@elfhikayelerii
|
İnsan yaş aldıkça fark ediyordu ki, hayat ölen bir çiçek gibi soluyordu. Çocukken oldukça canlı olan renkler, ergenlikle birlikte çok daha cansız bir hâl alıyordu ve ömür yeter de yaşlılığa erişilirse o renkler, bulanıklaşıyordu. En sonunda da kapkaranlık oluyordu. Bu yalnızca bedenin gözü için geçerliydi. Ruhun gözü ise farklı çalışıyordu. Çocukken çocuk, gençken genç, yaşlıyken yaşlı... Ruhun gözü, yaşınla tutarlıydı. Ben hayatımın hangi evresindeydim bilmiyordum. Ergelikle birlikte renkler solmuştu düşündüğüm gibi. Ancak ruhumun gözü yaşımla tutarlı değildi. Çünkü ruhumun çok daha yaşlı olduğunu düşünüyordum. Bedenimle aynı yaşta olması gerekirken, bedenimden çok daha yaşlıydı. Acı büyütürdü ve ben yaşlanmıştım artık. Ruhum yaşlanmıştı. Yaşadıklarımın bana kattığı şey yalnızca güç değildi. Babam gitmişti. Zaman geçtikçe uzaklaşacaktı anılarımda ve gün geldiğinde yüzünü bile anımsayamayacaktım. Sesini unutacaktım. Unutmalıydım. Beni buna zorlamıştı. Ben bir hainin kızı olamazdım. Benim babama bana ihanet edemezdi. Etmişti. Uyandığımda, her zamankinden çok daha fazla acı içerisinde ve hâlsizdim. Zira Afra'ya dair her şey unufak olmuş ve her bir parça uzak yerlere savrulmuştu. Toplayamayacağım kadar uzak yerlere hem de. Çocukluğum silinmişti. Anılarım silinmişti. O anılara ortak olanlar da silinmişti. Geçmişime dair tutanabileceğim kimsem kalmamıştı. Kendime gelmem yaklaşık bir dakika sürdü. Yattığım yerden doğrulduğumda, ki şu an bir yatağın üzerindeydim, Karan'ın masanın başında oturduğunu gördüm. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Parmakları arasında çoktan yaktığı bir sigara tutuyordu ve sigaralı elini aynı zamanda kafasına destek yapmıştı. Düşünceli görünüyordu. Ses çıkartmak yerine bir müddet onu izledim. Normalde olsa uyandığımı hemen fark ederdi. Duyuları fazlaca gelişmişti. Bunu ben de o da farkındaydık. Arada iç çekiyor ve önündeki bardaktan bir yudum alıyordu. İçki olduğu muhtemeldi. Çok içmiyordu. Onu ikinci kez içerken görmüştüm. Yeni karşılaştığımızda benim uyanmamı beklerken uyuduğum odadaki koltukta içiyordu ve şimdi yine, uyanmamı beklerken içiyordu ancak bu defa çok daha çaresiz görünüyordu. İçkiye dayanıklıydı ya da öyle yoğun bir şekilde düşünüyordu ki, kafası sarhoş olmanın yanından bile geçmiyordu. Dayanıklı olsa da, şu an kesinlikle çok yoğun düşünüyordu. Beden dilini tanıyordum artık. Onu ve hareketlerini yavaş yavaş yorumlayabiliyordum ve tanıdığım kadarıyla şu an kendini bok gibi hissettiğini görebiliyordum. Bu hâli beni biraz korkuttu. Hayatını bana anlattığı kadarıyla biliyordum ve yaşadıklarından sonra tam olarak bu hâlde olmasını gerektiriyordu ancak o tanıdığım ve bir şeylerin üstesinden kolayca gelmeyi başarabilen en güçlü adamdı. Yataktan doğrulduğum an irkildi ve bana döndü. Gözleri gözlerime kaygıyla baktı. Sigarasını küllüğe bıraktı. Ayağa kalkacak gibi oldu ancak onu durdurdum ve yanındaki sandalyeye kuruldum. "Daha iyi misin?" dedi beni incelerken. Başımla onayladım. "Sen değil gibisin." dedim kuruyan boğazıma inat normal çıkartmaya çalıştığım sesimle. Cevap vermek yerine küllüğe bıraktığı sigarayı aldı ve dumanı içine çekti. "Neyin var?" dedim ona bakarak. Cevap vermedi. Gözleri gözlerime değmedi. Sadece karşısını izledi. Sanırım konuşmak istemiyordu. Sustum. Etraf oldukça karanlıktı. Bulunduğumuz odanın oldukça büyük olduğunu, yatağın kenarındaki komodinin üzerinde odaya loş bir ışık sağlayan gece lambası sayesinde anlayabiliyordum. Ayrıca yatağa en uzak olan duvarın bir balkona açıldığını ve cam sayesinde odanın ay ışığı ile aydınlandığını fark edebilmiştim. Bir yatak odası olduğu aşikardı ve her şeyden önce, iç karartıcı bir odaydı. Ancak tuhaf bir şekilde hoşuma gitmişti. Koyu duvarlar, koyu perdeler, koyu yatak örtüsü... Kapıya döndüm. Oldukça büyük bir kapıydı. Sanırım hâlâ saraydaydık. Üzerime baktım. Yalnızca bol bir tişört vardı. Altımda da muhtemelen bir şort. Üzerim değiştirilmişti. Karan, ben odayı incelerken hep susmuştu ancak şimdi düşüncelerimi okumuş gibi konuşmaya başladı. "Evlendikten sonra sarayda kalmamız gerekebilir. Burası bizim odamız." Az ve öz konuşmuştu ancak yeterli gelmemiş olmalı ki derin bir nefes verip konuşamasını sürdürdü. "Eskiden Nurdan'ındı. Sorun çıkartacak. Hazırlıklı ol." Arkasına yaslandı ve kafasını geri doğru attı. Nurdan'ı o yemek masasından kalktığımdan beri görmemiştim. Bundan sonraki ilk görüşmemizde kötü şeyler olacağını anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Sırf Karan'ın üvey annesi diye ona saygılı davranmayacaktım artık. İşler, onun bana saygısız davranması dahası Karan'ın kişiliğinden vazgeçerek korumaya çalıştığı halkına işkenceler etmesi ile çoktan değişmişti. Artık o benim gözümde bir insan bile değildi. Tek üzüldüğüm şey çocuklarıydı. Özgür ve Özgün bu konuda oldukça sertti. Eminim onlar da üzülüyorlardı ancak kararlarını çoktan vermişlerdi. Ancak Selin için aynısını söyleyemeyecektim. O, bana benziyordu. Annesi şeytan olsa bile sevdiklerine zarar vermediği sürece annesiydi. Ne zaman, abilerine zarar verirse işte o zaman ipin ucu kaçacak, kendini tanıyamayacak kadar öfke dolacaktı. Benim gibi. Ve günün sonunda o şeytanı kendi elleriyle boğmaya yeltenecekti. Şeytanı, meleği öldürmeliydi. Konu Selin değildi. Düşüncelerimi Selin'den arındırdım. Tamamen Karan'a yöneldim. O iyi değildi ve onu iyi etmeyi kendime görev bilmiştim. Tıpkı onun beni koruması gibi. "Bir şey mi oldu?" Parmakları arasındaki sigarayı, geriye attığı kafasını düzeltmeden dudaklarına götürdü. Duman göğe doğru gücünü yitirerek dağılırken, Karan kafasını bir an olsun kaldırmadı ve gözlerini kapattı. Canını sıkan bir şey olmuştu. "Kendimi," dedi. Yutkundu. Yutkunduğunda hareket eden adem elmasına takıldı gözüm. Eksiden olsa hemen gözümü kaçırırdım ancak şimdi çok daha rahattım. Uzun uzun baktım. "Yaşlanmış gibi hissediyorum." Güler gibi oldu. "Yaşlılık böyle bir şey sanırım. Yapmak istediklerini, yapamamak." "Ne yapmak istiyorsun?" Kafasını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. Ancak o zaman, sözlerinin aksine oldukça canlı olan bir ateş gördüm gözlerinde. İkimizi de cayır cayır yakacak bir ateş. Elindeki sigarayı dudaklarıyla buluşturdu. Derin bir duman çekti içine. Dumanı yüzüme üflemek yerine benden olmayan tarafa doğru üfledi. Tekrar bana döndü. "Seni korumak istiyorum. Senden de kendimden de dışarıdakilerden de. Kimseden koruyamıyorum." Kendini suçluyordu. O gördüğüm şeyler yüzünden. "Ben zihninin yanına bile yaklaşamazken, nasıl oluyor da onlar sanki girilmesi çok kolaymış gibi zihnine girip üzerine sana halisünasyon gösterebiliyorlar? Aklım almıyor. Ama öğreneceğim. Yemin ederim öğreneceğim." Bu