Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25- SUÇLANAN KURBANLAR

@elfhikayelerii

Yazardan:

2001

Çocuk, elindeki kırmızı ipliğe baktı. Sonra karşısındaki güzeller güzeli kıza. Saçlarını iki yandan örmüşlerdi ve üzerinde mavi bir elbise vardı. Uzun süredir ondan hoşlanıyordu. Çocuk olmasına rağmen bunu gerçek bir his kabul ediyor, onu her türlü beladan uzak tutmak istiyordu.

Öyle ki az ötede somurtarak oturan en yakın arkadaşıyla, sırf o İlke'yle kavga ettiği için kavga etmişti. İçten içe İlke'yi korumak istiyor ve bunda aksi bir yan görmüyordu. Karan ve İlke'nin iyi anlaştığını bilse de olaya karışmadan edememişti. Basit bir abur cubur kavgasıydı ama kimin umrundaydı! Ona göre en iyi abur cuburları İlke ve Hafza yemeliydi.

Şu an, son zamanlarda oldukça sık düzenlenen bir meclis toplantısı için aile üyeleri olarak meclisteydiler ve onlara özel ayrılan bekleme odasında ailelerini bekliyorlardı. Onlarca oyuncak, renkli oturaklar ve yiyecekler vardı ancak artık neredeyse hiçbiri Pamir'in ilgisini çekmiyordu. Belli ki Karan'ın da öyle. Zira ikisi de genelde yaşlarına oranla olgun davranıyorlardı. Bunun sebebi aile baskısı ve yetiştirilme tarzı da olabilirdi pek tabi. Normalde onların yaşlarında olan çocuklar oyuncaklarla oynardı. Karan da Pamir de yedi yaşındaydı sonuçta henüz. Ancak içleri almıyordu sanki.

Bununla birlikte, Pamir ve Karan'dan iki yaş büyük olmasına rağmen Deniz her geldiklerinde eline alıp oynadığı mavi arabayı yine sahiplenmişti ve bırakmıyordu. Başka oyuncakla oynadığını daha önce gören olmamıştı. Hafza ise Deniz'in yerde sürdüğü arabayı izliyor, küçük olduğu için dikkatini çektiğini göstermekten geri kalmıyordu.

Pamir ise her zamanki gibi abilik yapmakla görevliydi. Hafza inadına yaparmış gibi Deniz'le oynamak için onlarla gelmek istiyordu. Bu Pamir'i oldukça geriyordu çünkü kendisiyle değil Hafza ile ilgilenmek zorunda kalıyordu. Henüz beş yaşında olan kardeşi, başına büyük işler açmaktan geri kalmıyordu. Deniz de ona engel olmuyordu hiç. Hafza'dan dört yaş büyüktü Deniz ama Hafza'yı korumuyordu.

Deniz'e sinirlendi birden.

Gözleri yeniden elindeki ip yumağına döndü. Az önce saraydayken yoldan geçen bir görevli, muhtemelen ailesinin kıyafetleriyle ilgilenen görevliydi, onu hemen önünde düşürmüştü ve Hafza da onu görevliye geri vermek yerine eline alıp oynamayı tercih etmişti. Şimdi ise yumağı Pamir'in eline tutuşturup Deniz ile oyuna dalmıştı. Bu Pamir'i biraz sinirlendirmiş olsa da, sessiz kalmıştı çünkü kardeşine kızınca hep pişman oluyordu.

"Ne kadar güzel bir ip." dedi yanında oturan ince sesli kız. Koyu saçlarından bir tutam yüzüne düşmüştü ve her konuşmasında hareket ediyordu. Bu Pamir'in dikkatini dağıtmaya yetmişti.

"İstersen senin olabilir." dedi Pamir bu defa. İpliği ona uzattı. Zaten yavaş yavaş olgunlaşmaya başladığından olsa gerek bu odada ilgisini çeken tek şey arkadaşlarıydı.

Ama ilk önce İlke.

İlke Pamir'in uzattığı ipliği alarak ucunu bulmaya çalıştı.

"Ben bu ipliklerden kendime minik yüzükler yapıyorum. Annem kızdı biraz. Parmağım kangren olurmuş. Bir şey olmaz bence." Pamir İlke'nin gözlerine baktı. Sonra yumağa ve hemen ardından İlke'nin ince, küçük parmaklarına.

"Bence annenin sözünü dinle. Ya parmaklarını keserlerse?"

"Bir şey olmaz." dedi İlke omuz silkerek. Ardından oturdukları oturakların hemen arkasında bulunan masanın üzerinden bir makas aldı. İplikten bir parça ip kesti. İp yumağını ve makası yeniden masaya bırakıp ip parçasıyla ilgilenmeye başladı. Ne kadar uğraşsa da, bir türlü bağlayamadı.

"Yardım edeyim." dedi Pamir uzanıp ip parçasını alarak. Kırmızı ipi bir ucundan tutup öteki ucuna bağladı. Bunu resmen oldukça ciddi bir iş olarak görüyordu ve tüm dikkatini vererek yapmıştı. Hatta İlke onun bu dikkatli tavrına şaşırmıştı ancak belli etmedi.

Sonunda ip bir çember hâlini aldığında Pamir, İlke'nin elini yakalayarak ipi yüzük parmağına geçirdi.

"Güzel oldu." dedi gülümseyerek. "Ama çok sıkarsa çıkart. Parmakların kesilmesin." Pamir'in uyarısı İlke'nin bir kulağından girip ötekinden çıkmıştı zira şu an parmağına takılan yüzüğü incelemekle meşguldü. O kadar hoşuna gitmişti ki yüzüğü incelerken gözlerinin için parlıyordu.

Yüzük parmağına büyük gelmişti ancak Pamir sanki mümkünmüş gibi İlke'nin parmağını sıktığını düşünüyordu.

Pamir onu izlemeyi bırakıp ip yumağını aldı. Yeniden bir yüzük yapmak için işe koyuldu ardından kafasını kaldırıp Deniz'le oynayan Hafza'ya seslendi. Hafza onu duymamış gibi yapsa da abisinin bir süre sonra çok sinirlenip yanlarına geleceğini bildiğinden, çok sevdiği arkadaşı Deniz'i bırakıp abisinin yanına koştu.

"Al." dedi abisi parmağına kırmızı bir ip geçirerek. "Sana yaptım." Hafza elini kaldırdı. Parmağındaki ipi inceledi ve sonra kaşlarını çatıp ipi zorla çıkarttı.

"Öğk!" dedi kendini zorlayarak. Bu edindiği yeni bir huydu. Bir şeyi sevmeyince zorla kendini kusturmaya çalışıyordu. Abisinin eline yapıştı. Yüzük parmağına kırmızı ipi geçirdi ve geri çekildi. Kızmasın diye dişlerini göstererek güldü ve koşa koşa Deniz'in yanına yeniden gitti.

Onları uzaktan izleyen Karan, gülüyordu. Pamir neye güldüğünü anlamak için yanında oturan kıza baktı. Sonra parmağındaki kırmızı ipe. Ardından kendi parmağına baktı. Onda da aynı ipten vardı.

İlke ile göz göze gelmeleri ve gözlerini kaçırmaları bir oldu. Karan'ın ise kahkahaları gittikçe büyümüştü. İşaret parmağıyla onları göstererek aralıksız olarak gülmeye devam etti ve bu olay birkaç hafta Karan için dalga konusu oldu.

*****


Hayat sürprizlerle doluydu.

Kısaydı çoğuna göre ancak konu acı çektirmek olunca saniyeler saatlere dönüşebiliyordu. Geriye dönüp acı veren hatıralara baktığınızda anlıyordunuz ki, kaç yaşında olursanız olun o hatırlar sayesinde yaşlıydınız.

Genç olanlar sadece henüz anı biriktirmeye başaramayan zihinlerdi.

Hayat aynı zamanda ciddi bir şekilde acı veren oyunlarla da doluydu. Öyle ki, öne eğildiğinden ötürü tutulan boynumun nedeni hayatın bana iğrenç bir oyun oynamasıydı. Uzun süredir susuz kalan ağzım kurumuştu ve başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu. At kuyruğu yaptığım saçlarım önüme düşüyordu. Bunu yüzümü saran rahatsız edici saç tellerimden anlamıştım.

