Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27-ÇARESİZLİK KAPANI

@elfhikayelerii

Hayatım boyunca hep mantık çerçevesi içinde yaşamış ve olağanüstü olaylara olan ilgimi minimum seviyede tutmuştum.

Çocukken hayal gücüm çok genişti hatta bu konu yüzünden evimize gelen özel eğitmenlerden defalarca iltifat aldığımı hatırlardım ancak içinde yaşamak zorunda olduğum hayat şartları yüzünden asla herhangi bir istekte bulunmazdım. Neriman Suskun bu konuda konuşan, teklif sunan her eğitmeni istisnasız aşağılayarak evden kovar ve beni yalnızlığa mahkum ederdi. Kısaca eğitimimi defalarca eğitmen değiştirerek tamamlamıştım.

Ancak tamamlayamadığım bir eğitim vardı ki, benim için en zor olanıydı. Pek çok oyun içeriyordu. Hâlâ bu eğitimi tamamlamaya çalışıyordum.

Kendimi, kendimden korumaya çalışıyordum ve hep sınıfta kalıyordum.

Daha sonra, büyüdüm. Her insanın, hayatı boyunca sınıfta kalacağı bir dersinin olduğunu fark ettim ve uğraşıp zaman kaybetmek yerine pes etmeyi seçtim. Pes etmenin de bazen, kazandırdığını öğrendim.

Hayal gücüm yerini yavaş yavaş olgunluğa bıraktı ancak içimdeki çocuk hâlâ sağdı. İçimdeki çocuğun hayal gücü dipdiri kaldı. Belki de Karan'ın gerçeklerini bu denli çabuk kabullenebilmem bundandı.

Karan'ın gerçeklerini ve benim gerçeklerimi daha doğrusu...

İçimdeki o çocuğu, tablo yaparak beslemeyi seçtim. Neriman Suskun'a herhangi bir açıklama yapmadım. Eğitmenlerimden birinden Neriman Suskun'dan gizli aldığım yardımlar sonucu, oldukça iyi bir kadındı ve beni desteklemek için her şeyi yapmıştı, oldukça başarılı bir ressam olmayı başardım. Hatrı sayılır bir çevre ediniştim. Tablolarım, her sergide daha fazla değer kazanıyordu ve bugünlere gelmeme yardım eden kim varsa karşılığını fazlasıyla veriyordum. Geri kalan parayı da biriktirmiştim.

Bir gün, o evden Necdet Suskun ile kaçabilmek için.

Ancak tek başıma kaçmak bile nasip olmamıştı. Kanayan hayallerim vardı. Daha çocuk aklımla, aklım yetmeye yetmeye kurduğum ancak yeterince büyüdüğümde bir türlü gerçekleştiremediğim kanayan hayallerim vardı. Akan her bir damla kan, Afra'yı da yok ediyordu ve yine kimse duymuyordu.

Ancak ressam Afra'nın bile aklının hayalinin ermeyeceği olağanüstü sınırlarını aşan olağanüstülükler vardı ki, şu an tam olarak onlarla yaşıyor, onlarla nefes alıyordu. Olağanüstünün bir üst sınırı olsaydı şayet, ki görüyordum ki asla yoktu, ben o sınırı aşan ilk insan olurdum eminim.

Şimdi, en son yaşadığım saçma olay yüzünden nefes nefeseydim. Bayıldığım ve Meryem'in kazığa bağlanmış bedenini gördüğüm andan sayabildiğim kadarıyla on saniye uzaklıktaydım. Kabus görmüş gibi sıçrayarak uyanmış, bana şaşkın gözlerle bakarak neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışan Karan'la göz gözeydim. Dilim damağım kurumuş gibiydi. Bunun sebebi çığlık atmam olmalıydı. Karan yavaşça üzerimden indi ve beni inceledi. Öylesine şaşkındı ki, utanmasa dudaklarını aralayacaktı. "Ben," dedim arkaya attığım kollarımdan destek alıp kendimi geriye doğru çekerek. Sırtımı yatak başlığına dayadım ve nefes nefese bir hâlde saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Gözlerine bakamıyordum. Parmaklarımla oynamayı seçtim. Doğrulmakla kalmayıp ayağa kalktı ve başıma dikildi. "Bağırdığım için özür dilerim. Sadec-" Karan birden sözümü kesti.

"Bağırmak?" Kafamı birden kaldırdığımda, göz göze geldik. Bu benim için iyi değildi. Anında bakışlarımı kaçırdım. "Neden bağırdım bilmiyorum. İstem dışıydı ve bir türlü karşı koyama-" Karan yeniden sözümü kesti. "Afra sen bağırmadın ki?" Kaşlarımı çattım ve nereden bulduğumu bilmediğim bir cesaretle gözlerine baktım. "Ne?" Karan yavaşça yanıma ilişti ve ellerimi elleri arasına aldı. Hâlâ üzerinde bir şey yoktu ancak bu şu an önemseyeceğim bir şey değildi. "Ne oldu, anlat bana?" Anlayamıyordum. Ne dönüyordu yine her zamanki gibi bilmiyordum ancak benimle ilgili olduğunu anlamıştım. Mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Bu açıklamanın sahibi Karan değildi. Bu açıklamanın sahibi, içinde bulunduğum karmaşık durumu daha da karmaşıklaştıran şahsındı ki bu şahıs beni artık tam anlamıyla delirtecekti. Yine benimle tıpkı zamanında oğlunun oynadığı gibi oynuyordu ve benim sabrım taşmak üzereydi. Benden bir cevap bekleyen Karan'a cevap veremeyeceğimi biliyordum. Sorusunu görmezden geldim. "Ne kadardır baygınım?" Karan yüzüme baktı. "Bayılmadın ki hiç."

