Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1-İlk Karşılaşma

@efgan1

Herkese merhabalar arkadaşlar, kitabıma hoşgeldiniz. Umarım beğenirsiniz. Müzik eşliğinde okursanız daha fazla keyif alacaksınız.

Keyifli Okumalar 🌹


***


Her insanın bir hikayesi vardır bu hayatta. Kalbinde ömrünün sonuna kadar taşıyacağı, unutamayacağı bir hikayesi. Benim çok fazla hikayem olmuştu. Unutamadığım, kalbime kazınan acı dolu hikayelerim olmuştu.


Bir insan kaç kere yaralandı hayatı boyunca. Kaç kere düşer dizlerinin üzerine, kaç defa ölüp ölüp dirilir. Çaresizliği, acıyı, korkuyu kaç defa yaşardı ömür boyunca. Bana sorsanız sayısını bilmiyorum derdim. Kaç kişi canı yakıyor deseniz belki iki elimin parmağı kadar etmezdi sayılır. Ama üç beş kişi sayamadığım kadar yara açtı üzerimde.


Acıyı en derinime kadar yaşamıştım, bedeni bir yerden sonra ruhsuzlaşmıştı. Yaşadıklarım büyük yaralar açtı üzerimde. Büyük izler bıraktı ve değişmeyecek bazı şeyler.

Yaşadıklarım, yaşatılanlar; bu hayata karşı, insanlara karşı güvensizliğim ortaya çıkardı. Yirmi beş yıllık hayatımda tek bir insana dahi güvenmedim, güvenemedim. Güvenmek istedim mi onu dahi bilmiyorum.


***


Karanlık...

Bulunduğum sokak da karanlık, hayatım da karanlık, yolum da karanlık, geçmişim gibi geleceğim de karanlık... Karanlığın ortasında sıkışıp kalmışım.


Karanlıktan ötürü önümü göremiyorum.

Yıllar önceki o bulunduğum izbe sokağın ortasında duruyorum. Etrafıma göz gezdirip hemen uzaklaşmaya çalışıyorum bu iğrenç yerden. Çünkü biliyorum, bu yer hayatımı bitiren yer. Bu sokak sahip olduğum son varlığımı da elimden alan yer. Bu karanlık yollar hayallerimi acımasızca son bulduran yer...


Adımlarım hızlanıyor ilkin daha sonra koşuyorum. Karşıma çıkan tüm yolları aşıyorum ancak nereye gidersem gideyim o karanlıktan kurtaramıyorum kendimi. Labirent gibi yollar. Hangi yöne gitsem yolum hep karanlık sokaklara çıkıyor. Kurtulamıyorum o izbe yerden.


Ve kaçınılmaz son. Hayatımı karartan, beni perişan eden o şeyi yaşıyorum. Ne kadar o sona gelmemek için dirensem de kurtulamıyorum, engel olamıyorum.


Çığlığım yeri göğü inletiyor adeta. Ama kimse gelmiyor bana. Bu karanlık, dar, pis sokaktan kimse kurtarmıyor beni. Çığlıklarımı kimse duymuyor. Ne korkuma sebep olanlar acıyor bana ne de bir başkası.


Ve bir çukurdayım, çukurun içindeyim ancak aynısı benim içimde de var artık. Kirli, acı ve pişmanlıklarla dolu ayrıca beni yokluğa sürükleyen bir çukur. Bulunduğum çukur kadar da karanlık.


O çukurun içinde dizlerimi kendime çekmiş, kollarımı dizlerimde birleştirip kafamı da bir deve kuşu misali dizlerim ve kollarım arasına gömmüş bir şekilde oturuyorum. Az önce olanlardan ötürü çok utanıyorum ve canım yanıyor. Kalbim acıyor.


Birden yukarda bir hareketlilik hissediyorum. Yavaşça başımı kaldırdığımda bir çift koyu kahverengi gözle karşılaşıyorum. Bana yardım eli uzatan kahverengi gözlerle... Karanlık olduğu için yüz hatlarını seçemesem de o koyu kahverengi gözler her gece, her defasında zihnime kazınıyor.

Tam ayağa kalkıp o ele sarılacakken nefes nefese uyanıyorum uykumdan.


