Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11- EV KOKUSU

@elfhikayelerii

"Nerede yaşadığını, sana nasıl davrandığımızı soran birisi olursa ne yapacaksın, güzel kızım?" Annem bana güzel kızım demişti. Patlayan dudağımın acısına rağmen, dolan gözlerime, titreyen ve titremesini durduramadığım bedenime, kısık sesime, acıyan saç diplerime rağmen gülümsedim. Yanağıma damlalar düştü ama ben anneme bakıp mutlu oldum. Beni sevdi sandım. Beni sarıp sarmaladı sandım. Benliğimde eksik hissettiğim şey sevgi değildi. Eksik bırakıldığım şey anne sevgisiydi. "Siz bana hep iyi davrandınız, anne. Güzel yemekler yaptınız, şekerler aldınız, parka götürdünüz. Ben sizin yanınızda hep gülüyorum. Çok mutlu oluyorum. Siz hep saçlarımı okşuyorsunuz, bana masal anlatıyorsunuz. Siz beni çok seviyorsunuz." Annem bana gülümseyip elini kafama koydu ve saçlarımı sevdi. Ona sarılmak istiyordum ama korkuyordum. Bana yine vurmasından delicesine korkuyordum. "Beni seviyorsun, değil mi anne?" Kafamı kaldırdım. Büzdüğüm dudaklarım ve içimden gelen ağlama isteğimle gözlerimi anneme dikmiştim. Bir cevap istiyordum.

"Haklısın, biz sana hep güzel yemekler pişiriyoruz, parka götürüyoruz ve sen mutlu oluyorsun. Peki senin evin, nerede?" Bana cevap vermedi. Onu kızdırmış mıydım? Anlayamıyordum. Ama kızsa, vururdu. Sanırım kızmamıştı. Yanağım yine ıslandı ve annem gözyaşlarımı silmek yerine bana gülümsedi.

"Benim evim burası, anne. Sizin olduğunuz her yer. Siz benim evimsiniz. Evim gibi kokuyorsunuz. Bana böyle söylemiştiniz." Annemin gülümsemesi büyüdü. Eğildiği yerden doğruldu ve ceza köşeme arkasını döndü. Neden arkasını dönmüştü? Yanlış bir şey mi söylemiştim? Bana ezberlettirdiklerini söylemiştim sadece. Sanırım yaptığım hata yüzünden kızgındı.

Acıkmıştım ve mutfakta bulduğum şekerleri yemiştim. Cezayı hak etmiştim.

Annemin topukluları, kapıya kadar ilerledi. Kapıdan dışarıya çıkıp koridorda ilerledikten sonra ortalık birden sessizleşti. Bu sessizliği hiç sevmezdim. Annemin sesi çok güzeldi. Ama bağırdığında hiç güzel çıkmıyordu. Aksine, beni korkutuyordu. Keşke annem hiç bağırmasaydı. Keşke annem beni sevseydi.

Çıkmadan önce kapattığı ışığı açmak istedim. Ama ellerim ve ayaklarım bağlıydı. Gözlerim tekrar pencereye döndü ve küçük ayaklarımın hemen önüne düşen ay ışığına bakıp, gülümsedim. Çünkü annem bana, güzel kızım demişti. O bana bağırmasa, hep böyle seslense gülümserdim. Ama o ilk defa bana böyle seslenmişti.

O canavardı. Ama benim annemdi.

Gözlerimi sımsıkı yumdum. Önüme gelen saçlarım, sarsılan omuzlarımla hareket etti. Benim gözyaşlarım, sel olur muydu? Sel olursa, öldürdüm. Önemli olan benim ölümüm değildi ama. Annem onları korumamı istemişti. Ben yüzme bilmiyordum, onları koruyamazdım. Ağlamaya devam edersem, sel olduğu için annem bana kızardı. Ağlamam sorun muydu? Evet, sorundu. Burnumu çekip dudağımı büzdüm. Ağlamamalıydım.

Sanırım ben, babamı özlemiştim. Birkaç gün önce iş için yurt dışına çıkmıştı. Ama dönecekti. Ne zaman gelecek bilmiyordum ama karnım ağrıyordu.

Kötü hissediyordum. Kötü ve yalnız.

*****

Hayat, yaşanmışlıklarla biriken bir kir gibidir. Gittikçe ağırlaşır, gittikçe bunaltır. Nefeslerinize yapışır. En sonunda da sizi, nefessiz bırakır. Yaşlı bir insanın hayat dolu olması çok nadirdir. Arkalarına baktıklarında koca bir yol görürler. Ancak önlerine baktıklarında da koca bir uçurum. O yol çok doludur anılarla. Mutlu anılar da vardır herkesin hayatında elbet, ama mutlu anılardan çok, iz bırakan kötü anılara tutunuruz. İnsan doğası gereği, kendini üzmeye şartlanmıştır. Bu yüzden yola dönüp baktıklarında, önlerini bir uçurum gibi görürler. Çünkü yeterince büyüdüklerini düşünürler. Kötü anılar büyütür. İyi anılar ise etkisiz elemandır onların hayatı için.

Ben yaşlı değildim. Üstelik gençtim de. Ama en az bir yaşlı kadar yorgundu bedenim. Çok çekmiştim. Çok tükenmiştim. Fiziksel olarak hâlâ güçlüydüm pek tabi ancak zihinsel olarak, aynı durum geçerli değildi. Fazladan bir şeyler düşünmekten bile kaçar hâle gelmiştim. Bazen düşünmek çok acı veriyordu. Düşüncelerim sussun diye, yorgun bedenimi uykuya itiyordum. Uyku sakinleştiriyor, iyileştiriyordu. Eskiden gerçekten işe yarıyordu ancak şimdi, uykunun bile silemeyeceği bir yorgunluğun esiriydim. Zihinsel ya da ruhsal. Tükenmiş bedenim, tükenmiş insanlarla birlikteydi.

Karan, tükenmişti. O sadece, geceleri gökyüzüne dikerdi bakışlarını ve baktığı gökyüzüyle arasında hep bir engel olurdu. Sanki özgür kalmak istermiş gibi. Geceleri zihinsel ve fiziksel yorgunluktan belki, gözleri olduğundan daha kısık olurdu. Kirpiklerinin gölgesi, gözlerinin önüne düşer, acı içerisinde yutkunurdu. Sevdiği kadını kaybettiğini söylemişti. En az benim kadar acı çektiğini düşündüm. Acıdan kıvranıyordu hatta karşımda. Ama hissettirmiyordu. Ben biliyordum. Ben yavaş yavaş tanıyordum onu. İlk defa birine yardım etmek istiyordum. Zihnimin acı içerisinde kıvranan bedenime duyduğu çaresiz acı hissini, artık onun için daha fazla duyuyordum. Sanki o iyi olursa, ben de iyi olacaktım. Kendimle olan anlamsız savaşıma onu da katmış, bu durumu içimde halletmeye çalışıyordum.

Olur ya bazen insanın hayatında, anlamsız bir hırs, bir karmaşa. Onun gibiydi işte. Kimsenin yara bandı olmak istemiyordum ama istiyordum da bir yandan. Ben bizzat iyileştirmesem bile, vesile olmak istiyordum. Karan iyi olsun istiyorum. O karanlık olan kötü bir adam değildi. Bana neden böyle söylemişti bilmiyordum ama o sanıldığından, korkulduğundan çok daha iyi bir adamdı. O, kötü bir adam olmak istiyordu. Öyle görülmek, saygı duyulacaksa böyle saygı duyulmak istiyordu.

Ondan bir canavar gibi kaçmaları, ilk başta beni şaşırtmıştı. Ancak kendimi onun yerine koymuştum. Sonra aklımda tek bir soru dolanmıştı.

Normal bir insan olsaydı benim evrenimde, her şey daha farklı olur muydu?

Sanırım bu sorunun cevabını hiçbir zaman bilemeyecektik. Benim babamı bırakmadığım gibi, o da ölü olan sevdiklerini bırakamazdı burada. Mezarlar, bağlayıcıydı. İnsanları, bulundukları yere, toprağa bağlardı. Tıpkı ölü bedenleri bağladığı gibi.

