@elfhikayelerii
|
Bazı anlar duyduğunuz herhangi bir şey, ki o şey hayatınızda duyup duyabileceğiniz en şaşırtıcı şeydir muhtemelen, sizin kaskatı kesilip yutkunamamanıza sebep olabilirdi. Bir müddet kendinizi sorgular, etrafa anlamsız bakışlar atar ve toparlayabilmek için beklerdiniz. Ben tam olarak böyle hissediyordum şu an ancak şaşkınlığımın yanında, aynı zamanda başımdan kaynar sular dökülmüş gibi de hissediyordum. Evlenmek, benim için hayatımın herhangi bir aşaması olmayacaktı. Aşık olmak gibi tıpkı. Etrafıma kimseyi yaklaştırmayacaktım. Tek hedefim babamı hayatta tutmak olacaktı. Acınası hikayemi bir ben bilecektim. Sonra, Karan'la tanıştım. Hiç istemediğim, planlarım dahilinde bile olmayan olağanüstü olaylar yaşamama rağmen, onu tanıdığım için şükrettiğim zamanlarım olmuştu. Beni koruduğu ve acınası hikayemi dinleyen, dinlediği için beni yargılamayan ilk insan olduğu için. Ancak aramızdaki bu bağın herhangi bir şekilde evlilikle sonuçlanacağını, aşk evliliği ya da formalite bir evlilik, asla düşünmezdim. Onunla evlenmeyi düşünmek buraya nasıl olduğunu bilmediğim bir şekilde sürüklenmem kadar olağanüstüydü zihnimde. Konu Karan'la ilgili değildi aslında. Karan olsa da, olmasa da evlenmek istemiyordum. Dünyanın en mükemmel adamı çıksa, önüme dünyaları serse ben yine evlenmezdim. Katı düşüncelerim vardı. İstemiyordum. Bu herhangi bir travma olmaktan çıkmış, hayatımın merkezine oturmuştu. "Ne?" Normal gibi görünen ancak oldukça şiddetli verdiğim tepkiye, Karan ifadesiz gözlerle baktı. Neden bu kadar ifadesizdi bilmiyordum. Beni tanıyorsa böyle bir tepki vereceğimi bilirdi. Beni tanıyordu. Ya da ben öyle zannediyordum. "Ne?" dedim tekrar. Bir açıklama bekledim. "Ne saçmalıyorsun sen?" Karan yönünü kısmen bana döndü. "Formalite bir evlilik olacak. Sizin evreninizdeki evlenmekle aynı anlama geliyor ama gerçekleştiriliş şekli farklı. Biz burada evlenirken sizin orada kan kardeşi olurken ne yapılıyorsa onu yaparız. Kan karıştırmak gibi bir şey. Sana göre kan kardeşi, bana göre ise evli olacağız." Açıklamasını daha fazla duymak istemiyordum. Oturduğum sandalyeden şiddetli bir hamleyle doğruldum. Sandalyenin arkamda oldukça gürültülü bir şekilde devrilmesi ve mekandaki birkaç kişinin bana doğrudan bakmasını önemsemedim. Hızlı adımlarla asansöre yöneldim. Karan'ın arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. "Afra, bekle!" Asansöre bindim. Kapı kapanacaktı ki Karan yetişti ve o da asansöre benimle birlikte bindi. "Neden aşırı tepki verdiğini anlayamıyorum. Ben de seninle evlenmeye meraklı değilim zaten. Dediğim gibi formalite bir evlilik olacak. Dokunmayacağım, aynı yatakta yatmayacağız hatta istemediğin sürece seninle konuşmayacağım bile. Düşünebildiğim tek kesin çözüm bu. Başka çözüm yok. Delirerek ölmenden bahsediyoruz. Buna izin vermeyeceğim!" "Bir önemi yok." dedim hırsla. Kollarımı bağlamış, asansör duvarına yaslanmıştım. "Gerekirse ölürüm ama asla evlenmem. Bir daha sakın evlenmekten falan bahsetme." "Ölmeyi kabul ediyorsun yani?" "Evet, öyle." "Neden anlamak istemiyorsun, seni koruyamam diyorum. Yaşamak için böyle sürekli yer değiştireceğiz. Tabi bu kesin bir çözüm olmayacak. Bunu istemiyorum. Sana seni yaşatacağımı söyledim. Ölmene izin vermeyeceğim." "Ölmeyi kabul ettim Karan. Karşı çıkamazsın. En acı şekilde ölsem bile asla evlenmem." "İyi!" Sert bir tonlamayla birden bağırdığında sıçradım. Ölmekten yine rahat bir tavırla bahsetmiştim ve Karan yine sinirlenmişti. Duruşumu bir an bile bozmadım. "Evlenmek istemezsin tabi! Evlenince kısıtlanacaksın çünkü. Aklın fikrin eğlencede olduğu için kimse seninle eğlenecek cesareti bulama-" Duruşumu bozmadığımı söylemiştim ya hani. Bu sözlerden hemen sonrası, benim duruşumu bozduğum andı. Kulaklarıma tok bir ses ulaştı. Sesten hemen sonra, avuç içimde bir acı hissettim. Karan'ın başı sağa dönmüştü ama bu ona vurduğum için değildi. Tokadımı fark etmiş, hasarı en aza indirgemek için başını sağa çevirmişti. Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Asansör yukarı kata çıkmış, ama asansörden ben de dahil kimse inmemişti. Asansörün kapısı yine kapandı ama ben ona bakmaktan bir an bile vazgeçmedim. Yanağı acımış olmalıydı. Asansörün kapısı kapanır kapanmaz Karan yüzüme bile bakmadan asansörü alt kata yönlendirdi. Beni burada bırakacağını söylemişti ama ben o anki hırsımla hiçbir şey düşünmeden asansöre yönelmiştim. Asansörün kapısı bir kez daha açıldı. Karan yine tek kelime dahi etmeden asansörden indi. Beni beklemedi. İnmem gerektiğini ikimiz de biliyorduk. Peşinden ufak adımlarla ilerledim. "Kusura bakma Dayı. Benim önemli işlerim var, gitmem gerek. Sana emanet." Dayı ilk defa ayağa kalktı ve Karan'ın sırtını sıvazlayarak yürümeye başladı. Ben ise yalnızca onları izledim. Asansörün önünde beklediler. Konuştular. Dayının tek bir mimiği oynamadı. Karan ise sakin görünüyordu. En sonunda Dayı, Karan'ın sırtını bir kez daha sıvazladı. Karan acı bir gülümsemeyle asansöre bindi. Asansörün kapısı kapandı ve tüm bunlar yaşanırken Karan, bir kere bile yüzüme bakmadı. Gözümün dolduğunu hissettim. Daha fazla beklemeden asansörün yanında kalan lavaboya girdim. Ne hissettiğimi, dahası ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Yorgun hissediyordum ama bu yaşadıklarımdan sonra aramız düzelecek olsa kilometrelerce koşabilirdim. Aynaya baktım. Babam öldükten sonra hissettiğim ve Karan'ın