Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12- ZAAFLAR YARALAR

@elfhikayelerii

İçim, büyük bir zindan gibiydi. İhanet edenlerin, hor görenlerin, ezip geçenlerin bende olan yerleri, benim onlara yüklediğim anlamlar o zindanda çürüyor, çürüdükçe beni de etkiliyordu. İçimdeki zindan, beni de çürütüyordu.

Tüm anlar, tüm anılar sussun istiyordum. Çabalamıştım. Kendim için yaşamak için sonsuz bir çaba göstermiştim. Kendimi eve kapattığım zamanlar içimdeki sesi dinlememiş, dışarıdan içeriye girmemiştim mesela. Kötü hissettiğimde, iyi hissettirecek her şeyi yapmıştım. Beni korkutanları korkutmuştum annem dışında. Düşmekten korkmuştum. Bilerek düşmeyi kabul etmiştim. Korkularının üzerine yürüyen o kızdım. Kendimi, kendime kanıtlamak için ölü bedenlerle birlikte uyumuştum bazen. Annem cezalar vermişti. Kabul etmiştim ve kendimi kendime kanıtlamaya çalışırken kat ettiğim tüm yollar, karanlıkla görünmez olmuştu. Anneme boyun eğmek, önümdeki yolların kapanmasına neden olmuştu.

Kendime olan güvenim yerle birdi. Kendime olan sevgim, özgüvenim yerle birdi. Kimseyi sevemezdim mesela ben. Kimse de beni sevmezdi zaten. Duru sever demiştim. O da gitmişti. Annemin beni güçlü kılmak için çektirdiği tüm eziyetler, bir yerde kendi üzerimde kurduğum otoriteyi sarsmış, sonunda da beni yerle bir etmişti.

Bazen rüyamda, üçüncü kişi gözünden küçüklüğümü görürdüm. Oturmuş öylece yere, dizine bakıyordu. Oturduğu parkeleri sayıyor, yoldan geçen ama bir türlü göremediği arabaların sesleriyle onları saymaya çalışıyordu. Pencereyi pek göstermezlerdi bana. Genelde evde hep cezalı olurdum. Evde olmadığım zamanlar annemin kuklası olurdum. Okuluma eksiksiz giderdim çünkü okulumu bir gün aksatsam, veliler hemen laf söz eder ve annem de beni azarlardı. Bir kere bile kuralları hiçe saydığımı hatırlamıyordum kendi başıma. Bir kere bile bana biçilen kadere karşı gelmemiştim. Savaşmak için kendimde güç bulamamıştım.

Mesele savaşmak değildi. Mesele, savaşmak için kendimde güç bulamamamdı. Mesele, kendime olan güvenimin savaştığım cephe tarafından yerle bir edilmesiydi.

Asıl gücü sağlamanın yolları nelerdi?

Korkuyla irkilen bedenimi, masadan tutanarak ayakta tutmaya çalıştım. Neler olup bitiyor bilmiyordum ve yalnız hissetmeme duygusuyla başa çıkamıyordum. Evde, kendi evimde ilk defa yalnız kalıyordum ve ilk gecemde, kötü bir olay yaşamak istemiyordum.

Hayatım boyunca yalnız olmama rağmen, ilk defa bir evde yalnız kalmak ne kadar da ironikti böyle. Elimi at kuyruğumdan geçirip arkamı kontrol ettim. Kimse yoktu ve mutfak kapısının camından görebildiğim kadarıyla, bahçe boştu. Karan'a haber verebilir miydim? Nasıl verecektim ki? Telefonum yanımda değildi. Gerçi yanımda olsa bile, çekmezdi. Malum, evrenler arası kendi kendime yolculuk yapmıştım. Durup dururken. Ruh kapanı sayesinde.

Ufak adımlarla mutfaktan çıktım ve salonun kapalı olan ışığına ufak bir küfür savurdum. Belki ışığı açsam, yukarıda kim vardı bilmiyordum ama korkup kaçabilirdi. Gerçi ters de tepebilirdi.

Merdivenleri yavaşça aştım. Kendimi odaya kilitlemek bir seçenekti. Belki de gidip İlke'ye haber vermeliydim.

Kafamı uzattığım duvarın arkasından, koridora kısa bir bakış atıp elimi hızla atan kalbimin üzerine koydum. Belki de yukarıdaki Karan'dı. Kimse, misafirine kötü davranamazdı burada. Öyleydi, değil mi?

Koridordan geçtim. Kendi odamdan yeni çıkmıştım ama ne olur ne olmaz orayı da kontrol ettim. Tüm odalar da koridor gibi bomboştu ve sesler hâlâ devam ediyordu.

Sesler nereden geliyordu?

Etrafıma bakındım. Kafamı yavaşça kaldırdım.

Ses, çatıdan geliyordu. Çatının üzerinden birileri vardı. Hangi hırsız ya da hangi kötü adam, çatıda gezinirdi ki?

Yüzümü buruşturup korkumu azaltmaya çalıştıysam da başarılı olamadım. Korkum gittikçe artıyordu çünkü sesler, artmaya başlamıştı.

"Afra!" Güçlü bir çığlık atıp kendimi duvara doğru bıraktığımda, koluma yediğim darbeyle bir kez daha bağırdım. Çoktan büyüyen gözlerim, koridorun en köşesinden, tavandan kafasını sarkıtan Karan'la daha da büyüdü. Tepetaklak bana bakıyordu. Onu gördükten sonra koridorun en köşesinde bir merdiven olduğunu, çatıya çıkmak için kullanılan bir kapı olduğunu yeni fark ettim. Büyüyen gözlerim kısıldı, kaşlarım istemsizce çatıldı ve dudaklarım aralandı. Yaslandığım duvardan destek alarak doğruldum. Elim çarptığım kolumda gezindi ve acıdığı için yüzüm buruştu. Canım yanmıştı. Karan'a doğru ufak adımlar attığımda, o da çatıdan çoktan inmişti.

"Uyandın mı?" dedi elini birbirine vurup tozlardan kurtularak. Ona cevap vermek yerine yüzüne baktım. Yukarıda ne yapmıştı?

"Seni rahatsız etmek istemezdim ama gidemedim." Yüzüne bakmaya devam ettiğimde derin bir nefes alıp kaşlarını çattı. "İyi misin?" Gözlerim arkasındaki merdivene kaydı. Sonra tavandaki çatıya açılan kapıya.

"İyiyim." Kuru sesimden sonra gözlerim gözlerine tırmandı. "Biraz başım ağrıyor sadece. Uyuyamadım. Aşağıya inmiştim ve sesler duydum." Karan anladım demiş gibi kafasını sallayıp ellerini arkadan bağladı.

"Sen ne yapıyordun orada?" Karan arkasını dönüp baktığım yere doğru baktı ve yeniden bana döndü.

"Çatılara takıntılı olduğunu fark ettim." dedi iğneleyici bir ses tonuyla. "Atlayabilmen için sana yeni yerler ayarlıyorum. Kafa üstü düşmediği sürece ölmezsin gerçi buradan." Gülmek istedim ama bir şey olmamış, kalbini kırmamışım gibi davrandığı için yüzüne bakmakla yetindim.

"Özür dilerim." dedim yüzüne bakarak. Gözlerime kısa bir süre baktı. "Seni yaşatmamı istemediğini söyledin. Yaşamak istemediğini." Kafasını salladı ve bağladığı ellerini çözdü. "Yaşatmam o zaman seni." Çatık kaşları sayesinde, beni yargıladığından emin oldum. "Ölmek kolay mı sanıyorsun? Gözlerimi kapatacağım ve ölmüş sayılacağım." Gülümsedi ve kafasını salladı. "Olmaz öyle, Afra. Öyle kolay ölemezsin. Sen ölmek isteseydin, ölmekten korkmazdın."

"Ölmekten korktuğumu kim söyledi?"

"Ben söylüyorum." Baskın sesi yüzünden daha fazla dikkat kesildim ona. Sinirlenmişti. "Babanı mı öldürdüler? Ölmek isteseydin duyduğun an ölürdün. Sen yaşamak istedin. Sen benim gibi sevdiğinin yaşadığını yaşatmadan ölmek istemedin. Bu yüzden anlayışla karşıladım seni. Bak bana. Sabırlı bir insan gibi mi görünüyorum oradan? Hatayı kabul ediyormuş gibi bir halim mi var? Öyle olsaydım şu an burada olmazdım. Öldürülürdüm çünkü ufak bir hata bile felaket getirir. Karşımda çok hata yaptın. Seni uyardım. Şimdi tekrar uyarıyorum ama bu son uyarım olacak. Kendine gel, Araf. Benim sabrım taşmadan kendine gel. Çünkü ben arkanda olmazsam, bu evrenden çıkışın öyle kolay olmaz." Evet, haklıydı. Eğer o olmazsa buradan çıkamazdım. Ona yakın durmalıydım. Ben buradan onun gücü sayesinde çıkmayacaktım. Kadın bana resmen, çıkabilmek için Karan'a yeterince güç sağlamam gerektiğini söylemişti. Ne için güç toplamalıydı bilmiyordum. Bildiğim tek şey, Karan'ın topladığı güç benim için değildi. Kadın, isteseydi beni zaten önceden çıkartabilirdi bu cehennemden. Kadın ne istiyorsa yapacaktım. Sadece bir an önce gitmek istiyordum. Karmakarışık bir zihin, gereksiz bahaneler, acılar, dertler istemiyordum. Bir an önce evrenime dönmeliydim.

