Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Bölüm 4-Tehdit

@efgan1

Keyfli Okumalar 🌹

 

 

​​​​​​***

Daha önce de söylemiştim ya, ben bu yaşıma kadar bir kişiye dahi güvenen biri olmadım. Yaşadıklarım, bana yaşatılanlar böyle bir insan haline getirdi beni istemesemde. İstemesemde diyorum çünkü bu istenilecek bir şey değil. Güvensizlik içinde yaşmak çok zor çünkü insan kendini her daim bir çember içine koyar ve oradan çıkamaz ve dahi o çemberin içine de bir başkasını koyamaz.

İnsanlara güvenemiyorum çünkü annem ve babam bana bunu öğrettiler. Onlardan öğrendiğim tek şey bu, güvensizlik.

 

Çocukluğumdan beri özellikle de yetimhaneye gittiğimden beri etrafımda sayısını bilmediğim kadar çok insan olmuştu. Yetimhaneye gelmeden önce babam dışarı çıkmama izin vermediğinden hayatımdaki insanlar sadece anne babamdı ancak onlar beni terk ettiklerinde bir sürü insanla yaşamaya başladım ve daha sonra okula gittim. Sınıfta ve okul içinde yine bir sürü kişi vardı. İlk okuldan üniversitesiye kadar farklı farklı insanlar tanıdım. Bir sürü arkadaşım olabilirdi, iyi anlaştığım ve dahi arkadaş gibi görebileceğim öğretmenlerim de olabilirdi.

Ama benim için hiç biri olmadı. İçinde bulunduğum çemberi aşıp dışarı çıkmadım. Duvarlarımı yıkamadım.

Yedi yıl boyunca annem ve babam evi bana zindan ederek, evin duvarlarını örmüşlerdi çevreme ancak bilmiyorlardı ki aslında içime de örmüşlerdi o duvarları hem de hiç yıkılmayacak bir şekilde. O evden kurtuldum ama içimdeki duvarlardan kurtulamadım...

 

Korkuyordum, tüm herkesten korkuyordum ve hâlâ korkuyorum. Başlarda ki korkumun sebebi daha öncesinde anne babam dışında hiç insan görmememdi. Yedi yaşıma kadar bildiğim sadece iki insan vardo ve yurda geldiğimde karşılaştığım onlarca çocuk korkutmuştu beni. Daha sonra buna, kalabalığa ve insanlara alışsam da yaşadığım şeyler korkumu asla değiştirmedi. Ne korkumu bitirdi ne de güvensizliğimi.

 

Anne babasından sevgi, güven görmeyen biri başkasına nasıl güvensindi ki? Onlar beni bırakıp gitmişti, hayatımın en büyük acılarını yaşatmışlar ve yaşamamın sebebi olmuşlarken başkalarına nasıl güvenirdim. Çünkü dedim ya korkuyordum. Pişman olmaktan, onlar gibi diğerlerinin de yine beni terk etmelerinden korkuyordum.

 

Fakat ben ilk kez birine güvenmek istedim. İlk kez birine güvenebileceğimi hissettim. Bu kişi ise Uluç'tu. Evet bunda rüyamın etkisi çok büyüktü ama güvenmek istiyordum ona ancak yanıldığımı bana göstermişti hem de kalbimi kıra kıra.

 

Hastaneden çıkalı dakikalar olmuştu ve ben hâlâ bankta oturup sessiz göz yaşlarımı döküyordum. Gözlerimden yaşlar süzülürken ellerimle eklem yerlerim bembeyaz olacak kadar oturduğum bankı sıkıyordum. Bu sırada telefonum çaldığında gözlerimi odaklandığım yerden çekip ellerimle göz yaşlarımı sildim. Ardından cebimden telefonumu çıkartıp arayana baktım.

 

Arayan müdürümüz Halil Bey'di. Büyük ihtimalle Yiğit'i soracaktı. Sesimin ağlamaklı çıkmaması için bir kaç kez öksürüp boğazımı temizlendikten hemen sonra cevap verdim aramaya.

 

Tahminimde yanılmamıştım, Yiğit için aramış henüz hastanedeyse hastaneye ziyarete gideceğini söylemişti. Ben de iyi olduğunu bildirip taburcu olacağını söyleyerek haberdar ettim. Teşekkür ettiğinde saatin ileri olduğu için öğlenci olan çocukların gelmeyeceğini ve dilersem eve geçebileceğimi de söylemişti ancak benim okula gitmem gerekiyordu. Çünkü okuldan aceleyle çıktığım için çantam ve feracem okulda kalmıştı. O yüzden önce okula gidip onları alacaktım.

 

Telefonu kapattığımda göz yaşlarım akmayı bırakmışlardı ama kendimi çok yorgun hissediyordum. Bir an önce eve gidip yatağımla buluşmayı hayal ediyordum.

 

Bulunduğum yer hastaneye uzak değildi, hastane de okula uzak olmadığı için yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Yürüyüş yaparak biraz daha ferahlamayı hedefliyordum. Yaklaşık 15 dakika yürümüş ve okula yaklaşmıştım ki bir arabanın durup kornaya basmasıyla arabaya doğru baktım.

Arabanın penceresi açılmış bir şekilde bana bakan adamı görünce sabır diledim Allah'tan. Çünkü şuan onu hiç çekecek halim yoktu. Arabadaki adam Ece'nin babası Batın Bey'di.

 

"Aysima Hanım, merhaba."

 

"Merhaba Batın Bey."

 

"Siz iyi misiniz? Yüzünüz solgun görünüyor."

 

Laf olsun diye sorduğu o kadar belliydi ki...

 

"İyiyim, teşekkür ederim. Biraz yorgunum o kadar."

 

"Anlıyorum tabi. Çocuk nasıl bu arada?"

 

"Hangi çocuk?"

 

Hangi çocuk olacak Aysima? Saçma sapan sorular...

 

"Ece'yi ve tabiki diğer arkadaşlarını okulda bırakıp peşinden gidecek kadar sanırım kötü durumda olan çocuk. Neydi adı? Yiğit, evet sanırım Yiğit'ti."

 

İyi ki en başından sabır istemiştim Allah'tan yoksa Uluç'la olanlarla beraber şuan şu herifin arabasını parçalara ayırabilirdim. Ne sanıyordu bunlar beni? Ben bir öğretmenim robot değil. Parçalara ayrılıp bir kısmım orda bir kısmım burda yaşayamam.

Yine de sözlerini görmezden geldim ve yine sabır çektim.

 

"İyi şuan çok şükür. Hastanede ama gün içinde taburcu olup evine gidebilecek. Şimdi müsaadenizle gitmem gerekiyor."

