@elf_brn18
|
"Evet! Sonunda buldum seni. Kesinlikle çok para ediceksin." Elimde tuttuğum kesinlikle yıllar öncesine ait vazoyu getirdiğim kutuya dikkatlice bıraktım. Çiçek motifli bu vazo büyük ihtimalle benden daha pahalı ve değerliydi. Paçalarım kirlenmiş, saçlarım dağılmıştı ve maske kesinlikle nefes almamı zorlaştırıyordu ama dinlenecek vaktim yoktu hızla kazı malzemelerini topladım. Dikkatli bir şekilde demir parmaklıkları aşmalıydım. Eminim ellerimde bilmem kaç küsür milyon liralık bir vazo olmasaydı çok daha rahat olurdu, yinede bir şekilde hallettim sanırım artık bu tarz işler benim için çok kolay bir hale gelmişti. Şimdiye kadar anlattıklarımdan benim bir tarihi eser kaçakçısı olduğumu çıkardıysanız, bingo! Övünmek gibi olmasın ama öyleyim, gerçi bu işin övünecek tarafı var mıdır? bilemiyorum. Her neyse iyi ya da kötü bu işi yapmak zorundayım çünkü kimse bedava yemek dağatmıyor öyle değil mi? Saat 02.00 ve öyle bir yoldan geçiyorum ki, bir yerlerden kurt adam falan çıkması gayet muhtemel. Sokak lambasının dâhi olmadığı bu garip yerde lambalı baret'im olmasa ne yapardım bilemiyorum. Sonunda motoruma ulaştığımda kutuyu motorun arkasına dikkatle bıraktım ve bareti çıkartıp kaskı taktım. Vazoyu aldığıma göre sırada patrona teslim etmek vardı. Yaklaşık dört saat yol gidip Tekirdağa ulaştığımda mutluydum, fakat benim için en kasvetli ortam olan BLACK GROUP'a bağlı BLACK İTHALAT VE İHRACAT'a girdiğimde tüm mutluluk yerini huzursuzluğa bıraktı. BLACK İTHALAT VE İHRACAT'a getirdiğimiz ürünleri patrona teslim ettiğimiz, karşılığında para aldığımız ve buradan ürünleri yurt dışına yolladığımız yer. Benim için dünya üzerinde ki en kasvetli yer, tamamı siyah temalı büyük bir alan. BLACK GROUP, zengin bir aileye ait. Bu aile BLACK GROUP bünyesin de, BLACK MİMARİ, BLACK KOLEJ ve BLACK İTHALAT VE İHRACAT'ı besliyordu. Yani saydığım tüm bu kurumlar bir aileye ait, karaoğulları ailesine. Danışmaya doğru yöneldim, patrona vazo'yu teslim edip Cemre'nin yanına gidecektim. "Merhaba, Semih Karaoğulları ile görüşmem vardı." "Adınızı söyler misiniz? Bu saatte bir görüşmesi yok diye gözüküyor, sadece toplantısı var." "Ayşıl Ekici, dün öğleden sonra aramıştım. Yalnızca mal teslimi yapacağım." "Üzgünüm, öye bir kayıt gözükmüyor. Şuan toplantı da olduğu için haber veremem. Toplantı 20 dakika sonra bitecek, lütfen bekleyin." "Peki, teşekkür ederim." Bekleme salonuna doğru adımlarken cemreyi aradım, burada olduğumu haber vermeliydim. 'İlk yıldızım' aranınıyor.. "Günaydın!" "Gün aydı mı? Benim niye haberim yok? Kızım, saat kaç farkında mısın!" "Senin için onca yol geldim, senin derdin hâla beni azarlamak mı?" "Tekirdağa mı geldin? Mal teslimi için mi?" "Evet, gelmişken seni görmek istiyorum. Bir saat sonra işim biter." "Tamam, bahçede olacağım oraya gel." Cemre ile olan konuşmamı bitirip beklemeye devam ettim. Bir süre sonra takım elbiseli birkaç kişi ve onların önünde yürüyen patronumu gördü gözlerim. Çıkış kapısına yönelen adımlar bana doğru gelmeye başlayınca oturduğum yerden kalktım ve küçük bir baş selamı verdim. Patronum semih Bey, selamımı alıp lafa girdi. "İşte anlattığım plan için düşündüğüm kişi, Ayşıl Ekici. Gerçekten Bu iş için en uygun kişinin Ayşıl olduğunu düşünüyorum. Bu arada tanıştırmayı unuttum, gördüğün beyefendiler Black Mimari için çalışan, mimarlarımız ve satış personellerimiz." Plan için düşündüğüm kişi? Ne planı diye geçirdim içimden. Neden benim hakkımda onlara bahsetmişti? Nasıl bir plana dahil olmuştum. "Memnun oldum, siz sanırım beni zaten tanıyorsunuz." "Yani nâmınızı duyduk diyelim, ayrıca görevinizi tebrik ederim." Yine aynı şey biri plandan diğeri ise bir görevden bahsediyor. Sorun ikisinin de ortak noktasının ben olmam ve benim olanlardan haberimin dahî olmayışı. Semih Bey merak ile bakan gözlerimi fark etmiş olacak ki ipleri eline aldı. "Misafirlerimizi geçireyim, sende lütfen o sırada odama çık." Semih Bey'i yalnızca