Onun gibi olmak istiyordum. Ama bir yandan da istemiyordum. O, yaşayabilecek kadar güçlüydü. Ayakta kalacak, hakkını arayacak kadar güçlüydü. Onu rol model almam, sorun olmazdı sanırım. Artık gözyaşlarımdan sel olsa bile, bana kızacak birileri yoktu yanımda. Şükretmem mi gerekirdi?

Ona tutunmayacaktım. Ama verdiği kararlara bakacak, ben de hayatımı onun gibi iyileştirecektim. Hayatını iyileştirmemişti gerçi o. Aksine, hayata karşı savaş açmıştı. Ne mağlup vardı bu savaşta ne de galip. Sadece savaş vardı ve bu savaş bizi yıkmak için başlatılmıştı. Kaybedersek, ölürdük. Kazanırsak, yine ölürdük.

Ben bugün o savaşta bir kez daha bocalamıştım. Neyse ki yanımda Karan vardı. Ağlayamasam bile bana endişeyle bakan bir çift göz vardı.

Yarı baygın, gücünü yitirmiş bedenimi arabaya yerleştiren Karan üzerime doğru eğildi ve kemerimi takıp kapımı yavaşça örttü. Arabanın etrafından dolanırken gözümü ondan ayırmadım. Kadın, Karan'a değer veriyordu. Ona bir şey yapmazdı değil mi? Onu da babam gibi hapsetmezdi.

Kendi kapısını açtı. Başımı yasladığım araba koltuğundan doğruldum ve burnumu çektim. Karan koltuğa yerleştiğinde bana kısa bir bakış attı ve derin bir nefes verip arabayı sürmek için hazırlandı.

"Ne oldu orada?" Meraksız bir ses tonuyla sorduğu sorunun cevabını, ona asla veremezdim. Ruh hastası kadın yüzünden, elim kolum bağlanmış durumdaydı. Gözleri dışarıdaydı. Bana bakmak yerine, etrafı kolaçan ediyor gibiydi.

Ne diyecektim? Hemen bir yalan bulmalıydım. "Arada olur öyle bana. Ayakta kabus görmek gibi bir şey. Korkunç şeyler gördüm." Ne saçmalıyordum? İnanmalıydı. Hem de hemen inanmalıydı. Arabayı çalıştırıp yavaşça sürmeye başladı. Yüzümü buruşturup ona çaktırmadan yandan bir bakış attım. Önüme dönmem uzun sürmedi. Derin bir nefes alıp kafamı yeniden cama çevirdim. İkna olmuş olmasını umdum ama aynı zamanda, ikna olmadığını da biliyordum. Nefesini sesli verdi. Yolda olan bakışları yüzümü buldu. Yüzümü kısa süreliğine inceledi ve dudaklarını araladı. "İyi misin şimdi?" Kafamı sallayıp ona baktım. Araba kullanırken ciddi olan adam, şimdi bana doğru dönmüş saniyelerce gözlerime bakıyor, olan olayı tüm detayıyla bilmek istiyordu. Kontrolcüydü. Hâlâ endişeli görünüyordu. Kızılları çaresizce yüzümü tarıyor, neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu.

"Gözlerin çok güzel." dedim konuyu değiştirebilmeyi umarak. "Bana versene." Karan kafasını beni ayıplarmış gibi salladı. Gerçekten endişeli görünüyordu ancak ona gülümseyerek baktığımda karşılık olarak gülümsedi ve ben gülümsediğinde kısılan gözlerine bakakaldım. Dumura uğramış gibi. Sahte bir gülümseme olduğu belliydi ama yine de güzeldi.

"Hadi, gözlerini bir kere bana ver, lütfen." dedim elimi ona doğru uzatarak. Daha fazla güldürmek istiyordum. Güzel gülüyordu. Çok güzel gülüyordu.

"Afra, yapma. Araba kullanıyorum, tehlikeli." Gözlerimi devirip ona doğru uzattığım kollarımı kendime çektim ve somurttum. "Sen evren kapısını dakikalarca açık tutmuş adamsın. Araba kazasından mı korkuyorsun cidden?" Gözlerimi devirip dışarıdaki ağaçlara bakmaya devam ettim. Bağladığım kollarım ve üst üste attığım bacaklarımla ritim tutuyordum. Yüzümde, az önceki yüz ifademden çok daha iyi görünen bir gülümseme, geçip giden ağaçlara bakıyor, ona kendi evrenimde etmeye çalıştığım ama beceremediğim vedayı anımsamadan edemiyordum.

"Çünkü arabada sen varsın." Duyduğum sesle yeniden ona döndüm. Ritim tuttuğum parmaklarım ve ayağım duraksadı. "Araba kazasını önleyebilirim pek tabi. Üstelik bunu hasar almadan yapabilirim. Ama ya sana bir şey olursa?" Kaşlarımı kaldırıp hayretle yüzüne baktığımı fark ettiğinde boğazını temizledi. "Yani güç kaynağımsın sonuçta. Seni korumam gerekiyor." Eliyle açıklamasını destekleyici hareketler yaptı. Biraz da olsa gülümsemeyi başaran yüzüm anında düştü ve bu defa somurtmaya başladım.

"Öküz!" dedim sinirle. Bağladığım kollarımı çözdüm. Bacak bacak üstüne ancak keyifliysem atardım ve az önce üst üste olan bacaklarım, şimdi normal bir şekilde yerinde ritim tutuyordu.

"Sabah ben duştayken de aynı sözü söylediğini duydum, aklımda!" dedi işaret parmağını tehditkârca sallayarak. "Bu iki oldu. İki katı fazla ceza alacaksın."

"Ne cezası şimdi canım!?" Kafasını sallayıp sanki çok doluymuş gibi dikiz aynasından yolu kontrol ettiğinde dudağımı büzdüm. "Hani adaletliydi sizin evreniniz? Öküz dedim diye ceza mı alacağım şimdi!"

"Bizim hakaret için de kanun ve kurallarımız var, Afra Hanım. İdam gibi." Yüzümü buruşturup ona döndüğümde benimle eğlendiğini fark ettim. Kafamı ayıplarmış gibi sallayıp önüme döndüm. "Lütfen idam için gerekli hazırlıkları tamamlayın o zaman." Hızla bana dönüp dik dik baktığında omuz silktim. "İntihara bu kadar meyilli olman beni sinirlendiriyor." Gözlerime baktı. "Ölmek istesen bile artık ölemeyeceksin. Çok üzülüyorum senin için." Sinirle dudağımı dişlediğimde gözleri kısa süreliğine dudağıma kaydı ancak yola dönmesi uzun sürmedi. Boğazını temizleyip yola odaklandı.

Bileğimde bulduğum tokamla saçımı bağlamaya çalıştığımda Karan elimden tokayı alıp bileğine taktı ve dişlerinin arasından sinirle konuştu. "Sikeceğim tokanı, Afra. Saçını bağlayıp durma. Dikkatim dağılıyor."

"Bana ne ya! Bağlamayınca da benim dikkatim dağılıyor. Bırak tokamı. Ayrıca ben saçımı bağlıyorum diye senin niye dikkatin dağılıyor be adam?"

Cama doğru uzattığı bileğine uzanmaya çalıştım. "Bağlamaya çalışırken kolun bana çarpıp duruyor. Ayrıca kulağım sağır oldu senin yüzünden. Bağırıp durma." Dişlerimi sıkıp tokamı almak için daha fazla hareketlendim. "Bana ne ya, tokamı ver!"

"Afra!" dedi yüksek bir sesle. "Araba kullanıyorum dedim. Çek şu elini kolunu artık." Sırtımı koltuğa sertçe yaslayıp kollarımı bağladım.

"Öküz!"

"Üç oldu!" Uyarıcı sesine karşılık yüzümü daha da astım ve onunla daha fazla konuşmadan yolu izlemeye başladım.

