@elfhikayelerii
|
Gerçekler, elbet bir gün gün yüzüne çıkar. Bu söz, ömrüm boyunca altında ezildiğim ve gerçekliğinden binlerce kez şüphe ettiğim bir sözdü. Annemin babamı aldatması gün yüzüne çıkmıştı belki ama bana yaşattıkları benimle mezara girecekti. Babamı öldürmesi mesela. Ben dönemezsem kendi evrenime, bunu kimse bilemeyecekti. Çıkıyor muydu gerçekten tüm gerçekler ortaya? Hiçbiri gizli kalmıyor muydu? Gerçekten mi? Daha sonra, çok şey bildiğini sanan ben, Karan'ın gerçeklerini öğrendim. İlke ve Karan'ın gerçeklerini. Şaşırdım bir müddet ama bu sözün doğru olabileceğine inanmak istedim. İstersem, her şeyi gün yüzüne çıkartabilirdim değil mi? Hem de her şeyi. Düşündüm. Daha bilmediğim kaç gerçek olabileceğini. Kaç olay benimle ilgiliydi de benim haberim yoktu? Kaç tanesi? Belki yüzlerce, belki binlercesi... En sonunda kendime bir söz verdim. Belki tanıdığım insanların tüm gerçeklerini öğrenmeme ömrüm yetmezdi ama sevdiğim insanların tüm gerçeklerini öğreneceğime dair bir sözdü bu. Ölmeden, onların gerçekte nasıl insanlar olduğunu tamamen anlayacaktım. Çünkü bir yerde insanın gerçekleri, onu tanıtırdı. Tanımak istediğim çok fazla insan yoktu. Gerçeklerini öğrenmek istediğim çok fazla insan da yoktu dolayısıyla. Karan gittiğinden beri İlke benimle tek kelime etmemişti ve saçımı maşalamakla meşguldü. Arada göz göze geliyor, yalancıktan birbirimizi gülümsüyor ve hemen ardından gözlerimizi kaçırıyorduk. Gözlerimi kaçırdığım gibi aklımı da kaçırmak üzereydim. Saçımı yapmak için bu kadar özen gösteriyor olmasa, hemen şimdi onları yolabilirdim. "Olmadı gibi sanki böyle, düzleştirse miydik?" Aynadan gülümseyen yüzüne baktım ve kafamı olumsuz anlamda salladım. "Bence çok güzel oldu." "Yok yok, düzleştirelim. Hem, o bordo elbiseye düz saç fena iyi olur." Başımla onayladım. Korka korka yüzünden bir dakika bile eksilmeyen gülümsemesini izliyor, bir şeyler söyleme ihtiyacıyla dolup taşıyordum. "İlke," dedim. Ama bana bakmadı bile. "İyi misin?" Aynada göz göze geldik. "Örsek mi acaba saçlarını? Yakışır hem sana." "İlke, korkutma beni." "Yok yok, bence en iyisi topuz. Şöyle, dağınık bir topuz yapalım." Ayağa kalktım ve ona döndüm. "İlke," dedim ellerini tutarak. "Gel biraz oturalım." Onu yönlendirmeme izin verdi. Arkamızdaki yatağa oturduk. Ellerini bir an bile bırakmadım. Buz gibiydi. Nedenini bilmiyordum ama her kötü anında elini tutasım geliyordu ve bunu yaptığımda gözlerinde bir şeylerin eksikliğini görüyordum. Sanki, bana muhtaçmış gibi bakıyordu. "İyi misin?" Gözlerimin içine baktı. Ancak o zaman gözlerinin dolduğunu fark ettim. Gözyaşları yanaklarından süzüldü ve birden omuzları sallanmaya başladı. Sanki buz gibi olan elleri daha da soğudu. Sarsılan omuzlarını yanında güçsüz bedeni titriyor, arada ağzından ufak hıçkırıklara kaçıyordu. Öylesine bir ağlayış değildi. Fazlasıyla dolmuş olmalıydı. Ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarına baktım. Yüzüne yayılan, gözlerime bakmasına engel olan o binbir türlü duygu barındıran gözyaşlarına... "Çok yorgunum, Afra." dedi fısıldayarak. Ağlamaktan anında sesi kısılmıştı. "Çok yorgunum. Dayanamıyorum artık." Şaşkınlıkla yüzüne baktım. İki dakika önce gülümseyen güzel, küçük yüzü şimdi gözyaşlarıyla yıkanıyordu. Anlık duygu değişimlerinin bir nedeni olmalıydı. "Karan çok şey yaşadı." dedi sanki düşüncelerimi okumuş da sorularıma cevap verebilmeyi umuyormuş gibi. "Ben de, Pamir de. Çok şey yaşadık ama Karan mahvoldu Afra. Yıkıldı. Onu toparlayabilmek için yanında kaldım ama ona bir faydam dokunmadı bile. Kendi kendisini toparladı. Benim onun için yapabildiğim tek şey iyi olduğumu, yanından ayrılmadığımı ve mutlu olduğumu ona hissettirmekti. Çocukluğundan beri ona dayatılan düşünceler, onu ele geçirseydi, öylesine acımasız bir insan yapardı ki. Ama o yine, ayakta kalıp kişiliğine sahip çıkmayı başardı. O çok şey başardı. Çok kayıp yaşadı. Ama ben de yaşadım. Kimse göremiyor belki, hissettirmiyorum ama ben de çok üzgünüm, dağıldım artık Afra. Ben Karan'a ulaşamadım. En yakın arkadaşlarımdan biriyken üstelik. Sen ulaştın. Ona ulaştın, Afra." Ellerimi ellerinin arasına alıp gözlerini gözlerime dikti. "Çok yakında, bize vaddettiği tüm bu güvenlik yerle bir olacak. İşte tam o gün, Pamir'in yanında mı yoksa Karan'ın yanında mı kalacağım bilmiyorum. Ben artık hiçbir şeyi öngöremiyorum. Bu yüzden, bana söz vermelisin. İçimin rahat etmesi için. Karan'ın yanında kalacağına söz ver. Onun duvarlarını aşabilen tek insan olarak. Söz ver bana." Kaşlarımı kaldırdım. "Böyle bir söz verebileceğimi zannetmiyorum İlke. Onunla evleniyor olabilirim ama bu tamamen bir formalite. Aramızda gerçek tek bir şey yok. Ben sadece hayatta kalmaya ve Karan'a olan borcumu ödemeye çalışıyorum. Güvenliğimi sağladığı için. Duvarlarını aştığım falan yok. Bir duvar varsa şayet, o duvarın hemen karşısındayım ve sizi göremiyorum bile. Demek istediğim, biz aynı tarafta değiliz." "Öyleyiz Afra. Aynı taraftayız. Anlamıyorsun." Elini alnına koydu. "Sana her şeyi anlatmam doğru olmaz. Ama eğer ona karşı minnet dışında tek