@elfhikayelerii
|
Karan'dan: Afra Suskun'u gerçekten tanıdıkça, küçükken kendimi yalnız hissetmemek için sürekli onu görmek istememin yersiz bir uğraş olduğu kanısına varmıştım. Onu kendime benzetmem çok saçmaydı. Zira babası öldükten günler sonra evren değiştirip, oldukça olağanüstü olaylar yaşadıktan sonra hâlâ akıl sağlığını bu denli kolay koruyabilmeyi, herkes başaramazdı. Onda farklı, oldukça farklı bir şeyler vardı. Gücü bambaşkaydı ve bu durum ister istemez ona hayran olmama neden oluyordu. Belki büyü yapamıyordu ya da olağanüstü güçleri yoktu ama en az büyü yapanlar kadar güçlüydü. Çevreye orantısız bir güç yayıyordu. Daha önce hiçbir güç kaynağımdan hissetmediğim kadar orantısız ve yoğun bir güç. Ayrıca zihinsel olarak da oldukça güçlüydü. Hiçbir şekilde aklını okuyamıyordum. Yalnızca ilk karşılaştığımızda, yatak odasında onu kaçırmaya çalıştığımı düşündüğünde aklını okumaya çalışmıştım ancak başarısız olmuştum. Can sıkıcıydı. Onu asla kaçırmak gibi bir niyetim yoktu ilk karşılaştığımızda. O evrene adımımı attığım an, onun evreni olduğunu adım kadar iyi biliyordum çünkü o evrene gitmeyi ben istemiştim, onun gücünü her zerremde hissettiğimi anımsıyorum. Onda tanıdık olan ve beni kendine çeken bir şey vardı. Normalde insanların gücü hep belli bir seviyede olur ve sabittir ancak onun gücü oldukça fazlaydı. Ayrıca dediğim gibi, orantısız bir şekilde yayılıyordu. Dikkatimi çekiyordu yani. Afra olduğunu biliyordum. Onun, küçüklüğüm olduğunu biliyordum. Annemin ölümüyle onu evrenimde yaşatan tek insan olduğumdandı belki. Onu tanımıştım. Değişse de, tanımıştım. Kendimi karşısına çıkmamak konusunda kesin bir şekilde şartladım. Zira karşısına çıkmam hoş olmazdı. Hatta onun zararına bile olurdu. Çünkü biliyordum ki onunla tek kelime dahi konuşmam dahasını arzulamama neden olacaktı. Dediğim gibi kendine çekiyordu ve bu çekime karşı koyamıyordum. Benimle tanışmak ona ölüm getirirdi. Biliyordum. Aramızda oldukça mesafe olmasına rağmen, bu mesafeyi korumak için büyük bir çaba harcamıştım, gücünü oldukça yakınlarımda hissettim. Orantısız yayılan gücü biraz da olsa azalmış gibiydi ve bu da acı çektiğini gösteriyordu. Fiziksel ya da ruhsal... Bunun içimi tam anlamıyla kemirdiğini hatırlıyorum. Öyle ki, çok sevdiğim Kanlı Tablo'mun karşısında iki büklüm olduğumu, tabloya bakarken bile utandığımı fark etmiştim. Ancak böyle olmalıydı. Böylesi Afra için daha iyiydi. Annemin yaşıyor olsa beni Afra'ya gönderebileceği ihtimali tablo karşısında utanmama yol açsa da direndim. Ancak başarısız oldum. Kan arzulayan bir vampir gibi Afra'yı görmeyi arzuluyordum. Saatler önce infaz emri verdiğim adamın ceseti ortadan kaldırılmalıydı ve bunun için en iyi adamlarımı seçmiştim. Burada öldürmek oldukça uğraştırıcıydı çünkü dikkat çekmek istediğimiz en son şeydi. Adam, kadın ve çocuk ticareti yapıyordu. Onu cezalandırmak için kendi evrenimi bekleyemezdim. İrademe yenildiğim o gün, Afra'nın konumunu hissederek az çok bulabildiğim için ona en yakın olan mezarlığı seçtim. Kimseyi yanımda istemediğim ve bu tür işleri ilk kez yapmaya gönüllü olduğum için İlke de Alex de şaşırdı. Onlardan saklamak da oldukça zordu. Özellikle Alex'ten. Zira kendisinin Pamir'in adamı olduğunu, yanımda yer edinmeye çalıştığı ilk günden anlamıştım. İhanete alışkındım ve ihanet edenlerin gözlerini tanıyordum. Alex ihanet gibi bakıyordu. Ceseti gömdükten sonra, gittikçe yaklaşan Afra'yı hissediyordum. Onu yakından görmek, sesini duymak istiyordum. Kendime karşı koyamıyordum. Mezarlığın hemen önünden geçiyordu. Onu bulunduğum noktaya asla getiremezdim. Düşündüm. Seslensem korkup kaçardı. Mezarlığın ortasındaydım ve normal bir insan olduğundan Afra'nın korkması da doğal olacaktı! Islık çalmayı seçtim. Islığımda büyü vardı ve onu kesinlikle yanıma getirecekti. Ölüm ıslığı, kurbanları kendime çekmem içindi. Afra bir kurban değildi. Gerçi benimle görüşmek onu kesinlikle kurban yapardı. Biliyordum. Ancak kendime karşı koyamıyordum. Sanki ona uyguladığım büyü, bana da uygulanıyordu. Islık çaldıkça, bana yaklaşan bedenin tir tir tirediğini fark ettim. Yüzümü gizledim. Onu bekledim. Amacım bir kez sesini duymak ve göndermekti. Onu bir kere görebilmeliydim. Gördüm de. Ancak her ne hikmetse bekçi duruma uyandı. Oradan toz olabilirdim ancak Afra'yı bırakmak istemedim. Onunla birlikte kaçmayı seçtim. Bedenimin üzerinde bayılıp kaldığında onu bırakabilirdim. Ancak bulunduğumuz bölge Gölge'ler tarafından çok uğranan bölgelerdi. Afra da son zamanlarda oldukça fazla güç yayıyordu. Onda hiç hissetmediğim kadar yoğun bir güç. Onu orada bırakamadım. En azından evimde bir gece de olsa misafir edebilirdim. Sanırım ilk defa orada onu korumayı kendime görev bildim. Onu korumak için her şeyi yapabileceğimi ilk kez orada hissettim. Sabah olduğunda, onunla konuşmak için odasında beklemeye başladım. Güzeldi uyurken. Monoton bir şekilde inip kalkan göğsü, beni öylesine çok rahatlatıyordu ki yanına uzanıp ben de uyumak istedim. Ancak ona duyduğum saygı buna engel oldu. Bir büyücüyü büyüleyecek kadar güzel uyuyordu. Uyandığında ondaki değişimi fark etmiştim. O, büyümüştü. Eski sakin, kabullenen Afra yoktu. Annesizlik onu büyütmüştü ve artık karşı koyuyordu. Sertti. Biraz da paranoyaktı. Bizi annesinin adamları sanmıştı. Kaçırılmaya alışkın gibiydi. Afra büyümüştü. Ben de öyle. Ve bu içten içe acı çekmeme neden oldu. Onu bırakacaktım. Amacım hep onu bırakmaktı ancak İlke ve Alex boş durmamış onun Nihat Keskin ile bağlantısı olduğunu öğrenmişlerdi. İşime yabancı karıştırmayı sevmediğimi biliyorlardı ancak onu bu evde misafir etmemin bir sebebi olmalıydı. Kimse, Afra ile olan bağımı bilmemeliydi. Özellikle de Alex. İlk başta İlke ve Alex'e Afra'nın saçma hareketleri yüzünden onun bir manyak olduğunu düşündüğümü hissettirsem de sonra kabul ettim. Planıma göre Afra'nın Nihat Keskin ile olan bağını bildiğimden onu kaçırmıştım. Ancak sonra onun güçsüz biri olduğunu fark edip vazgeçmiştim. Ancak şüphelenmişlerdi bile çoktan. Kabul etmek zorunda kaldım. Ona olan tavrımı bile en nefret ettiğim insanlara karşı takındığım tavır hâline getirdim. Üstelik ona üstün bir sempati duyarken. Aklıma kaçırıldığını bilmesine rağmen kalkıp banyoya gittiği ve yüzünü yıkadığı geldi. Kaçırılmaya alışkın gibiydi. Zira annesi tarafından kaçırıldığını düşündüğü bile olmuştu. Annesinin bir psikopat olduğunu bildiğime göre şaşırmıyordum. Bu düşünce beni güldürürdü ancak şimdi ona neden güldüğümü açıklamak zor olurdu. Tüm bunları düşününce fark ettim. O kadın, Afra'yı farkında olmadan fazlasıyla güçlendirmişti. Babamın benim üzerimde kullandığı eğitim amacı güden işkencelerin aynısını gören bir insan, en az benim kadar güçlü olabilir miydi? Olmuştu. Afra bunu başarmıştı. Bir insan olarak... Şimdi yanımdaki yolcu koltuğunda oturan, bana göre oldukça küçük bedenine bakıyordum da, kesinlikle fiziksel olarak güçlü sayılmazdı. En azından yeteri kadar değildi. Güçlenmeliydi. Her anlamda. Onu koruyabilecek kadar güçlüydüm. Ancak onu koruyan tek kişi ben olmamalıydım. Kendini korumayı bilmeliydi. Böylece bir hata yaparsam, kendini benden bile koruyabilirdi. Bizim evrenimizde evlilik genelde aynı ırktan gelenler arasında olurdu. Amaç gücü dört büyükler arasında korumaktı. Büyücüler ile büyücüler evlenirdi. Dört büyük ailenin her biri o kadar fazla üyeye sahipti ki kimse evlenme derdine düşmüyordu. Çünkü herkes biliyordu ki kendine uygun bir aday illa ki bulunacaktı. Bu evlilik, uzun zaman sonra ilk insan-büyücü evliliğiydi bu evrende. Fazla riskli ve bir o kadar da tehlikeliydi. Evlilik töreninde karışacak olan kanlarımız, onun bedeninde nasıl bir reaksiyon gösterirdi bilmiyordum ve bu beni delirtiyordu. Yaydığı orantısız güce bakılırsa, onu tutan bir şeyler vardı. Kanım içindeki gücü harekete geçirirse hiç beklenmedik şeyler olabilirdi ve bu benim işime gelirdi. Çok güçlü olabilirdi. Bu yüzden evlenmek istemiştim bir bakıma. Çünkü ben zihnini bile