 

"Nereye gidiyorsunuz? İsterseniz bırakabilirim sizi."

 

"Yok, gerek yok. Teşekkür ederim. Okula gidiyorum, az bir mesafe kaldı zaten iyi günler."

 

Önüme dönüp bir adım atmıştı ki yine durdurdu beni. Evet şu anlık kötü bir şey yapmıyordu ama içimde bir tahammülsüzlük vardı ona karşı.

 

"Aslında Aysima Hanım, burdan tesadüfen geçmiyordum. Sizi okulda bulabilme umuduyla okula geliyordum."

 

Söyledikleriyle biraz şaşırsam da cevap verdim. Ne yapacaktı beni?

 

"Neden beni arıyordunuz ki?"

 

"Lütfen arabaya gelin konuşalım."

 

"Batın Bey önemliyse şimdi söyleyin lütfen. Yok değilse okula gidip oradan da eve geçmek istiyorum hemen."

 

Tahammülsüzlüğümü bu kadar belli ederken neydi ondaki yüzsüzlük anlayamıyorum.

 

"Tamam o halde siz okulda işinizi halledin ben sizi bekliyor olacağım. Siz eve geçmeden konuşmuş oluruz."

 

Başımla söylediklerini onaylayıp peki dedikten sonra yola devam ettim çünkü amacım bir an önce başımdan savmaktı. Kısa bir süre içinde okula vardıktan sonra önce lavaboya geçip şalımı çıkardım. Yüzümde kurumuş olan göz yaşlarımı bir güzel arındırdım yüzümden.

Daha sonra tekrardan şalımı bağlayıp mescide giderek öğle namazımı kıldım. İçindeki hüzün ve yara büyük bir acı veriyordu ve ben dua ederek bundan kurtulmak istiyordum.

 

İşlerimi halletmiş bir şekilde okuldan çıkarken içimden Batın Bey'in gitmiş olması için dua ediyordum ancak Batın Bey'i güvenlik kulübesinin önünde elleri cebinde sırtını bahçe kapısına dayamış bir şekilde beklerken gördüm. Arkası dönük bir şekilde kollarını göğsünde bağlamış beni bekliyordu.

 

Yavaş adımlarla bahçe kapısına doğru ilerlerken arkasını döndü ve beni görduğünde yüzünde kendini beğenmiş bir şekilde gülümseme belirdi. "Aysima Hanım konuşabiliriz herhalde şimdi değil mi? Sizi uzun bir süredir bekliyorum. İsterseniz arabama geçelim orda konuşalım."

 

Bu adam bu gün beni şu arabaya bindirmese içi rahat etmeyecek gibiydi. Ama bu benim umrumda değildi. Böyle bir adamın arabasına asla binemezdim.

 

"Bence şu banka oturup konuşalım. Zaten çok fazla vaktim yok hemem konuşulup kalkmalıyım." Bu defa itiraz etmedi ve banka doğru yöneldi. Ben bankın bir ucuna o diğer ucuna oturup onun diyeceklerini dinlemeye başladım.

 

"Malum bu gün okuldan erken ayrılmak durumunda kaldınız. Ece sizi çok seviyor ve normalde bile o kadar özlüyor ki. Bu gün erken çıkınca sizi tekrardan görmek istedi. O yüzden benimle beraber onun yanına gelmenizi istiyorum." Ciddi mi bu?

 

"Anlıyorum Batın Bey." Asla anlamıyorum. "Ben de Ece'yi seviyorum ama maalesef gelemem. Eve gitmem gerekiyor."

 

"Aysima Hanım biliyorsunuz bu zaman kadar kızım ne isterse yaptım bundan sonra da öyle devam edecek. Şimdi sizi görmek istiyor o yüzden hiç itiraz etmeyin, gidelim." Vallahi ciddi.

 

"Batın Bey biliyorum kızınızın her istediğini yapıyorsunuz. Bunu size daha önce de söylemiştim bu tasdik ettiğim bir yetiştirme tarzı değil diye. Siz hâlâ aynı devam ediyor olabilirsiniz ancak benim de bunu yapacağım anlamına gelmiyor. Ece'nin her zaman her istediğini elde edemeyeceğini öğrenmesi gerekir. Dilerseniz bugün başlayabiliriz."

 

"Yanılıyorsunuz Aysima Hanım. Bu hayatta kızım ne zaman ne isterse yapmaya hazırım ve yaparım da."

 

"Asıl siz yanılıyorsunuz Batın Bey. Her daim kızınızın yanında olamayacaksınız. Elbette ayrılıklar bir gün bir şekilde olacak. Ayrıca parayla ve sizin gücünüzle elde edilemeyecek şeyler de var bu hayatta. O yüzden şimdiden Ece'yi bu hayata uygun yetiştirseniz Ece için çok daha iyi olur."

 

Söylediklerimle yüz hatları gerildi çünkü hoşlanmamıştı cümlelerimden. Ancak yine de söylediğim şeylerin gerçek ve doğru olduğunu kendisi de farkında olduğu halde kabullenemiyordu. "Ece benim kızım Aysima Hanım. En doğru nasıl yetiştirilir ben bilirim. Sizin beni sorgulamaya hakkınız yok ayrıca başka bir şey hakkında da konuşacağım sizinle."

 

İlk söylediklerini görmezden gelip söyleyeceklerini dinlemeye başladım çünkü bir an önce şu adamın yanından ayrılmak istiyordum. Ne kadar az muhatap olursam o kadar hızlı kurtulurdum. "Dinliyorum"

 

"Size bir iş teklifinde bulunmak istiyorum." Sanırım temiz hava çarpmıştı bu adamı. Kızının öğretmeni olduğumu böylece bir işim olduğunu unutmuştu. "Batın Bey benim bir işim var zaten, Ece'nin öğretmeniyim."

 

"Biliyorum tabiki. Ece'nin öğretmenisiniz ama sadece onun değil diğer öğrencilerin de öyle. Benim isteğim sadece Ece ile ilgilenmeniz. Tam olarak farkında değilsiniz galiba ama Ece size tapıyor adeta. Her zaman sizi görmek ve sizi yanında istiyor. O yüzden sizden isteğim öğretmenliği bırakın ve tüm gün Ece ile ilgilenin. Emin olun bu teklif sizin için de mükemmel bir fırsat. Çünkü hem sadece bir çocukla ilgileneceksiniz hem de aldığınız ufak mikatardaki maaşınızın iki, üç hatta dilerseniz daha fazla katı kadar aylık ücret alacaksınız."