bir şey hissediyorsan, neden bahsettiğimi çok iyi anlıyorsun anlamamazlıktan gelme sakın, ona yardım et. Yardımdan kastım güç sağlama değil. Mental. Mental olarak yanında ol. Seni başka türlü koruyamaz. Çok kişiyi kaybettik. Sayamayacağım kadar çok. Seni de kaybederse, yemin ederim onu toparlayamam. Kendisi bile toparlayamaz." "Karan çok güçlü, İlke. Olur da, bana bir şey olursa arkamdan yas tutacağına söz verdi. Ama ne eksik, ne fazla. Eminim toparlar. Aramızda öyle bir bağ yok." İlke gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. "Sana anlatabilseydim şayet, daha iyi anlardın demek istediğimi." "Anlat o zaman!" dedim seviyeli bir şekilde sesimi yükselterek. Ne aşırı, ne az. Sinirlendiğimi anlayabileceği bir seviyeydi. "Her ne yaşadıysanız anlat! Benim etrafımda dönen ama benim haberimin bile olmadığı olayı anlat artık bana! Herkes farklı farklı imalarda bulunuyor ama bir kişi bile neden bu durumda olduğumu açıklamıyor." Sustum. Sakinleşmeye çalıştım. Terlediğimi hissediyordum. Ayağa kalktım ve makyaj masasına yine oturdum. "Demek istediğini çok net anladım. Yapmam gerekeni de. Onu korumak için elimden geleni yapacağım. İşimize geri dönelim." İlke sessizce ayağa kalkıp saçımı yapmaya devam etti. Arada iç çekiyor, eliyle yüzünü sıvazlıyor, ondan sessiz akan gözyaşlarını siliyordu. Sessizdi. Oldukça sessizdi. Yalnızca nefesinin sesini duyuyordum. Bir şeyler yaklaşıyormuş gibi konuşmuştu. "Sevdiğin adam ve dostun arasında kalsan, kimi seçerdin Afra?" Sessizliğini bu soruyla bozdu. Aynadan yansımasına baktım. Bana bakmadan sormuştu. Saçımla ilgilenmeye devam ediyordu. "Haklı olanı." dedim. "Her zaman haklı olanın yanında olmaya çalışırım." Doğruydu da. Şahsen yaşamadan büyük konuşmak istemezdim ama kendimi biliyordum. Haklı olan kimse, ona gider ona destek olurdum. "Ben de öyle yaptım. Haklı olanın yanında durdum yani. Ama kalbim, çok acıyor." Ağlamaya devam etti. Bir müddet sonra duruldu. Aynadaki yansımasıyla göz göze geldik. "Sen, bizi yanlış anladın değil mi?" Kaşlarımı çattım. "Karan'la bizi yani. Fark etmediğimi düşündün muhtemelen ama ettim. Biz, sandığın gibi değiliz. O benim en değer verdiğim arkadaşlarımdan biridir. Dostum yani. Ona asla o gözle bakmam. Zaten söyledim artık sana da. Ben başka birini seviyorum." "Pamir'i." dedim. Duraksadı. Kafasını salladı. "Biz çocukluk arkadaşıyız. Pamir, Karan, Deniz, Hafza ve ben." Yüzünde öylesine bir ifade vardı ki. Acı çekermiş ama bu acıyı diğer acılara tercih edermiş gibi bir ifade. Acısıyla gurur duyuyormuş gibi bir ifade. Ne de olsa, sevdiği insanlardı. Sanırım insan, sevdiği insanın verdiği acıyla gurur bile duyardı. Sahiplenirdi. Belki bundan çok fazla incinirdi. Üstüne alındığı için. O insanı, sevdiği için. Ben şimdiye kadar hiçbir acımla gurur duymamıştım. Hem de hiçbiriyle. Hepsi kirliydi sanki. Babamın ölümünde bile kirli hissetmiştim hissettiğim acıyı. O acı doğal değildi. Annemin eli vardı. Düşündükçe nefesim kesiliyor, içimde büyüyen kin, yüzüme yansıyordu. "Hep beşimiz takılırdık. Ve hep, sadece beşimiz yan yana olunca mutlu olurduk. Benim babam, Karan'ın babasının sağ koluydu. Tıpkı şimdi benim onun sağ kolu olmam gibi. Bu yüzden birlikte büyüdük. Pamir'i de biliyorsun zaten. Dört büyüklerden." Başımla onayladım. "Deniz, Karan'ın en güvendiği arkadaşıdır. Benden bile çok güvenir. Tanıştırırım sonra sizi. Hafza da Pamir'in kardeşi." Kafamı salladım. Küçük kardeşime iyi bak, kardeşim... Sanırım bir şeyler oturuyordu yerine. Yine de dinlemeye, uçarı senaryolar kurmamaya çalıştım. "Bizim yan yana gelmemize izin vermezlerdi. Malum, düşman aileler. Biz Karan'la ve Deniz'le hep birlikteydik ama Pamir'le ve Hafza'yla zar zor görüşürdük. Kendimize ait bir buluşma yerimiz vardı. Gizli gizli gider, oyunlar oynardık." Gülümsedim. Bu bana, kendi küçüklüğümü hatırlattı. "Bazen, o günlere geri dönmek istiyorum. O kadar çok istiyorum ki Afra. Tekrar yan yana olmak istiyorum. Sonra, saçma sapan olaylar yaşandı. Saçma sapan." Yüzünü buruşturdu. "Aramıza kocaman duvarlar örüldü. Aşılmaz duvarlar. Bana seçenekler sunuldu. Çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve muhtemelen yaşlılık aşkımın yanında mı yoksa dostumun yanında mı kalacağıma dair seçenekler. Gitsem, Karan sesini çıkartmazdı. Onu sevdiğimi biliyordu. Ama kalsam, Pamir aynı anlayışla devam etmezdi beni sevmeye. Öyle de oldu zaten. Karan'ı seçtim. Çünkü o haklıydı. Onun yanında durmalıydım ve gerekeni yaptım. Pamir bir tarafta ve ben bir tarafta. Aramızda ise koca koca duvarlar." Gülümsedi. "Ben acı içerisinde, kendime zarar verme düşünceleriyle boğuşurken, o başka kadınlara gitti. Beni tamamen sildi." Kaşlarımı çattım. "Karan bana öyle olmadığını söyledi. Hâlâ beni sevdiğini. Alex'i yanımıza, bizi gözetlemesi için köstebek olarak soktuğunu söyledi." Olay gittikçe karmaşıklaşıyordu. "İnadının kırılması ve daha mantıklı düşünmesi için Alex'in önünde saçma sapan, bana bile samimi gelmeyen hareketler yaptık. Yakın göründük. Pamir sinirlensin ve hatasını anlasın diye. Bu o kadar saçma bir fikirdi ki. Ama ben