"Nasıl yani?"

"Birkaç saniye gözünü kapattın ama bilincinin gideceği kadar uzun bir süre değildi bu. Beni durdurdun. Daha sonra birden sıçradın ve gözlerini yeniden kapatıp elimi sıkmaya devam ettin. Ne dönüyor anlatacak mısın?" Gözlerim, Karan'ın elinde takılı kaldığında bakışlarıma acı bulaştı. Aynı acı, dudaklarıma da yayıldı ve dudaklarımdan çıkan her bir yalan, o acıyı ikimizin kalbine taşıdı. Karan farkında değildi sadece. Her yalanımda ikimizin de canı acıdı.

Elini ellerim arasına aldım. Sessizce beni izledi. Yavaşça yaklaştırdım elinin üstünü kendime ve dudaklarımı usulca tırnak izlerinin üzerine bastırdım. Geri çekildiğimde Karan, bunu neden yaptığımı anladığını belli eden bir yüz ifadesiyle beni izliyordu. "Özür dilerim." diye fısıldadım. Öyle bir fısıldamaydı ki, sanki onu bir silahla vurmuştum. Elinin üzerindeki derin tırnak izlerine baktım. Baş parmağımı, tırnak izlerinin üzerinde dolaştırdım. Sanki böyle yapsam geçecekti. "Ben, fark etmedim bile." Karan daha fazla tepkisiz kalamadı ve ellerimin arasındaki eliyle beni yavaşça kendine çekerek sarıldı. Derin bir nefes alıp verdi. "Bu ne ki?" dedi sakince. "Sen bana istediğin her şeyi yapabilirsin. Canım yanmaz. Yemin ederim." Geri çekildi ve önüme gelen saçlarımı geri attı. "Ne oldu? Anlat bana. Dediğim gibi sen bana her şeyi yapabilirsin ama saçının teline zarar gelse ölmekten beter olurum. Söyle, ne olduğunu söyle ki çare bulabileyim. Çok korkuttun beni." Dolmaya yüz tutmuş gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim. Bir bahane düşünmeliydim zira Karan bu sorusunda gayet ciddiydi. Ona gerçeklerden bahsedemezdim. Her olayda olduğu gibi bu olayda da Meryem'in parmağı vardı ve Karan'a anlatırsam Meryem'i eninde sonunda bulurdu.

Bu olmamalıydı.

En azından şimdilik.

"Sana bahsetmiştim ya. Ayakta kabus görüyorum diye." Yutkundum. Gözlerime o kadar güzel bakıyordu ki ona her şeyi anlatmayı düşündüm bir an. Hem de her şeyi. Ancak yapamazdım. Meryem bir anneydi ve bu konuda haklıydı. Karan, zaten kaybettiği birini tekrar kaybederse üzülürdü. Çok üzülürdü. Karar yalnızca benim kararım olsa ona her şeyi anlatırdım ancak değildi işte. Derin bir nefes aldım ve küçüklükten beri yalan söylemekte ustalaşmış Afra'yı devreye soktum. "Onlardan biriydi sanırım. Uzun zamandır olmuyordu ama kaçırılma gibi travma tetikleyen bir olay yaşadığım için yine başladı demek ki." Hemen Meryem'i görmeliydim. Hem de hemen. Bu yükle nefes alamıyor gibiydim. Onu, Karan'a her şeyi anlatmaya ikna etmeliydim. Hesap sormalı, sonraki hamlesini öğrenmeliydim. Hazırlıklı olmak her zaman daha iyiydi.

Karan sağ eliyle önüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı ve yanağımdan destek alarak alınlarımızı birleştirdi. "Ben, bunu önleyebilirim. İster misin?" Sorusu ister istemez gülümsememe neden oldu. Benim evrenimde, bana sormadan rüyalarıma girip bana kabus göstermeyi iyi biliyordu ancak şimdi saygı duyacağı tutmuştu. Şaka bir yana, Karan kısmen annesiz ve babasız büyüyen birine göre kendini oldukça iyi yetiştirmişti. İçim o alevlerin arasında bile buz gibiyken, onun bu sorusuyla sıcacık oldu. Derin bir nefes aldım ve kollarımı boynuna dolayıp ona sımsıkı sarıldım. "Yeterli. Tüm kabuslarımı rüyaya çevirebilir bu yaptığımız." Kolları belime dolandı ve boynumu, kokumu içine çeke çeke öptü.

"Nasıl istersen sevgilim. Sen nasıl istersen."