 

Söyledikleriyle gözlerim şaşkınlıktan açılmıştı. Bu adam artık gerçekten kafayı sıyırmışı. Ece için o kadar üzülüyordum ki, eğer böyle yetiştirilmeye devam ederse gelecekteki halini düşündükçe canım yanıyordu. Bencil, çevresindekileri düşünmeyen, sadece kendi istek ve arzularına odaklanan bir kız olacaktı. Ve bunun tek sorumlusu da karşımda pişkin pişkin oturan babası olacaktı.

 

İçimde öfke ve kendini üstün girmesinden ötürü tiksinti oluşsa da sakin kalmalıydımdım.

 

"Öncelike tapmılmaya layık sadece Allah'tır, bu kelimeyi sıradan bir şeymiş gibi kullanmayın lütfen. Asıl konuya gelecek olursak da teklifiniz için teşekkür ederim ama kabul edemeyeceğim. Ben bir öğretmenim. Çocukluğumundan beri hayal ettiğim meslek bu benim. Öyle bir çırpıda vazgeçebileceğim bir şey değil. Hem benim için Ece ne kadar kıymetliyse aynı şekilde diğer öğrencilerim de öyle. Hiç bir öğrencimden vazgeçip onları bırakamam."

 

"Eğer ücret az geliyorsa hiç sorun değil daha fazlasın-" sözlerini yarıda keserken ağzına lafı tıkamıştım ama önemli değildi. Saçma bir cümle kurmasına engel olmuştum sadece.

 

"Hayır Batın Bey para kısmı benim için önemli olan en son şey bile değil. Küçümsediğiniz öğretmen maaşım zaten benim için gayet makul ve bana yetiyor, daha fazlasına ihtiyacım yok. Dediğim gibi çocukluk hayalimi bırakamam. Eğer başka bir şey yoksa ben kalkıyorum artık." diyerek yanımda duran çantamı elime aldım.

 

"Peki gidebilirsiniz ama bunu burda bırakmadığımı ve bırakmayacağımı bilin. Kızım için her şeyi yapmaya hazırım. Umarım bu sorunu sizin için de benim ve Ece için de güzel bir şekilde çözeriz."

 

Sözleri kaşlarımı çatmama sebep oluyor ve öfkelendiriyordu. Ne sanıyordu bu adam kendini? Daha doğrusu beni kim zannediyordu? Onun emrinde çalışan bir uşağı degildim ben.

 

"Yapacağınız hiçbir teklif mesleğimden daha kıymetli olamaz Batın Bey. Ayrıca ben sizin her isteğinizi yerine getirecek bir yardımcınız değil sadece kızınızın öğretmeniyim. Benimle konuşurken sınırınızı bilin ve koruyun."

 

Söylediklerimle sinirlendiğini hiç saklama gereği duymamıştı. Mavi gözlerinden görebiliyordum ne kadar sinirli olduğunu.

 

"İstediğim takdirde yapmayacağım hiçbir şey yok Aysima Hanım. Eğer istersem bu gün öğretmenliğinizi bitirir sizi evime sokarım. Ama Ece'nin hatrı için bunu yasal yollardan yapıyorum. Bu söylediklerimi dikkate alıp öyle konuşun."

 

Tehdit savuran sadece sözleri değil gözleriydi de. Kendine güvenen ifadesinin yanında kararlılığı ve karanlığı da gözlerine yansıyordu.

 

"Siz beni tehdit mi ediyorsunuz?"

 

"İster bir tehdit olarak algılayın, ister bir uyarı. Dediklerimi unutmayın yeter."

 

Söyledikleriyle çıldırmak üzereydim, resmen beni tehdit etmişti. Öfke tüm sinir hücrelerimde dolanırken daha fazla konuşup çıldırmak istemediğim için öldürücü bakışlarımla son kez o iğrenç yüzüne baktım ve hızla yanından ayrıldım.

 

Şu an o kadar sinirliydim ki biraz daha o adamın yanında kalsaydım neler olurdu bilemiyordum. Bildiğim bir şey varsa bugün uzun zamandır hiç yorulmadığım kadar çok yorulmuş olmamdı. Hissettiğim yorgunluk sadece bedensel değildi. Ruhen de, zihnen de çok yorulmuştum.

 

Okuldan çok fazla uzaklaşmamıştım ki bir taksi durdurdum. Yürüyerek eve gidecek halim kalmamıştı.

Eve vardıktan sonra ilk işim odama girip temiz kıyafet alarak banyoya girmek oldu. Ilık suyun altında kalmak istiyordum bir müddet.

 

Banyoya girince bir süre suyun ısısını ayarladım ardından istediğim dereceye gelince girdim altına. Başımdan ılık ılık akıyordu su. Önce saçlarıma sonra yüzüme ardından da bedenimden ayak parmaklarıma doğru gidiyordu. Akan suyla beraber bu gün yaşadıklarım da akıp gitseydi ne güzel olurdu. Akan suyun unutulduğu gibi bu günkü yaşadıklarım da unutsaydım.

 

Ama akıp giden şey suyla beraber sadece göz yaşlarımdı, her zamanki gibi. Usul usul dökülmeye başladı yine. Gözlerimden dökülüp ılık suya karışıyor ardından bedenimden süzülüp gidiyordu.

 

Unuttuğum şeyse hiçbir şeydi. Hiçbir şeyi unutmuyordum, unutamıyordum. Hâlbuki unutmak istediğim ne çok şey vardı. Bu gün yaşadıklarım asıl unutmak istediklerim yanında hiçbir şeydi.

 

Bu dünya telaşı ve yükü o kadar ağır geliyordu ki yüreğime bunu tanışmak çok zordu. Yıllardır bir kez rahata kavuşamıyor ve daha da kötüsü üzerine yeni yeni dertler ediniyordum.

 

Ne kadar süre kaldım o vaziyette bilmiyorum. Ama sudan buruşmuş parmaklarım epey bir süredir orda olduğuma dair bir kanıt sunuyordu.

 

Üzerime temiz kıyafetlerimi geçirip çıktım banyodan. Hiçbir şey canım istemiyordu. Suyu kapatmadan abdestimi aldığımdan önce saçımı tarayıp bağladım ardından namaz feracemi ve baş örtümü de üzerime geçirip ikindi namazımı da kıldım.

Namazdan sonra bir şey yapmadan direkt yatağa girdim artık. Uyuduğumda belki biraz kafam dinlenirdi.

 

Uyandığımda akşam ezanı okunuyordu. En az iki saat uyumuştum. Kerahat vaktinde uyumamayı planlayan ben akşam ezanıyla zor açıyordum gözlerimi.

 

Uyanır uyanmaz bu gün yaşadıklarım beynine hücum ederken biraz yatakta oturdum öylece. Önce Uluç'u düşündüm; onun söylediklerini, kalbimi nasıl kırdığını ve sözlerinin doğruluğunu. Daha sonra Batın Bey'in adeta tehdit savuran kelimelerini. Uluç'u düşünürken acıyan kalbim Batın Bey'i düşününce kızgınlıkla atmaya devam etti.