Yol boyunca bundan daha fazla konuşmadık. Arada iyi miyim diye beni kontrol ediyor, daha sonra dikkatle araba kullanmaya devam ediyordu. Arabayı sağa doğru çekmeye çalıştığında kafamı kaldırıp yola baktım. Bir benzinciye girdi. Bu, benim yol tarifi için girdiğim benzinciydi.

Karan benim tarafımdaki filmli camı açtı. Görevli çocuk eğilip arabanın içine doğru baktığında ilk benimle daha sonra da Karan'la göz göze geldi. Bana döndü. "Bulabildiniz mi onu?"

Nasıl yani? "Evet, buldum." dedim şaşkınlıkla. Şu an yanımda oturuyordu. Elimi kaldırıp Karan'o işaret edeceğim sırada Karan parmağımı havada yakaladı. Adama baktı. "Arabayı incele." dedi sert bir ses tonu ve oldukça sert bakışlarla. Çocuk afallayarak geri çekildi ve arabayı incelerken gözü bir yerde takılı kaldı. Bana ufak bir bakış atıp hemen önüne döndü. İşini yapmaya başladı.

"Ne oldu? Hiçbir şey anlamadım."

"Yüzümü tanımazlar genelde. Tanıyan çok nadirdir. Bana ait olan her şey damgalı dolayısıyla benim etrafta olduğumu bilip ona göre hareket ediyorlar." Aklıma silahtaki iç içe geçmiş B ve K harfleri geldi. Şimdi daha iyi anlamıştım. Arabada da aynı damga vardı.

"İyi çocuktu aslında. Herkesi korkutup durma. Bana yardım etti." Karan dikiz aynasından kaşları çatık bir şekilde çocuğa baktı ve bana döndü. "Kimin içinden ne şeytan çıkacağını bilemezsin. Öyle yolda gördüğün herkese güvenme. Ayrıca korkutmak benim işim. Korkutmazsam, düşmanlarım tepeme çıkar. Eskiden böyle yönetmezdim. Eski günlere dönebilir miyiz bilmiyorum." Benim tarafımdan açtığı camı kapatıp çocuk işini halleder halletmez gaza bastı. Dilimin ucuna kadar gelen hakareti kendimi dizginleyerek yuttum ve yolu izlemeye devam ettim. "Eksiden nasıl yönetirdin ki?"

"İyi bir yönetici gibi. Kimse korkutamazdı halkımı. Baksana, şimdi ben bile korkutmaya çalışıyorum."

"Korkutmamak için çaba harcamıyorsun ama." dedim az önceki tavrına gönderme yaparak. "Bu tür işlerde sabır önemlidir. Her şey zamanla düzelecek." En azından hakkı olanı verseydi. O kadar çalışmıştı çocuk. Onu rol model alma konusunu yeniden gözden geçirmem gerekiyordu.

"O benzincideki çocuk bir şeyler anlattı bana. Islık falan dedi. Ölüm ıslığı." Tepkisini görmek için ona döndüm ancak onun yüzünde tek bir ifade bile eksilmedi ya da eklenmedi. Ciddi bir şekilde araba kullanıyor ve sorumu bekliyordu. "İlk karşılaştığımız gece, mezarlıkta ben de duydum o ıslığı." Kafasını sallayıp dikiz aynasından yolu kontrol etti ve yeniden bana döndü.

"Sor hadi."

"Demek istediğim, tahmin ettiğim gibi adam mı öldürdün o gece?" Kafasını sallamakla yetindi. Durumu toparlamak için boğazımı temizledim.

"Aslında ilk başta biraz korktum ama çabuk unutmuşum. Ben ölümleri izleyerek büyüdüm." Yoldaki gözleri gözlerimi buldu. Yine titreyen bir nefes verdi ve kafasını sallayarak yola döndü.

"Yaşatmak istediğimi, öldürmeye çalışmışlar." dedi buruk bir gülümsemeyle. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Hep öldürdüm. Hiç yaşatmak istememiştim."

"Kötü hissetmen için söylemedim. Unut hatta bunu. Merak ettim sadece."

"Islığım... Öldürmeden önce hep ıslık çalarım. Korksunlar diye. Birinden öğrenmiştim." Buruk gülümsemesi daha da yayıldı yüzüne. "Yaşatmak istediğimi, öldürmeye çalışmışlar." diye tekrarladım. Gözleri gözlerimde takılı kaldı. Birkaç saniye, yol gerçekten umurunda olmadı. Sadece bana baktı ve buruk gülümsemesi yüzünden silinip gerçek bir gülümseme halini aldı. Sanırım onun şimdiye kadar gördüğüm en samimi gülümsemesiydi. Ancak kendimi kaptırmadan önce, zihnimde yükselen uyarı dolu seslere kulak verdim. Gözlerimi kaçırdım. Kafamı cama çevirip bir daha yüzüne dahi bakmadım. Camdaki yansıması, gittikçe solan gülümsemesiyle karardı. Bana birkaç saniye daha baktı ve yeniden yola döndü. Ben gülümsetmiştim ve ben gülümsemesini silmiştim. Gidene kadar izledim yansımasını. Ama ona bakmadım.

Sonunda eve geldiğimizde arabadan indim.

"Eşyalarını topla, bugün yeni evine yerleşeceksin."

"Ciddi misin? Bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim." Karan cevap bile vermeden eve yürümeye başladığında onu takip ettim.

"İlke'nin evinin hemen karşısında bir ev var. Seni oraya yerleştireceğiz. Ev çok ıssız bir yerde. Yani dikkat çekmek istemiyorsak oldukça ideal." Kafamı sallayarak dediğini onayladım. Evin konumu önemli değildi. Kendime ait, rahat hissedebileceğim bir yer olsa yeterdi.

Eve girer girmez, İlke ile göz göze gelmemiz beklemediğim bir şey değildi. Alex, İlke'nin oturduğu koltuğun karşısına oturmuş bıraktığımız gibi telefonla oynuyordu. Adamın hasta olduğunu düşünmeye başlayacaktım. İlke Karan'ı görünce ayaklandı ve gülümsedi. Ona doğru birkaç adım atıp boynuna sarıldı. Onlara bakarken, Alex'in de telefondan ilk defa başını kaldırıp onlara dikkat kesildiği gözlerimden kaçmamıştı. İkisinden birkaç adım uzaklaştım. İlke geri çekildikten sonra Karan'a gülümseyip Alex'e kısa bir bakış attı. Karan ise hafifçe gülümseyerek yanıma kadar geldi. Aramızı açmaya çalıştıkça o kapatıyordu ve bu beni gittikçe sinirlendiriyordu.

"İlke, Afra'yı senin evinin yakınlarında bir yerlere yerleştireceğim. Biliyorsun ben her zaman yanında olamam ama sen onunla ilgilenirsin herhalde." İlke bana dönüp gülümsedi ve Karan'ı başıyla onayladı. "Tabi ilgilenirim." Derin bir nefes alıp yanımdaki Karan'a hissettirmeden bir adım uzaklaştım. Onunla yakın görünmem, İlke'yi rahatsız edebilirdi sonuçta. Onlara engel olmak beni de rahatsız ederdi. Konuşmak için dudaklarımı araladım. "Ben eşyalarımı toplamaya başlayayım mı o zaman? İlke sabah üç koca bavul getirdi odama." Elimi açıp abartarak anlatmaya başladığımda Karan kafasını sallayıp kendini koltuğa attı. "İlke, sen de hazırlan. Hemen çıkarız."

İlke ile birlikte odalarımıza dağıldığımızda, düşünmek için anca vaktim olmuştu. Kadının söylediklerini ve yapmam gerekenleri düşündüm. Tam tahmin ettiğim gibi bir oyun dönüyordu ve oyunun başrolü ben olmuştum. Birilerinden bir şeyler gizlemekten nefret ederdim ancak söz konusu babamdı. Kadının yalan söylediğini düşünsem de bir yanım doğru olma ihtimaliyle yanıp tutuşuyordu. Korkuyordum.

