Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26- GERÇEK SANRILAR

@elfhikayelerii

Özlemek için ne kadar ayrı kalmak gerekiyordu? Ya da gerçekten hasret duymak için?

Özleme eylemi genelde belli bir süre uzak kaldıktan sonra hissedilen acı verici hüzün olarak tanımlanırdı ancak bana göre asla öyle değildi. Bunu Karan'ı tam anlamıyla sevmeye başladığımda anlamıştım. Seven insan aralarında milyonlarca kilometre olsa da, birkaç metre olsa da özlüyordu sevdiğini. Çünkü sevmek ve sevilmek doyumsuzdu. Sınırsız olan bir şeye, özellikle bu bir duyguysa, sınır koymak sevmeyenlerin, sevilmeyenlerin yapacağı bir aptallıktı.

Özlemek bir zorunluluktu çünkü. İnsan kendine zarar verecek kötü olan bir hissi hissetmek istemezdi. Ancak yine aynı insan, sevginin özlem getirdiğini ve bu özlemin asla dinmediğini bile bile yine sevmeyi seçerdi. Çünkü elimizde başka ne vardı ki? Bizi birbirimizden ayıran tek şey kafamızdan da kalbimizden de çıkmayan duygularımızdı.

Şimdi, elim Karan'ın elinin içindeydi ve ben bir gün bile ayrı kalmamamıza rağmen onu ne kadar özlediğimi düşünüyordum. Yanındayken bile özlediği birinden değil bir gün, bir saat ayrı kalsa deliriyordu insan. Ben ne yapsaydım?

Kimseden çıt çıkmıyordu. Çıksa da duyulmazdı bu gürültüde zaten. Üşüdüğüme kanaat getirilmiş ve bedenime ince bir örtü sarılmıştı. Helikopterdeydik. Dönen pervanelerin çıkarttığı yüksek ses nedeniyle herkes sessiz kalmayı seçmişti. Ortam oldukça sessiz olsa bile eminim kimse konuşmazdı. Zira İlke önümde baygındı ve Deniz ona serum bağlamakla meşguldü.

Karan'ın bakışları ise bir yerde takılı kalmıştı. Neye baktığını çok iyi biliyordum. Tuttuğu elimdeki kırmızı iple oynarken, bir yandan da İlke'nin parmağındaki kırmızı ipe dikmişti bakışlarını. Bir şeyler düşünüyordu ve her ne düşünüyorsa onu da zihnini de oldukça meşgul ediyordu.

Bir ara gözlerim Deniz'in kaşında takılı kaldı. Sanırım yaralanmıştı. Pamir'in onu etkisiz hâle getirmek için başvurduğu yol yüzünden olmuş olmalıydı. Bayılırken kafasını yere vurduğunu tam olarak görmemiştim. Ancak aklıma yaralanması konusunda başka bir sebep gelmiyordu.

Doktor olduğundan ona işini öğretmek gibi bir ukalalığa girişmeyecektim ancak eminim kaşı bu şekilde kalmaya devam ederse mikrop kapacaktı. Sanırım bu aptal helikopterin aptal pervanelerinden çıkan ses yok olduğunda, onu bu konu hakkında uyarabilirdim.

Ne kadar süre geçti aradan bilmiyordum ancak gözlerimin yavaş yavaş kapandığını fark ettim. Pamir bizi kaçırdığında uzunca bir süre baygın kalmama rağmen bedenim güçsüz düşmüştü ve bu normal karşılanabilirdi. Adrenalin tehlike geçtikten sonra uyku getirirdi sonuçta.

Bilincimi arada bir yitiriyor, kafam yaslanacak bir yer bulamayıp düştüğü an sıçrayarak geri uyanıyordum. Bu durum birkaç defa tekrarladı ancak İlke'nin parmağındaki ipe bakarak muhtemelen hayatını sorgulayan Karan fark etmiş olacak ki, başımı nazikçe omzuna yatırdı ve saçlarımın üzerinden başımı öptü. Şu an bedenine temas eden bedenim öyle kolay ısınıyordu ve bu sıcaklık beni öyle güzel şımartıyordu ki, gülümseyemeden edemedim. Karan'a kocaman sarılmak, ona hayatımdaki yeri hakkında bir paragraf yazmak istiyordum.

Ancak sadece uykuya teslim oldum.

******

Uyandığımda tanıdık bir mekandaydım ve bu şükretmem için yeterli bir sebepti. Zira Pamir'in misafiri olmak diken üstünde olmakla eş anlamıydı ve bu insanı düşünüldüğünden çok daha fazla yoruyordu.

Evimdeydim.

Buraya ilk geldiğimde, Karan'ın bana normal bir hayat yaşatmak istediğini anımsadım ve bu aptal gibi gülümsememe neden oldu. Aslında beni güldüren şey Karan'ın benim için güzel şeyler yapmaya çalışması değildi. Beni güldüren şey direkt Karan'dı. Herhangi bir konuda ismi geçince bile gülümsemeye başlayabilirdim. Hissettiklerimin adı neydi bilmiyordum. Daha önce böyle hissetmemiştim. Düşünüyordum da sanırım ben Karan'dan önce hiç iyi bir duygu hissetmemiştim.

Karan hissettirmişti.

Karan bana gerçekten iyi hissettirmişti.

Bu bir tür, teslimiyetti. Kendimi ister istemez ona çekilirken buluyor ve asla şikayetçi olmuyordum. Tam anlamıyla teslim oluyordum.

Ancak kendimi korumaya takıntılı olan bir tarafım vardı ki o taraf, benim Karan'a karşı yıkılmayan tek kalemdi. Dimdik ayaktaydı ve kalenin başında Neriman Suskun vardı. Uzaklardan bir yerlerden bana 'Kimseye tam anlamıyla güvenme!' dediğini duyar gibiydim ancak yeni yeni anlıyordum ki bu seslenişe uzun zamandır kulağımı tıkamış durumdaydım. Bir kere olsun sonumu düşünmeden hareket etmek istiyordum çünkü Karan benim bu hayatta tam anlamıyla güvendiğim tek insandı.

Belki de ben öyle olmasını istiyordum.

Düşüncelerimden, onlar istemediğim yerlere gitmesin diye hemen uzaklaştım. Zaten uyanır uyanmaz tüm bunları hemen nasıl düşündüğümü de anlamamıştım. Dilimi kuruyan dudağımda gezdirdim. Susadığımı hissediyordum.