Uyandığımda, başımı yavaşça geriye atıp yüzümü buruşturdum. Rahatlaması umuduyla sağa sola yatırdığı boynum geçmedi. Aksine daha kötü ağrımaya başladı. Ağzımdan acı dolu bir inleme çıktı ancak etraftan ses gelmediğinde, yalnız olduğumu anladım. Gözlerimi yavaş yavaş açarken, aynı zamanda loş ışıkla aydınlatılmış bir ortamda olduğum kanısına varmıştım.

Yeni yeni hissetmeye başladığım bedenimin, hareketsiz bir pozisyonda oturmaktan olsa gerek uyuştuğunu fark etmeyi başardım ve bu kaşlarımı çatmama neden oldu. Henüz etrafı incelemeden, bileğimi sıkan sıkıca bağlanmış ipler hissettim. Yavaş olmaya özen göstererek kontrol ettim. Ancak ellerimi çözmem imkansıza yakındı. Daha sonra, ayak bileklerimin de bağlanmış olduğunu anladım ve bu neler olduğunu düşünmek için bir adımdı.

Kafamı kaldırıp etrafıma bakındığımda, tahmin ettiğim gibi loş bir ortamda olduğum ve bu depo olduğunu tahmin ettiğim yerde yalnız olduğumu anladım. Etrafta inceleyecek hiçbir şey yoktu. Gazete kağıtlarıyla kaplı büyük camlardan, bazı yerlerindeki gazete kağıtları yırtılmıştı, akşam saatlerinde olduğumuzu anlayabilmiştim. Hava kararmıştı. Belki de aydınlanıyordu bilmiyordum. Tek bildiğim, yalnızdım ve hiç ses olmamasıydı.

Neler olduğunu düşündüm. En son hatırladıklarımı. Karan'la operasyona gitmiştik. Hastanede Deniz'le ufak bir tartışma yaşamıştık. Karan yanımdan ayrılmış ve duruma müdahale etmek için aşağıya inmişti. Biz camdan izlerken, biri gelmişti.

Pamir.

Her şeyi hatırlamamla gözlerim büyüdü. Bileğimdeki ipleri bir kere daha zorladım ancak başarısız oldum. Neden kaçırmıştı beni? Amacı neydi?

Ben dehşet içinde olacakları düşünüp kaçmak için herhangi bir yol ararken, deponun girişinden bir adamın sesi yankılandı.

"İlke'yi anladım ama bu kızı neden kaçırdı acaba Pamir Bey? Daha önce görmedim hiç. Kim biliyor musun sen?" Dediklerine bakılırsa Pamir'in adamlarından biri olmalıydı.

İlke de kaçırılmıştı. Şu an neredeydi bilmiyordum. Ona zarar verir miydi onu da bilmiyordum. Korkmaya başlamamın sebebi tamamen İlke'yi düşünmemdi zira ben defalarca kaçırılmıştım zaten. İnsan kaçırılmaya da alışıyordu demek ki...

"Nereden bileyim? Diğer kızlardan biridir işte." Bir başka adamın sesini duyduğumda tek bir kişi olmadığını anladım.

"Baksana oğlum, kaçırmış kızı resmen. Daha önce o tür kızlar için hiç bu kadar zahmete girmedi ki." Ve bu da başka bir adamın sesiydi.

Beni yüzümden tanıyamamışlardı. Karan, yöneticilerin ve yönetici ailelerin genelde haberlere konu olmadığını bu yüzden kimsenin onları tanıyamadığında söz etmişti. Sanırım Hafza'yı yakın çevresi dışında halktan kimse tanımıyordu.

Kendi adamları bile.

"Kendine gelir birazdan. Pamir Bey sakın elinizden kaçırmayın dedi. Demek ki önemli ve güçlü biri. Yoksa onlarca adamı nasıl devirecek? Dikkatli olalım. Ne olur ne olmaz?" Diğerinden onay veren homurtular geldiğinde kaşlarımı çattım. Pamir neden beni bu denli güçlü görüyordu? Meryem'den haberi var mıydı?

Meryem!

Kaçmam için kesinlikle yardım ederdi bana. Bir yolunu bulup Pamir'i etkisiz hâle getirirdi ya da beni buradan birden ışınlardı. Düşüncelerimle birlikte Meryem'i buraya çağırmak için gerekenleri yaptım ancak kimse gelmedi. Bu daha da paniklememe yol açsa da zihnimde oldukça yabancı ancak bir o kadar da tanıdık bir fısıltı duydum.

"Afra, sakin ol. Seni ve İlke'yi kurtaracağım." Meryem olduğu aşikârdı. Sesi oldukça derinden ve boğuk geliyordu ancak tanımıştım. Başta biraz korksam da, kendimi sakinleştirmeyi başardım. Midem bulanıyordu. Dahası susuz kalmıştım.

Tam arka tarafımdan güçsüz mırıldanmalar duyduğumda kaşlarımı çattım. Arkama bakmaya çalışsam da başarısız oldum. Birinin varlığını hissediyor ancak göremiyordum. Tek görebildiğim siyah bir hırkanın aşağıya sarkan fermuarıydı. Sandalyeye vuruyor, takır tukur sesler çıkartıyordu.

İlke'ydi.

Bir ihtimal İlke olmasını umdum çünkü sabah siyah bir kapüşonlu vardı üzerinde.

"İlke." dedim fısıldayarak. "Sen misin?" Mırıldanmalar arttı. Bir kadın sesi olduğu aşikârdı. Kendimi zorlayarak onu görmeye çalıştım ancak yine başarısız oldum.

"Pamir!" Mırıldanmaları yavaş yavaş netleşiyordu ve artık sesin sahibinin İlke olduğunu anlayabiliyordum.

"İlke, sakin ol. Buradayım." Derin nefes aldığını duydum. Kabus görüyor olmalıydı. En sonunda sıçrayarak uyandı. Ona bakmaya çalışıyor ancak asla başarılı olamıyordum. "İlke, iyi misin?" Ses gelmedi. Sadece nefes alıp verdiğini duydum. Sanırım kendine gelmeye çalışıyordu.

"İlke?" dedim tekrar. Ses vermesi yeterli olacaktı ama hiçbir şekilde ses vermiyordu.

"İyiyim." dedi yutkunarak. "Kabus gördüm." Sessiz kaldıktan sonra konuşmaya devam etti. "Neler oluyor? Neredeyiz?" Sonlara doğru sesinin tuhaf çıkmasının sebebi bana doğru dönmeye çalışması olmalıydı. Başaramayacağını biliyordum.

"Pamir kaçırdı bizi en son. Neredeyiz bilmiyorum. Depo gibi bir yer sanırım burası. Sessiz ol. Dışarıda adamları var." Fısıltılarımı dinledikten sonra o da fısıldadı. "Pamir nerede? Gelmedi mi hiç?"

"Burada değil sanırım. Adamları konuşurken duydum." İlke sessiz kaldı. Muhtemelen etrafa bakınıyordu.

"Hoşgeldiniz!" Benim tarafımdaki depo girişinde gördüğüm silüetin kime ait olduğunu hemen anladım. Ellerini avuçları üst üste gelecek şekilde birleştirdi ve birbirine bağladı. "Sonunda birlikteyiz." dedi bize doğru gelerek. İlke sessizdi. Onun için endişeleniyordum. Pamir ile aralarında tuhaf bir şeyler vardı. Çözemiyordum. Aşk mıydı? Nefret mi? Öfke mi?

Bilmiyordum.

Pamir yanımıza kadar geldi. Benim soluma İlke'nin ise sağına çektiği sandalyeye oturdu. Böylece kafamızı çevirdiğimizde ikimiz de onu görebiliyorduk. Derin bir nefes alıp verdi ve ikimize de baktıktan sonra gülümser gibi oldu. Ancak hemen toparladı. İki elini kaldırdı. Bir sihirbazlık numarası yapar gibi ellerini birbirine sürttü ve birden elleri arasında bir metal bileklik belirdi.