varlığıyla az da olsa dem vurduğum o yalnızlık hissi, şimdi Karan'ın da sırtını izleyip gözleri gözlerimi bulmadığı o ilk an yeniden baş göstermişti. Korktum. Sonsuza kadar yalnız kalmaktan. Delicesine korktum. Aynadaki yansımam beni iyi etmedi. Aksine, hissettiğim tüm duygular bir anda gözlerimden yaş olarak intihar etti. Babamın cenazesinden sonra, o çatıdan kısmen intihar amacıyla atlarken, Duru'nun ihanetini öğrendiğimde, anneme silah doğrulttuğımda gözüm bile dolmazken, Karan'ın gidişiyle darmadağan olmuş, üstelik bir de ağlamıştım. Taşlaştığını zannetmiştim gözyaşlarımın ama öyle olmamıştı meğer. Beklemişlerdi. Tekrar terk edilmeyi beklemişlerdi. Ağladıkça daha çok ağladım. Hıçkırdım. Gözlerim yanana, yüzümde ağlamaktan kalan kızarıklıklar oluşana kadar ağladım. Neden bu tür bir durumun içindeydim bilmiyordum ama gözyaşlarımın ardı arkası kesilmiyordu. Sanırım sinirlerim falan bozulmuştu. Ben ağlarken lavaboya birkaç kişi girdi. Duruşumu asla bozmadım. Onlar da pek önemsemedi zaten. Toparlanmam dakikalar hatta belki de saatler sürdü. Lavabodan çıktığımda gözüme takılan saat, yaklaşık iki saattir ağladığımı kanıtlıyordu. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve derin bir nefes aldım. Yorgun hissediyordum. Karan gibi. Karan yorgun bir adamdı. Her anlamda... Mekana göz attım. Lavaboya girmeden önce zaten az olan müşteri sayısı, şimdi neredeyse sıfırlanmıştı. Bir iki kişi kalmıştı. Onlar da eminim birazdan kalkarlardı. Saat gece yarısını geçmişti çünkü. Zaman rakı masasında bile durmuyordu sonuçta. Bu bir gerçekti. Dayı ile az önce oturduğumuz masaya baktım. Dayı yine aynı yerinde, aynı pozisyonda sanki hiç kalkmamış gibi oturuyordu. Muhtemelen de kalkmamıştı zaten. Ufak adımlarla yanına doğru ilerledim. Ellerimi önümde birleştirdim ve gözlerimi yere diktim. Utanıyordum. "Kusura bakmayın. Az önce düşünmeden hareket ettim. Size de ayıp oldu birden kalkınca." "Olur öyle kızım. Sorun değil. Otur bakalım şöyle karşıma. Konuşalım seninle biraz." Dediğini yapıp az önce devirdiğim ama şimdi yeniden kaldırılmış olan sandalyeye oturdum. "Bana siz diye hitap etme." "Ne diyeyim size? Nasıl sesleneyim?" "Sana kalmış." "Ben de Dayı diyebilir miyim o zaman?" "Tabi diyebilirsin, niye diyemeyesin?" Kafamla onayladım. Karan ile aralarındaki özel bir konuydu. Bu yüzden karşımdaki bu yaşlı adama Dayı diye seslenmeyi kendime layık görmemiştim. "Hiç rakı içtin mi daha önce? Öğrettiler mi sana?" Kafamı olumsuz anlamda salladım. "O zaman sana da Dayı'lık yapayım öğrenene kadar." Tebessüm etti ve garsona işaret verdi. Sanırım önüme servis açmasını istemişti. "Rakı masasına oturduğun zaman dertlerinden kurtulmaya çalışmazsın kızım. Aksine dertlerini ortalığa öyle mi saçarsın ki masadan kalktığında toparlayamaz üstü açık bırakırsın. Belki bu yüzden rahatlarsın." Elini dizine vurdu. Sanırım rakı masası felsefesiyle kafayı bozmuştu ama farklı bir düşünce şekline sahipti. Oldukça bilgili ve her şeyden önce, oldukça dertli görünüyordu. "Derdi olmayan oturmaz burada. Dedim ya, ben hep bu masadayım da, Karan savaş meydanında. Ayık kalmak zorunda. Çok erken öğrendi bu mereti. Dertleri erken baş gösterdi de denebilir. Arada gelir, içeriz." Kafamla onayladım. Böyle bir konuşmadan sonra nasıl tepki verilirdi ki? "Rakı masasına yakıştın, kızım. Bu bir iltifat değildi. Hatta duyup duyabileceğin en ağır küfür bile olabilir." Gülümsedim. Haklıydı. Rakı masasına yakışmak tam benlik bir hareketti. "Söyle bakalım bana. Neden istemiyorsun bu evlilik işini? Güvenmiyor musun?" Yutkundum. Karan'a fazla yakın görünüyordu. Onunla sır paylaşamazdım. Karan'a söyler miydi bilmiyordum. Kararsızlığımı sezdi ve dudaklarını araladı. "Rakı masası mühürlüdür. Dağıtılanların üstü örtülür ki sinekti, arıydı üşüşmesin." Gülümsedi ve kadehini kadehime vurdu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Sanırım anlatmak bir şeyleri çözebilirdi. Belki Karan'la konuşur, onu bu işten vazgeçirirdi. Başka bir yol aramasını söylerdi ve barışırdık. Birlikte düşünür, birlikte çözüm bulurduk. Düşünebildiği en kesin yolun evlenmek olduğunu söylemişti. Ama elbet başka bir yolu da vardı. "Evlenmek istemiyorum." dedim küçük bir çocuk gibi. Yine gözlerimin dolduğunu hissettim. "İstemiyorum işte. İlla bir sebebinin mi olması lazım? Değil!" Kaşlarımı çattım ve kadehimden bir yudum aldım. Almamla, kusacak gibi olmam bir oldu. "Benimkileri çok dağıtmayalım Dayı. Ben dertlerimi yüklenmek zorundayım çünkü." "Değilsin. Değilsin kızım." Derin bir nefes verdim. "Dertlerini yüklenmek zorunda hissedersen, benim gibi kalırsın rakı masasının başında. Bak bana, bir an bile ayrılamıyorum buradan. Neden? Çünkü ben dertlerimi de sevdim." Gözlerimin içine baktı. "Sevdim, öldü. Ondan gelen her şeyi sevdim ya ben. Rakı masasını da o var diye sevdim." Gülümsedi ve rakısını yudumladı. Sevdiği kadın ölmüştü sanırım. "Upuzun saçları vardı. Sonra, yeşil gözleri ipince beli vardı. Sesini duyan kuşlar bile şakırdı." Çok sevmişti. Dayı, çok sevmişti. "İlk gördüğüm andan beri aklımdan çıkaramadım onu. Gecem de, gündüzüm de o oldu. Kafayı yiyecektim onsuz. Çıktım karşısına. Onu ilk ondan istedim. Çok nazlıydı ama başardım. Sonra babasından istedim. O da çok zor ikna oldu ama onun yolunda attığım her adım bana bulutların üstünde gibi hissettiriyordu. Evlendik. Düşünebiliyor musun? Evlendik." Yüzünde acı bir gülümseme doğdu. Büyüdü ve