@elfhikayelerii
|
İnsanlar, akıl almaz olaylar yaşadığında hayret ederlerdi. Kendilerini sorgularlardı. Tıpkı benim şimdi kendimi sorgulamam gerektiği, hayret etmem gerektiği gibi. Tuhaf olaylar yaşamıştım. Akıl almaz olaylar. Ancak fazladan hissettiğim bir şaşkınlık dışında pek bir şey hissetmiyordum. Olanlara hayret etmiyordum. Sanırım yavaş yavaş, Karan'ın anormalliğine alışıyordum. Belki de yaşadığım gerçeklerin, fantastik olaylardan daha acı olduğunu bildiğim içindi. Daha kabul edilemez. Daha olağanüstü. Benim gerçeklerim, Karan'ın anormalliklerinden daha kabul edilemezdi. "Aklım almıyor Karan. Doğa neden onu seçti? Bunun bir sebebi olmalı." Ofladım. Alex yarım saattir başımızı şişiriyordu. Karan beni geri götüreceğini söyledikten sonra bir kez olsun yüzüme bakmamıştı. Sürekli İlke ile göz göze gelmelerinden delicesine sıkılmıştım. Onların duygu dolu bakışmalarını izlemek yerine, açtığım pencereden dışarıya göz atmak daha cazip görünmüştü. Geldiğim yol ve ıssız orman, resmen ayaklarımın altındaydı. Aklıma gelen düşünceyle yeniden odaya döndüm ve Alex'in sözünü kestim. Buna bozulduğu bariz belliydi. O da bana veda etmemişti. Kaba insanlara kaba davranmaya bayılırdım. "Buraya gelirken yoldan bir araba geçti. Sahibi hiç tekin değildi. Ben de bayılttım ve arabasını aldım. Umarım ezilmemiştir." Son cümleyi mırıldanarak söylemiştim ancak herkes duymuştu. "Ne demek tekin değildi? Bir şey mi yaptı sana?" Yüzüme bile bakmadan bu soruyu soran Karan'a şaşkınlıkla baktım. Cidden bana trip mi atacaktı şimdi? "Hayır, sadece kötü bakıyordu." "Çok boş kalmış buralar. Kendimi hatırlatmanın vakti gelmiş sanki." İlke ile bakışmayı sürdürdüklerinde gözlerimi devirip yeniden camdan dışarıyı izlemeye başladı. "Sahi, adamlar adını ağızlarına almaya korkuyorlar, Karan. Ne yaptın onlara?" Ben de yüzüne bakmadım bu kez. "Onlar ismimden bile bu kadar korkuyorlarken senin benimle rahat konuşman şaşılası." Bana mı demişti o? Cidden bana trip atıyordu. "Ben değil, sen benden kork, Karan Başer." dedim ismini özellikle vurgulayarak. "Biliyorsun sanıyordum. Canım dışında kaybedecek bir şeyim yok ve olur da canımı almak istersen, memnuniyet duyarım." Gözlerini uzun zaman sonra üzerimde hissettim ancak ona dönüp bakmadım bile. Gönlünü almak için uğraşacağımı sanıyorsa, kesinlikle yanılıyordu. "Konumuz bu değil şu an. Cidden sırf adam kötü bakıyor diye yolun ortasında bayılttın mı yani?" Alex'e kısa bir bakış atıp omuz silktim. Derin bir nefes aldı ve Karan'a döndü. Ben ise yarım bıraktığım manzaramı izlemeye devam ettim. "Hepsi kafaya takmışlar bir Karan Başer, Karan Başer. Karan haksız yere can almaz. Bunlar hep halkın olayı abartarak anlatmasından. Tabi bizim de işimize geliyor. Gitmeden önce ufak tefek korku hikayeleri saldık ortalığa. Düzenin bozulacağı kesindi de en azından Karan'dan korkamalarını sağlayarak geciktirmek istedik biraz. Herkes korkuyor ve korkuları sayesine söz dinliyorlar. Bakma umursamaz göründüğüne. Kazıdı aklına adamı. Bulup sikecek belasını da işte, belli etmiyor. Burada korku vardır, Afra. Karan herkesin korkusunu adı gibi bilir ve kullanır. Muhtemelen Naci denen kansızla karşılaştın sen. Eh, helvasını sen kavurursun olur biter. Karan evrenler arası yolculuk yapmadan önce, uyarmıştı onu. Kimsenin karısına kızına göz dikme demişti ama dinlememiş işte. Neyse, bir kansız daha eksildi yeryüzünden." Bileğimdeki tokayla saçımı bağlamaya çalışırken Karan'la göz göze geldik. Uzun uzun topladığım saçlarıma baktı. Gözleri kısıldı ancak gözlerini ilk kaçıran da o oldu. "Çok konuşma, Alex. Kız yol yorgunu. Biz de yorgunuz zaten. Yatıp dinlenelim. Karan'ı sabah yeniden kontrol edersin." "Yatıp dinlenmeyi sonraya erteleyebiliriz bence. Önce, bana buradan ayrılmam için yapmam gerekenleri söyleyin. Oturup Karan'ın güç toplamasını bekleyecek değilim herhalde." Karan'a kısa bir bakış atıp gözlerimi kaçıracaktım. Ancak siniri bozulmuş gibi güldüğünü gördüğümde gözlerimi devirip ona döndüm. "Neye gülüyorsun?" Kafasını salladı. Bana cevap vermek yerine, bakışlarını omzuna götürdü ve Alex'in üstünkörü sardığı sargıyı hafifçe kaldırıp yarayı inceledi. Buruşan yüzüne daha fazla bakmadan bir cevap almak adına, İlke ve Alex'e döndüm. "Bilmiyoruz, Afra. Biz de senin bildiğin kadarını biliyoruz. Doğa seni seçmiş. Tahminlerim var nedeniyle ilgili ama" Karan'la göz göze geldiğinde dudaklarını birbirine bastırıp devam etti. "Tahminime pek katılmıyorum şu an." Geri dönüşüne karşılık sabırla gözlerimi kapattım. "Bakın, bu işte beraberiz. Bilmem gereken bir şey varsa bana hemen söyleyin. Cidden sıkıldım bu işten artık." Hepsinin yüzüne tek tek baktım ancak bana tek bir kelime dahi etmediler. "Peki, tamam. Zamanı geldiğinde ben öğrenirim nasıl olsa. Bileğimdeki rakam beşinci olduğumu mu gösteriyor? Yani, benden önce de sana güç veren insanlar oldu mu? Sen de söylemiştin gerçi, sıradaki güç kaynağım diye." Kaşlarımı çatıp hâlâ bir çocuk gibi yüzüme bakmayan Karan'a baktım. "Bana bir daha sakın güç kaynağı deme. Saçmalık!" "Afra, bunları sonra konuşuruz. Karan'a güvenebilirsin. O aramızdaki en aklı başında kişi olabilir. Sana arka çıkacağına adım kadar eminim. Belli ki bizimle karşılaşmasan seni buraya kadar sürükleyemezdik. Karan borçlu kalmayı sevmez. Geri dönebilmen için elimizden geleni yapacağız. Bize güven." Gözlerimi gözlerine diktim. Karan bana arka çıkmak zorundaydı. Bir çıkarı olsa da olmasa da. "Sizin yüzünüzden burada olduğumu bilmeniz güzel. Ayrıca, ben kimseye güvenmem." dedim ters bir ifadeyle. "Odam nerede? Yorgunum ben." Sinir bozucu olmak istiyordum. Sinirlerini bozmak istiyordum. Birinden sinirimi çıkartmam gerekiyordu aksi takdirde ağlamaya başlayacaktım. Sinirlenince ağlamaktan nefret ederdim. "Ben sana odanı göstereyim o zaman." İlke önden odadan çıktığında Karan'a baktım. Yine yüzüme bakmıyordu. Bu iş fazla uzamıştı artık. Çocuk gibi davranıyordu. Hem kararına saygı duyacağım demişti hem de onunla gelmediğim için trip atmıştı. Eğer sırf onunla gitmedim diye tavır takınacaksa, karşılık olarak ben de ona tavır takınırdım. Pes eden olmayacaktım. "İyi dinlenmeler, Alex." Alex Karan'a bakıp gergin bir şekilde gülümsedi ve başıyla beni onayladı. Karan'a bakmadım ancak onun bakışlarını kısa süreliğine üzerimde hissettim. Arkamı döndüm, odadan çıktım. Yüzümde oluşan sırıtışı, İlke'yi takip ettiğim süre boyunca dudaklarımdan silemedim. Eğer bir müddet daha buradaysam, Karan'la eğlenebilirdim. Belki beni öldürürdü. Onda bu ışığı görüyordum. "Burada kalabilirsin. Ben koridorun diğer ucundaki odadayım." İlke'nin