başım ile onaylayıp üst katta ki odasına doğru adımladım. Tamamı ile siyah dekore edilmiş odaya ulaştığımda her zaman ki gibi içimin daraldığını hissettim. Vazo'nun bulunduğu çanta'yı masa'ya bırakıp yerime oturdum. Kısa bir beklemenin ardından kapıda semih Bey görünmüştü. Geldiğin de ayağa kalkıp bir baş selamı verdim ve onunda oturmasıyla tekrar yerime oturdum. Merak ve endişe ile dolan zihnimi Semih Bey'e yönlendirdim ve onu dinlemeye başladım. "Son zamanlar da haberleri izliyor musun?" "Yani, hayır çok fırsatım yok." "O zaman, Ulaş Yankaya'yı tanımıyorsundur." "Evet, tanımıyorum" "Peki, ülkemiz de büyük bir kazı alanı bulunduğunu biliyor musun?" "Hayır, bilmiyordum ama konunun bununla ne ilgisi var." "Konu tam olarak bununla ilgili. Ulaş Yankaya, bir astrolog ve bulunan kazı alanın da işleri o yürütecek. Bu kazı alanı çok önemli, bir çok tarihi kalıntı ve eser buluna bilir. Bizim de kazı alanından haberler getirecek birine ihtiyacımız var." Anlamsızca bakıyordum hâla, anlamamıştım ne istediğini. "Benden tam olarak ne istiyorsunuz?" "Senden çalışmayı, çalışmanın detaylarını bize bildirecek kişi olmanı istiyorum." "Bu bir arkeoloji çalışması değil mi? Nasıl içlerine girmemi bekliyorsunuz?" "Evet, öyle." dedi gayet rahat bir sesle ve devam etti. "Biliyorsun, japonya da bir şirket ile ortaklığımız var. Japonya'dan bir robot ve çip getirttik. Robot'a gerekli kodları gireceğiz ve robotu bilgisayarla eşleştireceğiz bu sayede robot bilgisayara bağlanıp gerekli bilgileri elde edecek, getirttiğimiz çipi ise robotla eşleyeceğiz ve çipi senin beynine yerleştireceğiz. " " Ne! " dedim büyük bir şaşkınlıkla bana resmen beynine çip takacağız diyordu. İzlediğim tüm bilim kurgu filmleri Kafamda dönüyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. "Bunlar seni korkutmuş olabilir, fakat korkulacak bir şey yok. Her aşama uzmanlar ile yapılacak, ayrıca iyi bir ücret alacaksın. Bizim verdiğimiz para'nın haricinde bir de maaş alacaksın. Şimdilik iki gün düşün ve onayladığın da bana haber ver. " "İyi de aklım da hâla karmaşalar var. Mesela, oraya Ayşıl ismi ile mi gideceğim?" "Hayır, teklifi kabul ettiğin anda artık Ayşıl Ekici değil, Gece Saran olacaksın." "Gece Saran, gerçekten yaşayan biri mi?" Başını iki yana salladığın da gece diye biri olmadığını anlamıştım. "Peki, Ayşıl'a ne olacak?" "Ayşıl.." dedi sakince ve ruhumu söndürecek o cümle kuruldu. "Ayşıl, ölecek.." Ayşıl ölecekti, Ayşıl ölürse dünya gece'nin hakimiyeti altında kalırdı. Karanlıklar altında kalırdı. Ay ölürse, dünya gece'nin zifiri karanlığı altında ezilirdi, babam aydınlık da değil, karanlık da kalırdı. Ay'ın, gece'yi aydınlatmayı bırakması demek, tüm hikayemin yalan olması demekti. Tüm dünya'yı, babamı gece'ye esir etmek demekti. Benim ruhum acırken, o ruhsuzca devam etti. "Ayşıl, 16 Şubat 2024 tarihinde, arkadaşı ile hız yapıp araba'nın hakimiyetini kaybetti ve bir tır ile çarpıştılar. Çok yazık ki ikisi de öldü." "Bu kaza, gerçekten oldu mu?" "Evet, bu kaza da ölen kişiler.. Bizim çalışanlarımız. İçlerinden biri, bizim görev için düşündüğümüz ilk kişiydi fakat o teklifi red etti. Tesadüfe bak, aynı gün öldü." Bu söz.. Tehdit'in farklı bir haliydi. Bana resmen teklifi red edersen sende ölürsün diyordu. Ona net bir cevap veremezdim, düşüneceğimi söyledim ve hemen kaçmaya yeltendim fakat ben çıkarken ki bakışı, sesi, duruşu ve söyledikleri aklımdan asla çıkmayacaktı. "Eğer red etmeyi düşünürsen, tırlara dikkat et. Bir çalışanımı daha kaybetmek istemem." Bana bir teklif sunulmuştu, zorlamadan hallice bir teklif. Red etmek mantık olandı fakat her zaman mantıklı olanı seçmezdi insanoğlu. Ne yapacağımı bilmiyordum fakat şu durum gerçekten karışıktı. Alt kata indiğim de götürdüğüm vazonun karşılığını da almıştım. Motoruma binip ilerledim, bu yollardan yüzlerce kez geçmiştim, hayat beni geçmeye itmişti fakat hiçbir zaman zihnim bu kadar dolu değildi. Anlayacağınız üzere çok varlıklı