Babam, ne zaman gülecekti? Kız çocukları annelerinin kaderini yaşar derler. Benim bir annem yoktu ama babam vardı. Ben babamın kaderini yaşıyordum ve yaşamaya da devam edecektim sanırım. Ölüm, bir kurtuluş değildi. Eskiden öyle söylenirdi ancak ben bu cehenneme düştüğümden beri ölüm bir kurtuluş değildi.

Karan'a her şeyi anlatmayı düşündüm. Ama sonra, risk almaktan nefret ettiğimi fark ettim. Risk alamazdım. Babamın canı üzerine kumar oynayamazdım. Kendimi bir kez daha çaresiz ve kimsesiz hissettim. Bir ölü gibi...

Karan'a her şeyi anlatsam bile elinden gelen bir şeylerin olmadığı bariz belliydi. Kadın zamanı durdurmuş, Karan'ı savunmasız bir anında yakalamıştı. Onu koruyamazdım. Karan da beni koruyamazdı. Ben resmen bu oyuna mecbur bırakılmıştım. Başka çarem yoktu.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Bir şekilde, kadının istediği her şeyi yerine getirecek ve kararlarımı en az hasar için mantık çerçevesinde verecektim.

Kapıdan zar zor ilk bavulu çıkarttım. Çok ağırladı ve belim şimdiden ağrımıştı. Tüm bu bavulları merdivenlerden nasıl indirecektim? Yuvarlamak bir seçenekti.

Tüm bavulları sonunda dışarı çıkarttığımda karşımda gördüğüm adamla irkildim. Ne zamandır oradaydı?

"Bavulları almam için Karan Bey yolladı, efendim." Kaşlarımı kaldırıp başımla onu onayladım. Karan gerçekten düşünceliydi. Tabi bunda, benim abartarak üç koca bavula sahip olduğumu anlatmam da etkili olmuş olabilirdi.

Adama kısa bir bakış atıp önden aşağıya indim. Karan bıraktığım yerde oturuyordu ve İlke de çoktan hazırlanmıştı.

"Ben kıyafetlerimi almıyorum yanıma, Karan. Arada bizi eve tıktığın oluyor ya, o zaman giyerim." İlke'nin ima dolu sesine rağmen Karan koltukta arkaya attığı başını kaldırmadı. Hatta gözlerini bile açmadı.

"Daha yeni saldırıya uğradık, İlke. Bilmiyormuş gibi konuşma. Adamların şakası yok. Hepinizi bir arada tutmam gereken zamanlar oluyor." İlke alayla gülümsedi ve başını salladı. Karan'a karşı geleceği her halinden belliydi. Tahmin ettiğim gibi de oldu.

"Atladığın bir şey var, tatlım. Ben bunun için eğitildim. Kendimi koruyabilirim." Karan sonunda doğruldu ve benimle göz göze geldiğinde derin bir nefes alıp oturduğu koltuktan kalktı.

"Sana kendini koruyamazsın demedim, İlke. İnsanlara karşı elbette kendini koruyabilirsin. Bize saldırı düzenleyenler insan olsaydı ben de çok mutlu olurdum ama ne yazık ki kudurmuş üç beş köpek yüzünden kendimi ve sizi sağlama almak zorundayım." Karan İlke'ye son kez baktı ve önden dışarıya çıktı. İlke'ye doğru bir adım atıp yüzünü tamamen görmeye başladığımda, gözlerinden geçen duygulara anlam veremedim. Kalbi mi kırılmıştı? Bir şeye bozulmuş gibi yüzü şekilden şekile girdi. Sonra üzüldüğünü fark ettim. Ancak duygularını bir şekilde gizledi ve gülümseyerek bana döndü.

Sanırım, Karan'dan gerçekten hoşlanıyordu ve hoşlandığı adam ona ters bir cevap verdiği için kötü hissetmişti. İyi de bu Karan'ın İlke'yi ilk terslediği an değildi ki. Anlamakta güçlük çekiyordum ancak bir şekilde, her şeyi öğrenmeliydim. Bu şüpheli hâller beni bitiriyordu.

"Gidelim Afra. Sana yeni yerler gezdirmek için sabırsızlanıyorum. Karan'la baş edebilecek yeni birilerini buldum." Koluma girip büyük bir sevinçle bunları söyleyen İlke'ye baktığımda yürümeye başlamıştık bile.

Alex'e kısa bir bakış atma şansı yakaladım.

"Alex?" dedim beni zorla yürüten İlke'yi durdurarak. Ancak kolumdan çıkmadı. Seslendiğim Alex, dışarıya çıkarttığı dilini yeniden içeriye soktu ve bana baktı. Elindeki telefona dönmesi uzun sürmedi tabi.

"Bir insan ortamdan ayrılırken en azından göz teması kurarak veda etmelisin. Şu telefonu elinden bırakmayıp köpek gibi ortalıkta dolaşmaya devam edersen Karan falan dinlemem seni yürüyen bir telefon haline getiririm." Yüzüme anlamadığını belli eden bakışlar attığında üzerine doğru yürüyecektim ki İlke koluma yapışıp beni dışarıya çıkarttı. Gerildiğimi anlamış olmalıydı. "Bakma ona, hep öyledir o."

"Sizin buralarda bir tane normal insan yok mu arkadaş?! Delirtmeye mi çalışıyorsunuz siz beni?" İlke kıkırdayıp dış kapının önündeki merdivenleri inmeye başladı. Oysa ben oldukça ciddiydim. Bir çift ve bir de oyun hastasının arasında kalmış, hayatta kalmaya çalışıyordum. Dalga mı geçiyorlardı benimle?

"Ayıp ediyorsun, tatlım. Ben varım ya işte burada." Saçını savurup kendini beğenmiş bir yüz ifadesi takındığında ona uzaylı görmüş gibi baktım. Yüzümü buruşturarak önüme döndüğümde İlke'nin tekrar güldüğünü duydum ve dayanamayıp ben de ona eşlik ettim. Burada gerçekten normal bir insan yoktu.

Tanrım, buraya ait değildim.

Karan arabaya binmiş bizi bekliyordu. Orman tarafına çevirdiği kafası, düşünceli bakışları onu bir klipteymiş gibi gösteriyordu. Dirseğini camın önüne yaslamış, dirseğini yaslandığı elini dudağında gezdiriyordu.

"Ne düşünüyor sence?" dedim İlke'ye bakarak. Arabaya hâlâ yeterince mesafe vardı ve biz dedikodu yapabilirdik. Arabanın arkasından, bavulumu taşıyan adam çıktığında Karan'ın gözleri kısa bir anlığına dikiz aynasına kaydı ancak ormana dönmesi uzun sürmedi. Adam bavullarımızı bagaja yerleştirmiş olmalıydı.

"Bilmiyorum. O hep düşünür. Aklından ne geçtiğini kimse bilmez ama bir keresinde zihninin bomboş olduğunu söylemişti. Kendini düşünmeye zorladığını."

Çünkü bomboş bir zihin olmazdı. Susan, anılara boğulan bir zihin olurdu. Susturmamak için düşünmek arzulanırdı.

Sırf aklımda acı verici bir şekilde babam dolaşıyor diye, ona hikaye anlattırdığım gelmişti aklıma. Prenses, demişti. Mutlu sonları da sadece kendisi yazabilirmiş. Birinin ona mutlu son yazmasına ihtiyacı yokmuş. Ben prenses olmadığımı o an olmasa bile, şimdi fark edebiliyorum ve bu içimde bir yerlerde beni yerle bir ediyordu. Prenses kendi sonunu yazamamıştı. Prenses babası mutlu olsun, en azından ruhu huzur bulsun istemişti ama yazdığı kalemin mürekkebi biteli çok olmuştu. Prenses kaleminin mürekkebini, bomboş sayfasına yazdığı dualarla bitirmişti ve bulduğu tek mürekkebin sahibi de ormandaki ruh kapanıydı.