Yattığım yataktan doğruldum ve gözlerimi ovuştura ovuştura banyoya ilerledim. Hızlı bir duş aldım. Yaşadığım mükemmel aksiyondan sonra kendimi pis hissediyordum. Duştan çıktıktan sonra üzerime siyah, bol bir tişört giydim. Altıma ise gri bir şort geçirdim. Islak saçlarımı kurutmak yerine tepeden toplamayı tercih ettim. Evde hiç ses yoktu ve bu, üzerimi giyer giymez aşağı kata inmem için iyi bir sebepti.

Saat kaçtı bilmiyordum. Burada neredeyse hep iç karartıcı olan hava yine aynı şekilde iç karartıcıydı bu yüzden öğlen saatlerindeysek şayet bunu tahmin etmem oldukça zordu. Merdivenlerden dikkatle indim. Kafamı uzatıp etrafa bakındım. Mutfakta kimse yoktu. Yavaş ve temkinli adımlarım salona yöneldiğinde birinin düzenli nefes alışverişlerini duydum ve bu içten içe sevinmeme neden oldu. Kafamı uzatır uzatmaz, nefeslerin kime ait olduğunu anladım.

Deniz'di.

Koltukta oturur pozisyonda uyuyakalmıştı. Başı arkaya düşmüştü ki bu gerçekten uyduğunun kanıtıydı. Yüzünü inceledim. Kaşı hâlâ aynıydı. Kendisiyle ilgilenmemişti ve yarasının mikrop kapması an meselesiydi. Hatta çoktan kapmış bile olabilirdi. Bir ihtimal, ona yardım etmeyi düşündüm. Hatta ona doğru birkaç adım attım ancak sonra zaten benden hoşlanmadığını hatırlayarak, geri çekildim. En mantıklısı karışmamaktı. Belki daha sonra Karan'a söyler, iletmesini isterdim.

Arkamı dönüp yeniden odama çıkacağım sırada, bir ses duydum.

"Uyandın mı?" Deniz, pürüzlü ve yorgun sesiyle bana bu soruyu yönelttiğinde sanki yanlış bir şey yapmışım gibi yerimden sıçradım. Anında ona döndüm. Elim ayağım birbirine girmişti. Hâlâ aynı pozisyonda, kafası koltukta geri yaslanmış ve gözleri kapalı bir şekilde bana seslenmişti. Uyumuyordu ya da yeni uyanmıştı.

"Evet uyandım." dedim kendimi bir şekilde sakinleştirerek. Sesimin stabilliğinden bunu başardığımı anladım. Derin bir nefes alıp verdim ve tekrar arkamı dönme girişiminde bulunacakken Deniz'in sesini bir kez daha duydum.

"Kendini nasıl hissediyorsun?" Şaşkın bir edayla ona baktığımda hiç hareket etmediğini fark ettim. Çok yorgun görünüyordu. "Ben," dedim yutkunarak. "Ben iyiyim." Şaşkınlığımın sesime yansımasını önleyememiştim maalesef. Kafasını kaldırdı ve gözlerini açtı. Eliyle yüzünü sıvazlayarak memnuniyetsiz olduğunu belli eden sesler çıkarttı. Büyük ihtimalle içinden, bize tüm bunları yaşattığı için Pamir'e sövüyordu. Onu uyandırdığım için bana sövüyor da olabilirdi pek tabii.

"İlke yukarıda yan odanda uyuyor. İki dakika kahve molası vermiştim uyuyakalmışım." Bana yaptığı açıklama sonucu verebildiği tek tepki kaşlarımı çatmak oldu. Neden bana açıklama yapıyordu anlamasam da temkinli davrandım. "Sen de yorgun görünüyorsun. Ben yeterince dinlendim. İlke'nin başında bekleyebilirim istersen. Sen de dinlenmiş olursun." Deniz cevap vermeden ayağa kalktı. Üzerini düzeltti. Terliklerini giydi ve yanımda geçip gitti. İlke'yi görmek için onu takip ettim. Tabii ki kabul etmeyecekti. Benden öylesine nefret ediyordu ki az önceki sorusunu doktor olduğu için sormuştu.

"Serumu bitmiştir. Onu çıkartmalıyım." Yaptığı açıklamanın ters olmaması onu da geçtim, bana tam anlamıyla bir açıklama yapmış olması içten içe şaşırttı beni. Peşinden ilerlerken kaşlarımın havalanmasını önemsemedim çünkü beni görmüyordu.

"Saat öğlen iki oldu. İlke ayılamadı henüz. Helikopterden beri baygın. Yorgun olduğundandır büyük ihtimalle." Başımla onayladım. İlke'nin odasına sessiz olmaya özen göstererek girdik ve kapıyı arkamızdan yavaşça kapattık.

Deniz'e doğru fısıldadım. "Kaçırılmadan önceki gece uyumadığından söz etmişti. Dediğin gibi yorgun olmalı." Ona doğru hafifçe eğilmiştim ve Deniz garipsememişti. Güneş de yoktu ki, güneş mi geçti bu adamın başına diye sorabileceğim. Ne dönüyordu anlamıyordum ancak Deniz benimle daha insanca konuşuyordu. Normalde beni takmaz hatta terslerdi. Sanırım kaçırıldığım için bana acımıştı.

İlke'ye doğru ilerleyip kolundaki serumu yavaşça çıkarttı. İlke'nin yüzüne gelen saçını parmağıyla yavaşça geri attı ve tüm bunları yaparken dudağında ufak bir tebessüm asılı kaldı.

Ben ise dikkatle onu izliyor, muhtemelen kimsenin bilmediği bir sırrı öğrenmiş bulunuyordum. Onu hep çatık kaşları ve ciddi tavırlarıyla tanıyan biri olarak gülümsemesine şaşırmadan edemedim. Şaşkınlığım dağıldığı an muhtemelen ileride pişman olacağımı bile bile dudaklarımı araladım.

"Küçükken Deniz adında çok sevdiğim bir arkadaşım vardı." dedim durumları eşitlemek için. Onun bende sırrı varsa benim de onda sırrımın olması ona güven verebilirdi. Gerçi şimdi onun sırrını öğrendiğimi bile anlamamıştı ancak ben dürüst bir insandım. Dahası, sanırım onunla bu şekilde bağ kurabileceğime inanmıştım. Biriyle aram kötü olunca ve o kişiyle sürekli aynı ortamda bulunmak zorunda kalınca kendimi hiç rahat hissedemiyordum.

