@elfhikayelerii
|
Kendimi bildim bileli, doğum günlerim bana hiçbir şey ifade etmezdi. Sadece babam için yüzümde eğreti duran yalancıktan bir gülümseme, genelde annemin sosyal medyasını süslemek için önüme konmuş süslü ama bana en az doğum günüm kadar hiçbir şey ifade etmeyen ve genelde pembe olan o pasta, üstümde hiç sevmediğim çok rahatsız olan ve yine pembe olan, her sene değişen, abartılı elbiselerim ile mumları üfler, yalancıktan kameralara gülümser, anneme bana sürpriz yapmış da çok mutlu olmuşum gibi zıplayarak teşekkür eder, doğum günlerime çağırdığı sözde arkadaşlarına Oscar'lık performans sergilerdim. Tüm bunları yaşım oldukça küçükken düşünmüş ve uygulanıştım. Yetişkin bir insanı bile hayrete düşürecek tavırlarım, benim özel gücüm değildi. Bana dayatılmış olgunluk düşüncesiydi. Evet, erken olgunlaşmıştım. Hayır, erken olgunlaşmak zorunda bırakılmıştım. Doğum günlerim benim için bir oyunculuk performansı sayılırdı yani. Yalancıktan düzenlenmiş bir partinin kurbanı olurdum. Herkes mutlu olduğumu düşünürdü. Ve her doğum günü partimden sonraki akşamda, dayak yerdim. Babam doğum günlerime hiç yetişemezdi. Yetişmek mi istemezdi bilinmez ama annem ve ablamla hep yalnız kalırdık. Onlarla yalnız kalmak beni öylesine korkuturdu ki ne isteseler yapardım. Bir annenin çok da önemli olmayan olaylara sinirlenip sinirini el kadar çoğundan çıkartması benim için hep soru işareti olarak kalacaktı. Bunu özellikle neden doğum günlerimden sonraki akşam yaptığını da bilmezdim ama bana bir keresinde, "Hiç doğmamalıydın! Sen benim en büyük lanetim olarak kalacaksın!" demişti. Amacı neydi, neden beni dövüyor ve sonra güçlendiğimi düşünüyordu bilmiyordum. Bilebileceğimi de düşünmüyordum çünkü bunların mantıklı bir açıklaması olamazdı. Acı verici ve bir o kadar da saçmaydı. Sebepsiz ve katlanılmazdı. Bir sebebi olmalıydı. Çok kafa patlatmıştım ama hayır, bir sebebi yoktu. Bu annemin psikopatlığıydı ve psikopatça hareketlerin izahı olmazdı. "Efendim, Karan Bey sizi bekliyor." Karan'la daha dün telefonla konuşmuştum. Bu kadar hızlı hazırlanacağına ihtimal vermemiştim tabi. Yüzümde saniyelik bir şaşkınlık belirdi ancak hemen yok oldu. "Anladım. Hazırlanıp döneceğim. Burada bekler misin lütfen?" Onay aldığımda içinde bulunduğum mekandan, iki gündür uyuduğum odaya yöneldim. Yatağın üstündeki hırkamı elime alıp etrafa bakındım. Buraya ait değildim ve buradaki hiçbir şey de bana ait değildi. Ait olduğum tek yer, babamın mezarıydı. Ve babamın mezarının yanındaki mezarım. Ancak burada ölsem, cansız bedenim oraya ulaşamazdı bile sanırım. Bu yüzden kadının söylediklerini harfi harfine düşünmüş ve bir sonuca varmaya çalışmıştım. Sonuç fazla şaşırtıcı değildi. Kimseye güvenemezdim. Bu kadına da güvenmeyecektim ve hareketlerini gözlemleyecektim. Elbet bir açık verecekti. Anlaşmamızı bozabilecek bir açık. Ve açığını, onu güçsüz gördüğüm anda yüzüne çarpacak, hem ondan kurtulacaktım hem de babamı kurtaracaktım. Bir şekilde yapacaktım. Odadan çıkıp uzun koridoru son kez geçtim ve neredeyse koridorun sonuna gelmiştim ki Sinem'le göz göze geldik. "Sinem, nasılsın?" "İyiyim efendim. Siz nasılsınız?" "İyiyim." dedim ve gülümsedim. "Gidiyormuşsunuz sanırım. Kendinize çok iyi bakın." Onunla muhtemelen bir daha görüşmeyecektim çünkü burası bana iyi gelmiyordu. Hiç. İyi şeyler hissettirmiyordu. İyi şeyler hatırlatmıyordu. "Sen de kendine iyi bak Sinem. Teşekkür ederim, iki gündür benimle ilgilendiğin için." "Ben teşekkür ederim." dedi. Gülümseyerek elimle kolunu sıvazladım ve yanından ayrıldım. Az önce beni bilgilendiren adama doğru ilerledim. "Aslan nerede?" "Aslan Bey'in işi var. Kendisi sizi Karan Bey'e götürmem için beni görevlendirdi." Bu şüpheliydi çünkü Aslan başımda olan belayı biliyordu. İşi olsa da beni yalnız bırakmazdı. "Dayı'yı görmek istiyorum. Sen şuraya oturup beni bekle. Hemen döneceğim." Koluma uzandı. "Hemen gitmemiz gerek efendim. Lütfen acele edin." Başımla onayladım ve koluma dokunmasına izin vermeden Dayı'nın odasına doğru ilerledim. Karan'ın adamı değildi. Böyle bir şey olacak olsa ya Aslan ya da Karan bizi biliglendirirdi. Odaya resmen daldım ve kapıyı kapattım. Dayı ayağa kalkıp çatık kaşlarla bana baktı ancak benim odasına girdiğimi anladığında ifadesi düzeldi. "Karan'la konuştun mu Dayı?" "Hayır, konuşmadım. Neden?" "Az önce bir adam geldi. Beni Karan'a götürecekmiş. Şüphelendiğim için seninle vedalaşma bahanesiyle geldim buraya. İyi ki de gelmişim." Dayı beni koltuklardan birine otutturdu. Elimdeki hırkayı bir kenara bırakıp ona baktım. "Otelde görevlilerin eğitim aldıklarını biliyorum. Beni koruyabilirler değil mi? Ne olur ne olmaz. Plan aksarsa zarar görürüm." Dayı başıyla onayladı. "Öyle. Ama ben yine de Karan ile konuşayım. Belki gerçekten o göndermiştir. Pek zannetmiyorum ama." Telefonuna yöneldi. Masadaki telefonunu eline aldı. Ancak tam o sırada hızla açılan kapı ile birlikte az önceki adamla göz göze geldik. Arkasında Sinem ve birkaç erkek çalışan vardı. Ve adamın elinde bir silah. Namlusu bize dönüktü. "Bırak telefonu hemen!" Dayı ellerini kaldırmadan önce elindeki telefonu masaya bıraktı. Göz ucuyla beni kontrol etti. Çoktan ayağa kalkmış, adama dik dik bakmaya başlamıştım. "Kendini akıllı mı zannettin?" dedi küçümseyici bir tavırla. Omuz silkip kollarımı bağladım. "Akıllı olduğumu zannetmekle, akıllı olduğumu