ufak bir gözyaşı olarak gözlerinden süzüldü. "Sonra, hayalini kurduğumuz gibi uzun yıllar mutlu yaşadık. Ama bir şeyi esgeçmiştik. Her masalın bir sonu vardı. Ölüm vardı kızım, ölüm vardı." Eliyle gözlerini sildi. "Çocuk istedim. O da istedi." Kaşlarını çattı. Kocaman adam karşımda bir bebek gibi ağlıyordu. Sonra, yanağımdaki ıslaklığı fark ettim. "Hayallerimiz vardı." Rakısını bitirdi ve yeniden kadehini doldurdu. "Beni rakı masasından kaldıran hayallerimiz vardı." Karşımdaki bu adam, rakı masasına prangalanmıştı. Bir zamanlar onu yaşatan hayalleri tarafından. "Anlat kızım. Sonra da kalk bu masadan. Arkana bile bakma. Dertlerimi yükleme omuzlarına." Elimle yanaklarımı sildim. "Ben korkarım Dayı. Olmaz. Evlenmek falan ters bana." "Neden korkuyorsun kızım?" "Bağlanmaktan. Evlilik bir sarmaşık gibi gözümde. Şimdi anlatsam sen de inanmazsın bana. Benim babam oldukça varlıklıydı. Annem ise bir o kadar fakir. Evlendiler. İlk başta mutluydular. Ablam doğdu, ben doğdum. Sonra annemin şeytani yanı baş gösterdi. Para için evlendiğini anladık. Yıllar sonra hem de. Babam hastalandı. Felç geçirdi ve aynı zamanda kanserdi. Beni onunla tehdit etti. İlaçları oldukça pahalıydı. Onun kötü işlerini yapmazsam, ablamı ve onu canım pahasına korumazsam babamın ilaçlarını almamakla tehdit etti." "Oysa sen, tüm o sözlerden önce zaten korurdun onları, değil mi?" Dumura uğramış gibi yüzüne baktım. Gözlerimden istemdışı yaşlar akıyordu. "Korurdum Dayı. Canım pahasına. Korudum. Elimi kirletmekten çekinmedim." "Ah kızım, ah." Bir müddet sessizce oturduk ama ben devam etme niyetindeydim. "Nasıl evlenirim? Nasıl olur da ihtimal vermesem bile böyle bir risk alırım Dayı?" "Her insan farklıdır, kızım. Babana hiç sordun mu? Neden annenden boşanmadığını yani?" Sormuştum. Bana, anne babası ayrı olan çocukların kötü durumda olduğundan bahsetmişti. "Çünkü annene aşıktı." "Hayır, değildi! Benim için boşanmadı. Çünkü ben öyle istedim!" "Aşıktı kızım. Aşıktı. Sen kafanda bir yerlerde bir kurban aramışsın. Kurbanın kendin olduğunu fark etmeden hem de." "Hayır!" dedim tekrar. Ağlamaya başladım. Ağladıkça, daha çok ağladım. Haklıydı. Bu hikayede kurban bendim ve benim dışımda herkes, suçluydu. Babamınki aşk değildi aslında. Aşk bu değildi. Aşk takılı kalmaktı ama takıntılı kalmak değildi. Aşk böylesine acı çektirmezdi. Hele iki aşık dışında bir başkasına hiç çektirmezdi. Onların zehirli aşkı beni mahvetmişti ve babam da bunu biliyordu. Babam beni, göz göre göre cehenneme atıyor ve adına da aşk diyordu. Aşkı için fedakarlık yaptı zannediyordu. Ben kızıydım. O beni aşkı için kurban ediyordu. Biliyordum. Her şeyi biliyordum da, bazı gerçekler düşünülmemeliydi. Düşünürseniz sizi dibe çekerdi. Ancak ya o dipteyse en güzel yeryüzü? Biz havada süzülen kuşlarsak? Ayağımız yere değdiği zaman çakılma ihtimalimiz de ortadan kalkacaksa? "Tutunacak bir dalın kalmadı değil mi bunu düşündükten sonra?" Hiçbir şey yapmadım. "Ya o dal seni cehenneme bağlıyorsa?" Yorgundum. Ben o kadar yorgun, o kadar bitkinim ki. Ama hâlâ ağlayabiliyordum. "Sizinki, sonu acıyla bitecek bir aşk evliliği değil. Ne benimki, ne de babanınki gibi. Sizinki bir formalite evlilik. Karan seni eşi olarak duyurursa, halkı seni kucaklayacak. Aslında yaptığı şey, seni güçlendirmek ama haberin yok. Dinleseydin, anlardın. Yapacağınız bu hamle halkın umudu olmanı sağlayacak. Güçleneceksin. Kimse sana dokunamayacak çünkü halka iyi geldiğinden halk da seni koruyacak." Çok zekiceydi. Hem de fazlasıyla. Karan'dan daha azını beklemek aptallık olurdu. "Düşün bunları kızım. Sana anlattığımın ayrıntıları da var. Karan sana her anlamda destek çıkar. Şimdi sana odanı göstereyim. Düzgünce dinlen. Düşünmek istediğin kadar düşün. Sonra Karan'ı çağırır, düşünceni anlatırsın. Konuşmadan anlaşmayı sadece yunuslar becerir. Yunus musun sen?" Gülümsedi. Ben de yavaş yavaş dinen gözyaşlarımın arasından güldüm. Kendimi babasına nazlanan küçük bir çocuk gibi hissettim o an. Bir kız çocuğu gibi. Hiç hissetmediğim gibi. Ayaklandık. Mekanda bulunan dört beş kapıdan herhangi birine girdik. Uzun bir koridor karşıladı bizi. Resmen yerin dibindeydik. Birçok kapı vardı ve her biri ayrı ayrı odalardı tahminimce. Tüm bu odalarda kimler kalıyordu ya da bu kapılar birer odaya mı çıkıyordu bilmiyordum ama şu an merak da etmiyordum. Bana odamı gösterdikleri ilk an yatak varsa yatağa, yoksa da yere falan uzanıp uyuyacaktım. Düşünecek hâlim de kalmamıştı. Yarın düşünecektim. Bir kapının önünde durduğumuzda Dayı bana döndü. "Yat dinlen kızım. Gerekli olan her şey var odada. Başka bir şeye ihtiyacın olursa bu koridoru takip et. Görevli birilerini falan görürsün. Bulamazsan da geldiğimiz koridoru takip et. Beni bul, ben ilgilenirim seninle. Karan'ın misafiri benim misafirimdir." Kafamla onayladım. "Teşekkür ederim. İyi geceler." Kafasıyla onay verip geldiği koridordan geri dönmeye başladı. Hiç vakit kaybetmeden odaya girdim ve göz atmadan gördüğüm yatağa kendimi attım. Uzun ve yorucu bir gündü ama böyle olması daha iyiydi. Çünkü düşünecek ne vaktim, ne de gücüm kalmıştı. ***** Gözlerimi karanlık bir odaya araladım. Başımda keskin bir ağrı vardı ve yeni uyanmama rağmen hiç iyi dinlenmiş gibi hissetmiyordum. Aksine, bedenim uyanık kalmakta güçlük çekiyordu. Nerede olduğumu yavaş yavaş açılan algılarım sayesinde fark ettim. Odada neden ışık yoktu anlayabiliyordum. Ayağa kalkıp