"Benim bir huyum var, Kızıl." dedim benim ona koyduğum isme baskı yaparak. Bana sadece yalnız olduğumuzda Araf diyordu. Tıpkı benim gibi. Ellerimi onun gibi arkamdan bağladım. "Bana bir şeyi yap dersen, burnumun dikine giderim. Sen sabırsız bir insan olabilirsin pek tabi. Ama ben, senin aksine sabırlı bir insanım." Ona doğru bir adım attım ve adımım sonucunda burun buruna geldik. "Bilmelisin ki, sabır iyi sonuç getirir. Hayatta kalıp kalmaman senin elinde olmalı. Başkalarının hataları ile hayatını tehlikeye atarsan bu hayatın üzerine oynadığın bir kumar olur. Bir hata, senin hayatını bitirmemeli. Asıl güç, budur." Gözleri cüretkâr bir bakışla odaklandı yüzüme. Tek kaşını kaldırdı ve yarım yamalak bir şekilde gülümsedi. O da bana doğru bir adım atmaya kalkıştı ancak bana yaklaşmasına izin vermedim. Onunla birlikte, bir adım geriye doğru gittim. Böylece aramızdaki mesafe ne açıldı ne de kapandı.

"Hata yapmanı sağlayabilirim. Kendini, hayatını ortaya koyarak oynadığın bir kumarın ortasında bulabilirsin her an." Bana doğru eğildi. Sıcak nefesini tenimde hissettim ancak hareket etmedim. Çünkü o, sınırlarımda oynamayı iyi biliyordu. Bunu bildiğini biliyordum ve zevk aldığını da görebiliyordum. Karşısında kendimi kaybetmezsem şayet aldığı zevk yerle bir olacaktı. Zordu. Çok zordu ama bununla defalarca yüzleşmiştim. Tek yapmam gereken gözlerine odaklanmaktı. Sadece gözleri...

"Sağla o zaman." Dudağına doğru fısıldadığımda cüretkâr gülüşü yüzünden silindi. Ona doğru yaklaşmaya çalıştığımda ilk başta afalladı ancak sonra beklemeye başladı.

Omzuna çarparak yanından geçtim ve derin bir nefes aldım. "Şu çatıyı, ben de görmek isterim." dedim arkamı dönerek. Kafasını öne doğru eğdi. Elini saçlarına daldırdı ve bana doğru döndü. "Neyse ki oyun oynamayı severim." Sesindeki siniri tam olarak buradan hissettim. Ona zafer kazanmış gibi gülümsediğimde bana kaşlarını çatarak baktı ve merdivene doğru yürüdü. Boğazını temizledi ve elini uzattı. Gözleri gözlerimde gezinirken, arkamda bağladığım ellerimi çözdüm.

"Yardım edeyim. Çıkartayım seni," Kafasıyla merdiveni işaret etti ve dudağının kenarı tehlike bir şekilde kıvrıldı. Az önce sinirli olan adam, pes etmemiş yine sınırlarımda gezinmek için toparlanmıştı. "Yukarıya." Elimi eline koydum.

"Çıkart bakalım beni," dedim ben de kafamla merdiveni işaret ederek. "Yukarıya." Gülümseyip elinin üzerine koyduğum elimi tuttu ve ona doğru birkaç adım attım. Sonunda merdivenlerin önüne geldiğimde, elimi ondan kurtarıp merdivenleri çıkmak için adımımı attım. Yavaş yavaş tırmanmaya başladım.

Aşağıya doğru eğildiğimde kafasını kaldırmış bana baktığını fark ettim. Ellerini kaldırmış, herhangi bir tehlikeye karşı hazır bekliyordu. Ayağının tekini merdivene koymuş, dengesini sağlamıştı. Ona gülümseyip çıkmaya devam ettim. "Dikkat et." Sonunda çatıya çıktığımda, gözlerim etrafta gezindi. Merdivenlerden tırmanıp yanıma kadar çıkan Karan'a baktım ve onun yaptığı gibi ellerimi çırptım.

Karşıma çıkan boyumdan büyük raflarla dudaklarımın o şeklini aldığına yemin edebilirdim. Burada bir çok kitap vardı. Sayamayacağım kadar çok kitap. Şaşkınlığımı üzerimden hızlı attım ve bu defa gülümsemeye başladım. Yavaş adımlarım kitaplara yöneldi. Parmaklarımı kitaplarda gezdirdim. Bu mükemmel hissettiriyordu. Kitap okumayı severdim ama uzun süredir kafamı tam anlamıyla toparlayıp okumuyordum.

"Koridoru bu kapıdan havalandırabilirsin." dedi gülerek. Çatı katı gibi bir yerdeydi burası, çatı değildi. Dudağımı büzüp ona döndüğümde bana gülümseyerek bakıyordu. Daha fazla beklemeden yürümeye başlamıştı.

Gittiği yöne doğru baktığımda gördüğüm kapıyla gülümseyip ona doğru hızla ilerledim. Kapıyı araladı.

Karşıma büyük bir çatı çıktığında gülümsememin büyüdüğünü hissettim. Ardından yüzümden gezinen gözler ve büyüyen gülümsememle büyüyen bir başka gülümseme ile karşılaştım.

"Burada çok kiremit vardı." dedi eliyle karşı tarafı işaret ederek. "Zaten sonsuza kadar kalmayacaksın burada. Çatının şeklini bozmak sorun olmaz sanırım." Gösterdiği yere bakmaya devam ettim. Tüm kiremitlerin arasında açılmış bir alan vardı ve fazla dik olmayan bir yer seçilmişti. Orada oturulabilir, hatta yatılabilirdi.

"Burada gökyüzüne daha iyi sorarsın sorularını. Ama cevap alamayacağını bilmen gerekir. Cevaplar, hayatının içinde saklı." Ona döndüm. "Gökyüzüne sorular sorduğumu nereden biliyorsun? Aklımı okuyamadığını söylemiştin? " Soruma cevap vermeden elimi tuttu ve yürümem için yardım etti.

"Aklını okuyamadığımı söylerken ciddiydim, Araf. Sinirimi bozuyor. Çok denedim, okumak istedim ama okuyamadım." Derin bir nefes alarak açtığı boşluğa oturmam için elini uzattı. Ondan tutunarak düşmemek için yavaşça hareket ettim. Beni belimden tuttu. Etrafında döndü ve beni de beraberinde döndürdü. Yer değiştirdiğimizde, oturmamı istediği yere oturdum ve o da benim gibi, yanıma oturdu.

"Aklımı okumak istediğini mi söylüyorsun yani?" Pis pis sırıtıp yüzüne baktığımda yüzüme bıkkınlıkla baktı. Ortamı bozan ben değildim. Aynısını o da yapardı. Boğazımı temizleyip önüme döndüm. Belli bir süre sessiz kaldık. En sonunda sesini duydum.

"Herkes günün sonunda gökyüzüne bakar. Soru sormak için ya da teşekkür etmek için." Kafamı ona çevirip yüzünü dikkatle inceledim. Gözleri gökyüzünde, yolda, yanımızdaki koca ağaçlarda geziniyor ancak bana asla bakmıyordu. Onu izlemek tuhaf hissettiriyordu. Ne yaptığına bakmak. Onu taklit etmeye çalışmak. "Peki sen bugün soru mu soruyorsun yoksa teşekkür mü ediyorsun?" Gökyüzündeki bakışları kısa süreliğine bana döndü ancak fazla beklemeden yeniden gökyüzüne baktı. "Ben uzun zamandır gökyüzüyle konuşmuyorum, Araf."

Dudağımı büzüp onun yaptığı gibi ben de gözlerimi etrafta gezdirdim. Ormana takıldı gözüm. Büyük ağaçlar, evin çatısında olmamıza rağmen, hâlâ ulaşılamaz görünüyordu. Ağaçların en tepesine sonra da gökyüzüne baktım. Binlerce hatta milyonlarca yıldız vardı. Hiç bu kadar yıldızı bir arada görmemiştim. Burada fazladan ışık kaynağı yoktu. Herkes yerini biliyordu.

"Gücün, beni yıldızlara çıkartmaya yeter mi?" dedim kısık bir sesle. Kısık sesim bile, sessiz olan gecede oldukça net çıkmıştı. Kafasını bana doğru çevirdi. Gökyüzüne baktığımı gördü ve o da kafasını kaldırdı. Genelde yıldızlara bakınca aklıma sonsuzluk geliyordu ve sonsuzluğu düşlemek ağlamama yol açıyordu. Nedenini bilmiyordum ama kocaman bir evrenin defalarca farkına varmak, o kocaman evrenin etkisiz küçük bir parçası olmak beni üzüyordu. Nedeni yoktu. Tuhaf hissettiriyordu. Bir seçeneğim olsaydı eğer, yıldız olmak isterdim. Büyük bir yıldız. Başlangıcım ve sonum yine olurdu tabi. Ama acı çekmezdim.