bilmek arasında fark var tatlım. Benimki bilmek oluyor bu durumda!" "Ne?" Kaşlarımı kaldırıp adamın başına silah dayayan Aslan'a haklı bir keyifle gülümsedim. Kapıdan büyük bedeniyle girip adama yan yan bakan Karan'a bakmadan onlara doğru birkaç adım attım. Silah tam çeneme denk geliyordu. İşaret parmağım ve orta parmağımı birleştirip, yüzümü buruşturarak silahın namlusunu üzerimden çektim ve adama yaklaştım. "Kendini akıllı mı zannettin Jason?" dedim yüzüne bakarak. "Arkandaki o Sinem denen ama asıl adı Aslı olan kızla iş birliği yapıp beni mi paketleyecektiniz?" Adam şok içerisinde bana bakıyor, başındaki silah yüzünden hareket dahi edemiyordu. Sinem'in durumu da ondan farklı değildi. "Yakında düğünüm var. Şu yanında gördüğün Kuzey yöneticisiyle. Sen davetli değilsin ama sahibin davetli. İletirsin." dedim yapmacık bir gülümsemeyle. "Oğlum," dedi Karan adamı ensesinden yakalayıp yaklaşarak. Adam gözlerine bakmamak için kafasını yana yatırıyor, asla sabit durmuyordu. Ancak Karan'ın koca elleri ensesine öyle bir kavramıştı ki adamın hiç şansı kalmıyordu. "Madem birini kaçıracaksınız, ki kaçırmak istediğiniz kişi benim müstakbel eşim, insan bir plan falan yapar. Aptal mısın? Benim mekanımda silah çekiyorsun ki yine belirteyim müstakbel eşime, en azından bir kaçış planı falan yaparsın hani değil mi? Hiç olması bir B planı falan. Gerizekalı!" dedi adamı tuttuğu ensesinden itekleyerek. Adam birkaç adım yalpaladı ancak sonra toparladı. "Bizzat kontrol ettim tüm giriş çıkışları. Tek adam yok. Sinirlerim boşaldı resmen." dedi elini kaldırıp titrediğini göstererek. "Bir ara uğra plan yapmayı öğreteyim. Sahibine de söyle o da gelsin. Hiç tadı kalmıyor böyle." Cık cıklayarak odada ilerledi ve az önce kalktığım yere oturarak bacağını diğer bacağının üstüne attı. Üzerindeki siyah boğazlı kazak ve siyah takım elbisesi olmasa, onu ciddiye alamayacaktım. "Ne yapayım bunu efendim?" "Tepemize çıkart Aslan, tepemize çıkart!" Kahkaha atmama ramak kalmıştı. "Müstakbel eşim olduğu için artık kucağına otutturmaya karşı, Aslan. Görüyor musun?" dedim göz devirerek. Aslan'ın adını ilk duyduğumda da aynı soruyu sormuştu ve Karan yine büyük bir öfkeyle, "Kucağıma oturt Aslan, kucağıma!" demişti. Yaptığım göndermeyi anlayan Karan sırıttı ancak boğazını temizleyip Aslan'a döndü. "Bayılt Aslan, kargolayacağız adamı. Bayıltmamız gerek ya hani?" Kaşlarını kaldırıp, hayret içinde olduğunu belli eden tavırlarıyla, Karan'ın söylediği şeyleri birkaç saniye algılayamadı ancak sonra elindeki silahla adamı bayılttı. "Sinem, seninle de bir daha görüşemeyeceğiz sanırım." dedim dudağımı büzerek. "Ben kendime iyi bakacağım da, senin için aynısını söyleyemem." dedim az önceki konuşmamıza gönderme yaparak. Sinem hâlâ şoktaydı. Mükemmel bir plan yapmışlar gibi nasıl ifşa olduklarını düşünüyor olmalıydı. Çok basitti. Karan'la konuşup odama döndükten yaklaşık 4 saat sonra odamdan ayrılmış, yemek yemek için otel yemekhanesine yönelmiştim. Sinem yine beni karşılamıştı. Her şey normaldi. Sinem'le sohbeti fazlasıyla ilerletmiştik. İyi kıza da benziyordu zaten dışarıdan bakılınca. Ancak duydum. Tuvalete gitmek için ayrıldığım masaya geri dönerken, telefonla konuşmaya başlamıştı. "Jason!" diye açmıştı telefonu. Sesinde fazlasıyla panik vardı. "Bana bak!" demişti fısıldayarak. Eliyle telefonu tutuyor, etrafına bakınıyordu. İlk başta erkek arkadaşı olduğunu düşünüp dinlemeyecektim ancak sonra adımın geçtiğini duyup dinlemeye başladım. Duvarın arkasına gizlediğim için beni göremiyordu. "Afra denen kız burada hâlâ. Telefon geldi birkaç saat önce. Karan aramış herhalde. Tam anlamadım ama yakında gelip götürecekler kızı. Planı yap. Karan'ın adamıyım falan diyip alırsın kızı. Saf bir şeye benziyor zaten. Hemen hallederiz." Plan dedikleri şey buydu. Tanrım... Ayrıca Karan'a adıyla, bana da adım olmayan saçma sapan bir hakaretle hitap etmişti. Yani artık yarı ölüydü. Tabi ben bunu duyar duymaz, ufak adımlarla Dayı'nın yanına sıvışmış, duyduklarımı teker teker anlatmış ve onun da ufak çaplı bir şok geçirmesine neden olmuştum. Sonra Karan'ın aramıştık. Bir tur da ona anlatmıştım. Ama o şok geçirmemişti. O cinnet geçirmişti. Biraz sövmüştü. Sonra çok az ben de ona sövmüştüm. Ben sövdüğüm için Karan susmuş, Dayı şaşkınlık ve ayıplama ifadeleriyle beni donatmış, en sonunda da böyle bir plan hazırlamıştık. Plana göre Dayı dışarıya çıkmayacaktı ki şüphelendiğim bir şey olursa adamın yanından hemen ayrılabilecektim. Aynı zamanda Karan, Aslı olan Sinem'in telefonunu dinlemeye başladı. Konuştukları neredeyse her şeyden haberimiz vardı. Kızın gerçek adına kadar. Sadece ne zaman harekete geçeceklerini bilmiyorduk, o kadar. Karan en başından beri plandan nefret etmişti ancak üzerime koruyucu yelek giymeyi teklif edince memnuniyetsiz bir tavırla kabul etmişti. Aramız hâlâ düzelmiş değildi ama eskisi kadar da sert davranmıyordum. En azından karşımızdaki bu iki yüzlü Aslı'nın yanında. Aslı yavaştan beklenildiği gibi gözyaşı dökmeye başladı. Onu çoktan kollarından yakalayan adamlardan zorlukla ayrıldı ve Karan'ın önünde diz çöktü. Yüzümü buruşturarak diyeceklerini bekledim. "Özür dilerim, efendim. Affedin! Ne olur affedin. Tehdit ettiler beni. Annem hasta. İlaç gerek ona!" Evet, çok iyi performanstı. Gayet de sakindim aslında. Ta ki karşımdaki bu pislik kadın, elini Karan'ın dizine