okuyamazken güç birliği yapan büyücüler ona halisünasyon göstermeyi başarabilmişlerdi. Zihniyle oynayarak üstelik. Bu normal değildi. Nasıl başardıklarını bulamamıştım. Bir şeyler dönüyordu. Aklımda binlerce soru vardı ve uyutmuyorladı. Mesela, Deniz meselesi. Annem onu yalnızca ölmek üzere olan bir çocuk olduğu için ve öylesine denk geldiği için mi kurtarmıştı? Afra'nın bu işle bağlansıtı var mıydı? Daha sonra Afra'nın o dönemler çok çok daha küçük olduğunu anımsıyordum. Düşünmem gereken başka şeylerin olduğunu... Ve sonra tüm düşüncelerimi geri plana atıyor, yalnızca Afra'nın güvenliği ile ilgili olanlara yer veriyordum. Bu tehlikeli durumu Afra'ya henüz açıklamış değildim. Tek bildiği fazlasıyla tehlikede olduğu, evleneceğimiz ve onu koruyacağımdı. Ancak uzun zamandır tehlikenin içinde olan Afra bunu umursuyor gibi görünmüyordu. Üstelik ben günlerdir doğru dürüst uyku uyuyamazken. Çünkü daldığım an gidecekmiş gibi hissediyordum. Gitmişti de. Yalnızca yarım saat uykuya dalmak bile benim ondan bir müddet uzak kalmama neden olmuştu. Gerekirse uykuyu hayatımdan çıkartırdım. İçimde dinmek bilmeyen bir arzu vardı. Onu koruma arzusu. Canım pahasına da olsa onu korumak istiyordum. Evlilik bir bahane olacaktı. Onu koruyabilmek için. Ona döndüm. Rahat bir pozisyon edinmişti ve defalarca yanımdan ayrılmaması için ona uyarılar yapsam da dinlememişti. Fazla düşünmüyordu. Ben onun için delirirken, olabilecek en kötü senaryo için bile önlem almaya çalışırken o oldukça rahattı. Zira ağzında mırıldandığı şarkı ne kadar rahat olduğunu gösteriyordu. Ona bağırmak istedim ancak tuttum kendimi. Onu yaşatacaksam, bunun için söz verdiysem tutmalıydım. İyi yaşamalıydı. Tehlikeden uzak. Daima gülümseyerek. Seviyordum. Canı sıkıldığında ya da kafasını boşlatmak istediğinde ağzının içinde geveleyerek şarkı söylüyordu ve ben bu özelliğini seviyordum. Beni rahatlatıyordu. Ona odaklanmak beni hep rahatlatıyordu. Farkında değildi belki de. Şimdi de öyleydi. Sözlerini anlamıyordum ancak şarkı söylediğini biliyordum. Camdan dışarıya bakıyordu. Susmak istediğimde benimle susmayı biliyordu ve bu en sevdiğim özelliğiydi. Arada ona çevirdiğim bakışlarımın farkında değildi. Dikkatle dışarıyı izliyordu. Her geçip giden ağaçla birlikte, gözlerinden hüzün geçiyor gibiydi. Nedenini sorgulamadım çünkü onun bakışlarında hüzün yakalamadığım tek bir an yoktu. Canı yanmıştı. Her anlamda canı yanmıştı ve bunu düşündükçe benim de canım yanıyordu. Gözlerim onda dolaştığı kadar, etrafta da dolaşıyordu. Sürekli arabanın çevresini kontrol ediyordum çünkü korkuyordum. Buraya adım attığımızdan beri Afra defalarca ölümden dönmüştü. Fark etmemişti ama her seferinde onu kurtarmak için olağanüstü bir çaba harcamıştım. Harcamaya da devam edecektim. Ona hissettirmemeye çalışsam da her bir düşmanım ona ölüm tehlikesi demekti ve bu evrendeki neredeyse herkes benim düşmanımdı. Şu an tam anlamıyla güvenebildiğim tek kişi Afra'ydı çünkü Araf'ın bana ihanet etmek için hiçbir sebebi yoktu. Ayrıca görüyordum. Gözlerinde. Bana ihanet etmek isteyen bir karanlık yoktu içinde. Araf'ı Kızıl'dı. Öyle olmak zorundaydı çünkü beni bir çıkış kapısı olarak görüyordu. Önemli değildi. Beni ne olarak görürse görsün, yaşamalıydı. Gerçekten yaşamalıydı. Afra'yı korumak bölgemin yararına olduğu için şükrediyordum. Aksi hâlde tüm prensiplerimi çiğnemiş olacaktım. Ona içimdekileri söylemek istedim. Defalarca. Küçükken onu üç defa gizli gizli gördüğümü, kötü bir hâlde olduğunu görünce içten içe yalnız hissetmediğimi söylemek ve özür dilemek istedim. Aynı zamanda onu gördüğüm her an biraz daha yanında olmak istediğimi. Ancak sustum. Şimdi değildi. Dışarıdaydık ve her ân bir şeyler olabilirdi. Ona zarar gelmemesi için tetikte beklemeliydim. Son kez kafamı çevirip uzun uzun yüzüne baktım. İstemdışı iç çektim. Gözlerindeki hüzünle bir kez daha savaştım. Saçlarını kulaklarının arkasına attığı için minik kulaklarını da görüyordum ve camdan dışarıya bakarken küçük bir kediye dönüştüğünü fark ediyordum. Büyülenmiş gibiydim. Sanırım kalabalıkta bile yalnız hisseden bana, bir melek gönderilmişti. Uzun zaman sonra yalnız hissettirmeyecek bir melek. Anneme benzeyen bir melek... Dayanamadım. En azından tek bir gerçeği hak ediyordu şimdilik. Ufak bir ipucu. Meraklıydı ve sonunu kendisi getirebilirdi. "Tabloda çizdiğim kişi, Hafza değildi." 15 dakika önce: Güç, nasıl kazanılırdı? Kuşkusuz iyi bir eğitim ve tecrübeye sahip olunmalıydı. Bunu Karan'ın annesi olan Meryem'den de çok açık bir şekilde öğrenmiştim ancak canımı yakan asıl gerçek babamın da bu gerçeğe ortak olmasıydı. Genelde polisiye filmlerini çok severdim ve her polisiye filmi izlediğimde aklımda dönüp duran soru şu olurdu: Eğer bir insan katilin kim olduğunu bilip susuyorsa, bu da onu katilin iş birlikçisi yapmaz mıydı? Sonuçta katillik sadece birini öldürmek değildi. Katillik vicdanını susturmak; sana kötü şeyler fısıldayan, herkesin içinde olan ve çoğunluğun her an bastırmaya çalıştığı o sese kulak vermek değil miydi? Öyleydi pek tabi. O polisiye filmlerinin içinde, farklı bir anlamda olacağımı hiç düşünmemiştim. Gerçeklerimin benim katilim olacağını. En kötüsü de buydu belki de. Kurban olduğumu bilmem ancak neden kurban olduğumu bilmemem. Zira ben çok uzun zamandır içimdeki bu karanlıkla yaşıyordum ve o karanlığın içindekilerilerin beni bir gün ele geçireceğini de pek tabi biliyordum. Çoktan ele geçirilmiştim. Ancak tüm bunları daha sonra çok daha ıssız bir yerde, yalnızken düşünmeyi tercih ederdim. Kalbimi ağrıtan tüm düşüncelerimi gerisin geri zihnimin en köhne köşesine gönderdim. İlke'nin önüme koyduğu keki yedikten sonra, çok güzel yeni gelin keki yaptığımı fark etmiştim, Karan'ı kapının önünde beklemeye karar verdim. Zira İlke, yanında bir dakika daha durursam beni ele geçirecekti. Kız bir kek yapma süresi içinde, beni resmen paramparça etmişti. Zaten allak bullak olan kafam daha da karışmıştı. En mantıklısı ondan uzak durmaktı. Hatta ondan kaçmaktı. Karan ne zaman gelecekti bilmiyordum ancak uslu uslu ellerimi önümde birleştirmiş, elimde çanta tutuyordum, arada durduğum yerde bedenimi sağa sola sallayarak bekliyordum. Sabahki kaos yüzünden bana dönüp kısa bakışlar atan adamları umursamıyordum. Zaten onlar da fazla bakamıyorlardı. Kısaca aşırı tuhaf bir ortam vardı ama İlke'nin şakalarından daha çekilirdi. Bu tuhaf ortamı şahlandıran bir hava da vardı aynı zamanda. Hep kapalı olan hava bugün daha bir karanlıktı. İçten içe Karan'a bana yalan söylediği için sövüyordum. Geldiğimden beri güneşli olan gün sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Hava da soğuk sayılırdı. Buna rağmen elbise giydiğime inanamıyordum. Sanırım Karan bana, ondan önceki evrenini anlatmıştı. Ya da hayalindeki evreni... "Yenge?" Bana karşı kullanılan hitap yüzünden ağlamaklı bir ifadeyle Aslan'a döndüm. "Ne yapıyorsun burada? Bir isteğin mi var?" Gücümü kullanmayı öğrenirsem onları tehdit edecektim. Bana yenge dememelilerdi çünkü yanlışlıkla hoşuma gitmeye başlamıştı. "Karan gelecek şimdi. Onu bekliyorum." "İçeride bekle istersen. Ben geldiğinde haber gönderirim sana." "Telefon icat edileli çok oldu Aslan." dedim gözlerimi devirerek. "Hava almak için çıktım. Gelene kadar durayım işte şu köşede. İşinize falan mı engel oluyorum?" "Yok, yok." dedi hemen. "Ne engel olması? Ben senin için söyledim." Artık siz biz kullanmadığı için elini sıkmak istedim ancak bulunduğumuz ortam şartları buna pek uygun değildi. "Ben şu ilerideyim öyleyse. Bir ihtiyacın olursa çekinmeden söyle yenge." Kafamı sallayarak onu onayladım ve yenge demesine çemkirmedim. Çünkü artık yengesi sayılırdım öyle değil mi? Yaklaşık beş dakika sonra, biraz daha geç gelseydi bana bakıp bakıp korkudan önüne dönen adamlara ufaktan sarmaya başlayacaktım, Karan önümde durdu. Arabayı yine o kullanıyordu. Göz göze geldiğimizde gülümsedi. Ben arabaya binene kadar bana baktı ve bindiğimde kendi tarafındaki camı açıp