@elfhikayelerii
|
Sırlar, insanları birbirinden koparan en acımasız katildir. Sizi önce birbirinize bağlar, daha sonra aranızı bozar ve keskinleşip o özel bağınızı kesip atar. İple bağlı olanlar paramparça olur belki ama şah damarları bağlı olanlar, toparlanmasını bilir. Biz hangisiydik bilmiyordum ama kendimi hiç şah damarımdan herhangi birine bağlı hissetmiyordum. Olurdu ya, kalp bağı, can bağı, göbek bağı. Ben bir de bunlara şah damarı bağlı olanları ekliyordum. Bağlı şah damarları kopanların sonu, mutlak ölümdü. Can bağı değildi bu. Göbek bağı değildi, kalp bağı değildi. Bambaşka bir şeydi. Şah bağıydı. Ve ben kimseye şah bağıyla bağlı olmak istemiyordum. Asla. "Burası mı?" Sorumla bana dönen Karan'a baktım ve daha da açık sormaya çalıştım. "Bizim evimiz yani, burası mı?" Karan karşısında durduğumuz eve baktı ve kafasını olumsuz anlamda salladı. "Evimiz buradan çok daha büyük olacak. Aklının dahi alamayacağı kadar büyük. Çünkü sen, benim kraliçem olacaksın. En azından halkımın gözünde." Yapay bir kahkaha attım. "Beyaz atın da var mı bari?" "Evet, var. Rüzgar." Kaşlarımı kaldırıp hayret içinde ona baktım. "Bir ara tanıştırırım sizi. Ama önce şu eve girip biraz dinlenelim. Dediğim gibi. Yarın senin için oldukça yorucu olacak." "Sanırsın sırtımda yük taşıyacağım yarın." Söylene söylene girdiğim evde, karşılaştığım manzarayla donakaldım. "Karan?" dedim koltuğu işaret ederek. "Bunlar ne?" Arkamdan anahtarı kapıdan alan ve kapıyı kapatıp yanıma gelen Karan, koltukta gördüğüm şeylere baktı ve bana döndü. "Bizim çocuklara aldırdım. Lazım olur diye. Ne aldırmam gerektiğini bilmediğim için hepsinden aldırdım." Koltukta, çeşit çeşit abur cubur ve regl olan bir kızın ihtiyacı olan her şey vardı. Evin içinde resmen küçük bir bakkal kurmuşlardı. "Çikolata ağrıyı geçirir diye düşündüm." Aptaldı. Çikolata gram işe yaramıyordu ama böyle düşünmeye devam etmesinde sıkıntı yoktu. Elimi çırpa çırpa koltuğa atladım ve abur cuburlar içinde yüzmeye başladım. "Allahım, bugünleri de mi görecektim? Evet, seninle evlenirim be adam! Evet!" Karan yüzüme benden tiksiniyormuş gibi baktı. O bana böyle baktıkça ben daha çok güldüm. Eğleniyordum. Ta ki, karnıma sancı demeye bin şahit isteyen bir tür ölümcül ağrı girene kadar. Ofladım ve karnımı tutarak ayağa kalktım. "Sanırım biraz dinlensem iyi olur. Yatmaya gidiyorum." Buruşan yüzümü izleyen Karan başıyla onayladı. Yanından geçip bulduğum ilk yatağa kendimi attım ve örtüyü üzerime çektim. Uyuduğumda hissetmiyordum ama uyandığımda yine başlıyordu. Yine de tüm regl dönemimi kış uykusuna yatan bir ayı gibi geçirmem benim için sorun değildi. Karan için de sorun olmayacak gibiydi. Yarına kadar uyusam bence geçerdi. Yaklaşık yarım saat uyumaya çalıştım ama bir türlü beceremedim. O sırada kapıya tıklatıldı ve Karan, "Afra, müsait misin? Gelebilir miyim?" diye bana seslendi. "Müsaitim. Gel." Sesimdeki tını bile ne kadar mutsuz olduğumu açıklıyordu. Açılan kapıdan giren Karan'ın elinde bir tepsi ve kolunun altına sıkıştırılmış bir sıcak su torbası vardı. Ağzım beş karış açık ona bakakaldım. "Önce sıcak su torbasını al. Kolum yandı!" Kurşunları havada durduran adamın kolunu sıcak su torbası yakabiliyordu demek. Ya da yine o çok bilinen cimriliği tutmuştu ve gücünü kullanmak yerine acı çekiyordu. Tam anlamıyla bir yöneticiydi. Ölse bile gücünü kullanmıyor, saklıyordu. Halkı için... "Bunlar ne?" dedim tepsiye bakarak. "Neye benziyor? Çorba. Sıcak sıcak iç diye." "İyi de, ben farklı türden bir hastalık geçiriyorum." Yüzünü buruşturdu. "Önemi yok. Sıcak mı? Sıcak. İç işte, iyi gelecek." Yatağa oturdu ve tepsiyi kucağıma bıraktıktan sonra sıcak su torbasını karnıma bıraktı. Bir an, sadece bir an gerçekten benim kocam olduğunu düşündüm. Karısının acı çekmesine dayanamayan bir adam... Yüzünü buruşturmuştu. Yüzünü buruşturmasının sebebinin karısının acı çekmesi olduğunu hayal ettim. Beni gerçekten sevdiğini. Her ne olursa olsun, Karan bir gün gerçekten evlenirse çok iyi bir eş olacaktı. Karısıyla ilgilenen, onu seven ve sayan bir eş... "Niye yüzüme bakıyorsun alık alık? İçsene şunu kızım!" Ve biraz odun! Gözlerimi devirip kaşığı kavradım ve çorbamdan bir yudum aldım. Tanrım, tadı çok kötüydü. Tuz yerine şeker atmıştı. Çok çok kötüydü ama bozuntuya vermedim. "Güzel mi?" dedi yüz ifademi takip ederek. "İlk defa yaptım. Çok iyi yemek yaparım ama çorba dışında. Hiç sevmem zaten. Tarifine internetten baktım." Başımı salladım ve gülümsedim. "Ellerine sağlık. Çok güzel olmuş. Hep yap böyle, içerim ben. Sen sevmezsen sevme." Sevmemesi iyiydi. Uzun bir ömrü olacaktı. Yüzüme uzun uzun baktı. Ben de ona baktım. Sonra birden elimden kaşığımı aldı ve çorbaya daldırıp ağzına götürdü. Değişen yüz ifadesine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ama dayanamayıp büyük bir kahkaha patlattım. "Yüzüne bak!" dedim kaşığı tepsiye resmen fırlatırken. Kafamı geriye atmış ona gülüyordum. "Tuz yerine şeker atmışsın!" dedim kahkahalarımın arasından. Benimle birlikte o da güldü. Elimdeki tepsiyi aldı. "Bekle, yeniden yapayım." "Hayır hayır." dedim hemen. "Uykum geldi zaten. Uyumak istiyorum. Uğraşma