Ve yine nefes nefese kalmış bir şekilde uyandım. Her gece aynı şey tekrar edip duruyordu. Sekiz yıldır her gece gördüğüm rüyaydı bu, o karanlık sokakta sadece bir gece gerçekten bulunmuştum ama o geceden sonra rüyalarımda da oradaydım. Tek bir gece bile değişmedi bu.


Değişen bir şey vardı ki o da son bir yıldır rüyanın ardından bir rüya daha görüyordum ve bu da o çukurdu. Sekiz senedir tek gördüğüm rüya karanlık sokakken bir yıldır o çukur sahnesi de eklenmişti rüyalarıma. Çukur ve kahverengi gözler...


Nedendi bilmiyorum, son bir yıldır ne değişti hiç bilmiyorum. O kahverengi gözlü adam kimdi hiç tanımıyorum.


Yine aynı rüyayı görmüştüm ve her defasında "Artık alıştım, bu gün canım yanmayacak." desem de olmuyor. O şeyi her defasında yaşayıp acıyla ve korkuyla uyanıyorum. Uyanmamak mümkün değil, o acıya almışmak imkansız. Bu gün hâlâ daha o rüyayı görüyorsam eğer bir şeyleri atlatabilmiş değilim onca uğraşa rağmen.


Başımı çevirip saate baktığımda daha erkendi ancak kalkma vaktim gelmişti. Önce abdest alıp namazımı kılacak, dua edip Kur'an okuyacak sonra canım isterse bir şeyler atıştıracaktım. En son da üzerimi değiştirip okula gidecektim.


Yataktan güçlükle kalkıp gece lambanın aydınlattığı odamda önce ışığı yaktım. Ardından koridorun, salonun ve banyonun ışığını yakıp banyoya girdim. Karanlık bu dünyada nefret ettiğim şeylerin başında geliyordu. Yanlız yaşayan biri olarak daha da korkumu körüklüyordu ve bu da gördüğüm her yerin aydınlık olmasını istememi sağlıyordu.


Soğuk suyu yüzüme çarpa çarpa rüyanın etkisinden kurtulmaya çalıştım. Aynaya baktığımda her rüyadan sonra gördüğüm o solgun ve bir o kadar da korkmuş yüz karşımdaydı. Korkumu yenemiyordum ve yenemeyecektim de.


Daha fazla halime bakmak istemediğim için abdest alıp odama geçtim ve namazımı eda ettim. Ardından uzun uzun dua ettikten sonra biraz da Kur'an-ı Kerim okuyup mutfağa geçtim. Pek fazla bir şey canım istemiyordu yine.


Çocukluğumdan beri düzenli yemek yeme alışkanlığım yoktu bu yüzden yeme bozukluğum vardı, buna bağlı besin değerlerim düşük çıkardı hep. Yine de çok yemek yiyemezdim, iştahlı biri değildim asla.


Tabi bu iyi bir şey değildi, bir çok soruna yol açabilirdi ancak sanırım vücudum buna alışmıştı bu yüzden fazlaca olan zayıflığım dışında büyük bir hastalığım yoktu. Evet çok zayıftım, hem de çok. Boyum çok uzun değil 1.60'tı ancak kilom boyuma göre de azdı. Tesettürlü olduğum için giydiğim salaş kıyafetler dışardan bakıldığında çok zayıf olduğumu göstermiyordu ancak ev kıyafetlerinin içinde tüm zayıflığım ortadaydı neyse ki benden başka gören yoktu ama keşke olsa.


Abdest almadan dişlerimi fırçaladığım için yediğim bir kaç meyve diliminden sonra fırçalama gereğini duymadan tekrardan odama geçtim. Okul saatine az kalmıştı, hazırlanıp çıkmam gerekiyordu. Dolabımdan asker yeşili tonlarında olan, belden büzgülü ve bilekleri lastikli elbisemi alıp çıkardım. Beyaza yakın krem tonlarındaki şalımı da aldıktan sonra giyinmeye başladım. Krem çantama gerekli eşyalarımı da attıktan sonra her şey hazırdı.