Birden, kendini geriye doğru bıraktı. Ellerini başının altına birleştirdi. Sanırım geceleri baktığı gökyüzüyle arasına giren engelden kurtulmuştu. Şimdi dosdoğru gökyüzüne bakabiliyordu. Özgürmüş gibi. "Yetmez." dedi pürüzlü sesiyle. "Benim gücüm seni şu ormana taşımaya bile yetmez artık." Güçsüz değildi. Gücünü kullanmak istemiyordu.

Onun yanına yattım yavaşça. Yıldızlara baktım. "Hiç bu kadar çok yıldızı bir arada görmemiştim. Bizim evrenimizde yeryüzündeki ışık, gökyüzündeki ışıktan daha fazla. Yıldızlar bize küstü galiba." Yukarıya doğru kıvrılan dudaklarımla yıldızları izlemeye devam ettim. Serin hava tenime nüfuz ediyordu ancak üşümüyordum. Hava birazdan aydınlanacaktı. Gözleri üzerimde gezindi ama ona bakmadım. Ortalık sessizliğe büründü. Tek ses, ormanın derinliklerinden gelen yankı sesleriydi. Zifiri karanlık gece, aydınlanmak için hazırlanıyordu ve ben yıldızlara veda etmek istemiyordum. Gittikçe ağırlaşan gözlerime karşı koydum. Sessizliğin getirdiği rahatsızlığı, aklımda beliren sorularla gidermeye çalıştım.

"Diğer bölgeleri yöneten aileler varmış. Sen burayı neden kendi başına yönetiyorsun? Ailen nerede?" Karan sorumla kafasını yeniden gökyüzüne çevirdi ve nefes verdi. Kafasını daha rahat hissetmek için oynattı.

"Ailem var. Ama burayı ben yönetiyorum. Bu evreni kimseye bırakamazdım. Güç, sadakat ve saygınlık getirir. Ailemin bana sadık olmasına ve saygınlığa ihtiyacım vardı. Gerekeni yaptım ve kazandım." Kaşlarımı kaldırdım. Böyle bir cevabı beklemiyordum. Ailesinin öldüğünü düşünmüştüm.

"Neyin peşindesin? Beni bu noktaya getiren insanlardan kimse benim için intikam almazdı demiştin. İntikamını kimden, neden almak istiyorsun?" Yıldızlarla yüz yüze olan bedenimi, ona doğru çevirdim. Ellerimi başımın altına koydum. Bacaklarımı kendime doğru çektim. Gözlerini kırparken hareket eden kirpiklerini izledim, yıldızları izlemek yerine. İnsanları incelemeyi severdim. Bu hep böyle olmuştu. Ama kimseyi böyle incelememiştim. Çünkü onun mimikleri içini yansıtmıyordu ve ben içini görmek istiyordum.

"Sana, benzediğimizi söylemiş miydim?" Kafasını bana doğru çevirdi. Gözleriyle yüzümü inceledi. "İkimiz de sevgiye muhtaç kalmışız. Sevgisiz büyüyen çocuklar, büyüdüklerinde nasıl insanlar olurlar sence?" Omuz silktim.

"Büyüdüklerinde de sevgisiz kalırlar. Acıyı daha derinlerinde yaşarlar. Kötü olurlar." Karan'ın kıvrılan dudaklarına baktım. "Haklısın, sevgisiz büyüyen çocuklar kötü olurlar. Ama hepsi değil. Aralarında masum kalanlar da olur elbet."

"Sen de mi sevgisiz büyüdün benim gibi?" Kafasını salladı ve yüzümde gezinen gözleri yeniden yıldızlara döndü. Gözlerinden, eskiden yaşadıklarının yansıması gibi görünen, acı dolu hatıralar geçti sanki. Yine karşımda, yıldızların altında acıyla kıvrandı ve benim görmediğimi sandı. Saklamaya çalıştı.

Acı, sakladığımız yerden yüzeye çıktığında kendini bir şekilde illa belli ederdi ve bulanık bir zihinle birlikte, üzeri kolay kolay geri kapatılamazdı. Toplamak, dağıtmaktan daha zordu.

"Sen masum olan taraftasın, Araf. Söylesene, hiç bir canlıya zarar verdin mi? Mesela, bir insan öldürdün mü?"

"Hayır," dedim yüzüne bakmaya devam ederken. Ama o, gökyüzüne bakmaya devam ediyordu. Sesimdeki gururu bizzat ben bile hissetmiştim. "Çok zorladılar beni öldürmem için. Karşımda çok adam öldürdüler ama ben hiç öldürmedim." Gözümün önüne gelen ölü bedenlerle ürperdim. Bacaklarımı daha fazla kendime çektim.

"Ben öldürdüm." dedi. Sesinde kendinden iğrenen bir ton vardı sanki. Kendimle duyduğum haklı gurur, onun kendisine duyduğu kızgınlıkla yerle bir oldu. Yaptıklarından, yapacaklarından memnun değildi ama yapmaya devam ediyordu. Belki de yapmak zorundaydı. Anlamak istiyordum onu. "İlk kez, sekizinci yaş günümde adam öldürdüm. Bilemezsin, o adamın bana bakışlarını ve ölürken bile bana acımasının ne kadar acı verici olduğunu bilemezsin. Silahı tuttum, adama doğrulttum ve tam kalbinin üzerine, öleceğini bile bile sıktım. Ben ilk kez çocukken katil oldum." Sıkıntılı bir nefes verdi ve gökyüzündeki bakışları gözlerimi buldu. "Ben kötü olan taraftayım. Sen de masum taraftasın. Masum olmaya devam et, Araf. Kötü olanların tarafı kötüler için bile katlanılmaz. Acıtıyor ama ölemiyorsun. Sanki," Gözlerini gözlerime dikti. "Arafta kalmış gibi."

Sessiz kaldım ve belli bir süre sadece gözlerimiz konuştu. O kadar sessizliğin arasında, onun gözleri çığlık çığlığa bağırdılar. Duydum onları. Demek benim çığlıklarım sustuğunda, başkalarının çığlıklarını duyabiliyordum.

Ve o gece ilk kez, kendi çığlıklarım dışında bir çığlık duydum. Ama onun çığlıkları benim çığlıklarım gibi yardım istemiyordu. O, gitmemi istiyordu. Beni kovuyordu sanki. Gelme diyordu sözleri gibi. Burası çok karanlık.

"İlke ile aranızda ne var?" dedim pat diye. Gözlerini kırpıştırdı ve dudakları aralandı. Kaşlarını kaldırıp yutkunduğunda, ona bakmaya devam ettim. Kendimde bu cesareti nasıl buldum bilmiyordum ama şimdi sormazsam, bir daha hiç sormayacak gibiydim. Henüz yeterince cesurken, cesur davranıp sınırları zorlamak en iyisiydi.

Şaşkınlığını üzerinden atar atmaz dudağının kıvrıldığını gördüm ama benden sakladı. Aydınlanan havaya baktı. Bense soruma bir cevap istedim. Alana kadar da durmaya niyetim yoktu.

Aniden doğrulduğunda kaşlarımı çatarak yüzüne baktım ve ben de doğruldum.

"Soğudu hava. Üşümeden girelim içeriye, hadi." Ayağa kalkıp elini uzattığında zaten çatık olan kaşlarımı daha fazla çattım. Cevap neredeydi? Cevabı nereye saklamıştı? Cevap istiyordum.

"Bir soru sordum?" dedim yüzüne bakarak. Cevaplanmayan sorulardan, özellikle de bu tür cesaret isteyen soruların cevaplanmamasından nefret ederdim.

Uzattığı eline baktım. Sonra yüzüne. Elimi uzatmayacağımı anladığında saklayamadığı gülümsemesi büyüdü ve eğilip belimden tutarak beni ayağa kaldırdı. Gözlerim büyümüş yüzüne bakmaya devam ediyordum. O ise sırıtmaya. Bir tane vursam kızar mıydı? Öldürürdü belki. Vursa mıydım? Kendi kendime ölüm şakaları yapmayı acilen bırakmam gerekiyordu.

Önden ilerlemeye başladığında çekim alanından çıkıp kendime geldim ve peşinden ilerlemeye başladım. "Dikkat et, düşme." Yüzünü göremesem de ses tonundan güldüğünü anlayabiliyordum. Yanlış bir şey mi söylemiştim Allah aşkına? Neden gülüp duruyordu?

"Bana baksana!" dedim sinirle, kapıdan girdiğimizde. Çatı katına sonunda ulaşmıştık ama o durmuyordu. "Karan dedim!" Kapağı açıp kafasını bana doğru çevirdi ve yüzüme baktı. Hâlâ gülüyordu ve benim avcum kaşınıyordu. Bana doğru birkaç adım attı. "Efendim?"