bir aileye sahip değilim, doğrusu bir aileye sahip olduğumu bile düşünmüyorum. Yalnızca bir anneye sahibim, babam ise.. Annem için kendini feda eden bir kahraman. Ortaokulun son yılında babam öldü, öldürüldü. Her zaman çok fedakar, anneme karşı itaatkar ve bana karşı çok merhametliydi. Annem, biraz şey bir kadındır.. Doyumsuz! Her zaman böyleydi, verdikçe fazlasını isterdi. Son moda çantalar, ayakkabılar, cilt rengine uygun allıklar en güzel rüyalarının baş rolleriydi. Babamdan istekleri hiç bitmezdi, bu istekler bir kasap için fazlaydı, çok fazla! Fakat yine de babam itaatkar bir köle gibi denileni yapmaya çalışırdı. Zamanla istekleri artmaya başladı ve babam hayatının hatasını yaptı, yüklü miktarda borç aldı. Sonrasın da bu borcu ödeyemedi ve.. Öldürüldü. Babam evimizin bahçesin de gözlerimin önün de öldürüldü. Sonrasın da hiçbir şey iyi geçmedi. Annem, babam öldükten sonra çalışmaya başladı. Birkaç ay sonra, artık çalışmaktan bunalmıştı. Bu süreçte Ortaokulu bitirmiş, liseye geçmiştim fakat annem birgün geldi ve bir daha hiç okul koridorlarında yürüyemeyeceğini bilmeyen ben annemi izlemekle yetindim. Müdürün odasına gidişini izledim, beni okuldan almak istediğini söyledi ve izlemeye devam ettim. Tüm işlemlerin yapılışını izledim artık bir lise öğrencisi olmadığımı idrak edene denk yalnızca izledim. Artık bir öğrenci olmadığımı annemin kitaplarımı tek tek sobaya attığında anladım. "Artık işine yaramayacak bunlar, bari ısınmamızı sağlasın." Bu cümle hep kafamda dönüp durdu. Kitaplar artık işime yaramayacak, yalnızca ısınmamı sağlayacaktı. O gün.. Herşey'in tüm kötü anıların başlangıcı gibiydi. Sonrasında, beni kollarımdan sürükleye sürükleye Nazım Abi'nin kafesine götürmüştü. Nazım Abi'ye beni işe almaya ikna etmek için üstün bir çaba göstermişti annem, Nazım Abi ise beni işe almayacağını yaşımın küçük olduğunu ve okumam gerektiğini söylüyordu. Annem ise burada çalışmasam bile farklı bir yerde illaha çalışacağımı söylüyordu. Nazım Abi ise bana acımış ve farklı bir yerde çalışmaktansa onun yanında çalışmamın daha iyi olacağını söylemiş ve beni işe almıştı. Önce Nazım Abi'nin garsonluk yapmıştım, akşama kadar orada çalışıyordum. Kafeden çıkınca geceleri de açık olan bir markette 05.00 'a kadar çalışıyordum. Dinlenmek için üç saatim vardı. Okuldan ayrılmam bana burs veren Black kolejin dikkatini çekmiş olacak ki beni yanlarına çağırıp neden okuldan ayrıldığımı sormuşlardı. O gün bu group'un görüldüğü kadar masum olmadığını anlamıştım. Bana eser kaçakçısı olmayı teklif etmişlerdi bana kalsa tabii reddederdim fakat annem kabul etmişti. Hayatım tamamen berbat ve boş bir hal almıştı. Her zaman eser bulup çalamadığım için kafe de ve markette çalışmaya devam ediyordum. Yalnızca, iş çıkınca eser çalıyordum. Bunları düşünürken cemre'in bahçesine 'Manolya Bahçe' ye geldiğimin farkında değildim. Cemre ile on dört yıldır en iyi arkadaştık. Benden iki yaş küçüktü fakat okulda çok farklı bir şekilde tanışmıştık.
15.eylül.2010 Bugün, okulun ilk günü ve artık bir lise öğrencisiyim. Aslın da lisede yalnız olmayacağımı düşünmüştüm fakat ailemin nâmı burada da duyulmuştu. 'Babası annesinden ne çekmiştir kim bilir, kadın paragözün teki.' 'Babası bu kadın için borç almış, ödeyemeyince öldürmüşler.'gibi daha bin ton laf duyuyordum. Ne diyeyim haklılardı. Tüm bu sözleri zihnime işliyordum, neden bilmiyorum fakat şuan çektiğim yalnızlıkta, hızursuzlukta diğer günler gibi değildi. Kalbimde tuhaf bir his vardı ve bu his şuan gördüğüm herşeyi, şuan duyduğum tüm sesleri not etmem gerektiğini söylüyordu. Belki de gelecekte olgunlaşıp güçlü bir kadın olduğumda (olabilirsem) bugünü hatırlayıp övünmek içindir. Oturduğum banktan sessizce etrafı izlerken gözüm bahçeyi paylaştığımız ortaokula takıldı. Çocuklar çok mutluydu ailelerine sarılıyor ve heyecanlarını anlatıyorlardı. Ortaokul da ilk günümü düşününce, bugüne benzediğini anımsadım tek bir farkla o gün beni okula