de bir o kadar umutsuzdum ki." Kafasını salladı. "Pamir artık iki dünya bir araya gelse, evrenler birleşse, yine beni sevmez. Ben onu ölene kadar severim, kimse beni ondan vazgeçiremez ama o bana artık asla geri dönmez." Derin bir nefes aldım ve aynadan ona baktım. "Çok seviyorsun." dedim. "Çok seviyorum Afra." dedi. "Çok." Duraksadı. "Bu yüzden aşırı tepki verdim. Hem böyle saçma sapan bir plana beni dahil ettiği hem de seninle evlenip planı alt üst ettiği için. Dediğim gibi aşırı bir tepkiydi. Zaten umutsuz olan benim, tekrar umut etmem saçmalıktı. Kusura bakma." "Hayır." dedim arkamı dönerek. Gözlerinin içine baktım. "Hayır İlke. Sakın. Benden hiçbir şey için özür dileme. Sen, onu geri istiyorsun. Bunda anlamayacak, hoş karşılanmayacak hiçbir taraf yok. Düşünüyorum da, ben senin yerinde olsam bu kadar güçlü kalamazdım. Çabuk karar verip hatalar yapan bir insanım. Sense, o kadar çok sabretmiş, o kadar çok savaşmışsın ki. Çok da güzel sevmişsin. Sevmeye de devam edeceksin. Ben senin yanındayım. Geçici de olsa. Pamir ve Karan böyleyken, başka bir dosta ihtiyaç duyarsın belki. Benimle konuşmak iyi gelir, o saçma sapan düşüncelerinden tamamen kurtulamazsın ama azaltırsın belki." Omuz silktim. "Ben de seninle konuşurum." Tuhaftı. Onun gibi kötü düşüncelere sahip olan biri, ona o düşüncelerden kurtulması için yardım ediyordu. Tıpkı Karan'ın bana yardım ettiği gibi. "Konuş tabi. Konuş. Ben, üzüldüm biraz. Yani bu işe devam ederken seninle düşman gibi olduğumuz için. Madem bu işin içindesin, hatta tam ortasındasın, neden birbirimize yardım etmiyoruz değil mi?" Gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. İçim ısındı sanki. Sıcacık oldum. Üşüyen parmak uçlarım, üşüyen ayaklarım ilk defa ısındı. "Peki aranızı açan şey neydi? Ailelerin bu denli düşman olmasının ve sizi ayırmasının sebebi yani?" Yüzü düştü. "Bunun hakkında konuşmak istemiyorum. Karan'a sor. Anlatacaktır." Kaşlarımı kaldırdım. Sanırım Karan'la yalnız kalınca ilk işim ona bu meseleyi açmak olacaktı. Bir şeyler öğrenmek istiyordum artık. "Karar verdim." dedi. Ona baktım. Sanırım hayatıyla ilgili önemli bir karar vermişti. Sesi oldukça kararlı gelmişti. "Saçına çok çok güzel bir modal yapacağım. Benim özellerimden. Burası böyle, dağınık kalacak. Sonra, buklelerini yanına ekleyeceğim. Arkasını da tamamen salacağım." Büyük bir kahkaha attım. "Tamam." dedim kafa sallayarak. "Öyle yapalım." Gözümün içi parlıyordu. Tam anlamıyla. Hatta, kendimi aynada böyle görünce biraz afalladım. Yüzüm anlık olarak düştü ama hemen toparlayıp gülmeye devam ettim. Sahte bir gülüş değildi. İçim çorak bir toprak gibiyken, sanki bahar geldi. Her yer çiçeklerle süslendi. Ben, tuhaf hissediyordum. Çok nadir hissettiğim bir sıcaklığa kucak açıyor, özlemle tutuşuyordum. Saçımı dediği gibi yaptı. Oldukça da güzel olmuştu. Sonra, saçımı bozmadan elbisemi giydim. Bu süre zarfında İlke ayakkabılarımı, çantamı ve takılarımı seçti. En sonunda da, üzerimi kirletmemeye özen göstererek makyajımı yaptı. O kadar çok gülmüştüm ki. Onu tanıdığımdan beri belki de ilk defa. Hatta içimde ona karşı içten içe beslediğim kin, yavaş yavaş sevgiye dönüştü. Nedense, acı çeken her insanı seviyordum. Onlara sarılmak, teselli etmek, yalnız kalmamaları için elimden geleni yapmak istiyordum. Bu, acıma değildi. Acımıyordum. Zaten, hikayemi anlatsam acınan taraf ben olurdum. Bu, sanırım sevgiydi. Saf sevgi. Tamamen hazır olduğumu düşünen İlke, beni ayağa kaldırdı ve bedenimi baştan aşağıya süzüp dudaklarını 'o' şeklinde açtı. "Ne yaptım ben, aman Allah'ım!" Gülümsedim. "Sen," dedi. "Bu gece Karan'ın müstakbel karısı olarak, ailesiyle savaşacaksın asker! Görümcen daima yanında!" Kahkaha attım. "Gülme!" dedi elini kaldırıp beni durdurarak. "Makyajın bozulacak." "O zaman sen de böyle konuşma. Gülesim geliyor!" O da bana katılınca daha fazla gülmeye başladım. Onun belki de en sevdiğim yanı, çok kötü bir durumun içinde de olsak hep pozitif kalabilen ve tutabilen yanıydı. Bu bir bakıma, hislerini saklamaktı. Kim hislerini saklamazdı ki? Eminim o da benim gibi dolunca içini boşaltıp sonra içine atmaya devam edenlerdendi. "Karan gelir birazdan. Bu arada," Yatağın yanındaki komodine doğru ilerledi ve eğilip komodinin çekmecesinden bir kutu çıkarttı. "Sanırım artık, buraya ait sayılırsın. Geri dönecek olsan bile. Telefonum sende olmazsa, gün içerisinde nasıl dedikodu yaparız inan bilmiyorum." Kıkırdayıp bana doğru uzattığı telefonu aldım. Muhtemelen bana telefonu açmam için uzatmıştı. "Teşekkür ederim." dedim. Karan bana buraya geldiğimizde neler olacağından habersiz bir telefon almıştı. "Numaran zaten bende var." İlke kaşlarını kaldırdı. "Karan kaydetmiş. Lazım olur diye." Durumu anladığını belli etmek için başıyla onayladı ve kollarını bağladı. "Umarım iyi geçer. Gerçi, iyi geçeceğini hiç zannetmiyorum ama merak etme. Karan seni korur." Gözümü mü korkutmaya çalışıyorlardı. Eğer öyle yapmaya çalışıyorlarsa başarılı oluyorlardı. "Neden öyle dedin şimdi? Korkmam mı gerekiyor?" İlke dudağını büzüp düşünüyormuş gibi yaptı. "Nasıl