 

Adeta beni tehdit etmişti. Kim oluyordu da böyle bir şey yapabiliyordu. Beni tehdit ederken ciddi miydi bilmiyorum ancak endişe kıvılcımları içimde oluşmuştu hemen yine de kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Tehdit etmişti evet ama sadece tehdidiyle kalırdı belki. Ne yapabilirdi ki? Öğretmenliğimi elimden nasıl alacaktı ki? Hadi onu geçtim evine normal şartlarda adımı dahi atmak istemezken bir çalışanı olarak rüyasında görürdü girdiğimi. Bir de zorla sokacakmış(!) Nasıl yapacaktı acaba bunu? Allah'tan başka hiçbir güç onun evine adımımı dahi attıramazdı, o da bunu bilecekti.

 

*

 

Günlerim yine sıradanlıkla geçerken bu bir hafta içinde bir farklılık olmadı. Okula gidip geldim, bir kaç kez sahile indim bu kadar. Bu süre içinde ne Uluç'u ne de Batın Bey'i hiç görmedim. Ece'yi genellikle babası okula bırakırken şu bir haftadır şoförleri aynı zamanda da korumaları olan adamlar bırakıyordu okula. Yiğit'i de zaten genellikle yine şoförleri ya da Yasemin Hanım ve Serhat Bey bırakıyordu.

 

Anlaşılan Uluç da söylediği kırıcı sözlerden pişman değildi. O günün gecesinde ben pişman mıdır diye düşünürken, o hiç pişman olmamıştı sanırım. Bırakın pişman olup özür dilemeyi bir kez bile karşıma çıkmamıştı. Biliyordum buradaydı, göreve falan da gitmemişti. Ama bana da hiç gelmemişti.

 

Olanların ertesi günü Yasemin Haım ve Serhat Bey konuşmak istediler benimle. Amaçları Uluç adına özür dilemekti ama onların bir suçu yoktu ki. Suç Uluç'undu, özür dilemesi gereken biri varsa da oydu. O yüzden onlarla bu konu hakkında konuşmak istemediğimi onlara kırgın olmadığımı söylemiştim. Yasemin Hanım söylediklerimle ne kadar rahatlasa da Uluç'a karşı kırgın olduğumu anlamış ama ses etmemişti.

 

Bir yerde Uluç'un söylediği şeyler doğruydu ancak her doğru her yerde söylenmez diye de bir söz vardır. Yalan söylesin demiyorum ancak bu doğru can yakacaksa susulabilir de. O gün susmasını isterdim çünkü yalnızlığımı zaten biliyordum ve kalbimi en çok acıtan da buydu.

 

Yine de düşünmemeye çalışıyordum bu durumu, son günlerde unutmuş gibi davranıyordum çünkü hatırladıkça canım daha da yanıyor ve kendime eziyet ediyordum. Uluç rüyalarımdaydı yine ama onu da düşünmemeye gayret gösteriyorum. Her şey olacağına varırdı, çok düşünüp can yakmaya gerek yoktu.

 

Gün sona erdiğinde öğlenci tayfa olan çocuklar da gitmişlerdi. En son kalan öğrencim Mehmet de teyzesiyle giderken bahçede gülümseyerek arkasından bakıyordum. Onlar bahçe kapısından çıkmışlar ve hemen ardından biri girdi, gelen kişi ise şaşırma sebep oldu. Hem şaşırdım hem de istemsiz heyecanlandım, gelen Uluç'tu.

 

Bana doğru yaklaşan adımları yerimde sabit kalmama neden olurken bakışlarımı da alamadım gözlerinden. Onun gözleri de sadece benim üzerimdeydi, başka hiçbir noktaya bakımdan sadece bana bakıyordu.

Mahçupluk vardı gözlerinde, dikkatimi ilk çeken şey bu olmuştu.

 

Bir kaç adım ötemde durduğunda gözlerini ilk kaçıran o oldu bu defa. Mahçupluğundan ve belki de pişmanlığından kaçırmıştı, anlayabiliyordum bunu çünkü gün içinde yaramazlık yapan bütün çocuklarım böyle yapardı. O da öyleydi, suçlu bir çocuk gibi gözlerini kaçırıyordu.

 

"Merhaba öğretmen hanım." Sonunda cesaretini toplayabildiginde konuşabilmişti.

 

"Merhaba, buyrun." Ne kadar kırgın olsam da çocuk gibi yanında kaçıp gidecek halim yoktu.

 

"Ben, biraz konuşmak istemiyorum sizinle. Müsait misiniz?"

 

"Niçin, ne konuşacağız?" Elbette biliyordum ne konuşacağımızı, hastanede olanlardan bahsedecekti.

 

"O gün hastanede olanlarla ilgili konuşmak istiyorum."

 

"Neden? O gün yeterince konuştunuz zaten benimle. Söyleceklerinizi söylediniz hatta fazlasıyla söylediniz. Suçlamalarınız yetmedi mi yoksa?"

 

Özür dilemeye gelmişti ve bu belliydi halinden ama anlamamazlıktan geliyordum. Acımayacaktım; o, o gün bana nasıl acımadıysa ben de ona acımayacaktım. En azından aklımın bir tarafı acımamamı söylüyordu. "Hayır hayır öyle değil. Ben o gün olanlar için gerçekten üzgünümüm. Ama böyle ayakta konuşmayalım. Bir yere geçip oturalım doğru düzgün konuşalım."

 

"Konuşacak bir şeyin kaldığını düşünmüyorum ben. Siz o gün söylemek istediklerinizi söylediniz. İçinizdeki öfkenizi kustunuz. Konuşacak başka bir şey kalmadı."

 

Arkamı dönüp gitmek isterken sözleriyle bunu yapmama izin vermedi. "Tamam bakın biliyorum bana çok kızgınsınız, gerçekten çok büyük bir hata yaptım ama lütfen biraz konuşalım. Beş dakika dahi olsa beni dinleseniz? Lütfen."

 

Öyle bakıyordu ki yüzüme hayır konuşmayalım demek imkansız gibiydi. Ona naz yapıyor gibi görünsem de aslında dinlemek istiyorum ben de söyleyeceklerini, merak ediyorum çünkü. Neden öyle konuştu öğrenmek istiyorum, beni kırmak istediği için bu kelimeleri kullandığını düşünmek canımı yakıyor. İlk kez birine belki güvenirim derken onun tarafından yanılmış hissetmek acı veriyor.