olayın, tamamen Meryem'le ilgili olduğunu düşünüyordum. Karan bana aklımı okuyamadığını söylemişti. Haklıydı. Nasıl oluyordu da en güçlü bölge yöneticisi aklımı okuyamıyorken, onlar bana zihnimle oyun oynayabiliyorlardı? Boynumdaki kolye buna nasıl engel olamıyordu? "Güçlerini birleştirmiş olabilirler mi?" dedim sakin bir ses tonuyla. Anında kafasını olumsuz anlamda salladı. "Birleştirseler bile bana yetişmeleri imkansız." Harika, şimdi ne diyecektim? "Ne zaman kendini suçlamaktan vazgeçeceksin?" "Hangi konuda?" Arkasına yaslanmış, rahat bir pozisyonda beni dinliyordu. Sigarayı yeniden dudaklarıyla buluşturdu. O kadar derin bir nefes çekti ki, sigara nefesiyle tükendi zannettim. "Beni koruyamadığını düşünmek konusunda." Derin bir nefes verdi. Dumanlı çıkan soluğunun göğe yükselmesini izledim. Cevap vermek yerine, sigarasını küllüğü bastırarak söndürdü ve masaya baktı. Bana değil, ben dışında her yere baktı. "Gözlerime bak." dedim ancak nafileydi. Yine bakamıyordu. "Gözlerini görmek istiyorum Kızıl. Lütfen bana bak." dediğimi zar zor da olsa yaptı. Kafasını yavaşça kaldırdı ve bana baktı. Hatta gözlerimdeki bakıştan güç almış olmalı ki oturduğu sandalyede dikleşti ve masaya kollarını yaslayarak dibime girdi. Şimdi beni daha dikkatli dinliyordu ancak benim çoktan dikkatim dağılmıştı. Kendimi toparladım. "Sen beni yeteri kadar koruyorsun zaten. Bu yalnızca senin değil, benim de savaşım. Ben de bir savaş veriyorum. Sen daha iyi bilirsin tabi ama savaştan yara almadan ayrılmak imkansıza yakındır." Yutkundu. Eli yüzüme çıktı. Baş parmağı yanağımı okşadı. "Ben senin yara almanı istemiyorum ama. Tek bir çizik dahi canımı paramparça eder. Nasıl yapacağız?" Gülümsedim ve ben de masada olmayan elimi yüzüne çıkartarak yüzünü sevdim. "Ben Araf'ım. Cennet de benim Cehennem de. Cennetime kast edenleri Cehennem'imde yakarım." Baş parmağı dudağımda gezindi. "Yakarsın." dedi kafasını sallayarak. Kabullenmişti dediklerimi. Bu beni gülümsetirdi tabi ancak dudağıma baskı yapan Karan'ın parmağı gülümsememe engel oluyordu. Yüzündeki elimi indirdim. Yalnızca onun eli yüzümdeydi şimdi. "Sen beni yalnızca fiziksel olarak koruyabilirsin. Gerisi benim işim. Yara almadan kimse yaşayamaz. Yoksa güçsüzlükten ölmemi mi istiyorsun?" Dudaklarımdan ayrılan 'ölüm' kelimesinden hemen sonra, dudaklarımda gezinen bakışları gözlerime çıktı ve kaşlarını çattı. "Seni bu konuda kaç defa uyarmam gerek. Kötü olacak şimdi." Sert ses tonuna rağmen duruşumu bozmadım. "Hmm!" dedim kafamı sağa doğru yatırarak. Çatılı kaşları yumuşadı ve bakışları yeniden alıklaştı. Evet evet, şu an kesinlikle alık alık bakıyordu. Aslında Karan bana odaklandığında hep alık bakıyordu. "Nasıl kötü olacak?" Seviyordum. Onu çıldırtmayı yani. Normal hâline dönen kaşları, sorumla bu defa şahlandı. Kaldırdığı kaşları ile birlikte hayretle yüzüme baktı. Ben ise oldukça cüretkâr bir duruş sergiliyordum. "Araf," dedi yüzüme bakarak. Kafamı düzelttim ve gözlerine baktım. "Efendim Kızıl?" Baş parmağı dudağımda gezinmeye devam etti. Yaklaşmaya başladı. Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı. Gözlerim kendiliğinden kapandı. Sigara kokusunu alabiliyordum. Normalde rahatsız olurdum ancak şu an herhangi bir şeyden şikayet edecek hâlim yoktu. Dudaklarımız arasında tek bir soluk kaldığın an, kapı tıklatıldı. Önce ne olduğunu tam anlamıyla kavrayamadım zira Karan hâlâ aynı pozisyonda birkaç saniye bekledi. Daha sonra gözlerimi araladığımda kafasını yere doğru eğdiğini fark ettim. Eli hâlâ yüzümdeydi. Kafasını kaldırdı. "Açmayacağız." dedi kafasını olumsuz anlamda sallayarak. Hâlâ çok yakınımdaydı. Ben ise olumlu anlamda kafamı salladım ve, "Açmamız lazım." dedim. Karan tekrar olumsuz anlamda kafasını salladı. "Hayır asla açmayacağız." Kafamı olumlu anlamda salladım. "Açacağız Karan." "Abi, yenge! İyi misiniz diye kontrole geldim." Kapı kolunu zorlayan Selin'in sesini duyduktan sonra Karan yüzünü buruşturdu ve ayağa kalkmama rağmen elimi tuttu. "Çalar çalar gider Afra." dedi küçük bir çocuk gibi. Utanmasa yalvaracaktı. "Ayıp olur." Selin kapıyı bir kere daha tıklattı. "İyi misiniz? Sen de mi bayıldın yoksa abi? Ses verin bari!" Karan Selin'i umursamak yerine ellerini belime doladı ve beni kucağına oturttu. Gözlerim büyüdü ve o bu hâlimden keyif aldı. Ancak çaktırmamak için eksi hâline geri döndü. "Olsun. Bunu bana yapamazsın." Kalkmaya çalıştım ama izin vermedi. "Yapacağım." Fısıldadı. "Bu resmen ihanet." Gözlerimi büyütüp yüzüne baktım. Oldukça ciddiydi. Onu ayıplarmış gibi yüzüne baktım. Kollarım boynuna dolandı. Alnımı alnıma yasladım ve ben de fısıldadım. "Giderse ne yapacağız ki?" Karan kafasını alnımdan kaldırıp yüzümü inceledi. Çoktan belimde yer edinen büyük ellerini hissettim. Sırıttığımı görünce ciddi olduğumu anladı. "Gitsin, görürsün." dedi kendine gelmeye çalışarak. Alık bakışları geri dönmüştü. Yeniden yaklaşmaya başladığında bu defa ona yenilmedim ve hızla ayağa kalktım. Bu hareketime gözlerini kırpıştırarak baktı. "Yapamazsın. Bana daha büyük ayıp olur." "Sen yabancı değilsin." "Öyleyim farz et ve geri dön." Çoktan kapıya gelmiştim. Kafasını hâlâ olumsuz anlamda sallıyordu. "Çok kötü olur Afra. Yemin ederim pişman ederim." Sırıtmam büyüdü. Ondan korkan onun gibi olsundu. Gözlerinin içine baka baka anahtarı çevirdim ve kapıyı araladım. Omuzları çöktü ve en sonunda sigara pakedine uzandı. Büyük bir kahkaha atmak isterdim ancak kedi gibi aralıktan bana bakan Selin'le göz göze geldim. "Yanlış bir zamanda mı geldim yenge?" dedi fısıldayarak. Onu ayıplarmış gibi bir ifade takındım ve kolundan tuttuğum gibi odaya çektim. "Abiciğim, madem uyanıksın neden açmıyorsun kapıyı? Ağaç oldum dışarıda!" Karan dudakları arasındaki sigarayı yakmak için kaldırdığı çakmağını ateşlemek üzereyken, Selin'in dedikleriyle yüzüne bakakaldı. Çakmağı masaya bıraktı ve sigarayı eline aldı. "Niye geldin?" dedi ters ters. Şaşkınlıkla yüzüne baktım. Selin'in arkasında olmanın verdiği rahatlıkla elimi hayır anlamında sallayıp kaşlarımı kaldırıp indirdim. Bu adam beni en sonunda öldürecekti. "Şey," dedi Selin bana dönerek. Hızla eski pozisyonuna geri döndüm ve normal bir bakışla ona baktım. "Yengemi merak ettim de bakmaya gelmiştim." "Bak iyi yengen. Hadi geri git." "Karan!" dedim uyarı dolu bir sesle. "Neden böyle yapıyorsun?" "Yorgunsun. Yeni uyandın ya." Selin bir bana bir de Karan'a baktı. Durumu anladı mı bilmiyorum ama son kez abisine döndü. "İyiyseniz gideyim ben. Saat de geç oldu zaten uykum geldi." Arkasını dönüp hızlı adımlarla odadan çıkmak üzereyken daha büyük bir şaşkınlıkla Karan'a döndüm. O da şaşkındı ancak şaşkınlığından önce gözlerinden çok daha yoğun bir duygu geçti. Kazandım dermiş gibi baktı