Odamdan çıkıp dış kapıya geldiğimde beyaz spor ayakkabılarımı ve kahverengi kışlık feracemi de giyip evden çıktım. Ocak ayının ortasındaydık ancak bu gün hava biraz daha iyiydi. Evden de biraz erken çıktığım için yürüyerek gitmeye karar vermiştim.


Okula vardığımda elbette öğrencilerim henüz gelmemişlerdi. Diğer öğretmen arkadaşlara selam verdikten sonra gün boyu bir daha uğrayamayacağım öğretmenler odasından bugün yapacağımız etkinlikler için gerekli olan malzemeleri alıp sınıfıma geçtim. Öğrencilerim gelmeden sınıfı biraz havalandırmam ve yine onlar gelmeden havalandırdığım için düşen sınıfın sıcaklığını ideal hale getirmem gerekiyordu. Onlar benim aslında öğrencilerim değil çocuklarımdı, onların konforu her şeyden önemliydi.


Yavaştan çocuklar gelmeye başladığında hepsini sevgiyle karşıladım, çocuklar sevgiye ve ilgiye en muhtaç olan varlıklardı. Çocukken sevgi hissedemeyen biri ileride hep yarım kalırdı.

Hepsi geldiğinde önce sınıfımızın günlük başkanını ve duygusunu belirledik ardından oyun ve etkinlikler başladı.


Onlarla zaman nasıl geçiyor bilmiyorum. Çocuklarla ilgilenmek, oyun oynamak, onlar farkında olmasalar da gelişimlerine katkıda bulunmak harika bir şeydi. Çocuklarla geçirdiğim zaman en kazançlı hissettiğim zamanlardı ve en hızlı geçen zamanlar.


Ne ara zaman geçmişti bilmiyorum. Çocuklar bir saat sonra ayrılacak ve diğer çocuklar gelecekti. Devlet okulunda çalıştığım için tam gün uygulaması yoktu, bunun yerine sabahçı öğlenci uygulaması vardı.


Şimdi ise bilgisayarsız kodlama etkinliği yapıyorduk. Çocuklar verilen talimatlara göre hedefe ulaşmaya çalışıyorlardı.

Bir anda boğazıma bir şey takılır gibi olunca öksürmeye ve ardından nefesi zor almaya başladım. Sınıfı yardımcımız Hilal Ablaya emanet edip bahçeye çıktım. Ne olmuştu anlayamadım, hiç böyle bir şey olmazdı halbuki.


Biraz bahçede hava aldıktan sonra sınıfa geçecektim ki toprağa uzanmış kendimiz Bulut'u gördüm. Kendisini geçen yıl okulun bahçesinde bulmuştuk. Bir süre annesini arasak da bulamamış ve en sonda biz beslemeye başlamıştık. O gün bugündür varlığını okulda korumaya devam ediyordu.


Bulut'un yanına eğilerek pamuk gibi olan tüylerini okşayıp seviyordum ki bir anda arkamdan gelen sesle irkildim. "Kedileri seviyorsunuz galiba."

Hemen ayağa kalkıp arkamı döndüm. Dikkatimi ilk çeken şey koyu kahve gözlerdi. Bir iki saniye boyunca şaşkınca baktıktan ancak sonra hemen eğdim gözlerimi çünkü bakmaya devam edersem kaybolurdum o kahve çekirdeklerinde.


Zihnim sanırım bana oyun oynuyordu. Karşımdaki adam gerçek olamazdı.

Yaklaşık bir yıldır rüyalarımda bana elini uzatıp düştüğüm karanlık çukurdan beni kurtarmaya çalışan adam şimdi karşımda olamazdı. Evet yüz hatlarını hiçbir zaman tam olarak göremiyordum ama o gözler... O gözleri nerede görsem tanırdım. Adeta zihnime çiviyle kazınmıştı koyu kahve hareler.


Tekrardan gözlerimi kaldırıp baktım karşıma. Belki yok olup gitmişti. Belki de zihnim bana gerçekten oyun oynuyordu ama hayır, oyun değildi. Karşımda kanlı canlı o rüyalarımdaki gözlerin ve elin sahibi adam duruyordu. "Kusura bakmayın, korkutmak istememiştim."


Kendimi olabildiğince toparlayıp sesimin de titrememesine özen göstererek konuşmaya çalıştım. "Yok sorun değil, ben öyle dalmışım."

dedim Bulut'u göstererek. "Siz ne istemiştiniz, bir sorun mu vardı?"