boşuna." Karan başıyla onaylayıp odadan çıktı. Gülen yüzümle birlikte yorgana iyice sokuldum ve gözlerimi yumup ağrının uyandığımda azalması için dua ettim. ****** Gözlerimi, yavaş yavaş kararan neredeyse karanlık bir gökyüzüne araladım. Odam, loş ışık yüzünden tam olarak görünmüyordu ama odada yalnız olduğum belliydi. Elimle gözlerimi ovaladım. Bu uyku bana ilaç gibi gelmişti. Genelde uyandığımda bir saat boyunca ağrım olmazdı. Bu bir saatte, acıkan karnımı doyurabilirdim sanırım. Zaten regl dönemimde pek bir şey yemezdim çünkü ağrım artıyordu. Böyle bir huyum vardı. Yataktan ayrılıp saçımı tepeden topladım. Uykulu sayılırdım. Zaten öğlen uykularından dinç uyandığım hiç görülmemişti. Gerçi benim öğlen uykum biraz fazla kaçmıştı ama önemi yoktu. Mutfağa girmeden önce, gözlerim Karan'ı aradı. Büyük salona girdim. Ortalıkta görünmüyordu. Tam salondan ayrılmak için arkamı dönecektim ki, görüş açımda olmayan koltukta bir hareketlilik sezdim. Yavaş adımlarla oraya doğru yöneldim. Karan, derin olduğu belli olan bir uykunun kollarındaydı. Uykusunun hafif olduğunu biliyordum. Ben de aşırı olmasa bile hafif uyurdum. Onu ilk defa böylesine derin bir uykuda görüyordum. Alex'e başının ağrıdığını söylemişti. Belki de birkaç gece boyunca hiç uyumamıştı. Anladığım kadarıyla bedeni uykusuzluğa alışmıştı ama genelde geceleri bir iki saat de olsa uyuyup ayakta kalmayı başarıyordu. Böyle uyumasının sebebi, hiç uyumamış olması olabilirdi. Onu izlemeyi bıraktım. Onu iştahla yemek yerken de görmemiştim hiç. Nasıl oluyor da böylesine güçlü görünüyordu bu yaşam şekliyle, onu da bilmiyordum. Mutfağa girdim ve kollarımı sıvadım. Önce ona, tuz yerine şeker atmamaya dikkat ederek güzel bir çorba yaptım. Sonra, ana yemek için ne yapacağımı düşünmeye başladım. Dolapları karıştırdım. Pek bir şey olduğu söylenemezdi. Yine de, bulduğum bir paket makarna ile kendi tarifim olan sosu hazırladım. "Afra?" Gözlerini ovuşturarak mutfağa giren Karan'a baktım. Küçük bir çocuk gibi uykuyla savaşmaya çalışıyordu. "Ne yapıyorsun burada? Ağrın azaldı mı?" Kafamı salladım ve gülümsedim. "Çok yoruldun herhalde. Git biraz daha uyu. Yemek birazdan hazır olur. Uyandırırım ben seni." Olumsuz yanıt alacağıma eminken, Karan başını sallayıp geri döndü. Bir nebze şaşırsam da, yemeğe odaklanmayı seçtim. Yemekler tamamen hazır olduğunda, onları tabaklara aldım ve mutfaktaki masaya güzel bir sofra hazırladım. Su, tuz, peçete, bardaklar, yaptığım salata, tabaklar, çatallar, kaşıklar... Sanırım her şey hazırdı. Derin bir nefes verdim. Pek bir şey yapmamama rağmen yorulduğumu hissediyordum. Mutfaktan çıkıp Karan'ın yanına doğru ilerledim. Koltukta, ölü gibi uyuyordu. Bir an paniğe kapıldım ve işaret parmağımı burnunun altına tutup nefes alıp almadığını kontrol ettim. Neden bu kadar çok uyuyordu? Uyandırıp uyandırmamayı düşündüm. Onu hiç böylesine derin uyurken görmemiştim. Savunmasızdı. Yanına yaklaştığım an uyanırdı normalde. Şimdi ise hareket dahi etmemişti. Elimi alnına koydum. Ateşi vardı ve sanırım bu neden uyuduğunu gösteriyordu. Yerimden ayrılıp ona bir kap su hazırladım ve elime aldığım temiz bir bezi ıslatıp alnına koydum. Neden hasta olmuştu ki şimdi? Ofladım. "Anne!" Mırıldanmaya başladı. "Anne!" Paniğe kapılmalı mıydım bilmiyordum. Ancak yavaş yavaş korktuğumu hissedebiliyordum. Dışarıda adamlarımız olmalıydı. Onlardan yardım istesem ne olurdu? Aklıma gelen kişiyle elimi saçlarıma daldırdım. Karan'ın bu hali beni korkutuyordu. Ciddi anlamda korkuyordum. "Anne!" dedi tekrar. Hızla oturduğum orta sehpahadan kalktım ve mutfağa doğru ilerledim. Yapıp yapmama arasında gidip geldim. Dışarıda Karan'ın adamları vardı ama Karan'ı koruyamazladı. Ancak asıl amacını anlamak için iyi bir plandı. Karan'a yardım edebilirdi ve dahası, en hızlı ulaşabileceğim kişi oydu. Ne demişti? "Baş parmağını bileğindeki rakamın üzerine koy ve nefesini tut." Evet, evet böyle yapmam gerekiyordu. Dediğini yapıp işaret parmağımı bileğime götürdüm ve nefesimi tutmaya başladım. Yaklaşık on saniye sonrasında, karşımda beliren kadına şaşkınlıkla baktım. Selena mıydı bu kadın? "Aferin, öğrenmişsin beni nasıl çağıracağını." Gözlerimi devirdim. "Yardım et. Karan içeride uyuyor ama ateşi var. Mırıldanıp duruyor. Bir şeyler yapman lazım." Kadın beni kollarımdan yakaladı. "Tamam kızım. Korkma. Hallederim ben şimdi. Sen de yanımda gel ki, uyandığında seni görebilsin." Kafamı sallayarak onu onayladım ve hızla Karan'ın yanına geri döndüm. Beni takip eden kadın, Karan'ı görünce duraksadı. Kaşları ve çenesi istemdışı hareket etti ancak birkaç saniye içerisinde tamamen toparlamıştı. Elini alnına koydu. Kaşlarını çattı. Derin bir nefes aldı ve koltuğun yanında diz çöküp Karan'ın elini kavradı. "Merak etme." dedi bana bakmadan. Karan'a bakmaya, gözünü bir saniye bile ayırmamaya ant içmiş gibiydi. "Sadece yorgun düşmüş. Bünyesi çok dayanıklıdır ama senden birkaç gün uzak kalması bile yorgun düşmesine yetmiş. Asla ama asla bir daha yanından ayrılma. Güç kullanmak kadar, muhafaza etmek de zordur. O güç kullanmamak için üstün bir çaba harcıyor." Elimle yüzümü sıvazladım. Gerekiyorsa gücünü