Benim bilekliğim. Karan'ın evren değiştirmeden önce, benim için bileğime taktığı bileklik. "Basit bir tasarım." dedi bilekliği bakarak. Dalga geçiyor gibiydi. "Basit olan yalnızca tasarımı değil. Aynı zamanda işlevi de çok basit. Yalnızca kalp atışından güç alıyor ve Karan'ın seni hissetmesini sağlıyor. Başka hiçbir işlevi yok." Kaşlarımı çattım ve yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Yani Karan bu bilekliği çıkarttığım için şimdi senin öldüğünü bile düşünebilir."

"Kes sesini!" dedim kendime hakim olamayarak. Sinir etmişti beni. Tavırları "Gel benden nefret et!" dermiş gibiydi. "Sakin ol Afracık. Basit bir illüzyondu sadece. Bilekliğin bir süre bende kalacak. Merak etme Karan bu işlevsiz bileklikten daha işlevli. Bulacaktır seni." Bilekliği cebine sıkıştırdı ve İlke'ye döndü. Daha sonra yeniden bana döndü. Az önce benimle konuşurken takındığı ciddiyetsiz tavrı, şimdi İlke sayesinde alaşağı olmuştu.

"Uzun zaman oldu İlke, değil mi?" Bana baktı İlke'yle konuşurken. Gözü dalar gibi oldu. Derin bir nefes daha alıp verdi. İlke'nin sessizliği yüzünden bu defa ona döndü.

"Nasılsın?"

İlke Pamir'in sorusunu umursamadan lafa atladı. "Neden kaçırdın bizi? Karan'ın güç kaynağı o. Afra'yı bulması saniyelerini almaz." Pamir arkasına yaslandı ve kollarını kaldırdı, 'Etrafa bak!' dermiş gibi. "Bulamadı ama. Bak, kimse yok burada. Hele Karan, hiç yok." Güldü.

"Beni çok hafife alıyorsunuz. Hep böyleydi bu." Kafasını salladı.

"Seni, hafife alınacak bir insan olduğun için mi terk ettim sanıyorsun?" İlke'nin net sorusu karşısında Pamir duraksadı. Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş silindi.

"Sen beni terk etmedin İlke. Severek giden terk etmiş sayılmaz." Duraksadı. Emin olmak için İlke'ye baktı. Ne gördü bilmiyorum ama devam etti. "Sen seçim yaptın. Hiçbir zaman öncelik olmamış bir adam ve her zaman öncelik olmuş bir adam arasında seçim yaptın ve kardeşim dediğim adamı seçtin. Hep seçileni yani. Kimseyi beni öncelik yapmadı diye suçlayacak değilim. Geçti o günler. Geride kaldı. Bir yıl öncesine göre daha yetişkiniz." Gülümsedi ancak öylesine farklıydı ki gülümsemesi. Onu hiç bu hâlde görmemiştim. Deri ceketinin cebinden sigara pakedini çıkarttı. İçinden bir dal alıp yaktı. Burada herkes sigara içiyordu sanırım! "Sonra belki ona karşı bir şeyler hissettin. Keşke terk etseydin beni." Omuz silkti. Kafasını deponun kapısına doğru çevirdi. Gözlerimize birkaç saniye de olsa bakmak istemiyormuş gibi. İlke'nin sessizliği de canını yakıyor gibiydi. Dumanı tekrar içine çekti ve üfledikten sonra bize döndü.

"Ama sonra kavga falan ettiniz muhtemelen. Bir şeyler döndü aranızda." Bana baktı. Çenesiyle işaret etti. "Sonra bu kız geldi. Kardeşimin yansıması. Kardeşimin önceliği olan adamla arasında bir şeyler geçti." Kafasını olumlu anlamda salladı. "Sen de destekledin onları." Gözlerini kıstı. İlke'ye bakamıyordu. Arada bana bakıyor, sonra tekrar deponun kapısına dönüyordu.

"Sen söyle. Seni yanlış tanıdığımı söyle. İnanmak istemiyorum hâlâ. Çocukluktan beri delicesine sevdiğim kadının bana defalarca ihanet etmesi, beni değil de kardeşim dediğim adamı seçmesi çok koyuyormuş. Anladım. Kardeşimi kaybettim ben. Öldü. Hafza öldü İlke." Bana döndü bakışları. "Duramadın yanımda. Sen böyle bir kız değildin ama kalmadın. Gittin." Sözlerinin İlke'ye olduğu belliydi ama bir an bile bakmadı ona. Sigarasını dudakları arasına aldı. Kafasını göğe kaldırdı ve bir duman daha çekti içine. Göğe doğru üfledi. "Ama bak!" dedi birden yükselerek. Kafasını indirdi. Bu defa İlke'nin gözlerinin tam içine bakıyordu. Ayaklanmıştı. Ona doğru eğildiğini görebiliyordum zar zor da olsa. "Şimdi unuttum seni. Umurumda bile değilsiniz hiçbiriniz. O kadar güçlendim ki artık Karan'ın bile karşısına geçebiliyorum. Bak, güç kaynağını kaçırdım!" Burnunu çekti. Elindeki sigara izmatini yere attı ve üzerine ayağıyla basarak söndürdü. "Çok daha fazla güçleneceğim. Kimseye ihtiyacım kalmayacak İlke. Kimseye. Sonra herkesi susturacağım. Kafamı susturacağım." Geri çekildi ve arkasını döndü. Oturduğu sandalyenin arkasına dolandı. Sandalyeden tutunarak yavaşça eğildi. "Bu yüzden kalamadın yanımda değil mi? Seni koruyamayacağımı düşündün. En güçlü olmadığımdan gittin." Güldü ancak histerik bir gülüştü bu. "Ben canımı bile vermeye hazırken üstelik."

"Hayır." dedi İlke. Sesi öylesine sakin ve öylesine ifadesizdi ki, şaşırdığımı fark ettim. Haddinden fazla panik hâlinde olduğunu düşünmüştüm. Zira Pamir bana doğru eğilip bu tür bir konuşma yapsa gerilirdim.

Kendimi İlke'nin yerine koydum. Üzüldüğünü biliyordum. Hele onunla bu konuda konuştuktan sonra kesinlikle emindim. Yanımda güçsüz olan kız şimdi dimdikti ve asla belli etmiyordu hislerini. Nedeni neydi bilmiyordum. İlke bir şeyler için çabalasa Pamir hemen kabul ederdi oysa. Öyle görünüyordu. İlke devam etti. "Seni güçsüz olduğun için terk etmedim. Hatta tüm evrenlerin en güçlü adamıydın gözümde."

"Geçmiş zaman." dedi Pamir yere bakarak. Sonra İlke'ye döndü. "Neden terk ettin öyleyse? Sorunlarımdan mı sıkıldın? Sevgin mi bitti?"

Sessizlik.

Daha çok sessizlik.

Pamir sessizliğe katlanamamış olmalı ki tekrar konuşacakken arkamdan yine ifadesiz olan bir ses yükseldi. "Sevgim de aşkım da hiç bitmedi. Hiç. Sorunların benim sorunumdu. Acı çekmen benim de acı çekmeme neden oluyordu."

"Sen de tüm bu problemleri beni terk ederek kökten çözdün. Öyle mi?"

"Hayır," dedi bu defa İlke. Sesi hafif yükselmişti. "Ben haklı olanın yanında durdum. Seni ölesiye severken doğru olanın yanında durdum. Seni terk etmedim ama sen terk edildiğini düşündün. Sana ihanet ettiğimi düşündün!"

"O adam benim kardeşimi öldürdü!" Pamir sandalyeyi devirip İlke'ye doğru hızla birkaç adım attığında yerimde kıpırdandım. Ona bir şey yapmazdı öyle değil mi?