İlke'de olan bakışlarını yavaşça bana çıkarttı ve kaşlarını çattı. Dinlediğini görebiliyordum. "Benden dört yaş büyüktü ama aynı zamanda benden oldukça küçük gibiydi de. Büyük oyuncak arabalarla oynamayı severdi. Ailelerimiz çok katı olduklarından, Deniz evden kaçıp kaçıp bizim bahçemize gelirdi. Herkesten gizli buluşurduk yani." Gözümün daldığını ve istemsizce gülümsediğimi konuşmam bitince fark ettim. "Dediğim gibi aramızda dört yaş vardı ama ben çok daha olgundum ona göre. Oldukça baskıcı bir ailesi olmasına rağmen, yine de her dediğini yaptırıyordu. Öyle olmasa şoförün aklını çelip çelip yanıma yakalanmadan nasıl gelecekti ki?" Derin bir nefes alıp verdim. İlke'nin üzerindeki dikkati tamamen bendeydi şimdi. Sıradan bir konu olmasına rağmen dikkat kesilmişti. Benimle ilgili hiçbir şey dikkatini çekmez sandığımdan, böyle bir tepki almak anlatma isteğimi arttırdı. "Ben ise tam tersine hem baskıcı hem de söz sahibi olmamın imkansız olduğu berbat bir ailede büyüdüm. Aile denebilirse tabi. Belki de bizdeki bu farklılığın nedeni ailelerimizdi. O az da olsa şımartılmıştı ve gerçek bir çocuktu. Ben ise gösteriş için tasarlanan bir oyuncak bebeğe dönüşüyordum her seferinde. Annemin arkadaşlarına sergilenmek için sadece." Omuz silkip acı acı gülümsedim. "O arkadaşım bana, gerçek bir çocuk nasıl olunur öğretmeyi başardı. Ne kadar acı çekersem çekeyim onun yanında unuturdum hepsini." Son kez araladım dudaklarımı. "Her zaman olduğu gibi bu da hüsranla sonuçlandı. O arkadaşım benimle oynamak için bahçemize geldiğinde küçük bir topun peşinden koşarken araba çarptı. Her yer kandı. Her yer hem de. Hiçbir şey yapamadım. Elimden hiçbir şey gelmedi. Hayatımdaki her şeyi mahvettiğim gibi onun da hayatını mahvettim. Bir ruh emici gibi."

"Neden anlatıyorsun bunları bana?" dedi sakin bir ses tonuyla. Kaşları hâlâ çatılıydı ve bakışlarında ciddiyet vardı. Hüsranla biten bir masalı dinlemiş gibi bir hâli yoktu hiç.

İlke'ye baktım. Sonra tekrar Deniz'e döndüm. Çenemle yatakta yatan ve arada inleyen küçük bedenin sahibini işaret ettim. "Sen karşılıksız sır verecek bir adam değilsin." İlke'ye döndü. Durumu hâlâ anlamamış gibiydi. "Sen bana istemeden bir sır verdin ve ben de zeytin dalı uzatmak için sana bir sırrımı verdim. Durumlar eşit."

Gözlerimin içine baktı. "Ne sırrı, ne saçmalıyorsun?" Gözlerimi kısarak şüpheyle ona baktığımda, o da gözlerini kıstı.

"Daha kendine bile itiraf edememişsin."

"Neyi?" Derin bir nefes verdim. Boş ver dermiş gibi elimi salladım ve arkamı dönerek odadan çıkmak için ilk adımı attım ancak arkamdan gelen sakin bir ses duydum.

"O çocuk," dedi beni durdurabilecek bir konuyla ilgili konuştuğunu bilerek. Tahmin ettiği gibi durdum ve ona dönmeden dinledim. "O çocuk hayatını mahvettiğini düşünmüyordur." Gülümsedim ancak öyle acı dolu bir gülümsemeydi ki acı dayanılamayacak bir noktaya geldiğinde gözyaşlarım arttı.

İçinde bir yerlere sığdıramadığın herhangi bir acı; en sonunda gözlerinden yaş olarak akardı.

"Düşünebilirdi belki." dedim İlke uyanmasın diye fısıldayarak. Ancak eminim İlke olmasa ben yine fısıldardım çünkü sesim soluğum çıkmazdı bu konuda. Sesimi yükseltemezdim. "Ölmüş olmasaydı." Tek kelime daha etmesine fırsat vermeden odadan sessizce ayrıldım ıslanan yanaklarımı sildim. Karnım acıkmıştı. Şu an, sadece karnımın açlığına odaklanmak istiyordum. Bir şeyler atıştırmak için mutfağa yöneldim. Merdivenleri aştım, mutfağa girdim.

Karan neredeydi?

Sanırım bu soruyu Deniz'e daha önce sormalıydım. Şimdi bir süre konuşmasak daha iyiydi. Dolaptan gerekli malzemeleri çıkartıp kendime bir sandviç hazırladım ve yiyebildiğim kadar yedim. Midem gittikçe küçülmüştü sanırım. Buraya geldiğimden beri sağlıklı beslenemiyordum. Kilo vermiş bile olabilirdim. Su içmek için bardağı elime aldığımda, gözüm pencereye takıldı. Dışarıda her zamanki gibi Karan'ın adamları vardı. Sanırım Karan'ın nerede olduğunu sorabileceğim birilerini bulabilirdim. Suyumu içtim, dışarı çıkmak için ayakkabılarımı giydim.

Deniz hâlâ İlke'nin odasında olduğundan çıktığımı duymamıştı bile. Kapıdan çıkar çıkmaz yüzüme doğru esen sert rüzgar, saçlarımı savurdu. Bu insanlar bu soğuk havada, nasıl oluyordu da dışarıda bekliyorlardı?

Cevap basitti.

Ekmek parası...

Derin bir nefes aldım ve adamlarda teker teker göz gezdirdim. Evet, hepsi tanıdık simalardı ancak aralarından biri çok daha yakındı.

Aslan beni görür görmez yanıma gelmek için harekete geçtiğinde gülümsedim. Bana asla saygısızlık etmiyor hatta üzerine her sıkıntımla bizzat ilgileniyordu. Bir abi gibiydi benim için.

O söze girişmeden ben sormak istediğim soruyu sordum. "Aslan, Karan nerede biliyor musun?" Önümde durup ellerini bağladı. "Kendisi meclise gideceğinden söz etti. Siz uyanmadan dönecekti ama gecikti sanırım biraz. Acil bir toplantı istemiş bildiğim kadarıyla. Konu ne bilmiyorum ancak eminim sizinle ilgilidir." Onu, bana siz diye hitap ettiği için uyarmak istedim ancak görüyordum ki bu nafile bir uğraştı. Belli ki kendini böyle daha rahat hissediyordu. Karışmadım.

"Tamamdır." dedim başımla onaylayarak. "Teşekkür ederim." Arkamı dönüp eve girecektim ki Aslan seslendi.