Yüzüne tehlikeli bir bakış atmak istedim ama başaramadım. "Soru soruyorsam cevap ver! Ben sana her şeyi anlatıyorum. Kutu gibisin."

"Öyle miymişim?" Gülümsemesi büyüdü ve ben kendimi sorgulamaya devam ettim. Neden hâlâ gülmeye devam ediyordu? Sanırım yanımda olduğu süre boyunca en uzun süren gülümsemesi bu gülümsemeydi ve sahte bir gülüş değildi. Gerçekten gülümsüyordu. Neye gülümsediğini bilsem, ona hep aynı şeyi söyler gülümsemesini izlerdim. Ama anlayamıyordum.

"Evet, öylesin. Anlatmıyorsun hiç. Anlatacaksın diye bekliyorum ama anlatmıyorsun." Derin bir nefes verdi ve elini kaldırdı. Refleks olarak geri çekildiğimde, yüzünde oluşan gülümsemesi yavaşça silindi. Az önce gülerek verdiği derin nefesi, bu defa titreyen bir nefes halinde verdi. Ona baktım. Sonra da eline. Elini yavaşça kafamın arkasına götürdü. Saçımdaki tokayı çekip çıkarttı ve bileğine taktı.

Nasıl onu hem gülümsetip, hem de gülümsemesini yaptığım ufak bir hareketle silebiliyordum, gülümsemek ona bu kadar yakışırken?

"İnelim artık, uyuman gerek." Arkasını dönüp az önce açtığı kapaktan görünen merdivenle aşağıya indi ve beni bekledi. Az önce, yıldızların sonsuzluğuna bakarken hissettiğim ağlama hissi, onun gülümsemesi benim yüzümden silindiğinde daha ağır bastı. Şimdi gerçekten ağlamak istiyordum. Hiç hissetmediğim kadar çok.

Merdivenlerden indim. Kapağı kapatmayı da ihmal etmedim tabi. Kapak oldukça eski görünüyordu çünkü tahtadandı. Yine düşmemem için beni bekliyordu. Sonunda son basamağa geldiğimde elleriyle beni belimden yakaladı ve ben de ellerimi omzuna koyup son basamağı da aştım.

Kaçan keyfi, ifadesizlik ve ciddiyet arasında gidip gelen bir yüz ifadesiyle benim de keyfimi kaçırıyordu.

"İyi geceler." dedi gözlerime bakarak ve daha fazla beklemeden arkasını döndü. Sırtını izledim koridorda yürürken. Omuzları ilk defa düşük göründü gözüme. Gözden kaybolmadan önce, son kez sırtına baktım ve iç çektim. Onu üzmüştüm sanırım. Yanında eski anılarımdan bahsetmesem iyi olacak gibiydi.

Dediği gibi daha fazla beklemedim ve baş ağrımı giderme amacıyla girdiğim odanın arkasından kapımı kapattım. Gittiğini artık biliyordum.

Gözlerimi kapattım. Yarın neler olacaktı bilmiyordum ama uzun süre burada olacak olmak sandığımdan daha da çok rahatlatıyordu. Sonuçta burada, canıma kasteden bir annem yoktu.

*****

Sabah uyandığımda fazla sersemdim. Tüm gece uyumamışım gibi yorgundum. Uyuduğum da pek söylenemezdi zaten ama yine de erken kalkmıştım. Kendime hazırladığım kahveyi yudumlarken, ihtiyacım olan her şey dolaplara eksiksiz yerleştirilmişti ve bunun Karan'ın işi olduğunu pek tabi biliyordum çünkü buraya gelmeden önce birden fazla telefon konuşması yaparak emirler yağdırdığına bizzat şahit olmuştum, dün çıktığımız çatıya yeniden çıktım. Karan'la çıktığımızda fazla inceleme imkanımın olmadığı manzaraya dikkatle baktım. Ağaçlar dün karanlıkta gördüğümden daha uzundu sanki. Ormanın derinliklerinden gelen kulak çınlatıcı bir uğultu vardı ve bu benim ürpermeme neden oluyordu. Sanki ormana ne kadar bakarsam o kadar çok yakınlaşıyor ve üzerimde bıraktığı kötü his artıyordu. Bunun sebebinin o kadın olduğunu içten içe hissedebiliyordum.

Gözlerimi ormandan çektiğimde uzun, asfaltlı yolumuzun bir motor sesiyle ele geçirildiğini fark ettim. Bir araba İlke'nin evinin önünde durdu. Arabadan inen kişinin Karan olmasına pek şaşırmadım. Benim evime bakmadan İlke'nin evine yöneldiğinde derin bir nefes verdim ancak nefeslerim tıpkı Karan'ın titreyen nefesleri gibiydi. Evin önünde durdu, kapıyı çaldı, kapı İlke tarafından açıldı ve birlikte eve girdiler.

Elimdeki kahve soğumuş muydu? Evet, soğumuştu. Kahveyi döktüm ancak tamamen yanlışlıkla bardağı da çatıdan aşağıya bıraktım. Bardağım düştüğü için keyfim kaçmıştı. O kupayı ilk defa burada görmüştüm hatta ilk kullanışımdı ama kırılmıştı. Bu beni neden bu kadar sinirlendirmişti şimdi? Hırsla yerimden kalkıp çatıya açılan kapıyı açtım ve çatı katına girip kapıyı çarptım. Kupam kırılmıştı benim. Gözlerim kütüphanede gezindiğinde çatık olan kaşlarım daha çok çatıldı. Tüm bu kitapları, buradan gitmeden bitirmek istiyordum. Hem de hepsini.

Şimdi kafam çok doluydu. Kitap okuyabileceğimi sanmıyordum bu nedenle merdivenleri inip kapağı kapattım. Kendime yeni bir kahve yapsam iyi olurdu. Salona döndüğümde gözüm, dün Karan'a fırlattığım vazoya takıldı. Havada gerçekten nasıl yakalamıştı? Tanrım, adam beni bile havada yakalamıştı. Sanırım onun için basit bir vazoyu yakalamak sorun olmazdı. Bir de üzerinde sigara söndürüp izmaritini içine atmıştı. Yüzümü buruşturup vazoyu elime aldım, dış kapıyı açtım, elimdeki vazoyla kapının önündeki çöpe ilerledim ve nereden geldiğini bilmediğim büyük bir güçle vazoyu çöp tenekesine fırlattım. Şeklini de beğenmemiştim zaten. Öyle vazo mu olurdu hem?

Çöp tenekesinden çıkan yüksek ses yüzünden hoşnutsuz bir tavırla yeniden eve girip kapıyı ardımdan çarptım. Uykusuz kalınca böyle oluyordu hep. Sinirli olmam normaldi. Omuz silkip yeniden mutfağa gittim. Kendime sıcak bir kahve hazırlarken, çalan kapıyla tekrar yüzümü buruşturdum.

"Kim geldi sabahın köründe!" diye bağırdım. Amacım, yoktu. Tamamen amaçsızdım şu an. Kapının önüne gelip kolu tuttum ve sonunda kapıyı araladım.

"Kime baktınız?" Kapının önünde çatık kaşlarıyla aralıktan yüzüme bakan Karan'a sorduğum soruyla, kaşlarını daha fazla çattı. Yine siyah giyinmişti. Ancak bu defa, deri bir ceket gitmişti üzerine ki bu hiç iyi değildi. Hem de hiç. "Ne saçmalıyorsun yine Afra? Ses duydum. Biri mi var evde?"

"Aynen, dün sen gittikten sonra edindiğim arkadaşlarımla parti yapıyoruz. Katılmak ister misin?" Yüzüme biraz daha çatılan kaşlarıyla bakıp resmen burnundan soluduğunda ben de ona kötü baktım. Ne saçma sorulardı bunlar? Sinirlenmiştim canım, sabah sabah!

"Kapıyı açsana! Ne yapıyorsun kızım?" Elini kapıya koyup daha fazla aralamaya çalıştığında onun aksine kapıyı itekledim. Sessiz bir arbededen sonra tabii ki kazanan Karan olmuştu. Açtığı kapıdan içeriye girdiğinde gözlerimi devirip kahvemi almak için mutfağa döndüm. "Yine neye kızdın?" Adam tanımıştı tabi beni. Kapıyı hızla kapattığında herhangi bir tepki vermedim ve mutfağa girdim. Korkmamı bekliyorsa yüzüne dönüp büyük bir kahkaha atabilirdim.

Elimdeki kupayla kapıya doğru yürüdüğümde Karan önümü kesti. "Az önce kendi evime almadın beni farkında mısın? Bak kira bile almıyorum senden."

"Ne yapayım? Elini öpüp alnıma mı koyayım şimdi?" Yüzüme ayıplarmış gibi baktı. "İlk olarak bana bir kahve yapabilirsin mesela." Evet, şimdi tam sırasıydı. Yüzün doğru büyük bir kahkaha patlattığımda refleks olarak bir adım geri gitti. Az önceki sinirli yüzü, şimdi tamamen şaşkındı.