arabanın diğer tarafında bekleyen Aslan'a döndü. "Var mı bir vukuat?" dedi gözleri etrafta gezinirken. Dikiz aynasından arabanın arkasına baktı. "Yok efendim. Ortalık fazla sessiz." Karan kafasını salladı. Eliyle uzamasına bir türlü izin vermediği sakalını sıvazladı ve sıkıntılı olduğunu düşündüğüm bir soluk verdi. "Saraya geçiyoruz. Siz de fazla oyalanmadan gelin peşimizden. Bundan sonra Afra bu bölgede korunması gereken en önemli kişi. Benden bile önemli. Herkese gerekli emirleri ver." Aslan kafasıyla onayladığında Karan daha fazla beklemeden camı kapattı. Arabayı sürmeye başladığında bana döndü. Üzerimi süzdü. Tüm bunları yaparken sakince bekliyordum zira kalbim sakin değildi. "Kemerini tak Afra. Bilerek mi yapıyorsun?" Dediğiyle birlikte ona döndüm. Kalbim ağzımda atmasa şayet, koluna okkalı bir tane geçirirdim ancak sakin kalmayı seçtim. Zaten sabah da ona haksız yere bağırmıştım. Onun hiçbir suçu yokken üstelik. Kemerimi taktım ve arkama yaslandım. Camdan dışarıyı izlemeye başladım. Uzun süren, yaklaşık beş dakika, bir sessizlikten sonra Karan dayanamamış olmalı ki laf atmayı seçti. "Ne oldu sana yine? Sabah ayrı sinirlisin, şimdi ayrı sinirlisin. Kız evi naz evi kafaları mı bunlar?" Bugün ayrı bir şakacıydı. Hatta utanmasam yüzüne doğru hoşnutsuz birkaç kahkaha patlatmıştım. "Ne alakası var? Dışarıyı izliyorum sakin sakin işte." Güldü. "Ben de onu diyorum. Sakin olman bir garip senin." Sabır. "Ben senden önce sakin bir insan evladıydım zaten Karan. Senin yüzünden sinir hastası oldum." Derin bir iç çekti. Ona döndüm. Yolla ilgileniyordu. Yüzünden ufak bir tebessüm olsa da az önceki alaycı tavrı neredeyse yok olmuştu. Sanırım şu an şakacı olmak istemiyordu pek. Beni konuşmaya şaka yaparak çağırmak istemişti. Karan bazen böyleydi. Onu tanıyordum. Bunu kesinlikle söyleyebilirdim artık. "Ne oldu şimdi?" Bana bakmadı. Dikiz aynasını kontrol etti. "Hiç." dedi omuz silkerek. Yan aynasını kontrol etti. "Sana kattıklarımın hep kötü şeyler olduğunu mu düşünüyorsun?" Yolla ilgilenmeye devam etti. Bir kere bile kafasını çevirip bana bakmadı. Aniden ciddileşmesi ve şakalaşırken söylediklerimi ciddiye alması beni bozmuştu. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Tek bildiğim şey, asla öyle düşünmediğimdi. Asla. O bana yaşamayı öğretmişti. O beni, yaşamaya mahkum etmişti. Şu ana kadar birine bu denli borçlandığımı hatırlamıyordum. "Hayır." dedim kollarımı bağlayarak. "Sen bana yaşamayı öğrettin." "Kaçarak mı?" dedi bu defa. Sesinde tek bir duygu yoktu. Yüzünde az önce asılı kalan tebessümü şimdi tamamen yok olmuştu. İçten içe, beni bu denli aksiyonlu bir hayata çektiği için suçlu hissettiğini biliyordum. Normal bir hayat yaşamamı isterken ciddiydi. Öyle olmasa bana burada sıradan bir ev ayarlayıp, sıradan bir hayat yaşamam için teşvik etmezdi. Olanların hiçbiri onun suçu değildi ancak bunu ona söyleyemezdim. Bir gün söyleyecektim ancak şimdi değildi. Tüm bu olanları sindirip tek bir şeyin bile saklı kalmamasını sağlamalıydım. Böylece tüm gerçeklerimle Karan'ın karşısına dikilir, ona her şeyimi anlatırdım. Hayatımda yanımda istediğim tek kişi oydu. Benimle savaşacağına inandığım, arkamdan bıçaklamayacağına adım kadar emin olduğum tek kişi oydu. Ancak aklımı kurcalayan acı verici bir soru da vardı şimdi. Ona olan bu güvenimin, sabahki koruyucu gerçeği ile alakası olabilir miydi? Ben tüm bunları, mide bulandıran gerçeklerimi öğrenmeden de söyleyebilir miydim? "Hayır." dedim tekrar. "Sen benim gibi keskin uçları olan birini bilemeyi başaran ilk insansın Karan." Bunu inanarak söylemiştim. Camdan dışarıyı izliyormuş gibi yapıyordum ancak aslında camın yansımasından Karan'ı izliyordum. Arada başını bana doğru çeviriyor, uzun uzun bakıyor sonra yola bakmaya devam ediyordu. "Sana olan minnetim asla son bulmayacak. Kaçarak ya da kalarak. Ne fark eder? Eskiden gerçek olan tek bir nefes için dünyalarımı verebilirdim ama sen bana defalarca kez nefes aldırdın." Kokusundan bahsediyordum ama bilmese de olurdu. Nefes aldıran kokusu... Yeniden döndü bana. Yansımasını izledim. Düşünceli görünüyordu. Sustu bir müddet. Bana döndü. Sonra tekrar yola baktı. Tekrar bana baktı. Birkaç defa tekrarladı bunu. Bıkmadan. Son kez baktı. Bu defa çok daha uzun baktı. Derin bir nefes alıp verdi ve ağzından beni şok eden bie cümle döküldü. "Tabloda çizdiğim kişi, Hafza değildi." Duyduklarımla anında kaşlarım çatıldı. Yansımasında olan bakışlarım ona döndüğünde göz göze geldik ancak yeniden yola bakma bahanesiyle gözlerini kaçırdı. "Efendim?" Tekrar dikiz aynasını kontol etti. Ceketinin cebinden telefonunu çıkarttı ve arama yaptı. "Aslan, arkadaki siz misiniz?" Telefondan gelen sesi dinledim. Ancak bir şey duyamadım. "Tamam, ayrılmayın." diyerek çağrıyı sonlandırdı. Sanırım Aslan hemen arkamızdaki arabadaydı. Gözümden kaçmamıştı tabii ki. Karan son zamanlarda, paranoyaklaşmıştı. Özellikle bana annesinin ölümünü anlattıktan sonra. Sanırım o anları yeniden zihninde canlandırmak ona zor gelmişti. Belliydi. Öyle ki, beni bir an bile yanından ayırmamasının tek sebebi ancak bu olabilirdi. Hiçbir şey söylemiyordum bu konu hakkında. Hiçbir şey sormuyordum. Çünkü ölüm tehlikem gerçekten vardı ve aynı zamanda benim için endişelenen biri vardı. Arkamdan, bir günden çok daha uzun süre yas tutabilecek kişinin Karan olduğunu artık kesin olarak söyleyebilirdim. Ancak ondan önce hesap sormalıydım. "Ne demek Hafza değildi? Başka bir yansımam mıydı?" Karan güler gibi oldu ancak hemen toparladı. "Aynen," dedi. Bu ifadeyi biliyordum. Şakaya vuracaktı. Ben de ona bir tane vurmak isterdim şimdi ancak böyle bir gaflete düşüp arkamdan yas tutacak son insanı da katilim yapmam hoş olmazdı. "Tüm yansımalarını toplayıp kendime harem kurdum. Seni de Hürrem'im yapacağım." Yüzümü buruşturup ona döndüm. O ve İlke'nin iğrenç esprileri yüzünden günde en az yüz defa yüzümü buruşturuyordum. İnsanlar kırışıklıklarıma bakarak yaşlandığımı düşünecekti. Üstelik daha yirmi dört yaşındayken. "Diziyi mi izledin?" dedim bakışlarımı gram değiştirmezken. Yola bakıp sırıttı. "Herkes diziyi izlemiş gibiydi evreninde. İlke de önemli bir şey diye düşünüp izlemeye başladı. Sonra da taktı kafayı diziye. Bize de zorla izletti bazı kısımlarını." Sesinde bir sitem vardı ancak hâlâ gülüyordu. "Sanırım o manyağın, evreninizdeki en sevdiği yapım o dizi. O günden beri İlke'yle dizi konusunda tartışma yaşamamak için kaçıyorum." Gülüşü büyüdü. Ben de güldüm. Dudaklarımı araladım. "Tam olarak gerçeği yansıtmasa da eğlenceli. Aşırı ikonik sahneleri de var." Buna cevap vermek yerine araba sürmeye devam etti. Muhteşem Yüzyıl izleyen bir adet Karan hayal ettim. Sanırım aklımdaki bu görüntüye yıllarca gülebilirdim. Sırıtarak sus çizgimi kaşıdım. Yapacağım göndermeye hazırlanıyordum kendimce. "Hürrem, Süleyman'ı yönetiyor dizide. Sen de bayağı meraklısın beni Hürrem'in yapmaya. Bu bir teklif mi yoksa?" Karan ufak çaplı bir kahkaha attı. Dikkatle dikiz aynasından arkayı kontrol etti. Gülüşü dudaklarında bir tebessüm hâline gelince cevap verdi. "Öyle olmasını istiyorsan, öyle kabul edebiliriz. Hadi, yönet beni." Söylediğini tam manasıyla şakaya vurmamış gibiydi. Zira yoldaki gözleri gözlerimi buldu ve gözlerimden dudaklarıma indi. "Beni yönet," dedi yüzüme doğru. "Karan Başer'e dair ne varsa sen yönet." Duyacak diye fısıldadım kalbime. Susmazsa şayet, hiç iyi şeyler olmayacaktı. "Dalga geçme." dedim ona belli etmemeye çalıştığım bir panik hâliyle. "Bana açıklama yap." "Hangi konuda?" Hâlâ yüzüme bakıyordu. Beni sıkıştırmak hoşuna gidiyor gibiydi. Duruşumu bozmadan gözlerine baktım. "Kimin tablosu onlar? Açıklama yap, hadi." "Emredersin sultanım." Önüne döndü ve yolu izlemeye devam etti. Sessizliği son bulmuyordu. Söylemiyordu ve bu beni delirtiyordu. Söyletecektim! "Karan," dedim bedenimi ona çevirip koluna dokunarak. Sesim öylesine yatıştırıcı çıkmıştı ki deminden beri muhtemelen paranoyaklığı yüzünden oldukça kasılmış