koyana kadar... "Lan!" dedim üzerimdeki koruyucu yeleğin ağırlığını unutup kızın kolundan yakalarken. Ayağa kaldırdım ve onu bir güzel duvara yapıştırdım. "O elini alır, parçalara ayırır-" "Tamam tamam, sakin ol karıcığım. Bir şey yok, bir şey yok!" Karan ayağa kalkıp belimden yakaladı ve önüme geçerek beni engellemeye çalıştı. "Sanki bilmiyoruz neden yaptığını falan! Bir de yalan söylüyorsun. Biz sizin gibi miyiz şeref-" Karan eliyle ağzımı kapattığında ondan kurtulmaya, hırsımı atmaya çalışıyordum. Bozacaktım ağzımı. Bozacaktım! "Aslan, adamı notla birlikte paketle. Kızla da ilgilen." Ne demekti kızla ilgilen? Ne demekti? Çırpınmayı bırakıp çatık kaşarla Karan'ı izledim. "Of, ben neden buradayım şimdi amına koyayım?" Alex odaya girip yüzünü buruşturarak yerde yatan adama kısa bir bakış attı ve bize döndü. "Afra!" dedi büyük bir dehşetle. "Olay ne? Anlatır mısın?" Anlamadığım için aptal aptal yüzüne bakmakla yetindim. "Bu Karan boşta olan tüm adamlarını çok önemli plan diye buraya yönlendirdi. Sıranın en arkasından buraya ulaştım. Arkadaki adamlar olay neymiş diye birbirine soruyor yemin ederim! Aralarında hastaneden çıkıp gelen var. İfşa oldu güzelim mekan!" Karan'ın adamları tamamen odadan çıkmış, sadece Dayı, Alex, Karan ve ben kalmıştık. "Abartma!" dedi Karan kaşlarını çatarak. Beni bıraktı ve üzerini düzeltip yeniden oturdu. "Abartmıyorum yenge. Ne kadar adamı varsa dışarıda. Sanırsın kendisinin canına kast edildi." Yenge mi demişti? Yüzümü buruşturdum. "Gerizaklı." diye mırıldandım. "Canıma kast edildi zaten." dedi Karan. Odada olan Dayı, Alex ve ben hep birlikte ona döndük. "Karan Başer'in karısının canına kast edildi, yani binevi benim canım." dedi ve gözlerini kapatıp kafasını geriye yatırdı. "Böyle olaylar olmalı ki, kim önemli kim önemsiz anlaşılsın. Şimdi paketimizi aldıklarında korkudan Afra'nın yanına bile yaklaşamayacaklar ama çok renksiz oldu böyle. Biraz kanla renklendireceğim." "Ne yapacaksın?" dedim tedirgin bir hâlde. "Aslan!" dedi bu kez sorumu yanıtsız bırakarak. Odaya giren Aslan'a baktım. Karan gözlerini açmadan ve kafasını kaldırmadan, pürüzlü sesiyle konuşmaya başladı. "Arkadaki garsonların ikisini öldür. Paketin yanında gönder. Sana verdiğim notu da onların kanıyla yaz." Bahsettiği garsonlar, Jason ve Aslı'nın emrinde çalışan ve onlar gibi köstebek olan garsonlardı. Aslan alışık görünüyordu. Hatta benim dışımda herkes alışık görünüyordu. Zira bir tek ben yüzümü buruşturmuştum. Aslan başıyla selam verip odadan tekrar ayrıldı. "Ben hiçbir şey anlamadım." dedi Alex. Karan ofalayıp ayağa kalktı. "Alex, siktir git. Başım ağrıyor zaten. Tüm adamları da görev yerlerine yeniden yolla." Alex gözlerini devirip arkasını döndü ve söylene söylene odadan ayrıldı. Karan'ın yine başı ağrıyordu ve bunun uykusuzluktan olduğunu bu odada ben de dahil herkes biliyordu. Ya da sadece ben biliyordum. Şu an bunun bir önemi yoktu. "Dayı," dedi Karan yaşlı adama yaklaşarak. Elini elleri arasına aldı ve saygılı bir üslupla konuşmaya başladı. "Sağ ol. Afra'yı koruduğun için. İyice düşündüm. Yapılması gerekenleri ve kesin olarak yapacaklarımı. Hepsi senin sayende. Merak etme, burası senin mekanın. Mekanının ifşa olmasına asla izin vermem. Abartıyor Alex. En korunaklı olması gereken yere kadar sızmış şerefsizler. Hepsini temizleyeceğim yavaş yavaş." Dayı içten bir gülümsemeyle Karan'ın sırtını sıvazladı. "Gelin arada. Sohbet ederiz. Biliyorsun kimsem yok. Beni size hasret bırakmayın yeter." Karan başıyla onayladı ve bana döndü. Göz göze geldik. Bir müddet de kaldık öyle. Sanki yıllardır görüşmüyormuşuz gibi. Gözlerinden binlerce duygu geçti. Gördüm ama hiçbirine anlam veremedim. "Hadi, eve gidelim." Başımla onayladım ve gözlerimi kaçırdım. "Çok teşekkürler her şey için. Sonra yine ziyarete gelirim Dayı." Dayı beni başıyla onayladı. Arkamızı dönüp odadan ayrıldık. Mekana geldik ve asansör bekledik. Ancak aklıma gelen şeyle Karan'ı durdurdum ve yine koridora girdim. Karan peşimden geliyordu. Odaya girip kapısı yüzüne çarptım ve kilitledim. Üzerimdeki ağrılıktan kurtulup kapıyı açtım. "Yeleği mi çıkarttın?" Başımla onaylayıp yine asansöre yöneldim. Bozulduğunu pek tabi görmüştüm. Birkaç gün önce, hırsla binip berbat bir halde indiğim bu asansöre, şimdi keskin düşünceleri olan, önünü gören ve evlendikten sonra bir adama muhtaç olmayacağını bilen bir kadın olarak biniyordum. O doğanın ruhu olduğundan söz eden kadın, Karan'ı destekliyordu elbet. Ancak yine Karan'ı kullanarak planlar kuruyordu. Karan'a, kadının planlarını alt üst edecek kadar yakındım ve bu yakınlık benim Karan ve kadın arasındaki bağı ellerimde tuttuğumu gösteriyordu. Koparmak istersem, yapabilirdim. Bunu kadın da biliyordu ancak henüz bir sohbetimize konu olmamıştı. Asansöre bindik ve Dayı'yla son kez vedalaşıp kapanan kapılar ardında sessizce bekledik. "Nasılsın?" dedi sessizlikten pek hoşnut görünmeyip, bozmak isteyen Karan. "İyiyim." demekle yetindim. Ne diyeceğini bilememiş olmalı ki biraz sessiz kaldı ancak sonra devam etti. "Hep böyle mi olacağız?" "Önemi yok." Derin bir nefes verip açılan asansör kapısından bir an bile beklemeden inmemi izledi. İmtiyaz yoktu. Bana nasıl davranıldıysa, öyle davranacaktım. "Afra neden gelmediğimi, sana neden tavır koyduğumu biliyorsun. Bu kadar ileri gidebileceklerini ben bile tahmin etmemiştim. Bilsem gelmez