ve hızla ayağa kalkıp Selin çıkar çıkmaz kapıyı kapattı. Üzerine bir de kapıyı kilitledi. Geri geri gittim. Kahretsin! Kapıyı kilitler kilitlemez, inanılmaz yavaş bir şekilde, sanırım uğradığım şok nedeniyle ânı ağır çekime almıştım, bana döndü. Sesli bir şekilde yutkundum. Üzerinde hiçbir şey olmaması da cabasıydı. Gözleri tehlikeli bir bakış edindiğinde şirin olması için uğraştığım ancak zorlama olduğu oldukça belli olan bir gülümseme takındım. Ama sadece takındım yani. O kadar. Zira hiçbir etkisi olmadı. Hatta daha kötü oldu ve yavaş adımlarla üzerime yürümeye başladı. Sahte gülümsememi büyüttüm ve geriye doğru adımlarken ellerimi kaldırdım. "Olmaz!" diyebildim sadece. Ancak durmaması beni daha fazla konuşmaya itti. Zira onu sözlerimle durduramazsam, gözlerindeki bakıştan anlıyordum ki imkanı yok duracak gibi değildi. "Evlenmeden olmaz!" dedim saçmalamayı göze alarak. Yüzündeki gülümseme silindi ve adımları yavaşladı. Hatta bir ara kaşlarını çatar gibi oldu. Normalde bu tür keskin uçlarım yoktu. Daha doğrusu hiç düşünmemiştim. Etrafımda erkek olan tek kişi Necdet Suskun'du bir zamanlar. Şimdi ise tenime dokunsa alev alacağım bir adamla aynı odada hayatta kalmaya çalışıyordum. Zordu. "Ne?" Duracak gibiydi. Sallamanın tam vaktiydi. Karan bazı konularda saftı. Karan'ın bazı konulardaki saflığı kullanılmalıydı. "Bizim evrenimizde var öyle bir şey. Evlenmeden önce bazı sınırlar çiziyoruz. Mesela ben, evlenmeden bana dokunmana asla izin veremem." "Neden?" Harika. Şimdi ne diyecektim? "Dedim ya, bizim evrenimizde öyle bir şey var işte. Kural gibi yani. Kendimize koyduğumuz bir kural." "Ciddi misin şu an?" dedi gözlerini kısarak. Artık tam karşımdaydı. Kafamı olumlu anlamda salladım. "Hatta bizim evliliğimiz gerçek olmayacağı için biraz sıkıntı çıkabilir. Gerçekten evlenmediğimiz sürece bana dokunamazsın." Gözü seğirir gibi oldu. Gülmemek için kaşlarımı çattım ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Atasözü gibi bir şey az önce söylediğim. Evlenmeden olmaz!" Karan'ın kaşlarını daha çok çattığını ve yüzümü incelediğini fark ettim. Ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. "O zaman gerçekten evleniriz." dedi birden. Sonra çatılı kaşları düzeldi. "Gerçekten evleneceğiz." Buna yalnızca gülerdim. "Pardon?" dedim yüzüne yüzüne. Oldukça baskın çıkan sesime tepki vermek yerine muzip bir ifadeyle dudaklarıma baktı ve anında bakışlarını gözlerime çıkarttı. Çok güzel gülüyordu şu an. Sanki benimle uğraşırmış gibi. Daha çok yaklaştı ve eli üzerimdeki tişörtün koluna tutundu. "Bana bir sorsaydın keşke evlenmek istiyor musun diye." Gülümsemesi yavaşça silindi ve tişörtümün kolundaki bakışları yüzüme çıktı. Ancak hâlâ hafif bir gülümseme vardı dudaklarında. "Evlenebilir miyim seninle o zaman?" Kalakaldım. Şimdiye kadar dalgayla karışık konuştuğumuz konunun birden ciddiye binmiş olması beni şaşırttı. Ne diyeceğimi bilemediğim için yüzüne bakmakla yetindim. "Seninle gerçekten evli olmak istiyorum." dedi tişörtümün koluyla oynamaya devam ederek. "Gerçekten ailem ol istiyorum. Senden başka kimsem yok." Buna hafifçe tebessüm ettim. "Kardeşlerin var. İlke var. Hatta Deniz var. Asıl benim kimsem yok Karan." Derin bir nefes aldı. Tişörtümdeki elini çekti. Elimden tuttu ve beni yavaşça yatağa çekti. Gözlerimin içine baktı. "Sahte." dedi. Saçlarımla oynamaya başladı. "Seni istiyorum. Başka kimseyi değil. Hepsi gider. Hepsinin gitmek için sebebi var Araf. Senin yok." "Benim de var." dedim anında. Ne demek istediğimi anlamak için gözlerime baktı. Ne gördü bilmiyorum ancak ne dediğimi anladı. Aklımın hâlâ intikamda olduğunu görebiliyordu. Öldürme arzumun hâlâ canlı olduğunu görebiliyordu gözlerimde. "Yok." dedi keskin bir sesle. "Yok ederim. İstediğin herkesi, her şekilde yok edebilirim." "Gücünü halkın için saklıyorsun. Saklamalısın da. Yapamazsın. Bu kişisel bir mesele." Saçlarımda dolanan eli yanağıma çıktı. "Bir liderin kişisel meselesi yoktur Araf. Yanımda kalman bana ve halkıma ne kadar fayda sağlıyor göremiyorsun. Güç sağlaman değil mesele. Yaşamamı sağlaman." Derin bir nefes alıp verdim. Yalnızca beni izledi. "Evlenebilir miyiz?" dedi tekrar. Bu öyle basit bir şekilde verilebilecek bir karar değildi. Hele sırf beni arzuladığı için evet diyebileceğim bir şey hiç değildi. Ancak hayatım boyunca hiçbir şeyi, Karan'ın yanında kalmak ve onunla olmak kadar çok istememiştim. "Düşünelim." dedim yüzümdeki eline tutunarak. "Düşüneyim. Biliyorsun, evlilik hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun." Kafasını salladı ve alnını alnıma yaslamak için yüzümdeki elini kullandı. Beni yavaşça kendine çekti. "Biliyorum güzelim. Her şeyi biliyorum ve anlıyorum da seni. Ama hemen kestirip atma." Kafamı sallamakla yetindim. Yutkundum. "Benimle beni elde etmek için mi evlenmek istedin yani az önce?" Güler gibi oldu. "Hı hı." dedi içten bir ifade ile. "Seninle sadece benim ol diye evlenmek istiyorum." Söylediğim şeyle dalga geçiyordu. "Sevişmek için evlenmek hayatımda duyduğum en saçma şeylerden biri." Buna ben de güldüm. Benimle sırf birlikte olmak için evlenmek istemediğini biliyordum. Öyle bir adam olmadığını biliyordum. Ayrıca dalga geçtiği gibi sırf benimle sevişmek için evlenmezdi. Ben olsam ben de böyle bir uğraşa girmezdim. "Evlenene kadar seni öpemeyecek miyim yani?" dedi derin bir nefes alıp vererek. Kalbim buna henüz hazır değildi o yüzden yalan söylemeyi tercih ettim. "Evet." dedim kafamı da sallayarak. Alınlarımız birbirine dayalı olduğu için zorlanmıştım. "Bekleyeceğiz o hâlde." dedi tekrar iç çekerek. "Ama seni çok öpmek istiyorum şu an. Onu ne yapacağız?" Dudağımı büzdüm. Gözlerim kapalıydı. Yalnızca pürüzlü sesini duyuyordum. "Ben bir şey yapmayacağım. Sen dayanacaksın." "Dayanalım o hâlde." Eli enseme çıktı ve beni kendine çekerek sarıldı. Öpmesine izin vermiyordum ama temas hâlindeydik şu an. Nasıl anlamamıştı onu da almıyordum. Acaba salladığımı anlamış mıydı? Aman, kurtulmuştum bir süre daha. Mümkün mertebe ertelemek en mantıklısıydı. Yoksa kalp krizi geliyorum derdi ve hayır demeyi bilmeyen ben de onu bir güzel ağırlardım. Kısacası bu iş yaştı. "Uyuyalım." dedim kokusunu içime çekerken. "Uyuyup her şeyi unutalım." Dudaklarını yanlışlıkla da olsa boynuma sürtüp bedenime temas ettiğinde içim ürperdi. Eli belimde gezindi. "Baban hakkında konuşmak istemiyor musun?" Sesindeki dinginlik her acını geçirebilir, her yaranı iyileştirebilirim dermiş gibi çıkmıştı. Ruhunu gençleştirebilirim dermiş gibi. Öyle ki, omzuna başımı yasladım ve mayıştım. Ne zaman ona uzun bir süre sarılsam, uykum geliyordu. Beni yatıştırıyordu ve bunu hiçbir şey yapmadan, öylece durarak yapıyordu. "Sonra konuşalım. Uykum var." Yeni uyanmama