yalpalayarak odanın duvarlarına temas etmeye başladım. Hiçbir şey göremiyordum ve hâlâ uykuluydum. Önüme gelen saçlarımı geriye doğru attım. Gözlerimi ovuşturup ışığı açmaya çalıştım. Neredeydi bu!? Elim, yumuşak bir tene temas edince geri çekildim. Nefes alış verilerim hızlandı ve bedenim anlık bir korkuyla irkildi. Ne olduğunu göremiyordum. Işığı nasıl açacağımı da bilmiyordum. Odadan ses gelmiyordu. Aklımı yitirecek gibi hissediyordum korkudan. Dokunduğum şey sıcaktı. Bir insan bedeni gibi. Ağlayacak gibi oldum. Korkuyordum. Bir çocuk gibi ağlayıp bağırmak istiyordum. Bir el, arkamdan belime dolandı. Beni kendine bastırdı. Hissettiğim kadarıyla bu bir erkek bedeniydi. Tam çığlık atacaktım ki eli ağzıma kapandı. Çaresizce çırpınmaya çalıştım. Belimdeki eli kollarımı da yakaladı ve hareket yetimi kısıtladı. Beni durduramamış olmalı ki ağzımdaki elini biraz gevşetti. Bu fırsattan istifade edip bağırarak "Kimsin sen!?" dedim. Yerimde durmak bilmiyordum. Tam çığlık atacaktım ki yine ağzıma kapandı. Adamın sesini duyamıyordum. Hissettiğime göre benden fazlasıyla uzundu. Nefessiz kalacağım kadar sıktı beni. Kollarımdaki eli iğrenç hareketlerle kalçalarıma kaydı. Eli insafsızca bedenimde geziniyor ve izler bırakmaktan çekinmiyordu. Canımı yakmaya devam ediyordu. Hem de hiç durmadan. Karnımı okşuyor, büyük elleriyle kalçamı sıkıyordu. Ağzımdaki eline, ıslak yaşlar damladı. Ama pes etmedim. Ayağımla ayağını ezdim ve kafamı hızla geriye yatırarak kafasına vurdum. Henüz kendine gelmeden arkamı dönüp yüzünü görmeye çalıştım. Ama o kadar karanlıktı ki kimseyi göremiyordum. Nefes nefese yutkundum. Elim boynumla göğsüm arasında kalan bölgeye gitti ve vakit kaybetmeden ışığı açmaya çalıştım. Nerede olduğunu bilmediğimden hızla duvarlarda elimi gezdirdim. Işığı açtım. Ama kimse yoktu... Koca odada, tek başımaydım. Hırsla inleyip ağlama krizi eşliğinde odadan ayrıldım. Aklımda Dayı'nın söyledikleri yankılandı. Yardım istemek için onun olduğu yöne gitmeye başladım. Arada ayağım takılıyordu ama duvardan destek almayı ihmal etmiyordum. "Efendim, iyi misiniz?" Koluma yapışan adama baktım. "Dayı'yı bul. Bana hemen Dayı'yı bul!" dedim kesin kesik. Arada inliyor, o her kimse, elini kalçalarımda hissediyordum. Canımı yakıyordu. Fazlasıyla canımı yakıyordu. Koluma yapışan adam beni yürütmeye başladı. Ondan destek alarak ve hızlı olmaya çalışarak koridorun sonuna ulaştım. Mekanda kimse kalmamıştı. Adam beni mekanda bulunan birkaç kapıdan birine yönlendirdi. Kapıyı tıklattı ve içeriden ses gelmesini bekledi. "Gir!" Kapıyı aralayıp benimle birlikte içeriye girdi. Karşımda koskocaman bir oda vardı. Duvarlar kitaplık kaplıydı ve kitaplıklar da kitaplarla doluydu. Boş tek bir yer bile yoktu. Dayı masanın başında oturuyor, para sayıyordu. "Dayı!" dedim ağlayarak. "Yardım et." Elimi kaldırdım. Beni görür görmez yaşına oranla oldukça çevik bir hamleyle yanıma ulaştı. "Ne oldu kızım? Ne bu hâlin? Uyumadın mı daha?" "Uyudum uyudum da, kabus gördüm sanırım. Karan'ı çağırır mısın lütfen?" Dayı yanımdaki adama başıyla işaret verdi ve odadan çıkmasını sağladı. Titreyen ve güçsüz elleriyle koluma girip beni masanın önünde duran koltuğa otutturdu. Oldukça çelimsiz olduğunu yeni fark ediyordum. "Karan'ın işi başından aşkın kızım. Özellikle uyardı aramayın diye." Kaşlarını çattı. "Seni odana bırakalı beş dakika bile olmadı. Nasıl gördün kabus hemen?" Dediklerini umursamadım ve koluna sarıldım. "Ama çok önemli. Yemin ederim çok önemli Dayı." Ağzında bir şeyler mırıldandı. Düşündü ve hâlimin ne kadar berbat olduğunu görmüş olmalı ki kafasıyla onayladı. "Tamam, bekle de arayayım şimdi onu." Masasına yöneldi ve eline aldığı telefonunu gözlerini kısarak karıştırdı. Kulağına yasladı ve bana kısa bir bakış attı. "Alo, Karan. İşin var biliyorum oğlum ama Afra kabus görmüş herhalde. Ağlıyor. Bir uğrar mısın buraya? Durumu iyi değil." Karşı tarafı dinledi. "Öyle mi?" Yüzü hiç istemediğim bir ifadeyle karardı. Eliyle telefonu engelledi ve bana fısıldadı. "Çok acil değilse gelemezmiş. İşi varmış." Düşündüm. Hâlâ hissedebiliyordum. O adamın büyük, soğuk, rahatsız edici ellerini hâlâ bedenimde hissedebiliyordum. "Tamam o zaman. Önemli değil, gelmesin." Bana hâlâ dargın mıydı ya da gerçekten yanıma gelemeyecek kadar işi mi vardı tam çözemesem de korktuğum bir gerçekti. Kimi kandırıyordum? Her korktuğumda yanıma gelmek, beni kollarının arasına almak ve korkumu yenmem için bana yollar göstermek zorunda değildi. Aramızda bu tür bir bağ yoktu. Bunu yalnızca babalar yapardı ve benim babam yoktu. Onsuz da dayanabilir, onsuz da güçlenebilirdim. Yalnızca ben değildim ona muhtaç olan. O da bana muhtaçtı. Yönettiği bölgeyi benim sayemde toparlayabilirdi ancak. Dayı telefonu kapattı. "Ne yapayım kızım senin için?" "Bir şey yapmana gerek kalmadı Dayı. İyiyim biraz daha. Gidip uyuyayım tekrar, sabaha bir şeyim kalmaz." Kafasıyla onayladı. Yerimden kalktığımda ve yürümeye başladığımda o da benimle yürümeye başladı ama onu durdurdum. "Gerek yok Dayı. Geç oldu, sen de yat dinlen bir an önce. İyi geceler." Mahcubiyet bulaşan bakışlarına aldırış etmeden odadan ayrıldım. Karan'ın gelmemesi onu ev sahibi olarak zora sokmuş olmalıydı. Karan'ın gecenin bu vakti ne işi vardı? Karanlık koridoru tek başıma geçtim. Korkudan kendimden geçebilirdim ama yine de dayandım. Yanlış hatırlamıyorsam odamın kapısı koridorun başından itibaren