 

Bir müddet kararsız kalmış gibi bekledim. Zihnimi ve duygularımı kontrol ettim ve konuşmak istediğimi kabullendim. Uluç ise gözerime umutla bakıyor ve konuşmak için ısrar ediyordu.

"Peki, konuşalım. Ama önce ben içerden eşyalarımı alayım. Siz de şu karşıdaki banka oturun bekleyin orda beni." diyerek okulun dışında ağaçların altına yerleştirilmiş bankı işaret ettim.

 

Gözlerindeki ani değişim dikkatimden kaçmamıştı. Hafif gülümseyip başını sallarken kabullenişimden ötürü çok memnundu.

"Teşekkür ederim, bekleyeceğim sizi."

 

Başka bir şey demeden arkamı dönüp okula girdim. İçimde ne kadar ona karşı bir kırgınlık olsa da heyecan da vardı. Ona dair gelişen şeyler heyecanlandırıyordu beni. Bu duygu bir hoşlantı veya ilgiden meydana gelen heyecan değildi muhtemelen çünkü bunu daha önce hiç deneyimlememiştim. Bunun sebebi yine ve yine rüyalarıma girmesiydi. Rüyama girmesi onu ister istemez hayatımda diğer insanlardan farklı bir konuma koyuyordu.

 

Kendime gelmek için ilkin lavaboda elimi yüzümü yıkadım. Aynada gözlerime bakıp birazdan konuşacağımız şeylere için kendimi hazır hale getirmeye çalıştım çünkü erkeklerle bu zamana kadar aramda hep bir mesafe vardı. Bu yüzden biraz olsun geriliyordum. Geçen hafta Batın Bey ile konuşurken de gerilediğimi hissetmiştim ancak daha sonra bu sinire dönüşmüştü.

 

Kendimi hazır hissettiğimde lavabodan çıkıp öğretmenler odasından eşyalarımı aldım. Uluç'u da daha fazla bekletmemek adına başka bir şeyle oyalanmadan okuldan çıkıp bankaların olduğu tarafa yöneldim. Ceyhun Uluç ise bahsettiğim banklardan birine oturmuş etrafı seyrederek beni bekliyordu.

 

Ona biraz daha yaklaştığımda kahve gözleri benden tarafa dönerek üzerimde durdu. Ona doğru attığım her adımda gözlerini üzerimden çekmezken biran önce yanına gitmek istemiştim çünkü birinin bakışları üzerimde fazlasıyla durduğunda rahatsız oluyordum.

 

Bankın bir ucuna otururken gözleri hâlâ üzerimdeydi ve sanki bunun farkında değil gibiydi. Gözlerimi kaldırıp onun gözleriyle buluşturduğumda kendine gelip sahte bir öksürük ile önüne döndü hemen.

 

"Öncelikle tekrardan çok teşekkür ederim konuşmayı kabul ettiğiniz için."

 

Yeniden bana bakarak konuşmuştu ancak ben gözümü fazla üzerinde tutamıyordum.

 

"Teşekküre gerek yok çünkü bu konuşmaya aslında benim de ihtiyacım vardı." Gerçekten benim de ihtiyacım vardı ancak bunu itiraf etmesem daha mı iyi olurdu acaba. "Yani o günkü sözlerinizi hakettiğimi düşünmüyorum ve haksızlığa uğradığımda bunun eninde sonundaki çözüme ulaşmasını isterim. O yüzden lütfen bana kendinizi savunabileceğiniz mantıklı bir neden söyleyin. Ben düşünüyorum ancak bulamıyorum ve bunun mantıklı bir açıklaması olabilir mi bilemiyorum da."

 

Gözlerine baktığımda utanç ve mahcubiyeti gördüm, o gün olanlardan gerçekten de pişmandı ancak sadece bu yeterli değildi. Geçerli bir sebebi olmalıydı.

 

"Biliyorum gerçekten o gün çok fazla ileri gittim sizin bir suçunuz olmadığı ve benim bunu bildiğim halde. Mantıklı bir sebep söyleyebilir miyim bilmiyorum ama anlatacaklarımla beni anlamanızı istiyorum."

 

"Uluç Bey o gün söyledikleriniz anlaşılabilecek bir şey değildi. Sadece suçlamakla kalmadınız ki beni, yaralarımdan vurmaya çalıştınız ve başardınız da. Ben size hayatımdan küçük bir şey, pek bir yakınımın olmadığını söyledim, öyle laf arasında konuştuğumuz bir şeydi bu. Ancak siz ilk fırsatını bulduğunuz anda o yaramdan vurmaya çalıştınız beni. Hem de hiçbir suçum yokken."

 

Hiçbir zaman tartışma taraftarı olan biri olmamıştım bu yüzden sesimi olabildiğince normal düzeyde tutup sakin bir şekilde konuşuyordu. Bir tarafım haksız olduğu için surat asıp fevri davranmamı söylese de ben öyle biri değildim, istesem de kavga çıkaramazdım.

 

"Biliyorum gerçekten özür dilerim. Ne kadar özür dilesem de söylediklerimi geri alamam ama lütfen beni dinleyin ve anlamaya çalışın."

 

Pişmanlığını hem gözlerinden hem de sesinden okuyabildiğim için karşı çıkmadım, gerçeği bilmek istiyorum.

 

"Şu aralar zor bir dönemden geçiyorum. Kendimi kontrol edemediğim zamanlar oluyor. İstem dışı bir şeyler yapıyorum ya da söylüyorum. Niye böyle olduğunu şuan size açıklayamam ama böyle bir durumu bende istemiyorum, kim ister ki?"

 

Yeniden önüne döndüğünde söyleyeceklerini toparlamak ister gibiydi.

 

"Dediğim gibi kendimi kaybediyorum ve içimden başka biri çıkıyor. Ben gidiyorum yerime başkası geçiyor sanki. Bir şeyler yapıyor veyahut bir şeyler söylüyorum ama ben yapmıyorum onları. Daha doğrusu gerçek ben yapmıyorum. Aklım sonradan başıma geliyor. Ne yaptığımın sonradan farkına varıyorum. Ama çok geç oluyor tıpkı o gün olduğu gibi. O gün benim yüzümden gözünüzden akan bir damla yaş beni kendime getirirdi ancak her şey için çok geçti."

 

Yeniden pişmanlıkla başını önüne eğdiyinde durumunu içimden anlamaya çalışıyordum. Bunun bir sebebi olmalıydı, bir insan durduk yere böyle bir hale gelmezdi, gelemek istemezdi.