rağmen kafamda bir ağırlık vardı ve uyumadan geçecek gibi değildi. Beni sessizce onayladı. Bedenimi kucakladı ve yavaşça zaten üzerinde oturduğumuz yatağa yatırdı. Yatağın etrafında dolaşarak yanıma uzandı. Beni göğsüne çekti. Karşı koymak yerine izin verdim. Öylece dururken, göğsüne temas eden elim bir kabarıklık hissetmemi sağladı. Kapalı olan gözlerimi yavaşça araladığımda bunların çetele hâlinde, sayabildiğim kadarıyla otuz iki tane düz çubuk olduğunu fark ettim. Dövme olduğu belliydi ancak daha da belli olan şey, bu dövmelerin bir şeyler gizlemek için yapıldığıydı. "Bunlar ne?" dedim işaret parmağım siyah, küçük çizgilerin üzerinde gezinirken. Tam kalbinin üzerindeydiler. Öyle ki, kalbinin atışını bile hissedebiliyordu parmaklarım. Gözlerim yüzüne çıktı. Gözlerini kapatmıştı ve ağzını bıçak açmıyordu. "Söyle bana." dedim göğsüne başımı çenesini görecek şekilde koyarken. "Neden buradalar?" Derin bir nefes alıp verdiği için kafam göğsüyle hareketlendi. "Çetele tablosu." dedi. "Babam her işkencesinden sonra göğsümün üzerinde çetele tutardı. Unutmamak için yara izlerini belirginleştirdim." Elim hâlâ kabarıklıklar üzerinde dolaşıyordu. "Canın çok yanmıştır." dedim kendimce çıkarımda bulunarak. "Baban sana neden yaptı tüm bunları?" "Yönetici oydu ve ondan sonra yönetimi ele geçirecek bir varisi olması tehlikeydi. Baş kaldırıp isyan çıkaratabilirdim. Aklınca işkence ederek beni güçsüz düşürmeye çalışıyordu. Öldüremiyordu çünkü annemden geriye kalan tek erkek evlat bendim. Gücüm doğuştandı." "Yönetici annen değil miydi? Öyle söylemiştin." "Tek yönetici yoktu şimdiki gibi. Annem ve babam yöneticiydi demek daha doğru olur. Annem ölünce yalnızca babam kaldı." Önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Biliyor musun, tam olarak aynı sebepten olmasa da Neriman Suskun da bana işkence ederdi. Acının güçlendirdiğine inanıyordu ve güçlü olduğunda da rakipsiz olacağına. Mantığını asla çözemedim. Kim sırf kızı onu ileride korusun diye işkence eder ki?" Eli saçlarımda gezindi. Yorgun çıkan sesini dinledim. "Özür dilerim. Çok daha önce yanına gelmediğim için." "Gelemezdin." "Hayır yeterince uğraşsaydım, babama çok daha önce karşı çıkıp bu bölgeyi çok daha erken yaşta ele geçirseydim yapabilirdim." "Yapamazdın Karan. Halkın vardı. Gelsen bile beni korumana izin vermezdim." "Neden?" "Selin gibiydim ben de. Ne olursa olsun o kadını annem olarak kabul etmiştim ve vazgeçemiyordum. Şeytan olsa da yine annem diyordum. Küçükken annesizlik, yalnızca kötü bir anneye sahip olduğumu düşünüp önemsememekten daha katlanılmaz görünüyordu." "Nasıl aştın peki bunu?" Biliyordu. Selin'in bu konu hakkındaki düşüncelerini o da gözlerinden okumuştu. Buruk bir şekilde gülümsedim. "Aşamadım. Ne zaman Neriman Suskun, Necdet Suskun'a zarar verdi, işte o zaman dedim ki kendi kendime, 'Kızım Afra, bak gör. Senin anne diye tutturduğun kadın babanın katili oldu. Bu kadar güçsüz mü duracaksın? Annesizlik, şeytanın kızı olmaktan iyidir.' Sonrasını biliyorsun zaten. O gece tetiği çekmek için iki saniye erken davransaydım, şimdi o kadın hâlâ bir yerlerde nefes alıyor olmayacaktı." İçimdeki nefretin harlandığını hissettim. Öyle ki, konuyu değiştirme çabasına girdim ve Karan da buna ses çıkartmadı. Derin bir nefes aldım. Neriman Suskun'dan önce konuştuğumuz konuya geri dönmek istedim. Düşündüm ve aklıma gelen ilk soruyu sordum. "Annen öldükten sonra, baban neden öldürmedi seni?" Pat diye sorduğum soruyu, sorduktan hemen sonra idrak edebildim. Ancak Karan hiç takılmadan sorumu yanıtladı. "Dedim ya, annem öldükten sonra Dayı aldı beni yanına. Annem öleceğini biliyor muydu bilmiyorum ama ölmeden önce Dayı'ya emanet etmiş beni. Onun yanında babamdan kaçarak büyüdüm. Yakalayıp işkence ettiği zamanlar oldu. Öldürmeye kalktığı ama cesaret edemediği zamanlar. Bir şekilde elinden kurtuldum." Beni sürekli kaçırıyor olmak bu yüzden ona berbat bir fikir gibi görünüyordu. Çünkü hayatı boyunca kaçmak zorunda kalmıştı. Kaçarak büyümenin gerçekten yaşamak olmadığı kanısına varmış olmalı ki buraya gelirken arabada beni yaşatamadığından yakınmıştı. Sırlarla doluydu ve ben onun sırlarını açığa çıkartmak için can atıyordum. "Uyuyalım." dedim ona daha çok sokularak. "Uyuyunca ikimiz de iyileşiriz." Cıkladı. "Uyuduğum için değil, seninle uyuduğum için iyileşebilirim." Gülümsedim ve ona daha çok sokuldum. ****** Karan uyuduktan sonra dakikalarca gözümü kapalı tutmama rağmen bir türlü uyku tutmamıştı. Ben de yanına kıvrılmış, büyük ellerini elimle kavramış ve onu izlemiştim. Sakindi uyurken. Arada kendini sıkıyordu ancak ben ona yatakta daha çok yaklaştığımda ve tenine daha çok temas ettiğimde sıktığı bedeni gevşiyordı. Kabus mu görüyordu bilmiyordum. Bir ara, sabaha karşı yanından kalkıp masaya oturdum ve dün gece içtiği sigaraların izmaritlere baktım. Genelde yanımda sigara içmezdi ancak dün kendinde değil gibiydi. Eminim tek düşündüğü şey benim korunmam değildi. Bir bölge yönetiyordu ve yönettiği bölge zor zamanlardan geçiyordu. Kafası çok dolu olmalıydı. Zaten uyumayı kabul etmeyen bedeni nasıl bu kadar uyumuştu ona bile şaşırmıştım açıkçası. Bu düşüncem henüz zihnimden silinmeden, Karan'ın uykusunda konuştuğunu ve acıyla inlediğini duydum. Kaşlarımı çatarak ayaklandım. Öyle hızlı yanına ulaşıp elini kavradım ki, Karan uyanık olsa özel güçlerim olduğunu düşünürdü. Elini tutmama rağmen çatılı olan kaşları düzelmedi. "Bırak!" dedi uykusunda. "Bırak onu!" Kimden bahsediyordu bilmiyordum ancak uyumak artık ona acı veriyor gibiydi. "Alma onu benden!" Acıyla inlediğinde elim ayağım birbirine dolaştı. "Karan!" dedim panikle. Omzundan dürtmeme rağmen ne çatık kaşları düzeliyordu ne de uyanıyordu. "Karan!" dedim bu defa çok daha yüksek bir sesle. Aniden doğrulup derin nefesler alıp verdiğinde kendimi ağlayacak gibi hissettim. "İyi misin?" dedim elimi yüzüne götürerek. "Kabus gördün. Ben yanındayım." Panik dolu gözleri yavaş yavaş kayboldu ve yorgun gözleri yüzümü buldu. Küçük bir çocuk gibiydi ve bu hâli yakında ağlamama yol açacaktı. "Gel buraya." dedim onu göğsüme yatırarak. "Geçti. İyisin, yanındayım ben." Konuşmuyordu. Sadece kafasını göğsüme yaslamıştı ve öylece duruyordu. Ne kadar o hâlde kaldık bilmiyorum ancak nefeslerinin düzene girdiğini hissedebiliyordum. İstediği kadar o hâlde kalabilirdik ancak çalan telefonu yüzünden ayrılmak zorunda kaldık. Normalde telefona söverdi ancak şimdi tek yaptığı telefonu eline alıp kulağına götürmek oldu. Yorgun olduğunu buradan bile çok net anlayabilirdim. "Evet?" dedi uykulu bir sesle. Bir müddet karşı tarafı dinledi. "Polisi aradınız mı?" Sonra tekrar karşı tarafı dinledi ve kaşlarını çattı. "Tamam geliyorum." Telefonu kapattı ve bana döndü. "Gitmem