bana verdiği oda, Karan'ın odası ile aynı koridordaydı. "Peki, iyi dinlenmeler." Başımla sert bir selam verdim ve odaya girip kapıyı ardımda hızla kapattım. Üzerimdeki ceketi çıkartıp yatağa attım ve odaya bakmadan odada bulunan banyoya girdim. Uzun süredir yollardaydım. Cidden, bunları neden yaşıyordum? Elimi yüzümü yıkadım. Odaya geri dönmeden önce, aynaya son kez baktım. Kararlıydım. Hayatta kalacaksam, burada değil kendi evrenimde hayatta kalacaktım. Ben artık kaçmaktan çok sıkılmıştım. Banyonun kapısını açıp odaya yeniden girdiğim an, karşımda gördüğüm Karan'la sıçradım. Yatağın bulunduğu yerin tam karşısındaki duvarla ilgileniyordu. Bana omzunun üzerinden kısa bir bakış atıp geri çekildi. Siyah tablo, yine karşımdaydı. Ben ondan sonsuza kadar kurtulmak isterken, o bana resmen yapışmıştı. "Neden kendi odana değil de benim odama asıp duruyorsun şu tabloyu? Kanlı bir tablo ile uyumam seni tatmin falan mı ediyor?" Bana bakmak yerine tabloya bakmaya devam etti ve derin bir nefes verdi. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Sarılı kolunu hareket ettirmemeye özen gösteriyordu. Canı acıyor olmalıydı. Uyurken, acısını apaçık belli etmişti. Ancak şimdi, acımıyormuş gibi karşımda dikiliyordu. O, acısını saklamayı en az benim kadar iyi biliyordu. Bazı şeyler yaşadığı muhtemeldi. Kanlı bir tabloyu her gittiği yere görütürüp karşı duvarına asacak ve o tabloyla aynı odada uyuyacak kadar manyaktı. Manyak olması dışında, başka bir tahminim daha vardı. Kaybeden insanlar, normal insanlardan çok daha umursamazdı. Bana korkunç geliyordu mesela o tablo. Ama Karan için öyle değildi. Sevdiği birinin kanı olmalıydı. Tabloya, sevdiği ve kaybettiği o kişi gibi bakıyordu. İnsanlar için nesneler önemliydi. Özellikle de anısı olan nesneler. Karan için anısı olan bir tabloydu bu kanlı tablo. Korkmuyordu. Tıpkı benim babamdan ayrılmamak için mezarlıkta yatıp kalkmam gibiydi. Ölülerden korkarken, babam öldükten sonra ölü korkumu yenmiştim. Belki ben de biraz öldüğüm içindi. "Hayır, sadece senin odanda kalmasını istiyorum." Kafamı sallayıp ellerimi arkamda bağladım ve bana asla dönmeyen yüzüne yandan bir bakış attım. Yüzüme bakarak konuşmasını istiyordum. Konuşuyordu ama yüzüme bakmıyordu. Bu sinirimi bozuyordu. Sanki beni dikkate almıyormuş gibiydi. "Kimin kanı var bu tabloda?" Kafasını sağa doğru yatırdı ve tabloyu incelemeye devam etti. Benim görmediğim şeyler görüyordu. Çok başka bakıyordu. Çok güzel bakıyor ve görüyordu. "Sevdiğim kadının." Kaşlarımı kaldırdım. Neden böylesine güzel baktığını açıklayacak bir yanıt vermişti. "Öldü mü, sevdiğin kadın?" Kafasını sallayarak yanıt verdi. "Çok mu sevdin onu?" Sağa doğru yatırdığı başını, eski haline getirdi ve kafasını bana doğru çevirdi. Gözlerini gözlerime dikti. "Çok, çok sevdim." dedi. Ama öyle bir söyledi ki nefes alamadığını hissettim. Nefesi boğazında takılı kaldı sanki. İçine sığmadı bir şeyler. Taştı. Karşımda acı çektiğini gördüm. Kaşlarını çattı. Yeniden tabloya döndü. O sandığımdan daha yaralıydı. Hepimiz yaralıydık ama o, çok acı çekiyordu. O çok kötü hissediyor olmalıydı. "Araf, senden bir şey isteyebilir miyim?" Kafamı kaldırdım. Yüzüne bakamıyordum. Ona 'Çok mu sevdin onu?' diye sorduğum için yüzüne bakamıyordum. Nefesini kestiğim için yüzüne bakamıyordum. "İste." dedim sadece. Boğazımı temizledim. Sanırım istediği şeyi, beni geri döndürmesi karşılığında yerine getirebilirdim. "Çok yorgunum ben, Araf. Burada uyuyabilir miyim? Yanında. Çok yorgun ve güçsüzken uyuduğumda hep kabus görürüm. Kabus görmek istemiyorum." Nefesim kesildi. Kendi acılarıma o kadar odaklanmıştım ki onun çektiği acıları hiçe saymıştım. Görmemiştim onu. Bana yaşa diye fısıldayan adamın, hayatımı kurtaran adamın acılarını görememiştim. Oysa o, bana yaşa demişti. Bana 'yaşat' dermiş gibi, 'seni yaşatacağım' demişti. Kendisi yaşamıyordu ve bana yaşa demişti. Sevdiği kadının kanlı tablosunu, benim odama asmış yanımda uyumak istediğini söylemişti. İsteği sevdiği kadının anısıyla aynı odada bulunmak mı yoksa benimle uyumak mıydı hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Güçsüzdü. Benimle uyumaya mecbur hissediyor olmalıydı. Kâbus görmek istemiyordu. Kâbusunda görmekten kaçtığı şeyler vardı. Belki de, sevdiği kadından kaçıyordu. Kâbuslarında bile onu görmek, yeniden hatırlamak istemiyordu. O, benim gibi hatırlamaktan korkuyordu. Onu ilk defa anladığımı hissettim ve bu kendimi olması gerekenden çok daha kötü hissettirdi. "Sorun değil." Çabuk kabullenmem karşılığında, yüzüme birkaç saniye bakakaldı ancak ben ona bakmadım. Bakamadım. Tabloya son kez baktı. Arkasını döndü ve yatağa doğru yürüdü. Örtüyü benim yatacağım tarafa doğru itekledi. Üzerini örtmeden sırt üstü yattı. Derin bir nefes alıp ben de yatağa doğru yürüdüm. Bazı zamanlarda insanların yanında, olması gerekenden çok daha gergin hissederdim. Onun yanında şimdiye kadar hep olduğum gibiydim ancak şimdi aramızda hissedilebilir bir gariplik vardı. Dengeleri bozan, onun yaşadıkları ve benim kendimle olan savaşımdı. Ona söylediğim tüm sözleri gözden geçiriyor, yanlış bir şey söylememiş olmak için dua ediyordum. Çünkü biliyordum ki yaraya tuz basmak kadar acı veren bir şey daha yoktu. Neriman Suskun'un, beni hep bir asker olarak gören o kadının, babamın adını ağzına alması bile bana acı vermişti dün. Aynısını ona yaşatmış olamazdım. Yaşatmamış olmak için dualar etmeye başlamıştım. "Buraya düşmeden önce, ne yapıyordun? Yarım bıraktığın iş neydi?" Ona yandan bir bakış attım. Yüzüme bakmaması, beni gittikçe kötü etkiliyordu. Hiç benim gibi acı çeken ve acısını saklayan biri ile konuşmamış, aynı ortamda bile bulunmamıştım. Ona yanlış bir şeyler söylemek istemiyordum. Korkuyordum. Onun gibi birini bulduğum için seviniyor ve böyle düşündüğüm için kendimden nefret ediyordum. "Beni bu hâle getiren insanlardan kendim için intikam alacaktım. Alamadım." Buruk bir gülümseme dudaklarına yayıldığında sol tarafıma doğru tüm bedenimi döndürdüm. Ellerimi birleştirip başımın altına koydum. Onunla konuşmak istiyordum ama onu incitmekten korkuyordum. Ne kadar sert görünürse görünsün, her insan incinirdi. Karan da bir insandı. Olağanüstü yanları olsa bile. "Kim olduğunu sormayacak mısın? Kimden intikam almaya çalıştığımı?" Kabusumu o da görmüştü. Bildiği için mi sormuyordu yoksa yine oyun mu oynuyordu anlayamıyordum. Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Kalbin çok ağrımış, Araf. Yaşamak için öldürmeye çalışmışsın ama öldürmeye çalıştığın kişiye içten içe saf bir sevgi beslendiğini unutmuşsun. Çok zorlanmışsın." Beni hissedebiliyor muydu? "Sen nereden biliyorsun?" "Sadece, tanıdık geliyor." Kaşlarımı kaldırdım. Sırlarla dolu bir adamdı karşımdaki. Yaşadıklarını bilmek istediğimi hissettim ancak hangi sıfatla bunu istediğimi de çözemedim. Sadece, bir arkadaş olarak yaşadıklarını bilmek istesem, kabul eder miydi? O benim yaşadığım çoğu şeyi biliyordu. Belki de anlatmamalıydım. Onun gibi bir sır küpü olursam, karşılıklı bilgi alışverişi yapabilirdik. "Sen de mi çok zorlandın benim gibi? İçten içe sevgi beslediğin birini mi öldürmeye çalıştın?" Burnunu çekti ve sarılı kolunu rahat bir pozisyona getirene kadar oynattı. "Ben öldürmeye çalışmadım, Araf. Öldürdüm." Tavanda olan gözleri, kapandı. Uyuyor sandım ama duyduğum boğuk sesiyle gözlerim yeniden yüzüne döndü. "Neden hep karnın ağrıyor? Bir rahatsızlığın mı var?" Dudaklarımı birbirine bastırdım ve sırtüstü yattım onun gibi. "Her soruna karşılık, bir soru sorabilir miyim?" Karan gülümsedi. Ancak uzun sürmedi. "Böyle oyunlara gerek yok. Sorarsan, cevaplarım." Kafamı salladım. "Önce ben soracağım ve sorumdan sonra, senin sorduğun sorunun cevabını vereceğim." Cevap vermeye hazır değildim. Ancak sorun değildi çünkü o bana cevap verirse, ben de ona pek tabi cevap verirdim. "Benden önce sana güç verenler kimlerdi? Hepsiyle böyle aynı yatakta mı yattın güç almak için?" Gözlerimi tavana dikip kısık sesle bu soruyu sordum. Amacım onu yargılamak falan değildi. Sadece tuhaftı. Sırf bir insan ona güç veriyor diye yanında mı uyuyordu? "Senden önce bana güç verenler neredeyse hep ailedendi. Kuzenlerim, kardeşlerim ve annem." Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. "İlk defa, yabancı birinden güç alıyorum. Onlarla aynı yatakta yatmadım. Buna ihtiyaç duymadım." Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Aynı yatakta yatarken ne zaman ona baksam, hep tavana düşünceli gözlerle bakıyor olurdu. Bana bakmasını beklemezdim tabi. Sadece, uyumadan önce çok düşünceli görünüyordu. Ve uyurken de. "Öldü mü hepsi?" Fazla can yakıcı ancak sormak zorunda olduğum bir soruydu. "Hayır." dedi. "Zamanla onlardan aldığım güç sıfırlandı." Yutkunduğunda hareket eden adem elmasına takıldı gözüm. "Benimle aynı yatakta yatmaya neden ihtiyaç duyuyorsun o zaman? Yabancı biriyle aynı yatakta yatmak, seni rahatsız etmiyor mu?" Yutkundu ve yutkunduğunda hareket eden adem elmasına takıldı gözüm. "Sen yabancı değilsin, Araf. Öyle olsan bile, seninle uyumaktan rahatsız olmazdım. Ben şimdiye kadar senden daha yabancı insanlarla tokalaştım." Gülümser gibi oldu ancak hemen düz bir çizgi halini aldı dudakları. Ben de tavana baktım ve derin bir nefes aldım. "Sen hiç gülmüyorsun, Kızıl." "Hayır, gülüyorum." "Ondan bahsetmiyorum. Gerçekten gülümsemekten bahsediyorum. Bana bir kere bile gülümsemedin. Hep dalga geçerken ya da sinirden gülümsedin." Tavanda olan bakışları yüzüme döndü ancak bu defa ona ben bakmadım. Birkaç saniye yüzümü inceledi. Sonra yeniden tavana döndü. "Ne yapmamı bekliyorsun? Gülümsememin benim için bir önemi yok." "Gülümsemek için gülümsemezsin zaten. Önemli ya da değil. İnsan mutluysa gülümser." İnsan oynamak istiyorsa gülümser, insan üzgünse gülümser... "İnsan sadece mutluysa gülümsemez, Araf." Doğruydu. İnsan belki de en çok, üzgün olduğu için gülümserdi. Yaralarını saklamak için. Belki de gülümsemek bir maskeydi ya da biz, kıvrılan dudaklarımızı maskemize kazımıştık. Bıkkınlıkla nefes verdim. Uzatmaya lüzum yoktu. "Sıra bende. Sorumu duydun." Fazla düşünmeden direkt cevap vermek, en mantıklı olanıydı. Aksi takdirde, olay zihnimde çok daha büyük bir boşluk yaratacak ve kötü anıları açığa çıkaracaktı. "Ben hep karnımdan darbe yedim. Öldürmemenin cezası, annemin tekmeleriydi. Zamanla kötü hissettiğimde psikolojik olarak karnıma ağrı giriyor. Büyük bir ağrı değil. Sadece ince bir sızı. Ama beni günlerce aralıksız dövseniz, o ince sızıdan daha fazla acıtmaz canımı." Gülümsedim. Ne yapacağımı bilmiyordum. İlk defa kendimi, bir başkasına açıklıyordum. "Çok mu yaktılar canını?" Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Çok, çok yaktılar canımı." Derin bir nefes aldı ancak nefes verirken içi titremiş gibi hissettim. Benim için kötü hissetmesi, kendimi kötü hissettirdi. "Güçlü bir kızsın sen. Öyle kalmaya devam et. Savaşmazsan, kazanamazsın." Kafamı salladım hafifçe. Gülümsemeye devam ettim. "Planım bu zaten." "Sıra bende." Heyecanlanmam normal değildi. Onunla ilgili bir şeyler öğrenme isteğim, normal değildi. "Çok soğuksun. Her anlamda çok soğuksun. Ellerin çok soğuk mesela. Seninle gelmek istemediğimi söylediğimde de soğuk baktın bana. Arabadan inerken veda bile etmedin." "Veda etmekten nefret ederim. Sana özel bir hareket değildi. Soğuk olmayı ben istiyorum. Bu yüzden vücut ısımı hep düşük tutuyorum. Üşümek istiyorum. Soğuk kalırsam, üşürsem eğer, uyumam. Hep uyanık kalırım. Böylece düşmanlarımla daha iyi savaşırım. Kötü hissetmem ama iyi de hissetmem. Her anlamda hissiz olmak istiyorum. Fiziksel olarak ve ruhsal olarak." Onu bir yerde anlayabiliyordum ama başka bir yerde öyle çok yabancı geliyordu ki bana anlatmak istediği. Tüm söylediklerini anlamak istiyordum. Ama yerine oturmayan bir şeyler vardı. Çok kanıyordu kalbi. Tıpkı benim gibi ama bir yanı hâlâ kapanmayan yaralara gebe kalmıştı. O yanını da görmek istiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Unutmak istedin mi hiç? Sevdiğin kadınla olan iyi ve kötü, tüm anılarını. Ben mesela, biri gelse yanıma, babanla olan tüm anılarını unutturabilirim, babanın ismini bile bilmezsin dese unutmak isterim babamı. Verdiği acı o kadar taze ve o kadar fazla ki dayanamıyorum çoğu zaman. Ama şimdi dediğin gibi, hissizim. Fiziksel değil belki ama ruhsal olarak donmuş durumdayım." Omuz silktim. Bunlar gerçeklerdi. "Yine kaçıyorsun. Yaşamaktan kaçıyorsun, Araf. Ben asla unutmak istemem. İyi ve kötü tüm anıları hatırlamak isterim. Onları yaşatmak isterim. İyi anılar zamanı geldiğinde kötü anılardan daha fazla acı verir. Ama yine zamanı geldiğinde, iyi anılar tutunmanı sağlar hayata. Yaşamak istersen o unutmak istediğin iyi anılar sayesinde yaşamak istersin. Sen hiç, karşına bir yokuş çıktı diye o yolun sonundakinden vazgeçtin mi?" O da haklıydı, ben de. Kendi düşüncemin arkasındaydım. Ama onun düşüncesi de mantıklıydı. Bilmiyordum. "Unutturabilirim." Kaşlarımı çatıp kafamı hızla ona çevirdim. "Ne?" "İyi ve kötü, tüm anılarını unutturabilirim." Tavandaki gözleri gözlerimi buldu. Gözleri kızıldı. Gözleri buraya geldiğimizde beri, kızıldı. "Sen ciddi misin?" Kafasını salladı. "Ama unutturmayacağım. Sana