desem, Karan'ın ailesi biraz şeydir. Ee, aile gibi değil. Daha çok, yönetimle ilgilendikleri için hep birlik içindedirler ama aralarına yabancı birilerinin girmesinden hiç hoşnut olmazlar. Ben bile kaç yıldır onlarla birlikte çalışıyorum. Karan'ın sağ kolu olarak üstelik. Ancak onlar kan bağına takmış durumdalar. Güç, kan bağı olmadan aktarılmaz. Sanırım bu yüzden. Seni ailedeki zayıf halka olarak görecekler." "Bıktım yemin ederim." Sitemime güldü ve omzuma dokundu. "Dediğim gibi Karan'ın gücü o aileyi yok etmeye bile yeter. Endişelenme, müstakbel kocan hepsinin ağzının payını verir." "Kocam falan değil o benim. Formalite." Gözlerini devirdi. Odadan çıkmak için kapıya yöneldik. "Kocan gelir şimdi. Bu arada ihtiyacın olursa hemen ara beni. Her konuda yardımcı olurum. Ben her zaman müsaitim. Karan zaten baştan aşağıya açık. Çok açık sana." Bu defa göz deviren bendim. O ise sinsice gülümsedi. Telefonu titrediğinde arka cebinden çıkarttı. "Karan arıyor. Geldi herhalde." Telefonu açıp, kulağına dayadı. "Evet, hazır zaten Afra. Neredesin sen?" Karşı tarafı dinledi. "Öyle mi, tamam hemen iniyoruz." Telefonu kapattı ve bana döndü. "Kapının önündeymiş. Hadi gidelim." Başımla onaylayıp ayağımdaki topuklularla merdivenleri inmeye çalıştım. Üzerimdeki bordo, göğüs dekolteli elbise içerisinde oldukça rahatsız hissetsem de bunu İlke'ye söylemedim. Aile büyükleriyle tanışmaya bu şekilde gidilir miydi canım? Ya da belki de bu evren, bizim evrenimizde bu tür şeyler açısından oldukça farklıydı. Gittiğimiz yer resmen bir çeşit kraliyetti. Yani endişelenmem gereken son şey elbisem sayılırdı. Evden çıkmadan İlke bana sarıldı. Ondan ayrılırken ağlayacak duruma gelmiştim. Birden ona nasıl bu kadar yakın hissettiğimi bilmiyordum ama Karan ile ilişkilerinin sandığım gibi olmaması içimi açıkça rahatlatmıştı. Evden ayrılır ayrılmaz, kapının önünde arabaya yaslanıp telefonla konuşan bir Karan'la karşılaştım. Üzerindeki siyah takım elbise ve içine giydiği beyaz gömlekle, ona bakakalmamı sağlamıştı. O bana bakmıyordu. Telefondaki konuşması bittiğinde telefonu kapattı ve ceketinin cebine koyup olduğum tarafa baktı. Elini ceketinin cebinden çekmeden bir müddet beni izledi. Bedenimi süzdü. Daha fazla beklemeden yanına doğru ilerledim. "Bittik biz bu gece." "Neden?" Derin bir nefes verdi. Gözleri hâlâ bedenimdeydi. "Ailem." dedi. Sonra gözlerime baktı. Dudaklarıma. "Ailem yüzünden yani." Kaşlarını kaldırdı. Eliyle yüzünü sıvazladı ve arkasını dönüp arabanın kapısını açtı. "Teşekkür ederim." Arabaya binip onun da sürücü koltuğuna yerleşmesini bekledim. "İlke biraz gözümü korkuttu. Gerçi senin de ondan aşağı kalır yanın yok ama neyse." "Ben de korkutacağım o İlke'nin gözünü." "Neden?" Eli arabanın anahtarındayken bana döndü. Bir kez daha üzerime baktı. Sonra kafasını beni ayıplarmış gibi sallayıp arabayı çalıştırdı. Konuşmaya başlamadan önce, araba hareketlendi. "Afra," dedi. Yüzüne baktım. "Ailem senin için büyük bir zorluk olacak." Bunu zaten anlamıştım. "Sen, birine benziyorsun." Bunu da anlamıştım. "Onların eskiden tanıdığı birine. Yansımana. Yansımanı tanıyorlardı. Yani senin o olmadığını anlayacaklardır. Başka bir evrene ait olduğunu. Benim güç kaynağım olduğunu da anlayacaklardır. Bu yüzden evlenmemize, seni korumama karşı çıkmayacaklar ama onun dışında, bize rahat da vermeyecekler." "İlke biraz bahsetti. Sanırım kan bağım olmadığı için tüm bunlar." Başıyla onayladı. Sormak istediğim bir şey vardı. Sorup sormamak arasında gidip geliyordum. "Sor." dedi hissetmiş gibi. "Sor başımın belası!" Gülümsedim. "Yansımamı nereden tanıyorlar?" dedim pat diye. Karan birkaç saniyeliğine bana baktı. Sonra arkasını kontrol etti. Arabayı kenara çekti. O tüm bunları yaparken ben onu izledim. Arabayı durdurup bana döndüğünde ben, zaten ona bakıyor olduğumdan göz göze geldik. "Sen, ne kadar az şey bilirsen o kadar güvende olduğunu biliyorsun değil mi? Söylemiştim." Başımı salladım. "Ama buna rağmen bilmek istiyorum. Neden tüm bunları yaşadığımı." Burnunu çekip camdan dışarıya baktı ve gözlerini kapatıp düşündü. "Yansıman," dedi. Sonra tekrar bana baktı. "Öldü." Kaşlarımı kaldırdım. "Daha doğrusu, öldürüldü." Tepki vermediğimi görünce devam etti. Bunu zaten biliyordum. Daha önce cinayet yüzünden öldürüldüğünü söylemişti. "Pamir sana, küçük kardeşime dikket et dediğinde şüphelendiğini biliyordum. Muhtemelen tüm hikayeyi ayrıntılı olmasa da otutturmaya çalışmışsındır." Başımla onayladım. Kendimce tahminlerim vardı elbet ama doğrusunu duymak istiyordum. "Senin yansıman, Pamir'in kardeşiydi." Evet, tahmin ettiğim gibiydi. Ancak hiç tahmin etmediğim bir gerçekle daha yüzleşmemi sağladı Karan. Gözlerimi kırpıştırdım. Üzerime, hava serin olduğu için aldığım cekete daha da sarıldım. "Öldürüldü. Sebebinin ben olduğumu, onu öldürdüğümü düşündüler. Bu yüzden sürgün edildim. Senin evrenine. Amacımız suçluları yakalamak değildi. Amacımız yoktu. Cezalıydık. Ben de kendime bir amaç yarattım." Neden gözlerim dolmuştu. Neden berbat hissediyordum? Neden? "Peki," dedim ince bir sesle. "Gerçekten-" Karan