gerekiyor." "Ben de gelebilir miyim?" İtiraz edeceğini bildiğimden konuşmamı sürdürdüm. "Karın olacağım Karan. Artık tüm olayların içinde olmam gerektiğini sen söyledin." Tek kaşımı kaldırdım. "Sakladığın bir şey falan mı var yoksa?" Karan eliyle yüzünü sıvazladı ve ayaklandı. "Tamam başımın belası. Kalk hazırlan hadi!" Tam adım atacaktı ki durdu. "Orada yanımdan sakın ayrılma." Kafamla onaylayıp onu takip ettim. Odamızda bulunan birkaç kapı vardı. Onlardan birine girdik. "Giyinme odası burası. İstediğini giy ama fazla dikkat çekici şeyler olmasın. Acele et. Zaman yok." dedi hızla eline geçirdiği bir gömleği giymeye çalışırken. Kaşlarımı çatarak bir oda dolusu kıyafete baktım. Tüm tekstil firmaları sadece Karan'a çalışıyordu sanırım. O kadar çok kıyafet almıştı ki bizim dışımızda kıyafet alan yok gibiydi. Karan fırsat vermiyordu onlara muhtemelen. Tamamı beyaz döşenmiş olan oda, yatak odasına oranla daha ferahtı. Her renkte kıyafet vardı. Abartıyı sevmezdim ve Karan başlı başına bir abartıydı. "Hadisene kızım! Ne bakıyorsun giyin hemen." Ofladım. Dolaplara göz attım ve gözüme kestirdiğim bir kot ile askılıyı elime aldım. Üzerine de üşümemek için ince bir hırka aldım ve Karan'a döndüm. Gömleğin son düğmelerini iliklemeye çalışıyordu. Ofladım. Kıyafetleri ortadaki, oda boyunca uzanan, uzun takı dolabının cam zeminine bıraktım ve yanına ilerledim. Üç düğmesi kalmıştı. Ona yardım etmek adına hızlı olmaya özen göstererek düğmelerini ilikledim. "Bana acele et diyorsun ama sen benden de yavaşsın." Düğmeleri ilikleyip yakasını düzeltirken göz göze geldik. Gülümsüyordu. "Hadi, oynaşmaya vakit yok." "Tamam, giyin işte ben de onu diyorum." Sırıtışına baktım ve derin bir nefes alıp verdim. "Karan!" dedim dişlerimi sıkarak. "Çık da giyineyim!" Kaşlarını kaldırıp indirdi. Benden bir halt olmayacağını anlamış olmalı ki hızla dışarıya çıktı. Üzerime seçtiğim şeyleri geçirdim. Saçlarımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptım. Şimdi süslenmekle uğraşamazdım. "İlke, Deniz'in hastanesinde yine hırsızlık olmuş. Hani gözetliyordun, adam yerleştirmiştin? Nerede aklın senin?" Telefonla konuşuyordu. Fırsattan istifade yanına gidip olayı dinlemeye karar verdim. "Senin bana haber vereceğin yerde ben sana haber veriyorum!" Kulağımı Karan'ın kulağına dayamaya çalıştım ancak uzun boyu nedeniyle başarısız olunca Karan sert bir bakış attı. Şirince sırıttığımda kulağındaki telefonu hoparlöre aldı. Şimdi çok daha iyiydi. "Bizim adamları nasıl aştılar bunlar? En iyilerimizi yerleştirdim oraya. Bu işte bir şeyler var." "Tuzak." dedi Karan. "Tuzak hazırlanmış ve bizim oraya gitmemizi istiyorlar." Bana döndü. "Afra da seninle geleceğim diye tutturdu. Gelmeyecek." Güldüm. "Geleceğim Karan." İtiraz için ağzını açacakken İlke'yle konuşmak için telefona döndüm. "İlke hazırlan seni almaya geliyoruz." Karşı taraftan hışırtılar geldi. Karan'a baktım. "Gelmezsem dağıtırım ortalığı yemin ederim. Beni dışlamayı bırakın." "Bu işle neden sen ilgileniyorsun? Diğer bölge yöneticilerinin işi olduğu ne malum anlamadım ki ben? Tuzak falan diyoruz da ya değilse?" "Herhalde basit bir hırsızlık vakası olsa ben ilgilenmezdim İlke. O yüzden işi sana vermiştim. Polise haber vermişler ama olayın sebebi bizim bölge vatandaşı değil. Bunu kesin olarak biliyoruz. Deniz çok daha büyük bir hırsızlık vakası olduğunu ve sorumluların diğer bölge yöneticilerinin olduğunu düşünüyor. Deniz'in hastanesi o bölge halkının toparlanması için elimizdeki tek koz. Sessizce halledelim." İlke'nin sesi gelecek gibi oldu ama Karan telefonu kapatıp bana döndü. Üzerime kısa bir bakış atıp eliyle kapıya yönlendirdi. "Hırsızları biz mi yakalayacağız yani?" dedim hayret dolu bir sesle. Bizim görevimiz olmadığını, diğer bölgeler işin içine girdiği için bizim de işin içine girmemiz gerektiğini pek tabi anlamıştım. Karan yalnızca konuşmak yerine, odamızdan ayrılmayı seçti. "İstersen gelmeyebilirsin." "Geleceğim." Ofladı. "Senin yapman şart mı bu işi?" "Deniz daha önce de bildirdi bu durumu. Gizlice takip etmeyi seçtik. Şimdi kanıt toplamaya gidiyoruz ki mecliste herkese sunabilelim. Gövde gösterisi bu. Diğer bölgelerin müdahaleleri için her zaman yönetici karşılık verir." "Ya tüm bölgeler birlik olup mecliste sana oyun oynarlarsa? Kanıt sunduğun kişiler onlar sonuçta." Karan histerik bir şekilde güldü. "Savaş çıkar." Daha çok, hepsini öldürürüm dermiş gibi bir gülüştü bu. "Kurallara uyduğum için şükretmeliler." Zorlamak yerine çoktan aştığımız merdivenlerden sonra çıktığımız avluda göz gezdirdim. Ortalık sessiz görünüyordu. Arada birkaç saray görevlisi eli dolu bir şekilde bize selam vererek yanımızdan geçiyorlardı. Büyük avludan sonra kapının önünde hazır bekleyen arabaya yerleştik. Yol boyunca sessizdik. İlke'yi alacağımızı anlamıştım bile. "Alex nerede şimdi?" dedim pat diye. Karan soruma şaşırmak yerine birkaç saniye yüzüme baktı. Daha sonra tekrar yola döndü. "Hak ettiği yerde." Kafamla onayladım. Dışarıyı izlemeye başladım. Amacım konuyu kapatmaktı ancak Karan rahat vermeyecek gibiydi. "Neden taktın bu kadar Alex'e?" "Takmadım. Sordum sadece." "Sorma. Hainlerle ilgili merak edecek hiçbir şeyin yok." "Emredersiniz." Kollarımı bağladım. "Kralımız böyle buyuruyorsa, bize susmak düşer." "Kızım adamı çileden çıkarıyorsun yemin ederim. Sana emir vermiyorum. Alex hayatıma giren yüzlerce hainden biriydi. Kimseyle bu kadar yakın bir şekilde bağ kurma ki üzülme demek istiyorum." "Kıskanmıyorsun yani?" Karan konuşmaya devam edecekti sanırım ancak ani sorum karşısında dudakları hafif aralanmış bir şekilde kalakaldı. Ne diyeceğini bilemeyerek yola baktı. Yerinde rahatsızca kıpırdandı ve kaşlarını çatıp tekrar bana döndü. "Kıskanıyorum lan! Var mı başka sorun? Kıskanıyorum." "Lan deme bana!" Sabretmeye çalıştığını açıkça belli eden bir nefes çekti içine. Daha sonra yol ile ilgilenmeye başladı. Ben ise kollarım hâlâ bağlı, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmış bir hâlde camdan dışarıyı izlemeye koyuldum. Kıskandığını biliyordum ancak bunu ilk kez itiraf ediyordu. Hoşuma gitmemiş değildi tabi. "Nabersiniz?" Yine bütün neşesiyle, sabahın erken saatlerindeydik bu yüzden neşeli olması ekstra şaşırtmıştı, arabaya binen İlke'ye, Karan dikiz aynasında kısa bir bakış attı. Karan cevap vermeyince ben cevap vermek zorunda kaldım. "İyilik, senden?" "Bok gibiyim." Sesindeki şen şakraklığa ters veridiği yanıt yüzünden kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Neden, ne oldu?" Araba hareket etmeye başladığında arkasına yaslandı ve bana baktı. "Dün korku filmi izlediğim için gece boyu uyumadım." Neden bu kadar enerjik olduğu anlaşılıyordu. "İyi halt yedin." gibi bir şeyler geveledi ağzında