kendi düşüncemin doğru olduğunu kanıtlayacağım. Yoksa yaşamak için bir sebebin kalmaz, Araf." Gözlerimi kısarak baktım gözlerine. Bir perde gibiydi. Tüm her şeyi ardına gizleyen bir yangın yeriydi gözleri. "Neden gelmek istemedin benimle? Sana, seni yaşatırım demişken hem de. Neden ölümü şeçtin? Ölmek istediğin için mi?" Kafamı salladım hızla. Yine gözlerini sakladı benden. Bıkkınlıkla baktım ona. "Ölmek istedim, evet. Ama ölecek olsaydım bunu kendim yapardım. Annem tarafından öldürülmektense kendimi öldürürdüm daha iyi. Sadece, yaşamak istedim ben. Kendi evrenimde, kendi evimde, babamın olduğu şehirde. Hep kaçtım. Şimdiye kadar o kadar çok kaçtım ki ben. İlk defa kalmak istedim. Olduğum yerde kalmak, kendimi savunmak istedim. Yine beceremedim." Bana cevap vermek yerine boş boş baktı bu defa tavana. Tavanda benim göremediğim bir şeyler mi vardı? Baktığı yere baktım. Normal bir tavandı işte. "Sıra sende." dedi fısıltıyla. Beni teselli etmedi. Bana, güçlü olduğumu söylemedi. Çünkü önceden söylemişti. Onu yavaş yavaş tanımaya başlıyordum. Tekrarlamak yerine, susmayı tercih edenlerdendi o. "Neden hep yorgunsun? Beni o çatıda bulduğun gün yorgundun. Uykusuz olduğunu söylemiştin. Ama gece uyudun nasıl olsa. Sabah yine yorgundun." "Ben normal bir insan değilim, Araf. Uyurum ama uyanmam bir saatimi almaz. Uyumaktan nefret ederim. Güç kaynakları bu yüzden var. Güç kullanmam gereken durumlarda gücümü iyi kullanabilmek için uyanık olmalıyım. Yorgun olsam da uyuyamam. Bir tür, nöbet gibi düşün. Doğruyu söylemek gerekirse, seni o çatıda bulduğum gün seni takip ediyordum. Olanları bizzat gördüm bu yüzden yorgundum. Senin yorgunluğun bana geçmiş gibi." Omuz silkti. "Muhtemelen o zaman da senden güç alıyordum." Beni takip ettiğini biliyordum. Ancak mezarlıktaki kadını nasıl görmediğini bilmiyordum. Gerçi, mezarlığa gidip gitmeidğim bile belli değildi. Belki de yalnızca bir rüyaydı. Öyleyse bileğim neden bu hâldeydi ve elimde o fotoğraf vardı. Tamamen bir kafa karışıklığıydı. "Bana güç kaynağı demekten acilen vazgeçmelisin." Şaka yapmıştım ancak şakamın ciddi olduğu bir yanı da vardı. Bana güç kaynağı denmesinden şimdiden nefret etmeye başlamıştım. "O kadar cümlemin içinden, buna mı takıldın cidden?" Bıkkınlıkla verdiği nefese karşılık tebessüm ettim. Uykum gelmişti. "Sıra sende ama benim uykum geldi. Kaçabilir miyim?" Kafası bana doğru döndü. Ardından tüm bedeni. "Kaçabilirsin." dedi pürüzlü bir sesle. Sırt üstü yatmaktan hiç hoşlanmazdım. Bu yüzden ben de ona doğru döndüm. Sanırım ona arkamı dönmem, tuhaf kaçardı. Ellerimi kafamın altına koydum. Göz göze geldiğimizde, yüzümü incelediğini fark ettim. Her bir ayrıntımı teker teker gözden geçiriyordu. Yüzüme dikkatli bakılmasından da nefret ederdim. Ama o bakınca, tuhaf hissetmiyordum. Yüzümü incelemesi beni rahatsız etmiyordu. Garipti ve garipleşmeye devam ediyordu. Gözlerinden ayrılmayan gözlerim yanaklarında, kirpiklerinde, kaşlarında çenesinde oyalandı bu kez. Onun gibi ben de onu inceledim. Birbirimizi keşfediyorduk sanki. O benim yanımda güç almak için yatıyordu ve ben de onun yanında, güç vermek için uzanıyordum. Çıkarlarım vardı. Gücünü toparlayabilmesi için her şeyi yapardım. Bir işi yarım bırakmaktan nefret ederdim ve işimi asla, yarım bırakmayacaktım. Göz göze geldik. Ardından gözleri, dudaklarımda gezindi. Ben bakmamak için bu kadar çırpınırken onun dudaklarımı gözden geçirip hiçbir şey yapmaması şaşılasıydı. Sanırım iradesi, benim irademden daha güçlüydü. "İyi geceler, Araf." Gözleri gözlerimle buluştuğunda gülümsedim ancak gülümsemem sonucunda gözleri yine dudaklarıma kaydı. Daha fazla beklemeden gözlerimi kapattım. "Uyu, Kızıl. Dinlenmeni istiyorum. Böylece uyanık kalmak için soğuk olmazsın. Soğuk olmanı sevmiyorum." Uykulu sesime karşılık gelmedi ve ben de, kendimi uyumak için dizginledim. Gittikçe sessizleşen gün, gün ortasında uyuduğumuz için beni şaşırtıyordu. Öğle saatlerinde olmalıydık. Kısa süre sonra düzene giren nefeslerim sahibine, uykulu ve kısık gözlerle baktım. Uyurken, kaşlarını çatıyordu. Sakladığı acısı, uykusunda olan savaşsız mağlubiyeti sonucunda yüzüne uğramıştı. Arada yüzünü buruşturuyor ancak bu uzun sürmüyordu. Ona daha fazla yaklaştım. Olur da acısının azalma gibi bir şansı varsa bunun benden aldığı güçle gerçekleşmesini istiyordum. Böylece uykusunda huzur bulabilirdi. Ben hep kaçmak için uyurdum ve onun da sığınmak için uykularının huzurlu olmasını istiyordum. Onu izlemek isteyen tarafıma ufak bir küfür savurdum ve gözlerimi kapatıp, kendimi uykuya dalmaya zorladım. ***** Gözlerimi araladığımda, bıraktığım gibi arada sırada buruşan ancak hemen huzur bulan bir yüzle karşılaştım. Suya damlayan simsiyah bir mürekkep gibiydi acısı. Huzurunu, acısı bozuyordu ve acısını da, huzuru. Yanından kalkarsam, kâbus görür müydü? Zaten arada bulanan suyu, mürekkep yüzünden berraklığını yitirir miydi? Uyanana kadar beklemeye karar verdim. Benimle uyumak istemesi bile, kabuslarından ne kadar nefret ettiğini gösteriyordu. Gücünü tamamen toplayana kadar onunla uyurdum. Yapılabilecek her şeyi yapardım. Bana yardım ettiği kadar ona yardım edecektim. Daha sonra, herkes kendi evreninde kalacaktı ve onun bende bir fotoğrafı bile olmayacaktı. Yavaş yavaş büyüyen ve ona sonsuza kadar duyacağım minneti, kalbimde hissetsem yeterdi. Hareketlenmeye başladığında birden panikledim ve gözlerimi kapattım. Ancak inlediğini hissettiğimde hızla açılan gözlerim, daha fazla buruşan yüzüne odaklandı. Hızla doğruldum ve ona daha da yaklaştım. Benim gibi doğrulmuş, kolunu tutuyordu. "İyi misin?" dedim diğer omzuna dokunarak. Başını salladı. "İyiyim, sen uyumaya devam et." Yataktan doğrulmaya çalıştığında gözlerimi üzerinden çekmeden yataktan kalktım ve onun yattığı tarafa doğru yürüyüp üzeri kapalı olan yarasına baktım. "Pansuman falan gerekmiyor mu bu yaraya? Alex'i çağırmamı ister misin?" Başını hayır anlamında salladı. Büyük elleri omzundaki sargı bezine gitti ve onu bir çırpıda çıkartıp attı. Yara gözlerimin önüne serildiğinde, gözlerimi büyütüp amacını anlamaya çalıştım ancak başarısız oldum. Sargıyı yere attı. Eliyle yataktan destek alarak doğruldu ve karşıma dikildi. Gözlerini gözlerime dikti. Sert bakan gözlerine, teninden yükselen soğuğa anlam veremedim. Yüzümü inceleyip büyük elleriyle ellerimi tuttu. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Ben o ne yapıyor diye bakarken, o gözlerini kapatmış sessizce karşımda dikiliyor, baş parmağıyla elimin üzerini okşuyordu. Gözüm kapalı gözlerinden, yüzünden ayrıldı ve bir anda yaraya takıldı. Hızla iyileşen yaraya daha da büyüyen gözlerle baktım. "Sen ciddi misin?" Gözlerini açan ve anında ellerimi bırakan Karan yönelttiğim soruya cevap vermedi. "Neden daha önce yapmadın bunu?" Karan bana döndü ve bıkkınlıkla verdi nefesini. "Çünkü sen de yorgundun." Kaşlarımı kaldırdım. Sanırım beni düşünmüştü. Beni düşünmesi bana ne hissettirmeliydi? Daha önce babam dışında kimse beni düşündüğünü apaçık dile getirmemişti. Mutlu olmalıydım belki de. Ama o, mutlu olursam zihnimi okuyabilir miydi? "O hapishanede, adamın aklını okudum demiştin. Ciddi miydin?" Derin bir nefes alıp verdi. Uyanır uyanmaz yeni yeni aklıma doluşan sorularım karşılığında bıkkınlıkla gözlerime baktı. "Akıl okumak sandığın kadar kolay değil. İstediğim zaman okuyabilirim tabi ama bunun için fazla güç gerekiyor. Gereğinden de fazla." Göz kırptı ve arkasını dönüp odadan çıktı. Ancak onu rahat bırakmaya niyetim yoktu. "Benden istediğin kadar güç alabilirsin. Sorun değil yani." Ellerimi arkamda bağladım ve arkasından odasına giriş yaptım. "Sonuçta ben bunun için doğa tarafından seçildim." Göz devirdim ve devam ettim. "Doğa kim de beni seçiyor orasını tam bilmiyorum tabi ama dediğim gibi ben buradayken alabildiğin kadar güç alabilirsin. Benim için sorun yok, elimden geleni yaparı-" Banoyoya girip kapıyı suratıma kapattığında refleks olarak ellerimi kaldırdım. Şaşkınlıkla açılan gözlerim bir kaç saniye kapıda gezindi. Burun buruna geldiğim kapıdan bir adım uzaklaşıp ayağımı sinirle yere vurdum. "Öküz!" Kollarımı bağlayıp ayağımla ritim tutmaya başladım ancak su sesi geldiğinde, dudaklarımı birbirine bastırıp odadan çıktım. Mahremiyet önemliydi tabi. Kendi odama yeniden girecekken, koridorda İlke ile çarpıştık. Hızlı bir sabahtı. Kalkmam ve defalarca şaşırmam bir olmuştu. "Özür dilerim, iyi misin?" Sevecen ses tonuna boş boş bakıp kafamı salladım. "İyiyim. Senden giyecek bir şeyler isteyecektim. Banyo yapmam lazım." Tavrıma bozulmuştu ancak belli etmeden hemen toparladı. "Dün Karan söylemişti zaten. Odamda sana alınan tonla kıyafet var. Dur, hemen getireyim." Arkasını dönüp gidecekken yeniden bana döndü. "Bu arada, Karan'a bakacaktım. Gördün mü sen? İyi miymiş?" Bana sorduğu soru karşısında omuz silktim ve odama doğru yürüdüm. Bilmiyordum. Karan'ı mı görmüştüm ben? Görmemiştim. Odama girip kapıyı kapattım ve İlke'yi beklemeye başladım. Karan'a bakmaya mı gitmişti acaba? Niye bu kadar uzun sürmüştü? Banyoya girmek istiyordum. Ama İlke'yi beklemek zorunda olduğum için giremiyordum. Gözlerimi devirip ayağa kalktım ve odayı adımlamaya başladım. Sonunda kapının açıldığına dair bir ses duyduğumda odayı adımlamayı bırakıp olduğum yerde dikildim. "Kusura bakma. Çok ağır oldukları için zorlandım biraz." Arkasından üç farklı bavul sürüklediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Neden kendi başına taşıdın? Beni çağırsaydın ya. Bilseydim yardım ederdim." Mahçup sesime karşı gülümseyip bavulları içeriye almaya çalıştı. Ona yardımcı olmak için kapıyı iyice açtım ve elindeki bavullardan birini aldım. "Neden bu kadar çok kıyafet aldınız ki?" İlke sonunda bavulları içeriye aldı ve doğrulup soluklandı. Yorulmuş gibi görünüyordu. "Sana söylemiştik. Güç toplamak öyle birkaç günde olacak iş değil. Aylar sürebilir. Biz uzun süredir senin evrenindeydik çünkü güç kaynağı yoktu. Şimdi Karan'ın bir güç kaynağı var. Ne zaman yeterince güç elde eder bilmiyoruz ama yeterince güç elde ettiğinde bizden bir grup da kaçakları yakalamak için seninle gelecek. O geçitten geçmek sandığından çok daha zor. Gerçi sen, kendi olanaklarınla zarar görmeden geçmişsin ama." İmalı sesine karşılık kaşlarımı çatıp kollarımı bağladım. "Ne demek istiyorsun İlke?" "Beni yanlış anlama. Sadece, merak ediyorum diyelim. Biz o geçitten geçerken Karan'ın ne kadar zorlandığını gördük. Ayrıca yanımızda onlarca kaçak vardı. Karan geçidi uzun süre açık tutmaya çalıştı. Bu onu ne kadar zorladı tahmin edemezsin. Sen gelmeden önce gözlerini bile açamıyordu. Zor durumdaydı anlayacağın. Ama sen yalnız başına geldin oradan. Başına hiçbir şey gelmemiş. Oldukça sağlıklısın. Demek istediğim, nasıl oluyor da bu kadar hasarsız olabilirsin?" Gözlerimi devirip bağlı kollarımı çözdüm ve ona doğru bir adım attım. "Bana bunun cevabını verin diye buradayım zaten." İlk başka oldukça cana yakındı ancak şu an onu yolmak istiyorum. Sakin kalmak herkes için en iyisiydi. Ona zarar verirsem, Karan bana yardım etme konusunda kararsız kalabilirdi. Gerçi beni bir an önce kendi evrenime postalamaya çalışması da olasıydı. İlke'yi yolsa mıydım? "Afra?" dedi İlke ardından soru soracağını belli eden bir tonlamayla. "Bilmeden yanlış bir şey mi yaptım? Dünden beri bir tuhafsın. Trip mi atıyorsun yoksa kızgın mısın anlayamıyorum ve anlam veremiyorum." Kaşlarımı kaldırıp gülümsedim. "Yok canım. Yanlış anlamışsın. Benim seninle ne sorunum olacak?" Ona gülümsemeye devam ederken omuz silktim. Pek ikna olmuş gibi görünmüyordu ancak o da bana gülümsemişti. Açıkçası neden böyle davrandığıma dair pek bir fikrim yoktu. Sadece, onda beni rahatsız eden bir şeyler var gibiydi. Ama gayet iyi bir kızdı aynı zamanda. Normal şartlar altında tanışmış olsaydık, her şey tam anlamıyla normal olsaydı aramız kesinlikle iyi olurdu. "Amaaan!" dedim elimi sallayarak. "Boşver, sana bir şey sormak istiyorum." Ani çıkışım karşısında kaşlarını kaldırdı ancak toparlaması uzun sürmedi. Gülümseyip sor dermiş gibi gözlerini kapatıp açtı. Oldukça güleç bir kızdı ve karşımda gülümsemesi beni de gülümsetiyordu. Ona haksızlık yapmaya başladığımı düşündüm kısa süreliğine ve hareketlerine çeki düzen vermeye karar verdim. "Karan'ın böyle tuhaf güçleri var ya hani, sizin de var mı? Yani sadece Karan mı kahraman bu evrende?" İlke'nin gülümsemesi büyüdü ardından da bir kahkaha haline geldi. Yanlış bir şey mi söylemiştim? Anlam veremediğim kahkahası sonunda dindiğinde vereceği cevabı bekledim. "Bunlar çok uzun hikayeler ama sana önemli olan noktaları anlatayım. Biliyorsundur belki, biz şu an kuzeydeyiz ve kuzeyi Karan yönetir. Güneyi, doğuyu ve batıyı da yönetenler var. Yöneten kişiler, asil ailelerdir. Asil ailelerin doğanın verdiği yetkiyle insanlardan daha üstün özellikleri vardır." Elimle onu susturup kaşlarımı çattım. "Aile?" İlke kafasıyla onayladı. "Karan yönetiyor demiştin?" "Karan'ın da ailesi var tabi. Onlar da asil ama ailenin başında Karan var. Diğer ailelerle yıllardır savaşıyorlar. Savaş derken öyle silahlı savaşlardan bahsetmiyorum. Tamamen kafa tutuyorlar birbirlerine ama ileriye gitmiyorlar. Gördüğün gibi," Kafasını pencereye