bir hâlde olan bedeni koluna dokunmamla gevşedi. Gözleri kolundaki parmaklarıma kaydı. Bu beni gülümsetti ancak bozuntuya vermedim. Üzerindeki ceketiyle oynuyordum. "Ne demek istediğini söyler misin? Kim o tablolardaki?" Cevabı biliyordum. Ancak bana kendisi söylemeliydi. Ondan duymalıydım. Çoktan gevşemiş olan bedenini zar zor toparladı ve oturuşunu dikleştirip yola odaklandı. "Yapma şunu." dedi derin bir nefes vererek. "Neyi?" Evet, evet. Üzerindeki etkimin az çok farkındaydım. "Afra," dedi bana dönerek. "Arkada adamlar var. Çek elini kolunu, kaza yapacağız yoksa." Söylediklerine sırıttım. "Bir şey yaptık sanki." dedim yeniden ceketinin koluyla oynayarak. Tek yaptığım kumaşını çekiştirmekti. Sabredermiş gibi gözlerini kapattı. "Sendin!" dedi hafif yükselen sesiyle. "Çek elini. Sendin tamam mı? Mutlu musun?" Dudağımı büzerek elimi çektiğimde aldığım cevaptan oldukça hoşnut bir şekilde önüme döndüm. "Ne ara yaptın o kadar tabloyu?" Keyfim kimsede yoktu şu an. Hatta biraz bile cesaretli bir kız olsaydım böyle konularda, Karan'la farklı bir durumda olabilirdik. Belki sonra, cesaretli bir kız olurdum? "Yaptık işte bir ara." "Karan, söyle!" dedim tekrar ona dönermiş gibi yaparak. Ancak hemen fark etti. "Çok önceden!" dedi. "Çek elini kolunu. Araba kullanıyorum." Karan ve araba kullanırken bir andan ortaya çıkan can takıntısı... Kendi canı değil, benim canım. Bu düşünce beni gülümsetirdi. Tabi söyledikleri beynimde yankılanmasaydı. "Nasıl yani?" dedim anlamaya çalışarak. "Ne demek çok önceden?" Karan söylediğinin farkına yeni varıyormuş gibi bana kaçamak bakışlar attı. Yavaşlayan arabayla birlikte geldiğimizi anladım. Daha doğrusu, şu an sarayın giriş kapısındaydık. Yani gidecek kısa da olsa yolumuz vardı. Karan'ı sorgulamak için yeterliydi. Karan muhafızları geçmek için yüzünü gösterdi. Hepsi hazır oldayken görevli muhafız büyük kapıyı araladı. Kapı tamamen açıldığında arabayla giriş yapmak için Karan harekete geçti. Kapıdan geçtikten sonra ilerlediğimiz geniş arazi boyunca, etrafa bir de gündüz gözüyle bakmak şu an en az önemsediğim şeydi çünkü burası artık hayatımın bir parçası olacaktı belli ki, Karan'ın açıklama yapmasını bekledim ancak sadece sustu. "Konuşmayacak mısın?" dedim yolun ortasındayken. Büyük saray buradan bakılınca görünüyordu. "Daha sonra anlatırım. Uzun bir hikaye. Sadece, sana olan hayranlığımın birkaç hafta öncesine dayanmadığını bil, yeter." Sular, seller lazımdı çünkü içimde büyük büyük alevler, yangınlar vardı. Şu anki durumum tam olarak buydu. Hem merak içerisindeydim hem de içten içe eriyordum. Sanırım artık Duru'nun sevgililerinin ona söylediklerini bana söyleyip kedi gibi sesler çıkartmasının nedenini anlayabiliyordum. Tabi onun sevgilileri iki günlük oluyordu genelde. Hiçbirinin ağzından da Karan'ın ağzından çıkan türden bir cümle çıkmadığına emindim. Kısacası yanımda Karan olmasa, kendi kendime erirdim. Ancak dik duruşumu bozmadım çünkü şu an bana söylediğinden daha önemli olan bir gerçek vardı. Karan benim tablomu ne zaman yapmıştı? Dahası, sana olan hayranlığım birkaç hafta öncesine dayanmıyor ne demekti? Çatlardım. Ben iç muhakememe devam ederken araba durdu. Etrafıma bakındığımda çoktan geldiğimizi anladım ve arabadan inen Karan'a ayak uydurarak ben de kapımı açtım. Karan arabanın önünden dolandı, anahtarı görevliye verdi ve kapımı açması için arabaya yönelen başka bir görevliye izin vermeden kapımı açmama yardımcı oldu. "Teşekkür ederim." dedim gülerek. Saraya doğru döndü. Koluna girmem için bekledi. Memnuniyetle koluna girdim. İçim gerçekten kıpır kıpırdı ve ilk defa kafamda felaket senaryoları kurmuyordum. Sanırım bu, öylesine bir konu olmadığı içindi. Benim için gerçekten oldukça önemli bir konu olduğu için. Bir ilk olduğu için. Kendime normalliğimi kanıtlayabildiğim için. "Evine tekrar hoşgeldin, Araf." Ben evren değiştirdiğimden beri hatta evrenimdeki son günlerde bile evimdeydim zaten ancak bunu Karan'a söylemedim. Evim olduğunu yani. Yürürken Karan'ın söylediği şeye gülümsedim. "Hoşbuldum, Kızıl." Bu hitap şekilleri artık hep tanıdıktı. Aynı zamanda özel. Burada daha önce yaptığımız konuşmayı hatırlayınca güldüm. "Beni Rüzgar Bey ile tanıştırırsın herhalde bugün." "Hay hay." dedi o da gülerek. Çoktan avluyu geçmiştik. Rüzgar, Karan'ın atıydı. Daha önce geldiğimizde söylemişti. "Ne yapacağız şimdi? Hiçbir şeyden haberim yok. Açıklama yapmadan beni oradan oraya sürüklüyorsun." "Evleneceğin yeri daha önceden görüp bazı konulardan fikir vermek istersin diye düşündüm. Gerçek bir evlilik olmasa da artık her konuda fikrini istiyorum. Karan Başer'i yönetmek isteyen sendin." Buna gülümsedim. O da gülümsedi. Hatta tepkimi ölçmek için olduğunu düşündüğüm bakışlarla, yüzümü inceledi. Tepkisizliğimi korudum. Somurtsa mıydım? İleride bu tepksiziliğime pişman olacağımı bile bile önüne dönmesine izin verdim. "Abim gelmiş!" Selin şen şakrak hareketlerle dibimizde bitince gülüşüm büyüdü. "Ne zaman büyüyeceksin sen?" dedi Karan sitem dolu bir sesle. Selin onu umursamadan sarıldığında onları izledim. "Sanırım hiçbir zaman." diye cevapladı Selin. Umursamazlığı Karan'ın kafasını 'senden adam olmaz' dermiş gibi sallamasına yol açmıştı. "Hoşgeldiniz abi." Özgür ve Özgün de bizi karşılamaya geldiğinde Karan başıyla selam verdi. Ben de aynı şekilde selam verdim. Selin üzerime atlayana kadar. Bana da sarıldığında şaşkınlıkla kollarım havada kaldı. Karan bu hâlime sırıtırken Özgün ve Özgür gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Selin oldukça cana yakın bir kızdı. Bunu ses tonundan bile anlayabilirdiniz. Sarılışına karşılık verdim. Tüm gözler üzerimdeyken ve biri bana ailesindenmişim gibi sımsıkı sarılıyorken, kendimde başka bir şey yapacak güç bulamadım. Ağlamak isterdim tam şu an ancak kendimi tuttum. Sanırım buna alışmam da, vazgeçmem de uzun sürecekti. Çünkü aykırı bir şekilde, bu sıcaklık hoşuma gitmişti. Özgür tüm bunlar olurken sakince abisinin yanında bitti ve fısıldayarak konuşmaya başladı. Selin geri çekildiğinde onları dinleyebilmek için kulak kabarttım. "Hazırlıklar devam ediyor ama annem pek iyi değil gibi. Dünden beri baş ağrısı var ve sinirli. Bağırıp duruyor karşısına çıkan herkese. Odasından çıkmıyor pek." Karan Özgür'ün omzuna birkaç defa vurdu. "Beklediğim tepkiler abiciğim. Biliyorsun, annen tarafını çok önceden belli etti. Ona pek çok kez şans vermeme rağmen her seferinde görüşünde ısrarcı oldu. Hâlâ hayattaysa, sizin hatrınıza." "Önemli değil." deminden beri sessizliğini koruyan Özgün konuştuğunda tüm gözler ona döndü. Artık konuşma fısıldaşmadan öteye gitmişti. Herkes konuşulanları dinliyordu. "Hainler cezalarını çekmeliler. Bu saatten sonra vereceğin her ceza bizim başımız gözümüz üstüne. Anneme değil, sana sadığız. Bu konu üzerinde sen yokken çok kafa patlattık zaten. Bizim için annemiz öleli çok oldu. Masumları gözden çıkarttığı an, onu insan olarak görmeyi de bıraktık." Özgün'ün şimdiye kadarki en uzun konuşmasıydı. Öyle ki herkes bir müddet yüzüne bakmıştı ancak Özgün Karan'da olan bakışlarını kaçırmamıştı. Kararlılığı gözlerinden belli oluyordu. Oldukça ciddi ve sert bir ifadesi vardı. "Eyvallah." dedi Karan. Şaşkın değildi. Sadece böyle bir konuşma beklemiyor gibiydi. "Ona verdiğim son şans. Eğer bir kez daha suç üstünde yakalarsam, ona vereceğim tek bir ceza olur. Siz en az benim kadar biliyorsunuz ne olduğunu." Hepsi sessiz kalmakla yetindi. Özgür ve Özgün sert bakışlar atıyorlardı. Düşüncelerinin kesinlikle arkasında olduklarını görebiliyordum. Bakışlarım Selin'i buldu. Daha buruk bakıyordu. Daha üzgün... Her ne olursa olsun o, onun annesiydi. Şimdi çaresizce Selin'de kendimi görüyordum. Son âna kadar o kadını annem bilmiştim. Çünkü başka kimsem yoktu. Tutunduğum tek kişi olan babam bile yoktu. Etrafta hep o kadın vardı. Bir de ablam olduğunu söyledikleri kadın vardı tabi. Çocuklar, acı çekseler bile yalnız kalmamak için canavarlarına sığınırlardı. Gözlerimin Selin'in