"Az ye de kendine uşak tut, Karan. Bence kendi kahveni kendin yapabilirsin." Bıkkınlıkla nefes verip çoktan ısıttığım suyla kendisine bir kahve yaptı ve peşimden salona gelip oturdu.

"Niye geldin?"

"Canım istedi geldim, Afra. Sana hesap mı vereceğim?" Kahvemden bir yudum daha aldım. "Benim bildiğim ev sahipleri her gün kiracıları kontrol etmezler."

"Benim bildiğim kiracılar da kira öderler." Tek kaşını kaldırıp kahvesini yudumladığında yutkunup gözlerimi kırpıştırdım. "Karan," dedim kahvemi önümdeki orta sehpaya bırakarak. Soru soracağımı belli eden ses tonum sayesinde beni daha dikkatli dinlemeye başladı. "Sen paragöz müsün?" Yüz ifadesi yüzünden büyük bir kahkaha daha atmaya başlayacaktım ancak kendimi sıkıp ciddi kalmayı başardım. "Koskoca evreni yönetiyorsun. Bir de kira istiyorsun. Sen cidden paragözsün Karan Başer." Kaşlarını çattı ve elindeki kahveye göz atıp boğazını temizledi. "Saçmalama. Kira falan istemedik senden."

Manipülasyon, her zaman işe yarardı.

"Bana yanında iş ver." İçtiği kahve boğazına kaçtığında kolumu koltuğun arkasına koydum ve keyifle daha fazla yayıldım. "İmkanı yok Afra. Ben dikkat çekmeyelim dedikçe saçma sapan fikirlerle geliyorsun." Elindeki kahveyi o da sehpaya bıraktı ancak benim aksime oldukça sinirliydi. "Kendine biraz güven, Başer. Yanında çalışacağım dedim. Bence yanında çalışırken beni daha iyi korursun. Kimden saklanıyorum bilmiyorum ama beni bu şekilde eve kapatmaya devam edersen beni korumaya çalıştığın adamları bizzat bulacağım." Şakayla karışık savurduğum tehditle oturduğu koltukta eğildi ve dirseklerini dizlerine yasladı. "Bak Afra, burada oyun oynamıyoruz. Seni birilerinden saklıyorum, evet. Ama haklı sebeplerim var. Daha önce de güç kaynaklarım oldu. Olur da senden haberleri olursa, seni öldürmek isteyeceklerdir."

"Oysa sen oyun oynamayı çok sevmez misin?" Yeniden arkasına yaslanıp konuştuklarının bir kulağımdan girip öbüründen çıktığını düşündüğünden muhtemelen, gözlerini gözlerimden ayırmadan kafasını salladı. "Bu konu kapandı, Afra." Ayaklanmaya çalıştı ama izin vermedim. "Yazık olacak." Bana baktığında gülümsedim. "Güç kaynağını ortadan kaldırdıklarında ne olacak?" Tam dudaklarını aralayıp bana kızacaktı ki kapı çaldı.

"Ah, sanırım gururla kendinin olduğunu söylediğin evrenin benim yanımda." Yanından yüzüne yaklaşarak geçtiğimde yüzüme bakakaldı. Sanırım keyfim yavaş yavaş yerine geliyordu.

Kapıyı açtığımda karşımda gördüğüm güler yüzlü İlke ile yüzümde yeni yeni açan güller, yavaş yavaş soldu.

"Afra, nasılsın?" İçeriye davet beklemeden daldığında gözlerimi devirdim.

"İyiyim. Sen?"

"İyi iyi." Salona girdiğinde bana doğru yaklaştı. "Sabah sabah Karan'ın talimatlarını dinledim işte. Sana göz kulak olmam için tüm olası tehlikeleri ezberletti." Kaşlarımı kaldırıp hayretle İlke'ye baktım ancak o koltuklara doğru ilerledi. Yine mi gol değildi!?

"Niye geldin?" Az önce benim Karan'a sorduğum soruyu, şimdi o İlke'ye soruyordu. İlke gözlerini devirip kendini koltuğa resmen bıraktığında, hayretle onları dinlemeye devam ettim.

"Gece bara gelemezler değil mi?"

"İlke, sen ciddi misin? Bara neden gidiyoruz? Kendimizi hatırlatmak için. Yani evet, olacaklar. Amacımız bu zaten!" Yine şanslı günümdeydim sanırım ve bu golü kaçırmaya hiç niyetim yoktu.

"Ne barı?" Soruyu sorarken İlke'nin yanına oturuyordum. İlke dudaklarını aralayıp açıklama yapacakken, Karan sözünü kesti.

"Önemli bir şey değil." İlke kaşlarını çatıp bu defa Karan'a döndü. "Bana çok önemli dedin ya. Bir karar ver sen de canım." Bana döndü bu defa ve kıkırdadı. "Çok düşününce eror veriyor sanırım." Onunla birlikte kendimi tutamayıp güldüğünde Karan elini saçlarına daldırdı. Burnundan soluduğuna bizzat şahit oluyor ve buna sebep olduğum için mutluluk duyuyordum.

"Ben de geleceğim." İlke yerinde duramıyordu. Oturduğu koltukta heyecanla zıpladı ve ellerini çırparak bana döndü. "Evet, sen de gel. Hepsini göstereceğim sana. Belli ki kısa süreli değilsin burada."

"İlke!" Karan'ın uyarı dolu sesine ikimiz de sahte bir gülümseyişle baktık. Öfkesinden biraz korkmuştum tabi. "Boşa mı konuşuyorum ben burada? Afra'yı diyorum, fark ederlerse diyorum, toplu katliam yaparlar diyorum. Gözünüzün yaşına bakmazlar diyorum." Gittikçe yükselen sesine karşı yüzümü buruşturarak baktım ona. "Doğru." dedi İlke. Omuzları düşmüştü. "Saklayamaz mıyız? Ben çok geriliyorum orada tek kadın olunca." Büzdüğü dudağına da yüzümü buruşturdum. Onlar yüzünden yüzüm kırışacaktı.

"Keşke bizim yanımızda da onların yanında olduğun gibi olsan, İlke. O ortama ilk defa girmeyeceksin. Afra gelmeyecek. Bu kadar." Bahsettiği şey İlke'nin tehlike karşısında takındığı tavırdı. İlk tanıştığımızda bizzat şahit olmuştum. Şüpheyi sevmiyordu. Onun için sadece korumak vardı. İlk konuşmamızda bana güven aşılamaya çalışsa da samimiyetsiz tavrı yüzünden ona ekstra güvenmemiştim. Beni tehdit etmesi de cabasıydı.

"Ben de gelmek istiyorum, Karan. Az önceki sözlerimde ciddiydim. Burnumun dikine gitmeyi, sonunda ölüm olsa bile, severim. Sen beni götürmek istemesen bile ben bir şekilde yolunu bulur ve o ortama girerim." Gerçekten görmek istiyordum. Hepsi Karan gibi miydi bilmiyordum. Ancak onun kafasına taktığı şeyi öğrenmek istiyordum.

"İlke," dedi Karan konuşmamı umursamadan ve ayağa kalktı. "Biraz konuşalım." Kaşlarımı çatıp yüzüne bakmama rağmen beni takmadı ve İlke'nin kabul edeceğine emin olmalı ki arkasını dönüp mutfağa girdi. İlke elini dizlerine vurdu ve o da ayağa kalkıp peşinden ilerledi.

Ne konuştular hiç bilmiyordum. Dinlemek isteyen tarafımı dizginledim çünkü Karan beni kesin yakalardı. Keşke onun gibi özel güçlerim falan olsaydı da kulak kabartabilseydim.

Sonunda mutfaktan ilk önce Karan, daha sonra peşinde İlke çıktı ve karşımda dikildiler.

"Afra," İlke söze girdiğinde ona baktım. Bakışlarındaki gerginlikten, söyleceği şeylerin içeriğini az çok tahmin edebiliyordum. "Bence, gelmesen daha iyi olur. Ben düşünemedim," Ofladı ve elleriyle oynamaya başladı. Stresli olduğu açıkça belli oluyordu. "Şimdi ortalık oldukça karışık olacak. Karan'la oraya gitme amacımız eğlenmek değil. Karan'ın burada olmadığı süre boyunca insanlarımız panik içerisindeydi. Yönetime oldukça tepkililer. Onları korumadığımızı düşünüyorlar ama Karan onları korumak için elinden geleni yaptı. Yokluğumuzu fırsat bilenler bölgemizde egemenlik kurmaya çalışmışlar belli ki. Karan'ın onlara hadlerini bildirmesi gerekiyor." Kafamı salladım anladım dermiş gibi. Karan yüzümü inceliyor vereceğim tepkiyi bekliyordu. "Yani," dedi İlke nefes verirken. Elimi kaldırıp onu durdurdum.

"Anladım." dedim gülümseyerek ve Karan'a döndüm. "Bir dahakine, sakladıklarını dinlemek isterim. Güç kaynağı olayı bahane değil mi? Onların bilmesini istemediğiniz bir şey var." Gözlerimi kıstım. "Belki de bir şeyler."