"Yenge." Az önce siz diye hitap eden adamın şimdi samimi bir hitap şekli kullanmasını yadırgamıyordum artık. Ona döndüğümde, ceketinin iç cebinden bir şey çıkarttı ve bana uzattı. "Efendimiz ihtiyacınız olabilir diye düşündü. Uyanırsa ben gelene kadar oyalanmasını sağlar belki dedi." Uzattığı telefona bakıp gülümsedim ve elinden alıp havaya kaldırdım. "Teşekkürler." dedim elimdekini işaret ederek. Başıyla onaylayıp geri çekildi.

Elimdeki telefonla birlikte eve geri döndüm. ayakkabılarımı çıkartıp salona geçtim ve kendimi koltuğa atarak telefonla uğraşmaya başladım. Karan meclisteyse telefona bakamazdı. Ona kısa bir mesaj atmaya karar verdim.

İşin bitince beni arar mısın?
14.56

Denizle beni aynı evde bırakmışsın.
14.56

Çok gergin bir ortam var şu an.
14.57

Garip bir şekilde yakın davranıyor anlamış değilim.
14.57

Kısa olacağına dair kendime verdiğim sözü ancak bu kadar yerine getirebildim. Onunla konuşmayı o kadar çok arzuluyordum ki. Aptal aptal ekrana bakarken, iki renksiz tik birden mavi oldu. Yaslandığım yerden doğruldum ve bağdaş kurdum. Aşırı ciddi bir iş üzerinde uğraşıyor gibiydim.

Şimdi meclisteyim.
14.58

Döndüğümde özlemini gideririz artık.
14.58

Belli, çok özlemişsin beni.
14.58

Aptal gibi sırıttığımı fark ettiğimde yüz ifademi düzelttim zira Deniz muhtemelen yeniden kahve yapmak için hemen karşımdaki mutfağa girmişti.

Özlediğimizden değil herhalde.
14.58

Deniz'den minnacık çekiniyorum.
14.59

Geriyor beni.
14.59

Çabuk gel çok yalnızım.
14.59

Özlemedin yani?
14.59

Konu bu mu şimdi Karan Allah aşkına?
14.59

Biliyorsun benim için konu seninleyken hep böyle şeyler. Aksini bekleme benden.
14.59

İyi be, tamam! Biraz özledim sadece.
14.59

Hemen yanında olmak için elimden geleni yapacağım, karıcığım. Sık dişini. Şimdi işim var biraz. Biter bitmez yanındayım.
15.00

Zaten yarım kalan bir mevzu da var aramızda malum.
15.00

Gözden geçirmiş oluruz.
15.01

Peki, bekliyor olacağım kocacığım.
15.01

Mesajımı görmesini, konuşmadan çıkmasını sırıtarak izledim. Cüretkâr mesajına verdiğim cüretkâr cevaplar yüzünden en sonunda ikimiz de yanacaktık. Kendimi öylesine özgür hissediyordum ki onu severken. Çok, çok başkaydı. Beni mutluluktan ağlatacak kadar çok başkaydı. Derin bir nefes alıp telefonu kapattım ve ayaklanmak için kafamı kaldırdım ancak girişteki kirişe yaslanmış, elinde iki kupa kahveyle beni izleyen Deniz'i görünce yerimden sıçradım.

"Ne yapıyorsun orada? Ödüm patladı." Deniz herhangi bir tepki vermeden yanıma doğru geldi. Orta sehpahaya kahveyi bıraktı ve karşımdaki koltuğa oturdu. "Onu gerçekten seviyorsun." dedi kafasını 'Anladım.' dermiş gibi sallayarak. Bir yandan da kahvesinden bir yudum aldı. "Hafza da senin gibiydi. Onunla konuşurken hep gülümserdi, ağzının içine bakardı resmen. Ne derse yapardı. Karan ise farklıydı. Şimdi olduğu gibi değildi hiç. Şimdi anlıyorum oldukça kötü bir yalancı olduğunu. Ama daha önce kimseyi sevdiğinden bahsetmemişti. İnsanlar farklı sever ya, ondan gerçekten seviyor zannettim." Yutkunarak bana baktı. İfadesiz yüzüme. Eminim içimdeki yangını görmedi. Görse bile görmezden gelirdi. Şimdi karşıma geçmiş onu hiç sevmemiş masalı anlatıyordu ancak ben ne derse desin üzülecektim. Bunu hesaba katmıyordu ya da katma ihtiyacı duymuyordu.

"Karan bazı tablolar çiziyordu Hafza'dan önce." dedi gözlerini kısarak. "Senin tablonu. Tıpa tıp aynıydınız. Seni önceden tanıyordu. Bunu da yeni anlıyorum."

Arabada bahsettiği şey geldi aklıma. Daha sonra da gördüğüm tablolar geçti gözümün önünden. Saraydaki tablolar. Sarayda Hafza'ya ait olduğunu düşündüğüm, arabadaki konuşmamız sonucu bana ait olduğunu anladığım tablolar. "Sanırım biliyordun bunu?" dedi sessizliğimden güç alarak. Kıstığı gözlerinden beni resmen sıkıştırmaya çalıştığını anladım. Bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Bu açıkça belliydi. "Ne öğrenmek istiyorsun?" Tıpkı onun gibi gözlerimi kısarak sorduğum soruya omuz silkip kahvesinden bir yudum alarak cevap verdi. "Amacın ne? Bıraksak bir kaşık suda boğarsın beni ama sabahtan beri cana yakın davranmaya çalışıyorsun. Beni uğraştırmak yerine ne istediğini açıkça söyleyebilirsin. Böylelikle birbirimizle daha az muhatap olmak zorunda kalırız. Nasıl fikir?"

"Bak," dedi Deniz yarı oturur pozisyonundan vazgeçip dikleşerek. Elindeki bardağı sehpahaya bıraktı ve dirseklerini dizlerine dayayarak öne doğru eğildi. Ciddi bir konuşma yapmaya çalıştığı pek tabii belliydi. "Karan öyle senin sandığın gibi özgür bir adam değil. Bu konuda Hafza'yı sayamadığım kadar çok uyardım. Onun için hep halkı vardı ve hep halkı olacak. Bir gün sen ve halkı arasında kalırsa gözünü bile kırpmadan halkını seçer Afra. O, mantığı ön planda olacak şekilde büyütüldü ve kendisi de bunu hep haklı buldu. Yıllarca babasıyla taht mücadelesi etti. Ne anlattı sana? Dayı'nın yanında kaldıktan sonrasını anlattı mı mesela?" Yalnızca gözlerine bakmakla yetindim. Bu sorduğu soruya cevap alması için yeterliydi sanırım. Histerik bir şekilde gülüp kafasını öne eğdi. Daha sonra yeniden ciddileşip yüzüme baktı ve acımasızca konuşmaya başladı. "Aynı yalanları Hafza da dinledi Karan'dan ve o da kandı senin gibi. Bak nerede şimdi?" Arkasına yaslandı.