kullanacaktı! Resmen kendisini feda ediyordu. Ama bilmiyordu belli ki. Feda ettiği kişi, bu halkı ayağa kaldıracak tek kişiydi. Her şeyden önce kendisini iyi etmeliydi ki, halkı da ve ben de iyi olmalıydım. Bunu, uyandığında anlatmalıydım. Kadın Karan'ın büyük ellerini elleri arasına aldı ve gözlerini kapattı. "Hastalığı bana geçsin." dedi fısıltı halinde. "Acısı azalsın." Gözlerimi kıstım. Onca panik hali arasında, kadının tavırlarını inceliyor, tepkilerini yorumluyordum. Karan'ı önemsiyordu. Bu sadece planlarını gerçekleştirmek istediği için miydi yoksa aralarında herhangi bir bağ mı vardı bilmiyordum ama Karan'a zarar verecek gibi durmuyordu. "Daha iyi olacak." dedi elini alnına koyarak. "Yanından sakın ayrılma. Birazdan uyanır. Beni görmeden ayrılmalıyım." Kafamı salladım ve Karan'ın yanına ilerledim. Salondan çıkmak için birkaç adım attı. Onu uğurlayacak durumda değildim. "Afra." Bana seslendiğinde ona döndüm. "Teşekkür ederim. Beni oyun dışı etmediğin için yani." Hiçbir şey yapmadan gözlerinin içine baktım. "Benim oyunum, Karan'ın ve babamın etrafında dönüyor. Onlara zarar gelirse, oyunu bizzat bitiririm. Yanacak olan ben olsam bile. Kimsenin gözünün yaşına bakmam." Kadın gülümsedi ve kafasıyla onayladı. "İsabet olur." Daha fazla beklemeden gözden kayboldu. Sert bakışlarımın, karanlık ifademin arkasında tir tir titreyen küçük bir kız çocuğu vardı. Ve bir de yetişkin bir kadın. Çocuk babası için korkuyordu. Yetişkin olan Afra ise, karşısında yatan bu savunmasız adam için. İstese tüm bu evreni dize getirecek adam, şimdi benim korumam altındaydı. Ben olmasam başına ne gelecek haberi bile yoktu. Tıpkı benim haberimin olmadığı gibi. Ancak aklıma takılan bir taraf daha vardı. Sanki, tüm bu evrenin içinde başka bir evren daha vardı. Karan'ın somutluğu ve Karan'ın soyutluğu... Aklının dahi alamayacağı başka bir evren vardı ve o Meryem denen kadın da o evrendendi. Anladığım kadarıyla Karan'a zarar vermek istemiyordu. Bakışları öyle söylüyordu ama içimde bir yerlerde hâlâ bir kurt, beni kemirip duruyordu. Bakışlara güvenilir miydi emin değildim. Sanırım güvendiğim tek bakış, tanıdığım insanların bakışları olacaktı. "Afra?" Dalan gözlerim, Karan'a döndü aniden. "Karan, uyandın mı? İyi misin?" dedim elimi alnına koyarak. "Ateşin çıkmıştı. Düşürmek için uğraştım biraz ama-" Karan elimi yakaladı. "Endişelenme. İyiyim." Yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Ona yardım etmek için ayaklandım. "Hiç dikkat etmiyorsun ki kendine! Bir de çok güçlüyüm, halkım var, atım var ayakları falan. Günün sonunda ateşini düşürmeye çalışan kim? Ben, ben!" dedim arkasına yastık koyarken. "Artık dikkat edeceksin. Hasta bakıcısı mıyım ben? Evlenmem seninle, görürsün! Bakacak birini de bulamazsın." Birden tansiyonum yükselmişti sanırım. "Ay!" dedim Karan'ın yanına oturarak. "Öldün falan zannettim. Nefesini kontrol ettim biliyor musun?" Karan'ın gözleri hâlâ yorgun yorgun bakıyordu. "Yine çok konuştum. Sen dinlen biraz daha istersen." "Yok. Şimdi bir yatarsam bir daha uyanamam." "Tövbe tövbe!" dedim sinirle. "Neden böyle konuşuyorsun?" "Sakin ol Afra. Demek istediğim, uyursam zor uyanırım." Eliyle yüzünü sıvazladı. "Gidip duş alayım. Kendime gelirim." Başımla onayladım. "Acele et o zaman. Yemek hazırlamıştım. Sen duş alana kadar tekrar ısıtayım." Beni başıyla onaylayıp yanımdan ayrıldı. Daha fazla beklemeden mutfağa yöneldim. Tabaklardaki çorbaları yeniden tencereye alıp ısıttım. Çorba sevmediğini söylemişti ama bana neydi. Makarnayı da ısıttım. Ben bunları yapana kadar, Karan işini halletmişti. Islak ve her zamankinden daha düzensiz olan, alnına dökülen kıvırcık saçlarına baktım. Genelde saçına özen gösterirdi. Sadece banyodan çıkınca kıvırcık olurdu saçları. Üzerinde beyaz bir tişört vardı. Altında da siyah bir eşofman. Gözleri hâlâ kısık bakıyordu ama biraz daha toparlanmış gibiydi. Önüne çorbasını koydum. "Yaptığım her şeyi ye. Zaten kendine iyi bakmadığın için oluyor bunlar. Halkına iyi gelmek istiyorsan önce kendin iyi olmalısın." Karan bana cevap vermedi. Sadece yemeğiyle ilgilendi. Küçük bir çocuk gibi arada gözlerini ovalıyor, esnediğinde eliyle ağzını kapatıyor ve diğer eliyle de başını desteklemeye çalışıyordu. "Bir şey mi oldu?" dedim masada karşısına geçerek. Yerime yerleştim ve çorbamı içmeye başladım. "Hayır." demekle yetindi. Bu tür bir cevaptan sonra sorumu yeniden sorma gereği duymadım. "Sen nasıl oldun? Daha iyi misin?" "İyiyim." Sessizce yemeğimizi yedik. Her dakika endişem artıyordu çünkü Karan hiç bu kadar sessiz olmamıştı karşımda. Kadını görmüş olabilir miydi? Benim arkasından iş çevirdiğimi anlamış mıydı yoksa? "Seni ilk defa böyle görüyorum." dedim ağzını arama amacıyla. "Nasıl?" "Çok sessizsin. Ve biraz da somurtkan. Küçük bir çocuk gibisin." "Bunu bana söylememliydin." dedi tebessüm ederek. "Çocuk olduğumu hiç zannetmiyorum." Omuz silktim. "Ben de öyle." Gözlerime baktı. Elindeki kaşığı bıraktı. "Artık sürekli yer değiştirmeyeceğiz. Aksine, kendimize ait bir evimiz olacak. Bizi bulmak istediklerinde nerede olduğumuzu bilecekler." Sözlerine devam etmesini bekledim. "Her şeyden