başını salladı. "Öldürmedim Afra. Asla öldürmezdim." Kafamı, dolu gözlerimi görmemesi için cama doğru çevirdim. "Demek bu yüzden yaşatmaya bu kadar takıntılısın. Sevdiğin kadın öldüğü için." Bana cevap vermek yerine, arabayı çalıştırıp yolculuğa devam etmeyi seçti. "Hafza." diye fısıldadım. Kafası anında bana döndü. Ancak yola dönmesi uzun sürmedi. "İlke çocukluk arkadaşı olduğunuzdan bahsetti. Sen anlatırsın diye hiçbir şey anlatmadı doğru düzgün." Yeniden sessiz kalmayı seçti. Kucağıma küçük bir kutu bıraktı. Konuşmadı. Ben de konuşmadım. Kutuyu aldım. Ne olduğunu tahmin ediyordum. Açtım. Yüzüğü, parmağıma taktım. "Kendin gibi davran, yeter. Dediğim gibi, bu evliliğe karşı çıkmayacaklardır zaten." Ona cevap vermeden dışarıyı izlemeye devam ettim. Önce kocaman, taştan bir kapının önünde durduk. Kale kapısı gibiydi. Kapıdaki görevliler, arabanın içerisine doğru baktı. Karan'ı görünce geri çekildiler ve kapı bize açıldı. Araba ilerlemeye, hiç durmadan devam etti. Karanlıktan, ışıklandırma yeterli değildi, tam göremiyordum ama bahçeden geçtiğimizi anlayabiliyordum. Etrafımızda özenle dikilmiş ağaçlar ve çiçekler vardı. Büyük bir alanda olduğumuz aşikardı. Sonunda,tüm bu karanlığın içerisinde tüm ihtişamıyla karşılaştığımız, ışıklandırmalarla aydınlatılmış saray olduğunu düşündüğüm yere geldik. Karan arabadan indi ve anahtarı teslim etti. "Burası, ailemin kaldığı yer. Bu evrende pek gezebildiğin söylenemez ama artık tamamen içinde olacaksın. Sana farklı düşündürmüş olabilir bu yer ama sandığın gibi değil. Burası krallıkla yönetiliyor sayılır. Yönetici ailesi kutsal kabul edilir. Bundan ötürü alınan her karar aileden geçmelidir. Tabi bu benim için geçerli değil." Yüzümü buruşturdum. "Neden?" "Özgürlüğüme düşkünümdür. Ondandır belki." dedi omuz silkip sırıtarak. "Buranın kralı ilan ettin yani kendini." Başıyla onayladı. "Bu durumda sen de benim karım olarak, kraliçe oluyorsun." Buruşan yüzüme bakıp güldü. "Saçma sapan konuşma Karan." "Dışarıdan biri bana bunu söylese onu öldürürüm, biliyorsun değil mi?" "O zaman beni de öldür." Göz devirdi. "Senin şu ölüm şakalarından nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmiyorum." Amacıma ulaşmış bir şekilde, bana uzattığı koluna girdim. Elimdeki çantamı daha sıkı kavradım. "Ne olursa olsun sakin kal ve asla kendini ezdirme. Ben yanında olacağım zaten." Başımla onayladım. "Hazır mısın, karıcığım?" "Hazırım, kocacağım." dedim dişlerimin arasından. Dudaklarıma bakıp önüne döndü ve gülümsedi. Saraya girmek için adımlamaya başladım. "Neden hiç gerilmiyorsun, karıcığım?" "Seni daha iyi gerebilmek için, kocacağım." Gülecek gibi olduğunda onu dürttüm. "Ciddi kal. Öldürürüm seni." "Umarım ölümüm senin elinden olur, Araf." "Terbiyemi bozdurma Karan." Gülmemek için dudağını ısırdığında ona bakakaldım. Topuklularımın zemine çarptığında çıkarttığı ses, büyük duvarlarda yankılandı. Şu an büyük, kapalı bir avludaydık muhtemelen. Asıl kapıya geldiğimizde, etrafı inceledim. "Burası çok karışık ve büyük bir yerdir. Kaybolursan peşinden bile gelmem. O kadar umutsuz bir durum yani." "Öyle mi Karan Bey?" dedim tek kaşımı kaldırarak. Sanırım konuşarak gerginliğimi azaltmaya çalışıyordu ancak gergin olduğum söylenemezdi. İşini sağlama almak istemiş olmalıydı. "Öyle mi değil mi sen biliyorsun zaten." dedi ağzının içinden. Güldüm. Daha fazla uzatmadı. Üzerindeki ceketi düzeltti. Beni baştan aşağıya süzdü ve tam karşısına bakıp başıyla onayladı. "Bana uygun bir eş olacağına adım kadar eminim. Şimdi bunu, benim biricik aileme de göster bakalım." Ne demek istemişti anlamamıştım ama birazdan anlayacakmışım gibi hissediyordum. Önünde durduğumuz büyük kapıdan geçtik. Büyük, oldukça dikkat çekici bir mekana giriş yaptık. İçerisi, bembeyaz döşenmişti. Oldukça da bakımlı görünüyordu. Öyle olmasa tuhaf olurdu zaten. Karşımıza çıkan görevliler ceketimi aldı. İlerlemeye devam ettik. "Merhaba." İşittiğim kadın sesiyle, kafamı çevirdim. Bizi bekleyen bir masa, etrafında insanlar ve ayakta beni karşılayan genç bir kız. "Hoş geldiniz." Sesi, İlke ve Karan'ın dediğine nazaran oldukça cana yakındı. Gülümseyerek cevap verdim. "Merhaba. Hoşbuldum." Bana sarıldığında Karan'ın kolundan çıkmak zorunda kalmıştım. Öylece kalakaldığımda, Karan'la göz göze geldim. Kaşlarını kaldırıp indirdi ve beni beklemeden masaya doğru ilerledi. "Ne zamandır sizi bekliyorum. Abim evleneceğini söylediğinde çok sevindim. Hadi, masaya geçelim." Eliyle beni yönlendirdiğinde masaya doğru ilerlemeye başladım. "Merhaba efendim. Nasılsınız?" Kadın bana başıyla selam verdi ve gülümsedi. Cevap yok muydu? Adam bana boş bakışlar atıyor, cevap vermiyordu. Karşımda oturan iki genç çocuğa ve yanımda oturan az önceki kıza baktım. "Merhaba. İyiyiz, sen nasılsın?" Karşımdaki iki gençten biri cevap verdiğinde derin bir nefes verdim. Yoksa boş boş bakınmaya devam edecektim. "İyiyim. Teşekkür ederim." "Gerilmene gerek yok. Ailem biraz tuhaftır." Yanımdaki kız bana fısıldadığında ona döndüm. "Korktum." dedim. Bunu dediğimde sessizce güldü. "Kaç yaşındasın," Karan'a