 

"Durumumun sebebini açıklamak istemiyorum ama hâlimi bilmenizi ve beni anlamanızı istiyorum. O gün yaptığım şeyler benim, gerçek benim söylediğim şeyler değildi. Ben size karşı asla öyle davranmam hele ki hiçbir suçunuz yokken. O gün zaten hiç iyi değildim, kafam yerinde değildi, ben yerimde değildim. Bir de Yiğit'in hastanede olduğunu öğrenince içimde bana ait hiçbir şey kalmadı. Sadece sizi üzmekle de kalmadım, ablama da çok kırıcı şeyler söyledim. Kendi öz ablamı bile görmüyordu gözüm. O ne durumda olduğumu bildiği için bana kızmadığını söyledi ancak olan oldu bir kere. Ağzımdan o kelimeler döküldü."

 

Nefes almak için bir kaç saniye ara verildiğinde bilerek ben araya girmedim çünkü müdahale olmadan kendini ifade etmesini istiyordum.

 

"Bir haftadır işkence içindeyim resmen. Size söylediklerim kafamda yankı yapıp duruyor. Gözlerimin önünden o halinizi çekemiyorum. Her gözlerimi kapattığımda gözünüzden süzülen o bir damla yaşı görüyorum ve sanki o bir damla kor bir ateş olup kalbime düşüyor söylediklerimin acısını çıkartır gibi. Ben de unutmak istemiyordum zaten. Çünkü yaptıklarımın cezasını çekmeliyim. Sizi nasıl üzdüsyem ben de acı çekmeliyim."

 

Bu defa sustuğunda benim konuşmamı bekliyordu, söyleyecekleri bitmişti. Ben ise hemen ne söyleyeceğimi bilemedim çünkü açıklamadığı bir şey olmuştu ve bu onu bu hâle getirmişti.

 

"Uluç Bey ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. Neden böyle durumda olduğunuzu bilmiyorum ısrar edecek de değilim anlatmak istemeyebilirsiniz. Ama ne halde olduğunuzu anlayabiliyorum. Pişman olduğunuzu, bunları gerçek sizin yapmadığınızı da görebiliyorum."

 

Hemen kabullenmiş gibi olabilirdim ancak gerçekten anlamıştım anlatmak istediklerini ve gerçekten ne halde olduğunu da anlıyordum. Anlattığı o yollardan ben de geçmiştim çünkü ve bu duruma düşmeme sebep olan şey çok zor ve kötü bir şeydi. Onun da kötü bir şey yaşadığını hissediyordum.

 

"O gün gerçekten çok üzülmüştüm hâlâ daha üzülüyorum. Hak etmediğim şeylerdi çünkü. Ama anlattıklarınızdan sonra size de kızamam artık. İstemeden yaptığınızı anlıyorum ve biliyorum."

 

İnsan o durumdayken kendinde olmazdı, çevresini tanıyamazdı, en sevdiği bile gelse onu dâhi yüzü görmezdi. O haldeyken içinden başka biri çıkar ve beynine o hükmederdi. Tüm sözlerini, hareketlerini o yönlendirirdi. Bir başkası bunu kabul etmeyebilir ancak Ceyhun Uluç'un ne yaşadığını ben bizzat biliyorum ve bunu bilirken ona kırgın kalamam. İsteyerek yapmadığı şeyden ötürü ve bir zamanlar benim de olduğum bir haldeyken ona kızamam.

 

"Gerçekten anlıyor musunuz beni?" Söylediklerim içindeki umudu yeşertmişti. Sevinci sesine yansımıştı. Muhtemelen bu kadar kolay ve hızlı kabulleneceğimi beklemiyordu.

 

"Anlıyorum ve dediğim gibi kızmıyorum da artık. Bir haftadır gerçekten üzülüyordum ama şimdi biliyorum nedenini. Bunu bildiğim halde hala aynı kırgınlıkla kalmam. Daha önce gelmiş olsaydınız hem kendinizi yıpratmazdınız hem de beni."

 

"İstedim, gelmeyi gerçekten çok istedim ama yapamadım. Karşınıza çıkacak cesareti bulamadım. Bir de beni anlamamanızdan korktum. Ama şuan görüyorum ki siz beni hemen anladınız. Teşekkür ederim anladığınız için, argılamadığınız için. Keşke böyle bir şey hiç yaşanmasaydı ama maalesef yaşandı. Geri alamam söylediklerimi ama beni affetmeniz için elimden ne geliyorsa da yapmaya hazırım. Anlamış olmanız affettiğiniz anlamına gelmiyor sonuçta."

 

Hafif tebessüm edip başımı iki yana saldım, onu affetmişken kendini suçlu hissetmesine gerek yoktu. "Keşke demeyin, keşke şeytandandır. Oldu bir kere artık, olması gerekiyordu belki de. Ayrıca sizi anlıyorum ve affediyorum Uluç Bey. Sizin suçunuz yok ki. Söyleyen siz değildiniz sonuçta, evet sizin ağzınızdan döküldü o kelimeler ama sizin zihninizden çıkmadı. O yüzden sizi suçlamıyorum artık."

 

"Teşekkür ederim, ne kadar etsem yeter bilmiyorum ama yine de teşekkür ederim. Karşılığı olmaz ama bir çay içme teklifinde bulunabilir miyim, hem ayrıca size de bir hatta iki borcum da var."

 

Aslında işim yoktu, eve gitsem dinlenecektim. Sadece bu gün yorulmuştum okulda ve biraz da başım ağrıyordu. Reddetmek istemiyordum bu teklifi ama kabul etmek de istemiyordum. Çünkü doğru değildi. O gün karşılıklı sadece ikimizin olduğu kahvaltı bile doğru değildi. Hatta şu an burda tek başımıza oturmak dahi değildi. İçim ne kadar gitmek istese de gitmeyecektim. Daha fazla doğru olmayan bir şeyi yapmayacaktım. "Teklifiniz için teşekkür ederim ama eve gitsem daha iyi olacak. Bu gün biraz fazla yoruldum ve başım ağrıyor. Eve gidip dinlensem daha iyi."

 

"Peki, sağlığınız için ısrar etmiyorum. Ama bir dahaki sefere teklifimde itiraz istemiyorum."

 

"İnşallah, o gün gelsin bakarız."

 

"O günü iple çekeceğim." Fısıltı gibi söylese de dediklerini duyabilmiştim. İple çekecekti, benimle çay içmeyi. Şaşırmış bir hâlde kalakalmışken o da yenice dediklerinin farkına varmış gibi gözlerini kaçırdı hemen. "O halde ben sizi daha fazla tutmayayım. Eğer benim yapabileceğim bir şey olursa lütfen arayın. Size yaptığım şeyin karşılığı olamaz belki ama elimden geleni yaparım."