miydim hem? Gelirdim tabi. Ama neden benimle evlenmek zorunda olduğunu anlaman gerekiyordu. Seni korumak içindi. Sen kendini düşünmüyor olabilirsin ama ben seni düşünüyorum." "Evet, sana güç sağladığım için beni düşünmek, yaşatmak zorundasın." "Yok, ben seni cidden anlamıyorum. Neden bu kadar katı olduğunu, neden duygusuz gibi davranmak zorunda hissettiğini anlamıyorum." Tam mekanın dışına çıkmıştım ki, sözleriyle adımlarım bıçak gibi kesildi ve ona döndüm. İfadesiz bir yüzle, ona gerekli cevabı verecektim. "Hissettim. Bak ne oldu bana? Resmen tacize uğradım Karan. Bu senin suçun değildi. Hatta biliyor musun, bu peşimde olan o manyakların suçu da değildi. Bu benim suçumdu. İzin verdiğim için. Eğer seninle evlenmeyi en başta kabul etseydim, duygularıma yenilmesem, saçma sapan çocukluk travmam yüzünden sana sert çıkmasaydım, seninle birlikte çıksaydım o mekandan, bunlar başıma gelmeyecekti. Duygu, kaybettirir. Ve ben bu oyunu kaybedersem, ölürüm. Bunu sen de biliyorsun, ben de." Karan şok olmuş bir ifadeyle yüzüme baktı. Dışarıda sakladığı ancak uzun konuşmamla yeniden eski hâline dönen kızılları açılan gözleriyle birlikte daha da belirginleşmişti ve bu her ne kadar kendimi telkin etsem de beni etkiliyordu. Dudaklarını araladı ancak bir şey söyleyemedi. "Kızdığım artık sen değilsin çünkü sana karşı kızacak kadar bile bir şey hissetmiyorum. Zamanında hissettim. Koruduğun için. Ama artık asla. Çünkü biliyorum. Ölmek istemiyorum, Karan. Ölmeyeceğim. Asla ölmeyeceğim." Karan'ın herhangi bir tepki vermesini bekleseydim, sabaha kadar orada dikilmek zorunda kalacaktım. Umursamadan önüme döndüm ve ilerlemeye devam ettim. "Bekle!" diye bağırdı arkamdan. Ona döndüm. Yanıma gelip elimi yakaladı ve gözlerime bakıp gülümsedi. Elim büyük eli arasında küçücük kalıyordu. "Gidelim." dedi. "Çok işimiz var." Beni yürütmeye başladığında, az önce o şaşkınlıktan bana nasıl bakıyorsa, şimdi aynı gözlerle ona bakıyordum. Ona onca şey söylemiştim. Bunu mu anlamıştı yani? Eve gittiğimizi sanıyordum ama onun başka planları var gibi duruyordu. "Sen hissetme." dedi. "Senin aksine, hissettiği zaman kazandığını düşünenlerdenim. His, beraberinde hata kadar hırs da getirir. Tabi histen kastın yalnızca iyi duygular değilse. Sen nötr olmak isteyebilirsin ama ben, nefret dolu olmak istiyorum. Yoksa seni ne hayata bağlayabilir ki?" Sonunda simsiyah bir arabanın önüne geldik. Arka kapıyı açıp binmemi bekledi. İstediği gibi arabaya bindim ve o da yanıma bindi. Arabayı şoför kullanıyordu. Sanırım bu, artık resmen kaçmadığımızın ufak bir kanıtıydı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum ve sormaya da üşeniyordum. Sadece varmayı bekledim. Ancak Karan yine konuşmaya başladı. Görmeyeli çenesi mi açılmıştı neydi? "Planımız basit. Gönderdiğimiz paket onlara ulaştığında, çılgına dönecek ve düğünü engellemek için ellerinden geleni yapacaklar. Neyse ki, benimle evleniyorsun o yüzden için rahat olsun. Tek yapman gereken," Dudağını büzdü. "Ailemizin belli başlı kuralları vardır. Onları benimsemek. Senin şu dik başlı kız profiline pek uymuyor ama merak etme. Sonuna kadar yanında kalacağım için sana dokunamazlar." "Bu ne demek şimdi?" dedim gözlerimi devirerek. "Çok da önemli bir şey değil. Hani sizin orada gelin hamamları falan olur ya. Amaç gelini incelemektir. İşte bizim burada da ona benzer şeyler var. Hamam değil, daha çok seni tanıyıp savaşçı bir ruhun var mı görmeye çalışacaklar. Açıkçası buna karşı çıkma niyetindeyim çünkü bölgeyi yöneten benim. Ailemin pek bir söz hakkı kalmıyor yani. Kiminle istersem onunla evlenirim. Sen sadece yanlış bir şey yapma. Gerisi tamamen bana kalmış bir şey. Karşı çıksalar da evleneceğiz zaten." dedi keyifle sırıtarak. "Bizim orada kaynanalar pek anlayışlı değildir. Umarım senin ailen anlayışlıdır. Aksi ikimiz için de iyi olmaz. Halıya sarılmak falan istemem." "Ne?" dedi masum masum. "Halıya sarılmak da ne? Başka bir adetiniz falan mı?" Tabi burası bizim evrenden bazı konularda biraz farklıydı. Her şeyi bilen Karan bunu bilmiyordu. Bir tık şaşırsam da, konunun üstünde pek durmadım. "Neyse, boşver." dedim ve dışarıyı izlemeye koyuldum. Geçip giden dükkanlar, geçip giden ağaçlar arasında kendimi kaybolmuş hissettim. Birden, ağlamak istedim. Sonunda araba durduğunda etrafıma bakındım. Hâlâ bu işlek caddedeydik. Neden burada olduğumuzu anlamak için Karan'a döndüm. Bana bakmadan arabadan indi. Yaptığı bu harekete anlam veremeyip ben de arabadan indim. Karşısında durduğumuz Cafe, oldukça güzel görünüyordu. Büyük değildi. Aksine, küçüktü ve caddede olmasına rağmen pek iş yapamıyor gibiydi. Karan yine elime uzandı ve yavaş adımlarla Cafe'ye girdik. "Karan oğlum, uzun zaman oldu görüşmeyeli." Cafe'ye girer girmez karşımızda beliren kadın, Karan'ın sırtını sıvazlayıp oldukça samimi bir ses tonuyla bunları söylemişti. "Öyle oldu Asuman Teyze. Mecbur iş güç işte." Masalardan birine geçip oturduk. Ancak o zaman, buranın bir Cafe değil de bir pastane olduğunu fark ettim. "Bu kızımız kim? Tanıştır bakayım bizi." Benimle tanışmakta oldukça ısrarcı olan teyze, sonunda amacına ulaştı. "Afra, Asuman Teyzem, Asuman Teyze, Afra." Teyze Karan'a bakıp devam etmesini bekledi. "Nişanlım. Yakında evleneceğiz." "Ne?" Sen gel, hiç tanımadığı biriyle evleneceğini muhtemelen çok yakın olduklarını tahmin ettiğim teyzene söyle, sonra da