önce, fiziksel olduğun kadar mental olarak da savaşmak zorundasın. Bu savaş artık sadece benim değil, güç kaynağım olarak senin de savaşın olacak. Neredeyse tamamladım. Evren kapısını açacak kadar güç toplamayı yani. Tamamlar tamamlamaz geri dönebilirsin. Seni yeniden götürebilirim evrenine. Seni bu savaşa sürükleyen ben olmak istemiyorum." Düşündüm. Şimdi geri dönsem, o kadın babamın ruhunu asla serbest bırakmazdı. Ancak babamdan önce, bu halkın toparlanması gerekiyordu. Aynı şekilde Karan'ın da. "Sana olan borcumu, burada kalıp halkını toparlamana yardımcı olarak ödeyeceğim." dedim. Gözlerimin içine baktı ve bir şey söylemedi. Ben de bir şey söylemedim. Aramızda duvarlar örüldü. Benim tarafımdan görülen, onun asla görmediği ama varlığını da yok edemediği duvarlar. "Mentalitem sandığın kadar güçsüz değildir. Akisene oldukça güçlüdür. O davette, yani Nihat Keskin için bulunduğumuz o davette gördüğün kişi Afra Keskin değildi. Öylesine bir andı ve geçti gitti. Bir önemi yok. Her kim, amacımı engelleyecek bir hamle yaparsa, onu karşıma alır adil bir şekilde dövüşürüm." Karan yarım ağız güldü. "Buradaki dövüşler, adil değildir ama. Kanlıdır." "Karşıdaki nasıl davranırsa o hâlde. Kendimi üstün gördüğüm bir mesele değil. Gerekirse, ben de onlar gibi olabilirim." Karan masadaki peçeteyle nazikçe ağzını sildi ve masadan kalktı. Onu gözlerimle takip ettim. "İlke'ler geldi. Kapıyı açayım. Sen de yemeğini bitirip gel içeriye." Kaşlarımı çattım. Mutfaktan çıkmadan hemen önce, kapı çaldı. Geldiklerini falan mı duymuştu? Yoksa bu da o olağanüstü özelliklerinden biri miydi? Hızla yemeğimi yedim ve masayı üstünkörü toplayıp odaya geçtim. İlke ve Karan sarılıyordu. "Çok özledim sizi. Şükür iyisiniz." Alex onlara yandan bir bakış attı ve koltuğa kendisini atıp etrafa bakındı. Ben ise dikilmeye devam ettim. Bir türlü Karan'dan ayrılamayan İlke'ye sarılmak için bekliyordum. İlke beni görünce Karan'dan ayrıldı. Beni kollarını arasına aldı ve sımsıkı sarıldı. "Afra, çok özledim seni!" Yalandan bir gülümsemeyle sırtında ellerimi birleştirdim. "Ben de öyle." dedim tok bir sesle. Karan İlke'ye bakıp gülümsüyordu. En sonunda kendine geldi ve koltuğa oturdu. Onu öyle görünce göz devirdim. İlke benden ayrıldığında, biz de koltuklara yerleştik. İlke, Karan'ın yanına ve ben de Alex gibi tekli koltuğa. Tanrım... "Sonunda görüşebildik. Uzun zamandır bir hareketlilik sezmiyorum. Nedeni nedir Karan efendi?" "Aynen, yok hareketlilik falan." dedi Alex alayla. Anladığım kadarıyla, İlke'nin son olanlardan haberi yoktu. "Bu ne demek şimdi?" "Bir şey demek değil. Boşver şimdi, nasıl gidiyor?" "Gören de yıllarca ayrı kaldınız zanneder." Sessizliğimi korumaya devam ettim. Yanlış bir şey söylemek istemiyordum. Tamamen unuttuğum meselelerdi bunlar ve şu an fazlasıyla suçluluk duyuyordum. Bir de salak gibi, hayaller kurmaya başlamıştım. "Alex, iki dakika ortamı bozma kardeşim. Al." dedi Karan Alex'e henüz yeni sehpahaya koyduğu telefonu fırlatarak. "Oyun falan oyna. Yeterince sinirimi bozdun zaten!" "Şu an oyundan daha önemli meseleler var, kardeşim!" Nedense kardeşim kelimesinin üstünü vurgulamıştı. "Konuşmamız gereken mevzular var sanki." Karan Alex'te olan gözlerini bana yönlendirdi ve sonra yerinden Alex'e baktı. "Sonra." Sesindeki katılık Alex'in susması için yeterliydi. "Sonra mutlaka konuşalım ama. Merak ederim ben." "Hay hay." Karan'ın İlke'ye verdiği yanıt sonrasından yerime iyice sindim. Nedensiz, ağlayasım gelmişti. "Gelmen iyi oldu. Biz de Afra'yla bir davete katılacağız yarın. Afra'ya hazırlanmasında yardım eder misin?" İlke oturduğu yerde dikleşti ve önce bana sonra yeniden Karan'a baktı. "Nasıl yani? Bir davete katılmak fazla dikkat çekmez mi?" "Ohoo, şimdi bir de sana anlatamayız olanları. Sen Karan'ın dediklerini yap yeter. Sonra anlatırım ben sana." "Hayır Alex. Ben anlatırım." Dudağımı dişledim ve ayağa kalktım. "Nereye?" Bana seslenen Karan'a baktım. Sinirden kahkaha atma noktasına gelmiştim neredeyse! Sanırım bu evlilik işini biraz daha düşünmem gerekiyordu. Formalite olsa bile, bu tür bir ortamda sessiz kalmak beni sinirlendiriyordu. Hoş, sessiz kalmasam da söyleyeceğim bir şey yoktu. "Lavaboya." Karan'a bakmadan hızla salondan ayrıldım. Sinirlerim bozulmuştu galiba. Lavaboya girip işlerimi hallettim ve ellerimi yıkayıp çıktım. Koridorun başında göz göze geldiğim Karan'la birlikte gözlerimi kaçırdım ve yanına doğru ilerlemeye devam ettim. "Afra, ağrın mı var?" "Yok." "Güzel. Gel hadi içeriye." Başımla onayladım ve önden ilerledim. "Of, benim karnım acıktı." "Afra yemek yapmıştı. Mutfakta. Yiyebilirsin." "Oo, şanslıyız desenize." Nefes alıp vermek beni sakinleştirirdi. Evet, sakinleştirirdi. Tamam, her şeyi anlıyordum. Anlaşılıyordu, açıktı. Ancak İlke ile Pamir'in olayı neydi? Aralarını bozan İlke miydi yani? Anlamıyordum. Dahası, Karan kanlı tabloya bakıyordu ve diyordu ki bana, 'Sevdiğim kadının kanı.' O zaman, o tablodaki kan İlke'nin miydi? Yoksa başkası mı vardı? Elimi saçlarıma saldırdım. "Ne yapıyorsun? Delirdin mi iyice?" Elinde telefon bana dik dik bakan Alex'e döndüm. "Bana bak! Seni gram