Yüzüne bakabilmek için başımı kaldırmam gerekiyordu, fazlaca hem de. 1.60'lık boyum çoğu yerde kısa gelse de karşımdaki adam da en 1.85 vardı, bu fark onu görmemi zorlaştırıyordu.


"Yok aslında yeğenimi almaya geldim. Yiğit Çelik, Minik Kalpler sınıfında kendisi." Bir şok daha bedenimi sarmıştı. Ne yani bu adam, her gece rüyama giren adam bir öğrencimin yakını mıydı?


"Öyle mi, Yiğit'in yakınısınız demek. Tam olarak kimsiniz, Yiğit'in neyi oluyorsunuz acaba?" Yeğenim demişti ancak bu tam bir yakınlık ünvanı değildi. Uzak akrabalar bile yeğenim diyebilirdi. "Ben Ceyhun Uluç Korkmaz, dayısıyım. Dün kendisini benim almam için ısrar edince ben gelmiştim almaya."


Ceyhun Uluç Korkmaz. Nasıl bir isimdi bu böyle. Ceyhun; bir çok anlamı olsa da eski Türkçede yiğit ve güçlü kimse demek. Uluç ise; yüce, saygın kimse anlamına geliyor. Her iki ismi de fazlasıyla güzel ve güçlü.


Çok çabuk dikkatini başka yöne veren zihnime içimden kızıp düşüncelerimden sıyrıldım. "Öyle mi bahsetmedi hiç bugün bundan." Evet bunu söyledim çünkü çocuklar gün içinde farklı olan bir şey olacak olursa onu bana söylemekten çekinmezlerdi hatta aile sırlarını bile anlatabilirlerdi. "Ben de öğretmeni Aysima Özkan. Ama ailesi ile iletişime geçmeden Yiğit'i veremem size ayrıca çıkış saatimiz henüz gelmedi, bir saat sonra gelmeliydiniz."


Başını 'biliyorum dercesine sallarken.' "Evet biliyorum, çıkış saati değil. Bugün Yiğit'in doktor randevusu var, onun için erken geldim. Ayrıca ablamın sizi haberdar etmesi gerekiyordu, unutmuş sanırım. Ama bana güvenebilirsiniz, dediğim gibi dayısıyım ve ablamın haberi var." diyerek açıklamada bulundu.


"Doğru bugün Yiğit'in randevu günü. Ama ben yine de ailesi ile iletişime geçmek zorundayım. Her gelen kişiye güvenip çocuklarımı veremem." Evet kendisi bana rüyamda yardım eden biri olabilirdi ancak rüyalarıma göre hareket edecek değildim, ne kadar bir işaret gibi olsa da.


"Peki siz nasıl uygun görürseniz öyle olsun."


"O zaman ben ailesiyle iletişime geçeyim eğer olumlu cevap alırsam Yiğit'e hazırlanmasını söyleyeyim. Siz de bu sırada içeride bekleyin çay ikram edelim size." dedikten sonra elimle girişi gösterdim. Başıyla beni onayladıktan sonra ben önden Ceyhun Uluç Korkmaz arkamdan, şok etkisini üstümden iyice sıyırmaya çalışarak beraber içeri girdik.


Yiğit'e bir kaç ay önce kan kanseri yani Lösemi teşhisi koyulmuş ve hemen tedaviye başlanmıştı. Ailesi başta okula göndermek istemese de Yiğit gitmek istediğini söylemişti. Gitmediği günlerde evde adeta savaş çıkarmış ne doktora gitmek istemiş ne de yemek yemiş. Bunun üzerine doktoru kontrol dahilinde okula gelebileceğini ama okulda çok dikkatli olunması gerektiğini söylemişti. Tabi ben de öğretmeni olarak hem ailesi ile hem de doktoru ile konuşmuş ve sürekli iletişim halindeydim. Bugün de doktor randevusu vardı bu yüzden biraz erken çıkması gerekiyordu.