vereceği tepkiye gül. Karan'ı öldürmeliydim. Evet, onu öldürecektim. "Çok özür dilerim kızım, kusura bakma. Bu deli oğlan pek bilmez böyle güzel haber vermeyi. Dan diye söyleyince şaşırdım birden. Kimse de beklemezdi Karan'dan bu kadar yoğunken evlilik düşünmesini." "Sorun değil teyzeciğim. Kimse ihtimal vermiyor, herkes şaşırıyor zaten." Yani, kimse Karan denen buz kralının evleneceğini tahmin etmiyordu hâliyle. Normaldi. "Asuman Teyze," dedi Karan ayaklanarak. "Bir gelir misin? Seninle bir şey konuşmam lazım." İkisi de kalktığında Karan bana döndü. "Afra, burada bekle hemen döneceğim tamam mı?" Başımla onayladım. Yanımdan ayrıldıklarında, etrafı incelemeye ancak fırsatım olmuştu. Kahve tonlarıyla dizayn edilmiş bu mekan, oldukça şirin görünüyordu. Neden hiç müşterisi yoktu bilmiyordum. Eğer özgür olsaydım, bu mekandan çıkmazdım. Çok iştah açıcı görünüyordu. Sonunda geri döndüğünde, Karan'ın yanında teyze yoktu. Nereye kaybolduğunu merak ettim. "Teyze nerede?" "Gelecek." Başımla onayladım ve yanıma oturmasını izledim. "Buradan çıkınca, alışverişe gitmemiz lazım. Kendi zevkine uygun kıyafetler al. Burada kalıcı gibi görünüyorsun. Yani, en azından uzun bir süre." O, öyle sanıyordu. Ancak burada kalıcı falan değildim. Arkasından bu şekilde iş çevirmek beni kötü hissettirse de yapmak zorundaydım. Karan da dahil, kimseye güvenemezdim. "Duruma göre seni ailemle tanıştıracağım. Bugün çok yorulacaksın. Sanırım yarın tanıştırmak daha mantıklı." Başımla söylediği her şeyi onayladım. Göz gözeyken, Karan'ın gözleri birden arka tarafıma kaydı. Başımı baktığı yöne doğru çevirdiğimde, ufak çaplı bir şok yaşadım. Teyze, elinde küçük bir pastayla bana doğru geliyordu. Üzerinde diktiği birkaç mum, ateşini muhafaza etmek için üstün bir çaba harcıyordu. Pastayı getirip önüme koydu ve doğruldu. "Doğum gününmüş. İyi ki doğdun kızım." Teyze bana gülümsedi ve bizi yalnız bırakmak için olsa gerek geldiği yere geri döndü. Şaşkınlıkla Karan'a baktım. Gözleri pastada, gülümsüyordu. "Hatırlıyor musun?" dedi bu defa bana bakarak. "O çatıda, sana söz vermiştim. Pasta alacağıma yani. Ama buraya geldiğimde hiç fırsatım olmamıştı. Geç kaldığım için özür dilerim. Şimdi sen de, babana verdiğin sözü yerine getirebilirsin." O gün, o çatıda üflediğim çakmak ateşi geldi aklıma. Gözlerim yavaş yavaş doldu ve gülümsedim. Bu tamamen aklımdan çıkmıştı ama Karan unutmamıştı. Ellerimi birleştirdim. Gözlerimi kapadım ve bir dilekte bulundum. Kendimden bile sakladığım ama gerçekleşmesi için can attığım bir dilek. Sonra tekrar gözlerimi araladım ve mumaların hepsini üfleyip elimi çırptım. "Teşekkür ederim." dedim ona tekrar dönerek. "Aklımdan çıkmış." "Biliyorum." dedi. "Buraya geldiğinden beri rahat bir nefes alamadın ki. Aklından çıkması çok normal. Ama artık öyle olmayacak. Kaçmak yerine, savaşacağız. Hem, sen de böyle olmasını istersin öyle değil mi?" Başımla onayladım. Gözümden akan yaşı silip burnumu çektim. "Bak," dedi yüzümü işaret ederek. "Hissetmek öldürür diyen bir kız, yıllarca acı içerisinde mumlara gülümsemiş. Sana hissetmek ne demek canavarlar açıklamış. Bir de benden dinle. Sonra karar ver, güçsüzlük mü yoksa güç mü?" Dolan gözlerimi kendimi sıkarak dizginledim. Beni nerden vuracağını çok iyi biliyordu. Ona bu hakkı, sanırım ben vermiştim. Söylediklerine cevap vermeden, pastaya odaklandım. Abartılı bir pasta değildi. Üzerimde abartılı bir elbise yoktu ve en önemlisi, gülümsemem sahte değildi. Gerçekten, Karan beni mutlu ettiği için gülümsüyordum ve bundan içten içe korku da duyuyordum. "Hissettiriyorsun." dedim ona. "Hissetmek istemediğimi söylemiştim." Duraksadı. "Ben de sana, seni yaşatacağımı söylemiştim. Bahsettiğim şey, nefes alıp vermenden ibaret değildi." Ağlamayacağım, ağlamayacağım. Sanırım ilk defa biri yaşamamı istiyordu. Tanrım... Onunla daha fazla konuşmadım. Pastaya uzun uzun baktım ve teyzenin, pastanın yanında getirdiği bıçakla onu dört eşit parçaya böldüm. Pasta zaten küçük olduğundan, parçalar yeterli büyüklükteydi. "Ben tatlı sevmem." dedi ona ayırdığım parçaya bakarak. Kaşlarımı çattım. "Bu tatlı değil, benim doğum günü pastam." Karan gözlerime baktı. Sonra pastaya baktı ve uzattığım çatalla pastadan ufak bir parça koparttı. Ağzına attığı an ifadesi değişse de keyifle gülümsedim. "Aferin." dedim ben de kendi pastamı yemeye başladığımda. Açıkçası ben de yaş pastalardan nefret ederdim. Bu yüzden pastanın yarısından fazlası kalmıştı. "Bunu atarlar mı şimdi? Ziyan olacak." "Bir şey olmaz. Söylerim Asuman Teyze'ye çocuklara verir dokunmadığımız kısımları." Başımla onayladım. "Asuman Teyze'yle nereden tanışıyorsunuz?" Karan derin bir nefes verdi. "Küçükken bazen evden kaçardım. Kaçtığımda buraya gelir, Asuman Teyze'nin pastalarından yerdim. Yanımda hiç param olmazdı ama Asuman Teyze her seferinde bana da ikram ederdi. Hem de kim olduğumu bilmeden. Buradaki tüm tarifleri tatmışımdır." Vitrindeki pastalara baktı ve masum masum güldü. Ben de onu böyle görünce güldüm. "Küçükken seviyormuşum o zaman tatlıları." "Evet, severdim. Ama sonra büyüdüm." Bakışları keskinleşti ve vitrindeki gözleri karşısındaki duvara döndü. Çocukluğu gözünün önüne gelmiş olmalıydı çünkü kendi çocukluğumu ne zaman düşünsem, eksi beni dışarıdan izliyormuş gibi olurdum. Sanki anı capcanlıydı ama ben gelecekten katılıyordum. Bir misafir gibi. "Teyze'yi gördükten