babam bırakmış ve Saçlarımı severek "Yanında olmayı çok isterdim kızım, ne yazık ki seninle gelemiyorum. Okuldan çıkınca seni alacağım eve gittiğimiz de güzel bir yemek yaparız ve sohbet ederiz olur mu?" demişti. Keşke şuan yanımda olsaydı. O gün olamamıştı fakat günün sonunda eve beraber dönmüştük keşke bugün de eve beraber dönebilseydik. Gerçek hayattan kendimi soyutlamışken birşey hissettim, boynumda bir çift kol, bankın arkasından boynuma sarılan biri. İrkilerek arkamı döndüğümde boynumda ki kollar hızlıca geri çekilmiş ve bana sarılan kişi bir iki adım gerilemişti. "Özür dilerim, ablam sandım da o yüzden sarıldım." mahçup bir ifade ile bunları söyleyen kişi benden kesinlikle küçüktü fakat aramızda çok da yaş farkı yok gibiydi. Formasından ortaokula gittiği belli olan bu güzel kız uzun sarı saçları, kahverengi gözleri ve beyaz teni ile çok şirin gözüküyor ve benden içtenlikle af diliyordu. "Sorun değil." Bu cümle ile kısa muhabbetin biteceğini düşünmüştüm fakat öyle olmadı. Yanıma oturup konuşmaya başladı. "Adın ne? Kaçıncı sınıfsın?" "Adım, Ayşıl. Daha yeni liseye geçtim." "Ben de Cemre, yedinci sınıfa gidiyorum. Seni uzaktan görünce ablama benzettim ama saçlarının rengi hariç benzemiyorsunuz. Onun yeşil gözleri var seninkiler, buz mavisi. Hem saçlarında ona göre çok uzun." Daha yeni tanıştığım bu güzel kızın dediği gibi buz mavisi gözlerim vardı ve siyah uzun saçlarım istesem de kesemediğim saçlarım. Ortaokula giderken benimle çok dalga geçilirdi ve Saçlarımı tutup çekerlerdi. Her zaman yaşardım bunu, bu yüzden saçlarımı kesmek istedim eğer saçlarım kısa olursa sıkıca kavrayamazlar tutarlarsa bile ellerinden kolayca kurtula bilirdim. Bunu anneme söylediğim de bana "Saçmalama, güzel bir kız olmak istemiyor musun? Saçların kısa olursa cadıya dönersin, öyle olursa kimse seni beğenmez. Senin gibi bir cadıyı ömür boyu evimde tutamam ben, erkekler güzel kızları sever." demişti. Erkekler güzel kızları sever.. Erkekler güzel kızları sever.. Ömür boyu evimde tutamam.. Ömür boyu evimde tutamam.. İstesemde kesemediğim saçlarım, lanetli saçlarım. Hiç bir zaman saçlarımı sevmedim, sevemedim, sevdirmediler. Her gün okuldan döndüğümde kafamın ağrısı ile saçlarıma lanet okumamak için zor durdum. Zaten yeterince lanetliydi. Saçlarımı kesersem çirkin bir kız olurdum. Umrumda mı? Hayır! Erkekler güzel kızları severdi. Umrumda mı? Hayır! Annem benim gibi bir cadıyı ömür boyu evinde tutamazdı. Umrumda mı? Evet! Umrumda. İşte bu yüzden hâla uzun saçlarım var. Hâla lanetli saçlarım var. Erkekler beğeniyor mu? Önemsemiyorum. Güzel bir kız mıyım? Önemsemiyorum. Öz kızı olamama rağmen beni aşağılık gören annemi önemsiyorum. İşte bu kadar zavallıyım. İşte yine dalmıştım. Biri ile iletişime geçmiştim ama yine iç sesim ile konuşamam uzun sürmüştü. Genelde böyle zamanlarda kendime geldiğimde yanımda ki kişinin gitmiş olduğunu görürdüm ama bu sefer öyle olmadı. Cemre yanımda dikkatle beni izliyordu. Birlikte uzunca konuştuk. Bana bu ortaokula yeni kayıt olduğunu ve burada tanıştığı ilk kişinin Ben olduğumu anlattı. Tatlı bir kızdı ve en önemlisi ailemi tanımıyor, yargı dolu gözler ile bana bakmıyor, benimle konuşuyordu. Ben olduğum için. Ayşıl olduğum için.
- Günümüz - 10.02.2024 Böyle tanışmıştık Cemre ile benimle, ben olduğum için konuşan kızla. ilk yıldızımla. O zamanlar bu kadar yakın olacağımızı bilemezdim fakat o benim en yakınım oldu. Zamanla ailemi tanıdı fakat yinede bana yargı dolu gözler ile bakmadı. Hep sevecendi. Annemin beni okuldan aldığını birkaç gün sonra çalıştığım kafeye gelerek öğrendi. Arkadaşları ile öğle arasında vakit geçirmek için gelmişlerdi. Orada çalıştığımı öğrendikten sonra hergün öğle arası ve çıkışta yanıma geldi. Çıkışta çok işim olduğu zamanlar da eve erken dönmem için bana yardım ederdi. O okudu ve hayalini kurduğu gibi peyzaj mimarı oldu, kendine bir çiçek bahçesi açtı ve mimarlığını üstlendiği çalışmalarda bahçesinde ki çiçekleri de kullandı. tım bu iş değildi. Orta okulda onların bursu ile okumuştum, büyük ihtimalle bu yüzden bu iş için bana güveniyorlardı."Gardenya Bahçeleri" ismini verdiği bahçesi günden güne büyüyor ve Cemre kesinlikle bu işi harika yürütüyordu. Fakat, şuan geldiğim bahçe "Manolya Bahçesi" ydi. Cemre'nin annesi Melis Teyzeye aitti burası. Şu aralar daha çok Cemre ilgileniyordu fakat her ikisi içinde özel bir bahçeydi burası. 