Tüm sınıflar şuanda derste olduğu için Ceyhun Uluç Korkmaz'ı öğretmenler odasına bırakıp çay ocağındaki Mehtap Abladan misafirimiz için çay götürmesini rica ederek Yiğit'in annesini aradım. Yasemin Hanım çok samimi ve tatlı bir kadındı. Ayrıca olgun davranışları da olan biriydi. Dışarıda bakıldığında otoriter gibi dursa da biraz sohbet ettiğinizde size gerçek benliğini gösterir ve neşelendirirdi.


Ve elbette asıl konuyu ona sorduğumda Ceyhun Uluç'un kardeşi olduğunu ve Yiğit'i onun alacağını söylemişti. İşleri yoğun olduğu için haber etmeyi unuttuğunu da eklemişti.


Telefonu kapattıktan sonra önce lavaboya gidip hâlâ rüyamdaki adamın bu gün karşıma çıktığının şokunu üzerimden atamadığım için yüzümü yıkadım. Ne kadar belli etmemeye çalışsam da belirsizlikten dolayı tedirgin ve anlam veremedim bir heyecan içindeydim.


Daha fazla hem çocukları hem de misafirimizi bekletmemek için sınıfa geçtim. Yiğit'in yanına gidip dayısının onu almaya geldiğini bu yüzden hazırlanması gerektiğini söyledigimde sevinç çığlığı atmış hemen arkasından da arkadaşlarına bu güzel haberi vermeye başlamıştı. Bu durumu dayısını çok sevmesine yorarak sınıfı yeniden Hilal ablaya emanet edip adımlarımı öğretmenler odasına yönlendirdim. Misafirimiz cam kenarına oturmuş elinde çay bardağını tutarak dışarı seyrediyordu.


Bir kez daha hiçbir şey yokmuş gibi kendime telkinde bulunup küçük bir öksürük ile geldiğimi belli ederek Ceyhun Uluç'un dikkatini çektim. "Yiğit sınıfta sizi bekliyor, çayınız bittiyse eğer alabilirsiniz Yiğit'i." Bu sırada ayağa kalkmış bir kaç büyük adım atıp karşıma dikilmişti.


"Peki, güvenebildiyseniz bana gidelim o halde. Size, bana güvenebileceğinizi söylemiştim."


Ne çok takmıştı şu güven olayına. Ne yani her gelene sorgusuz sualsiz verelim mi çocukları. "Ailelerimiz güveniyorsa bizim için sorun yoktur Uluç Bey. Dediğim gibi herkese güvenemeyiz. Ne yazık ki bu devrin insanları güvenilecek gibi değil. Her türlü pisliğe çocuklarımızı da bulaştırmaya çalışıyorlar maalesef."


Düşünceli bir ifadeyle bana baktı, ardından da konuşmaya başladı. "Doğru diyorsunuz Öğretmen Hanım, anlıyorum sizi. Bu tür insanlar -ki insan demeye ben utanıyorum- onlar var oldukça daha çok güven problemi yaşarız. Bu arada çay için de teşekkürler."


Başımı sallayarak söylediklerini onaylarken "Rica ederim, afiyet olsun." diyip öğretmenler odasından çıktık. Sınıfa kadar yine ben önde o benim arkamda ilerlemeye başladık. Varlığını hemen bir adım arkamda hissediyordum. O kadar heyecanlı ve ne yapacağımı bilmez bir haldeydim ki halimi belli etmemek için büyük bir çaba sarfediyordum.


Sınıf kapısına gelince yavaşça kapıyı açtım ve içeri girip Yiğit'i çağırdım. Yiğit'i çağırmamla diğer çocuklar da heyecanlanıp kapıya gelmeye başladılar.


Herkes kapıdaki adama hayran gözlerle bakarken bu karşılamanın nedenini anlamaya çalışıyordum. Yiğit koşarak gelip dayısının boynuna atlayarak yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. Daha sonra arkadaşlarına dönüp "Bakııın işte size bahsettiğim dayım. O bizim hepimizin kurtarıcısı. Bizi bütün kötü adamlardan koruyan bir asker o." demesiyle hem çocuklar hem de ben şaşkın bakışlar eşliğinde bakmıştık karşımızda duran adama.