sevmiyorum. Sinirlerim tepemde öldürürüm seni." "İyi bee, bir şey dedik sanki!" Elindeki telefona geri döndü. Oyun oynadığı gelen saçma sapan seslerden zaten belliydi. Elimle kafasına bir tane patlatmak istiyordum. "Alex, sen de ister misin? Çok güzel olmuş!" Alex gözlerini telefondan ayırmadan ayaklandı ve küçük bir çocuk gibi mutfağa yöneldi. Gözlerimi kapatıp soluklandım. Sinirlerim tepemdeydi. Karan'la yeniden göz göze geldik ama yine gözlerimi kaçırdım. Gözlerini görmek istemiyordum. Dahası, gözlerimi görmesini istemiyordum. "İlke'ye hâlâ söylemedik." dedi sessizce. Ona baktım. Oldukça ifadesiz bakışlardı gözlerimdeki dolayısıyla gözlerimi görmüyordu. "Neden?" Gözlerim gibi, sesim de ifadesizdi ve Karan bu ifadesizliği sezmişti. Gözlerini kıstı. Tam dudaklarını aralayıp bana bir şey söyleyecekken İlke salona girdi. "Ellerine sağlık Afra, çok güzel olmuş yemekler." Yalandan bir gülümsemeyle yüzüne baktım. "Afiyet olsun." Alex ortalıkta görünmüyordu. Sanırım Karan yesin diye pişirdiğim tüm yemeği midesine karşımdaki İlke ile indirmişti ve bunu düşünmek saç diplerimi karıncalandırıyordu. "Ben biraz rahatsızım. Gidip uyuyacağım." Sadece iki oda ve bir salon vardı. Madem Karan Bey'in karısı olacaktım, o zaman bana ait bir oda olmalıydı ve buna saygı duymalıydılar. Kapımı kilitleyip yatacaktım böylelikle kimse de giremeyecekti. Karan da gelip iyi misin diye soramayacaktı ve ben de sinir krizi geçirmek zorunda kalmayacaktım. "Öyle mi? Neyin var?" "Regl ağrıları." İlke yüzünü buruşturdu. "Geçmiş olsun." Başımla onaylayıp yanlarından ayrıldım ve odama çekildim. Kapımı kilitler kilitlemez kendimi yatağa attım ve dudağımı dişledim. Sinirlerime hakim olamıyordum. "Afra, çok mu ağrın var yine?" Kapımı tıklatan Karan'ın sesini duyduğumda sinirle güldüm. Ancak sessizdim. Eline koz vermemeye ant içmiştim. Neden hep aynı soruyu soruyordu? Neden yanıma geliyordu? Gidip İlke'siyle ilgilenseydi ya! "İyiyim. Bir şeyim yok. Dinlenmek istedim sadece." "Girebilir miyim?" "Hayır!" dedim hemen. "Müsait değilim." "Anladım. Daha sonra yine gelirim. Dinlen sen." Kapının ardındaki ses kesildiğinde kaşlarımı çattım. Öylece gitmiş miydi yani? Ayağa kalkıp sessiz adımlarla kapının önüne doğru ilerledim ve kafamı kapıya yasladım. Ses yoktu. Zaten çatık olan kaşlarım daha da çatıldı. Kapının kilidini açtım ve aralıktan dışarıya baktım. Cidden gitmişti. Kapıyı yeniden kapattım ve kilitledim. Sinirlerim çok bozuktu. Hepsini öldürmek istiyordum. Yatağa yeniden kendimi attım ve düşünmeye başladım. En baştan, yavaşça. O kanlı tablodaki kan, Karan'ın sevdiği kadına aitti ve Karan'ın sevdiği kadın kesinlikle İlke'ydi. Bu durumda o tablodaki kan İlke'nindi ama oturmayan bir şeyler vardı. Sevdiği kadının öldüğünü söylemişti. Ayrıca Karan tabloya öyle bir bakıyordu ki öyle acı içerisinde, öyle yanarak bakıyordu ki o söylemese de zaten ben kendim anlayabilirdim sevdiği kadının öldüğünü. Bu durumda, iki kadın vardı. Karan bu iki kadın arasında yanarken aynı zamanda da duruluyordu. Biri ölüydü bu kadınlardan, diğeri ise yaşıyordu. Hayat doluydu üstelik. Ve bu benim canımı yakıyordu. Her iki kadın dahi olamamak. Ben Araf'tım çünkü. Ne ölüydüm, ne de yaşıyordum. Biliyordum. En başından beri. Olamayacağımızı biliyordum. Annem söylemişti zaten. 'Aşk, güçsüzlerin işidir. Güçlüleri güçsüzleştirir.' Sorun değildi. İstemiyordum zaten. Elimle yanağımı silip burnumu çektim. Dizilerimi karnıma yasladım ve ellerimle de bacaklarımı sarmaladım. Yastığım ıslanmıştı ama umursamadım. Aşağıdaki onca kahkaha sesine rağmen, gözlerimi kapatıp yavaşça uykuya dalmayı başardım. ***** Gözlerimi araladığımda saat henüz altıydı. Gün yeni yeni ağarıyordu. Biraz daha toparlanmış olan bedenim, bugünün yoğunluğu karşısında şanslı olduğumu gösteriyordu. Yataktan ayrıldım ve penceremi açtım. Sabahın verdiği huzur ve yüzüme vuran soğuk havayla gülümsedim. Sabah erken uyandığımda ve dinç olduğumda, fazlasıyla keyifli oluyordum. Şu an ne Karan'ı ne İlke'yi ne de beni sinir krizlerine sokan Alex'i kafama takmıyordum. Kuş gibi hafif hissediyordum. Ta ki, kasıklarıma saplanan ağrıyı hissedene kadar. İki büklüm olurken, yüzümü de aynı hızla buruşturdum. Bir günüm ya ağrıdır ya da aksiyonsuz geçseydi, dişini kıracaktım! Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Ağrım devam ediyordu ama artık alışmıştım. Elim karnımda, odama geri döndüm. Yatağı topladım ve dışarıya çıktım. Salona girdiğimde, Alex'in koltukta yattığını, Karan'ın ise diğer koltuğa oturmuş, başını arkaya yaslamış ve elindeki telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Önündeki sehpahada kupanın içerinde zift gibi bir kahve vardı. Beni fark ettiğinde kafasını kaldırdı ve göz göze geldik. "Günaydın." dedi. "Erkencisin." Başımla onaylayıp gülümsedim. Ama nedense gülümsemek gelmiyordu içimden. Bu yüzden gülümsemem kısa sürdü ve bu muhtemelen bir refleks gibi görünmüştü. "Öyle oldu. Bir şeyler yiyeceğim, ister misin?" Artık özel olarak sormadan bir şey yapmayı düşünmüyordum çünkü o da bana sormadan onun için hazırladıklarımı misafirlere servis ediyordu. Onu düşünende kabahatti zaten. Yani bende! Başını