üstünde gezindiğini ve ister istemez yüzümün düştüğünü gören Karan, "Neyse," dedi derin bir nefes vererek. "Afra, gel sevgilim." Selin hemen kendine geldi. Karan'ın bana karşı olan hitabına karşı gözleri parladı. Ancak tek kelime etmedi. Sadece ben Karan'ın yanına giderken bizi izleyip gülümsedi. Ağlamak istiyordum. İçten içe paramparça oluyordum. Karan'a doğru attığım birkaç adımdan sonra, Karan uzun kolunu belime sardı ve yanında yürümemi sağladı. Biz önde, diğerleri arkada sarayın daha önce hiç görmediğim bir bölümüne giriş yaptık. "İyi misin?" diye fısıldadı Karan. Çaktırmadan arkama baktım. Karan'ın geniş omuzları yüzünden arkamı göremiyordum. Bunu fark ettiğinde geri çekildi ve bana izin verdi. Selin abileriyle konuşuyor, arada onlara sataşma pahasına omuz atarak yürümeye çalışıyordu. Özgür ve Özgün çaktırmadan onun bu hâllerine gülüyorlardı ancak onlara omuz attıktan sonra dengesini her kaybettiğinde onu tutmak için öne atılıyorlardı. Bu görüntü beni gülümsetti. "İyiyim sanırım." Karan cevabımdan sonra belimi okşadı. Şu an beni teselli etmeye mi çalışıyordu? Ona döndüm bu defa. Dimdik karşıya bakıyordu. Sert yüzüne ve bakışlarına rağmen gülümsedim. Etraftaki muhafızlara gözleriyle bir şeyler anlatıyor ve onlar da hemen anlayıp harekete geçiyor gibiydiler. Onu süzmeye devam ettim ve ilk defa ona dimdik bakmak beni rahatsız etmedi. Öyle ki, bakışlarımı yakaladığında yumuşayan bakışları yüzünden ona sarılmak istedim. "Bakma öyle." dedi bana doğru yavaşça eğilerek. "Nasıl?" diye sordum meraksız bir ses tonuyla. Derin bir nefes verdi ve kocaman bir kapının önüne geldiğimizde bana son kez eğildi. "Bana çizecek yeni şeyler vermek istiyormuş gibi." Kalbim şaha kalkıyordu şu an. Neler oluyordu? Sanırım bugün Karan'ın keyfi yerindeydi. Ancak sırf keyfi yerinde diye, benim kalp ritmimi bozmaya ne hakkı vardı? Muhafızlara kafasıyla işaret veren Karan'la birlikte, büyük kapı aralandı. Tahminimce dört metre yükseklikteydi ve bembeyazdı. Zaten sarayın büyük çoğunluğu beyaz döşenmişti. Üzerindeki işlemeler hoşuma gitmişti ancak ben inceleyemeden kapı çoktan açılmıştı. Karan, elini belimden çekmeden yürümeye devam ettik. Büyük bir alanda, büyük birkaç masa sıralanmıştı. Sayabildiğim kadarıyla dört büyük masa ve onların çok daha gerisinde onlardan kat kat küçük birkaç masa vardı. Muhtemelen evlenmeden hemen önce giriş yapacağımız düz yolu adımladık. Her yer beyazla döşenmişti. Etrafa bakındım. Çok, çok güzeldi. Öylesine güzeldi ki bir anda heyecanlandığımı hissettim ve bu his beni utandırdı. Karan'a baktım. Beni izliyor ve gülümsüyordu. Yavaşça kulağıma doğru eğildi ve belimde olan eli beni kendine doğru çekti. "İçine sinmeyen herhangi bir şey varsa söyleyebilirsin. Bu senin ve benim düğünüm olacak. Gerçek ya da sahte. Sana göre nasıl sınıflandırılıyor bilmiyorum ama o düğünde sen gelin olacaksın. Tarzını yansıtabilirsin." Gülümsedim ve ben de kulağına fısıldadım. "Burası senin tarzını da yansıtmıyor tam. Hani, nerede kan lekeleri? En azından masa örtülerinin üzerinde?" Karan bu söylediğime geri çekilip yüzüme baka baka güldü. Ben de aynı şekilde yüzüne baka baka güldüm ancak aramızdaki tek fark onun ağzının aksine benim ağzımın yırtılacak konuma gelmesiydi. Dudaklarımı birbirine bastırıp geri çekildim. "Bence her şey gayet güzel." dedim omuz silkerek. "Eksik bir şey yoksa benim için sıkıntı da yok." Karan kafasını salladı. Belimdeki elini cebine koydu. Salona son kez bakıp bana döndü. "Gel, törene kadar bekleyeceğin odaya götüreyim seni. Orada hazırlanacaksın. Sonra kaybolma yine koca sarayda. Hem, konuşmamız gerek." Ne konuşmamız gerekiyordu bilmiyordum. Etrafa son kez baktım ve cebinde pek kalmayan elini yeniden belime koyarak beni yönlendirdi. "Siz burada kalıp hazırlıkla ilgilenin. Döneceğiz." Koca cüssesi yüzünden arkamı dönsem bile çocukları göremedim. Kafamı kaldırıp Karan'a kaçamak bir bakış attım. "Ne konuşacağız?" Sessiz kalıp yürümeye devam etti. Salondan çıktık. Büyük koridorda ilerledik ve girerken gördüğüm birkaç kapının önünde durduk. Karan ortadaki kapıyı araladı ve elini içeriye girmem için kaldırdı. Sorumu yinelemek yerine odaya giriş yaptım. Arkadan kapıyı kapatıp kilitlediğinde kaşlarımı çattım. Yanıma gelmeden önce ceketini çıkarttı. Yanındaki sandalyeye gelişigüzel astı. "Ne oluyor?" dedim kaşlarımı çatarak. Yüz ifademe bakıp güler gibi oldu. "Düşündüğün şeyle alakası yok. Otur, konuşacağız." Ne düşünüyordum ki ben? İma ettiği şeyi görmezden geldim. Gelinin hazırlanması için ayrılmış bir oda olduğu, yerdeki daire şeklindeki platformdan belliydi. Her yer gibi bu oda da beyaz döşenmişti. Boydan bir ayna, oturmak için koltuklar, makyaj masası gibi hazırlanmaya yardımcı tüm eşyalar mevcuttu. Karan beni koltuklardan birine oturtturdu. Koltukların hemen ortasındaki orta sehpahaya kendisi oturdu ve ellerimi tuttu. Bacakları iki bacağımın kenarındaydı ve temas ediyorlardı. Kaşlarımı çattım zira biraz gerilmiştim. Hem temastan ötürü hem de ciddiliğinden. "Kötü bir şey mi oldu?" Karan kafasını hemen olumsuz anlamda salladı. "Hayır, hayır. Hiç sıkıntı yok. Sadece sana bazı şeyler hakkında bilgi vermem gerekiyor." Önüme gelen saçımı yavaşça geriye doğru attı. "Ne ile ilgili? Evlenmemizle mi?" Az öncekiden çok daha gergindim şu an. Yüzüme farklı bakıyordu. Vazgeçmek isteyip istemediğini düşündüm. Bu düşünce üzülmeme neden oldu ancak belli etmedim. Şu an her kararına saygılıydım. Zira benden önce bir başka kadınla, ki kadın benim yansımamdı, evlilik yoluna girmişti ve o kadın ölmüştü. Evleneceği kadının ölümünden onu suçlu tutanlar vardı ve ister istemez o da buna inanmış olmalıydı. Bu, tüm o paranoyaklığını açıklıyordu. Kendi kendime vardığım sonuç yüzünden daha fazla üzüldüm. "Evet, öyle." dedi ellerimi elleri arasına hapsederek. Vazgeçmişti. Bu hem beklediğim hem de beklemediğim bir karardı. Yüzüne baktım. Anlam veremedim bir süre. Konuşacak fazla bir şey de kalmamıştı zaten. Ancak dinlemeyi seçtim. "Biz evlendiğimizde," dedi derin bir nefes vererek. Gözlerinin içine bakıp hâlâ içimde kalan umut kırıntılarına tutundum. "Üzerine gelecekler." Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Beklediğim cümleyi kurmaması beni şaşırtmıştı. Yine aşırı çalışan beynime ufak bir küfür savurdum ve konudan kopmamaya çalıştım. Sanırım onun paranoyaklığı bana geçmişti. "Kimler?" dedim elimin üzerini okşamasını önemsemeden. "Kim üzerime gelecek? Yöneticiler mi?" Kafasını salladı. "Sadece onlar değil. Dört büyüklerin ailesi ne kadar geniş haberin yok. Her bir üye seni tanımak için dedikodu yapacak. Dedikodular büyüyecek. Yalan yanlış şeyler söyleyecekler." Sanırım biraz anlamıştım konuyu. Ellerimi ondan kurtardım ve onun elleri yanında oldukça küçük kalan ellerimi onun elleri etrafına sardım. "Hafza ile ilgili, öyle değil mi?" dedim ufak bir gülümsemeyle. Bu gülümseme, sorun etmediğimi düşünmesi içindi. Buraya geldiğimden beri pek çok kez Hafza imasında bulunmuşlardı zaten. Her şeye alışabilirdim. Herkesin bana Hafza imasında bulunmasına alışabilirdim. Tek bir kişi dışında. Karan cevap vermedi. Sessizliğinden anladım düşüncelerini. "Önemli değil." dedim. "Benim için hiç önemli değil Karan. Hiçbiri hem de. Sadece sen söyle, sen şu an Afra'yla mı evleniyorsun yoksa Hafza'nın yansımasıyla mı?" Bu sorunun cevabı onun değil, benim fikirlerimi etkileyecekti. Ona karşı duruşumu, ona bakışımı, ona karşı hissettiklerimi belki. "Ben ne Afra ile ne de Hafza'nın yansımasıyla evleniyorum Afra. Ben, Araf'ımla evleniyorum." Kafasını salladı. "Ben Araf'a alıştım. Cennet ya da Cehennemi arzulamıyorum artık." Elinin üzerini, tıpkı onun yaptığı gibi okşadım. "Sadece bu konuda seni uyarmak ve birkaç gerçeği söylemek istedim." Konuşmasına devam etmesini bekledim. Kaşlarını çattı. Yere baktı. Bu bakışı tanıyordum. Bir yönetici gibi bakıyordu ve bu bakışı beni korkutuyordu. "Hafza'yı hiç sevmedim." Defalarca söylediği şeyi bir kez daha söyledi. Ancak