'Manolya Bahçesi' yazan ve kapının yanına asılmış büyük tabelanın yanından geçtim ve içeri girdim. Her taraf renkli çiçekler ve büyük Ağaçlar ile doluydu. Burası o kadar büyüktü ki bahçe'nin ortasında odunlar ile yapılmış küçük şirin bir ev vardı. Ev'i Cemre'nin babası Ramazan Amca kendi elleri ile yapmıştı. Kendisi askermiş, Cemre ortaokula giderken şehit olmuş. Bu büyük bahçe ise ondan kalan bir hatıra olmuş. Her geldiğim de Melis Teyze ile muhabbet ederken konu kesinlikle Ramazan Amca ve Melis Teyze'nin dillere destan aşkına gelirdi ve Melis Teyze heyecan ile anlatırdı. Bahçe'nin içine girdiğim de her tarafın çiçekler ile kaplı olduğunu gördüm. Her geldiğim de daha da güzelleşiyordu sanki bu bahçe. Bahçe'ye ismini veren Manolya çiçekleri ilk gördüğüm çiçeklerdi. Bahçe'nin ortasında bir kulube vardı. Küçük bir yerdi. Kulube'nin dışında cam bir alan vardı, içinde bir masa vardı ve duvara asılmış kupalar vardı. Melis teyze genelde burada bize kopardığı çiçekler ile bitki çayı yapardı. Kulube'ye doğru ilerledim, kapı'ya vurduğum da içerden ayak sesleri gelmeye başladı. Cemre'nin kapıyı hızla açtı ve boynuma atladı. "Hoşgeldin! Geç hadi içeri anneme geldiğini söyledim o da buraya geliyor. Kahvaltıyı burada yapacağız." "Kahvaltı hazırlamak için çok uğraşmamıştır umarım." "Hiç sorma, çok kızdı sana. 'Niye gelmeden haber vermiyor, bir şeyler hazırlardım' diye." "Beni Melis Teyze'nin gazabından koru." yalvarır gibi yaptığım işarete cemre gülmüş ve kendini Kulube'nin koltuğuna atmıştı. "Konu annem olunca maalesef devre dışı kalıyorum" "Cemre, Melis Teyze gelmeden sana anlatmam gerekenler var." "Tabii, anlat." "Bugün, bir teklif aldım..." Herşeyi anlatmıştım Cemre'ye her cümlemin sonunda yaptığı mimikler dikkatimi çekmişti. "Eee sen ne cevap verdin. Reddettin değil mi?" "Düşüneceğim dedim." "Ayşıl, kafana hasar falan mı aldın. Normal bir iş teklifi mi bu sence? Bir de düşüneceğim falan demişsin." "Cemre, beni dinliyor musun? Tehdit edildim! Kabul etmiyorum mu deseydim?" Cemre halıya odaklanmış bir şeyler düşünüyordu. Düşündü... Düşündü... Ve dâhi yane planını anlattı. "Polise gidelim!" "Ciddi misin? Şaka yaptığını varsaymak istiyorum. Sen hiç bir tarihi eser kaçakçısının patronunu şikayet ettiğini duydun mu?" "Doğru ya. Ayşıl nerden bulaştırdın kendini bu işe!" "Telaşlanma, daha kabul etmedim. Hem önce anneme sormam gerek." "Ciddi misin? Ne tepki vereceği çok net değil mi? İllaha sormak istiyorsan bana sor, annen ile aynı tepkiyi veririm." "Ne tepki vereceğini nerden biliyorsun ki!" "Ay Ayşıl! Çok net değil mi? Ne kadar kazanacağını soracak ve sonra düşünmen hata diyecek. Seni ilk başta bu saçma işe bulaştıran da oydu." "Her neyse yine de sormalıyım, annem sonuçta. Hem daha o kadar gaddarlaştığını sanmıyorum." "Peki, illaha da soracağım diyorsan sor. Ama 28 yaşında koskoca bir kadın olduğunu ve annenin dediği herşeyi yapmak zorunda olmadığını unutma." Cemre, bunu hep söylerdi. Yapmak istemiyor musun? Yapma! Ama herşey bu kadar kolay değil. 28 yaşındayım yani Cemre'nin tabiri ile koskoca kadınım ama yine de içimde köleliği ilan edilmiş, çoktan satın alınmış bir ruh taşıyorum. Bu ruh sanki bana her seferinde daha iyi bir köle olmamı öğütlüyormuş gibiydi. Annen için köle ol, ama hep daha iyi bir köle. Zil çaldığında gelen kişinin Melis Teyze olduğunu anladık. Kahvaltıyı bitirdiğimizde hâlâ muhabbet ediyorduk. "Anne, Manolya bahçesinin hikayesini anlatsana." "Ay kızım o nereden çıktı şimdi!" "Nazlanma Melis Teyze anlat işte. Hem anlatırken nasıl kendinden geçtiğini biliyoruz." "Hatırınız için anlatayım bari. Yıl 1995, kardeşim askerde bizde ailecek onu ziyarete gittik. Tabii beni o zamanlar görmeniz lazım, bir içim suyum adeta. Uzun sarı saçlarım, yeşil gözlerim. Kardeşimin de komutanı var. Böyle uzun boylu, sarışın yeşil gözlü." "Anne, Manolya bahçesini anlat tanışmanızı değil." " Ay tamam, zaten konu oraya gelecekti ne sabırsızsın. 