"Senin kardeşini öldüren Karan değildi. Bunu sen de çok iyi biliyorsun. Sen her konuda güçlüsün ama iş ailene baş kaldırmaya gelince Dünya'nın en korkak adamı oluyorsun! Ailen Karan'ı karalamak istedi ve sen buna izin verdin. Kardeşim dediğin adamın yanında duramayan adam benim yanımda nasıl dursun!?" İlke ufak bir kahkaha attı. Kesinlikle sinir bozucuydu ve ona paramparça bakan Pamir de bu kahkahadan nasibini almıştı. "Bak," dedi bu defa. "Farklı bir açıdan bakınca giden ben değil sen oluyorsun. Ben hep Karan ve senin yanındaydım. Hatırlasana bizi. Değil ailelerimiz, farklı evrenlerden Gölge'ler gelse ayıramazdı bizi. Birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Yanımızdan ayrılan sendin. Hırsların yüzünden! O iğrenç ailen yüzünden! Kendini kandırmaya bir son ver ve eski Pamir ol artık! Tanıdığım ince ruhlu adam ol. Seven adam ol. Nefret dolu olan bu kapkaranlık adamı tanımıyorum ben. Tanımayacağım!" İlke arada boğazını patlatırcasına bağırıyordu. Sert sesi depoda yankılanıyordu ve ben hâlâ nasıl ağlamadığını anlayamıyordum. Zira ben olsam şimdiye beş defa falan ağlamıştım.

Pamir, iyi değildi.

Birkaç adım sendeledi. Arkasını döndü. Boş duvara baktı bir süre ve sonunda tekrar İlke'ye döndü. Aynı şekilde ona yaklaştı ve yavaşça eğildi. "Eskisi gibi mi olmak istiyorsun?" dedi pürüzlü bir sesle. Gülümsedi. "Eski Pamir'i Hafza'yla gömdüm ben." Yavaşça bana döndürdü başını. Çenesiyle beni işaret etti. "Sen de Afra'yla Hafza'yı gömdün. Tıpkı Karan gibi." Doğruldu. Geriye doğru birkaç adım attı. Derin bir nefes alıp verdi. "Ethan! Kızlara yemek getir!" O kadar öfkeli ve yüksek sesle bağırmıştı ki yerimden sıçramadan edemedim. Yabancı bir dil konuşmuştu. Sanırım Fransızca'ydı. Bağırırken döndüğü taraftan ses gelmediğinden tekrar seslendi. "Size sesleniyorum! Ethan, Philippe!" Ancak yine ses gelmediğinde gözlerini yavaşça kapatıp soluklandı. Sonra, pes etmeden hızlı adımlarla depodan ayrıldı.

Sessizlik.

O kadar gerilmiştim ki Pamir depodan çıkar çıkmaz derin bir nefes verdim. Depo şu an fazlasıyla sessizdi. Hatta bir an İlke'nin yeniden bayıldığını düşünmeye başladım. Ona bakmaya çalıştım ancak yine başarısız olunca sandalyeyi hareket ettirmeye karar verdim. Yerden parmak uçlarımla destek alarak zıpladım. İpin ayak bileğimi kestiğini hissediyordum ancak pes etmedim çünkü şu an İlke'nin iyi olup olmadığını bilmeye ihtiyacım vardı. Artık az da olsa onu görebiliyordum. Başı öne eğilmişti, yere paraleldi ve hiç hareket etmiyordu.

"İlke?" dedim sessizce.

Omuzları sarsılmaya başladı. Bedeninin yavaş yavaş titremeye başladığına şahit oldum. Durmadan titriyor ve arada ağzından ufak hıçkırıklar kaçırıyordu. "Lütfen ağlama." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Her şey yoluna girecek." Bana yanıt vermedi çünkü her şeyin bu kadar darmadağınken yoluna gireceğine en ufak bir inancı yoktu. Bunu biliyordum. Bu çaresiz hissi defalarca tatmış biri olarak biliyordum. Ancak o his her seferinde yerini bir mucizeye de bırakmıştı aynı zamanda. Eminim İlke için de öyle olacaktı ancak şimdi bunu ona söylesem de faydasızdı.

Önüme döndüm ve derin bir nefes aldım. İlke'nin hıçkırıklarının azalmasını sessizce beklemeye karar verdim. Uzun bir süre ağladıktan sonra yavaş yavaş sakinleşti. Söyleyecek tek kelime bulamadım. Aynı şekilde o da sessiz kaldı. Hıçkırıkları kesildi, yanakları kurudu. Ancak o zaman konuştu.

"Afra?" Sessizliğimden korkmuştu sanırım. "Efendim?" Derin bir nefes aldı. Sesi ağlamaktan kısılmıştı.

"Lütfen çıkart bizi buradan. Bir şeyler düşün. Yalvarırım. Ben, duramıyorum burada. Nefesim kesiliyor." Sonlara doğru gerçekten nefes alamıyormuş gibi sesler çıkarttığında paniğe kapıldım. "Sakin ol. Her şeyi düzelteceğim. Sen nefes almaya çalış sadece. Gerisini bana bırak." Kendimi sakin olmaya zorlayarak önüme döndüm. Eğer Pamir fazla uzaklaşmadıysa, İlke'nin söylediklerini de benim söylediklerimi de duymuştu. Derin bir nefes alıp verdim. Kapıya baktım. Kimse görünmüyordu. Zihnimi dinlemeye çalıştım. En kolay yolu seçip gözlerimi kapattım ve İlke'nin nefes alış verişini dinleyerek odaklanmaya çalıştım.

Bir süre geçti. Uzun sayılmayacak kadar bir süre. Pamir'in gelmesine ne kadar kaldı bilmiyordum ama en sonunda zihnimde bir yerlerde Meryem'in sesi yankılandı. "Avcunu açmaya çalış. Eline demir bir çubuk bırakacağım. Düğümü bununla çözmelisin." İçimden cevap verdim. "İlke şüphelenebilir."

"Arkası dönük. Seni göremez." Ofladım. "Pamir birazdan gelir. Elimde o çubuğu görürse başarısız olurum."

"Şimdi değil. Pamir birazdan dönecek. Ancak kısa süre sonra yanınızdan ayrılması gerek. Bölgesindeki insanlar Karan'ın nişanlısını kaçırdığını düşünüyor ve herkes bu yüzden Karan'dan korkuyor. Canının tehlikede olması onların da tehlikede olması anlamına geliyor. Herkes ayaklanmış durumda ve Pamir eli kolu bağlı oturamaz. Yanınızdan ayrılmak zorunda kalacak. Gelmek üzere." Meryem'in dediklerini en ufak ayrıntısına kadar dinledim ancak tek bir şey kafamın allak bullak olup gözlerimin dalmasına neden oldu. "O iyi mi?"

Meryem kimden bahsettiğimi anladı. "Değil. Çıldırmış durumda. Meclis üyelerini acil durum toplantısı başlığı altında topladı ve herkesi tehdit etti. Pamir'in ailesi de dahil olmak üzere tüm meclis üyeleri senin kaçırılma olayına karşı. Kimse Pamir'e destek vermiyor dahası Pamir zaten bunun olacağını biliyordu. Amacı ne bilmiyorum ancak size zarar veremez. Fazla tutamaz da aynı zamanda. Karan savaş başlatırsa bu evrende yaşayan her bir canlı tehlikeye girer. Bunu öngörmek o kadar da zor değil." Sonlara doğru sesi daha da fazla yankılandı. "Kolye yüzünden zihninine girmek için olağanüstü bir güç harcadım. Diğer bölge yöneticileri bununla nasıl başa çıkıyor bilmiyorum. Pamir yanınızdan tamamen ayrılana kadar zihninden ayrılıyorum. Korkmayın. Size bir şey olmasına izin vermeyeceğim kızım."

Zihnimin sessizliği Meryem'in gittiğine işaretti. Birden gelen ağlama isteğini bastırdım. Her ne kadar yalnız hissetsem de zihnime zorlanarak da olsa giren ve bana yardım eden biri vardı. Ancak aynı zamanda tüm hayatımı çalan kişiyle aynıydı. O kadın da, onun yanında yer alan Necdet Suskun da Neriman Suskun gibi şeytandı. Asla onlara yakınlık göstermeyecektim.

Asla.