"Karan yönetmek için doğmuş, yönetilmek için değil."

"Doğrusu ne o halde?" Son söylediğini önemsemeyip ifadesizliğimi koruyarak sorduğum soruya karşı derin bir nefes alıp verdi. "Evet, Dayı'nın yanında kaldı bir süre. Birkaç yıl. En azından annesinin öldüğü gün içinde hissettiği gücü kontrol edip gizlemeyi öğrenene kadar. Daha sonra kendi kendine teslim oldu. Herkese kendisini veliaht olarak tanıttı. Çünkü biliyordu ki, babası yeniden bir erkek çocuk sahibi olsa bile asla kendisi kadar güçlü olamayacaktı. O, annesi sayesinde direkt olarak dört büyüklerin soyundan geliyordu. Ancak dediğim gibi Karan yönetim konusunda da, güç elde etme konusunda da bir dahiydi. Babasının pis işlerini yaptı yıllarca. Hatta bir ara babasının güvenini kazanmayı bile başardı ancak içinde öyle büyük bir kin vardı ki, aradan oldukça fazla zaman geçmesine rağmen babasına gözünü bile kırpmadan ihanet etti. Onu arkasından vurdu." Söylediklerini dinledim. İçimden sesli bir şekilde düşündüm aynı zamanda. Öyle ki içimdeki kalabalık, seslerini bir ara gözlerim vasıtasıyla Denize duyurmayı başardı ve Deniz bana onaylamayan bakışlarla karşılık verdi. Derin bir nefes alıp verdim ve hafifçe tebessüm ettim.

"Sanırım Karan'ı bu yüzden seviyorum Deniz." Kurduğum cümle sonucu bana delirmişim gibi baktı. Ne hissettiğimi ve neden hissettiğimi gayet iyi biliyordum. "Ancak acısı boyunu aşanlar sevdiklerine ihanet edebilir. Buraya gelmeden önce annemin başına silah dayamıştım ve bu evren beni kendine çekmese yemin ederim onu öldürecektim. Ne biliyorsun ki sen? Seni sevmeyen, önemsemeyen, sadece işlerine yaraman için bu iğrenç dünyaya getiren bir anne babaya sahip olmak ne demek tatmadan bilemezsin. Kinimizin büyük olması sevgisizlikten. Biraz bile sevgi görsek emin ol yapmayız bunları. Sen, sevdiğin ve ihtiyacının olduğu birinin şeytan olduğunu anlasaydın dahası görseydin, belki de bizden daha kindar olurdun. Öldürmek isteyecek kadar kindar olurdun. Çünkü evladına sevgi göstermeyen, onun için sıradan olan insanlara neden sevgi göstersin ki? Bunu bir tür kahramanlık olarak düşünebilirsin. Kendin için ve diğerleri için." Deniz uzun konuşmamdan sonra bir süre sessiz kaldı. Koltukta öylece oturdu ve yere diktiği bakışları bir an yüzüme çıkmadı. "Haklısın." dedi kafa sallayarak. "Sevdiğin, değer verdiğin birinin şeytana dönüştüğünü, hatta daha önce de bir şeytan olduğunu görmek, belki de acıların en büyüğü. Tanıdığın kişi yok oluyor sanki. Kendi kendini katletmek gibi bir şey bu."

"Bahsettiğim tam olarak öyle bir şey değil. Şeytan'ın elinde büyüyüp bunu farkında olmak gibi. Kendi iradene sahip çıkıp zihnini fısıltılardan korumak o kadar zor ki. Dediğin gibi Karan iyi bir yönetici ve hep yapması gerekeni yapıyor. Tam olarak neden endişe duyuyorsun?" Gözlerimin içine baktı. Cevap vermek yerine ayaklandı ve kahvesini eline alarak mutfağa doğru ilerledi. Ben ise arkasından öylece bakmakla yetindim. Ne olursa olsun, Karan'a dair hâlâ bilmediğim şeyler vardı bu nedenle ciddi anlamda korkuyordum. Zira Deniz'in dediği gibi Karan halkı için her şeyi yapardı ve geçmişte yaptıkları beni rahatsız edebilirdi. Sanırım kendimi buna ciddi anlamda alıştırmalıydım. Kimin doğruları herkese doğruydu ki sonuçta?

Ofladım. Sanırım bu işin içinden bu kadar kolay çıkamayacaktım. Düşüncelerimi bir kere daha geri plana attım zira düşündükçe delirecek gibi oluyordum.

Tam o anda, hissettim.

Onun varlığını hissettim garip bir şekilde. Sırtım istem dışı bir şekilde anında dikleşti. Oturduğum koltuktan hemen kalktım ve dışarıya kulak kesildim. Duyduğum araba sesiyle gülümsedim. Küçük bir çocuk gibi sevindim ancak çok da belli etmemek adına kalktığım koltuğa geri oturup Karan'ın yanımda bitmesini bekledim. Oldukça yavaş hareket ettiğinden midir nedir, Karan yanıma gelene kadar yıllar geçmiş gibi hissettim. Bedenimi de zihnimi de öyle büyük bir özlem dalgası ele geçirmişti ki, az önce Deniz ile yaptığımız ciddi konuşmayı bile mantıklı bir şekilde süzgecimden geçiremiyordum. Normalde böyle bir şey yaşansa Afra Suskun'un yapacağı iş belliydi ancak Karan'ın üzerimde beni Araf'a dönüştüren bir etkisi vardı ki bu da cehennemimle ciddi bir kavgaya tutuşmama neden oluyordu.

Son kez zihnimi susturmayı başardım. Sanırım ona karşı asla son bulmayacak özlemim biraz olsun yatıştığında Deniz'le olan konuşmalarımızı gözden geçirebilirdim.

Ben düşüncelerimle boğuşmak için ciddi bir efor sarf ederken, dış kapının sesi geldi. Daha sonra kime ait olduğunu bildiğim bir adım sesi.

Ve en sonunda, bir ıslık sesi.

Ölüm ıslığı.