sonra, gidelim. Olur mu?" Kafamı sallamakla yetindim. Önümdeki pastayı düzelttim. Tabakları ve çatalları üst üste koydum. Bu sırada Karan teyzeyi çağırdı ve onunla vedalaştık. "Pasta çok güzeldi. Ellerinize sağlık. Çok teşekkür ederim." "Ben teşekkür ederim kızım. Sonra yine gelin mutlaka." Başımla onayladım. Karan'la da kendilerine has bir şekilde vedalaştılar ki bu, teyzenin söylenmesi ve Karan'a sarılmasından ibaretti, en sonunda pastaneden ayrılabildik. Teyze hep, beni neden daha sık görmeye gelmiyorsun diye soruyordu. Muhtemelen, Karan'ın derdi yok falan zannediyordu. İndiğimiz arabaya yeniden bindik ve bu defa, bu işlek caddenin tam tersi istikamete doğru gitmeye başladık. İlerledikçe daha da kalabalıklaşıyor gibiydi ve ben kalabalıktan nefret ederdim. "Tüm bu insanlar, isminden bile korkarken nasıl olur da seni görüp tanıyamazlar?" Karan omuz silkip şaşkınlığıma gülümsedi. "Böyle olması daha iyi. Hem, bunun için şükretmen gerekir. Çünkü artık karım sayılırsın ve seni tanırlarsa, ciddi problemler yaşayabilirsin. Sisteme zarar vermek isteyen ilk sana yönelecektir. Neyse ki seni tanımıyorlar." "İyi de, araştırmazlar mı? Adımı, sanımı, nereden geldiğimi falan? Sen buranın kralı gibi bir şeysin. Halk her şeyi bilmek isteyecektir. Ama istedikleri şey bizde yok bile. Tahminime göre benim başka evrenden gelmem, onlara göre kaçak olduğum anlamına gelir." Karan cevap verecekken sözünü kestim ve konuşmayı sürdürdüm. Çünkü aklıma çok önemli bir şey gelmişti. "Bittik!" dedim panikle. "Herkesin yansımasının olduğunu söylemiştiniz. Benim yansımam da vardır ve beni görürse, başka bir evrenden olduğumu direkt anlarlar." Büyüttüğüm gözlerimle Karan'a baktım. Ama beklediğim tepkiyi alamadım. Hatta anlık yüzü düştü ama hemen toparladı. "Merak etme. Kanunlarımıza göre farklı bir evrenden güç kaynağı edinen yöneticiler güç kaynaklarını bu evrenin vatandaşı sayabiliyor. Nadirdir bu olay. Ayrıca aklına gelebilecek her şeyi düşündüm. Araştırdım. Yansıman, çoktan ölmüş. Eşi, dostu, akrabası falan da yokmuş." Bu defa yüzü düşen taraf bendim. "Yaaa." dedim şaşkınlıkla. "Nasıl ölmüş peki?" Karan'ın gözleri cama döndü ve dışarıyı izlemeye başladı. "Cinayet." demekle yetindi. Gözlerim büyürken, bir yandan da benim görünüşümün aynısı olan bir kadının öldürülmesi gözümün önünden geçti. Kim bilir neler yaşamıştı? Daha fazla sorgulamadım çünkü Karan neden olduğunu anlamasam da bu konuyu konuşmaktan rahatsız olmuş gibiydi. Sonunda araba durduğunda aşağıya inip etrafıma bakındım. Büyük bir alışveriş merkezinin önündeydik bu defa. "Gidelim." Karan elimi tuttu ve benim için ideal adımlarla yürümeye başladı. "Bana birçok kıyafet aldın zaten. Neden yine alışveriş yapıyoruz? Paran fazla geldi herhalde." Karan'ı fazla göremiyordum ama göz devirdiğine neredeyse emindim. "Benim aldıklarım günlük şeylerdi. Şimdi davetler için bir şeyler ayarlamamız lazım. Kendi tarzını oluştur. Çünkü unutulan olmana izin vermeyeceğim." Duraksadı ve bana döndü. "Ayrıca, almamız gereken bir gelinlik ve damatlık var." Tepkimi beklemeden yürümeye devam etti. Muhtemelen kıymeti koparacağımı falan tahmin ediyordu. "Gelinlik falan giymem ben." dedim somurtkan bir yüzle. "Mantıklı mı bu? İstersen kot ve tişört giyip evlenelim. Kızım, sen benim gelinim olacaksın. Herkes seni konuşacak diyorum, gelinlik giymem diyorsun. Aptal mısın sen?" "Sensin aptal!" dedim yürümeye devam ederken. Daha doğrusu ben yürümüyordun şu an. Karan beni resmen çekiştiriyordu. "O zaman seçmeme yardım edeceksin. Nefret ederim kıyafet falan seçmekten." Seçemediğimi söylemeyecektim çünkü ona neydi? Karan zaten öyle olacak dermiş gibi bir bakış attı ve beni önce gece elbiselerinin ağırlıklı olduğu bir mağazaya soktu. Onunla alışveriş yapmak aklımın ucundan bile geçmezdi. Tanrım... Resmen çeyiz düzüyorduk. Kafayı yiyecektim. "Merhaba efendim, hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?" "Kolay gelsin. Bana, tasarımcınızı çağırır mısın?" Karan bulduğu bir yere oturdu ve oturduğu koltuğa eliyle birkaç defa vurup ayakta ona uzaylı görmüş gibi bakan beni, yanına çağırdı. Kız, Karan'ın önemli bir müşteri olduğunu düşünmüş olmalı ki vakit kaybetmeden yanımızdan ayrıldı ve birkaç dakika sonra yanımızda olacak olan tasarımcıyı çağırdı. Sonunda yanımızda yerini alan, benim yaşlarımda olan kadın Karan'ı görünce elini uzattı. "Merhaba Karan Bey. Kusura bakmayın, Çağla yeni burada. Tanıyamamış sizi." Karan sorun yok dermiş gibi kafasını salladı ve ayağa kalkıp kadının elini sıktı. Yanıma yeniden oturdu ve etrafa bakmaya devam etti. Sanırım bu tasarımcı kadın, Karan'ı tanıyordu. "Nihal Hanım, Afra. Afra, Nihal Hanım. Kendisi yakında eşim olacak. Onun için birkaç model bakmak istiyoruz. Afra, Nihal Hanım benim başarılı tasarımcılarımdan biridir. Biliyorsun, şirketimin tekstil alanında departmanı var. Mağazadan birkaç model seçtikten sonra, vücut ölçülerini almasını istiyorum. Böylelikle senin için elimizin altında olabilecek birkaç model de tasarlayabilir. Kısıtlı zamanımız olursa o modellerden seçersin." Başımla onayladım ve etrafa bakınmaya devam ettim. Karan'ın bu konuşmasından, kadının Karan'ı iş adamı sandığını anlamak zor değildi. Her yer mükemmel bir uyumla düzenlenmişti ve kadının işinin hakkını verdiği açıkça belliydi. "Afra Hanım, öncelikle tebrikler. Buyurun, sizin için birkaç model