baktı. "Afra." Karan ismimi söylediğinde, kadın devam etti. "Kaç yaşındasın, Afra?" Konuya direkt girmeleri oldukça afallatıcıydı. Oldukça gösterişli bir yerde yaşıyorlardı ama saygı, sevgi sıfırdı. Kimse de kusura bakmasındı. "Yirmi dört yaşındayım efendim." Başıyla onayladı. "O annemiz. Üvey babamız, bu ikisi de abilerim." Yanımdaki kız olmasa, şu an masaya ölüm sessizliği hakim olacaktı sanırım. Fısıldadığından kimse duymuyordu. Duyma gibi bir gayretleri de yok gibiydi zaten. "Ben Selin bu arada." "Memnun oldum Selin." Selin'le konuşmayı kesip yanımdaki Karan'ı dürttüm. Herkes kendi halinde olduğundan kimse fark etmemişti. Karan bana doğru eğildi. "Bir şeyler yap." Karan omuz silkti. "Yemeğini ye işte. Yemekte konuşmayı hiç sevmezler. Soru sorarlarsa cevaplarsın." Çok güzeldi. Çok güzeldi. Dediği gibi yaptım. Önümde konan yemekleri, nazikçe yedim. "Ailen nasıllar?" Kadın tekrar konuştuğunda, ona döndüm. "Ailem yok efendim. Öldüler." Kadın bana tek kaşını kaldırıp baktı. "Kimsen yok mu yani?" Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. "Evet, kimsem yok." Bu hâlimi gören Karan, elimi tutup ailesinin göreceği şekilde masanın üzerine koydu. "Benden başka kimsesi yok. Öyle demek istedin, değil mi sevgilim?" Selin'in boğazına kaçan suyla ona döndük. Kadın ise elindeki çatal bıçağı sertçe masaya bıraktı. Gözlerim onu bulduğunda bakışlarının ellerimizde olduğunu gördüm. İfadesi sertleşmişti. Kaşlarını çatmış, hoşnutsuz bir bakışlar bize bakıyordu. Arkasına yaslandı ve derin bir nefes verdi. "Karan, anlıyorum canım. Hafza'yı özlüyorsun. Ama lütfen, başkalarını, özellikle yansımasını kullanarak başkalarına da acı verme. Senin kimseyi sevemeyeceğini hepimiz biliyoruz. Bu kıza da yazık etme." Şaşkınlıkla kadına baktım. "Evlenmenizi bu masada herkes doğru buluyor. Akıllıca bir hamle. Ancak sevgili olmanız, aranızda bir şeyler geçmesi doğru değil. Özellikle de, Pamir'in kardeşinin yansımasıyla. Öleli ne kadar oldu ki henüz?" İçimde bir yerlerde, kalbime batan keskin uçlar hissettim. Zehirli oklar. Kanatan camlar. Elimi tutan ele baktım. Başkasına ait olan, başkasının tutması gerektiği ele. Sonra, kendimi suçlu hissettim. Başkasının sevdiği biriyle el ele tutuştuğum, yalandan da olsa evlendiğim için. Ürkekçe arkama yaslandım. Ağlamamak için gözlerimi kırpıştırdım. Ağlayacak gibi olmamın sebebi, kadının bu denli saygısızca konuşması değildi. Ağlayacak olmamın nedeni, haklı olmasıydı. Bunca zaman Karan'ın bana söylediği neredeyse her özel şeyde, ölen yansımamın bir parçası vardı. Bunlar bizim anılarımız değildi. Tüm bunlar, benim değildi. Bu öylesine canımı yakıyordu ki. Oysa bu durum, içinde olmak istediğim bir durum değil miydi? Neden bu kadar acı içerisindeydim o zaman? "Bunun sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum Nurdan Hanım. Her şeyi çok bildiğiniz gibi onunla evlenmeye hazır hissetmediğimi de biliyordunuz. Sevmediğimi de. Emrivakilerden nefret ettiğimi de aynı şekilde. Bu kadar altta kalan biri olmamanızı öneririm. Pamir'le aramızda eninde sonunda çıkacak olan savaşta, kimin yanında olduğunuzu önceden bildirin lütfen. Ben ailemi koruyorum. Benim tarafımda olan ailemi. Ömrüm yettiğince de korumaya devam edeceğim. Ama bilirsiniz," Yerinde kıpırdandı ve konuşmasına tehlikeli bir ses tonu ekledi. "Bende ihanete af yoktur." Kadınla bir müddet sessizce bakıştılar. Kadın'ın yüzü düşmüştü ama dudakları hâlâ tehlikeli bir şekilde gülüyordu. "Pamir'in kardeşinin ölümü, benim suçum değildi. Kimseye de hesap verecek değilim. Cezamı çektim. Şimdi mümkünse üstünüze vazife olmayan konularda yorum yapmayın. Ben, seçimimi yaptım. Kendi irademle. Ortada, akıllıca bir hamle yok. Ortada, akıl yok. Biz öyle olması gerektiği için evlenmiyoruz. Onayınızı almaya da gelmedik zaten. Onayınızı verin ya da vermeyin biz evleneceğiz. Size saygı duyup, müstakbel karımı sizinle tanıştırmak için yemek yemek istediysem, siz de bana saygı duyup bu yemekte onu başınızın üstünde taşıyın. Aksini halde ne olur, düşünmek bile istemiyorum çünkü." Karan, fazla uzun konuşmuştu. Hem de fazla uzun. Aralara yalanlar serpiştirmişti. Sonra, bana göre saygısızca olan ama yerinde olan cümleler kurmuştu. Ancak ben en çok, 'Onunla evlenmeye hazır hissetmediğimi biliyordunuz. Sevmediğimi de.' Kısmına takılmıştım. Sanırım söylediği en büyük yalan buydu. Evlenmeye hazır hissetmiyor olsa arabada sorumu yanıtlardı. Sevmiyor olsa o tabloyu başından beri yanında taşımazdı. Seviyordu. Bunu biliyordum. Seviyordu. Kadın bir şey diyemediği için yemeğine döndü. Adam başını kaldırıp Karan'a bir müddet sert bakışlar attı. Yanımdaki Selin huzursuzca kıpırdandı. "Abi?" dedi hemen karşımdaki çocuk. Diğerine göre daha büyük görünüyordu. "Senin şu, hastane işi ne oldu?" Sanırım konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Baş köşede oturan adamın bakışlarına karşılık daha sert bakışlar atan Karan, gözlerini ondan ayırmadan çocuğun sorusunu cevapladı. "İyi gidiyor. Benim yokluğumda yönetilemeyen bu bölgeyi, o hastaneyle büyük oranda iyileştirmeyi düşünüyorum." O