Karan. Ona kısa bir bakış atıp önüme döndüm. "Kötüysen dinlenseydin. Eminim Karan seni çalıştırmak yerine başka birini bulurdu yerine. Değil mi Karan?" Karan bana yandan bir bakış atıp kafasını olumsuz anlamda salladım. "Bulamayız Araf." "Aman bırak o hayırsızı." dedi İlke. Öne doğru eğildiği için kafası hemen yanımdaydı. "Karan'lık Araf." dedi dalga geçermiş gibi. Ne dediğini anlamadığımdan yüzüne alık alık baktım. "Bir şarkı aç da dinleyelim bari." Radyoya uzanmaya çalıştığında Karan eline vurdu. İlke yüzünü buruşturarak tekrar arkasına yaslandı ve kollarını bağladı. Pek iyi değil gibiydi. Onu tanıdığım kadarıyla işine çok önem veriyordu ve Karan'ın sağ kolu olmayı hak ediyordu. Ancak şimdi sorumsuz bir çalışanmış gibi azar yedikten sonra bile önemsememiş hatta belki üzerine bile alınmamıştı. O iyi değildi ve dikiz aynasından durmadan onu kontrol etmeye çalışan Karan da böyle düşünüyor olmalıydı. Normalde olsa çok kızacağını ben bile tahmin ediyordum. Ancak şimdi sakin karşılamış sadece ters cevaplar vererek kendini dizginlemişti. Yol boyu başka bir şey konuşmadık. Gideceğimiz yer arabayla yaklaşık on dakika falan sürdü. Tenha bir yere park ettiğimiz arabadan inince Karan'a döndüm. "Arabayla gidersek dikkat çekeriz. Senin şu ana kadar gördüğün tamamen hayal dünyasıydı. Şimdi benim evrenimin ve bölgemin gerçekleriyle yüzleşeceksin." Yüzünde, buruk bir ifade vardı. Ancak uzun sürmedi ve yürümeye başladı. Büyük adımlarına yetişmek için hızlı yürümek zorunda kalıyordum. İlke de öyle. Yanımda koşar adımlarla yürüyordu ve bu durumdan memnun olduğu söylenemezdi. "Ben neden geldim?" dedi İlke arkadan nefes nefese. "Tüm adamları yerleştirdim zaten! Operasyon tek bir emrinle başlar." Karan önden seslendi. "Sahayı yöneteceksin." İlke kolumu tuttu. "Evlendikten sonra benim için onunla konuşur musun? Lütfen beni bu kadar köpek gibi çalıştırmasın." Dilini çıkarttı. Zaten nefes nefes olduğu için köpek taklidi yapmakta zorlanmıyordu. Ona gülerdim tabi ancak kalp krizi geçirmeme ramak kalmıştı. Karan omzunun üzerinden bana baktı. Hızlı olan adımları yavaşladı. Bunu gören İlke, "Bu adam hiç böyle değildi. Büyü mü yaptın kız yoksa?" dedi beni dürterek. Gülmekle yetindim. "Çok Karan'lıksın." dedi tekrar. Arabada da yapmıştı aynı şeyi ve ben yine anlamamıştım. Ofladı. "Espiri." dedi elini kolunu oynatarak. "Çok Karan'lıksın. Yani önümüzdeki Karan'lıksın." dedi Karan'ı işaret ederek. Karan bizi duymuyordu. Sonunda anladığım epsirisine kıkırdadım. "İğrençti." demekle yetindim. Sonunda arabayla geldiğimiz cadde bittiğinde, hava gittikçe kararıyordu sanki ya da içinde bulunduğumuz alanın kasvetinden öyle geliyordu, oldukça dar bir sokağa saptık. Gördüğüm görüntüyle, kanımın çekildiğini hissettim. Zira sokağın kenarlarında, yüksek duvarlara dayanarak uyuyan, üstü başı kir içerisinde olan sayamadığım kadar çocuk ve bir o kadar da bir ya da birden fazla uzvu eksik insan vardı. Mimiksiz kalmaya dikkat ederek, onları incelememeye çalıştım. Bakışlarım Karan'ı buldu. Göz göze geldik ancak uzun sürmedi. Yine aynı utançla önüne döndü. "Eskiden burası onların yuvasıydı. Savaştan sonra burada kaybı olmayan tek bir kişi bile kalmadı. Bölgesel olarak savaş başlatmışlar. Daha doğrusu katliam. Bu bölgenin durumu Deniz sayesinde biraz daha iyi ama çok daha kötü bölgeler de var. Karan geldiğinden beri uğraşıyor. Bakma yanında kalıp seninle konuştuğuna, ettiğine. Kafasında kırk tilki vardır onun. Ruhu tek bir yere ait değil uzun zamandır." İlke'nin fısıltısını dinlerken, bir çocukla göz göze geldim. Yerde oturan annesinin bacağına başını koymuştu ve belli ki ölmeyi bekliyordu. Masmavi gözlerinin arkasındaki ürkek bakış, içimde bir yerlerdeki o küçük çocuğu tetikledi ve ağlama isteği uyandırdı. Deniz'e benziyordu. Yavaş adımlarla yanına gittim ve diz çöktüm. Karan da İlke de durduğumu fark ettiğinde benimle durdular. Henüz altı, yedi yaşlarında olmalıydı. Karın bölgesinde açık, mikrop kapmış, derin bir yarası vardı. Titriyordu. Alnındaki damla damla ter, durumunu özetliyordu. "Ölecek." dedi annesi titreyen bir sesle. Saçları dağılmıştı ve her yeri kirliydi. Yalnızca gözleri beyazdı yüzünde. "Ölecek dedi doktor." O da çocuğu gibi titriyor, muhtemelen onu korkutmamak için sessizce ağlamaya devam ediyordu. Elimi çocuğun yüzünde gezdirdim. Kendinde değil gibiydi. Arada kapanıp açılan gözlerine baktım. "Afra, yapma." İlke'nin uyarısını dinlemek yerine, içimden işe yarar mı bilmeden fısıldadım. "Meryem, yalvarırım yardım edelim. Yardım et bana. Ona yardım edelim." Haklıydım. Burada benim intikamımdan çok daha önemli ve çok daha öncelikli, çözülmesi gereken meseleler vardı. Burada kalmalıydım. Burada kalmalı, Karan'ın bahsettiği gibi onunla evlenmeli ve gücümü kazandığım an herkesi iyileştirmeliydim. Meryem, beni duymadı. Çocuk iyi olmadı. "Ben," dedim kadına. "Yemin ederim sizi iyi etmek için elimden ne geliyorsa yapacağım. Yemin ederim." "Kimsiniz de iyi edeceksiniz bizi? Sarayda yaşayanlardan mısınız?" dedi bir anlık aydınlanmayla. Yaslandığı duvardan doğruldu. Üzerimizdeki temiz, muhtemelen pahalı kıyafetlere baktı ve tahmininin doğru olduğu kanısına vardı. "Nasıl bu kadar acımasız oldunuz bize karşı?! Yönetim halkın yanında olmayacaksa, neden o koltuklardasınız? Görmüyor musunuz hâlimizi!?" Feryat figan bağırıyordu ve bu cümleler o sayısız bağırışın arasından seçebildiğim tek tük kelimelerin birleşmesiyle ortaya çıkmıştı. Kadınla birlikte, birkaç kişi daha bağırmaya başladığında Karan beni kolumdan yakaladı. Ben ise teker teker bağıran herkesin yüzüne bakıyordum. Bir anda irademi kaybetmiş gibiydim. Zira Karan beni sürüklemese, o insanların beni linç etmesine izin verecektim. Karan yavaş yavaş ayaklanan insanların arasından beni ve İlke'yi zar zor çıkarttı. "Karan," dedim benim bile zor seçebildiğim ağlamaklı sesimle. "Onlara daha hızlı yardım edemez miyiz?" Karan kızacak gibi duruyordu ancak yavaş yavaş dolan gözlerimi gördüğünde tüm öfke içerikli sözlerini muhtemelen geri plana attı. Yavaşça eğildi. Yürüdüğümüz için arada yalpalıyordum ve o beni bırakmaktan bir an olsun vazgeçmiyordu. Arada omuzlarımdaki elleri sıkılaşıyordu sadece. "Sana söz veriyorum hepsini iyi edeceğim. Yemin ederim sana." Ben, o küçük çocuğa yemin ettim ve Karan da bana yemin etti. Sıyrıldığımız kalabalığın sesi hâlâ uzaktan bir yerden geliyordu ancak biz hızlı adımlarla hastane olduğunu anladığım binaya giriş yaptık. Yıkık dökük, muhtemelen eskiden beyaz olan ancak şimdi çatlaklar ve dumanlar nedeniyle griye boyanmış bina, zor ayakta duruyor gibiydi. İçeriye girer girmez, sakin bir hastane ortamı karşıladı bizi. Görünürde kimse yoktu. Ancak henüz ikinci adımımızı atmadan ilerideki koridordan hızlı ve bir o kadar da sert adımlarıyla Deniz'i gördük. Doktor Deniz'i... Rüyamı hatırladım. 