İlke arka kapıya doğru yöneldiğinde ondan önce davranıp arkaya bindim. İkisi de bu hareketime anlam veremedi ancak öyle ifadesiz bir tavır takındım ki bir anlamının olmadığına ikna oldular. Karan daldığı ormanın derinliklerinde ayrıldı. İlke, ön koltuğa yerleşti. Yanımda, bavulumun teki vardı. İlke'nin pek eşyası olmasa da benim üç koca bavulum vardı.

Arabayı çalıştırdıktan sonrası çok daha sessizdi. Sessiz bir yolculuğu, berbat kılan bir başka şey de üzerimde hissettiğim bakışlardı. Karan arada beni kontrol ediyordu. Nedeni bilinmezdi tabi ancak bir kere olsun dönüp ona bakmamıştım. Dışarıyı izliyor ve fazladan nefes almıyordum.

"Gittiniz mi Afra'nın kendini bulduğu yere?" dedi İlke sessizliği bıçak gibi bölen sesiyle. İlk defa o zaman Karan'la dikiz aynasında kesişti bakışlarımız. Gözleri her zamankinden farklı bakıyordu.

Beni gözlemliyordu. Hâlâ, ormanda olan olayı anlayabilmiş değildi. Şimdi vereceğim cevaba göre beni sorgulamayı erteleyebilirdi.

Beni gözlemlediğini mimiklerinden anlayabilmiştim. Bunun için kötü insanların yüzüne dakikalarca bakmam gerekmişti. Mimikleri anlamak pek tabi kolaydı. Önemli olan, kötülerin mimiklerini anlamaktı zira kötüler, yüz ifadelerinde bile yanıltırlardı.

Karan bazen kötü bir adamdı.

Tanrım!

"Gittik." dedim İlke'ye bakarak. Bana doğru dönmemişti. Sadece yolu izliyor ve sesimi dinliyordu. Kafasını zar zor görüyordum. "Bana arada böyle bir kal geliyor. Ayakta kabus görmek gibi bir şey. Kötü hissettim ve geri döndük. Zaten pek bir şey bulabileceğimizi zannetmiyordum. Karan da söylemişti. Önemli olan nedenler değil, sonuçlar. Buradayım. Şimdi yapmamız gereken şey, beni geri döndürebilmek için çabalamak. Zira, buranın deliler hastanesinden farkı yok. Beni boğuyor." Kaşlarımı kaldırıp indirdim ve gülümseyerek Karan'a baktım. Bana bakmak yerine yolu izliyordu ve yüzünden hiçbir şey okuyamıyordum. Dikiz aynasında olan bakışlarım yeniden camı buldu. Gözlerimi kaçırdığım an üzerimde tekrar gezinen bakışlar hissettim. Belli ki göz göze gelmekten kaçınıyordu.

"Ah, o sana da mı oluyor? Bana da oluyor biliyor musun? Kendimi delirmiş gibi hissediyorum. Hele uyurken. Uyku felci deniyor sanırım. Çok olur bana." Kafamı sallayıp onu onayladım.

"Uyku felci mi?" dedi Karan alaylı bir ifadeyle. Kafasını sallayıp yola bakmaya devam etti. Dudakları sahte, alaycı bir tavırla yukarı kıvrılmıştı. "Biz uyumuyorduk."

Bana inanmamıştı. Ben olsam ben de bana inanmazdım.

Kahretsin!

Ona cevap vermek bir yana dursun, ağzımı bile açamadım. Birilerinden bir şeyler saklamaktan nefret ederdim. Hele bu kişi, minnet duyduğum biriyse ki ben Karan'a hayatım boyunca duyduğum en büyük minnet duyuyordum. Bunun nedeni, beni yaşatmak için çırpınmasıydı. Bunun nedeni, babamın ölü bedeninin ardından, bana yaşa diye fısıldamasıydı. İnsan ölmek istediği bir dönemde, kendisine yaşa denmesini o kadar çok ve bir o kadar çok da umutsuzca arzuluyordu ki, ben onun bana yaşa demesini şans olarak yorumluyordum. Karşılaşmamız şanstı.

Kadın ne demişti? Seni buradan çıkarabilecek kişi sen değilsin. O da değil. Seni bu cehennemden ancak ben çıkarabilirim. Çünkü burası benim cehennemim. Anahtar Karan değildi. Evren kapılarının anahtarı o kadındı ve ben o kadını kullanabilirdim. Bir şeyler saklamaktan nefret etsem bile, Karan'ın bana yaşa demesini arzuladığım kadar arzuluyordum yaşamayı.

"Öyle söyleme, Karan. Bazıları gerçekten çok acı verici olabiliyor. Afra yakın zamanda babasını kaybetti. Psikolojisini göz önünde bulundurursak bu tür olaylar oldukça normal. Zamanla düzelir." Bana arka çıkan İlke'yi dinleyip hafifçe gülümsedim. Karan'a tekrar dikiz aynasında göz göze geldiğimizde, yüzünden pek bir şey anlayamasam da şimdilik sessiz kalacağına emin olmuştum. Üstelemek istemiyormuş gibi bakıyordu.

Sonunda araba durduğunda İlke benden önce indi. Karan'la arabada bir saniye olsun yalnız kalmak istemiyordum. Kendimi dışarıya nasıl attım bilmiyorum ama kapının önünde dikilen İlke yüzünden biraz zorlandım.

"Burası işte." dedi İlke elini kaldırarak. "Benim evim hemen karşıda." Gösterdiği yöne baktığımda iki katlı, küçük bahçesi olan oldukça güzel bir evle karşılaştım. Karan'ın dediği gibi burası ıssızdı ve bunun nedeni ormanın hemen önündeki evleri seçmeleri olabilirdi. İlke ve benim evimin arasından bir yol görüyordu ve yolun sonunu görebiliyordum. İki evin sağ tarafında büyük orman varken sol tarafında tek tük evler uzanıyor ve yol devam ediyordu.

"Umarım ormandan korkmazsın." dedi İlke. Karan çoktan arabanın arkasına geçmiş, bavulları çıkartıyordu. Ormandan tabi ki korkmazdım. Tabi geceleri biraz korkutucu gelebilirdi ama sonuçta ormanın içinde sayılmazdık. Evde olduğum sürece benim için sorun yoktu.

Daha fazla beklemeden eve girip etrafa bakındım. Yalnız bir insanın yaşaması için oldukça ideal hatta büyüktü. Kapıdan girince önüme bir duvar çıktı. Duvarın hemen sağında uzanan ufak bir koridor ve koridorun hemen sonunda ortaya çıkan büyük bir salon. Salondan dışarıya açılan büyük pencereler vardı. Buradan bahçeyi görebiliyordum. Arka bahçe küçük sayılırdı.

Az önce karşıma çıkan duvarın arkasında, hemen yanında yukarıya doğru uzanan merdivenler vardı. Ayrıca merdivenlerin tam tersi yönde olan bir mutfak. Mutfağa girdim. Peşimde dolanan İlke büyük bir titizlikle evi inceliyordu. Karan bavulları teker teker eve taşıyordu ve ben ona değil yardım etmek, kısa bir bakış bile atmamıştım. Bence kendisi taşıyabilirdi. Koskoca adamdı sonuçta. Biraz gücünü kullanması gerekiyordu.

"Güzel ev bence." dedi İlke güler yüzüyle. Onu onayladım ve mutfaktan çıktım. Karan karşımda dikildiğinde yüzüne bile bakmadan yanından geçip merdivenlere ilerledim. Elini beline koymuş beni izliyordu. Bavullar ayaklarının ucundaydı. Her işini adamlarına yaptırdığı için yaşlanmıştı belli ki. Onunla dalga geçmek istedim ama sonra vazgeçtim. Nedeni yolda olan konuşmamızdı ve ben o konuşma unutulana kadar kaçmayı düşünüyordum. Bence çok da doğru düşünüyordum çünkü bakışı bakış değildi.