Evet, bazı zor kararlar verilmesi gerekiyordu hayatta. Bazen başkalarının kaderi ellerimize düşüveriyordu ve o kaderin sahibinin hayatını mahvetmek en iyi seçenek olarak görünüyordu. Bile bile o zor kararı soğukkanlılıkla veriyordunuz çünkü birinin suçlu olma cesaretini göstermesi gerekiyordu. Sonra o kişi sizden nefret ediyordu ancak katlanıyordunuz. Biliyordunuz ki bu hikayenin kötü karakteri olmak sizin seçiminizdi.

İşte o kötü karakter Meryem'di benim için. Anlattığına göre ona da zor gelen bir karar vermiş, benim hayatımı mahvetmişti. Onu asla affetmeyeceğimi bilerek üstelik.

Yakın gelecekte olacakları düşünmek beni ona, onu da bana yaklaştırıyordu. Düşünmeyecektim. Benim de artık birilerini suçlamaya ihtiyacım vardı ve hayatım hakkında suçlayacağım tek bir kişi olmayacaktı.

Ben düşüncelerim yüzünden bambaşka yerlere savrulurken, İlke daha da fazla sakinleşmişti. Ancak sakinliği uzun sürmedi çünkü Pamir yeniden kapıda, arkasında bana yabancı olan iki adamla belirdi.

"Ellerini çözün. Yemeklerini yesinler." Az önce kalktığı sandalyeye oturdu. Adamların ellerimizi çözmelerini izledi. İpin kestiği bileklerimi ovuşturdum ve sandalyemi tamamen Pamir'e döndürdüm. İlke de aynısını yaptı. Bana daha da yaklaştı ve yönünü tamamen Pamir'e çevirdi.

Adamların az önce bizim hakkımızda konuşan adamlar olmadığına emindim zira bu adamlar yabancıydı. Bu da demek oluyordu ki burada üçten fazla adam vardı.

Ayaklarımızı çözmeden kucağımıza birer tepsi bırakıldı. Birkaç çeşit yemek vardı. Hepsi sıcaktı. Belli ki yeni pişirilmişti. Pamir'e baktım.

"Sizi zehirleyecek değilim. Öyle bir niyetim olsa yemek yemek kadar basit bir eylemin arkasına sığınmak zorunda kalmayacağımı biliyor olmalısınız. Siz göz açıp kapayana kadar zehrin kanınıza karışmasını sağlayabilirim." Omuz silkti. Erkeksi bir tavırla bacak bacak üstüne attı ve İlke'yi inceledi. İlke sadece yere bakıyordu. Ne tepsiye ne de Pamir'e. Dalan gözleriyle sadece yere bakıyordu.

"Ye, fazla açlığa dayanamıyorsun." Pamir İlke'ye sakin bir ses tonuyla emir verse de hiç emir vermiş gibi hissettirmedi. Daha çok, onu düşünüyor gibiydi.

Öyleydi zaten.

"Yemeyeceğim." dedi İlke sakince elindeki tepsiyi yere bırakarak. Ayağındaki ip nedeniyle zorlanmıştı ancak yeniden doğrulması uzun sürmedi. "Tekrar soruyorum Pamir. Neden buradayız? Bu kaçırma olayının hiçbir yararı yok senin için. Neden? Sen mantıksız davranmazsın. Plansız haraket de etmezsin. Mecliste itibarın zedelenece-"

"Çok mu umrunda?" İlke'nin sözünü kesmesiyle bakışlarım anında Pamir'i buldu. Gülüyordu. Gerçekten gülüyordu. "Ben mantıksız davranmam." Bakışları yeri buldu. Kafasını aşağı yukarı salladı 'Anladım.' dermiş gibi. Tekrar İlke'ye baktı. Yüzünü inceledi. "Evet, ben mantıksız davranmam İlke. Yönetim konusunda tek bir mantıksız davranışımı yakalayamazsın." Dudaklarını yaladı. "Sizi herhangi bir yönetim meselesi yüzünden kaçırmadım. Mantıksız bir hamle olduğundan kaçırmazdım da."

"Konu ne o zaman?!" İlke'nin çıkışına Pamir kayıtsız kalmadı. "Sensin!"

İkisi bir süre bakışırken, ben durumun ciddiyeti yüzünden acıkan karnımı hafiften doyurmaya karar verdim. Pamir haklıydı. İstese bizi anında zehirleyebilirdi büyü kullanarak. Yemek yedirmeye gerek duymazdı. Ona güvenmesem de karnım açtı. Tepsiye baktım.

Güzel kokuyordu.

Kafamı kaldırıp hâlâ bakışan İlke ve Pamir'e baktım. Dudağımı büzdüm. Düşündüm. Omuz silktim ve yemek yemeye başladım. Bir yandan da bu bakışmayı ilk kim bozacak diye kontrol ediyordum. Gözlerini bile kırpmıyorlardı. Aralarında bir şaka falan mı vardı acaba? Göz kırpmama yarışması yapıyor olabilirler miydi?

Sessizliği ilk bozan, Pamir oldu. "Mevzu senken hiçbir zaman mantığım ön planda olmadı ve bunu sen de çok iyi biliyorsun."

Harika.

"Ne istiyorsun?"

Tam konumuzla alakalı mükemmel bir soru.

Pamir, İlke'nin ısrar dolu tavrına karşı koyamadı. Gözleri anlık tam anlamıyla hunharca yemek yiyen bana döndü ve sonra güler gibi oldu. Anında kendini toplayıp oturuşunu düzeltti. Bacaklarını indirdi ve dirseklerini dizlerine dayayarak bize biraz da olsa yaklaştı.

"Bazı öngörülerimi konuşmak istedim." İlke'ye bakarak söylediği yüzünden daha da meraklandım ancak çorbamı içmeyi bırakmadım. Tadından bir tuhaflık yoktu. Zehir olsa anlardım değil mi?

İlke bana döndü. Elimdeki kâseye ve ağzıma götürdüğüm kaşığa baktı. Kaşlarını çattığında omuz silktim. Onların kara sevdası yüzünden aç kalmak yerine yemek yemeli ve güç toplamalıydım.

Kusura da baksındı.

İlke yeniden Pamir'e döndüğünde ben de Pamir'e baktım. "Ne öngörüsünden söz ediyorsun?" Merakım gittikçe arttı.

"Uzun zaman sonra yeniden rüya görmeye başladım." dedi İlke'ye. "Rüyalarımın büyüsünü bilirsin. Genelde gerçekleri görürüm. Eninde sonunda gördüklerim yaşanır." İlke başıyla onayladı. Pamir'in bakışları beni bulduğunda ağzıma attığım köfteyi yutamadım. "Bu kızı görüyorum."

"Afra!" dedi İlke onu düzelterek. "Bu kız değil, Afra." Pamir her neyse dermiş gibi elini sallayıp konuşmasına devam etti. "Yanan ormanlar görüyorum. Ağlayan bebekler, yanmaktan kaçan insanlar." Kaşlarını çattı. Arkasına yaslandı. "Kıyamet gibi." Bunu söylerken gözlerini kısmıştı. Düşünceli görünüyordu. "Bu kı-" Nefesini verdi. "Afra'yla ne gibi bir bağı var bilmiyorum ama ateşlerin içinde onu görüyorum. Diğerlerinin aksine kaçmıyor ve yanmıyor. Daha farklı hissettiriyor."

"Belki Afra değildir." dedi İlke. "Kardeşin olamaz mı?" Pamir anında başını salladı. "Olamaz. Hafza olsa tanırdım. Kesinlikle Afra'ydı. Bunu söylediğim için kendimden nefret ediyorum ama o çok sevgili yöneticinize bildirirsiniz. Beni değil ama sizi dinler belki."

"Neden bize yardım ediyorsun?" Soruyu soran İlke değil bendim. Yemeğim bitmişti. Artık daha mantıklı düşünüyordum. Tepsiyi yere bıraktım. "Bizi sırf bunu söylemek için kaçırmış olamazsın." Gözlerinin en içine baktım.