çevirdi. "Burada sizin evreninizden çok daha fazla orman var. Doğanın verdiği güç bizim için kutsaldır. Bu yüzden doğaya zarar vermemek en önemli kurallarımızdandır. Gereğinden fazla bina yapmayız. Gereğinden fazla orman tahrip etmeyiz ve gereğinden fazla hava kirletmeyiz. Anlayacağın, en az sizin evreniniz kadar gelişen bir evrenimiz var ama doğaya sunduğumuz minnetimiz, sizinkinden çok daha fazla." "Bu çok güzel. Gerçekten çok güzel. En son ne zaman bir ormana gittiğimi ve derin derin nefes alıp rahatladığımı hatırlamıyorum. Bizim evrenimizdeki insanlar hiç durmuyor. Hem de hiç durmuyorlar. Bu canımı sıkıyor. Ne kadar şanslı olduğunuzu bilemezsiniz." İlke gülümsedi ve elini omzuma attı. "Şans değil, tatlım. Karan'ın yakıcı kuralları da diyebilirsin buna. O kadar çok cezası var ki kimse çakmak çakmaya bile cesaret edemiyor." Derin bir nefes aldı. "Neyse, sen duşunu alıp aşağıya in. Kahvaltıyı hazırlamışlardır." Kafamı salladım. Arkasını dönüp odadan çıkarken onu izledim. Burada kimseyi tanımamama rağmen onları tanıyordum ve bu içten içe rahatlamamı sağlıyordu. İlke'nin dediği gibi onlarla karşılaşmasam belki de burada olmayacaktım ama önemli olan bu değildi. Şu an farklı bir evrendeydim ve benim bulunduğum evrende tek tanıdıklarım onlardı. Sanırım Karan'a sığınmak zorundaydım. Evrenler bir olmuş, sözlerimi bana yutturmaya çalışıyor gibiydi. İlke odadan çıktıktan hemen sonra banyoya girdim. Yaşadığım onca şeyden sonra banyo yapmak terapi gibi gelmişti. Üzerime valizden çıkarttığım temiz kıyafetler giydim. Valizde tarzım olan şeyler ağırlıklı olmak üzere, her çeşit kıyafet vardı. Bedenim nokta atışı tahmin edilmişti. İç çamaşırıma kadar hem de. Şimdi dilediğim tek şey tüm bu hesaplamaları İlke'nin yapmış olmasıydı. Odadan çıkıp koridoru adımladım. Sanırım herkes aşağıya çoktan inmişti. Beni beklemeleri tuhaf olurdu sanırım. Tanrım, misafir olmaktan nefret ediyordum. Her anlamda. Çekinecek pek bir şey yoktu ancak Karan'a 'Ben kimseye sığınmam.' dedikten sonra buraya düşmem, tam olarak el ele vermiş iki farklı evrenin doğalarının bana kurduğu bir oyun olmalıydı. Ben neden buradaydım, neden seçilmiştim? Sanırım en mantıklı olan, şu an bu soruların cevaplarını bulmaktı. "Kafamı siktin Alex sabah sabah. Anladık! Tek yapman gereken suçluları ayırmak, bana suçlarına dair bir rapor hazırlamak ve sunmak. Emrinde olan kaç tane adamın var. Söylenmek yerine verdiğim işe başlasaydın, belki de şimdiye bitirmiştin." Karan'ın öfkeli sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi devirdim. Arada huysuzluğu tutuyordu. Bunu kesinlikle öğrenmiştim. "Vazgeçtim. İlke, bu işi sen devral. Sen de alanında çalışmaya başla. Bana sağlık alanında her önemli bilgiyi belgelerle sunmanı istiyorum. Yavaş yavaş eksik belirlemeye başlayalım." "Biraz dinlenseydin. Çok erken değil mi henüz." ilke'nin endişeli sesini duyduğumda gözlerimi kapattım. "Değil. Geç bile kaldık." "Günaydın!" Fazla neşeli olmayan sesim ve yüzüme boş bakışlar atan saray yavrusu halkına daha fazla bakmadım ve bana ayrılan sandalyeye yerleşip bir şeyler atıştırmaya başladım. "Yaran ne çabuk iyileşmiş böyle. Ben de sana bakacaktım ama Afra kıyafet isteyince fırsatım olmadı." Bu sıkıcı muhabbette neden adım geçiyordu bilmiyordum ama gözlerim, İlke ile Karan'ın arasında kısa süreliğine mekik dokudu. Karan İlke'ye cevap vermedi ve İlke de konuyu uzatmamaya karar vermiş olmalı ki konuşmayı sürdürmedi. "Sizce neden ben seçildim? Doğanız bozulmuş olabilir mi? Buraya ait olmamama rağmen, beni resmen buraya sürükledi." Kafamı tabağımdan kaldırmadan, ifadesiz bir sesle söylediklerim sonucunda üzerimde üç çift göz hissettim. Ancak yine de onlara bakmadım. "Önemli olan şey nedenler değil, Afra. Nedenler şu an işine yaramaz. Önemli olan geri dönebilmek için bir şeyler yapmak. Önemli olan sonuçlar." "Ne yapmalıyım?" Kafamı kaldırıp Karan'ın gözlerine baktım. Sert bakışlarıma karşılık boğazını temizledi ve arkasına yaslandı. "Uslu durmalısın. Normal bir hayat yaşamaya çalışmalısın. Böylece senden güç alıp, geçiti en kısa sürede açabilirim. Dik başlılık yapayım derken herhangi bir hata yaparsan, yanlışlıkla buraya kazık çakabilirsin." Kaşlarımı çatıp anlamadığıma dair ona bir bakış attım. Elimdeki çatalı tabağa bıraktım ve dirseklerimi masaya yaslayıp yerimde kıpırdandım. "Benim sana sağlayacağım güçle, normal bir şekilde yaşamamın ne alakası var?" Tek kaşımı kaldırıp cevap vermesini bekledim. "Burada ben devreye girmek isterim." Alex elini kaldırıp söz aldığında tüm gözler ona döndü. "Güç sağlamak için kendin de güçlü olmalısın Afra. Seni yoracak ya da fiziksel olarak etkileyecek her şeyden kaçınmalısın. Özellikle de silahlar-" Derin bir nefes alıp verdi. "Yani kötü insanlar demek istedim." "Susar mısın Alex?" Alex'i susturup yeniden Karan'a döndüm. "Ne demek normal bir yaşam? Siz neden bahsediyorsunuz? Beynim allak bullak oldu. Kelime oyunlarından nefret ederim. Açık açık anlatın her şeyi." Yanımdaki İlke'nin rahatsızlığı gözlerimden kaçmadı. "Şimdi şöyle ki Afracığım, Karan'ın sandığından çok daha fazla düşmanı var. Eğer senin, onun için önemli bir güç kaynağı olduğunu öğrenirlerse," Bana bir kez daha samimiyetsizce güç kaynağı derlerse hepsinin kafasını kopartıp tüm bu evreni yok edebilirdim. "Seni öldürmekten geri durmazlar. Dikkat çekmemelisin. Sürekli Karan'ın yanında kalırsan eğer, bu oldukça dikkat çekici olur." Kafamı salladım. "Bu saçma durum karşısında önerileriniz nelerdir?" Hepsinin yüzüne baktım. Karan bıkkınlıkla nefesini verdi. "Farklı bir eve taşınıp normal bir yaşam sürmeni istiyorum. En azından buradan tamamen gidene kadar. Seni kimse öldüremez, seni kimse incitemez. Sadece beni bekle. Ben gücümü toplayan kadar, yaşa." Bana seni yaşatacağım derken bunu kastetmemiş olmalıydı. Hayat mı sürüklemişti beni buraya yoksa evrenler mi bilmiyordu ama tüm oklar beni gösteriyordu. "Neden olmasın?" dedim omuz silkerek. Bu şimdilik kabul edebileceğim bir teklifti. Böylece kendimi yük gibi hissetmezdim ve belki de kısa süreliğine de olsa normal bir yaşam sürmenin ne demek olduğunu öğrenebilirdim. "Kabul etmeyeceğini düşünmüştük." dedi İlke güler yüzüyle. Ardından Karan'a döndü ve ona da gülümsedi. "Neden kabul etmeyeyim? Madem düştüm bu yere, sizin işinizi ne kolaylaştıracaksa onu yapalım o zaman." Omuz silktim, tabağımdaki zeytini ağzıma attım ve çiğnemeye başladım. Herkes kısa süreliğine duraksasa da bir müddet sonra masada tabaklara vuran çatallardan başka ses gelmedi. Tüm yemek boyunca Karan ağzına pek bir şey sürmedi ve İlke ona inat tabağına