sekizinci kapıydı. Kapıyı aralayıp içeriye göz attım. Evet, burası benim odamdı. Kapıyı ardımdan kapattım. Bu odadan, her ne olursa olsun çıkmayacaktım. Karan'a muhtaç değildim. O olsa da, olmasa da ben zaten bu tür şeyler görmeye devam edecektim. Işığı kapatmadan yatağıma yöneldim ve sırtımı duvara yaslayıp, bacaklarımı kendime çektim. Odayı tarıyor, olası bir durum için tetikte kalmaya çalışıyordum. O adam her kimse, tahmin ettiğim gibi bir yanılsama da olabilirdi, bana dokunmuştu. Buna sebep olan her kimse onu bulacak, ölümüne sebep olacaktım. Benimle bir oyuncak gibi oynamalarına, beni korkutmalarına izin vermeyecektim. Delirmeyecektim. Annemi getireceklerdi karşıma, Duru'yu, o kötü adamı, ölü adamı. İrkilmeyecektim bile. Her ne yaparlarsa yapsınlar, onlara istediklerini vermeyecektim. Oturduğum yatakta, dizlerimi karnıma kadar çekip ileri geri saklandım. Yataktan çıkan ses, ortamdaki sessizliğin verdiği gerginliği az da olsa gideriyordu. Dışarıdan bakıldığında bir tımarhanelik gibi görünebilirdim ama tüm bu uğraşlarım tımarhanelik olmamak içindi zaten. Dışarıdan falan da bakan yoktu zaten. Tüm gece, gözümü kırpmadan, arada korkudan yanağımdan süzülen yaşlara da aldırmadan odayı izledim. Tek bir tıkırtıya bile duyarlı olan kulaklarım, bir müddet sonra çınlamaya başladı. Başım uykusuzluğun verdiği ağırlıkla ağrıyordu. Midem bulanmaya başlamıştı. Karşı duvarımda saat 09.51'i gösterdiğinde, odam hâlâ karanlıktı ve ışık bu nedenle açıktı çünkü yerin dibinde falandık. Odamdan ayrılmak için doğruldum. Boynum tutulmuştu. Aralıklarla yaş akıtan gözlerim şişmişti. Odadan çıkıp koridorda yürümeye başladım. Ancak bu defa ters yöne. Karnım acıkmıştı. Koridorun sonuna geldiğimi fark ettim. Ancak garip olan bir şeyler vardı. Gün ışığı gözlerimi alıyordu. Yerin dibinde hem de. Sonunda koridor bittiğinde ve açık bir alana çıktığımda, gözlerim camla örtülmüş gökyüzünü buldu. Hâlâ yerin dibindeydik ancak bu defa tavan camla kaplıydı. Ağzım beş karış açık bir şekilde etrafımı incelemeye başladım. Bulunduğum yerden bir resepsiyon görüyordum. Etrafta tek tük insanlar vardı ve bunların hepsi kadındı. Tek bir erkek bile görememiştim. "Merhaba efendim. Siz Karan Bey'in misafiri olmalısınız. Afra Hanım'dı değil mi?" Yanıma gelip benimle konuşan görevli kadına şaşkınlıkla baktım. "Evet, öyle." "Buyurun lütfen. Kahvaltı için size özel masa ayrıldı. Otelimizin tüm imkanlarından VİP olarak yararlanabilirsiniz." "Bir dakika?" dedim elimi kaldırarak ve yutkundum. Duyduklarımı sindirmeye çalışıyordum. "Ne oteli? Burası bir otel mi?" Kadın şaşkınlığıma şaşkınlıkla karşılık verdi. Ancak kendisini toparlaması çok sürmedi. Gülümsemeye devam edip ellerini önünde birleştirdi. "Dilerseniz size kahvaltıdan sonra otelimizi gezdireyim." İsim kartına baktım. "Sinem, değil mi?" Kafasıyla beni onaylayıp bir asker gibi hazır ola geçti. "Sinem, kahvaltı yaparken bana eşlik eder misin lütfen?" Beni başıyla onaylayıp, "Tabi efendim, buyurun." dedi ve eliyle beni yönlendirdi. Her karşıma çıkan bana efendim falan dediği için bunalmıştım ama artık kimseye bana adımla seslenmesi gerektiğini söylemeyecektim. Yoksa sesim kısılacaktı. Belli ki kimseyi de bundan vazgeçiremeyecektim çünkü yanımda Karan vardı. Saygı duymak zorunda hissediyor olmalıydılar. Bana da bunun tadını çıkartmak kalmıştı sanırım. Sinem adlı görevli kız, beni yemekhane benzeri bir yere yönlendirdi. Etrafa bakındım. Az da olsa kalabalıktı. Ancak buradaki herkes kadındı. Beni oturtturduğu masada benim dışımda kimse yoktu. Ama benim masamın dışındaki masalar tamamen doluydu. Orta yaşlı çoğu kadın bana bakıyor, aralarında fısıldaşıyorlardı. Bana servis açmaya çalışan Sinem'e doğru fısıldadım. "Neden herkes kadın?" Sinem karşı masadakilere baktı ve yine bana doğru eğildi. Ancak rahatça dinleyemiyordum. "Bekle." dedim elimi kaldırarak. "Yemek yedin mi?" "Yemedim efendim." "Otur o zaman." "Ne?" Kaşlarını çattı ve kendine geldi. "Efendim yani?" "Otur ve yanımda yemek ye. Neyine bu kadar şaşırıyorsun? Sen de insansın ben de insanım. Kabul etmeyeceksen de, bu bir emirdir! Yanımda oturup yemek yemeni benimle dedikodu yapmanı istiyorum." Sinem şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla yüzüme baktı ve hafifçe gülümseyip yanımdaki sandalyeye kuruldu. Aslan olsaydı Sinem kadar kolay yumuşamazdı. "Burası nasıl bir otel ki sadece kadınlar var? Anlat hemen." Önüme koyduğu kahvaltılık malzemeleri ağzıma atarken bir yandan da onu dinlemeye başladım. "Burası aslında bir tatil oteli değil. Otel bile değil." Elinin kenarını ağzına dayadı ve fısıldadı. "Burası bir sığınma evi." Geri çekildi, karşımızda hâlâ bana bakıp fısıldaşan kadınlara baktı ve yine bana döndü. "Efendimiz burayı kocasından ya da babalarından falan şiddet gören kadınlar için ayırdı. Genellikle kadınların şikayetçi olduğu adamları yakalayıp şiddetlerini kanıtlıyor ve ona göre ceza verene kadar kurbanlar burada güvenli bir şekilde kalabiliyorlar. Her şey bedavadır. Hepsi için kişisel odalar ayrıldı ve çalışanların çoğu da savunma dersleri aldı. Yerin altında olmamıza rağmen her şey en ufak ayrıntısına kadar planlandı. Mesela az önce lobide gördüğünüz cam tavan, bu koca binanın tam ortasıydı, yani dışarıdan birileri üzerimizdeki binanın çatısına çıkmadığı sürece o camı göremez." Bu aşırı iyi bir şeydi. Yüzümdeki hayranlık ifadesi Sinem'i gülümsetti. "Çocuklu olan kadınlar