Merdivenleri tırmanmayı bitirdiğimde, üst katın alt kata göre daha küçük göründüğünü fark ettim. Üç oda vardı. Kafamı sallayarak teker teker odaları gezdim. Koridor sonundaki oda oldukça büyüktü. Sanırım odam belli olmuştu.

"Bu kadar iyi incelemene gerek yok. Kalıcı değilsin ne de olsa." Duvara yaslanan ve sigara yakmaya çalışan Karan'a kaşlarımı çatarak baktım.

"Sigarayı içeride değil de dışarıda içsen? Hani kapalı ortam ya burası?" Bana baktı ve dudağındaki sigarayı dişlerinin arasına sıkıştırdı. Diliyle sıkıştırdı sigarayı oynattı ve sigaranın ucu sağa doğru döndü. Hafifçe aralanan dudaklarının açıkta bıraktığı beyaz dişlerini görebiliyordum. Çakmağı ateşledi. Sigarasını yaktı. Çakmağı cebine yeniden koyup içine çektiği zehri, bana inat olsun diye daha büyük bir zevkle dışarıya verdi. Gözlerimi devirip kollarımı bağladım. Dalga mı geçiyordu?

"Koridoru havalandırmak daha zordur. Lütfen evimden çıkıp dışarıda içer misin şu zıkkımı?" Karan alayla gülümsemeye devam etti ve dudaklarının arasına yeniden götürdüğü sigarayı parmaklarının arasına sıkıştırıp dudaklarını araladı.

"Haklısın, koridoru havalandırmak zordur. Ama ben burada içmek istiyorum. Çünkü ev benim." İlke bir bana bir ona bakıyor ve yüzünü buruşturarak ettiğimiz saçma kavgaya tepkiler veriyordu. "Ev senin falan değil. Bilmem farkında mısın ama beni buraya yerleştirmek için buradayız."

"Evet, aynen öyle. Ama ev hâlâ benim. Kiracı-ev sahibi ilişkisi gibi düşün." dedi ve gözünü kırpıp gülümsedi. Ancak gülümsemesi o kadar sinirimi bozdu ki ağzını yüzünü dağıtmak istedim.

"İlke, yardım et." dedim soluk soluğa. Karşımda sırıta sırıta sigara içen bir Karan'a hazır değildim.

"Kız haklı Karan. Sigara kokusundan nefret ederim. Dışarıda iç şunu lütfen. Ayrıca sen, içeride sigara içilmesinden nefret etmez misin?" Parmağımı şıklatıp İlke'yi işaret ettim ve sırıttım.

"Evet, evde sigara içilmesinden nefret ederim. Ama şimdi, burada, tam bu saatte sigara içmek istiyorum."

"Bakma sen ona, Afra. Kendisi sandığından çok daha inatçıdır. Bu sefer de buna taktı. Neyse, tüm kapıları ve pencereleri açarsın artık." Gözlerimi devirip kafamı salladım ve benimle kavga etmeye oldukça meraklı olan Karan'ın umursamayıp yanından geçerek merdivenlere ulaştım. Benimle uğraşmayı seviyor olmalıydı ya da ona kafa tutmamı. Ama ben delirmek üzereydim.

"Akıl hastanesinden hallice olan bu lanet yerden bir an önce kurtulmam gerekiyor."

"Evrenime bir daha lanet yer dersen, seni-"

"Beni ne? Öldürür müsün? Sana zahmet olacak ben öldüreyim kendimi! Sorun değil!"

"İki lafından biri ölüm! Bir daha kendini öldürmekle ilgili bir laf edersen seni-" Merdivenleri aşıp çoktan salona giriş yapmıştık bile. Bağrışmalarımız tüm evde yankılanıyordu ama umurumda değildi. Ona haddini bildirmem gerekiyordu. Beni çok sinirlendirmişti ve sayın ruh kapanı hanımefendinin de izni olursa kafasını koparmak istiyordum. Zaten kafam milyon tane kötü düşünceyle lanetlenmiş gibi söylenip duruyordu ve şimdi de başıma kuyruğuna basılmış bir Karan çıkmıştı. Derdi neydi bilmiyordum. Geldiğimden beri trip atıyor, kavga çıkartmaya çalışıyordu ve ben bu sorunu kökünden halledecektim.

"Seni ne? Söylesene be adam!"

"Sözümü kesip durma Afra!"

"Ben evime gidiyorum. Yorgunum. İyi günler!" İkimiz de sinirle İlke'ye çevirdik kafalarımızı.

"Güle güle!" İlke dehşetle yerinden sıçradığında kaşlarımı çattım ve Karan'a yeniden baktım.

"Gördün mü ne yaptın kıza? Korktu senin yüzünden!"

"Asıl senin yüzünden korktu. Bağırıp durma kulağımın dibinde! Bu nasıl ses böyle!"

"Benim mi sesim kötü? Asıl senin senin kötü be! Keseceğim kendimi o olacak. Hayır anlayamıyorum. Tüm manyaklar beni mi bulur? Bir de başımda yeterince dert yokmuş gibi bu evrene geldim. Nasıl oldu kimse bilmiyor ve saçma sapan yollarla evime dönmeye çalışıyorum!"

"İki manyak birbirini bulmuş. Bittik biz, yemin ederim bittik!" İlke bıkkınlıkla nefesini verdi ve evden çıkmak için arkasını döndü. Sonunda evden çıktığında hırsla Karan'a döndüm.

"Çok meraklıydık biz de sana. Git diye gün sayıyorum, gün! Umarım bir an önce açarım o evrenin kapısını da benim kara sularımdan çıkar gidersin. Aksi ikimiz için de kötü olacak. Çok kötü şeyler olacak Afra, çok kötü şeyler olacak." Yüzüme doğru bağırdığında geriye doğru kaçtım. Elime aldığım vazoyla sinirle gülümsemeye başladım. Karan yapacağımı anlamış gibi elini kaldırdı ve kafasını salladı.

"Meraklısın öyle mi gitmeme! Meraklısın, öyle mi!?" Elimdeki vazoyu sinirle fırlattım ancak havada asılı kaldı. Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda sırıtmaya devam etti. Diğer elindeki sigarayı vazonun üzerinde söndürüp izmaritini içine attı. Gözlerim sinirle büyüdüğünde yanındaki vazoyu gözüme sokmak istermiş gibi bana yaklaştırdı. Bana doğru bir adım daha attı ve ben ağzım açık ona bakmaya devam ettim.

"Üzerime binlerce kurşun yağdı Afra ve ben hepsinden kolaylıkla kaçtım. Sence, attığın bu vazo beni öldürebilir mi?" Ellerimi yumruk yapıp dişlerimi sıktım.

"Beni delirtiyorsun!" Dişlerimin arasından tısladığımda gülümsemesi büyüdü ve ben gülümsemesinin gerçek olduğunu fark ettim. Yumruk haline gelen elim çözüldü, sıktığım dişlerim serbest kaldı ve yüzümdeki nefret dolu bakışlar, yumuşadı. Yüzüne bakmaya ve gülümsemesini izlemeye devam ettim. Hipnoz olmuş gibi.

Bana doğru birkaç adım attığında ne yapacağını merakla bekledim. "Hislerimiz karşılıklı, Afra Suskun."

Dumura uğramış gibi kalakaldım. Bana yaklaştıkça uzun boyu yüzünden kafamı kaldırdım. Sesli bir şekilde yutkunduktan sonra kafamı sallayıp kendime geldim ve yeniden kaşlarımı çatıp havadaki vazoyu aldım.

Onun hoşlandığı ve ondan hoşlanan bir kadın vardı. Onun sevdiği, ölen bir sevgilisi de vardı. Kendime gelmem, çocukça hareketler yapmaktan kaçınmam gerekiyordu.

Vazoya sarılıp Karan'a yandan bir bakış attım ve yüzümde gezinen bakışlarına aldırış etmeden konuştum.