Bu durum aptal gibi sırıtmama yol atı. Kapının eşiğinde beliren koca cüsseye bir müddet gülümsedim. Onun yüzünde de derin bir gülümseme vardı. Onu özlediğimi biliyordum ancak kızıllarını görmeyi bu denli özlediğimi yeni fark ediyordum. Koltuktan yavaşça kalktım. Yalnızca ayakta dikilip ona yaklaşmamı bekledi. Gözlerinden gözlerimi ayırmadan yanına ulaştım. Sanki en ufak bir temas kaybı, ondan ayrı kalacağım her bir dakika canımdan can koparacaktı. Tam karşısında durduğumda, boy farkı nedeniyle kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım, yavaşça yanındaki duvara yaslandı. Yüzümün her bir zerresini gözden geçirdikten sonra zar zor bulduğum saç tokamı saçımdan nazikçe çıkarttı ve bileğine taktı. Saçlarımı düzeltirken o kadar naifti ki gülümsemeden edemedim. "Hoş geldin."

İç çekti ve saçlarımdaki gözleri gözlerimi buldu. "Hoş buldum." Ne diyeceğimi bilemediğimden susmayı tercih ettim ve bu ona konuşma yetkisi verdi.

"Saçlarını kurutmayı unutmuşsun yine. Ya hasta olursan?"

"İstemez misin hasta olmamı?" Düşündü. Eli tekrar saçlarıma çıktı ve dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "İstemem Araf. Ben yoğun bir adamım. Hasta olmam işleri aksatmama yola açabilir. Bunu ikimiz de istemeyiz sanırım." Söylediklerini ilk başta anlamadım. Tepkisiz bir şekilde anlamamı bekledi ve bu süre zarfında da saçlarımla ilgilendi. Söylediklerini anladığımda yaptığım şey ise aptal gibi sırıtmak oldu. Utanmasam Duru'nun yaptığı gibi cıyaklayacak, eridiğini vurgulayan hareketler yapacaktım. İçimde tam olarak o halde olsam da bunu belli edecek değildim. Sanırım pek benlik hareketler de değildi zaten. Ben sadece aptal gibi sırıtmayı becerebiliyordum o kadar.

"O zaman?" dedi soru sorar gibi. Kaşlarımı çatar gibi oldum ancak şu an yüz ifadem çok önemliymiş gibi ifadesizliğimi korumayı tercih ettim. "O zaman?" dedim ben de aynı şekilde. Ne söyleyeceğini, gözlerimi kısarak ve kafamı yana yatırarak bekledim. "Sen saçlarını kurut. Ben de İlke'yi kontrol edeyim." Duraksadı. İç çekti. "Sonrasını sonra düşünürüz." Gözleri asla sınır çizemiyordu kendine. Sürekli dudağıma bakıyordu. Dahası konuşurken sol eli yanağıma çıkmıştı ve yanağımdaki elinin baş parmağı dudağımı kontrol ederken yutkunmuştu. Bu benim de ister istemez yutkunmama yol açtığında tekrar iç çekti. İstemeye istemeye yaslandığı duvardan ayrıldı. Göz temasımızı kesmeden geriye doğru adımladı ve "Acele et!" dedi. Başımla orantısız bir şekilde onayladım onu.

Merdivenlerden inen Deniz, ikimizin bu hâlde olduğunu görünce göz devirdi ve Karan'ın yüzüne bile bakmadan konuştu. "Acil hastaneden çağırıldım. İlke bir süre daha kendine gelemez muhtemelen. Hafif ateşi var. Ağrı kesici yaptım, uyku yapabilir. Ben işim bitince dönerim. Arada kontrol etseniz yeter. Bir şey olursa ararsınız." Bize bunları anlatırken bir yandan da çıkmak için hazırlandı ve bir şey söylememizi beklemeden çekip gitti. Karan'la birkaç saniye bakıştık ve tek kelime etmeden yalnızca bakışarak anlaştık. O hızlı adımlarını İlke'nin odasına yönlendirirken, ben de odamdaki ebeveyn banyosuna yöneldim. Elime tarağımı alıp saçımı bir kez daha taradım. Ardından makineyi çalıştırdım ve saçımın kurumasını bekledim. Aradan uzun bir süre geçmemesine hatta bu nedenle saçımın kurumamasına rağmen banyomun kapısı aralandı. Beklediğim kişi yavaşça arkama geçti. Aynada göz göze geldiğimizde gülümsedim. Elimdeki makineyi aldı ve yavaşça saçlarımı kurutmaya başladı. Tüm yaptıklarını aynadan izliyordum. Tek bir hareketini kaçırmak bana zulüm gibi hissettirecekti çünkü. Bunu biliyordum.

Eli nazik hareketlerle saçımda geziniyordu. Saçımın tamamen kuruduğundan emin olduğunda makineyi kapatıp yerine geri koydu. Aynada tekrar göz göze geldiğimizde, işlerin rayından çıkacağını anladım. Ellerini iki yanımdan banyo tezgahına koydu ve beni sıkıştırdı. Aynada yüzüme kısa bir bakış attı. Rahatsız olmadığımdan emin olduktan sonra, yüzünü yavaşça saçlarımın açıkta bıraktığı boynuma gömdü. Derin bir nefes aldığından, gözlerimi kapattım. Boynumda hissettiğim nefesi huylanmama yol açsa da sesimi çıkartmadım. Boğuk bir ses tonuyla, "Seni özledim." dedi. Gülümsemeden edemedim. Anlaşılan o da benimle aynı durumdaydı. Yalnız delirmediğim için mutluydum. Ancak mutluluğumu belli edecek bir konumda değildim. Tek eli belime dolandı. Karnımda gezdirdiği büyük eli yüzünden bedenimi ona yaslanmış bir hâlde buldum. "Bu kadar kısa bir sürede mi?" Tıpkı onun gibi boğuk çıkan sesime mırıldanarak cevap verdi. "Evet, bu kadar kısa bir sürede." Ona dönebilmek için cesaret topladım. O, sanki yıllardır bu hâldeymişiz gibi dip dibe olmamızı garipsemiyordu. İşin garip yanı, ben de garipsemiyordum. Bedeninde, bedenimin tanıdığı bir his vardı. Sanki onun bedeni yıllardır bana ve benim bedenim de yıllardır ona aitti. Bu garip hissi içimden nasıl atardım bilmiyordum ancak öyle bir niyetim yoktu hiç.

Sonunda cesaretimi toplamayı başardığımda, yavaşça ona döndüm ve o da bu durumu memnuniyetle kabul etti. Geri çekilmek yerine daha da yaklaştı. Artık ilk tanıştığım Karan gibi sınırlarımdaydı ve yine ilk tanıştığım Karan gibi aşmamaya özen gösteriyordu. Bir ara burun burunayken göz göze geldik. Kızıllarını bu kadar yakından görmek, içimdeki tüm heyecanı ikiye katladı ve nefes nefese kaldığımı hissettim. Gözlerindeki arzu, ona izin verdiğimi anladığı ilk an ikimizi de yakacak bir aleve dönüşecekti ve eminim biz bu durumdan hiç şikayetçi olmayacaktık. Aksine, yanmaya başından beri meyilli ve istekliydik.