Ne yani, asker miydi? Bana yardım elini uzatan kahve gözlerin sahabi bir asker miydi? O an hatırladım ki Yiğit daha önce bir kaç kez asker bir dayısı olduğundan bahsetmişti ancak unutmuştum bunu ve bu kişinin Ceyhun Uluç olacağı aklıma gelmemişti.

Demek o yüzden demişti bana güvenebilirsiniz diye ve bu kadar üstünde durmuştu. Yiğit bu yüzden heyecanlanmıştı muhtemelen dayısının geldiğini duyunca çünkü onu hem çok seviyor hem de onunla gurur duyuyordu.


Şaşkın bakışlarla ona baktığımda Ceyhun Uluç'un da bana baktığını görünce hemen bakışlarımı kaçırıp Yiğit'e baktım. Bu esnada Yiğit dayısına dönmüş "Bak dayı bu da sana hep bahsettiğim canım öğretmenim Aysima. Onu çok seviyorum, o benim her şeyim. Bunlarda arkadaşlarım ve Hilal Ablam. Onları da çok seviyorum." dedikten sonra bizleri tanıttı.


Bunun üzerine Ceyhun Uluç "Biliyorum yiğidim öğretmeninle tanıştım zaten. Ama arkadaşlarınla ve Hilal ablanla tanışmamıştım." deyip çocuklara döndü. "Merhaba çocuklar, hepinizi gördüğüme çok mutlu oldum." deyip Hilal Ablayı başıyla selamladı.


Yiğit'in benim için kullandığı sözcüklerden sonra o kadar mutlu olmuştum ki. Demek benden, öğretmeninden, her yerde güzel şekilde bahsedebilecek kadar seviyordu beni. Bir çocuğun kalbine dokunabildiysem eğer bu benim için dünyalara bedeldi. Demek ki ben de bir kalbe girebilecek bir insandım. Peki ya bu zamana kadar niye böyle bir şey olmamıştı? Ayrıca benden mi bahsediyordu sürekli ona? O da beni görmeden önce tanımaya mı başlamıştı? İçimdeki anlam vermediğim heyecan tüm bedenimi sarmalarken sakin kalmaya çalıştım.


Yiğit ayakkabılarını giyip sınıfın dışına çıktığında ben de çocuklara dönüp "Haydi çocuklar, Yiğit'in bugün yine biraz erken çıkması gerekiyor ama sizin hâlâ çıkış saatiniz gelmedi. O yüzden hepiniz sınıfa. Ama gitmeden önce Yiğit'e bir şey söylemek ister misiniz?" dediğinde çocuklar hep bir ağızdan "Geçmiş olsun Yiğit, iyileşip hemen geri gel." dediler. Hilal ablanın eşliğinde onlar sınıfa geçtiğinde ben de Yiğit'e döndüm yeniden.


Göz göze gelmek için uzun salaş elbisemin etklerinin yere değmemesine dikkat ederek biraz eğildim. "Hadi bakalım Yiğitciğim, bugün yine senin ne kadar güçlü bir çocuk olduğuna dair seni test edeceklermiş. Eminim yine bu testi geçeceksin. Çünkü sen çok güçlü bir çocuksun. Yarın dinlenmen için sana bir günlük izin veriyorum hem doktorun da böyle olmasını isteyecektir senden. Ondan sonraki gün yine görüşürüz olur mu?" Yanağına ufak bir öpücük kondurduğumdağumda gülümseyip utangaç bakışlarını atmıştı.


"Tamam öğretmenim, sen merak etme. Ben iyi olup hemen geri gelicem. " Yiğit'in çocuksu bir edayla söylediği lafından sonra dudaklarıma buruk bir tebessüm yerleştirip doğruldum. Umarım iyileşirdi, umarım bu günleri atlatırdı.


Ayağa kalktığımda karşımda tüm heybetiyle Ceyhun Uluç duruyordu. O kahve gözleriyle bana bakıyordu. Sanırım asker olmanın getirisiyle dimdikti. Sanki doğal hali gibi duran hafif çatık siyah kaşlara sahipti. Kahve gözlerini gür, uzun, siyah kirpikleri çerçeveliyordu. Kısadan biraz uzun kirli sakalları kemikli yüzünü sarmış, siyah saçları hafif sağa ve geriye doğru taranmıştı.