için çocuk parkımız da mevcut." Kafamı salladım. "Peki bu kadınlar bana neden böyle bakıyor?" Sinem tekrar kadınlara bakıp bana döndü. "Siz VİP müşterisiniz. Burada VİP müşteri, efendimizin ve Rasım Bey'in misafiri demek oluyor. Yani oldukça önemlisiniz ki buraya bizzat getirildiniz." Bu insanlar delirmiş miydi Allah aşkına? Getirilmişsem getirilmiştim. Hem, Karan'ı biraz fazla gözlerinde büyütüyorlardı sanırım. "Karan, ne sıklıkla gelir buraya? Çok içer mi?" "Bildiğim kadarıyla gönderilmeden önce sık sık gelirdi. Haftada bir kez falan. İçerdi de baya. Ama daha kendini kaybettiğini hiç görmedim." Kaşlarımı kaldırdım. "Gönderilmeden önce derken?" Yanlış bir şey söylemiş gibi geri çekildi. "Siz bilmiyor musunuz yoksa?" "Neyi?" Boğazını temizledi. Oturduğu sandalyeden kalkıp masadaki tepsiyi aldı. "Bunu size benim anlatmam doğru olmaz efendim. Konuşulması yasak bir konu. Ben şunları toplayayım." Elimle bileğini yakaladım. "Anlat lütfen, neyi bilmem gerekiyor?" Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Dediğim gibi konuşulması yasak bir konu. Sizinle paylaştığım öğrenilirse ölebilirim bile." Daha fazla beklemeden elindeki tepsi ve yalandan aldığı birkaç parça kahvaltılık malzemeyle ortadan kayboldu. Ne dönüyordu bilmiyordum ama tüm bu olayların benimle ilgili olduğunu hissediyordum. Odama dönmek için masadan ayrıldım. Şu an hiç otel turu yapacak havada falan da değildim. Koridor boyunca yanımdan birkaç kişi geçti ama o kadar düşünceliydim ki, onların benim hakkımdaki konuşmalarını duymadım bile. Odama girdim ve kapıyı kapattım. Ne bilmem gerekiyordu? Ya da, ne bilmem gerekiyordu? Oflayıp yatağıma yattım. Ancak bu defa tam ortaya. Yanıma birisi gelip uzanmasın ya da yeni bir halisünasyon görmeyeyim diye. "Düşünceli görünüyorsun?" Duyduğum kadın sesiyle yerimden hızla kalktım. Yatakta iki büklüm oldum. "Neden geldin yine?" Karşımdaki bu kadın, babamın mezarında ve ormanda gördüğüm kadındı. Bu odada bir şey vardı. Lanetli falan olmalıydı. "Çünkü," dedi gülümseyerek. "Artık tam anlamıyla olmanı istediğim yerdesin." Kaşlarımı çattım. "Ne demek istiyorsun?" "Fark etmişsindir. Burada geçmiş, geleceğe yön verir. Senin geleceğin de buranın geçmişi ile şekillenecek." Kaşlarımı çattım. Konuşmaya devam etti. "Senin zannettiğin gibi kötü bir insan değilim. İkimizin de istekleri var öyle değil mi? Neden birbirimize yardımcı olmuyoruz?" Yüz ifademi görmüş olmalı ki bir müddet duraksadı. "Annenden intikam almak istiyorsun değil mi? Seni tam olarak bunu gerçekleştirecekken buraya sürükledim." "Bekle, neden hayatımın en ufak bir detayını bile ezbere bildiğini hissediyorum?" Kafasıyla onayladı ve gülümsemekle yetindi. "Dediğim gibi amaçlarım var. Senin de amaçlarının olduğu gibi. Eğer bana yardım edersen babanı özgür bırakır, annenden intikam almana yardım eder ve evrenine dönmeni sağlarım." Çatık olan kaşlarım bu defa hayretle kalktı. "Kötü bir varlık değilim ben sandığın gibi. Yardım edersen, yardım ederim demek istiyorum." "Ne yapmam gerek?" İstediği soru tam olarak bu soruydu. Keyiflendiğini görebiliyordum. "Karan'la evlenmelisin." "Amacın Karan'a zarar vermek falan mı?" Oturduğum yatakta doğruldum ve kadının karşısına dikildim. "Eğer öyleyse, kusura bakabilirsiniz. Size yardımcı olamayacağım. Düşünüyordum da, babam zaten öldü. Yani ona yardım edip etmememin bir önemi yok." Tamamen denemek için söylediğim bu sözler üzerine kadın keyifli bir kahkaha attı. "Demek öyle? O zaman anneni tıpkı sana yaptığım gibi bu evrene sürükleyeyim ve ona en güçlü olması için güç sağlayayım. Nasıl fikir?" Bu kadın delirmiş olmalıydı. Beni nereden vuracağını iyi biliyordu. "Bu tür konuşmalar yapmaktan nefret ederim Afra. Ben kötü değilim. Sana söyledim. Ben Karan'ın tarafındayım. Durum böyle olunca, aynı zamanda senin tarafında da olmuş oluyorum. Hem öyle olmasa, neden seni bir güç verici olarak seçip buraya getireyim?" "Sana neden güveneyim?" dedim ben de misilleme yaparak. "Ben sana neden güveniyorsam, o yüzden güvenmelisin." Bana doğru bir adım attı. "Kendimi tanıtmadım sanırım. Ben doğanın ruhuyum. Aynı zamanda," Duraksadı. "Karan'ın güç kaynağıyım. Yani seni güç kaynağı olman için seçen de benim. Ben olmasaydım, sen de burada olmazdın." Aklım almıyordu. Neden beni seçmişti? "Neden ben?" "Sorularının cevabı var elbet ama şimdi değil. Şimdi cevap verecek olan ben değilim, sensin. Benimle iş birliği yapıp Karan'a yardım edecek misin?" Karan benim eve dönme biletimdi. Eğer bu kadın Karan'a güç sağlamam için bana güç vermezse, Karan da ben de biterdik. Yani bana sunduğu teklifin benim tarafımdan cevabı çoktan belliydi zaten. "Sözünü tutacak mısın?" Ona güvenmiyordum. Ona hiç güvenmiyordum. "Sen tutarsan, ben de tutarım kızım." Annem yaşındaki bu kadın, beni yakından tanıyor olmalıydı. Doğanın ruhuysa eğer, isteseydi Karan'ı şimdiye kadar çoktan öldürmüştü. Dediği gibi Karan'ın yanında olmalıydı. "Dediğin gibi Karan'ın tarafındaysan, beni neden ormanda onunla tehdit ettin?" Gülümsedi ve elini omzuma koydu. Soğuk eli, üzerimdeki hırkaya rağmen hissedebileceğim seviyedeydi. "Çünkü görmem gerekirdi. Tercihim olan senin, gerçekten Karan'ı koruyabilecek bir kız olup olmadığını. Ne kadar güçlü olduğumu görmene rağmen, Karan'ı korumak için önüne geçtin." Derin bir nefes alıp geri çekildi. Arkasını döndü ve birkaç adım attı. "Şimdilik yapman gereken ilk şey," Bana döndü." Karan ile