yokken, ailesi buradaydı. Onların bu bölgeyi yönetemediğini söylemeye çalışıyor olmalıydı. "Tüm bunlar olurken. Savaşlar, can kayıpları, tecavü-" Gözlerini kapattı ve sustu. Öyle bir susuştu ki, benim bile gerilmeme neden olmuştu. "Neredeydiniz? Ne yapıyordunuz? Bu sarayda, yine aynı şekilde yemekler yiyip, bir hamle yaparsak Pamir ne der diye mi konuşuyordunuz?" "Elimizden geleni yaptık." "Yapmamışsınız!" Karan masaya sertçe vurunca yerimden sıçradım. "Selin?" Selin öne atıldı. "Bu ailedeki en dürüst insan sensin abiciğim. Söyle bakalım. Savaş yaşanırken benim biricik ailem, Pamir'e destek oldu mu olmadı mı?" Karan Selin'e odaklanmıştı ama ben direkt kadına odaklandım. Gözlerinden belliydi Karan'ın haklı olduğu. Selin muhtemelen kadına baktı. Kadın ona sert bakışlar attı ve Selin, yalan söyledi. "Hayır abi, halka destek olmak için ellerinden geleni yaptılar." Benim gibi, pek tabi Karan da yalan söylediğini anladı ve kafasını sallayıp güldü. "Bu ailedeki en dürüst insanın bile bana karşı söyleyemeyeceği yalan yok. Neler yaptınız, yardım için?" Kadına bakarak doğrudan sorduğu soru karşısında kadın neredeyse iki büklüm oldu. Ancak hemen toparlandı. "Gerekli tıbbi yardım için, Deniz'i görevlendirdik. Askeri güç için adam topladık." Karan sinirden ayağıyla ritim tutuyordu. "Deniz'i gitmeden ben görevlendirdim. Böyle bir şey olacağı için. Ayrıca adam toplamak, savaşı kazandırır belki ama aynı zamanda kaybı arttırır. Giderken size ne dediğimi çok net hatırlıyorum. Halkımı, savaş çıksa bile, koruyun." "Savaş karşısında ne yapmamızı bekliyorsun Karan. Tabii ki halkı toplayacaktık." "Anlaşmaya varmaya çalışabilirdiniz. Kendiniz savaşabilirdiniz. Onun yerine, bu sarayda, korunaklı olan bu yerde oturup savaşı izlemeyi, hatta düşman aileye destek vermeyi seçtiniz. Bu, benim açımdan resmen bir ihanettir. Affedilmezdir. İhaneti affetmediğimi biliyorsunuz. Şimdi, benim yanımda ya da karşımda durun. Size ihtiyacım yok. Ancak karşımda durursanız yemin ederim, sizi yok ederim." "Karan!" Adam, ilk defa konuştu. Sesindeki sertlik karşısında herkes ona döndü. "Sen halkını korumaya çalışıyor olabilirsin. Ben de ailemi korumaya çalıştım. Bunun için bizi suçlu tutamazsın. Sevmediysen kapı orada!" Karan güldü. "Ailemize sonradan katılan işe yaramaz da konuştu." "Karan! İleri gidiyorsun." Bu defa kadın bağırdığında Karan tekrar elini masaya koydu. "Gerçek ailemizi eşime göstermek istedim. Böylece o da artık takınması gereken tavrı, açık bir şekilde anlamış oldu. Artık kraliçe o olacak ve yönetimde benimle birlikte söz sahibi olacak. Yetkisi, sizden üstün olacak. Karşı çıkanlara ne olacağını hepimiz biliyoruz. Eğer beni az da olsa ailenizden görüyorsanız, buna saygı duyar Pamir'le iletişiminizi kesersiniz. Sizi yaşatmak için elimden geleni yaparım. İşe yaramazın tekinin hayal aleminde ailesini koruduğunu zannetmesinden daha gerçekçi bir şekilde korunacağınızdan şüpheniz olmasın. Gerçi, bu görevi hep ben üstlenmiştim, değil mi Nurdan Hanım? Başından beri." Kadınla bir müddet bakıştılar. Elimi, Karan'ın bacağına koydum. Bana bakmadı ama masanın altından elimi tuttu. Kadın bana döndü. "Yemekleri nasıl buldun, tatlım?" Yapmacık ses tonu ve yine yapmacık yüz ifadesine karşılık saygımdan ödün vermeden sorusunu cevapladım. "Çok güzel olmuş efendim." Kadın tekrar Karan'a döndü ve gülümsedi. "Sanırım eşin, fazla saygılı. Ona, bu tür işlerde saygıdan çok gücün konuştuğunu öğretmelisin." Bu defa gülen taraf, Karan değildi. Bendim. "Karan, sevgilim. Müsaade edersen, sana saygısızlık olmayacaksa şayet, annenle bizzat bu konuyu tartışmak isterim." Karan hay hay dermiş gibi bir bakış attı ve arkasına yaslanıp diyeceklerimi keyif içerisinde bekledi. "Size şu kadarını söyleyeyim efendim. Benim kimsesizliğimin verdiği saygısızlık, sanırım sizin ailenizin size verdiği saygıdan çok daha üstünmüş. Aynı şeyin, yönetim yeteneği için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bir yönetici savaş anında evinde saklanmaz. Bir baba, ailesini korumak için, yuvasından, topraklarından, halkından vazgeçmez. Gerekirse ailesinden vazgeçer. Tıpkı Karan'ın yaptığı gibi. Ancak değerlerini satmaz. Size, Pamir ne vaddetti bilmiyorum ama değil dünyalar, bana sonsuz güç de verse tek bir değerimden vazgeçmem. Siz nasıl bu kadar kolay vazgeçtiniz ya da hayır, siz bu değerlerinizden neden, hangi amaçla vazgeçtiniz bilmiyorum ama yaptığınız şey gurur duyulacak bir şey değil. Özellikle de ailenizin önünde. Kirli oynanacaksa, Karan'a sorabilirsiniz, elimi kirletmekten çekinmem. Yani endişelenmeyin, artık benim de halkım sayılan bu halka, sizin gibi ihanet etmem." Gülümsedim ve son darbem için arkama yaslandım. "Neyse ki Karan'ın, sizden vazgeçerse sırtını yaslayabileceği bir başka ailesi olacak. Ona sizden daha iyi bir aile verebilmek için sabırsızlanıyorum." Tıpkı karşımdaki bu kadın gibi, yapmacık bir şekilde gülümsedim. Kadın ise yüzüme bakakaldı. "Sanırım haklısınız. Prensiplerimde değiştirmem gereken bazı noktalar var. Mesela, yalnızca bana saygı duyana saygı duymak gibi." Omuz silktim. Masada