sürekli bir şeyler koyup yemesi için zorladı. Biz de Alex'le gözlerimizi devirip aralarındaki çekime yüzümüzü buruşturarak baktık. Sessizliğin daha da arttığı bir anda, Karan'ın sesiyle sessizlik bölündü. "Afra, uyandığın yeri hatırlıyor musun?" Kafamı salladım ve ne diyeceğini bekledim. "Beni bugün oraya götürmeni istiyorum. Emin olmam gereken şeyler var." Kısık gözlerine karşılık pek bir şey söylemedim ve sessizce söylediklerini kabullendim. Dış kapıdan gelen seslerle hepimiz kafalarımızı tabaklardan kaldırdık. İçeriye giren adamlarla kaşlarımı çattım ve Karan'a döndüm. "Bu adamı ne yapalım abi?" Dün bana resmen kötü gözlerle bakan adam, şimdi korkuyla kasılıyor ve gözlerime bakamıyordu. Onu kolundan yakalamış bir adam ve arkalarında hazırda bekleyen bir başka adam, Karan'a bakıyor vereceği komutu bekliyorlardı. Karan kaşlarını çattı. Adama sert bakışlar attı ve konuşmak için dudaklarını araladı. "Kucağıma oturt, Aslan. Kucağıma oturt! Ben size demedim mi, sürekli eve girmeyin diye?" Karan sinirle bağırdığında çatık kaşlarım düzeldi. Gülmemek için kendimi sıktım. "Bana bak!" dedi adama. Adam gözlerini yerden kaldırmıyor gittikçe daha da küçülüyordu. "Afra'dan özür dile." Şaşkınlıkla açılan gözlerim bir adamda bir Karan'da gidip geliyordu. Adamın kendini kastığına bizzat şahit oldum. Kafasını yerden kaldırmadan gözlerini kaldırdı ve gözlerime bakarak, "Özür dilerim, Afra Hanım. Affedin. Sarhoştum." dedi. Daha fazla oyalanmayan gözleri yeniden yeri bulduğunda Karan'a döndüm. "Cezasını vermek ister misin yoksa ben mi vereyim?" Karan'ın yüzüme bakmadan sorduğu soruya da şaşırdım ancak hemen toparladım. "Suçlarını sen daha iyi biliyorsun. Cezasını senin vermen daha doğru olur." Karan kafasını salladığında Aslan'a baktı ve kafasıyla çıkmalarını işaret etti. "Kendisini, mekânımda misafir edin." Aslan kafasıyla emri aldığını işaret etti ve adamı kaba kuvvet uygulayarak sürükledi. Gözden kaybolduklarında herkese tek tek baktım ancak anormal görünen hiçbir şey yoktu. Sanırım onlar, Karan'ın bu hallerine alışmışlardı. Omuz silktim. Ben de alışırdım, sorun değildi. Bu tür işlerin içinde varolmuştum. Yemekten sonra, İlke ile Karan yukarıya çıktılar ve ben de Alex'le kalmanın gereksiz bir fikir olduğunu düşündüğümden odama çıktım. Üzerimi değiştirdim ve yeniden aşağıya indim. "Hazırsan, çıkalım." Kafamı sallayıp kapıya doğru yöneldiğimizde arkamızdan İlke'nin sesini duydum. "Dikkatli ol, Karan." Yüzümü buruşturup İlke'ye baktığımda göz göze geldik. "Sen de öyle." Kafamla onu onaylayıp kendimi dışarıya zor attım. Cidden aralarında bir şey var mıydı bilmiyordum ama bu saçma bir şekilde oldukça rahatsız ediciydi. Çünkü gerçekten aralarında bir şey varsa ben aralarına girmiş gibi olacaktım. Dün ve bundan birkaç gün önce, Karan'la resmen aynı yatakta uyumuştuk. Karan bundan rahatsız görünmese de ben oldukça rahatsız olmuştum. Arabasına yerleştik. Kemerlerimizi taktık. Yol boyunca, nereden geldiğimi hatırlamaya çalıştım. Benzinciyi geçtik, uzun ve ıssız yola girdik. Yolda fazladan tek tük araba vardı. Gelişmiş olduklarını düşündükleri bir evrende, nasıl olurdu da yollar bu kadar ıssız olurdu? "Şu an bulunduğumuz bölge yerleşim açısından pek ilgi gören bir bölge değil. Biz doğaya fazla önem veririz. Doğanın bize sunduğu alan kadarına yerleştik. Dört bölgenin birleştiği merkez alanı, en gelişmiş bölgemizdir. Sandığında çok daha büyük ve işlek bir bölge. Seni evine yerleştirdikten sonra gezdiririm." Dışarıda dolanan gözlerim yüzünü buldu. Yoldan bir an olsun gözlerini ayırmıyordu. Tek eli direksiyondaydı ve yol dümdüz olmasına rağmen dikkatini dağıtmamaya özen gösteriyordu. "Aklımı mı okudun? Sana tam bunu soracaktım." Karan hafifçe gülümsedi. "Hayır, dediğim gibi akıl okumak sandığın kadar basit değil. Senin aklını hiç okuyamıyorum. Güçlü bir zihnin var. Değerini bil." Bana dönüp göz kırptığında ona gülümsedim ancak bu uzun sürmedi. Tahmin ettiğim gibi İlke ile aralarında herhangi bir şey varsa, ona gülümsemem bile kendime olan saygımı sorgulamama yol açardı. Aramıza mesafe koymak en mantıklı olandı. "Sanırım yola buradan girmiştim." dedim işaret parmağımla ormanı işaret ederek. Karan arabayı sağa doğru çekip el frenini çekti ve anahtarı çıkartıp inmem için bana baktı. Kapıyı açıp indim. Etrafıma bakındım. Karanlık olduğu için pek anımsayamasam da buradan bir yerden çıktığıma emindim. Hafızama pek güvenmiyordum ama en az Karan kadar ben de cevap istiyordum. Bu yüzden ormana giren ilk kişi ben oldum. "Geldiğimde silah sesleri duymuştum. Korkup kaçtım ama ne yöne koştuğumu hiç bilmiyorum." Karan üzerindeki koyu yeşil gömlek ve siyah kotu ile peşimden geliyor ve ara sıra duraksayıp ormanı dinliyordu. Ona bakmamak için üstün bir çaba harcamam da her seferinde gözlerim ona dönüyordu. Derin bir nefes aldım ve kendime gelmeye çalıştım. "Bizim çatışma seslerimizi duymuşsundur." Kafamı sallayıp yürümeye devam ettim. "Bu arada," dedim etrafıma göz gezdirirken. "Koşarken ayağım bir şeye takılmıştı. Karanlıkta tam göremedim ama bir mezar taşı olduğuna eminim." Karan kafasını salladı. "Bu imkansız. Tüm mezarları aynı mezarlıkta topladık." Kaşlarımı kaldırdım. Ayağımı çaptığım taş, gerçekten mezar taşı mıydı? "Karanlıktı zaten. Tam görememiş olabilirim ama mezar taşına benziyordu. İnan bana." Karan derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatıp boynunu sağa sola yatırdı. "Ne dönüyor bu siktiğimin yerinde yine!" Neye sinirlendiğini bilmesem de omuz silktim ve yürümeye devam ettim. Arada etrafıma bakınıyor ve çarptığım şeyi görmeye çalışıyordum. "Bu arada, adamın arabasını göremedim yolda. Siz mi çektirdiniz?" Karan kafasını sallayıp sıkıntılı bir nefes verdi. "Onu cezalandırmaya vaktim olmamıştı. Neyse ki şimdi cezalandırmak için bol bol vaktim var." Ona sert bir bakış attım ama o bana bakmadı. "Burada uzun süre falan kalmayacağız, Karan. Bu fikre kendini kaptırıp durma. Bir an önce dönmemiz gerekiyor." Karan beni geçip birkaç adım attı ancak söylediklerimle durup yeniden bana döndü. "Bu fikre kendini kaptırmaması gereken ben değilim, sensin. Sana seni yaşatacağımı söyledim, Araf. Tek yapman gereken biraz da olsa nefes alman. Neden taktın bu kadar kendi evrenine? Sen söyledin, seni yaşatmam için bana sen yalvardın?" Histerik bir kahkaha atıp kafamı salladım. "Ben sana hiçbir şey için yalvarmadım. Ayrıca, beni yaşatmanı falan da istemiyorum. Kim olarak bunu yapacaksın ki? Ben yalnızım ve öyle kalmaya devam edeceğim." Hızla yürüyüp yanından geçecektim ki, yolumu kesti. Üzerime doğru birkaç adım attığında