"Saçmalama, Afra. Paranoyaklığın yüzünden saçma sapan konuşmaya başladın yine. Neden anlamıyorsun? Seni görürlerse, anlarlar. Anlarlarsa, öldürürler. Ölümden korkmadığını defalarca dile getirdin, biliyorum. Ama sen bana lazımsın. Ölmene izin vermeyeceğim." Bir adım geriye gitti ve İlke'ye baktı. "Gidelim." İlke Karan'ın peşinden sözünü ikiletmeden ilerledi ve çıkıp gittiler. Bıkkınlıkla nefes verdim ve ben de ayaklandım. Sehpahanın üzerindeki bardakları alıp mutfağa götürdüm.

Harika, tüm gün ne yapacaktım?

Salona yeniden girdim ve kendimi koltuğa atıp kumandaya uzandım. İlke'ye tüm gün onu koru demişmiş. Öyle olsaydı, İlke de gitmezdi.

Sanırım bu konuda itiraz etme hakkım tamamen bitmişti. Zaten ısrar etmeye de niyetim yoktu. Belli ki, gerçekten tehlikedeydim. En mantıklısı, dönmelerini beklemek olacaktı.

Televizyona bakmaya devam ettim. Hiç mi güzel bir şey olmazdı canım! Bu evrende hiç mi dizi, film falan çekmiyorlardı?

Hayır, çektikleri belliydi. Bu evren de en az bizim evrenimiz kadar gelişmişti. Neredeyse hiçbir fark yoktu. Sadece, ormanlar fazlaydı. Hava oldukça temizdi ve bu düşündüğümden çok daha iyi hissettiriyordu. Bir anlığına Karan'ın teklifini kabul edip, burada gerçekten yaşamayı düşündüm ancak tam soluk alırken, içimde bir yerlerde hiçbir şeyin gerçekten iyi gelmediğini haykıran bir taraf vardı. Bir insanın, içi kararır mıydı? Göğsüm sıkışıyordu. Ben burada nefes alırdım pek tabi. Ancak o kadının, benim gibi nefes alması beni hiç olmadığım kadar hırslandırıyordu. Babamı öldüren o kadını, babamı öldürdüğü gibi öldürecektim. Dolan gözlerimi, yaş akmayacağını bile bile kırpıştırdım. Savaşçı olduğumu, gözyaşlarım bile haykırıyordu artık. Eskiden çok kolay akarlardı. Şimdi, gözyaşlarım bile savaşıyordu benimle birlikte. Kendimi hiç bu kadar güçlü hissetmemiştim.

Sabahtan akşama kadar evin içinde dolandım. Çatıya katına çıktım, kitap okumaya çalıştım. Ama can sıkıntımı bir türlü gideremedim. Arada beni eve tıkan Karan'a küçük, tamamen küçük küfürler etmeyi de ihmal etmedim. Nefes almak için açtığım kapıdan çatıya çıktığımda, İlke'yi evinden almak için gelen Karan'ın gördüğümde kaşlarımı çattım. Gözlerim kiremitlerde geziniyordu ve aklıma sinsi sinsi planlar geliyordu. Şimdi şu kiremit alacaktım, kaldırıp fırlatacaktım, Karan gücümü göstereyim diye gittiği bara camsız bir arabayla ya da cansız bir bedenle katılacaktı...

Sadece kötü bakışlar atmakla yetindim. İlke arabaya bindi. Ön koltukta oturan Alex yine ve yine telefonla oynuyor, Karan sinirle ona bakıyordu. En sonunda Alex'in elindeki telefonu alıp camdan fırlattığında göz göze geldik. Bana bakmaya devam etti ancak İlke onu arka koltuktan dürttüğünde kendine geldi. Telefonu fırlatmak için açtığı camdan, son kez bana baktı ve dudaklarını araladı.

"Üşüyeceksin. İçeriye gir." Çok önemliydi sanki benim üşümem. Dudaklarını bu kadar okuyabilmiştim. Bir şeyler daha söyledi ama anlamadım. Araba hareket etmeden önce gördüğüm tek şey, Alex'in büzdüğü dudağıydı. Normalde olsa karşısına geçip kötü kahkahası atardım ama bu hikayedeki tek kötü adam Karan'dı. Bari İlke de gitmeseydi.

Giden arabanın arkasından, bağırarak küfür ettim. Evet, bunu gerçekten yaptım. Rahatladığımı hissettiğimde soluklanıp eve girdim. Evde kalmam mantıklı olandı. Karan'ı anlayabiliyordum. Yine de içimde bir yerlerde ona bu olay yüzünden sinirlenen tarafı da susturamıyordum. İlke beni koruyabilirdi. O kadar eğitim falan aldıklarını söylemişti. Hem sıkılıyordu İlke orada. Neden gitmişti ki onlarla?

Dönüp dolaşıp yine koltuğa kendimi bıraktığımda delirmek üzere olduğumun farkındaydım. Kendi kendime düşünüp, Karan'ın net tavrına küfür savuruyordum. Ona söylemiştim. Evde tıkılıp kalmaktan nefret ediyorum demiştim. O ne yapmıştı? Beni eve tıkmıştı. Tam bir gıcıktı.

Televizyondaki kadına da sövmeye başlayacakken kapı çaldı. Ofladım. Yine kim gelmişti bilmiyordum. Karan kesin arkasından bağıra bağıra ettiğim küfürleri duymuştu. Adımlarım kısa süreliğine duraksasa da buna ihtimal vermedim. Bir şeylerini unutmuş olmalıydılar. Oysa gideli bayağı olmuştu. En son sabah buradaydılar. Başka gelecek birileri yoktu zaten. Kesin onlardı.

"Ne unuttunu-" Karşımdaki yabancı adama kaşlarımı çatarak baktım ve tamamen açtığım kapıyı az da olsa kapattım. Aralıktan yüzüne bakmaya devam ettim. Uzun boyu, kocaman bedeni ile karşımda dikliyordu. Esmer tenine uyumlu, spor bir takım giymişti. Bakımlı görünüyordu. Kirli sakalları ve sakallarına uyumlu uzun sayılmayacak saçları vardı. Tüm bunların karışımı olan bu adam, oldukça yakışıklı görünüyordu. Ağzımın suyunu silmem gerekiyordu çünkü adamı yaklaşık bir dakikadır alıcı gözüyle süzüyordum.

"Buyurun , kime bakmıştınız?" Karşımdaki adam, öylece yüzümü inceledi. Dudakları yana doğru kıvrıldı. Derin bir nefes aldı ve en sonunda dudaklarını araladı.

"Merhaba, Afra Hanım." İsmimi nereden biliyordu?

"Merhaba." dedim hoşnutsuz bir tavırla. Ondan hoşlanmadığımı anlamış olmalı ki, açıklama yapmaya başladı.

"Ben Karan Başer adına buradayım. Kendisi, bara gelmenizi istediğini, size ihtiyacı olduğunu belirtti. Size eşlik edeceğim." Kaşlarımı kaldırıp adamın yüzüne bakmaya devam ettim. Karan'ın bir planı mı vardı? Bana orada neden ihtiyacı olacaktı ki?

"Bir saatimiz var. Lütfen hazırlanın." Hayır, bu hiç normal değildi. Yaklaşık yirmi dakika önce, Karan bana üşümemem için içeriye girmem gerektiğini söylemişti. Tabi, ondan sonra da bir şeyler söylemişti. Ama anlayamamıştım. Belki de adamdan bahsetmişti. Sanırım, adama güvenmekten zarar gelmezdi. İçime sinmeyen bir şeyler vardı ancak karşımdaki adamın tavırları, sorun etmemem gerektiğini haykırıyordu. Çoğu insanın, yalan söylediğinde değişen mimiklerini görebiliyordum.

Tam kapıdan ayrılıp odama çıkacaktım ki, adamın sesi duyuldu. "Bu arada, ismim Pamir Dalkıran." Uzattığı eline baktım. Hayır, gerçekten içime sinmeyen bir şeyler vardı. Bu adamla gitmem sorun olur muydu?

Beni burada kimse tanımıyordu ve Karan, beni koruyacağını söylemişti. Kimsenin varlığımdan haberi yoktu. Ayrıca bu adam kötü bir insan olsa, beni şimdiye kadar çoktan öldürmüştü, değil mi?

İyi de neden adını söylüyordu? Omuz silktim ve eline uzandım. "Memnun oldum. İsmimi biliyorsunuz zaten." Kafasıyla beni onaylayıp gülümsedi. "İsterseniz içeride bekleyin, hemen dönerim." Kafasını salladığında onu beklemeden yukarıya çıktım ve kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yaslayıp soluklandım. Karan bana bir telefon verseydi, şimdi onunla haberleşebilirdim. İçime sinmeyen bir şeyler olsa da bu adamla gitmem gerekiyordu. Kaçmaya çalışırsam elbet fark ederdi.

Ne yapacaktım?

Yavaş adımlarla dolabıma doğru ilerledim. Annemi öldürmeden, ölmeyecektim. Bugün olmazdı. Yarın da olmazdı.

Dolabımı araladım. Karan'a ulaşmanın en kolay yolu, buydu. Adamla gitmeliydim. Tabi, beni başka bir yere götürme ihtimali de vardı.