Her gece rüyamda aşinası olduğum gözlerin sahipliğini yaptığı yüz hatlarını da üç saniyelik bakışımla zihnime kazımıştı gözlerim.


Kocaman elleriyle Yiğit'in ufak omuzlarına dokunduğunda dikkati kendine çekmek niyetindeydi. "Hadi aslanım biz de gidelim artık. Hem öğretmenini meşgul etmeyelim hem de doktorunu bekletmeyelim olur mu?" Daha sonra bana döndürdü kahverengi gözlerini. Bakmayacaktım, bakmamalıydım ancak çok güzellerdi.


Sapıtma Aysima, gözüne sahip çık.


"Her şey için teşekkür ederiz Öğretmen Hanım, görüşmek dileğiyle." Bu esnada Yigit'in ufak elini kocaman elleri arasına aldı.


"Rica ederim, Yiğit önce Allah'a sonra sizlere emanet, görüşürüz. Sen de kendine iyi bak Miniğim, tamam mı?" Yiğit heyecanla başını salladı ve ardından ikisi de uzaklaştı. Gözlerim ikisinin arasından bakakaldı bir süre. Daha sonra kendime gelip diğer öğrencilerimin yanına geçtim.


Nir süre sonra sınıftaki öğrencilerim ailelerinin gelmesiyle giderlerken öğlenci tayfa da gelmeye başladı. Onlarla da verimli bir gün geçirmiş ve eğlenmiştik.


Gün son bulduğunda ve tüm ögrencilerim evlerine gittiğinde öğretmenler odasına geçmiştim.

Okul öncesi öğretmeni olmanın getirilerinden biriydi bu. Öğretmenler odasını genellikle sabah ilk gelişte ve sonra da çıkışta görmek, gerekmedikçe çocukların yanından bir an bile uzaklaşmamak. Şükür ki Hilal Abla vardı da bazen biraz da olsa hava alabiliyordum.


Öğretmenler odasında doldurmam gereken bir kaç evrak vardı, yarım saat kadar onlarla uğraştıktan sonra hemen çıktım okuldan. Okulda da pek bir şey yemediğim için açıkmıştım. Hemen eve gidip bir şeyler yemeliydim artık.


Yol boyunca düşündüğüm tek şey yemek değildi elbette hatta ondan daha önemli olan bir şey vardı ki o da Ceyhun Uluç'tu. Sekiz senedir gördüğüm rüyaya son bir yıldır dahil olmuştu kendisi ve bu gün de hayatıma girmişti, belki de girmedi. Sadece bakıp çıktı o kadar.


Eve geldikten sonra ilk işim üzerimi çıkarıp rahat bir şeyler giymek oldu. Eve gelince dış kıyafetlerimle bekleyemezdim. Bir alışkanlık haline getirmiş hiçbir şey yapmadan önce üzerimi değiştirirdim.


Ardından mutfağa geçip bir kahve hazırladım. Biraz dinlenmek istiyordum. Ne kadar aç olsam da biraz dinlenmeye daha çok ihtiyacım vardı.

Okul öncesi öğretmeni olmak bedeni yoruyordu ama zihni pek yormuyordu. Çünkü öğrencilerim daha beş yaşında miniklerdi. Toplamda yirmi sekiz tane öğrencinin elbette sürekli peşinde olmak yorucuydu ama en azından ruhum ve zihnim yorulmuyordu. O yaştaki bir çocuğun yapabileceği maksimum kötülük oyuncağını kırmak ya da arkadaşıyla küçük çapta bir kavga etmek olurdu, bunun da üstesinden gelmek çok zor değildi.


Bugün de bedenim yorulmuştu ancak bu defa zihnim de yorulmuştu. Ceyhun Uluç'un karşıma çıkması düşünceleimi ve beynimi tepetaklak etmişti. Gün boyunca onu düşünmüş ve zihnimi yormuştum. Dinlenip kafamdaki düşüncelerimi biraz da olsa unutmak için kahvemi elime alıp koltuğa ayaklarımı uzatarak oturdum.


Kaldığım kiralık ev çok büyük değildi ama bana yetiyordu. İki oda bir salon şeklindeydi. Odalardan birini yatak odası yapmış diğer odayı da hep o çok istediğim küçük kütüphaneye dönüştürmüştüm. Çocukluğumdan beri hayalimdi. Her zaman kendi evime çıkacağımı düşünür ve bir odasını kitap yuvasına dönüştürmeyi hayal ederdim.