"Acıktım ben, yemek var mı burada?" Karan üzerime doğru yürümeye başladığında içimin titrediğini hissettim. Böyle, kalbim sıkıştı gibi oldu. Sonra, karnıma ağrılar girdi ama bu ağrılar, annemin bedenimde bıraktığı izden çok daha farklı bir ağrıydı. Duvarla buluşan sırtım, üzerime doğru adımlamaya devam eden Karan'la birlikte daha da kasıldı. Aramıza elimdeki vazoyu koydum. Vazo beni korurdu. Vazo önemliydi. Vazo güçlüydü. Vazo hayatımın garantisiydi.

Kızıl gözlerinden geçen bakışı tanıyordum. Bir avcının bakışı gibiydi. Beni öldürecek miydi cidden? Öldürsündü. Sorun değildi.

"Sürekli ölmekten bahsetmeye devam edersen, seni bağlar ve burada kalmanı sağlarım. Sana yaşayacaksın dedim, Afra. Sana o çatıda, o çatıdan atladığında, o çatıdan kurtardığımda ve ondan sonra birlikte geçirdiğimiz her anda, uykunda, yaşamanı fısıldadım. Seni yaşatacağımı fısıldadım. Söz verdim, Afra. Sen alsan da almasan da sözümü, söz verdim. Yaşatacağım. Yemin ederim. Kendini öldürsen bile, seni öldürmem için yalvarsan bile seni yaşatacağım. Nefes alacaksın. Acı artar ya da azalır. O benim elimde olan bir şey değil. Ama sen yaşamaya devam edeceksin. Kaç kişiyi öldürdüğümü bilemezsin. Canlarını aldığımda, aldığım canla ölen insanların sayısını bilemezsin. Sen de yaşadın. Babanla öldün sen de. Ben de öldüm. Söyledim sana. Bizim ortak noktamız ölenlerin arkasından ağlamak. Ben kendimi yaşatamadım. Ben kendimden daha fazla yaşamasını istediğim kadını da yaşatamadım. Ama seni yaşatacağım. Sözümü tutacağım. Ne olursa olsun, tutacağım. Ben kimseyi yaşatmak istemedim. Ben hep öldürdüm. Ben yaşamalarını istedim ve onlar öldü. Bu sefer birinin yaşamasını istemiyorum, Afra. Bu sefer yaşatmak istiyorum. Gerçekten yaşatmak." Uzun konuşmasını dinledim. Dinledikçe sinirlendim. Nefeslerim sıklaştı. Ama o konuşmaya devam etti. Bana beni yaşatmak istediğini söyleyip durdu. Nedeni yoktu. Olamazdı da. İstemiyordum. Artık oyunlar istemiyordum. Artık düşünmek, yalanlar dinlemek, ihanete uğramak istemiyordum. Karan'la yollarımız bir gün ayrılacaktı. Sözünü tutamayacak ve ben yine hayal kırıklığı yaşayacaktım. Eğer hayatıma birini almazsam, yalnız kaldığımda daha fazla acı hissetmezdim. Acım artmazdı. Acımı stabil tutmayı öğrenmiştim. Kendimi koruyacaktım. Kendimi hissetmekten alıkoyacak ve kendimi koruyacaktım.

"Sen buna yaşamak mı diyorsun? Sen yaşamıyorum diyorsun. Ortak noktamız, ölülerin arkasından ağlamak diyorsun. Peki sen benim nefes alıp vermeme, yaşamak mı diyorsun, Karan? Hadi ama! Neden istiyorsun böyle bir şeyi? Yaşatmakmış. Öldürdüler beni zaten. Benim babamı öldürdüler! Bilmiyorsun sen değil mi? Benim babam ölmedi, benim babamı öldürdüler Karan. Senin hiç, sevdiğin biri öldürüldü mü? Senin hiç nefes alamadığın oldu mu, Karan? Söyle bana. Şöyle şöyle yap de, yapacağım. Yemin ederim yaşamak için her şeyi yaparım. Nefes almak istiyorum artık. Duydun mu beni? Ama olmuyor işte. Nefes alamıyorum." Elini tuttum. Sertçe bastırdım kalbimin üzerine. Gözleri kısıldı. Sonra endişeyi gördüm gözlerinde. Titrek bir nefes bıraktı. "Hissedebiliyor musun? Nasıl atıyor duyuyor musun, Karan? Benim kalbim paramparça. Sen atıyor sanıyorsun. Keşke atmasa, keşke ölsem, hiç atmasa kalbim." Onu göğsünden itekledim ve üzerine doğru birkaç adım attım.

"Söz verdin değil mi? Yaşat. Hadi yaşat beni Karan. Nasıl olacak? Söyle, yapayım. Nasıl olacak?" Sinirle bağırdım. Boğazım o kadar çok acıyordu ki yutkunmakta zorluk çekiyordum. Beni yaşatmak istiyordu. Bana seni yaşatacağım demişti. Ama ben yaşamıyordum ki. Nasıl olacaktı? Nasıl yapacaktı?

"Neden biliyor musun? Neden yaşatamıyorsun beni?" Bana yıkılmış gibi baktı. O bilindik titreyen nefesini bıraktı yeniden ve gözlerinde ilk defa utancı gördüm.

"Çünkü ölen birini yaşatamazsın, Karan. Ölen birini yeniden hayata döndüremezsin. Yaşatmakmış." Güçlü bir kahkaha attım ve duvara doğru döndüm. Sinirlerim o kadar çok bozulmuştu ki deliriyormuş gibi hissediyordum. Elimdeki vazoyu sertçe yere bıraktım. Duvara sert bir tekme geçirdim. Sonra bir tane daha. Acıyan ayağımı umursamadan.

Karan, duvarla benim arama geçti. Ona vurmak istedim ama yapamadım. Onu paramparça etmek istedim. Öldüğü için. Öldüğü için onu öldürmek istedim.

"Çok mu meraklısın yaşatmaya? Önce kendini yaşatacaksın!" dedim sinirle. Sözler vermek kolaydı. Yaşatmak istediğini söylemek kolaydı. Ama o daha önce kimi yaşatmıştı? Kendisi söylemişti bana. Daha önce kimseyi yaşatmak istememiştim demişti. Nasıl olacaktı ki? Bana umut vermekten vazgeçmeliydi çünkü bir anlığına, o ormanda o kadınla karşılaşmadan önce inanmıştım ona. Gerçekten yaşatabilir sanmıştım.

Söylediğimi dinledi. Önceliği ona verdiğim için yüzü acıyla kasıldı. Ancak beni duymamış gibi kollarımdan tutarak çoktan güçsüz kalan bedenimi kendine çekti. Kafamı göğsüne bastırdı, saçlarımı okşadı. Annemin gerçekten okşamadığı saçlarımı Karan okşamıştı ve bu, beni ağlatmak için yapılan bir hareket gibiydi. Ağlayamadım yine.

"Yapma!" dedim. Acı dolu çıktı fısıltı halindeki sesim. "Sarılma Karan." Alışırdım. Ben çabuk alışırdım bir şeylere. O, yıllarca bastırdığım duygularımı açığa çıkarıyordu. Olmazdı. Bu güçsüzlüktü. Annem söylemişti. Hissetmek, güçsüzlüktü.

"Neden?" Saçlarımı okşamaya devam etti. Diğer eli sırtımda geziniyor ve bana destek oluyordu. Nefeslerimi hissedebiliyordum. Onu gerçekten hissedebiliyordum ve bu beni üzüyordu. Bu beni paramparça ediyordu.

"İstemiyorum." dedim ondan uzaklaşarak. "Git, istemiyorum." Yüzüne bile bakmadım. Bakamadım.

Yalnız hissettim. Ani bir kriz geçirmiştim. Dertlerimi sıralasak dağ olurdu sanırım. Üzerine ormandaki kadın eklenmişti. Babamın ruhu şu an tutsaktı. Geçmişim, kabuslarımda dolanıyordu.

Karan, bana hissettiriyordu. Hissetmek istemediğim şeyleri hissettiriyordu.

