

Ona ilk kez ismiyle hitap etmiştim. Sözlerimi bitirir bitirmez o haricinde koltuklarda oturan herkes öksürük krizine girdi. Öksürüklerinin arasında.

 

"Ne dedi bu kız az önce."

 

"Ona ismiyle hitap eden ilk kişi."

 

"Aceline mi susamış bu kız. Ne dediğini bilmiyor!"

 

Sadece ismiyle hitap etmiştim. Oda bana adımla hitap etmişti. Kim bana adınla hitap ederse bende ona adıyla hitap ederdim. Bakışlarımı ager'e çevirdim. İlk defa düşüncelerimde ve dilimde ona ager ismiyle hitap ediyordum. Artık bana bakmıyordu. Masanın üstünde ki eli yumruk şeklini almıştı. Yüzinde ki mimikler yavaştan uyanmaya başlamıştı. Gözlerini kaldırıp gözlerime baktığında. Mavilerinin etrafını siyahın esir aldığını gördüm. Yüzüne geceyi ürküten bir ifade yerleşti. Öfkesine dudağının köşesini kıvırttı. Korktum. Çünkü biraz ileri gitmiştim. Alt dudağımı ısırdım. Gözlerimin içine soğukça baktı
Ve beni ürküten o ses tonuyla. "Bundan sonra." dedi. Harfleri heceleyerek. Dudakları aralıktı. Dişleri sıkıyordu. "Benim hizmetçimsin. Ve ben izin vermediğim sürece o çenen değil açılmak, Yerinde kıpırdamayacak." serin bir sızı göğüs kafesimi esir aldı. Öylesine merhametsiz bir tınıya sözleri sarfediyordu ki bu adamın sadece insanlara değil herşeyde merhametini kaybettiğini anladım. Acımasızlık isminin anlamıydı onun.

 

Böylesine bir adamdan vicdan dilenemzdin. O yanlızca günahların adamıydı.






 

VE BÖLÜM SONU!

 

Sizce mehla ager'in hizmetçisi olmayı nasıl kabul edecek?

 

Ölüm ve kehanet.

 

Bu kitabın sözlerini görmeye devam edeceğiZ. Mehla o kitapta çoğu şeyi gördü arkadaşlar. Ama bunu kabullenmiyor. Çünkü o canını sıkan hiçbir şeye inanmıyor. Bu gerek yalan olsun gerek gerçek olsun. İnandıklarının onu mutlu eden şeylerden ibaret olması gerekiyor?

 

Ve sahil hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Mehla'nın hücrede sahil'e mandalina vermesini bekliyor muydunuz?

 

Peki ya mehla'nın deli adı geçince geçirdiği küçük atağa ne dersiniz. Bununla ilgili sorunları olduğu belli.

 

Ve hepsi bu kadar. Sorularınız olursa cevaplamak için her zaman burdayım.

 

Kendinize çok iyi bakın. Sizleri çok çok seviyorum💙💙

 

Loading...
0%