 

"Bu konuyu bir daha açmamak üzere kapatalım artık lütfen. Hiçbir şeyin karşılığını istemiyorum. Her neyse ben kalkayım artık." Diyerek çantamı alıp ayağa kalktım. Hemen peşimden Uluç da kalktı. "Dilerseniz evinize bırakabilirim. Başınız ağrıyormuş bu halde gitmeyin."

 

"Gerek yok, teşekkür ederim. Biraz yürüyüş belki iyi de gelir, ev de yakın zaten."

 

"Peki nasıl isterseniz ama bir şey olursa lütfen arayın."

 

"Peki teşekkürler. Kendinize iyi bakın Uluç Bey. Allah'a emanet olun."

 

"Siz de öğretmen hanım. Allah'a emanet."

 

Sakin bir şekilde gülümseyip yanından ayrıldım. Ama ayrıldıktan sonra yüzümdeki gülümseme solmamıştı. Daha bir hafta önce aynı yolu sinir ve üzüntü ile giderken şimdi ağzım kulaklarımda ilerliyordum.

 

Mutluydum niye bu kadar mutlu hissediyordum bilmiyorum ama mutluydum ancak buruk bir mutluluktu. Uluç'un o gün söylediklerini bilerek söylememesi hem mutlu ediyor hem de korkutup üzüyordu. Ne yaşamış olabilirdi de bu hale gelmişti. Bu hale gelmesi için kötü bir şey yaşamış olmalıydı. Ne yaşadıysa yaşamıştı ama iyi olmadığı kesindi.

 

Eve vardığımda günlük rutinlerimi yerine getirdim hatta yemekten önce biraz uyumuştum da.

 

Yemeğimi yiyip namazımı kaldığımda yarın için okula götüreceğim materyalleri hazırladım. Ev bazen bir çöplük olabiliyordu, düzenli bir çöplük. O kadar çok materyal hazırlıyordum ki hiçbir şey atmaya kıyamıyordum çünkü basit bir malzemeden bile çocukların keyif alarak oynayacakları veya kullanacaklarını materyallere elde edebiliyordum. Yine biriktirdiğim malzemelerin başına oturup yarının etkinlik planına göre bir materyal hazırladım tabi bu sırada bilgisayardan da bir film açmıştım.

 

Materyali bitirdiğimde saat ona gelmişti, bu sırada çay da yapmış bir yandan onu da içmiştim. Dağıttığım etrafı toplayıp son bir bardak daha içmek için mutfağa gittim. Çayımı doldurmuş çıkıyordum ki en son yemek yaparken masaya bıraktığım telefonumuda alıp salona geçtim. Koltuğa kendimi bırkatığımda telefonumun da ekranını açtım ve 23 dakika önce atılmış olan bir mesajla karşılaştım.

 

Bana mesaj atan ya kullandığım şebeke operatörü ya faturalar ya okul hayatındaki öğretmen veli gurupları olurdu ancak bu defa mesaj atan bilinmeyen bir numaraydı.

 

Merakla kilidi açıp mesaja tıkladım ve gördüğüm mesaj şaşırmama sebep olmuştu.

 

"Merhabalar Öğretmen Hanım, ben Ceyhun Uluç. Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın. Gündüz ayrılırken başınız ağrıdığı için durumunuzu merak ettim."

 

Tüm vücudumu heyecan kaplarken derimin altına sıcaklık basmıştı. Ceyhun Uluç beni merak edip bana mesaj atmıştı. Bu.. bu inanılmazdı çünkü daha önce beni annem bile merak etmemişti.

Kalbim anlamadığım bir şekilde hızlı artarken dudaklarımın iki yana doğru iyice kıvrılışını fark edemedim.

 

Bir dakika, numaramı nerden bulmuştu ki?

Bu soruyu şimdilik es geçip daha fazla cevapsız bırakmamak için hemen yazmaya başladım. "Teşekkür ederim Uluç Bey, gayet iyiyim çok şükür. Siz nasılsınız?" Mesajı gönderdikten yaklaşık otuz saniye sonra geri cevap mesajı geldi, sanırım telefon elimdeydi.

 

"Rica ederim çok sevindim iyi olmanıza. Ben de iyiyim teşekkür ederim. Ayrıca numaranızı ablamdan aldım. Umarım sizin için bir sorun yoktur." Tabi ya başka nereden bulacaktı ki. Ya ablasından ya da eniştesinden alacaktı numarayı.

 

"Yok hayır, sorun değil."

 

"Peki o halde sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim. Hayırlı geceler dilerim size. Kendinize dikkat edin, görüşürüz."

 

"Estağfurullah… size de hayırlı geceler Uluç bey. Görüşmek dileğiyle."

 

Son gönderdiğim mesaja da tebessüm emojisini sabitleyince konuşmayı bitirmiş olduk. Konuşma bitmişti ama benim gözlerim hâlâ mesajlardaydı. O kadar farklı bir duyguydu ki bu... Biri sizi merak ediyor ve ne halde olduğunuzu öğrenmek istiyor. Hayatım boyunca tatmadığım bir duyguydu bu ve bu duygu çok güzeldi. Merak edilmek, biraz olsun önemsenmek...

 

Elbette altında farklı anlamlar aramıyordum. Uluç sadece merak etmiş ve mesaj atmıştı sebebi ise büyük ihtimalle hâlâ kendini suçlu hissettiği içindi. Ama benim için şu an sebebi hiç önemli değildi. Mesaj atanın kim olduğu bile önemli değildi şimdi. Ben önemsenmiştim, merak edilmiştim. Bunun sevinci vardı yüreğimde. Ve bu sevinç yüreğimden dudaklarıma yansıyordu. İki yana kıvrılmış duruyordu öylece.

 

Geceyi sırıtarak öyle bitirmiştim. Yatağa girdiğim anda bile düşüncem sadece mesajdı. Yatasıya kadar kaç defa okumuştum mesajları bilmiyorum.

Beni ilk defa eni merak eden, beni önemseyen kelimelerin bulunduğu mesajı virgülüne kadar ezberlemiştim.

 

***

Bu gün çok güzel bir gündü. İçimde bir enerji vardı ve hep gülesim geliyordu sanırım dünkü aldığım mesaj buna sebep olmuştu. İlk kez biri nasıl olduğumu merak ettiği için uzun süre bu duyguyu üzerimden atamayacağım aşikar.

 

Çocuklarla eğlenceli ve hareketi bir etkinliğin ardından dinlenmeleri için bu defa küçük motir becerilerini geliştirecekleri bir etkinlik düzenlemiştim. Daha önce topladığımız kozalakları verip başka da materyal kullanarak farklı bir şeye dönüştürmelrirni istemiştim. Hepsi de o kadar akıllı ve yetenekliydiler ki aklıma dahi gelmeyen şeyler yapıyorlardı.