bu defa bir fark vardı. "Onu kullandım." İfadesiz suratına bakmaya çalıştım ancak yere dönüktü bakışları. Sanki gözlerimin tam içine bakarak konuşsa, yumuşayacak ve Kızıl olacaktı. "Benden önce Gölge ırkı ve Büyücü ırkı kanlı bir kavgaya karışmışlar. Kazanan bu evrenin hükümdarı olacakmış. Büyücüler kazanmış. Gölgeler, sizin evreninize gönderilmiş." İfadesiz bakışları yüzüme çıktı. "Siz farkında değilsiniz ancak etrafınızda pek çok Gölge vardı. Bu yüzden evreniniz bizim evrenimize göre daha karanlık ve iç bunaltıcı." Yutkundu. Karanlık ve iç bunaltıcı mı demişti? İyi ama şu an burası da öyleydi. "Savaşın sonucuna katlanamayan bazı Gölge'ler, yasak olmasına rağmen sürekli evren değiştirip bu evrene giriş yapıyorlar." Kafamı toparlamalıydım. Zira pek bir şey anlamamıştım. "Hafza'yla evlenmek istememin sebebi ailesi ile iş birliği içerisinde olmaktı. Büyücü ırkı çok güç kaybetmişti. Çünkü babamla olan taht kavgam beni güçsüz düşürmüştü. Güçsüz düştüğümüzden Gölge ırkı işgale başladı. Sadece işgal olsa sorun değildi tabi. Aralarından bazıları ileri gitmeye başladı. Kadınları, çocukları öldürdüler. Büyücü ırkının yönettiği halka işkenceler ettiler. Başka çarem yoktu. Ben çekilmesi gerekeni çekmişken, bir de halkımın çekmesine göz yumamazdım." Gözlerinden utanç geçti ancak hemen toparlayıp sert bakışlarını gözlerime çıkarttı. "Hafza'yı kullandım. Dahası o da bunun farkındaydı hatta bana izin verdi. Mutlu olmayacağımızı biliyordu. Ona açık açık planlarımı anlattım. Onun da işine geliyordu çünkü çevresinde pek çok rakibi vardı. Benimle evlenmek onu güçlendirecekti. Bunu biliyordu. Evlenmemiz benim değil onun tercihiydi. Hayır deseydi kabul ederdim." Nefesim daraldı. Ellerimin içindeki ellerini serbest bıraktım ve arkama yaslandım. Bu hareketime bozuldu. Yavaşça ellerine baktı. Sonra benim ellerime. Hayır, Karan böyle biri değildi. Hafza hayır dese de evet dese de onu bu tür bir oyuna dahil etmezdi. "Yaptığımdan, insani tarafım utanıyor ancak yönetici tarafım asla utanmıyor. Ben bir yöneticiyim. Yöneticilerin duyguları olmaz." Karşımdaki bu adamdan, ilk defa gerçek anlamda korktum. Defalarca ondan korkmam için sebep vardı. Korkmuştum ancak şimdi ilk defa daha acı verici bir şekilde korkuyordum. "Halkın için harcamayacağın tek bir insan bile yok, değil mi?" dedim korkarak. Cevabını biliyordum. Karan olması gerektiği gibi davranıyordu ancak böyle davrandığı için acı çektiğini görebiliyordum. Bir müddet duraksadı. Gözlerimin en içine baktı. Aklımı okumak istermiş gibi. Bir an tanıdığım o adam olacak zannettim ancak öyle olmadı. Sert bakışlarına sert ses tonu eşlik etti. "Yok." dedi sadece. Gözlerimi gözlerinden çekmeden onu izledim birkaç saniye. Bu süre zarfı kendime gelmem ve mantıklı düşünmem için yeterliydi. Sonra koltuktan kalktım. Bunu yaptığımda muhtemelen evlenmekten vazgeçtiğimi düşünerek gözlerini kapattı. Ancak ben, hemen yanına iliştim. Bu hareketimi fark ettiğinde kafasını kaldırıp beni şaşkınlıkla izledi. Elimi omuzlarına çıkarttım. Oradan yavaşça ensesine. Onu kendime doğru nahif hareketlerle çektim ve başını göğsüme yasladım. Şu an benim doğrularımın bir önemi yoktu. Karan'ı tanıyordum. Bunu kesin olarak söyleyebileceğimi söylemiştim. Kendine göre etik olmayan hiçbir şeyi yapmazdı ancak yönetimde onun için etik diye bir şey yoktu. Tek etiği halkının refahıydı. Dahası, Gölge dedikleri ırkın ileri gittiğinden söz etmişti. Aynı konuşma, buraya ailesi ile tanışmak için geldiğimde masada da yapılmıştı. Çok ağır şeyler konuşulmuştu. Hepsinin, yalnızca büyük yöneticilerin suçu olduğunu düşünmüştüm. Gölge ırkını ilk defa duyuyordum ve tek suçlunun büyücüler olmadığını şimdi öğreniyordum. Karan göğsümdeki kafasına karşı gelmedi. Aksine, elleri belime dolandı ve daha sıkı sarıldı. Hiç konuşmadı. Ben de konuşmadım. Bir süre sessizce sarıldık. Deniz denen doktor beni muayene etmeye geldiğinde bahsettikleri geldi aklıma. "Vicdanın nerede oğlum senin! Sen dedin bana, çocuklar için lunapark yapacağım dedin. Adamlar kadınları dövmeyecek dedin. Adalet olacak burada, kimse kimsenin üzerinde baskı kuramayacak dedin. Ben çektim, halkım çekmeyecek dedin. Dedin lan, çok şey söyledin sen. Nerede senin umutların! Nerede vicdanın! Bir kız için değer mi lan tüm o suçsuzlara bu kadar yük yüklemeye!" Sanırım bahsettiği kız ben değildim. "Herkes onu sevdiğini mi düşünüyordu?" Karan ne dediğimi sonradan anladı ve kafasını sallamakla yetindi. "Güç birliği için evlilik yaptığımızı söylemek bana da doğru gelmedi. Ama herkesi birbirimizi sevdiğimize inandırmak Hafza'nın fikriydi. Dediğim gibi, iyi bir evlilik imajı çevresindeki rakiplerini sinir edecekti. Bunu biliyordu. Karşılıklı olarak birbirimizi kullandık." Herkesten saklamışlardı. Herkesten. Bunu bilerek, bana yapılan tüm imaları görmezden gelebilirdim. İçten içe mutlu oldum. Elim Karan'ın saçlarına çıktı. Bugün saçlarını şekillendirmemişti bu yüzden bazı yerleri kıvırcıktı. Saçlarını okşamam hoşuna gitmiş olmalı ki kafasını yavaşça oynattı. "Doğru olanı yapmak kişisel meseleler için geçerlidir." dedim dudaklarımın boynuna temas etmesini umursamadan. Ancak bu onun bedeninin kasılmasına neden oldu. Bu hoşuma gitti. "Senin de dediğin gibi yöneticilerin duyguları olmaz. Dahası, Hafza'ya her şeyi baştan anlatman doğru olan ve sen doğru olanı yapmışsın. Hafza'nın bunu kabul etmesi yanlış." Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Hafza'ya karşı çıkabilirdim. Vazgeçebilirdim Araf. Onu buna mecbur bırakmak zorunda değildim." Kendini suçluyordu. Şimdi, yönetici Karan kimliğinde değildi. Şimdi Kızıl'dı. Kızıl olması ona acı çektiriyordu. "Zor bir karar vermek zorunda bırakılmışsın. Hafza'yla böyle bir oyuna kalkışmasan, şimdi halkın bu durumda bile olamazdı. Her şey düzelecek." Karan kafasını kaldırdı. Gözlerimiz kesiştiğinde yavaşça gülümsedi. Elini yanağıma çıkarttı. "Teşekkür ederim. Doğrularını benim için geri plana attığın için." "Doğrularımı kimse için geri plana atmam Kızıl. Bazen seninle doğrularımızın kesiştiği noktalar oluyor. Ben senin yerinde olsam, ki asla olamam, ben de evliliği bu tür bir olay için kullanırdım. Bu kararı kendime ya da karşımdakine saygım olmadığından değil aksine herkese saygım olduğundan alırdım. Karar veren tek insan sen değilmişsin. Emin ol Hafza da bu konu üzerinde kafa patlatmıştır. Belki onunla bu amaç için evlenmen onu üzmüştür ama doğru bulduğundan seni desteklemiştir. Başkalarının kişisel kararları senin vicdanını sızlatmasın. Çünkü şu an ben de Hafza ile aynı noktadayım ve benim verdiğim karardan senin sorumlu olmadığını biliyorum. Şimdi vazgeçsem kararıma saygı duyacağını da. Bu evlilik yüzünden kötü sonuçlar alsak bile seni suçlamam. Dediğim gibi, bu benim kararım sonucu gerçekleştirilen bir eylem." Karan beni sabırla dinledi. Yüzümü inceledi. Gözlerimi, yanaklarımı, burnumu, dudaklarımı... "Araf," dedi konuşmam bitince. Onu dinlediğimi belirten bir ses çıkarttım. Derin bir nefes alıp verdi. "Seninle tamamen güvenliğin için ya da halkım için evlenmiyorum." Kaskatı kesildiğimi hissettim. Sadece yüzüne baktım. Şaşkınlığımın farkındaydı ancak durmadı ve devam etti. "Hafza'yla sadece halkım için evlenmek istedim. Aklında en ufak bir şüphe olmasın. Şüphe duymanı sağlayacak her şey bana söyle ki şüphelerini teker teker yok edeyim." Eli yanağımda gezindi. Az önce geriye attığı saç yeniden yüzüme düşünce bir kez daha nazikçe saçımı geriye attı. "Aklındaki tek bir şüphe bile beni mahveder." Alnını alnıma yasladı. Nefesini dudaklarımda hissettim. Eli saçlarıma gitti. Arkadan tutturduğum saçlarımı tamamen açtı ve eliyle düzeltti. Kendimden geçmişcesine hareketlerini izliyor, çıt çıkartmıyordum. Hatta hareket etmeyi bile reddediyordum. "Tek bir yanlış düşüncen, beni mahveder." dedi bu defa. Gözlerini kapattı. Alnını alnıma yasladı. Burunlarımızı birbirine sürttü. "Hafza'yı gerçekten sevdiğimi düşünmen beni mahveder." Pürüzlü sesi uykumu getirdiği kadar daha