evlenmek." Ve ben tam o an, karşımdaki kadının bu cümleyi ikinci defa kurmasına rağmen, kaskatı kesildim. Bunu da mı biliyordu yani? Az önce tam idrak edememiştim. Bu kadın kesinlikle çok güçlüydü. "Eğer seni lanetledikleri büyüye müdehale edersem fark ederler. Bir an önce Karan'ın dediklerini yerine getirmeli, kendini onlardan korumalısın. Unutma, senin ölmen planımın başarısız olması demek. Her şeyi senin üzerine inşa ettim. Beni sırtımdan bıçaklamayı aklından bile geçirme, çünkü ben Karan'a benzemem. Aklından neler geçtiğini harfiyen duyuyorum. Beni tanıdıkça, amacımı da anlayacaksın güzel kızım." "Bana bir daha sakın öyle seslenme." "Özür dilerim." Sıktığım yumruklarım yüzünden kendime zarar vermeye başlamıştım. Ne kadar da sinir bozucu bir kadındı böyle! "Sinir bozucu olan ben değilim." Ah tanrım! Bir aklımı okuyan kim olduğunu bilmediğim kadın eksikti başıma! "Her neyse," dedi. "Sana destek olmak için elimden geleni yapacağım. Bak, bana güvenmek zorundasın. Ben sana güveniyorum çünkü seni tanıyorum kızım. Sen istesen de istemesen de. Artık hep etrafında olacağım. Yani benden nefret etmek yerine bana yardım et. Ben de sana yardım edeyim." Sinmiyordu. İçime hiç sinmiyordu. Ona güvenmediğimi biliyordum. İleride başıma ne gelirdi bilmiyordum ama söz konusu olan şey babamın ruhuydu. Onu rahat bırakması için her şeyi yapardım. "Var mısın?" Derin bir nefes aldım. "Dediğin gibi beni ve babamı koruyacaksın. İş bittiğinde annemden intikam almama yardım edeceksin değil mi?" Kafasını salladı. "Varım o zaman. Kaybedecek canım da dahil hiçbir şeyim yok benim. Sakın benimle oynama." Gülümsedi. Yanıma birkaç adımda yaklaştı ve elini omzuma koydu. Ona engel olmadım. "Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim." Dışarıdan asla belli etmedim ama içten içe büyük bir şaşkınlık duydum. Eminim aklımı okuduğu için şaşırdığımı o da fark etti. "Beni yalnız kalmadığın sürece asla yanına çağırma. Aramızdaki bağdan Karan'a asla bahsetme. Eğer beni çağırmak istersen, bileğindeki numaranın üstünü diğer elinin baş parmağıyla kapat ve nefesini tut." "Nefesimi tutmam şart mı?" Kafasını salladı. "Merak etme, sen boğularak ölmeden gelirim." Çok komik! Gerçekten çok komik! Bu kadının amacı neydi delicesine merak ediyordum. Karan'ın tarafında olduğunu söylüyordu. Acaba neden onun tarafındaydı? "Bir şey daha isteyebilir miyim?" Konuşmamı bekledi. "Karan'ın bölgesini düzeltebilmesi için ona güç sağlayabilir misin? En azından biraz daha fazla. Bu işler nasıl yürür pek bir bilgim yok ama onun güce çok ihtiyacı var." Kadın birkaç saniye yüzüme baktı. Daha sonra konuşmayı devraldı. "Karan şu an diğer bölge yöneticilerinden katbekat daha güçlü. İlk başta gücünü seni göndermek için kullanacağını düşünmüştüm ama o halkına yardım amaçlı kullandı. Neden böyle bir şey yaptı bilmiyorum. Onunla sen mi konuştun? En büyük endişem buydu." İstemeden karşımdaki bu kadına yardım etmiştim demek. En azından iyi bir şey yapmıştım. Annemi öldürmekten de iyi bir şey. Ancak aynı zamanda şaşırdığım bir şey de olmuştu. Karşımdaki kadının ilk defa, bir şeyden haberi yoktu. "Karan'ın yatağını da takip etmiyoruz herhalde." Doğru, bunu Karan'ın yatağında uzanırken konuşmuştuk. "Karan'a neden bu kadar arka çıkıyorsun?" Cevap verir zannettim ama o bu soruyu bekliyormuş gibi dakikasında sorumu savuşturdu. "Gördüğün gibi yaşlıyım. Artık dinlenmemin vakti geldi. Her gün bu saatlerde öğle uykusuna yatıyorum. İnsan yaşlanınca bebek gibi oluyor. Ah, bir de diz ağrılarım yok mu! Herkese faydam var da bir kendime yok." Ne saçmalıyordu? "Son zamanlarda karşıma çıkan tüm insanlar da saygısız zaten. Hiçbiri aman teyze demiyor. Tamam, dışarıdan bakılınca çok yaşlı gibi durmuyorum ama yaşlıyım yaşlı!" Bu bana göndermeydi. Aklımı okumuş olmalıydı. "Eğer işbirliği yaptıysak şu akıl okuma işini de halletmemiz gerekiyor. Bu şekilde aklımı okuyacaksan, zorlanırız. Hem de çok zorlanırız." Kaşlarımı kaldırıp kollarımı bağladım. "Sen de öyle çok yüksek sesli düşünme canım! Hem ne var, iyi oluyor böyle işte. Bir şey saklamamış oluyorsun. Senin de konuşmaya ihtiyacın vardır." "Teyzee!" dedim sesimi yükselterek. "Saçmalama da bana bir şeyler göster, yapayım. Nasıl engelleyeceğim seni?" Gözlerini devirip kapalı avucunu bana doğru uzattı ve daha sonra tekrar açtı. "Tak bu kolyeyi. Büyü ile aklının okumasını önler. Benim büyüm olmasına rağmen ben bile okuyamam aklını." "İyi ama Karan anlar aklımı okuyamazsa." Kadın gülümsedi ve kolyeyi başımdan geçirdi. "Karan hiç aklını okumadı ki şimdiye kadar. Bir defa bile. Sana çok saygı duyuyor. O herkese saygı duyar ama sana bir başka saygı duyuyor." "O ne demek şimdi?" "Misafirsin çünkü. Başka evrendensin falan ya. Ondan." Elini sallayıp kollarını bağladı. Tam o sırada koridordan gelen bir tıkırtı işittik ve ikimizin gözü de kapıya döndü. Kapım tıklatılınca panikle geri çekildim ve kadının koluna sarıldım. "Nasıl çıkacaksın şimdi buradan?" "Yanlış bir seçimde bulundum herhalde. Kızım ben doğanın ruhuyum diyorum sana. İstediğim her yerde belirtip bir anda yok olabiliyorum. Neyse, söylediklerimi sakın unutma. Çağıracaksan etrafta kimse olmasın ve baş parmağını numaranın üzerine koyup nefesini tut." Hızlı hızlı söylediklerinden sonra nefes nefese kaldı. "Tamam teyze, git burdan git!" Kolundan çekiştiriyordum ama bana mısın demiyordu. "Teyze değil, teyze annendir. Üstüme iyilik sağlık. Meryem