'Beni tanıyamadın!" demişti. Şimdi bakıyordum da, Doktor Deniz tıpkı arkadaşım olan küçük Deniz'e benziyordu. Belki yansımasıydı. Kaşlarımı çattım ve bu düşüncemin çok mantıklı olduğunu fark ettim. Bunu daha sonra konuşabilirdik tabi. Zira Deniz, oldukça sert bir ifadeyle Karan'ın önünde dikilmiş, çatık kaşlarıyla ona karşı çıktığını belli etmeye çalışıyor gibiydi. Hemen hemen aynı boyda olan iki adam karşı karşıya geldiğinde İlke kulağıma fısıldadı. "Öpüşürlerse kusarım." Gergin olduğumdan onu dürtmekle yetindim. İstisnasız her ortamda dalga geçecek bir şey buluyordu. İlk tanıştığım İlke'den kesinlikle farklıydı zira o çok daha ciddi bir insandı. Şimdiki İlke ise alayına dalga geçiyordu. Ya da Pamir'le ilgiliydi. Çok üzülen insanlar bazen üzüntülerini saklamak için saçma sapan konuşmalar ve hareketler yapabiliyordu. İlke'ye kısa bir bakış attım. Olması imkansız değildi. Kulağıma fısıldadığının aksine, oldukça dikkatli bakışlarla etrafı süzüyor, Deniz'e bakıyordu. "Hoşgeldin." dedi Deniz Karan'a bakarak. Ardından İlke'ye başıyla selam verdi. Bana baktı. Hiçbir şey yapmadan Karan'a geri döndü. "Neredeler?" "Arkada. Götüreyim sizi." Deniz tek kelime dahi etmeden yürümeye başladığında Karan'a baktım. Kaşlarını kaldırıp indirdi ve Deniz'i takip etmeye başladı. Biz de öyle. "Çok çok yakınlardı. Kardeşlerdi hatta. Hafza olayı patlayınca ve Karan kendine ters durumlara kendine ters tepkiler verince bu hâle geldiler. Deniz tüm bunların sorumlusunun Karan olduğunu düşünüyor." Yürürken dedikodu yapmanın tadı da bir başkaydı. "Karan anlatmadı mı durumu? Ona iftira atıldığını falan?" İlke derin bir nefes alıp verdi. "Anlatmaz olur mu? Anlattı tabi. Ama Hafza Deniz'in, Karan'dan sonra en değer verdiği kişiydi. Onun ölümünün de payı var bu nefrette." "Suçlayacak birini arıyor yani. Gücü diğer bölgeleri suçlamaya yetmeyince Karan'ı suçlamayı seçti." İlke kafasını olumlu anlamda sallar gibi oldum. "Öyle de denebilir." "Senin nasıl aran?" "Kiminle?" Yüzüne alık alık baktığımda anlamış gibi kaşlarını kaldırıp başını hafifçe geriye attı. "Çocukluk arkadaşımdı sonuçta. Eskiden çok iyiydi aramız ama şimdi daha mesafeli gibi. Tüm olanlardan sonra dağıldık. Her şeye karşı Karan'ın tarafını tuttuğum için çevresinde kimse kalmadı ve bu da onu öfke dolu bir adam hâline getirdi." Gözlerim en önde yürüyen adama kaydı. Gerçekten, yalnız olmalıydı. Karan'ın bahsettiği arkadaş grubundaki tüm çocuklar farklı yerlere dağılmıştı ve herkes teker teker yalnızlaşmıştı. Ben ise hep yalnızdım. Çocukken de yalnızdım. Karan'la tanışmadan hemen önce de yalnızdım. İç çektim ve Karan'ın arkasından asansöre bindim. Sessizdik. Ancak Deniz, öfkesini kontrol edememiş olmalı ki arkamdan konuştu. "Evleniyormuşsunuz." Omzumun üzerinde ona döndüm. Karan cevap vermeden ben verdim. "Öyle oldu." "Karan'la konuşuyorum." Hafifçe gülümsedim. "Farkındayım." Kısa bir sessizlikten sonra konuşmasını sürdürdü. "Bu saatten sonra vereceğin her karar eninde sonunda seni Hafza yapacak." Bu canımı yakardı tabi. Ancak Karan ile yaptığımız konuşmadan sonra hiçbir şey umrumda değildi. "Sana Hafza gibi görünmek umrumda gibi mi?" Deniz sessiz kaldı. "Karan seni tehdit mi ediyor?" "Deniz!" Karan Deniz'i sesli bir şekilde uyardığında ben şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak gibi olmuştum. Ancak Deniz sakince konuşmaya devam etti. Şu an yüzünü göremiyordum ancak eminim yüzü de ifadesizdi. "Karan kim tanıyamıyorum artık, bilmiyorum. Sen de tanımıyorsun. Eğer öyle bir durum varsa benden yardım isteyebilirsin. Ne yapar eder seni evine geri götürebilirim." Yapamayacağını asansördeki herkes biliyordu. "Benden nefret etmek dışarıdakileri eski hâline döndürecek mi?" dedim şoku atlattığım ilk an. Tam karşıya bakıyordum ve sesim tıpkı onun sesi gibi ifadesizdi. "Bana ihtiyacınız var ve bu inkâr edilemez. İnkâr etmek zaman kaybettirir. Emin ol en az senin kadar önemsiyorum o insanları çünkü ben de insanım." Deniz cevap vermedi. "Karan sana Dünya'nın en acımasızı gibi görünebilir. Eskiden nasıl bir insandı bilmiyorum. Belki bana anlattığı her şey en dibine kadar yalandır. Ama kimin umrunda ki? Karan Dünya'nın en pislik insanı olsa bile ben dışarıdakilere yine yardım ederim." Derin bir nefes alıp verdim. "Her şeyden önce onlara borçlusunuz. Her biriniz. Nefretinizi bir kenara bırakın ve yardım etmek için birlik olun." Açılan asansör kapısında dışarı çıktım. Ardından İlke, sonra Karan ve en sonunda Deniz. Yüzüme kısa bir bakış attı. Daha sonra Karan'a döndü. "Müstakbel karın henüz yönetimin içinde değilken çok bilmişlik taslamak yerine kendi görevini icra etsin. Nasıl sağlayabiliyorsa gücü artık!" Son sözlerinden sonra, ben henüz ne dediğini idrak edemeden Karan sert bir yumruğu Deniz'in suratına indirdi. Öyle sertti ki, Deniz geriye savruldu. Ağzım açık bir şekilde ikisini izlerken, İlke hızlı davranıp Deniz'in yanına gitti ve ona doğru eğildi. "İyi misin?" dedi bağırmakla cırlamak arası bir sesle. Deniz koluna tutunan kızın kolunu itti ve ayağa kalkıp sırıttı. Dudağı patlamıştı. Manyak mıydı bu adam? Karan'ın karşına yeniden dikildiğinde, Karan elini yumruk hâline getirmiş bir şekilde onu izliyordu. Kaşlarını çatmıştı ve Deniz'e daha önce görmediğim bir şekilde bakıyordu. Düşmanı gibi... "Bak," dedi Deniz. "Ne kadar da korumacısın karına karşı. Hafza'yı hiç böyle korumazdın. Halkını da öyle." Tükürürmüş gibi konuştuktan hemen sonra eliyle dudağından akan kanı sildi. Parmağındaki kanı havaya kaldırdı ve Karan'ın görmesini sağladı. "Neyse ki bu akıttığın ilk kan değil." Onu baştan aşağı süzdü. Güldü. "Son da olmayacak gibi." Gülüşü yavaş yavaş yüzünden silindi, bana baktı. Ardından arkasını döndü ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. "Yaklaşık bir hafta önce aşırı yoğunluk sırasında tıbbi malzemelerin bir anda eksildiğini fark ettik. Depo sayımı için emir verdim. Aldığımız her malzeme yarı oranda eksilmiş. Pusu kurduk ve beklemeye başladık. Her hafta bugün, büyük bir kamyonla gelip depoyu boşaltıyorlar ve garip bir şekilde bunu gözümüzün içine soka soka yapıyorlar. Sataşıyorlar da denebilir." Birden konuyu değiştirmesi şaşkınlıkla ona bakmama neden oldu. Hızlı adımlarla yürüyor, bizi de peşinde sürüklüyordu. Boydan boya döşenmiş bir camın önünde durdu ve doktor önlüğünü geriye atarak ellerini ceplerine soktu. "Amaçları ne bilmiyorum." dedi çenesiyle camı işaret ederek. Hep birlikte yanına gittik ve gösterdiği yere baktık. Beyaz bir kamyona, sayabildiğim kadarıyla beş adam tıbbi malzeme taşıyordu. Polisler etraftaydı ancak hiçbiri müdahale etmiyordu. Zira kamyonete mal taşıyan