önce hiç hissetmediğim bir deli cesaretini de beraberinde hissettiriyordu. Öyle ki, ilk defa onu deli gibi öpmek istedim. "Beni senin zararına olan, seni üzen her şey mahveder." dedi bu defa. Kelime oyunları geri dönmüştü ve şimdi sözsüz bir şekilde bana seçenekler sunuyordu. Tehlikeli seçenekler. Elimi ayağımı titreme tutmuştu. Fark etmemesi için kendimi kasıyordum. Yavaşça yaklaştı. Yakınlarımda gezindi. Aklıma ilk karşılaşmamızda bana gereksiz bir yakınlıkta olduğunu fark ettiğinde geri çekildiği geldi. Mesafeyi daima koruduğu. Karan gerçekten insanlara saygısı olan bir adamdı ve Hafza ile ilgili konuştuktan sonra da bu düşüncem değişmemişti. Şimdi, benden onay bekliyordu. Ona onay vermemi istiyordu. Gözlerimi kapattım. Bu hareketim onun için nasıl karşılandı bilmiyordum ancak yaklaştığını hissedebiliyordum. Öyle ki, dudakları dudaklarıma yavaşça sürttüğünde titrememesi için sıktığım bedenimi daha fazla sıkmak zorunda kalmıştım. Henüz tam temas etmeyen dudaklarımız tam anlamıyla bütünleşecekken, odayı bir telefon sesi doldurdu. Karan yavaşça geri çekildiğinde şaşkındım. O da şaşırmıştı. Öyle ki gözlerini kırpıştırarak gözlerime baktı ve telefonun çaldığını bir süre algılayamadı. Algıladığında ise tamamen geri çekildi. Kaşlarını yavaşça çattı. Ceketinin iç cebindeki telefonu çıkartıp ekrana baktı. Biraz sinirli gibiydi. Biraz değildi. Fazlasıyla sinirliydi. Kaşlarını öyle bir çatmıştı ki kırışıklıkları belli oluyordu. Cebindeki telefonu çıkarttı. "Ne var!" dedi ayağa kalkıp odada gezinerek. Karşıdakini dinledi. "Ulan!" dedi bu defa. "Aslan, siktir git adamlarına söyle hepsi saray dışında ayakta beklesin. Arabada oturan tek bir adam görürsem hepsinizin ırzını sikerim. Bunu sormak için mi aradın beni?" Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ellerimi oturduğum sehpahada geriye doğru attım. Ayaklarımı da uzatıp rahat bir pozisyon edindim. Üst üste attığım ayaklarımı sallamaya başladım. "Ne bok yerseniz yiyin." diyip telefonu muhtemelen Aslan'ın yüzüne kapatıp bana döndü. Kaşlarımı kaldırıp ben de ayaklandım. Çantamı elime aldım ve önünde durdum. "Neyse," dedim hiçbir şey olmamış gibi. "Hadi Selin'lerin yanına gidelim. Kız merak etmiştir şimdi." Önünden geçip gitmek için hazırlanmışken karnıma elini koydu ve beni durdurdu. "Maalesef seni gönderemiyoruz." dedi muzip bir ifade ile. "Neden?" diye sordum saf saf. Şu an balık beyinli olduğumu düşünmesini ve beni bırakmasını istiyordum. Hem utanmış hem de fazlasıyla gerilmiştim. "Sanırım bir konuşma yapıyorduk." dedi gözleri dudaklarıma kayınca. "Yarım kaldı gibime geldi." "Ne konuşması canım? Selin bekliyor." dedim tekrar ve ondan kaçmaya çalıştım ancak kolları o kadar çevik bir hareketle belime dolandı ki ne olduğunu anlamadan kendimi ona yapışmış bir hâlde buldum. İç çekti. Ellerimi nereye koymam gerektiğini bile anlayamadım. "Tamam." dedi. "Tamam, borcun olsun. Sonra acısını çıkartacağım zaten." Bırakmak istemediği her hâlinden belliydi. Öyle ki, kolları gevşeyeceği yerde daha da sıkılaşmıştı. Gözleri hâlâ dudaklarımdaydı ve bu bayılmama neden olacak gibi hissettiriyordu. Geri çekilmeye çalıştığımda kollarını yavaşça gevşetti neyse ki. Beni bırakırken bile nasıl gözleriyle dudaklarımı sömürebiliyordu? "Konuşmak istediğim tek konu bu değildi." dedi bu defa. "Şu an konuşmak istediğim hiçbir şey yok ama konuşmak zorundayız." Gözleri hâlâ dudaklarımdaydı. Elimi gözlerine kapattım. "Karan!" dedim beni görmediğini bilerek. "Yapma, yeter!" Dudakları yukarıya doğru kıvrıldığında ben de güldüm. Kafasını geriye atıp elimden kurtulmaya çalıştığında elimi gözünden çektim. "Araf," dedi bu defa gözlerime bakarak. Bambaşka bakıyordu. Pek çok bakışı vardı ancak bu bakışı şu ana kadar en güzel bulduğum bakışıydı. "Araf," dedi tekrar. İç çekti. Belimdeki ellerinden biri saçlarıma çıktı. Yalnızca gözlerine bakıyor, diyeceği şeyi bekliyordum. "Sen benim en büyük şansımsın." dedi samimi olduğunu hissettiren bir sesle. "Seni yaşamaya mahkum ettiğim gibi sen de beni yaşamaya mahkum ettin. Seninle yaşamaya üstelik." dedi kafasını sallayarak. "Hiç kaçmak istemedim ama kaçmak istersem bunun imkasız olduğunu biliyorum." Hayır. Hayır, dedim içimden. Bunu söyleyen Kızıl'dı. Bunu söyleyen koruyucum olan Karan değildi. Gözlerimi kırpıştırdım. "Kendini zorunda hissediyor musun bir şeylere?" dedim yüzümün düştüğünü belli etmemeye çalışarak. "Nasıl yani?" dedi. Omuz silktim. "Beni koruma konusunda mesela, kendini zorunda hissediyor musun? Sonuçta yardıma ihtiyacı olan bir kadınım ve sen de vicdanlı bir adamsın." Karan kafasını olumlu anlamda salladı. "Seni kendim için korumak zorunda hissediyorum." dedi. "Sen kendini benim gözümde korunmaya ihtiyacı olan bir kadın olarak mı görüyorsun?" Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Hem de az önce yaşanandan sonra." Derin bir nefes alıp verdi. "Sensiz nefes alamayacağımı, yapayalnız kalacağımı biliyorum çünkü. Seni kendim için koruyorum. Gerekirse kendimden de korurum." Cevabından sonra birbirimize bakmaya devam ettik. Bir süre sonra bu bakışmanın hiç iyi yerlere gitmeyeceği kanısına vararak yalnızca tebessüm ettim ve tebessüm ederken aynı zamanda da düşündüm. Görmezden gelmeyi düşündüm. Gerçekleri bilmiyormuş gibi yapmayı. Karan'ın hislerinin Karan'a ait olduğunu düşünmek istedim. Kişi, korumak zorunda hissettiği birini aynı zamanda seviyorsa bu onun özgürce aldığı kararı olmuyor muydu? Bu konuyu Meryem'le açık açık konuşmalıydım. Yoksa bana her güzel söz söylediğinde, her itirafında gözlerine ister istemez buruk bakacaktım. "Neyin var senin?" dedi kaşlarını çatarak. Başımı bir şey yok dermiş gibi salladım ve konuyu değiştirmek adına konuşmaya başladım. "Ne hakkında konuşacaktın? Başka bir şey daha olduğunu söyledin." Başını salladı. Derin bir nefes alıp verdi ve gözlerime baktı. "Evlenirken, kanlarımız karışacak." Birden konuya girmesi beni afallattı. "Nasıl yani?" Bunu bana daha önce açıklamıştı. Ancak anlatmak istediği şeyi anlayamamıştım. "Ellerimizdeki kesiklerden kanlarımız karışacak ve karışan kanımız yüzünden sıkıntı yaşama ihtimalimiz çok yüksek." Soru sormamı beklemeden açıklamaya çalıştı. "Benim kanımda büyü var Afra. Sen ise etrafa büyük bir güç yayıyorsun. Çok büyük hem de. Nadirdir böyle büyük güçler. Kanımdaki büyü senin kanınla bütünleştiğinde, ister istemez gücün artabilir hatta güçlü bir büyücü hâline gelebilirsin. Bu evrende insan ve büyücü evliliği nadirdir. En son kim, ne zaman böyle bir evlilik yaptı hatırlamıyorum. Genelde kendi ırkımızdan olanla evleniriz." Bu iyi değildi. Meryem bana evlenmemi söylerken, gücümün açığa çıkacağını biliyor muydu? Aklım almıyordu artık. İçten içe ona öfkelenmeye başlamıştım çünkü beni farkında bile olmadığım saçma sapan oyunlara sürüklüyor gibi hissediyordum. Bu beni delirtiyordu. Yutkundum ve Karan'a baktım. "Korkma." dedi dudağı şakağıma temas ederken. "Seni asla yalnız bırakmayacağım." Korkmadım. Sadece, içime anlam veremediğim bir şekilde huzur doldu. Eli belimi okşadıkça mayıştım. Yanağımı göğsüne yasladım. "Sakın elimi bırakma." dedim. "Çünkü elimi bırakırsan yalnız kalan tek kişi sen olmayacaksın." Bu söylediğime gülümsediği hissettim. Bana daha sıkı sarıldı. Bir müddet öyle kaldık. Fark ediyordum da onunlayken tüm gerçekleri bir kenara bırakabiliyordum. Omuzlarımdaki tüm yüklerden kısa bir süre de olsa kurtuluyor, kuş gibi hafifliyordum. Zihnimin bana oynayacağı tüm tehlikeli oyunları alaşağı ediyor gibiydi. Hem de hiçbir şey yapmadan. Bu iyiydi. Bu, beni rahatlatan tek şeydi. Taşlaşan göğsümü yumuşatan tek kişiydi. Göğsüne yasladığım başım yüzünden öylesine rahattım ki ayakta uyuyabilirim. Öyle ki gözlerimi kapatmış, yavaşça sağa ve sola sallanan bedenine ayak uydurmaya başlamıştım. Her şey normal geliyordu. Kalbimin atışını hızlandırsa da tanıdıktı sanki. Yumuşacık ve sımsıcaktı. Kendimi mutlu olarak tanımlayabilirdim sanırım. Tam anlamıyla mutlu. Ancak öyle ya, acıya doğmuş