Ofalayıp elimi saçlarıma daldırdım. Ne yapmam gerekiyordu? Bilmiyordum.

Kapı tıklatıldığında yerimden sıçradım. "Geç kalıyoruz, Afra Hanım." Bu iyi değildi.

"Tamam, geliyorum." Ona saldırabilirdim ancak kazanabileceğimi asla sanmıyordum. Karan gibi cüsseliydi. Bu adamlar ne yiyip, ne içiyordu Allah aşkına?

Dolabımın kapağını araladım ve elime aldığım siyah bir elbiseyi üzerime geçirdim. Silahım da yoktu bu lanet yerde. Karan beni böyle mi koruyordu? Aynanın karşısına geçip saçımı tepeden, sıkı bir at kuyruğu yaptım. Ufak bir makyaj yaptım ve elime aldığım çantayla odadan çıktım. Kapının hemen önünde bekleyen adama sahte bir şekilde gülümsedim. Neden kapının önünde beklemişti ki? Sapık olabilir miydi? Eğer öyleyse şayet, Karan'a bu adamı yakalatıp cezasını ben verebilirdim. Evet, Karan güçlüydü. Karan, kullanılmalıydı.

"Hazırsanız gidelim." Kafamı salladım ve önden merdivenleri adımladım. "Ben su içip geleceğim." Kafasını sallayıp evden çıktığında derin bir nefes aldım ve mutfağa girdim. Ses çıkartmamaya çalışarak açtığım çekmeceden, keskin bir bıçak alıp çantama zar zor sığdırdım. Güvenebileceğim tek silah, şu anlık bu bıçaktı. Bıçak iyiydi, bıçak güvenilirdi.

Saçlarımı, ardından da elbisemi düzelttim. Elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Sakinleşmem ve iyi bir oyuncu olmam gerekiyordu.

Bir kez daha.

Nefesimi sesli bir şekilde verip mutfaktan çıktım ve topuklularımın üzerinde emin adımlarla ilerleyip dış kapıdan çıktım. Şu an umduğum bir başka şey de evin anahtarının Karan'da olmasıydı. Aksi takdirde, dışarıda kalacaktım.

Karan kullanılmalıydı. Karan'ın çok evi vardı.

Arabanın önünde bekleyen adama sahte bir gülümseyişle baktım ve kapımı açmasını bekledim. "Teşekkür ederim, Pamir." Duraksadı. Kaşları hafifçe çatıldı. Yüzüme birkaç saniye baktı ancak bu uzun sürmedi. Kendine geldi. "Önemli değil, görevim." Arabaya binip kemerimi taktım ve kucağımdaki çantaya sıkı sıkıya sarıldım. Arabanın etrafından dolanırken, ondan gözümü ayırmadım. Herhangi bir hamlesine karşı, tetikte bekliyordum. Öldürmek istediğim ilk insan o kadın olsa da, bu adamı da öldürebilirdim. Sanırım sorun olmazdı.

Arabaya yerleşip anahtarı çevirdi ve gaza bastı. Yol boyunca bana kısa bakışlar attı. Gözü arada çantama kaydı ve gördüğüm kadarıyla hafifçe gülümsedi. Biliyor muydu bilmiyordum ancak bilseydi eminim bir hamle yapardı.

Ah, delirmek üzereydim.

Araba ilerledikçe, medeniyete de yaklaşıyor gibiydik. Zira yaşadığımız yer resmen medeniyetten uzaktaydı. Karan bizi kimsenin bulamayacağından bahsederken, ne demek istediğini şimdi anlıyordum. Bara yaklaştığımızı, oldukça parlak şehir ışıklarından anlayabiliyordum.

"Karan Başer size bahsetmiştir, dört yönetimden. Bar ortak alanda. Yani dikkatli olmalısınız, Afra Hanım. Sizin güç kaynağı olduğunuz anlaşılırsa, öldürmek isteyeceklerdir." O nereden biliyordu ki şimdi? Elimdeki çantayı sıktığımda, gözleri ellerime kaydı ve yeniden yola bakıp sırıttı. Şimdi gerçekten emin olmuştum. Bu adam, Karan'ın adamı değildi.

"Kimsin sen?"

Ve bakışları, seni öldüreceğim diye haykırıyordu.

"Sizi Başer'e sağ salim teslim edeceğim," Yoldaki gözleri bir kez daha bana döndü. "Efendim."

Nefeslerimin sıklaştığını benim gibi o da fark etti. "Lütfen bıçak gibi kesici aletlerle oynamayın, Afra Hanım. Kendinize zarar verebilirsiniz." Bu apaçık bir tehditti. Tehditleri severdim. Ancak ben ettiğim sürece. Zira şu an, utanmasan titreyecektim. Karan haklıydı. Ölmek basit değildi çünkü ölümü hissetmek ve verdiği korkuyla yüzleşmek, ölmekten çok daha zordu.

Ölmek kolay mı sanıyorsun? Gözlerimi kapatacağım ve ölmüş sayılacağım. Olmaz öyle, Afra. Öyle kolay ölemezsin. Sen ölmek isteseydin, ölmekten korkmazdın.

Eğer evde olsaydım, ona saatlerce söverdim. Yine haklıydı ve onun haklı olması artık beni sinirlendiriyordu.

Hepsini öldürmek bir seçenekti ama bir de üstüne, ruh kapanı teyze çıkmıştı. Ne bitmez çilem vardı!

"Bıçaklarla oynamayı severim." dedim ben de gülümseyerek. Kaskatı kesilen bedenimi ve sıktığım elimi serbest bıraktım. O da bunu fark etti. "Bıçağın sapından tuttuğum sürece ama ondan önce, bıçak bende olduğu sürece," Yoldaki gözlerim adama döndü. "Adam doğramayı da en az bıçaklar kadar severim."

"Güzel fantazileriniz var, efendim." Kafamı sallayıp yine yola döndüm. Bana bir şey yapmayacaktı. Karan onlar için gerçekten cehennem olabilirdi. Belli ki, o da bunun farkındaydı.

Artık tam bıraktım sandığımda hayat sarmaşığını, sıkı sıkı tutmamı sağlayan bir adam vardı. Gerçekten yaşatan bir adamdı, Karan Başer.

Sonunda araba durduğunda adam, arabadan indi ancak ben ondan önce indim. Arabanın önünde buluştuğumuzda, kolunu uzattı. Amacı neydi bilmiyordum. Koluna girmemi istiyordu. Bar ne taraftaydı? Etrafıma bakındım. Burada birden fazla bar vardı. Oldukça kalabalık bir sokaktı ancak sokaktaki kalabalık, sarhoşlardan ileriye gitmiyordu. Burası resmen bir bar sokağıydı. Tehlikeli olduğuna emin olduğum adamlarla doluydu.

Çantamı diğer elime alıp istemeden de olsa adamın koluna girdim. Memnuniyetle üzerindeki çeketi düzeltti ve yüzünden bir an eksilmeyen, artık kötü bir sırıtış olduğuna emin olduğum gülümsemesiyle yürümeye başladı. Tam karşımızdaki bara giriş yaptık. Her zamanki gibi kapının önünde kocaman adamlar vardı.

Karan neredeydi?

Geçtiğimiz koridorun sonunu zor getirdim. İğrençti. Gerçekten iğrençti. Yüksek bir müzik sesi ve nefes bile alınamayacak kadar berbat bir hava vardı. İnsanlar böyle bir yerde nasıl eğlenebilirdi? Aklım almıyordu.

Sonunda dans pisti olduğundan zorlanmadan emin olduğum kalabalık alana giriş yaptık. Pamir denen adam beni kaybetmemek için koluna tutunan elime sıkı sıkıya tutunmuştu ve bu, açık alana çıkarsak ona bir tekme atmam için yeterli bir sebepti. Ancak o kadar kalabalıktı ki bedenime birden fazla beden temas ediyordu. Açıkçası buradan sağ çıkacağıma dair olan tüm inancım, gittikçe tükeniyordu.

Koluna tutunduğum Pamir denen tuhaf adam beni sonunda açık bir alana çıkarttı ve karşımda beliren birden fazla korumayla birlikte, bir locaya oturduk. Önümüz açık olduğu için şanslıydım ancak bu korumalar kimin için çalışıyor bilmiyordum. Karan için olmadığına, artık emindim.

"Kimsin sen?" dedim yeniden yanımda oturan adama. Bağırdığım için boğazım acımıştı. Zaten bu kötü hava yüzünden yanıyordu.

"Dedim sana. Adım Pamir. Başer'e adımı verirsen o sana kim olduğumu anlatacaktır." Daha fazla yaklaştı ve kulağıma doğru yüksek sayılacak bir sesle bağırdı. "Tabi sinirden tüm mekanı patlatmazsa. Çok sever patlatmayı, benim aksime. Tüm bunları ona anlat, tamam mı? Artık kaybedecek hiçbir şeyimin olmadığını ve kartları açık oynayacağımı söyle. Seni iyi saklasın. Selamımı da ilet." Geri çekildiğinde dayanamadım ve çantamı açmaya çalıştım. Ancak araladığım çantamın boş olduğunu gördüğümde, hızla Pamir'e baktım.