2009 yılı, normal de Ramazan uzun süre izin alamazdı ama o dönem uzun süre yanımızdaydı. Garip gelmişti tabii bu durum bana ama üstelemedim. Her gün Cemre'yi okula bırakır sonrada birkaç saat gelmezdi. Nerde olduğunu çok merak ederdim ama söylemezdi. Birgün, Cemre ve benim yanıma geldi, bir sürprizi olduğunu söyledi. Biz tabii hemen gidip süslendik püslendik. Arabaya bindik gidiyoruz rahmetliyi darlıyorum nereye gidiyoruz diye ama sesini çıkarmıyor. Sonra bizi buraya getirdi. Manolya bahçesine, meğer yakın zamanda önemli bir göreve gidecekmiş. Görev öncesi uzun bir tatil hakkı vermişler, anı kalması için burayı almış. Hergün gelip çiçekler dikmiş, Ağaçlar dikmiş. Burası ondan kalan son hatıra bize. Gittiği görev de ölüm haberini aldık. " Melis Teyze'nin gözleri dolmuştu. Ramazan Amca'yı hiç görmesemde çok sevilen biri olduğunu anlamak zor değildi. Ölümünün üzerinden yıllar geçmişti fakat etkisi geçmemişti. Sanırım gerçekten sevmek ve sevilmek buydu. Onu asla canlı bir şekilde göremezsende, duyamasanda, dokunamasan da sevmek. Onu anlatırken gözlerinin parlaması, ilk gün gibi heyecanlanman. Sevgi buydu, herkesin yaşayamayacağı, bazen yaşayan insanların kıymetini bilmediği, kimilerinin sahip olmak için dua ettiği sevginin gerçek hâli buydu. Melis teyze devamını anlatabilecek gücü kendinde bulamadı. Çünkü o günden sonra geçirdiği her gün, sevdiği adam olmadan geçirdiği dakikalardı. Devamı şöyle olmuştu; Ramazan amcanın ölüm haberini aldıktan sonra İstanbul'a taşınmışlardı, Cemre'nin dedesinin evine. İşte o zaman Cemre onu ilk gördüğüm okula transfer olmuştu. Ben en yakın arkadaşımı kazanmıştım. Cemre babasını, Melis Teyze ise kocasını kaybetmişti. Hayat her zaman böyleydi. Birileri bir şeyler kazanır, diğerleri ise bir şeyler kaybederdi. Hayatta kimse her zaman kazanan olmazdı, kimse ise her zaman kaybeden. Bazen hayatta her şeyin kötü gittiğini düşündüğümüz, her şeyin Bizim için en berbat yönüyle hareket ettiğini varsaydığımız zamanlar olur. Kimisi her şeyin kendi üzerine geldiğini, her şeyin kötü geçtiğini, hayatta kazandığını düşündüğü hiçbir an olmadığını varsayar. Fakat, yürüyebiliyordur. Yürümek Onun için normaldir. Kimisi ise ayaklarını dahi oynatamaz. Bazen bir insana bakıp onun hayatına sahip olmak istediğimizi düşünüyoruz. Fakat onun arka planda kaybettiği birçok şey için duyduğu acıları fark edemiyoruz. Bu yüzden kimse hayatta her zaman kazanmaz, kimse ise hayatta her zaman kaybetmez. Kaybettiğini düşünmek de bir kazançtır aslında, çünkü Kimisi kaybettiğini bile düşünecek halde değildir. Kimisi düşünmeyi bilmez. Melis teyze ile ne zaman konuşsam her zaman düşünmeye sevk ediyor beni, her zaman kaybettiğim, kazandığım, hayatımdan gelip geçen her şeyi düşünmeye yanlışlarımı görmeye ve doğrularımı fark etmeme yardımcı oluyor. Melis teyze kesinlikle hayat anlamında çok deneyimli bir kadın ne yapması gerektiğini bilen, doğruyu tercih eden bir kadın. Bu yüzden çoğu zaman kötü bir şey yaşadığımda onunla konuşmak istiyorum. Genelde başımı bir olay geldiğinde ve bu beni kötü etkilediğinde annemi değil de onu arıyorum. Çünkü o bana gerçek bir anne gibi tavsiyeler veriyor. Benimle konuşuyor, dertleşiyor. Annem, genelde elektrik faturasının geldiğini ve paraya ihtiyacı olduğunu söyleyip telefonu kapatıyor. Fakat her ne kadar böyle olsa da birçok konu için Annemin fikrini almam gerektiğini düşünüyorum. O yüzden Yine yola çıkıyorum, İstanbul'a dönmem teklif ile ilgili annemle konuşmam gerek. Tabii babaannemle de, cemre'ye