"Sana söylemiştim, Afra. Sana, kriz anında yanında birilerinin olması gerektiğini söylemiştim." İfadesiz sesine karşıt acıyla dolan göz bebeklerine baktım. Gözlerim doldu sandım ama taşlaştı hemen. Yine ağlayamadım. Gözyaşlarım gibi taşlaştırdım duygularımı. Görmüştüm. İlke'ye nasıl baktığını görmüştüm. İzin vermeyecektim.

"Ben de sana, kimsemin olmadığını söylemiştim. Yalnız olduğumu."

"Artık yalnız değilsin, Afra." Kafamı salladım ve beklemeden cevap verdim.

"Hayır, hâlâ yalnızım. Söyledim sana, ben yalnız öleceğim. Kimsenin arkamdan üzülmemesini sağlayacağım çünkü ölen birilerinin arkasından üzülmek çok kötü Karan. Unutulmayı göze aldım çoktan. Yalnız ölmek istiyorum. Bu acıyı kimse yaşamasın." Karan bana doğru bir adım attı ama onu durdurdum.

"Kusura bakma, içime attıkça birikiyor ve en olmadık anlarda patlıyorum. Seninle bir ilgisi yok. Uyumak istiyorum, kendine dikkat et." Yüzüne bile bakmadan yanından geçip merdivenlere yöneldim. Acıyı dudaklarımda hissettim. Acıyı gözlerimde, yanaklarımda, kulaklarımda, burnumda hissettim. Biraz özlem barındırıyordu bu acı. Biraz pişmanlık, biraz üzüntü, biraz utanç. Karan'a yeniden sarılmak istedim. Aynı zamanda nefret ettim bu istekten. Birine sarılmak istemekten nefret ettim. Saçlarımın okşanmasını istemekten nefret ettim.

Nefretim adımlarımı hızlandırdı ve ben kendimi odama zor attım. Kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yasladım ve acıyla oturdum yere. Elimi saçlarıma geçirdim.

Düşündüm. İçten içe yalnız değilsin diye yatıştırmaya çalıştım yangınımı. Karan'ın varlığıyla mutlu oldum ama bu mutluluktan da nefret ettim. Yalnız olmak istiyordum. Yalnız ölmek istiyordum. Kimseye alışmak istemiyordum. Annemi öldürmek istiyordum. Tıpkı babamı öldürdüğü gibi. Ve Duru'ya haddini bildirmek istiyordum. Arkamdan vurduğu için. Ondan da nefret etmek istiyordum.

Beni kimse anlamıyordu. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Beni kendim bile anlamıyordu ki. Sinirimi Karan'dan çıkarttığım için utanç duydum. Beni yaşatmak istediği için mutlu oldum ama kavgayı zaten bu yüzden çıkarmamış mıydım? Mutlu olduğum için. Beni yaşatamayacağını bildiğim için. Yine yalnız kalmak, hep yalnız kalmaktan daha çok acıtıyordu.

Ellerimi kulaklarıma bastırdım. Küçükken annem ve babam kavga ederken hep kulaklarımı kapatır ve nereden geldiğini bilmediğim, kendim uydurduğum ezgiler mırıldanırdım. Dudaklarımı araladım, acıyan boğazımı zorladım ve mırıldanmaya başladım. Sözsüz bir müzik.

Saatlerce yerde oturdum. Saatlerce sözsüz bir ezgiyi mırıldandım.

Ve yerde, acı dolu bir gecenin ortasında uyuyakaldım. Tıpkı, annemin beni ceza köşemde zorla oturtması gibiydi. Ama bu defa, zorla oturmadım. Bu defa kendimi cezalandırdım.

*****

Gece boyunca içim daraldı sanki. Yerimi yadırgamış gibiydim. Yalnız başıma ilk defa bir evde kalıyordum. Korkmuyordum ama garip hissettirmişti.

Düşündüm. Havayı kokladım. Bir ev, böyle mi kokardı? Bilmiyordum. O kadar uzaktım ki bu tür duygulara. Ama düşünmeden de edemiyordum. Bir evi, ev yapan neydi? İçinde koşuşan çocuklar, gülüşen karı kocalar, belki ağırlanan misafirlerdi. Bize hep böyle anlatılmıştı ev. Kimse yalnız başına aile olamaz diye de eklenmişti. Aile en az iki kişilik bir olguymuş. Hayır, öyle değildi. İnsan kendine aile olabilirdi. Hoş benim başka bir şansım yoktu şu an. Yalnızlığıma şükredecek kadar delirmiştim. İçimde çığlı çığlığa, nefes nefese olan yarı ölü sese, şimdi ailem olduğunu söylüyor, tüm kötü düşüncelerini duymamak için nefesime odaklanmaya çalışıyordum.

Başım ağrıyordu. Gecenin hüznü henüz yeni yeni yok oluyordu gökyüzünden ve ben bu gökyüzünü hep uyuyarak görmezden geldiğimi hatırlıyor, açık bilincime küfürler ediyordum. Üzerimdeki ince örtüyü attım. Burası Karan'ın saray yavrusundan çok daha soğuktu ve bunun nedeninin ormanın neredeyse içinde olmamız olduğunu düşünmüştüm. Açık saçlarımı, İlke'den aldığım tokayla topladım. Karan neredeydi bilmiyordum. Kapıyı ardımdan kapattığımdan beri odadan çıkmamıştım ve gittiğine dair bir kapı sesi de duymamışım. Ama gittiğin biliyordum. Onu hissedemiyordum.

Başımda, saatlerce ağladıktan sonra hissedilen bir ağırlık vardı. Ağlayamamıştım ama ağlayamamak daha kötü yapmıştı beni. Başım çatlıyordu.

Uyuyamamanın verdiği hoşnutsuzlukla odamdan çıktım. Büyük evin tüm ışıkları kapalıydı ancak İlke ile benim evimin arasında bulunan uzun asfalt yolu aydınlatan sokak lambaları, benim evimi de az çok aydınlatıyordu. Ancak yine de camı olmayan ve Karan'la tartışmamızı başlatan koridordan yavaşça geçtim ve merdivenleri inip salonun ışığını açma gereği duymadan mutfağa girdim.

Koca mutfakta bir tane bardağı zar zor bulmuştum. Sanırım bu evin düzenini biraz değiştirmem gerekecekti. Gerçi geçici bir süreliğine kalacaktım. Buna gerek yoktu.

Sıkıntı dolu, derin bir nefes verip mutfaktaki sandalyelerin birine oturdum ve bardağa bakarak düşüncelerimden kaçmaya çalıştım.

Cama vuran yapraklar, eve ilk geldiğimde gördüğüm arka bahçedeki, büyük ağaçtan geliyor olmalıydı. Oldukça yaşlı görünüyordu ve tüm dalları, bahçeye gölge yapıyordu. O kadar mükemmel görünüyordu ki hayallerimdeki bahçe olabilirdi.

Tabi hayal kurmayı bilseydim.

Dudağımı büzüp elimdeki bardağı dudaklarıma götürdüğüm sırada, duyduğum tıkırtı sesleriyle kaşlarımı çatıp mutfak kapısına baktım.

Kimse yoktu.

İlk başta, cama vuran yaprak varsa, dal da vardır diye düşündüm. Belki bir kediydi. Ancak tıkırtılar hızla büyüdüler.

Neler oluyordu?

Yavaşça doğruldum. Sesler yukarı kattan geliyordu ve ben, az önce birinci kattaydım. Kimse Karan'ın evine girmezdi değil mi?

Karan'la yeni kavga etmiştik ve gittiğinden emindim. Yokluğunu hissedebiliyordum.

Onun yokluğunun bir boşluğu vardı. Tıpkı, herkesin kendine ait bir kokusu olması gibiydi. Tıpkı, babamın da olduğu gibi.

Kendime gelip yavaşça mutfaktan çıktım. Nefeslerimi ben bile zor duyuyordum. Ancak içimde bir yerlerden taşan huzursuzluk hissi, beni yavaş yavaş yiyip bitiriyordu.

Ve yalnızlığımı katleden o his, korkudan kaskatı kesilmemi sağladı.

Loading...
0%