"Bıçak sende olduğu sürece güçlüsün. Peki ya karşındakinde, silah varsa?" Elindeki bıçağı gösterdi ve ardından onu, arkamızdaki adamlardan birine verdi. "Kendini savunmanı sevdim, Afra. Ama kendini geliştirmelisin." Dudağını büzdüğünde artık onun karşısında savunmasız olduğumu bilmek beni ekstra bir umutsuzluğa sürükledi. Gözlerimi üzerinden çektim ve mekanda gezdirdim.

Sürekli yanıp sönen renkli ışıklara rağmen bize ateş saçan, kızıl gözlerle baktığını gördüğümde, rahatladığımı hissettim ancak hâlâ tehlike geçmiş değildi. Yanındaki İlke Pamir'e kaçak bakışlar atıyor ve gerginlikten tırnaklarını yiyordu. Ayağıyla basit bir ritim tutmuştu. Onun yanında oturan Alex ise dosdoğru Karan'a bakıyordu. İlke'nin aksine gergin değildi. Hatta gereğinden fazla rahattı. Böyle durumlara alışık olmalıydı.

Etrafta dolanan, arkamızdaki korumalardan çok daha fazla olan, siyah giyinen korumaların Karan'ın olduğunu bilmek biraz daha iyi hissettirdi. Adama döndüm ve onun gibi kulağına eğildim. "Neyse ki, kurşun geçirmez bir yeleğim var. Beni kafamdan vurabilir misin?" Adam cüretkâr tavrıma karşılık, yüksek ses yüzünden kulağa kısık gelen bir kahkaha attı ve kafasını salladı. "Yine görüşmek isterim. Sana, seni sağ salim Başer'e teslim edeceğimi söylemiştim. Özgürsün, gidebilirsin."

Bu resmen bir gösteriydi. Karşımdaki adam Karan'ın güç gösterisi yapmak istediği adamdı ve beni buraya getirerek kartlarını açık oynamıştı. Şimdi her şey yerine oturmaya başlamıştı.

Oturduğum locadan kalktım ve sert adımlarla Karan'ın bulunduğu yere doğru yürümeye başladım. Ancak Karan çoktan ayağa kalkmış, bize doğru geliyordu. Sonunda yanında durduğumda bana bakmadan bedenimi koca cüssesinin arkasına sakladı.

Kesilen müzik sesi ile tüm gözler Karan'a döndü ve insanların hafif uğultusu mekanda yankılandı. Ondan korktukları belli olsa da aynı mekanda eğlenmeleri takdire şayandı.

Karan'ın arkasından ne olduğunu göremesem de beni arkasına doğru itekleyen kolu hâlâ karnımdaydı. Diğer eli, beline uzandığında ne olacağını önceden anladım.

Büyük bir kahkaha sesi kulaklarıma doldu ve daha sonra, bir alkış sesi duyuldu. "Sıkacak mısın gerçekten, Başer?" Gördüğüm kadarıyla adam, Karan'ın ona doğrulttuğu silahtan asla etkilenmemiş, aksine tam karşısında dikilmişti. Sesindeki alaylı tını, Karan'ı olduğundan daha fazla sinirlendirmiş gibiydi. Adamın asıl amacının da bu olduğunu anlamak zor değildi.

"Sıkamaz mıyım sanıyorsun, Aydemir? Sana söyledim. Kaybedecek hiçbir şeyim kalmadı. Hem de hiçbir şeyim. Ne olacak? Bir savaş başlar ve ben yine yaşarım. Biliyorsun, hep yaşadım. Beni bu saatten sonra, ben bile öldüremem kardeşim." Karan alayla silahı indirdi ve ufak adımlarla Pamir'in etrafında döndü. "Hem, seni hâlâ güçsüz kılan birini tanıyorum." Yanında durup kulağına doğru eğildiğinde artık yüzünü tamamen görebiliyordum. İkisi de bulunduğum tarafa doğru dönmüştü ve ikisi de, tek bir noktaya odaklanmıştı.

İlke'ye.

Bir adım arkamdaki İlke resmen titriyordu. Bunu fark eden tek kişi bendim çünkü ona en yakın duran kişiydim. Neyse ki şiddetli bir titreme değildi. Tek adımda yanına vardım ve eline uzandım. Muhtemelen ağlamamak için çattığı kaşları ile elime baktı. Sonra da yüzüme. Elini tutmamla kesilen titremesi iyiye işaretti. Ona güven verecek şekilde gülümsedim. Sadece bana odaklandı. Cehennemin ortasında, güven veren bir gülümseme yeter de artardı. Bunu ezbere biliyordum. Yardıma ihtiyacı olduğunu gözlerinde görebiliyordum.

Garip bir özelliğim vardı. İnsanların gözlerini, çığlıklarla bağdaşlaştırabiliyordum ve İlke'nin gözleri kesinlikle çığlık çığlığaydı. Panik dolu bir çığlık, korku dolu bir çığlık... Hayır, hiçbiri değildi. O, yardım istemek için çığlık çığlığa bakıyordu.

Tuttuğum elimi sıkılaştırdım ve onu arkama doğru çektim. Gözlerin onun üzerinde olmasından hoşnut olmadığı pek tabi anlaşılıyordu. Onu buradan çıkartmak istiyordum ancak Karan'ın yanından ayrılmak hoş olmayacak gibiydi. Şu an ortalık oldukça karışıktı. El ele oluşumuz ona güç verdi sanki ve kendini hatırlatmak istermiş gibi elimi sıktı. Sanırım şimdi, neden gelmek istemediğini anlıyordum.

"Zaaflar insanı yaralar, Aydemir. Senin zaafın benim zaafım olamaz. Olur da bir gün yeniden bir zaafım olursa, kafama senden önce sıkarım." Pamir bir kez daha kahkaha atıp kafasını iki yana salladı ve hemen arkasındaki masadan aldığı içkiyi kafasına dikti.

"Çok yanlış sulardasın, kardeşim. Hem de çok yanlış sulardasın. Bu sözünü unutma. Sana bizzat hatırlatacağım. Ama o güne kadar, küçük kardeşime iyi bak. Etrafta çakal çok." Çenesiyle işaret ettiği yere dönen tüm bakışlar, benim de o yöne bakmama neden oldu. Oldukça ciddi duran üç adam, bulunduğumuz yeri izliyordu. Hiçbiri konuşmuyordu. Galiba bu benim için kötüydü. Sanırım artık tam istediğim gibi bir ölü sayılabilirdim. Pamir'in küçük kardeşi ben değilim. Kimden bahsediyorlardı? Adamlar bana bakıyorsa benden bahsediyorlardı? Pamir iyi miydi?

"Siktir!" Karan'ın dudakları arasında dökülen kısık sesli küfürle bu defa ona baktım. Bir bana, bir de adamlara bakıyordu.

"Yardıma ihtiyacın olursa, sakın beni arama." Pamir'in keyfi yerine geliyordu ama onun yüzünden ben gerilmeye başlamıştım. Birbirlerine kardeşim diye hitap ediyorlardı ama düşmanlardı.

Ne oluyordu? Bir halt anlamamıştım! Burası sandığımdan daha kötü bir yerdi.

Hiçbir evren, masum değildi.

Karan beni uyarmıştı. Kötü adamlar var demişti. Karanlık adamlar... Kendisini, karanlık olan kötü bir adam olarak tanımlamıştı hatta. Ne demek istediğini, en sonunda anlıyor ve ona hak veriyordum. Sanırım olacakları önceden tahmin edebiliyordu. İnanılması güç öngörüleri vardı. Belki bu da özel bir güçtü. Olamaz mıydı yani?

Göz göze geldiğimizde, bana bir şeyler anlatmak istediğini fark ettim. Ama ne istediğini bir türlü anlayamıyordum. Gergin ortam, bir kara deliğe dönüşmeden önce geniş mekanda, Karan'ın birden yükselen sesini işittim.

"Herkes yere yatsın!" Kırılan bardaklar, panikleyen insanlar, koşanlar, düşenler...

Ama en çok biz.

Üzerime doğru kapanan Karan, elleriyle kulaklarımı kapattı. Sürekli birilerine komut veriyordu.

İlke'yi korumalarını söyledi. Sonra bize yol açmalarını. Beni özel olarak korumalarını istedi. Bunları söylerken ellerini bir an olsun kulaklarımdan çekmedi ancak o kadar yüksek sesle emirler yağdırıyor ki çoğunu duymuştum.

Bana doğru eğildi. Sağ kulağımı hafifçe araladı ve onca çatışmanın arasında, fısıldadı. "Sadece bende kal, Afra. Seni buradan çıkaracağım. Ölmeyeceksin. İzin vermem. Vermeyeceğim."

Bana mı söyledi tüm bunları, yoksa kendine mi hatırlattı bilmiyordum ama az önce ettiği büyük laf, ona pahalıya patlayacaktı.

Loading...
0%