bunu söylediğimde gitmemi her ne kadar istemese de beni arabasıyla bırakmayı teklif etti ama bunu istemediğimi söyledim. Cemre ile ve Melis teyze ile vedalaştıktan sonra yola çıktım. Birkaç saat sonra İstanbul'a geldiğimde mahalleme ulaşmak için biraz daha yol gitmem gerekti. İstanbul görkemli bir şehirdi, yurt dışında yaşayan birçok insanın bile hayatında bir kere görmek istediği, turistlerle dolu, yapıları kocaman olan görkemli bir şehir. Fakat, İstanbul'da her yer aynı değildi. En fazla beş kattan oluşan evlerin bulunduğu, her taraftan ağaçların fışkırdığı, sokak aralarında küçük bakkalların olduğu, hâlâ çocukların sokaklarda oynadığı, merkezinde parkların bulunduğu küçük mahalleler de vardı. Bu mahalleler genelde bir olay olduğunda herkesin kulağına gittiği, herkesin her şeyden haberdar olduğu mahallelerdi. Yani bu mahalleler gerçek mahallelerdi, insanların birbiriyle iletişimin kuvvetli olduğu mahallelerdi. Benim mahallemde öyle bir mahalleydi işte, mahallenin girişinden girdiğimde bile çocukların bakışları üzerimde olurdu. Bu herkes için böyleydi, giren herkese bakarlar kendi mahallelerine ait olup olmadıklarını düşünürler. Eğer o mahalledense onunla sohbet ederlerdi. Genelde bu tür mahalleleri televizyon dizilerinde falan görürüz. fakir bir kız veya fakir bir oğlan varsa eğer genelde mahalleye girer herkese selamlaşır evine gider. Dizilerde herkes çok neşeli gözükür. Fakat gerçek hayatta böyle değildi. Herkesin kendi sıkıntıları dertleri vardı. İnsanlar bunları çok belli etmezdi, üzerine konuşmazlardı fakat herkesin bir derdi vardı. Kimisi su faturasından yakındırdı, Kimisi Elektrik faturasını ne zaman ödeyeceğini düşünürdü, Kimisi ise akşam ne yiyeceğini. Herkesten farklı dertleri varken sanırım en mutlu kişiler çocuklardı dertleri akşam anneleri onları çağırana kadar oyun oynamaktan ibaretti ya da bir arkadaşının oyunda mızıkçılık yapması onlar için en büyük dertti. Benim derdim daha farklıydı, anneme olanları anlatmalıydım. Ondan bir cevap almalıydı. Ama sorun şu Annem diğer anneler gibi değildi, ne diyeceğini tahmin etmek çok zordu. Kendine sokağıma girdim, birkaç Apartmanı geçtim ve sonunda kendi evimi gördüm. Duvarları açık bir maviye boyanmış, uzun süre önce boyandığı için duvarlarında bazı çürükler olmuş, boyası sökülmüş bir gecekondu. Bir bahçesi var, içerisinde kocaman bir İncir Ağacı, benim çocukluk zamanından kalan büyük bir salıncak, birkaç saksı ki saksıların içindeki toprak kurumuş içindeki çiçekler kurumuş. Çelikten bir kapısı var, büyük bir kapı. Anneme bir kez daha yenildiğimi hissettiğimde o yenilgi duygusuyla, o utançla, öz saygımı bir kere daha yitirdiğimi hissettiğim anlarda açıp usulca gittiğim kapı. Her ne kadar evi otel gibi kullansam da anahtarım var. Kapıyı açıp içeri girdiğimde anneme seslendim. "Anne, evde misin?" "Burdayım, gel." Sesi televizyonun bulunduğu odadan geliyordu. İçeri girdiğim de koltuğun üzerine oturmuş sol eli ile sağ eline oje süren annemi gördüm. Onun da derdi buydu işte, sol el ile sağ eline oje sürmek çok zordu. "Neredeydin, mal teslimi yapmaya mı gittin?" "Evet, mal teslimi yaptım ve bir teklif aldım." "Önce aldığın parayı ver bakalım." "Buyur" parayı uzattığım da parmakları ojeli olsa da aldı ve ojesine dikkat ederek saydı. "Eee ne teklifi. Yoksa evlanme teklifi mi? Zengin mi bari adam?" Sorduğu sorudan da anlayacağınız gibi kendisinin hayellerini arasında zengin bir adamla evlenmem var. Zengin bir adamla evlenirsem daha rahat bir yaşam süreceğimizi ve bu mahallede yaşamamıza gerek kalmayacağını söylüyor. "Hayır, bir iş teklifi." Nasıl anlatacağımı bilmiyordum çok karışıktı. Ama annem zaten işin nasıl bir iş olduğu ile ilgilenmiyordu. Onun ilgisini çeken kısım belliydi. "Maaşı ne kadar?" "İki ayrı yerden maaş alacağım." "Ne! Madem öyle ne diye bana soruyorsun kabul etsene. Hay akılsız, insanlar böyle iş ister bizimkisi teklifi alır ama düşünür. Hemen dışarı çıkıyorsun malum