olumsuz anlamda sallayıp telefonuna geri döndü. Ben de mutfağa gidip kendime öylesine bir şeyler hazırladım ve biraz atıştırıp yeniden odama döndüm. Can sıkıntısından patlayacaktım. Tamam erken uyanmıştım. Her şey güzeldi, hoştu da şimdi ne yapacaktım? Karan'la konuşmak istemiyordum. Diğerleri de uyuyordu zaten. En mantıklısı dışarı çıkıp biraz hava almaktı. Fazla da uzaklaşmazdım zaten. Bahçedeki adamlara şaka falan mı yapsaydım? Eğlenirdim biraz. Üzerime, hiçbir zaman yanımdan eksik olmayan çeşit çeşit kıyafetlerimden en sadece olanları giydim ve odamdan ayrıldım. "Nereye gidiyorsun?" Sonunda dikkatini çekebilmiştik beyefendinin. "Dışarı çıkıp nefes alacağım biraz. Yürümem fazla. Kapının önünde duracağım." "Ben de seninle geleyim." Koltuktan kalkmaya yeltendiğinde onu elimle durdurdum. "Hayır, biraz nefes almak için çıkıyorum. Gelmene gerek yok. Adamlarının yanından ayrılmam zaten." Gözlerimin içine baktı ama onunla daha fazla konuşmadan dışarıya çıktım. Giriş merdivenlerini indim. "Efendim, bir isteğiniz mi vardı?" Önümde ceket bağlayan adama baktım. "Hayır, bir isteğim yok. Teşekkür ederim. Biraz hava almaya çıktım." Beni başıyla onaylayıp geri çekildi. Etrafa baktım. Bir ara sokakta olduğumuz için pek araba yoktu. Adamlar sokağa dağılmışlardı. Sokağın karşısında, adamlarla konuşan Aslan'ı gördüğümde gülümsedim. Sonunda sohbet edecek birilerini bulmuştum kendime. Karşıya geçip Aslan'ın yanına varmadan birkaç adım öteden ona seslendim. Adamlar bana dönüp baktı ancak hemen kafalarını indirdiler ve ceketlerini bağladılar. Aslan yanıma geldi. "Efendim, bir isteğiniz mi vardı?" Ofladım. Onu kolundan yakalayıp adamlardan uzaklaştırdım. "Kaç defa diyeceğim sana. Bana efendim diyip durma. Ben seni abim gibi görüyorum sen bana efendim diyorsun. Üzülüyorum bak. Sohbet edecek birilerine ihtiyacım vardı, şükür ki seni buldum." Aslan anlayamadığını belli eden, saf bakışlarıyla yüzüme baktı. Onu kolundan çekiştirdim. "Hadi gel, kahvaltı ettin mi? Sana bir şeyler hazırlayayım. Bana ailenden bahset biraz." Aslan şaşkın görünüyordu ancak onu önemseden kolundan çekiştirmeye ve eve sokmaya çalışmaya devam ettim. Sonunda pes etmiş olmalı ki, bedenini kolayca eve sokmaya başarmıştım. Karan salonda, ayakta beni bekliyordu ve eve girdiğimde gözleri hemen bana döndü. Birkaç adımda yanıma geldi ve Aslan'a baktı. "Neden geldin?" Aslan'dan önce davrandım. "Ben getirdim. Benimle sohbet edecek çünkü sıkıldım. Hem, aç aç kapıda bekletiyorsun adamları. Onlara bir şeyler hazırlayacağım. Yazık." Karan beni kolumdan yakaladı. Aslan'dan birkaç adım uzağa çekti. "Afraa!" dedi ikaz dolu bir sesle. "Onlar şirkete bağlılar zaten. İstemedikleri kadar çok yiyip, kazanıyorlar. Birden iyilik meleği kesilesin mi geldi?" Öldürürdüm. Cidden. Kolumu ondan hızla kurtardım. "Saçma sapan konuşma. Zaten canım burnumda bir de senin iğrenç ithamlarınla uğraşamayacağım. Aslan abi evli, biliyorsun. Onunla gönül falan eğlendirmiyorum yani. Alex'le yaptığım gibi değil. İçin rahat olsun, müstakbel karın hakkında etrafta asılsız söylentiler dolaşmaz ama sen dikkat et bence." Ona doğru bir adım attım. "Dikkat et, kimse mustakbel karını taciz edenlere hiçbir şey yapmadığını duymasın. Yoksa daha fazlasına hazırlamam gerekir kendimi." Kaşlarını kaldırdı. Tam yanından ayrılacakken beni kolumdan yakaladı. Kulağıma eğildi. "Bunu yapanların üzerine kızgın yağ döktüğümü, uzuvlarını kestiğimi, derilerini yüzdüğümü hatta bunlardan çok daha fazlasını yaptığımı bilsen bana aynı gözle bakar mıydın, Araf?" Tehlikeli sesi ve muhtemelen farkında bile olmadan sıktığı kolumla onu sessizce dinledim. "Ben sabırlı bir adamım. Baştakilerin cezasını çok daha büyük acılar çekmelerini sağlayarak keseceğim." Kulağıma değen sıcak nefesinden sonra kolumu hızla ondan kurtardım. Ondan bir adım uzaklaşıp yüzüne baktım. Farklı bakıyordu. Şimdiye kadar asla görmediğim bir yüzüne bakıyordum sanki. Yaptığıyla övünmüyordu ancak pişman da değil gibiydi. Ne düşüneceğimi bilmiyordum çünkü ben yaşamıştım. Bana yaşatılan bir olayın cezası kesildiğinde, neden yaptın diye sormak gelmedi içimden. Adamın büyük ellerini yeniden bedenimde hissettim. Elim Karan'ın az önce sıktığı koluma gitti. Gözlerim doldu biraz ama toparlamam uzun sürmedi. Yüzüme dimdik bakan Karan'ın daha fazla yanında beklemeden huzursuzca bize bakana Aslan abiye doğru ilerledim. Adamlara resmen işkence etmişti. İçimdeki şeytan, ona kızacak kadar yüzsüz değildi. Bu olayı tamamen unutmak istedim. Her bir detayını. Hissettirdiği her şeyi. Umursamamak istedim. "Aslan abi, hadi gel mutfağa gidelim." Elim ayağım titreyecekti utanmasam. "Efendim, ben işimin başına döneyim." "Hayır hayır, kırma beni lütfen. Çok sıkıldım oturalım biraz. Hem Karan burada zaten, korur beni. Değil mi Karan?" Karan bana baktı ama ben onun kızıllarında fazla oyalanmadım. "Hadi gidelim." Aslan önce Karan'a baktı. Nasıl bir komut aldı bilmiyorum ama benimle mutfağa giriş yaptı. Aslan abiyle sohbet ederken dışarıdaki adamlara ve Aslan abiye sandviçler hazırladım. Bana kızıyla ilgili komik bulduğu bir anısını anlattı. Parkta yaşıtı olan bir çocukla