"Zekisin." Kendini düzeltti. "Hafza zeki bir kızdı. Sen de öylesin. Yansıman sonuçta." Teşekkür edermiş gibi kafamla onayladım ve soruma cevap bekledim. "Size yardım etmiyorum." dedi arkasına yaslanarak. "Öngörüm doğru çıkarsa, halkım zarar görür. Bunun olmasını istemem. Halkını düşünen tek yönetici Karan değil sonuçta. Ayrıca haklısın. Sizi sırf bunun için kaçırmadım. Sadece göstermek istedim. Sevdiğin birinin hayatı tehlikedeyken neler hissettiğini. Ona yaşadığım her şeyi tattırmak isterdim ancak ben kardeşimi hatırlatan hiçbir şeye zarar vermem, veremem."

Benden bahsediyordu.

"Sandığın kadar kötü biri değilim. Sadec-"

"Sadece hikayene bir suçlu gerek." Sözünü kestiğimde kaşlarını kaldırdı. Bu tepkisi söylediklerime hayret ettiği için de olabilirdi. "Zor bir hayat yaşadım. Hayatımı zorlaştıran kişilerden nefret ettim ama fark ettim ki insan nefretini somut bir varlığa duymak istiyor. Bir dönem en yakınında olanlar, başka bir dönem nefret etmek için en kolay seçenekler hâline dönüşüyor." Omuz silktim. "Öfken öylesine fazla ki üzerinden bir yıldan fazla geçmesine rağmen hâlâ dipdiri kalmış. Ancak öfken küle döndüğünde mantıklı düşünmeye başlayacak ve Karan'ın da bir kurban olduğunu anlayacaksın. Kendin için suçlu bir kurban yaratmak, eninde sonunda seni daha da fazla kurban yapar."

"Senin kurbanın kimdi?" Onca sözümden sonra, aniden sorduğu soruyla yüzünü inceleme gereği duydum. Beni yargılıyormuş gibi bakıyordu. "Benim suçladığım kişi bir kurban değildi." Gözlerine baktım. "Asıl suçlu olandı. Annemdi."

Değildi.

Pamir'in yargılayıcı bakışları yavaş yavaş silindi ve yerini boş bakışlar aldı. "Kurban edebiyatın bittiyse sevgili eşini daha da çıldırtmak için sizi bir süre daha misafir etmeliyim. Ancak ondan önce," İlke'ye baktı. "Bir şey buldum." Bozuldum ancak belli etmedim. Aman be! Ne tuhaf adamdı bu böyle? Ne hâli varsa görseydi, bana neydi ki?

Ancak içten içe ona üzüldüm. Gerçekten. O kardeşini kaybeden bir abiydi ne olursa olsun. Acısı anlaşılmayacak kadar büyüktü. Öfkesi de öyle. Karan muhtemelen bu yüzden hiçbir şekilde karşı çıkmıyor, onu suçlamasına izin veriyordu.

Karan'ı özlemiştim.

Pamir, elini attığı cebinden bir şeyler çıkarttı. Yumruk hâlindeki elini bize uzattı. Elini açtığında, avcunda iki küçük, kırmızı iplik gördüm. Uçları bağlanmıştı. Çember şeklindeydiler.

"Hatırladın mı?" dedi Pamir güzel bir gülümsemeyle. Öfke yoktu. Nefret yoktu.

Saf bir gülümsemeydi.

İlke'ye döndüm. Onda da aynı gülümseme vardı. Hafif dolmuş gözlerle Pamir'in avcundaki iplere bakıyordu.

İpti bu sadece. Neden ortamda aşırı duygusal bir hava vardı?

"Nereden buldun bunları?" dedi İlke. Gülümsemesi büyüdü. "Kaybettiğim için çok üzülmüştüm küçükken." Pamir avcuna baktı.

"Kaybetmedin." dedi. "Kaptırdın. Hafza başta sevmedi ama sonra beni kıskandığı için seninkini de almış gizlice." İlke güldüğünde gülümsedim. Komik değildi ama gülümsedim işte. Belli ki onlar için bir anıyı hatırlatmıştı bu iplikler. Aralarındaki bağ güzeldi. Kırmızı bir iplikle bağlanmıştı ve ne yaşanırsa yaşansın, ne kadar ayrı kalınırsa kalınsın kopmayacak gibiydi.

Sessizlik.

İlke'nin gözleri hâlâ ipliklerdeydi ve gülüşü hiç solmadı bir süre. Sonra gözlerinden bir anı geçmiş gibi gülüşü perdelendi. Gözlerini kırpıştırdı. Pamir'e baktı. Ondaki bu değişimi Pamir de fark etti.

"Her şey çocukken güzeldi." dedi İlke. "Keşke yaşadıklarımız sadece o anılarla sınırlı kalsaydı." Acı bir şekilde gülümsedi. "Keşke benim sana ettiğimden daha beter ihanet etmeseydin bana."

Kız meselesi. Kız değil, kızlar meselesi. İlke bahsetmişti. Pamir'in ondan sonra defalarca başka kızlarla görüştüğünü ve asla ciddi olmadığını. Yani tek gecelik ilişkileri olmuştu. Az önce yabancı olmayan adamların bahsettiği mesele de bununla bağlantılıydı. İlke'ye inat belki de. Misilleme misali. Misillediği neydi bilmiyordum ancak İlke göremese de ben Pamir'in bunu ona inat yaptığını görebiliyordum.

İğrençti. Ne olursa olsun.

Pamir hevesi kaçmış gibi avucundaki ipleri yeniden cebine koydu ve kaşlarını kaldırıp indirdi. Bu konuda konuşmak pek hoşuna gitmiş gibi değildi. "Neden sustun?" dedi İlke. "Az önce küçüklükten beri sevdiğim kız bana ihanet etti diye bağırıp çağırıyordun. Kusura bakma ama acın küçüklükten beri sevdiğim adamın bana defalarca ihanet ettiği kadar değildir bence. Ne beni suçlamaya ne de bana bağırmaya hakkın var." Soluklandı. "Baksana, bize özel olan mükemmel bir anıyı bile acı içinde hatırlıyorum. Beni bu hâle sen getirdin. Sonra karşıma geçip Karan'ın yanında kaldım diye bana nutuk çekiyorsun. Afra haklıydı. Sen öfkeni somut bir varlığa duyarak rahatlamayı seçtin. Kimse sana bunu yaptığın için kızmadı ama artık yeter. Bazı gerçeklerle yüzleş ve yas dönemine bir son ver. Baksana, mantıklı düşünemiyorsun bile!" dedi kollarını kaldırıp etrafını işaret ederek. Pamir derin bir nefes aldı. Sabretmeye çalıştığı açıkça belliydi.

"Benim ihanetimi de senin ihanetini de geçelim o hâlde. Hepsi geçmişte kaldı ve telafi edilemez hatalardı."

"Ben bir hata yapmadım. Bir seçim yaptım ve seçimimin hâlâ arkasındayım. Bana aksini düşündürmen için sana yalvardım Pamir. Unuttun mu? Dizlerine kapandım. Seni gururumun önüne koydum ben."

"Sen beni sadece gururunun önüne koydun. Ben seni her şeyin, herkesin önüne koydum!" Pamir sonunda dayanamamış ve patlamıştı. Sakinleşmeye çalıştı ve başardı da. "İkinizde de Hafza'da olan değişimlerden var. Görüyorum. Sen İlke, şimdi Hafza ölmeden önce nasılsa öylesin. Hem de aynı adam için." dedi ifadesiz bir ses tonu ve ifadesiz bir yüzle. Ardından bana döndü. "Sen ise Hafza ilişkinin başında nasılsa öylesin. Bulutların üzerinde gibi. Çakılma fikri o kadar uzak ki, bir gün gerçekleri tüm çıplaklığıyla gördüğünde ve tam anlamıyla hayal kırıklığına uğradığında ne demek istediğimi anlayacaksın." İlke'nin de benim de konuşmama izin vermeden elini dizine vurdu ve ayaklandı.