bir bebek en fazla ne kadar mutlu olabilirdi ki? Yavaşça gözlerimi araladığımda, dudaklarımda ne zaman konumlandığını anlamadığım gülüşüm yavaşça soldu. Karan'ın göğsünden kafamı kaldırdım ve hemen bakış açımda dikilip beni izleyen adama baktım. Tanıdık gözler. Tanıdık bir sima. Tanıdık bir beden... Karan hareketlerime anlam veremiyor ve baktığım yöne bakıyordu. "Halisünasyon mu?" Kafamı sallamakla yetindim. Babam bana yavaşça gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Umarım onu bu şekilde evleneceğim gün de görürdüm. Gerçek olmasa da beni hayallerimde bir kez gelinlikle görebilirdi en azından. "Kim?" dedi Karan baktığım yere ufak bir bakış atarak. Göremeyeceğini ikimiz de biliyorduk. "Babam." dedim. Sesim kısık çıktı. "Babam." dedim bir kez daha. Babam olmadığını bilerek. Yönümü tamamen halisünasyona doğru çevirdim ve ona birkaç adım attım. "Afra-" Karan beni kolumdan yakalamaya çalıştı. Üzüleceğimi biliyordu ancak üzülmüyordum. Öz babam olmadığından değildi. Acısına alıştığımdandı. Özlediğim için en azından bir defa gözlerine bakmalıydım. Şimdi ona dikkatli bir şekilde bakıyordum da gerçekten hiç benzer bir yanımız yoktu. Ne Neriman Suskun'la ne de babamla. Hiç benzemiyorduk. İkisi de açık tenliydi mesela. Ben ise esmerdim. Neriman Suskun kahverengi gözlüydü ve babam da kahverengi gözlüydü. En azından bu konuda ikisine benziyordum ancak bu benzerliğin kalıtsal olmadığını bilmek canımı yakmıyor değildi. Babam açısından yani... "Bak," dedim elimi babamın yüzüne götürerek. Babam bana değil, dimdik Karan'a bakıyordu ancak yüzünde o hiç eksik olmayan gülümsemesi vardı. "Sana bakıyor. Sanırım seni dövecek." Buna kıkırdadım. Babam ona dokunmaya çalışan elime baktı. Sonra gözlerime baktı. "Afra." dedi tok sesiyle. Derin, titreyen bir nefes alıp verdim. "Ne kadar güçlü bir kadın oldun böyle!" dedi şaşkınlık dolu ancak bir o kadar da gururlu bir sesle. "Meryem sana güvenmekte haklıymış. Ona sırtını dönmeyeceğini defalarca dile getirmişti ancak ben dinlememiştim." Kaşlarımı çattım. "Baba, saçmalama." dedim kafamı olumsuz anlamda sallayarak. Kaşlarımı da ister istemez çatmıştım. "Bunları konuşmayalım." Karan bana doğru bir adım atıp koluma dokundu. "Afra, yapma güzelim ne olursun." Kolumu ondan kurtardım ve babama bakmaya devam ettim. "Her şeyin suçlusu benim. O kadına aşık olan bendim. Seni güçsüz kılmasını isteyen bendim. Fikri Meryem'e sunan da bendim. Onu ikna eden de." Gülümsemesine ilk defa gölge düştü. "Hepsi benim suçumdu ama bak, şimdi ne kadar da güçlüsün." Hayranlıkla beni izleyen bu adama şaşkınlıkla ve bir o kadar hayal kırıklığıyla baktım. "O kadın gücünü sömürse bile umrumda olmadı." dedi. "Çünkü seni bu konuma getireceğine yemin etmişti." O kadın, her şeyi biliyor muydu? Başımı defalarca olumsuz anlamda salladım. Ellerimi kulaklarıma kapattım ancak babam susmadı. Arada ağzımdan kabul etmediğimi belirten sesler çıkartıyordum. "Ben bir halisünasyon değilim kızım. Ben senin muhafızınım. Bak bana," Kollarını iki yana açtı. "Şimdi bir ölüyüm ancak ruhum asıl efendim olan Meryem'in elinde. Sana bakınca görevimi layığıyla yerine getirdiğimi görebiliyorum. Aşık olsam bile bir şekilde başardım. Sen de öyle yapmalısın. Aşık oldun," Karan'a baktı. "Sevdin belki ama günün birinden seni tutsak etmeye kalkarsa izin verme. Senin vâr oluşunun bir amacı var." Dudakları iki yana kıvrıldı. Kendiyle gurur duyarmış gibi bir hâli vardı ancak göremiyordu. Şu an benim geçmişimden tutunduğum son dalı da kırıyordu. Hem de öyle bir kırıyordu ki, altımdaki uçurumu görüyordu ancak durmuyordu. "Sen gerçek değilsin!" diye bağırdım. Karan bana sarılıyor, bedenimi sarsıyor ve bağırıyordu ancak onu duymuyordum. "Sen gerçek değilsin!" diye bağırdım bu defa. Ancak babam susmadı. "Meryem ruhumu hapsettiğini söylerken yalan söylemiyordu. Düşün, yöneticiler neden sana acı çektirmek için beni kullansın. Beni görmek sana bir hediye değil mi?" Gülümsedi. "Ben gerçeğim Afra. Gerçeğim güzel kızım. Ruhumla karşındayım." Artık ağlıyordum. Krize girmiş gibi kafamı olumsuz anlamda sallıyor, Karan'ın çabalarını görmezden geliyordum. "Unutma kızım, seni hep sevdim ve hep seveceğim." Hepsi hastaydı. Hepsi hastaydı! Çığlık çığlığa yere kapandım ve bağırarak ağlamaya başladım. Zangır zangır titreyen bedenim, ne kadar dolduğumu gösteriyordu. Bugün berbat bir gündü. Berbat bir gündü! "Afra, yapma güzelim! Kendine gel, ne olursun. Sakinleş." Sakinleşemiyordum. Ağlamam gittikçe güçsüzleşiyordu ve enerjimin tüm bedenimden çekilip alındığını hissediyordum. Titremem olağanüstü boyutlara ulaşmış gibiydi. Karan panik olmuştı. Bunu görebiliyordum ancak elimden bir şey gelmiyordu. "Panik atak geçiriyorsun. Sakin ol, ben yanındayım. Her şey düzelecek!" Karan omuzlarımdaki koca elleriyle beni sabit tutmaya çalışıyordu ancak başarısız oluyordu. Dakikalarca titredim. Dakikalarca bağıra bağıra ağladım. Ancak bir raddeden sonra, hiç enerjim kalmadı. Öyle ki, gittikçe bulanan görüntü en sonunda kapkaranlık oldı. Zaten yerde olan bedenim kafamın da yerle buluşmasıyla tüm gücünü yitirdi. Karan bana eşlik etti. Kafamı çarpmamam için elini çevik bir hareketle başımın altına koyduğunu hatırlıyordım. Gerisi kapkaranlıktı. Kapkaranlık olan zihnimde yalnızca tek bir ses yankılandı. Günü geldiğinde baban da gidecek ve yapayalnız kalacaksın! Sen yalnızlığa mahkumsun! Bu lanetle doğdun ve bu lanetle öleceksin. Daha sonra kesik kesik anılar akın etti zihnime. Hep geri plana attığım anılar. Hepsinde babamın farkında olduğu tek bir şey vardı, dayak yediğim. Acımasızca dayak yediğim ve onun küçücük bedenimdeki izleri görüp tek bir kelime etmeyişi. Babam hep farkındaydı ve ben de farkında olduğunun farkındaydım. Ancak hayata tutunmak için sebeplere ihtiyacım vardı ve o sebebi babam yapmak istedim. En azından dövmüyordu. Babam bedenimdeki morlukları pek çok kez görmezden gelmişti ancak benim bunu ilk kabul edişimdi. Ben seni asla yalnız bırakmayacağım kızım. Asla! Günü geldiğinde her şey için bana teşekkür edeceksin. Gerçekten güç sahibi olduğunda bana minnettar kalacaksın! Kapanmak üzere olan bilincimde yankılanan ve iğrendiğim bu sese, kendi sesim karıştı. Artık, dedim kendi kendime. Artık babam yok. Artık, babam sandığım adam Necdat Suskun. Babam yok. Kimsem yok. Öyle yoğun bir şekilde acı çekiyordum ki yavaş yavaş kapanan bilincim bile acımı azaltmaya yetmiyordu. Değer verdiğim her şeyin teker teker yok olduğunu izlemek canımı yakıyordu. Acı içerisinde kıvranıyordum. Karnım ağrıyordu. Öyle çok ağrıyordu ki daha önce hiç bu kadar acı çektiğimi hatırlamıyordum. Her seferinde alışık olmadığım ve acı eşiğimin oldukça üzerinde olan bir acıya kucak açıyor, dayanamıyordum. Yapayalnızdım. Anne dediğim kadın Neriman Suskun olmuştu. Abla dediğim kadın Sinem Suskun olmuştu. Şimdi de baba dediğim adam Necdet Suskun olmuştu. Herkes hayatımdaki konumunu birer birer yitiriyordu. Hem de herkes. Küçük bir çocuğun elindeki tüm gerçekleri alınıyordu. Elimdeki tüm gerçeklerim alınıyordu ve benden hayata tutunmam isteniyordu. Duygusuz biri olmam isteniyordu. Zira hisseden birinin tüm bunlara katlanabilmesi imkansızdı. Dayanabilmem imkansızdı. Bunu biliyordum. Böyle yapayalnız kalacağımı zaten biliyordum. Şimdi bir kez daha hatırlatıyordum unutmaya yüz tutmuş zihnime. Umutlanan her bir zerreme ceza kesiyordum. Ancak ben bunları kendime son kez hatırlatırken bir ses duydum. Karanlığın arasından beni birkaç saniye de olsa ayık tutan bir ses. "Ben buradayım Araf. Yanındayım. İyi olacaksın." Ses, hissetmekten korktuğum ne varsa beni onlarla yüzleştirdi ve galip gelmeme yardımcı oldu. Yalnız olmadığımı fısıldadı bana. Bu tanıdığım, titreyen ses, yaşadığımı hissettirdi. Ancak son kaçınılmazdı. Beni tamamen hapseden karanlığa karşı koymadım ve zihnimdeki tüm sesleri susturup yalnızca onun söylediklerine odaklandım. Böylece acı içinde bayılmak, işin içine onun sesi girince bana huzurlu bir uyku gibi geldi. |
0% |