Evimde en sevdiğim yer orasıydı. Odanın kapısının hemen karşısında büyük bir cam pencere vardı. Pencerenin önünde beyaz ve gri tonlarda orta büyüklükte bir çalışma masası ve sandalyesi bulunuyordu. Sol tarafta yine gri ve beyaz rengin hakim olduğu çok da küçük olmayan bir kitaplık mevcuttu. Sağ tarafta ise cama yakın bir şekilde konumlandırılmış koyu yeşil tonlarında bir berjer vardı. Geri kalan kısımlarda ise yere iki minder koymuştum. Duvara montalanmış küçük rafların üzerine koyduğum saksıdaki çiçekler ise ortama uyum sağlıyordu. Sade ama şık bir oda olmuştu. Tam hayallerimdeki gibi.


Bir süre öylece kahvemi yudumladıktan sonra telefonumu elime alıp biraz sosyal medyada dolaştım. Pek fazla tanıdığım olmadığı için genellikle gördüğüm paylaşımlar ya mesleki alanımla alakalı olurdu ya da sözler, şiirler, kitaplar olurdu.


Vakit böyle akıp giderken bir süre sonra önce namazımı kıldım ardından yemek yapmaya başladım. Tavuk bu hayatta en sevdiğim yemekti. Her türlüsünü iştahla yerdim ki iştahla yediğim yemek sayısı da çok azdı. En çok fırında kızarmış halini sevsem de bugün onu yapmamış dolapta kalan bir parça tavuk göğsü ile sote, pirinç pilavı ve salata yapacaktım.


Yemeğimi hazırlayıp yedikten sonra vakti giren namazımı da kılıp kütüphaneme geçtim. Benim günlük rutinim bunlardı işte, pek fazla şey değişmezdi. Ne evde oturup birlikte vakit geçirebilecek bir ailem vardı ne de dışarda vakit geçirebileceğim bir arkadaşım. Elbette kendim dışarı çıkıp bir şeyler yapardım ancak bazı şeyler birileriyle birlikte olunca keyifli oluyordu. Tek başıma bowling oynayamazdım, sıkıcı oluyordu ya da her gün dışarı çıkıp kahve içmezdim çünkü bana eşlik eden tek şey kendi düşüncelerim oluyordu. Yine çıkıyordum arada ama dedim ya yalnızlık bazı şeylere keyif vermiyordu.


Uzun bir süre kitap okudum hatta bir ara çay bile yapıp çay eşliğinde okudum kıtabımı. Okumayı bıraktığımda saat henüz çok geç değildi bu yüzden biraz da film izlemek istedim ancak pek mümkün olmadı çünkü düşüncelerimden buraya kadar kaçabilmiştim. Ceyhun Uluç'u ve rüyamı düşünmekten kaçınmak istemiştim bir süre ama daha fazla olmuyordu. Daha fazla kaçamıyordum.


Kimdi bu adam, neden rüyalarımdaydı, neden bu gün karşıma çıkmıştı? Bu rüyanın altında bir şey aramalı mıydım yoksa boş verip umursamamalı mıydım? Kafam allak bullaktı.


Üzerimde yılların verdiği bir yorgunluk vardı zaten ve ben hayatımda daha fazla karışıklık, belirsizlik ve en önemlisi acı istemiyorum. Zaten senelerdir acı bir an olsun peşimi bırakmamıştı, doğdum günden beri uğraşmam gereken birçok sorun vardı daha fazlasını istemiyorum. Bu acımasız dünya daha fazla canımı acıtmasındı...


***

Umarım kitabımı beğenirsiniz. Biraz kısa bir bölüm oldu ancak diğer bölümleri daha uzun olacak inşallah.


Düşüncelerinizi yoruma bırakabilirsiniz. Ben de bu doğrultuda hareket edip yazarım.


Desteklerinizi esirgemeyin lütfen. Yaptığınız her bir yorum veya beğeni benim için çok önemli.

Gelecek bölüm görüşmek üzere hoşçakalın 💕 👋


Loading...
0%