seçelim. Siz deneyin, Karan Bey de dilerse fikir versin." Ayağa kalktım ve kadının beni yönlendirmesine izin verdim. Önce, fazla gösterişli olmayan modellere baktık. Sonra yavaş yavaş dekolteli ve abartılı olanlara. Karan bunca hazırlığı neden yapıyordu bilmiyordum ama dediklerine bakılırsa bundan sonra davetimiz eksik olmayacaktı. Alışık olsam da, nefret ediyordum. Yanımdaki tasarımcı kadın oldukça saygılıydı. Sonuna kadar yanımda bekledi ancak bir ara beni Çağla denen kızla baş başa bırakıp Karan ile ilgilenmeye başladı. Ona kahve söyledi. Yanındaki koltuğa oturdu ve gülümseyerek sohbet etmeye başladı. Çağla ne gösterirse başımla onayladım çünkü Karan ve Nihal, hiç hoşlanmadığım bakışmalar eşliğinde sohbet ediyordu. "Efendim bu nasıl?" "Hı hı." "Peki bu?" "Hı hı." Tamam, Karan burada müşteriydi ve onunla iyi ilgilenmesi beklemediğim bir şey değildi. Ona kahve söyleyebilirdi. Peki neden o da kahve içiyordu? "Efendim?" "Hı hı." Karan bana döndüğünde, neden yaptığıma anlam veremediğim bir şekilde hızla önüme döndüm ve Çağla'ya baktım. Kız neredeydi? O kadar çok şeye 'hı hı' diye tepki vermiştim ki kız görünmüyordu. Tekrar Karan'a baktım. Hayır, hayır! Buraya doğru geliyordu. "Çağla!" dedim kıza fısıldayarak. "Ver şunları." Çağlanın elindekilerin yarısından fazlasını kendi elime aldım ve asmaya başladım. "Afra!" Karan yanıma geldiğinde ona baktım ve gülümsedim. "Nasıl gidiyor?" "Hı hı." dedim ve Çağla'ya döndüm. Kız resmen şok içindeydi. "Karan Bey, Afra Hanım onları denerken biz sohbetimize devam edelim." Yapışkan, pislik kadın! "Olmaz." dedim Karan'ı yanıma doğru çekerek. "Neden efendim?" Efendini de, seni de! "Birlikte giyineceğiz." Üçü birden şaşkınlıkla bana baktığında dediğim şey kafama bir top gibi çarptı ve gözlerimi kapattım. "Yani," dedim ellerimi sallayıp durumu izah etmeye çalışarak. "Bunların fermuarını kendi başıma kapatamam. Karan bana yardım eder." "Çağla sizinle ilgilenecek efendim." Güldüm. Sinirlerim tepemdeydi. Çok sinirliydim. Öldürecektim. Ellerim titriyordu. Karan'ın kolunu tırnaklıyordum. Birazdan bu kadını da tırnaklayacaktım. Saçını başını yolup, kafasını koparacaktım. "Efendim?" Bu yapışkan kadın bana seslenmeden önce, yüzüne bir psikopat gibi gülümsediğimi fark etmemiştim bile. "Gerek yok, üstümdekileri sadece o görüp, o fikir versin istiyorum. Kocam olacak sonuçta." Yapmacık bir şekilde gülümseyip bozulan kadının yanında daha fazla beklemeden, Karan'ın bırakmadığım koluyla birlikte deneme kabinine doğru ilerledim. "Kolum kanıyor." Karan bir kere daha konuşursa onu da o kadının yanına gömecektim. "Neden böyle yaptın ki şimdi?" Sesindeki keyifli tınıyla birlikte, daha kabine yaklaşmadan durup ona döndüm ve yüzüne baktım. "Bana bak." dedim tehditkar bir tavırla. "Bir dahakine seni de, yanında göreceğim herhangi bir kadını da öldürürüm. Benim adımı psikopata çıkartma. Kocam olacaksan, hâl hareketlerine dikkat et. Biraz da siz tadın, bakacağınız yere şaşırmak ne demekmiş." Ayağına basıp kabine girmeden önce son kez ona döndüm. "Kabinin önde bekle. Aynadan bile arkana bakma. Katil olacağım yoksa. Zaten sinirlerim tepemde." Karan ellerini teslim oluyorum dermiş gibi kaldırdı ve yüzündeki o keyifli ifadeyle bana doğru ilerledi ama onu beklemeden kabine girdim. Çağla, elindeki birkaç parçayı kabine yerleştirdi ve giyinmem için kalbinden çıktı. Önce derin göğüs dekolteli, üzerime tam yapışan bir model denedim. Tabi ki fermuarı kendi başıma kapatabildim. Hem de hiç zorlanmadan. Sadece kadının saçma sapan tavırları sinirimi bozmuştu. Modeli oldukça hoşuma gitmişti. Derin bir sırt dekoltesi yoktu. Kabinden çıktım ve Karan'a baktım. İstediğim gibi, elleri ceplerinde kabinin önünde bekliyordu. Kadın da çoktan ortadan kaybolmuştu. Sözümün dinlenmesi ister istemez kendimi güçlü hissettirmişti ve yavaş yavaş sinirlerimin azaldığını hissediyordum. "Nasıl?" dedim gözlerimiz buluştuğunda. Gözleri, bedenimde haddinden fazla dolaştı ve dudağının kenarında beliren tehlikeli gülümsemede takılı kalmama neden oldu. "Ayır bunu. Kesin alıyoruz." Gözlerimi devirip yeniden kabine girdim ve bu defa, derin sırt dekoltesi olan, krem rengi ince askılı bir model denedim. Bundan pek emin değildim. Muhtemelen Karan da beğenmeyecekti. Kabinin kapısını araladım ve dışarı çıktım. Kapıyı yeniden kapatıp aynaya baktım. Pek hoş görünmüyordu. Karan aynadan gördüğüm kadarıyla başını sağa yatırmış, sırt dekoltesine uzun uzun bakmış ve sonunda aynada benimle göz göze gelmişti. "Bunu da alalım." Elimi kabin kapısına yaslayıp gözlerimi kapattım. "Karan her şeye böyle söyleyeceksen, mağazadan kırk yıllık bir borçla çıkmak zorunda kalacağız." Çağla başımızda dikiliyordu. Karan ona başıyla işaret etti ve işaretini anında anlayan zeki kız, hızla yanımızdan uzaklaştı. Karan elini ceplerinden çıkartıp ufak adımlarla yanıma geldi ve çenesini omzuma koyup bana yaslandı. Kurtulmaya çalışmama rağmen, elini karnıma bastırdı ve bedenlerimiz bir bütün halini aldı. "Hâlâ anlayamadın sanırım güzelim. Ben, zaten bu mağazanın sahibiyim. Buradaki her şey, kelimenin tam anlamıyla bana ait." Elimi karnımdaki elinin üzerine koydum ve ona doğru döndüm. Gözleri, yüzümün her zerresini ezberlemeye başladığı an ona daha fazla yaklaştım. Dudaklarımızın arasında o kadar az bir mesafe vardı ki, nefesleri dudaklarıma çarpıyordu. "Yanılıyorsun, Başer." dedim sesime