"Benden bu kadar." dedi sakince. "Karan'ın gerçekten suçlu olduğunu düşünüyorum. Bunun için size hesap vermeyeceğim. Şunu unutmayın, bir gün gerçekten Karan'ın suçlu olduğunu anlarsanız, bana gelin. Size demiştim demeyeceğim." Güldü, göz kırptı ve içerideki adamlara seslenerek bizi eski pozisyonumuza geri döndürüp ellerimizi bağladı. Adamlar geri çekildiğinde de İlke'ye son bir bakış atıp, yürüyerek çıkmak yerine bir anda ortadan kayboldu. Kendinden o kadar emin konuşmuştu ki bir süre düşüncelerinden kurtulamadım. Ancak biliyordum ki Karan'dan şüphe etmek kendimden de şüphe etmem demekti.

Çünkü biz bir bütündük uzun süredir. Ve ondan şüphe etmek kolundan, bacağından şüphe etmek gibi bir şeydi. Kaşlarımı çattım. Bu düpedüz dizginleri onun eline vermek değil miydi? Öyleydi. Bu konu hakkında kendimle sonra yüzleşecektim. Şimdi ne yeri ne de zamanıydı.

Adamlar bizi tekrar eskisi gibi oturtmadan önce İlke'ye son kez döndüğümde oldukça düşünceli olduğunu görmüştüm. Ağladığı için gözleri kızarmıştı ve eminim Pamir bunu fark etmişti. İlke'nin ağladığını gizlemek gibi bir amacı yoktu çünkü Pamir zaten bir zamanlar onun ağlarken yaslandığı omzun sahibiydi.

"Nasıl kaçacağız?" dedi ince bir ses tonuyla arkamdan. "Bizi ne kadar tutacak belli değil. Tamamen hırs bürümüş gözünü. Kaçalım. Burada daha fazla kalamayacağım." Nefes nefese olduğunu fark etmiştim. Muhtemelen panik atak geçiriyordu yine. Pamir'in karşısında ifadesiz kalabilen İlke, o gittikten sonra savunmasız bir kadına dönüşüyordu. "Tamam, tamam nefes al. Ben bir yolunu bulacağım. İplerimi sıkı bağlamamışlar uğraşırsam açarım."

"Sessiz ol!" dedi fısıldayarak. Pamir'in bizi duyma ihtimaline karşı panik olmuştu. Benim gibi zihninde onu her şeyden haberdar eden bir Doğa Ruhu'na sahip değildi. "Merak etme. Şimdi her yer yangın yeridir. Başımızda dikilmez Pamir. Gitmiştir." İlke tahminime yanıt vermedi.

Meryem'e odaklanmalıydım ve öyle de yaptım. Zihnime tekrar girmesi biraz sürse de sonunda tanıdık fısıltısını duyduğumda içten içe rahatladım. Direkt konuya girdi. Sesinden zorlandığını anlayabiliyorum. "Çubuğu yavaşça eline bırakacağım. Pamir yaydığın gücü gizledi ancak buna rağmen Karan bulmak üzere seni. Gelmesi biraz sürer. İlke ile arkanda kalan kapıdan çık."

"Biz neden kaçıyoruz? Karan geliyormuş işte." Yerimde rahatsızca kıpırdandım. "Pamir Karan'ın konumunuzu tespit etmesine az kaldığını fark ederse yerinizi değiştirmek için geri dönebilir. İşimizi sağlama alalım." Dediği şey oldukça mantıklı ve gerçekleşirse başımıza dert açacak bir olaydı. Gerçekleşmemeliydi.

"Hemen ver şu çubuğu." dedim zihnimde. Elimi ipler yüzünden tam açamasam da parmaklarımı aralayabildiğim kadar araladım. Birkaç saniye sonra elime temas eden bir metalle birlikte, parmaklarımı sıkıca kapattım ve onu kavradım. "Düğümün arasına sokabileceğin kadar ince. Daha fazla zihninde kalamayacağım. Korkmayın, ne olursa olsun sizi koruyacağım." Bir şey söylemedim. Sadece dediğini yapmaya çalıştım.

Düğüm sıkı olsa da elimdeki çubukla zorlaya zorlaya açmayı başardım. Kan ter işinde kalmama aldırış etmeden ayağımdaki ipleri de hızla çözdüm ve ayaklandım. Elimdeki metal çubuğu İlke görmesin diye yavaşça yere bıraktım.

"İlke!" dedim yavaşça. Yanına adımladığımda gözlerini büyüterek bana baktı. "Sen, nasıl?"

"İpleri fazla gevşek bağlamışlar dediğim gibi. Biraz uğraşınca açıldı. Hadi, seni de çözüp gidelim şuradan." Beni başıyla onaylayıp çözmemi bekledi. Elim sürtünmekten mahvolsa da ipleri çözmeyi başardım. Ayaklarını çözerken bana yardım etti ve kalkarken bana tutundu. Elini sımsıkı tuttum.

"Beş adam saydım ama eminim daha fazlalar. Şurada bir kapı var gibi oradan çıkmak daha mantıklı." Dediğimi onaylayıp onu sürüklememe izin verdi. Ben önde ve o arkada, tuttuğu elim yüzünden yönlendirmelerime uymak zorunda kalarak sessizce ilerledi. Kapıyı yavaşça araladım. Dışarıya kısa bir bakış atıp kimsenin olmadığından emin oldum. "Kimse yok, gidelim!"

Hava yeni yeni aydınlanmıştı. Akşam saatlerinde olduğumuzu sanıyordum ama hayır, sabah saatlerindeydik. Bu bizim için iyi değildi çünkü koşarken belli olma ihtimalimiz yüksekti. Depodan ayrıldıktan sonra etrafı kontrol ede ede koşabildiğimiz kadar koştuk. Büyük, çorak bir arazi vardı deponun önünde. Arkamızı döndüğümüzde adamları görmek mümkündü ancak onlar bizi henüz görmemişti. Adımlarımızı hızlandırdık. Kanımızdaki adrenalin o kadar fazlaydı ki koşmasak bile nefes nefese kalacağımızı düşünüyordum. Arada yan dönen ayağım acısa da umursamadım. Durmak yakalanmamıza neden olabilirdi.

Bir ara İlke'nin ayağı takıldığı için düşecek gibi oldu. Kendimi zar zor da olsa durdurup onu tuttum. "İyi misin?" Doğrulmak yerine sessiz kaldı ve aradan saniyeler geçtikten sonra omuzları sarsılarak ağlamaya başladı.

Gerçekten ağlıyordu. Ne yapacağımı bilemedim. "Bak." dedi elini kaldırarak. Gösterdiği parmağına dikkat kesildim.

Kırmızı bir ip vardı parmağında.

Daha sonra elimi kaldırdı ve parmağımı gösterdi. Durmadan sarsılan omuzlarına ve hıçkırıklarına rağmen konuşmayı başardı. "Ne yapmış bak."

Benim parmağımda da bir kırmızı ip vardı. Bir yüzük. Kırmızı ipten, bir yüzük.

Bu kırmızı ipin olayı neydi bilmiyordum ancak şimdi sırası değildi. Hiç değildi. Ağlayan İlke'ye döndüm. Ellerimle yanaklarını tuttum ve başını yerden kaldırıp gözlerime bakmasını sağladım. Benden çatılı kaşlar, dik bakışlar beklemiyordu muhtemelen ancak artık yeterdi. Değer verdiğim bir insanın bu denli üzgün olması ve duygularına yenik düşmesine katlanamıyordum.

"İlke," dedim en az bakışlarım kadar sert bir ses tonuyla. "Sen, hayatımda tanıdığım en güçlü kadın olabilirsin. Gözümde öyle sert ve öyle yıkılmazsın ki. Lütfen, dayan. Her şeyi yoluna bizzat ben sokacağım. Pamir'i mi istiyorsun, alacaksın. Başkasını mı istiyorsun, kesinlikle yardım edeceğim sana. İstersen bu ipleri çıkartırız sonra. Yakarız birlikte ya da saklarız. Sen nasıl istersen. Yaralarını ben saracağım. Ağlamak istediğinde seninle ağlayacağım. Ama yalvarırım dayan ve koşmaya devam et. Her şeyi birlikte çözeceğiz tamam mı?" Ağzından birkaç hıçkırık kaçtı. Kafasını olumlu anlamda sallayıp yanaklarını elinin tersiyle sildi ve elimi yakalayıp koşmaya devam etti. Arkama döndüğüm saniyelik bir anda, adamların yokluğumuzu hâlâ fark etmediğini gördüm. Öylece dışarıda duruyolar ve sigara içiyorlardı.