kavgasını yani. Gülerken aynı zamanda ona çay da yaptım. Sonra, sandiviçleri dışarıdaki adamlara dağıtmasına yardım ettim. Her biri çok iyi insanlardı. Ailesi için çalışan, okumak için çalışan, Karan'a can borcu olduğu için çalışanlar vardı. Her birinin bir sebebi vardı yani burada olmak için. Karan bunlardan haberdar mıydı bilmiyordum. "Çok teşekkür ederim Aslan abi. İyi oldu bana da. Çok sıkılmıştım." "Ben teşekkür ederim, Afra. Biraz kafa dağıtmış oldum hem." Sonunda bana Afra demeye de alışmıştı böylelikle. "Bu arada, Karan'ı çok kafana takma. Aramız biraz limoni olduğu için böyle davranıyor. Klasik huyları işte. Sinirini alakasız insanlardan çıkarıyor, biliyorsun." Başıyla onayladı ve tebessüm etti. "Ben artık döneyim eve. Kolay gelsin." Arkamı döndüm ve eve girdim. Genelde, çalışanlarla hep aram iyi olmuştu. Bu, olmasını istediğim bir şeydi daha doğrusu. Onlar para için bizimleydi ama para her şeyin karşılığı değildi. Onların zamanlarını alıyorduk mesela. Milyonlar versek karşılığını almış olmazlardı ama yine de boyun eğiyorlardı. Saygı duyuyordum. Bu yüzden de onlarla konuşmak, en azından manevi bir bağımız olsun istiyordum. Hem o cehennem gibi olan evde kafa dağıtmış da oluyordum aynı zamanda. Burada da aynı amaçla çalışanlarla konuşacağımı hiç düşünmemiştim ama olmuştu işte. "Afra, günaydın." "Saat kaç oldu İlke? Ne günaydını bu saatte." "Doğru." dedi sevimli sevimli. "Dün biraz geç yattık da. Çok uyumuşum ister istemez. Bu huyumdur zaten benim. Geç yatıyorsam istisnasız geç kalkarım." Ne diyeceğimi bilemediğim için gülümsemekle yetindim. Salona girdiğimizde, Karan çoktan takım elbiselerinden birini giymiş, elindeki telefonla ilgilenmeye devam ediyordu. Bağımlı mıydı neydi? Alex ortalıkta görünmüyordu. Muhtemelen mutfakta bir şeyler yiyordu. "Ee, halloldu mu?" Karan İlke'nin sorusuna başını sallayarak onay verdi ve bana döndü. "Az önce dün satın aldıklarımız geldi. İlke sana bugün için uygun olanı seçmekte yardımcı olacak. Onlar dışında sen beğendiklerini denerken ben de birkaç tane ayrımıştım. Onlar da var. Siz ilgilenirsiniz. Benim çıkmam gerek. Akşam altıda alırım seni." Başımla onayladım. Karan çıkacakken İlke onu durdurdu. "Bu arada, hangi davete gidiyorsunuz? Benim niye haberim yok bundan anlamadım. Söyle de ona göre yardımcı olayım." Karan İlke'ye baktı. Sonra bana baktı ve tekrar İlke'ye döndü. "Geri dönüyorum, İlke." Bu ne demekti? Ailesiyle tanışmayacak mıydım? Ailesine mi geri dönüyordu? Kafam karışık bir şekilde bir İlke'ye bir de Karan'a baktım. "Ne?" dedi İlke. Benim gibi o da anlamamış olmalıydı. "Afra, birkaç haftadır ağır halisünasyonlar görüyor. Kimin yaptığını tahmin edebilirsin." "Afra?" dedi İlke bana dönerek. "Gerçekten mi? Özür dilerim, yanında olamadım. Keşke önceden bilseydim. Yalnız bırakmazdım seni." Ona, "Sorun değil." dermiş gibi gülümsedim. Ancak İlke, tekrar Karan'a döndü. "Bir dakika," dedi elini kaldırarak. "Bunun, senin geri dönüşünle ne alakası var şimdi?" Karan eliyle saçlarını düzeltti ve soluklandı. Neden bu kadar anormal bir durumdaymışız gibi hissediyordum ve dahası, neden İlke'nin tüm bunlardan haberi yoktu ve şimdi öğreniyordu? "Alex'in evde olmadığı iyi oldu. Ben de seninle yalnız konuşmak istiyordum. Otur." dedi onu kollarından yakalayıp oturması için yönlendirirken. "Bu ne demek şimdi? Baştan anlat şunu." Yüzümü buruşturup onları izledim. Ne dönüyordu şimdi burada? "İlke," dedi Karan. Derin bir nefes aldı. Başını önüne eğdi. Birkaç saniye yeri izledi ve hemen sonra kafasını kaldırdı. Elleri hâlâ İlke'nin ellerindeydi. Bu görüntüyü görmek, nedense başımdan aşağıya kaynar sular dökülmesine neden olmuştu. Sanki, burada fazlalıkmışım gibi. Gibisi de yoktu aslında. Ben resmen burada fazlalıktım. Bunu defalarca hissetmeme rağmen bir kez daha hissediyordum ancak bu defa, daha derinlerimde, tam kalbimin üstünde hissediyordum. Sorun çıkaran insan, sorunlu olan benmişim gibi. Ben olmasam, onlar bu tür olaylar yaşamak yerine sorunlarına hemen çözüm bulacaklarmış gibi. "Dediğim gibi. Afra birkaç haftadır halisünasyonlar görüyor ve bu halisünasyonlar ağırlaşmaya başladı." İlke bana baktı ve sonra Karan'a döndü. "Ne demek ağırlaşmaya başladı?" Karan cevap veremedi. "Bana dokunmaya kalktılar. Hissettim. Halisünasyon olsa bile." Karan da bana baktı ama ben İlke'den gözlerimi ayırmadım. Bir plan yaptıysak ve ben bu plan doğrultusunda güvende hissediyorsam, önüme kimse taş koyamazdı. Burada fazlalık da olsam, sorun da olsam bencil olacaktım. İyi olmanın kimseye faydası yoktu. Hayatta kalmamı isteyen Karan'dı. "Çözüm düşündük. Çok düşündüm. Tek yapabileceğimiz, halkımıza sığınmak." "Bunu nasıl yapacaksınız?" "Eğer onu, kraliçe ilan edersem-" İlke Karan'ın ellerini bıraktı. "Ne?" "İlke, biliyorum bu planımızı alt üst edecek ama Afra'nın zarar görmesine izin veremem. Anla beni." İlke elini kaldırıp onu susturdu. Titriyordu. "Ama benim zarar görmem umrunda değil, öyle mi?" Gözlerimi kapattım. Resmen kara kedi gibi aralarına girmiştim. "Senin tarafını tuttum Karan. Sevdiğim adamın karşısına geçtim ve ona seni savundum. Ben, o ağlarken ona sarılamadım. Yanımda