de bana kızım!" "Meryem Ana. Git buradan! Çabuk!" Ofladı ve birden gözden kayboldu. Kan ter içerisinde kalmıştım. Göğsüm hızla inip kalkıyordu ve eğer biri beni böyle görürse atak geçirdiğimi falan düşünebilirdi. Kapıyı hızla açtım. Karşımda Dayı'yı görünce suçlu suçlu gülümsedim. "Kızım iyi misin? Öldün zannettim. Niye açmıyorsun kapıyı?" Bana şöyle bir bakıp halimi görünce telaşlandı. "Ne bu hâl?" "Yok bir şey Dayı. Yine gördüm o tuhaf şeylerden." "Anladım, anladım. İyisin şimdi değil mi?" Başımla onayladım onu. Sigara kokuyordu. "Sen ne için gelmiştin?" "Karan'ı gelecek mi diye aradım. Adamını yollamış. Onun için gelmiştim de ağaç olmuştur delikanlı şimdi." Elimi ağzıma götürüp sahte bir şaşkınlık yaşadım ve sahte şaşkınlığıma ben bile gerçekten şaşırdım. "Öyle mi? Hemen konuşayım o zaman. Nerede?" "Odamda." Tanrım... "Hemen gidelim o zaman. Konuşmam gerek Karan'la." Dayı başıyla onayladı ve önümden yürümeye başladı. Odasına girdiğimde, karşımda gördüğüm Aslan ile birlikte, az önceki panik hâlim yok oldu ve yüzüm gülücüklerle bezendi. "Afra Hanım." dedi Aslan. Dayı konuşabilmemiz için dışarı çıktığında Aslan'a baktım. "Patronun nerede?" Aslan boğazını temizledi ve koltuğa oturmamı işaret etti. Hemen karşısına oturup onun da oturmasını izledim. Ceketinin cebinden telefonunu çıkarttı ve bir numarayı tuşladı. "Alo?" dedi karşı tarafın ses vermesini beklerken. "Yanımda efendim. Vereyim mi telefonu?" Karan'ın sesini duyacağım için neden kalbim hızlanmıştı. Neden? Elime verilen telefona dümdüz baktım ve kulağıma yasladım. "Alo?" dedi bu defa karşı taraf. Karan'dı. Karan'ın sesiydi. Nefes alış verişlerini dinledim. "Alo?" dedi tekrar. Aslan'a baktım. Çıkmasını istediğimi anladığında efendisini fazla bekletmek istemediğinden midir nedir, hızla odadan ayrıldı. "Neden gelmedin dün? Gerçekten çok muydu işin?" Karan birkaç saniye sessizce bekledi. Daha sonra diyecek bir şey bulamamış olacak ki konuyu değiştirdi. "Rahat mısın orada?" Sağ gözümden yanağıma bir gözyaşı firar etti. "Bir adam vardı." dedim ağlayarak. Ama ona ağladığımı belli etmedim. Çenemi sıktım. "Dokundu bana Karan." "Ne?" dedi. Sesindeki telaşı öyle net, öyle yüksek duymuştum ki telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kalmıştım. "Ne dedin? Hangi adam?" "Önemi var mı? Gelmedin. Gelsen korurdun. Bana dokunamazdı ama sen gelmedin ve o adam da bana acımadı." Gelseydi bile beni koruyamazdı ama korurdu işte. Farklı bir anlamda korurdu en azından. Zihnimden korurdu. Sakinleştirirdi. "Afra, hemen geliyorum. Bekle güzelim hemen geliyorum." "Gerek yok!" dedim katı bir sesle. Gören de iki saniye önce ağlamadım zannederdi. Yanağımı sildim ve oturduğum yerde dikleştim. "Artık gelmene ihtiyacım yok, Karan. Benim artık sana ihtiyacım yok ama senin bana ihtiyacın var. Seninle sana muhtaç olduğum için değil, bana muhtaç olduğun için evleneceğim. İş bittiğinde ne evlilik kalacak ne de başka bir şey. Dediğim gibi, sakın beni sana muhtaç olduğumu düşündüğün için yanında tutma. Yoksa öyle bir bitiririm ki bu enerji alışverişini, enerjinle birlikte nefesin de kesilir. Evlilik hakkında ne yapılacaksa hallet. Bana sadece evet demek düşsün. Tabi sizin buralarda iş öyle yürüyorsa. Gün geldiğinde beni Aslan ile aldırırsın." Ses vermesini bekledim ama ses vermedi. "İyi günler!" dedim ve yüzüne kapattım. Az bile yapmıştım. Yanımda değildi. Ben hayali bir varlık bile olsa tacize uğramıştım. Titreye titreye ona muhtaçmışım gibi onu yanımda istemiştim ama o gelmemişti. İşi yoktu, tavır koymak için gelmemişti. Ben de ona gitmeyecektim. İhtiyacı olsa bile ki olmayacaktı da zaten. Sanırım Karan gibi, benim de eski benliğime dönmem gerekiyordu. İnsanlar tuhaftı. Karan beni dün gece, zayıflığım olduğunu bildiği yansımalarla korkutmaya çalışmıştı resmen. Bu da bir başka bakış açısıydı ve böyle düşününce bile mide bulandırıcı oluyordu. Kimse bana acımıyordu. Hiç kimse. Kimsede merhamet de yoktu. Benden de beklemeyeceklerdi o zaman. "Aslan!" dedim dışarıya doğru. Kapı aralandı ve Aslan başını uzattı. Daha sonra tüm bedenini içeriye sürükledi. "Dün Karan'ın işi var mıydı? İşi ne diye sormuyorum, işi var mıydı?" Aslan ilk başta şüpheyle baktı ancak daha sonra bunun efendisine bir zararı olduğunu düşünmemiş olmalı ki başını olumsuz anlamda salladı. Başımla onaylayıp elimdeki telefonu ona verdim. "Aç mısın?" Başını hayır anlamında salladı. "Gidebilirsin o zaman artık. Karan sana haber verir ne olacaksa. Geldiğin için teşekkür ederim." Kimse ona teşekkür etmemiş olmalıydı. En azından ilk defa gülümsetebilmiştim onu. Üstelik Karan'la ilgili konuşmadan. "Gideyim o zaman artık. İyi günler size." Başımla onaylayıp mekana kadar ona eşlik ettim. "Görüşürüz, kolay gelsin." Başıyla selam verip mekandan çıkıp gitti. Dayı nerelere kaybolmuştu böyle? Oflayıp odama dönme kararı aldım. Koridordan geçtim ve odama girip kendimi yatağıma attım. Aklımda dönüp duran o kadın, az önce burada olan kadından başkası değildi. İlk başta ondan fazlasıyla korkmuştum. Hatta öcüydü gözümde. Ama şimdi gitmeden önce benimle yaptığı konuşmaya gülebilirdim bile. Sanırım gerçekten söylediği gibi beni tavrımı gözlemleyebilmek için korkutmak istemişti ve başarmıştı da. Neden Karan'ın arkasındaydı? Bilmiyordum. Öğrenmeliydim. Bir şekilde, nasıl olacak bilmiyordum ama öğrenecektim. Ancak ondan önce, sanırım atlatmam gereken bir düğün vardı. |
0% |