Biz koştukça onlar küçüldü. Ancak durmadık. Karan'a koşuyordum. Sarılmak istediğim bedene doğru koşuyordum ve değil burkulan bileğim, kafama silah dayansa beni durduramazdı.

Uzaklardan gelen araba sesleriyle birlikte, adımlarım yavaşladı. Kaşlarımı çattım. Pamir arabayla gelmezdi. Acil bir durum olduğunu anlasaydı güçlerini kullanırdı.

İlke'yi arkama aldım. Güçsüz bedeni nereye savursam oraya gidiyordu. Açık alanda olmamız bizim aleyhimizeydi.

Araba seslerinin hangi yönden geldiğini seçebilmek için dikkat kesildim.

Ancak araba seslerini bastıran daha yüksek bir sese şahit oldum.

Bir silah sesine. Ve bir başka silah sesine. Ardı arkası kesilmeyen silah seslerine.

Tam yedi el ateş edildi. Beş defa art arda ve kısa bir aradan sonra iki defa daha. Sesin hangi yönden geldiğini adım kadar iyi biliyordum. Gözlerimi kıstım. Depoda neler olduğunu anlamaya çalıştım.

Bir adam, önünde duran beş cesetin başında bekliyordu. Elinde bir şey tutuyordu. Muhtemelen silahtı. İçeride de iki ceset olmalıydı ya da boşa sıkmıştı.

Adam bu tarafa doğru baktı. Depoya yaklaşan arabaları gördüm. İçlerinden onlarca adam çıktı ve her biri depoya doğru koştu.

Yetmedi.

Uzaklardan gelen silah sesinden bile güçlü bir ses duyuldu bu kez. Helikopter sesi. Anında depoya doluşan adamların arasında, bedenini tanıdığım tek bir adam vardı ve o da bize doğru bakıyordu.

Silahı beline taktı. Gözlerini seçemiyordum. O kadar uzaktaydı ki.

Oydu.

Karan'dı.

Kızıl'dı.

Nasıl yaptı bilmiyorum ama o kadar hızlı bir şekilde yanımıza geldi ki, bağı çözülen ayaklarıma rağmen beni havada yakaladı. Bedenimi bedenine yapıştırdı.

Uzun zaman sonra ciğerlerime dolan kokusunu sanki mümkünmüş gibi daha çok içime çektim. Mayıştıran sıcaklığı benim için ayarlanmış gibiydi. Büyük ellerinden biri belimdeydi ve biri de kafamdaydı.

"Araf." dedi hasret dolu bir sesle. Daha sıkı sarıldı. "Buz gibisin." İlke elimi bırakıp yakınımızda bir yerlerde duran helikoptere yalpalaya yalpalaya gitti. Helikopterden inip onu kucağına alan Deniz'e sokuldu ve muhtemelen bayıldı.

"Kızıl." dedim ona daha sıkı sarılarak. "Geldin."

"Geldim. Hep gelirim." Yüzünü boynuma gömdü ve derin derin nefesler alıp verdi. "Canımdan can gitti." dedi kafasını sallayarak. "Ölecektim."

Ağlayacak gibi oldum ancak tuttum kendimi. Yeni doğan bir bebek gibiydim şu an. Annesine kavuşan bir bebek. Kolları öyle sıkı sarmıştı ki beni, öldürmek istese de güvende hissederdim. Benim için özellikle ısıttığı bedeni onun yokluğunda buz gibi olan bedenime şifa oldu. Dudaklarını boynumda hissettim. Ellerini saçlarımda, belimde. Gittikçe güçsüzleşen bacaklarıma rağmen hâlâ dimdik ayaktaydım ve bunu sebebi Karan'dı

Her anlamda.

"İyisin değil mi?" dedi geri çekilip beni büyük elleriyle omuzlarımdan yakalayarak. Bedenimi baştan aşağıya süzdü. Ardından gözleri aşağıda bir yerlerde takılı kaldı. Bileklerimde. Düğümü açmak için kendimi zorladığımdan bileklerim kızarmıştı. Yer yer morluklar da vardı.

Elimi nazikçe yakaladı ve avuç içimi kendine çevirip bileğimin üzerindeki kızarıklarda baş parmağını nazikçe gezdirdi. O kadar dikkatli bakıyordu ki bileğimi kesmişim gibi hissettim.

İyi ki hiç gerçekten kesmemiştim bileklerimi.

"Canın yanıyor mu?" dedi küçük bir çocuk gibi. Utanmasa ağlayacaktı. Nefesinin düzensizleştiğini fark etti. Kendini suçladığını görüyordum. Bileğimden bir an bile ayırmıyordu gözünü ve Karan utanç duyduğunda bunu hep yapardı.

Gözlerime bakamazdı.

"Acımıyor." dedim yavaşça bileğimi geri çekerken. "Geçti." Elimi yeniden yakaladı. "Deniz baksın. Merhem verir belki." Helikoptere doğru gidecekken onu durdurdum.

"Gerek yok Karan. Gerçekten gerek yok. Geçer. İlk defa bu tür yaralar almıyorum. Konuştuk bunları." Kafasını olumsuz anlamda salladı. Bileğime yeniden baktığında gülümsedim ve bu defa gerçekten elimi ondan kurtardım.

"İyiyim ben. Sen de iyi ol." dedim gülümsemeye devam ederken. "Hep iyi ol." Karan ne anladı bilmiyorum. Sadece donuk bakışlar attı suratıma. Ardından yavaşça yaklaştı. Bir adım attı, sonra bir tane daha ve bir tane daha...

Tam karşımda dikildiğinde, ne istediğini de ne istediğimi de iyi biliyordum. Zira özlemek insanın başka bir yanını keşfetmesine yol açıyordu.

Karan'ı özlemek bambaşkaydı. Öyle ki, henüz tam anlamıyla tadını alamadığım dudaklarını dahi özlemiştim. Kafasındaki her bir düşünceyi, kafamda anında silikleşen sesini, saçlarını, güzel çehresini ve daha milyonlarca Karan özelliğini.

Karan'ı her anlamda özlemiştim.

Karan'ın adamları arkamızdaki depoyu ateşe vermişti ve yükselen alevler yüzlerimizi aydınlatıyordu. Onu beklemedim. Hayatımda ilk defa bu tür bir konuda cesur davrandım. Hızlı ve büyük bir adımla ona yaklaştım ve ondan önce dudaklarımızı birleştirdim.

Öylesine sıcak ve tanıdık bir histi ki. Yumuşak dudakları dudaklarımın üstündeyken, kendimi kuş tüyü kadar hafif hissettim. Yavaş öpüşü hırçınlaşmaya başlayabilirdi her an ancak ikimiz de bunun yeri olmadığını biliyorduk. Eli yanağımda geziniyordu. Diğer elini belimde sabitlemişti ve eminim hareket ettirmek istemiyordu. Zira her bir dokunuşu onun için de benim için de tehlikeli olabilirdi.

Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyordum ancak hiç bitmesin istedim. Ondan hiç ayrılmamak istedim. Onu gerçekten, tam anlamıyla istedim. Öyle ki, ellerim ensesine çıktı ancak Karan işin kızışacağını anladığında geri çekilmek zorunda kaldı. Dudaklarımdan yavaşça ayrıldı. Beni kendinden uzaklaştırmak yerine dudağıma bir öpücük daha kondurdu. "Araf." dedi nefes nefese bir sesle. Ayrıldığı için kafamın karıştığını anladı ancak karşı çıkmak yerine onu bekledim.

Kurduğu cümle aklımdaki tüm kargaşayı yok edecek türden bir cümleydi. Birini gereğinden fazla istemek ancak bu denli özel ve kışkırtıcı tarif edilebilirdi.

Tehlikeli bir sesle dudağıma doğru fısıldadı.

"Ben bazı konularda Cehennem'ini istiyorum."

Söylediği şey beni cehennem, onu ise bir günahkâr yapardı.

Ben Araf'tım.

İsterse onu da yakardım.

Loading...
0%