eklediğim fazlasıyla tehlikeli bir tonla. "Buradaki her şey sana ait değil. Bir daha düşün." Ona, son ana kadar yakınlaştım ve tam kendini kaybedecekken, arkamı döndüm ve kabine girdim. Hep o benim sınırlarımda dolaşıyordu. Sıra bir şekilde bana geçmeliydi ve bu benim ellerimdeydi. Bir şekilde otorite sağlamalıydım. Evlilik gözümde, kadın ve erkek arasındaki üstün çıkma çabasıydı. Dahası olur muydu bilmiyordum. Kaldı ki, bu evlilik formalite bir evlilikti. Bu durumda, kesin olarak üstün olmaya çalışmalıydım. Dişiliğimi kullanarak değil, gücümü kullanarak. Kabinde üzerimdekinden kurtuldum ve bu defa, zümrüt yeşili, tüllü ve mini bir elbise giydim. Fazla kısa duruyordu. Rahatsız ediciydi ama katlanılabilirdi. Dediğim gibi, alışıktım. Bu tür elbiseleri taşımayı biliyordum. Kabinden bir kez daha ayrıldım. Karan bıraktığım gibi duruyordu. Kabinden çıkıp az önce yaşanılanların bilincinde bir şekilde gülümsedim ve yüzüne masum masum baktım. "Bu nasıl olmuş, güzelim?" Karan'ın yüzünden birçok duygu geçti. Keyiflendi. Sonra, dediğimi fark etmiş olmalı ki kaşlarını çattı. En sonunda üzerimdekine baktı ve bu defa, gözleri parladı. "Afra, bunu da alacağız." Otoriter sesine, gülümseyerek yanıt verdim. "Tabi ki alacağız, güzelim." Tepkisini beklemeden yine kabine girdim ve son bir şey daha denedim. Daha denemem gereken pek çok model vardı ama şu an deneyecek durumda değildi. Karnım ağrıyordu. Az önceki sinirli tavrımı, bu karın ağrısı açıklıyordu. Son olarak kırmızı, göğüs kısmı salaş, dizimin altında biten saten bir model denedim. Bu kesinlikle sondu. Çünkü ayakta bile zor duruyordum şu an. Dışarıya çıktım ve Karan'a baktım. "Sus." dedim elimi kaldırıp. Bakışlarından belliydi. "Şu ana kadar denediklerimi alıp, gidelim." Yanına yaklaştım ve kulağına fısıldadım. "Karnım ağrıyor. Hemen eve gitmemiz lazım." Geri çekildiğimde Karan gözlerime baktı ve hemen yanımda ayrıldı. Sanırım görevlileri arayacaktı. Birkaç adım sonra durdu, telefonunu çıkarttı ve bir arama yaptı. "Alo, Aslan. Adamlarından birini atacağım konuma gönder. Almaları gereken siparişlerim var. Biz eve geçeceğiz." Aslan'ı beklemeden telefonu kapattı ve konum gönderip bana döndü. Şoföre aldırırsa uzun sürerdi muhtemelen. Bekleyecek durumda değildim. Bunu o da fark etmiş olmalıydı. "Üzerini değiştir, hemen gidelim." Başımı salladım ve saklamaya çalıştığım gülümsememle, kabine geri döndüm. Beden ölçülerimi almıştık ama gelinlik modeli seçememiştim doğru düzgün. Zaten gerçek bir evlilik değildi. Yani gelinlik seçimini Karan'a bırakabilirdim. Üzerime günlük kıyafetlerimi giydim ve yüzümü buruşturarak dışarıya çıktım. "İyi misin?" dedi Karan Çağla'nın yanından bana doğru gelirken. Başımla onayladım ve Çağla'ya döndüm. "İlgilendiğin için teşekkür ederim. Kolay gelsin." Çağla bana doğru samimiyetle gülümsedi. Aslı'dan sonra, etrafımdakilere dikkat etmem gerektiğini çoktan anlamıştım. Karan elimi tutmadan onun elini tuttum ve yürümeye başladık. Ancak o bilindik hisle duraksadım. "Siktir." dedim gözlerimi kapatarak. "Ne oldu? Bir şey mi oldu? Oturalım mı şuraya?" Elimle onu susturdum. "Sorun yok. Buralarda bir yerlerde bakım ürünleri satan bir yer var mı?" Karan etrafına bakındı ve beni onayladı. "Sen otur. Hemen getiriyorum. Lavabolar hemen şurada zaten. Boşuna yürüme." Başımla onaylayıp beni otutturmasına izin verdim. Yanımdan hızla ayrıldığında, gözlerimi büyüttüm. Tanrım, neden koşuyordu? Beni rezil ediyordu. Yaklaşık birkaç dakika sonra, elinde bir paket ped ve bir paket peçete ile geldiğinde yavaşça ayaklandım ve arkamın pislenmemiş olması için dua ettim. Neyse ki, altımdaki siyahtı. Bana doğru uzattığı pedi aldım ve lavaboya yöneldim. İşimi halletmem uzun sürmezdi. Neyse ki, önemli bir şey yoktu. Arkam da pislenmemişti. Gönül rahatlığıyla lavabodan çıktım ve beni bekleyen Karan'a doğru ilerledim. "Gidebiliriz. Teşekkür ederim." Elimi yine tuttu ve yürümeye başladık. Bu adamda el tutma hastalığı falan vardı sanırım. "Gitmemiz gereken önemli bir yer vardı ama erteleyeceğim." "Neden ki? Gidebilecek durumdayım aslında." Biraz ağrım vardı ama bir şekilde üstesinden gelirim diye düşünüyordum. Gitmemek daha iyi olabilirdi. Ama önemli demişti. Karan yürümeye devam ederken bana döndü. "Aile ziyareti." Gözlerimi büyüttüm. "Ölüyorum ağrıdan." Küçük çaplı bir kahkaha patlattı. Onunla birlikte ben de güldüm. Ailesi ile tanışmak istemediğimden değildi. Sadece, karşılarında iki büklüm olmak istemiyordum. Kaldı ki, Karan ailesinden hiç iyi bahsetmemişti. Gücümü toparladıktan sonra tanışabilirdik. "Şimdi nereye gidiyoruz?" Karan gülümsedi. "Evimize." Evimiz. Bizim evimiz. Bir ev nasıl olurdu bilirdim ama bir ev, nasıl yuva olurdu işte onu bilmiyordum. Hiç bilemeden öleceğim diye düşünüyordum. Hak ediyor muydum bilmiyordum ama öğrenmek istiyordum. "Karan?" dedim ona seslenerek. Bana baktı. "Umarım tüm bu kötülüklerin üstünden gelebiliriz." Duraksadım. "Geliriz, değil mi?" Karan elimi daha sıkı tuttu. "Yanımda kal, yeter. Yanımda olduğun sürece, her şeyin üstesinden geliriz." Bunu neyi kastederek söylediğini biliyordum. Bunu, onun güç kaynağı olduğumu bildiği için söylüyordu. Ama ben ilk defa, başka bir anlamda söylemesini diledim. "Geleceğiz." dedim önüme dönerek. "Çünkü yanından ayrılıp gidebileceğim başka yerim yok." Yoktu. Yanından ayrılıp gidebileceğim bir yuvam yoktu. |
0% |