evde telefon çekmiyor, patronu arayıp kabul ettiğini söylüyorsun." Annem böyleydi, işte neden iki farklı yerden maaş alacağımı bile sormadı. Yalnızca yüksek bir maaş alacağımı anladı ve onayladı. "Bir su içeyim de, gideceğim zaten." "Su içemezsin, sular kesildi." "Aa öylemi, acaba bir yol çalışması falan mı var?" "Hayır, faturayı ödemedim." "Nasıl yani, Anne sana para yollamıştım." "Yollamıştın, bende o para ile gördüğün bu takıları aldım. Bugün verdiğin para ile öderim. " Kolyesini ve küpelerini gösterdi, pahallı takılar oldukları belliydi. Aslında annem ile bu konu hakkında konışmalıydım parayı bu şekilde harcamamalıydı, fakat şuan kendim de bu gücü bulamıyorum. Doğru ya hiç bir zaman annem ile tartışma gücünü bulamıyorum. Çok fazla bu konu üzerin de durmadan çıktım evden. Yine böyle olmuştu, yine o kapıdan hayal kırıklığı ile çıkmıştım. Annemin bu sefer beni dinleyeceğini düşünüp girmiştim içeri fakat yine para ile ilgili konuşmuştuk. Yine daha savaşmadan yenilmiştim annemin karşısında. Sonraki durağım "Mevsim Bakım Ve Huzurevi" olmuştu. Babaannem burada kalıyordu. Babam öldüğün de annem onu buraya bırakmıştı. Açıkçası o da burada daha mutluydu, anneme katlanmaktansa burada olmayı yeğlermiş öyle diyor. Artık zaman zaman beni tanıyamayacak kadar yaşlı, bir süredir bana 'güzel kız' diyor. Bazen kendini benden daha genç sanıyor. Ona torunu olduğumu söylemiyorum çünkü beni hatırlayamayınca daha çok üzülüyor. Huzurevinin geniş bir arka bahçesi vardı. Görevliler babaannemin orada olduğunu söylediler. Bahçeye gittiğim de çiçekler ile konuşan babaannemi gördüm. Çiçekleri çok severdi. Evimizde ki saksılar ondan kalmaydı. Beni fark ettiğin de "Ayşıl'ım sen mi geldin? Hoş geldin yavrum." diye seslenmişti. Beni hatırlamıştı! Babaannemin uzun süre sonra beni ismim ile çağırması o kadar garipti ki. Yanına gittiğim de beni çiçekleri ile tanıştırdı. "Bak mukattes, o benim torunum Ayşıl. Çok güzel bir kız ama bu son zamanlarda beni ziyaret etmiyor. Maden babaannene daha çok vakit ayırmıyorsun! Özlüyorum seni. Sen yokken sana çok benzeyen bir kız geldi o ilgilendi benimle." O kız bendim, babaannem beni hatırlamadığın da torunu olduğunu unutmuyormuş demek. Sadece, beni farklı biri zannediyormuş. "Özür dilerim, artık daha çok gelmeye çalışırım. O kızı da gürürsem ben yokken seninle ilgilendiği için teşekkür ederim. Babaanne, aslında seninle birşey konuşmak için geldim. "Tabii kızım, anlat bakalım."Anlattığım şeyler benim için bile karşıkken babaannemin anlamasını beklemek yanlıştı evet ama aklı tahminimden daha çok karşmıştı. Herşeyi anlatım ondan cevap beklediğim de uzunca düşündü. "Zaten ne yapacağına karar verdin öyle değil mi? Gözlerine bakıyorum ve anlıyorum. Sen kararını verdin, benim cevabımı merak etmiyorsun, onay da beklemiyorsun sadece haber veriyorsun. Anlattıklarından çok bir şey anlamadım fakat sanırım tehlikeli bir iş. Torunumun bu tür tehlikeli birşey ile uğraşmasın istemem fakat kararına mâni de olamam. İstiyor musun? O zaman yap." "Gerçekten yapmamı mı söylüyorsun." "İnsanlar; düşündükleri , karar verdikleri için insanlar. Senin aklın var ve içinde milyonlarca düşünce. Tüm o düşüncelerin arasın da parlayan ne ise onu seç." Milyonlarca düşüncem arasından parlayanı seçeceğim. Huzurevinden çıktım ve numaralar tuşladım. "Selim Bey, teklifinizi kabul ediyorum!" _________ Merhaba! Bu kurgumun ilk bölümü, açıkçası nasıl tepkiler alacağı konusunda çok meraklıyım. Yayınladığım ilk bölümün çok fazla kişi tarafından okunmasını falan beklemiyorum Elbette. Fakat okuyan insanların ne düşüneceğini merak ediyorum. Herkesten önce düşüncelerini merak ettim iki arkadaşım var bu iki arkadaşıma teşekkür etmem gerek. Hikayemin kurgusunun başlarında karakterlerim ile ilgili yaptıkları seçimler ve beni destekledikleri için teşekkür ederim. Umarım güzel bir okuma olmuştur. Umarım beğenmişsinizdir ve vaktinizi harcadığınız için pişman değilsinizdir.
|
0% |