kimsenin sesi çıkmıyordu. Kimsenin. "Müsaadenizle, lavaboya gitmeliyim." Kimseden cevap beklemeden ayağa kalktım ve Karan'a baktım. Sanırım ondan müsaade alabilirdim. Başıyla beni onaylayıp gülümsedi. Ben de ona gülümseyip arkamı döndüm ve görevli kadının beni yönlendirmesine izin verdim. Merdivenler çıktık. Fazlasıyla koridordan, sayısız kapının önünden geçtik. Sarayın dış cephesi eski görünse de, içi fazlasıyla modern döşenmişti. Kadının beni getirdiği kapıyı, başımla ona teşekkür ederek araladım. İçeriye girdim ve aynadan kendime baktım. Söylediklerimin sonuna kadar arkasındaydım. Karan'ın dediği gibi takınmam gereken tavrı kesinlikle anlamıştım. Ona bu tavır nasıl hissettirmişti bilmiyordum. Sonra öğrenebilirdim sanırım. Ellerimi yıkadım. Saçımı düzelttim ve lavabodan ayrıldım. Kapıyı kapatıp geldiğim yoldan geri dönmeye çalıştım. Ancak bir sorun vardı. Nereden gelmiştik? Tanrım, bir burda kaybolmadığım kalmıştı. Koridorlardan geçtim. Ofladım. Etrafıma bakındım. Bir kapı gördüm. Tüm bu kapıların arasında, başka bir renge sahipti. Siyah bir kapı. Kaşlarımı çattım. Diğer tüm kapılar beyazdı. Bu kapı neden siyahtı. O taraftan sesler geliyordu. Kaşlarımı çattım. Görevli bir kadın bulabilirsem, bana yardımcı olabilirdi. Kapının farklı renk olması, çalışan odası falan olmasından olabilirdi. Yavaş adımlarla o tarafa yöneldim. "Bu tablolara var ya, resmen insan muamelesi yapıyor. Onun için çok değerliymiş. Baksak mı? Çok merak ediyorum." Kaşlarımı çatıp kapıyı araladım. "Kimse yok, bakalım. Bir şey olmaz!" Neler dönüyordu burada? Kapıyı tamamen açıp içeriye girdim. "Ne yapıyorsunuz?" İki kız, çalışan oldukları belliydi, hızla bana dönüp korkuyla yüzüme baktıklarında onlara sert bakışlar attım. Çatık kaşlarımla oldukça korkutucu bir ifadeye sahip olduğum belliydi. "Afra Hanım, biz-" "Siz ne?" "Şey, efendimizin tabloları. Toz almak için girmiştik. Şimdi çıkıyorduk biz de." Kaçmaya çalıştıklarından onları yakaladım. "Efendimiz? Karan'ın mı?" Başlarını önlerine eğip onay verdiler. "Neden buradasınız?!" Arkamdan Karan'ın kalın ve ölümcül olduğu anlaşılan ses tonu geldiğinde kızlar korkuyla sıçradılar. "Özür dileriz efendim." Kızlar Karan'ın ayağına kapanıp ağlamaya başladıklarında kafamı kaldırıp Karan'a baktım. Alev çıkan gözleriyle onlara bakıyordu. "Bana bakın." dedim kızlara. Karan bana döndü. Ancak kızlar kafalarını dahi kaldırmıyorlardı. Benden birkaç yaş büyük oldukları belliydi. Gençlerdi yani. "Bana bakın dedim!" Sesimi duyduklarında ilk başta ne yapacaklarını bilemediler. Sonra yavaşça doğruldular. "Sizi bir daha, görevli olmadığınız bir yerde yakalarsam Karan'dan önce ben öldürürüm. Duydunuz mu beni?!" Göz korkutmak, her zaman işe yarardı. Zira eğer onları odadan bir şekilde ben çıkartmazsam, Karan onlara ne yapardı bilmiyordum. "Çıkın şimdi!" Kızlar bir saniye bile beklemeden yüksek olmayan topuklularının üzerinde ayağa kalktılar ve kapıdan aceleyle çıkıp gittiler. Arkalarından baktım. Daha sonra bana bakan Karan'ı gördüm. Kalçasını masaya yaslamış, kollarını bağlamıştı. Sinirli görünmüyordu. Kızlar gidince sakinleşmiş olmalıydı. "Kusura bakma. Ben de kaybolmuştum. Sesleri duyunca girdim. Yardım istemek için yani. Çıkabiliriz. Bir şey görmedim zaten." Yanından geçip odadan çıkacakken elimi tuttu. Kafamı çevirip yüzüne baktım. Boş gözlerle, üzeri beyaz bir örtüyle kapatılmış birkaç tabloyu izliyor, elimi asla bırakmıyordu. "Ne çizdiğimi merak etmiyor musun?" Kaşlarımı çatıp baktığı yere baktım. "Etmiyorum." Gözleri gözlerimi bulunca gülümsedim. "Neden etmiyorsun?" Etseydim bir dertti, etmeseydim bir dertti. "Bir gün öğreneceğim çünkü. Buradan gitmeden önce, tüm sırlarını teker teker bileceğim. Sen anlatacaksın." "Diyorsun." dedi şaşkınlıkla içinde kaldırdığı kaşlarıyla. Az önceki boş bakışları, şimdi cüretkârdı. "Diyorum." Eminim yüzümdeki gülümsemeden, ne kadar ciddi olduğumu fark etmişti. Bir müddet, yüzümü inceledi. Masaya yaslandığı için boylarımız aynı sayılırdı. Eli, saçlarıma çıktı. İlke'nin bir kısmını saldığı saçlarımı parmaklarına doladı. Onlarla oynadı. Ben ise sakince onu izledim. "Ben mi anlatacağım yani sana," Gözlerime baktı. "Tüm sırlarımı." Gülümsemeye devam edip başımla onayladım. Saçımı nazikçe omzumda aşağıya bıraktı. Sanki hızlı bıraksa, her bir teli zarar görecekmiş gibi. Hâlâ tuttuğu elimi bırakmadan yaslandığı yerden doğruldu. Gözlerime baktı. Benimle, tabloların yanına ilerledi. Tablonun üzerindeki beyaz örtüyü, çekti. Yere bıraktı. Gözlerimin önüne serilen tabloya, donakalmış bir şekilde baktım. Karan elimi bıraktı. Diğer tabloları da açtı. Tabloda, ben vardım. Tabloda, Meryem vardı. Donakaldım. "Bu-" dedim. Devam ettiremedim. Dilim tutulmuş gibi. Parmak uçlarım üşüdü ve karnım ağrıdı. Tabloda ben vardım. Tabloda Meryem vardı. "Annem." dedi. "Ve evleneceğim kadın." O annesiydi. Ve ben evleneceği kadın değildim. Evleneceği kadın, yansımamdı. Tablosu çizilen, sevilen, sayılan, Karan'ı ölümüyle öldüren oydu. Karan, beni yaşatmayı, o öldüğü için istiyordu. Ve bu, ölmek istememe neden oluyordu. |
0% |