adamlar dışında onlarca adam etten duvar örmüşlerdi ve polislerin uyarılarına rağmen bir türlü müdahaleye izin vermiyorlardı. "Efendim." Kalın bir erkek sesi duyduğumda başımı o yöne çevirdim. "Tüm birlikleri yerleştirdik. Sizi bekliyoruz. Hiçbir yere kaçamazlar. İlke Hanım her sokak başına ekstra birlikler yerleştirmemizi istemişti." Adamın uzattığı telsizi alan Karan onu İlke'ye verdi. "Tüm emir komuta zinciri İlke'de olacak. Zaten yakalamamız için bu kadar azlar. Bir mesaj vermek istiyorlar. Anlarız birazdan." Adam başıyla emri aldı ve selam verip uzaklaştı. Bana döndü. "İlke'nin ve Deniz'in yanından ayrılma tamam mı güzelim?" Başımla onu onayladım. Yanaklarımı kavradı ve alnıma ufak bir öpücük kondurup az önce ayrılan adamın peşinden gitmek için büyük adımlar atmaya başladı. Deniz, Karan'ın beni ona emanet etmesinden ötürü olsa gerek, buruşturduğu suratıyla bana baktı. Sahte bir şekilde gülümseyip elindeki telsize komutlar veren İlke'nin yanına gittim. "Birlik 1, yerlerinize!" Telsizden cızırtılı sesler geldi ve sonunda, "Emredersiniz!" gibi bir ses duyuldu. "Büyümüşsün." dedi Deniz daha yumuşak bir sesle. Yine katıydı sesi ancak ifadesi biraz yumuşamıştı. Eminim İlke'ye, Karan'a tepki gösterdiği için kötü davranıyordu. İlke ona yandan bir bakış attı. "Yönettiğin ilk operasyon mu?" Deniz'in sorusunda sonra İlke ona tekrar baktı. "Sence?" dedi ifadesiz bakışlarıyla. Deniz cevabını almıştı. Değildi. Öyle olsa Karan'ın sağ kolu olamazdı. "İlk bildirdiğimde sana mı verdi operasyonu? Yalnızca kendi çabasıyla bile alaşağı edebilir tüm bu adamları. Neden polisi de katıyor işin içine?" Üçümüzün de gözleri dışarıdaydı. Yalnızca Deniz'in sesi duyuluyordu. Hastanedeydik ve çıt çıkmıyordu. Odaların dolu olduğuna emindim. Ancak ne bir hemşire geçiyordu koridordan ne bir doktor. Herkes neredeydi? "Karan'ı tanımıyormuş gibi konuşma. Korku vermek en sevdiği şeydir. Bu kadar küçük bir detaya bile böylesine büyük bir operasyon düzenlemesinin tek bir sebebi var. Korkun benden demek." Derin bir nefes alıp verdi. "Ayrıca artık işini şansa bırakmasının ne kadar kötü sonuçlar doğurabileceğini biliyor." "Keşke daha önce bilseydi." Deniz'e baktım. Ancak o bana bakmadı. Gözü dalar gibi oldu. "Keşke." dedi İlke. Camdan aşağıya baktığımızda, Karan'ın hızlı adımlarla etten duvara ulaştığını gördüm. Üçümüz pür dikkat onları izliyorduk. İlke arada elindeki telsize komutlar veriyordu. Karan'ın bağırarak konuştuğunu fark ettim. Her ne dediyse önündeki adam ikna olmadı. Karan ise derin bir nefes alıp verdi. Kafasını göğe kaldırdı. Boyunu kıtlattı. Daha sonra yalnızca tek bir el hareketiyle önündeki adamı geriye savurdu. "Gücünü kazanmaya başlamış." Deniz sessizce mırıldandığında İlke başıyla onayladı. "Afra sayesinde." İsmime özellikle vurgu yapmıştı. Bu beni gülümsetti. Deniz cevap vermek için dudaklarını araladığında bir şey oldu. Hepimizi geren bir şey. "Parti varmış, beni neden çağırmıyorsunuz?" Duyduğumuz sesle, aynı anda arkamızı döndüğümüzde Kızıl bakışlarıyla bizi tek bir adam karşıladı. Tanıdık bir simâ. Pamir. "Senin ne işin var burada lan oropu çocuğu!" Deniz'in ani çıkışı karşısında, Pamir'in üzerimde gezinen gözleri Deniz'i buldu. "Senlik bir şey yok koca oğlan. Geri çekil bakayım!" Dalgayla karışık söylediğine zaten sinirli olan Deniz daha da köpürdü. "Ne diyorsun lan sen!" Deniz sinirle öne atılacağı sırada, Karan'ın tıpkı az önce yaptığı gibi elini kaldırdı ve Deniz bir anda yere yığıldı. Şaşkınlıkla Deniz'e baktım. Sesli bir şekilde yutkundum ve elimi tutan İlke ile birlikte geriye doğru gittim. "Şimdi kötü olan ben oluyorum değil mi? Anneme küfür etti. Ben de büyücü tarzı dövdüm. Lütfen beni kötü bilmeyin." Mimiklerini oynatarak dalga geçtiğinde ve muhtemelen ölmüş mü diye Deniz'e baktığında onun tam bir manyak olduğunu anlamıştım. Ortamda tek normal yoktu kısaca. İlke hızla elindeki telsize davrandı ancak koskaca adamı saniyeler içinde bayıltan adamın küçük bir telsizle başa çıkamayacağını düşünmek aptallık olurdu. Telsiz duvara çarpıp paramparça olduğunda elimizde artık yardım isteyebilmek için hiçbir şey yoktu. "Oyunumu beğendiniz mi?" dedi Pamir gülümseyerek. Gözlerini İlke'ye bir an olsun çevirmiyor, yalnızca bana bakıyordu. "Karancığım nasıl kandı bana anlamıyorum. Bu çok basit oldu." Dudağını büzdü. "Sizi bir süre misafir etmeliyim hanımlar." İlke elimi sıkıp bıraktığında, ne yapmak istediğini anlamıştım. Ona ayak uydurdum ve refleks gösterdiği ilk an koşmaya başladım. Nereye koştuğumuzu bilmeden, koridordan koridora girdik. Bizi her şekilde bulacaktı çünkü gücümüzü hissediyordu. Üzerimizde sanki bir takip cihazı vardı ve bozulması imkansızdı. "Hanımlar! Kaçmayın benden. Yalnızca birkaç gün misafirim olacaksınız. Söz size çok iyi ev sahipliği yapacağım." Dalga geçtiğini belli eden sesi gittikçe yaklaşıyordu. Nefes nefes arkama baktım. Koridorun başındaydı ve biz sonundaydık. Sırıtışını buradan görebiliyordum. Ancak birden yok oldu. İlke ile bağlı olan ellerimizi bir an bile ayırmadık ve koşmaya devam ettik. Nereye gittiğimizi bilmeden koşarken yine kaskatı kesilmemizi sağlayan bir şey oldu. Bir anda karşımızda beliriverdi. İlke çığlık atarak olduğu yerde çakılı kalınca, bağlı olan elimiz nedeniyle ben de durmak zorunda kaldım. Pamir İlke'ye ilk defa baktı. Yine gülümsüyordu ancak az önceki gibi değildi. Gözlerini bir an bile İlke'den ayırmadan konuşmaya başladı. "Kaçma benden." Bana baktı ve tekrar İlke'ye döndü. "Sana zarar vermeyeceğimi biliyorsun." İlke beni arkasına aldı. Arkasına almadan kaşlarını çattığını ver sert bir ifade kuşandığını fark edebilmiştim. İlk karşılaştığımızdaki, tehdit eden ve korkutmaya iyi bilen bakışları vardı şimdi gözlerinde. "Bana zarar verip vermemen umrumda bile değil. Afra'nın kılına zarar gelirse seni mahvederim." Pamir, İlke'yi sabırla dinledi. Konuşması bitince bir müddet İlke'nin gözlerine baktı. Yüzündeki buruk olduğunu düşündüğüm ancak ona hiç yakıştıramadığım gülümsemesi bir an olsun silinmedi. İç çekti. "İkinize de zarar vermeyeceğim." Bu, muhtemelen İlke'nin duyduğu son cümle oldu. Bir anda kendinden geçtiğinde, hızlı bir hareketle İlke'yi düşmemesi için tuttu ve kucağına aldı. Korku ve şaşkınlık karışımı bir dehşetle onları izlerken Pamir bana baktı. "Yürü bakalım Afracık! Korkma, ben Karan'dan çok daha misafirperverim." Tekrar sırıttığında gözlerim daha da büyüdü. Tepki vermeye vakit bile olmadı. Birden bulanıklaşan görüntü ile kendimden geçer gibi oldum. Düşecekken, bir hava dalgası beni kucakladı. Ayaklarımın yavaşça yerden kesilmeye başladığını hissettim. Anladığım kadarıyla, havada süzülüyordum. Bilincim kapanmadan önce son defa Pamir denen adamın sesini duydum. "Özlemişim." |
0% |