ben de gerilemeye başladım. Sert bakışlarına karşılık dudaklarımı birbirine bastırdım. Üzerime yürümeye devam ettiğini üzerimden yeni yeni attığım şaşkınlıktan sonra ancak fark edebildim. Kaşlarımı çatıp geriye doğru giden adımlarımı durdurdum. Dimdik karşısına dikildim. "Benim sözümü dinleyeceksin, Araf. Ne olursa olsun, benim sözümü dinleyeceksin. Baban yaşamanı istedi. Yaşayacaksın. Burada ya da orada. Ama ölmene izin vermeyeceğim." Katı sesine karşılık dişlerimi sıktım. Ben de aksini yapmayacaktım zaten ancak o benimle böyle konuşmaya devam ederse karşısında kafama sıkabilirdim. "Benim adıma karar verme. Asla senin sözünü dinlemeyeceğim. Aksine, sen benim sözümü dinleyeceksin. Gücünü toplayacaksın, gerekirse her gece yanımda uyuyacaksın ve gücünü toplayacaksın. Ne yapmam gerekirse yapacağım. Duydun mu beni? Yaşayacağım ama burada değil, kendi evrenimde. Kendi cehennemimde yaşayacağım." Konuşurken bir yandan da üzerine doğru adımladığımı yeni yeni fark ediyordum. Gözleri kısıldı ve dudakları kıvrıldı. Soğuk bakışları yüzünden kendimi sorgulasam da onu önemsemeyip yanında geçip yürümeye devam ettim. "Şuralardan bir yerlerden geldim galiba." dedim elimle ne tarafı göstereceğim bilemeden. "Hem sen neden benim nerede uyandığımı merak ediyorsu-" Kaşlarımı çattım ve hareket etmeden duran Karan'a baktım. Ardından arkasında, havada asılı duran yaprağa. Ve sessizleşen ormana; yanımda, havada asılı kalan kelebeğe. Karan'a doğru yürüdüm. "Karan?" dedim korkuyla. Hareket etmeden bana bakıyor ve gözlerini bile kırpmıyordu. Dudakları az önceki haliyle aynıydı ve bu korkuma korku kattı. "Bana yine oyun mu oynuyorsun?" Sesimdeki korku ortadaydı. Neler döndüğünü bilmiyordum ama korkmaya başlamıştım. "Karan, kes şunu! Korkuyorum." Elimi gözlerinin önünde salladım ama yine gözünü kırpmadı. "Seni duyamaz!" Arkamdan gelen kadın sesiyle hızla arkamı döndüm. Karan'ın koluna tutunup ona sığındım. Hiçbir şey yapamayacağını, beni koruyamayacağını bile bile. "Yine mi siz?" İfadesiz sesim karşılığında, beyazlar içindeki kadın gülümsedi. Karşımdaki kadın, mezarlıkta gördüğüm kadındı. Rüyamdaki ya da gerçeğimdeki kadın. "Onu bulmana sevindim, tatlım." Yüzümü buruşturup benimle gereksiz bir samimiyetle konuşan kadına baktım. "Bana artık, her şeyi anlatmanın vakti gelmedi mi sizce de?" Karan'ın gömleğine tutunan parmaklarımı daha da sıktım. Karan'ın asla bozulmayan ifadesine yeniden baktım. "Evet," dedi kadın. Gözleri Karan'ın gömleğine tutunan parmaklarıma kaydı ve gülümsemesi büyüdü. "Sanırım sana bazı ipuçları vermenin vakti geldi." Uğultusu bile duyulmayan ormanın tam ortasına bir karanlık çöktü. Donduran, aslında duran zaman yüzünden varolmayan bir rüzgar, saçlarımı savurdu. "Neden ben?" dedim sessizce. Kısık sesimi duyduğuna pek tabi emindim. Gözlerimiz kesiştiğinde gülümsemeye devam ediyordu ve ben bundan delicesine nefret ediyordum. Ondan korkmam gerekiyor muydu? "Sana bunun cevabını verecek olan ben değilim." Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım ve Karan'a daha da yaklaştım. Boşuna çaba gösterdiğimin farkındaydım. Ama yine de savunmasız olarak yanımda olması bile bana destek veriyordu. "Şimdilik bilmen gereken tek bir şey var, Afracığım." Gözlerine beklentiyle baktım. "Yeterince güç sağlasan bile, artık bu cehennemden benim iznim olmadan çıkman imkansız. Onu asla bırakma. Seni bunun için seçtim. Aksi, ikimiz için de iyi olmaz. O," Gözleri Karan'ın üzerinde gezindi. Ona doğru birkaç adım attı ancak bu defa Karan'ın önüne geçen bendim. Göz göze geldiğimizde, sözlerine devam etti. Yaptığım harekete kızmasını beklerken o aksine, daha da çok gülümsedi. "O sandığından çok daha yalnız. Biliyorsun, yalnızlığın ne demek olduğunu. Ona sığındığın kadar, sana sığınmasını sağla. Seni buraya getiren bendim ve burası benim cehennemim. Olur da kendi evrenine dönmek istersen, bunu yalnızca ben gerçekleştirebilirim. Sen ya da o değil. Yalnızca ben." Gözleri arkamda dikilen Karan'ı bulduğunda, gülüşünü gölgeleyen bir duygu geçti gözlerinden. Özlem. "Olur da başına bir şey gelirse ya da yaptığımız bu özel konuşmayı öğrenirse," Dolan gözlerini saklayamadı. Bana baktı. Yaşlı gözlerine rağmen hâlâ sert bakabiliyordu. Korktum ancak Karan'ın önünden çekilmedim. Onun bir hedef haline gelmesine izin veremezdim. "Babanın ruhu hiçbir zaman huzur bulamayacak, güzel kızım. Beni kötü biri sanma. Aksine, iyi olan taraftayım. Her şeyin bir zamanı var." Elini kaldırdı ve yanağımı okşadı. Ona iğrenerek bakmaya başladım ve kafamı geriye doğru çekerek elinden kurtuldum. "Zamanı geldiğinde, onun bile bilmediklerini bileceksin. Bana güven. Sadece onu korumam gerekiyor. Doğanın ruhu olarak ve," Karan'da gezinen gözleri yeniden bana döndü. Sözlerini tamamlayabilmek için yan tarafları çoktan buruşan dudaklarını araladı."Bir ruh kapanı olarak." Gözlerimi büyütüp ona doğru birkaç adım attım ancak aniden gözden kayboldu. Gözlerimin önünden geçen sahneler beni bir kez daha ürküttü. Babamın mezarında olduğumu hatırladım. Babamın mezarına sarıldığımı. Ardından, yanıma gelen bu kadını. Elini kaldırışını, bana anlamsız şeyler söyleyişini. Kaldırdığı eliyle birlikte gözlerini kapatışını. Babamı, hapsetmişti. Kadın gittikten sonra etrafımda döndüm. Büyüyen ve çoktan dolan gözlerime aldırış etmeden kadını aradım. Şok geçirdiğimin farkındaydım ve şu an düşündüğüm tek şey bunun anlamsız bir kabus olma ihtimaliydi. "Neredesin? Geri dön, konuşmamız lazım!" Kadın, az önce zamanı durdurmuştu. Babamın ruhunu da pek tabi hapsedebilirdi. Ne demişti? Doğanın ruhu olarak ve bir ruh kapanı olarak. Esen rüzgar daha da sertleşti ve ben etrafımda dönüp durmaya devam ettim. "Afra neyin var, ne oluyor?" Kollarımdan beni yakalayan Karan'a baktım. Ona anlatamazdım. Bana anlatmamamı söylemişti. "Karan," dedim nefes nefese. Bana endişeli gözlerle baktı. "Gidelim buradan Karan. Ne olur, gidelim. Eve gidelim." Yanaklarıma koyduğu ellerinden destek aldım. Yalvaran gözlerime baktı. Kaşlarını çatan Karan, iyi olmadığımın farkına varmış olmalı ki endişeli kızılları daha fazla yüzümde gezinmedi ve beni kendine çekip sarıldı. "Tamam," dedi. Onun da nefes nefese kaldığını fark ettim. "Tamam güzelim, eve gidelim." Karan kafamı göğsüne bastırdı ve ben gözlerimi sımsıkı yumup ona sığındım. Gömleğini belinden yakalamış, avcumun içine hapsetmiştim bu kez. Kadının sözleri yankılandı zihnimde. Burası, demişti. Burası benim cehennemim. Hayır, burası onun cehennemi değildi. Burası benim cehennemimdi. Benim hapishanemdi. Çıkmazı yoktu. Burası, cehennem çıkmazıydı. |
0% |