 

Yavaş yavaş bitirmeye başladıklarında beni çağırıyorlar ve materyallerini gösteriyorlardı.

 

"Anneee! Benimki de bitti, bakar mısın?"

 

Ece de bitirmiş olacak ki beni çağırmıştı ve anne diyerek. Buna gülümsemeden edememiştim çünkü böyle hataları arada yapıyorlardı ve anne olmak yalandan da olsa çok güzeldi.

 

Ben de hatırlıyorum. İlk okuldayken sınıf arkadaşlarım öğretmenimize bazen "Baba" derlerdi. Fakat ben hiç karıştıramazdım çünkü bu kelimeler ağzıma alışık değildi zaten. Onlarla yaşadığım yedi yılda bile doğru düzgün anne baba diyememiştim onlara. Onu dememi dahi istemiyorlardı çoğu kez. Ben anne baba dedikçe onların evlatları olduğumu hatırlatıyordum onlara. Onlar da buna çok kızıyordu.

 

Birden aklıma düşen şeyle irkildim. Ben öğretmenime hep öğretmenim derdim "Baba" demeye alışkanlık değildim. Öğrencilerim bana bazen "anne" derdi çünkü onlar alışıktı. Ama Ece de tıpkı benim gibi anne demeye alışık değildi ki. Bana nasıl anne diyebiliyordu. Ayrıca şimdi fark ediyordum da Ece bana arada sırada öğretmenim diyordu sadece. Bu aralar sürekli karıştırıyordu, sürekli "Anne" diyordu ya da karıştırmıyor bilerek diyordu.

 

Beni annesi olarak görüyor, onun yerine mi koyuyordu acaba? Buna normal de sevinirdim. Bir çocuğun, özellikle de kendi çocuğumun bana anne demesine çok mutlu olurdum. Fakat konu Ece olunca daha doğrusu konu Batın Bey'in kızı Ece olunca tedirgin olmadan edemiyordum. Hele ki son konuşmamızda bana söylediklerinden sonra içten içe kendime bir şey demesem de korkuyordum.

 

Bir haftadır yoktu ortalıklarda, belki o an sadece blöf yapmıştı ama ben aklıma söyledikleri geldikçe korkmadan edemiyordum. Umarım Batın Bey Ece'nin bana yanlışlıkla(!) anne dediğini bilmiyordur. Bilse bir sorun olur mu bilmiyordum ama yine en iyi bilmemesiydi. Son söylediklerinden sonra bu adamın tehlikeli olabileceğini anlamıştım. O yüzden Ece'ye nazik bir dille, onu kırmadan bana anne dememesi gerektiğini, daha dikkatli olması gerektiğini söylemeliydim.

 

Ama bunları söylerken çok dikkatli olmalıydım. Ece'nin annesi yoktu. Ve büyük ihtimalle onun yoksunluğundan bana bu kadar bağlı ve anne diyordu. Onu kırmadan, üzmeden, anne yokluğunu belli etmeden söylemem gerekirdi. Ama nasıl yapmam gerektiğini bilmiyordum.

 

Ece'nin yanına ilerlerken içimdeki tedirginlik devam ediyordu. Yanına varınca hem etkinliğine bakmak hem de konuşmak için onun boyuna gelecek kadar dizlerimi kırarak eğildim.

 

+Ne kadar güzel yapmışsın Ece'ciğim. Aferin sana. Gördüğüm kadarıyla sen boyamışsın ve kurumamış, istersen pencere kenarına koyup daha hızlı kurumasına yardım edebilirsin." diyerek eğildiğim yerden doğruldum.

 

Şimdi konuşmayacaktım Ece'yle. Belki bir oyun etkinlik sırasında bir şekilde doğaçlama olarak Ece'nin anlayabileceği bir şekilde söylerdim. Eğer şimdi dirket söylersem anne yokluğunu hissederdi ve canının ne kadar yakacağının farkındaydım.

 

*

Gün bitmiş öğrencilerim evlerine dönmüştü. Ben de okuldaki bir kaç işimi halledip eve gelmiştim.

 

Ece ile olan sorunumuzu çözümüştüm. En azından çözdüğümüzü düşünüyorum. Doğru bir anı yakalayıp tün sınıfa der gibi bir şekilde bu konuyu açmıştım. Bazen hata yapabileceğimizi, dilimizin sürebileceğini söylemiştim. Hatta ilk okul anımdan bahsedip bazen arkadaşlarımın öğretmenimize baba dediklerini anlattım.

 

Fakat bilerek söylemenin çok doğru olmadığını öğretmenin öğretmen olduğunu asla anne babanın yerine geçemeyeceğini dile getirdim. Ve bunun gibi şeylerden bahsettim. Ece'nin biraz yüzü düşse de bir daha ki seslenişinde öğretmenim demişti.

 

Ece'yi üzmek asla istemezdim ama babasının yanında da alışır ve bana anne derse olabilecek şeylerden korkuyordum. Batın Bey bundan dolayı Ece'ye bile kızabiliridi. Ne kadar ölmüş olsa da Ece'nin bir annesi vardı ve belki Batın Bey kızının eşinden başkasına anne demesini istemeyebilirdi. Bu da kötü sonuçlar ortaya çıkarırdı. O yüzden daha fazla uzamadan konunun kapanması iyi olmuştu.

 

Yine her zamanki klasik bir gün geçirmiş yatağıma geçmiştim. Aklıma ansızın Uluç düştü. Dünkü yazdığı mesajı düşündüm. İstemsiz gülümsemeye başladım. Önemsenmenin, merak edilmenin bu kadar güzel hissettireceğini tahmin bile edemezdim.

 

Böyle tatlı tatlı düşüncelerdeyken duamı da edip uykuya daldım. Ama bilmediğim bir şey vardı. Belki de bu son kez mutlu şekilde uyuduğum bir uyku olacaktı. Yarının bana ne getireceğinden bir haberken belki de bu son huzurlu uyuyuşumdu. Bundan sonra sıradanlığıma özlem duyacağım bir güne uyanacaktım belki...

 

***

Herkese yeniden merhabalar, biraz geç kaldım kusura bakmayın.

 

Umarım beğenmişsinizdir bölümü, yavaştan olaylar başlıyor.

Ceyhun Uluç'un yaşadığı şey sizce ne olabilir, tahminleriniz var mı?

 

Satır arası yorumlarınız çok önemli benim için, lütfen desteklerinizi esirgemeyin. Bir tutum bebeğini benim için çok önemli bir destek.

 

Umarım kitaba devam edersiniz. Sizleri seviyorum görüşmek üzere hoşçakalın 👋 💕

Loading...
0%