defalarca ağladı, ona inanmam için bana yalvardı. Sana bunları anlattım! Sen şimdi karşıma geçmiş," Duraksadı. Gözlerini kapattı ve dişlerimin arasından, "Benimle dalga mı geçiyorsun?" dedi. Bir dakika, bir dakika! "İlke!" Nefes verirmiş gibi, son gücüyle adını sayıkladı ama İlke durmadı. "Sen dedin. Onu kışkırtacağız, benimle yakın olman onu delirtiyor dedin! Şimdi de Afra ile evlenip, tüm planı bu yolda, bu plan için feda ettiğim her şeyi, darmadağın mı edeceksin? Sana kardeşim dedim! Bana bunu mu layık görüyorsun?" Tamam, burada neler dönüyordu? Dehşet içinde onlara bakıyor, İlke'nin ağzından çıkan her bir kelimeyi tekrar tekrar gözden geçiyordum. Bir olay yaşanmıştı. Büyük bir olay. Kim kurbandı belli değildi. Ancak bu olay, karşımdaki bu ikiliyi birleştirmişe benziyordu. "Alex biliyor mu?" Karan başını salladı. İlke hastalıklı gibi güldü. Arkasını döndü, elini beline koydu ve sakinleşmeye çalıştı. "Tamam, tamam. Anlıyorum, Afra zarar görüyor. Ama başka bir yolu olmalı. Bir şekilde, iki planı birden baştan tasarlayıp kimsenin zararlı çıkmamasını sağlayalım." Karan kafasını salladı. "Alex çoktan duydu İlke." "O zaman onu öldürelim! Pamir'e haber uçurmadan!" İlke delirmiş gibi bağırdığında elimle ağzımı kapattım. Ağlıyordu, bir an bile sabit duramıyordu. Sürekli titriyordu. "Sen, benden önce Alex'e duyurdun bunu! Sana engel olmayayım diye, değil mi?" Elini saçlarına daldırdı ve kafasını kabul etmiyormuş gibi defalarca sallayıp Karan'a baktı. Karan ise son söylediğini duymamış, duyduysa da umursamamış gibi yapmayı seçti. "Uçurmuştur bile. Otur, sana her şeyi anlatayım ki bir şeyler düşünelim." İlke oturup Karan'ı bekledi. Karan da oturduğunda tek ayakta kalanın ben olduğumu fark ettim ve ben de oturdum. "Yakın zamanda bir silah teslimatı olacak. Pamir'in silahları. Teslimatı basacak ve silahları alacağız. Pamir deliye döner. Bu bize en az bir hafta kazandırır. Bu bir hafta boyunca, kartları açık oynayacağız. Teslimat ve düğün aynı güne denk gelecek yani Pamir muhtemelen düğüne saldırı düzenlemeye çalışırken, biz ona saldıracağız. Kimsenin burnu bile kanamadan bu düğünü atlatırsak, sonrası için bir şeyler düşünebiliriz." İlke dirseklerini dizlerine dayadı. Ellerini kafasına koydu ve düşünmeye başladı. "Benim pek bir söz hakkım yok zaten. Büyük patron, ah pardon! Büyük patronlar ne derse o olur. Ben sizin aranızda bir köprü gibiyim değil mi? Aramız bozulmasın diye ikinizi bağlamaya çalışan ama senin tarafından tamamen koparılmaya ramak kalmış bir köprü." "Böyle söyleme İlke. Beni anlamaya çalış. Onun katilini ben de en az senin kadar bulmak istiyorum. Tüm bunlar da bu yüzden zaten. Gücün her şeyi yönettiğini biliyorsun. Hem de her şeyi. Yeterince gücüm olursa, hem katili bulurum. Hem halkımı toparlarım hem de sizi güvende tutarım." İlke biraz daha sakinleşmiş, biraz daha durulmuş görünüyordu. En azından artık bağırmıyordu. Sessizce oturdukları bir anda, hiçbir şeyden haberim olmadığı için soru sormam garip kaçardı bu yüzden ben de sessiz kalmaya karar verdim. "Bana yardım et. Biliyorsun, sen olmadan başaramam. Yanımda hep sen vardın. Olmaya da devam et." İlke Karan'ın söylediklerini dinledi. Bir müddet düşündü. Biz de onu izlemeye devam ettik. Yere dalmış, derin düşüncelerle boğuşuyor gibi görünüyordu. Hiç beklemediğimiz bir anda, birden ayağa kalktığında hem Karan hem de ben korkuya olan baktık. "Duygusal sözler söyleme bana. Bir müddet konuşma da benimle. Bu planı kurarken benim de bir gururum olduğunu düşünseydin keşke. Pamir şimdi benim hakkımda ne düşünecek?" dedi ifadesiz bir sesle. "Çık git, işin neyse onu yap. Afra'yı hazırlayacağım ama asla senin için değil. Afra için." "Ne?" Karan bu tepkiyi verdiğinde benim dudaklarım hafif aralanmış, şaşkınlık dolu bakışlarla ayakta olan İlke'ye bakıyordum. "Duyamadın galiba? Afra'yı diyorum. O şeytana pabucunu ters giydiren ailene beğendirmemiz lazım. Olur da beğenmezlerse," Duraksadı ve bana baktı. "Çok da umrumuzdaydı canım!" Hâlâ şok içerisinde ona bakıyordum ama Karan çoktan toparlamıştı. "Teşekkür ederim." dedi ayağa kalkıp ona sarılarak. "Anladığın için." İlke onu hafifçe itti. "Tekrar söylüyorum. Senin için yapmıyorum Karan. Yanlış anlaşılmasın. Afra için yapıyorum." Bana gülümsediğinde ben de ona gülümsedim. "Çık!" dedi Karan'ı itekleyerek. "Çok işimiz var! Sonunda gelinin kız kardeşi olacağım ve saçlarıma bir kilo sim dökeceğim!" İçi kan ağlayan insanların bazıları, içinde bulundukları en kötü ânı bile şaka yaparak yatıştırmaya çalışırlardı. İlke bugün, hayal kırıklığına uğramıştı. Karan tebessümle evi terk ederken,ki tebessümü suçlu olduğunu bildiğini haykırıyordu, ben İlke'nin gülümseyen dudaklarının yanında, korku dolu gözlerini izliyordum ve bu da zaten korkan benim daha da korkmama yol açıyordu. Ama biliyordum ki korku, ölüm anında bile hayatta kalabilmek için hep son umuttu ve ben şimdi korkarak, hayatta kalma içgüdümü harekete geçiriyordum. Tıpkı, İlke'nin de korkup Karan'a güvenmesi gibi. Şimdi ben de korku içerisinde ilk defa yalnızca kendime değil, kendim dışında bir de Karan'a güveniyordum. Ve birazcık da, İlke'ye. |
0% |