Büyük eli yeniden karnıma çıktı ve kanımda gezindi. Beni tezgaha yasladığında belime vuran sert zemin yüzünde ağzımdan ufak bir inleme çıktı ve bu onun ciddi manada dikkatini çekti. Öyle ki, muhtemelen birkaç dakikadır içten içe yapmamak için savaş verdiği şeyi savaşı kaybederek yapmak zorunda kaldı.

Dudaklarıma uzun bir bakış attı.

"Afra," dedi. Yutkundu ve gözlerime baktı. İzin istediğini görebiliyordum. Ancak ona izin vermeye çalışarak zaman kaybetmedim ve ikinci kez ondan önce davranarak dudaklarımızı birleştirdim.

!!!!!!
(Aşırı olmasa da +18 olan sahne başlangıcı)
!!!!!!!

Beklemediğinden olsa gerek başta afalladı ancak sonra, bana hemen ayak uydurmayı seçerek isteğini belli etti. Öpüşünde ve bedenimde gezinen elinde öyle büyük bir arzu vardı ki, kendimden geçeceğimi zannettim. Kollarım boynuna dolandığında, nasıl olduğunu anlamadan beni kucağına aldı. Öylesine sert öpüşüyorduk ve verdiği acıdan öylesine büyük bir zevk alıyorduk ki, inlemelerimiz odayı dolduruyordu. Eminim ikimiz de yan odamızda bir hasta olduğunu biliyor ve sesimizi gizlemeye çalışıyorduk ancak ne kadar başarılı olduğumuz tartışılırdı. Büyük elleri bacaklarımda, belimde ve arada kalçamda gezinirken, adımları banyo kapısına yöneldi ve kendimizi yatak odamda bulduk.

Sert bir şekilde duvara yaslandığımda, tekrar inledim ve havaya kalkan kafam yüzünden dudaklarımız ayrılmak zorunda kaldı. Karan bu fırsattan istifade ederek dudaklarına boynumda güzel bir yer bulmaktan geri kalmadı. Her öpüş beni kendimden geçirirken, elleri de rahat durmuyor ve bacaklarımda dolanıyordu. Bedenime bastırdığı bedenini her bir zerresine kadar hissediyordum. Kalbim ağzımda atıyordu resmen. Elleri kıyafetlerime yöneldiğinde, kalp krizi geçirme seviyesine geldim ancak karşı koymadım. Üzerimdeki bol tişörtü çıkartmak için uğraşmaya başladı. Beni duvara yasladığı için başarısız oldu ve başarısız olmanın verdiği öfkeyle inleyerek sırtımı duvardan ayırarak yatağa ilerledi. Yatağa ben kucağındayken oturdu ve bu, benim daha üstten onu öpmeme neden oldu. Kafasını yukarıya doğru kaldırmak hoşuna gitmemiş olsa da, elleri tişörtümden içeriye kaydı ve belimi okşamaya başladı. Bir süre bu şekilde kaldık. Kendimi ona bastırdığım için inliyor ve her inlemesinde dudağını ısırmama neden oluyordu. Bu daha da çıldırmasına yol açsa da hoşuma gittiği için durmadım. Dudaklarını yanağımda, boynumda hissediyordum. Tişörtün izin verdiği her yere imzasını bırakmaktan geri kalmıyordu. Saçlarında gezinen ellerimden memnun görünüyordu

Üzerimdeki tişörtten kurtulmak yerine, beni yatağa bırakıp bir adım geri çekildi. Gözlerimin içine baka baka üzerindeki ceketten kurtuldu. Dizini yatağa koyup gömleğinden de kurtulduğunda, gözlerimi vücudunda gezdirmeden edemedim. Ona büyük bir arzuyla baktığımı gördüğünde devam etmek için vakit kaybetmedi ve üzerime çıkmak için ilk hamleyi yaptı.

Dudaklarıma yapışır yapışmaz doğruldum ancak daha baskın olduğunu göstermek istermiş gibi beni yeniden yatırdı. Kollarım boynuna dolandığında öpüşü derinleşti. Yanağıma, oradan da boynuma indi ve eli, tişörtümden içeri kaydı. Belimi okşayan eli her zamanki gibi benim için ideal sıcaklıktaydı.

Tenimle arasındaki tek engelden de kurtulmak istemiş olmalı ki, tişörtümü kavradı ve sabırsızca üzerimden sıyırdı. İç çamaşırımla karşısında olmak, normalde olsa utanacağım bir şeydi ancak şu an utanacak hâlde değildim. Onu istiyordum ve onun da beni istemesi arzumu ikiye katlıyordu.

Yeniden üzerime çıktı ve beni yatakla arasında sıkıştırdı. Ağırlığını hissediyordum ancak tamamen bende değildi. Beni ezmemek için yataktan destek alıyordu. Gittikçe derinleşen öpüşü ve bedenimde gezinen ellerini reddetmedim. Onu öyle istekli karşıladım ki, eminim şu an kendisini fazla özgür hissediyordu.

Dudakları dudaklarımı bulduğunda eli altımdaki eşofmana gitti. Kalçamda oyalanırken, bir yandan da boynumu sömürüyordu. Kollarımı boynuna dolayıp ona alan açmak için kafamı kaldırdım. Gözlerimi açtığımda gördüğüm tek şey tavandı.

!!!!!!
(Neredeyse hiç +18 sahne olmayan +18 sahne sonu)
!!!!!!

Boynumda oyalanmayı bırakıp altımdakinden kurtulmaya çalıştı ancak tutuğum nefesim yüzünden kendimi olması gerekenden fazla kötü hissettim. Bu hazır olmadığımdan değildi. Fiziksel bir acıydı ancak neremin acıdığını anlayamıyordum. Daha önce canım hiç bu denli yanmamıştı. Ruhum bedenimden çekiliyor gibi hissettiriyordu ve bu kesinlikle Karan'la ilgili değildi.

Bir şey oldu. Oldukça garip, hiç beklemediğim dahası mantığımı zorlayacak bir olay.

Derin, titreyen bir nefes alırken, ağzımdan bir irkilme sesi çıktı zira gözümün önüne simsiyah bir perde indi. Oysa gözümün açık olduğunu hissediyordum hatta buna yemin edebilirdim. Karan'ı elini yakalayarak durdurdum. Durmasına durdu ancak bedenimi hissedemiyor gibiydim. Bu paniklememe yol açtı fakat yavaş yavaş netleşen görüntü yüzünden dikkatim dağıldı. Neler olduğunu anlayamıyordum. Bakışlarım etrafımda gezindi.

Ancak gördüğüm görüntü, şu an içinde bulunduğum odanın görüntüsü değildi.

Bir ormandaydım. Üzerimde incecik, boydan, bol, beyaz bir elbise vardı. Ellerime baktım. Gerçekten Karan ile odada değil miydim yani? Aklıma, babam öldükten sonra kendimi mezarında hissettiğim ancak uyandığımda farklı bir yerde bulduğum geldi. O, Meryem'in oyunuydu. Bu da mı öyleydi yoksa?

Etrafıma bakındım. Ortalık sessiz gibiydi. Esen ılık bir rüzgarla saçlarım savruldu ve arkamdan gelen tuhaf seslerle hızla arkamı döndüm. Ancak bu, ağrısı hafif dinmiş bedenimin yeniden tetiklenmesine yol açtı. Bu defa ayakta kalmamı zorlaştıracak derecede başım döndü. Gözümün önünden ardı arkası kesilmeyen anlamsız görüntüler geçti. Kendimi ormanın ortasında, dizlerimin üzerinde acıyla inlerken buldum. Elim çatlayacakmış gibi ağrıyan başımdaydı. Karnıma şimdiye kadar hissettiğimden on kat daha sancılı ağrılar saplanıyordu ve ben iki büklüm olmak zorunda kalıyordum.

Bir süre kıvrandım. Acı yavaş yavaş azaldığında şaşkınlıkla etrafa baktım. Önümden beni görmemiş gibi koşarak geçen küçük çocuklar yüzünden göz kırpıştıra kırpıştıra doğruldum. Neler olduğuna anlam veremiyordum. Neredeydim ve Karan neredeydi?

Önümde dört küçük kız çocuğu vardı. Ormanda oyunlar oynuyorlar, çiçek topluyorlardı. Şen şakrak seslerini duydum. Öyle güzel eğleniyorlardı ki, bir an gerçeklik algımı yitirdiğimi düşünmeye başladım. Yanlarına gitmek için bir adıma atacağım sırada garip bir şey daha yaşandı.

Görüntü birden gitti.

Az önceki gibi simsiyah bir perde indi gözüme ve sonra yeniden görüntü netleşti.

Bu defa olmam gereken yerdeydim. Yoksa değil miydim? Şaşkınlıkla doğruldum ve Karan'la göz göze geldik. Kaşlarını çatmış, neler oluğunu anlamaya çalışıyordu. Ancak karnıma giren keskin bir ağrı nedeniyle kasılan bedenimle birlikte inledim ve az önce onu durdurmak için tuttuğum büyük elini tırnakladığımı hissettim. Kendimi bunu yapmaktan alıkoyamıyordum. Sanki bedenimin kontrolü bende değildi. Gözlerime yeniden simsiyah bir perde indi ve görüntü birden netleşti.

Oyun oynayan küçük kız çocuklarının arkasında, daha önce hiç görmediğim türden atlı adamlar geliyor, çocukları yaka paça kaçırıyorlardı. Atların üzerindeki adamların yüzleri görünmüyordu çünkü bedenlerini çepeçevre sarmış, hiçbir detaylarını belli etmeyen simsiyah zırlar vardı. Çığlık atan çocuklar yüzünden ben de istem dışı çığlık attım.

Siyah perde.

Ancak bu defa asıl olduğum yerde değildim. Bu defa cayır cayır yanan bir köydeydim. Koşuşturan, hatta yanmaktan kaçamayan insanlar... Havadaki yanık et kokusu ve yaklaşık yirmi saniyedir çığlık atan ben... İradesizce çığlık atmaya devam ediyorum ancak onca hengamenin arasında kimse beni görmüyordu. Koşmaya başladım. Ateşin asıl yükseldiği yere geldiğime, ağzımdan akan salyalara karşı koyamayacak hâldeydim. Sesim kısılmıştı. Arada kesik kesik nefes alma fırsatı buluyordum ancak bu yeterli değildi çünkü aldığımın fazlasını çığlık atmak için kullanıyordum. Ciğerlerim yanmaya başladı. Etrafı saran dumanlar, zaten nefessiz kalan bedenime iyi gelmiyordu. Gözümden akan yaşlara rağmen, karşımdaki manzarayı çok net gördüm.

Az önce önümde oynayan küçük çocuklardı bunlar. Her biri kocaman kazıklara sıkıca bağlanmışlardı ve o siyah zırhlı adamlar tarafından resmen canice yakılıyorlardı. Tam anlamıyla dehşete düştüm. Ne yapacağımı bilemiyordum dahası ben de zor durumdaydım. Kısılan sesime rağmen hâlâ bağırıyordum ve bunu bir türlü durduramıyordum.

Kızların bağlı oldukları kazıkların etrafında, zırhlı adamlar etten duvar örmüşlerdi yani istesem de yardım edemezdim. Çığlığım yanlarına yaklaştığım an fark edilmemi sağlardı. Küçük kızların asla hareket etmeyen bedenlerinde göz gezdirdim. Sakinlerdi. Hem de oldukça sakinlerdi.

Biriyle göz göze geldik.

Tanıdık bakışlara sahip bu küçük kız, benimle göz göze geldiği an ifadesizliğini yitirdi ve tüm bu olanlardan daha şaşırtıcı olan bir olay yaşandı.

Bana gülümsedi.

Tam anlamıyla bana gülümsedi.

Şaşkınlıkla yüzüne bakarken, kendimden geçmek üzereydim. Üstelik midem bulanmaya başlamıştı ve yeni yeni fark ediyordum ki hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Ancak güçsüz çığlığımdan belli olmuyordu pek tabii. Dizlerimin üzerine çöktüm.

Gittikçe tükenen nefesim yüzünden gözüm kararır gibi oldu ancak bu defa görüntü başka bir yerde olduğumu kanıtlamıyordu. Aynı yerde, aynı şekildeydim. Sadece artık tam anlamıyla bayılmanın eşiğindeydim. Dizlerimin üzerinde daha fazla kalamadım ve kendimi beklenildiği gibi yerde buldum.

Gözlerim tam anlamıyla kapanmadan gördüğüm şey ise en az yakılan kızın bana gülümsemesi kadar garipti.

Az önce bana gülümseyen kızın yerinde artık, Meryem vardı.

Loading...
0%