Bana ilk defa böyle sesleniyordu. Ve ben ilk defa bu durumu garipsemiyordum.

Karan Başer'in sevgilisi olmak... Sanırım ilginç bir deneyim olacaktı.

Ne kadar o hâlde kaldık bilmiyordum ve bunu umursama gibi bir niyetim de yoktu. Ancak biz bu hâldeyken, aklımda birden beliren görüntüler yüzünden huzursuzlandım. Küçükken, Necdet Suskun'un çok nadir evde kaldığı zamanlarda kabus gördüğümde hemen odasına gider, ona hissettirmeden yanına ilişir, yanında uyurdum. Evet, Neriman Suskun ve Necdet Suskun hiçbir zaman gerçek bir karı koca olamamışlardı. Hep ayrı uyumuşlar, hep ayrı uyanmışlardı.

Büyüdüğümden beri, ki ben çocukken bile büyüktüm yaşıtlarıma göre, Necdet Suskun'dan aldığım o güveni kimseden alamamıştım. Tam anlamıyla kimseden. Bir kişi hariç. Şimdi, kollarını yeni yeni sakinleşmiş bedenime sarmış, hiçbir şeyden habersiz bana iyi gelmeye uğraşan ve kesinlikle başaran bu adamın kollarında öyle acı verici bir güven vardı ki, küçük Afra içimde bir yerlerde sanki yeniden canlanmıştı. Kabus gördüğünde bile asıl düşmanına sığınan küçük Afra bu defa kabustan da öte korkutucu bir olay yaşadığında, evleneceği adama sarılıyor ve sakinleşmeyi başarıyordu. Hayat gerçekten garipti.

Karan sakinleştiğimi muhtemelen daha uzun aralıklarla inip kalkan göğsümden anlamış olmalı ki bedenimden yavaşça ayrıldı. Huzursuzluğum hâlâ üzerimdeydi dahası şimdi bir de Karan beni bu denli basit bir şekilde iyi ettiği için duygulanıp ağlayacaktım. Karan bunu fark ettiğinde kaşlarını çattı ama ben dolu gözlerime rağmen gülümsedim. Büyük ellerinin ikisiyle birlikte yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Neyin var, bir yerin mi ağlıyor?"

Ağlamazdım. Yemin ederim geri gönderirdim tüm gözyaşlarımı. Başa çıkabilirdim ancak öyle bir soru sordu ki hüngür hüngür ağlamaya başladım. Omuzlarım öyle şiddetli sarsılıyordu ki, Karan ne yapacağını bilemedi. Eli ayağı birbirine dolanmıştı. Saçlarımı geriye atıyor, kollarımı sıvazlıyor, gözyaşlarımı siliyordu. "Ne oldu Araf'ım? Söyle bana. İyi edeyim, yeter ki söyle." Ona cevap vermek yerine bir süre ağladım ve Karan akan her gözyaşımı kurumadan sildi. Sabırla bekledi beni. Ağzını bıçak açmadı.

Sakinleşmem bir süre sürdü çünkü fazlasıyla dolmuştum. Tek bir gözyaşımı dahi yargılamayacak aksine gözyaşlarımı öpecek bir adamın yanında olmam da cabasıydı. Yani ağlayabilmem için her olanak mükemmel bir tesadüfle birleşmişti.

"Karan?" dedim ağlamaktan kısılan sesimle. "Söyle sevgilim?" dedi. "Söyle canını sıkanı, lütfen ağlama. Ne olursun." Yanağıma damlayan son yaşı da eliyle anında sildi. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım.

Gözleri dolmuştu.

Karan Başer'in, sırf karşısında ağlıyorum diye gözleri dolmuştu.

Dudağımı büzdüm. Onu bu hâlde görmek yeni yeni yok olan ağlama hissini yeniden ortaya çıkarttı ancak direndim. Sabaha kadar ağlardım yoksa. Derin bir nefes aldım. Pür dikkat bana bakan Karan'ın omuzlarından destek alarak doğruldum. Bacağımın tekini, bacaklarının sağına ve diğerini de soluna atarak kucağına oturdum ve yüzünü ellerim arasına aldım. Normalde olsa asla sakin kalamayacağı bu hareketi oldukça sakin karşıladı. Beni kucağına çekti ve eliyle belime destek verdi. Göz göze gelmemiz benim için önemliydi.

Baş parmağımla yanağını severken gülümsedim. Ne söyleyeceğimi bilmiyordu. Sadece söylememi bekliyordu.

"Az önce, uzun zamandır hissetmediğim kadar çok güvende hissettim biliyor musun?" Sonlara doğru dayanamadım. Ağlar gibi oldum. Alnımı alnına dayadım. "Çok sahipsizmişim ben. Yeni anladım. Kimsem yokmuş. Babam bile yokmuş." Karan tek kelime etmedi. Sadece belimi daha sıkı kavradı. "Ah be güzelim, bunun için mi ağlıyordun? Seni incittim zannettim." Saçlarımı geriye attı. Derin bir nefes aldı ve muhtemelen Dünya'nın en ikna edici konuşmasını yapmaya hazırlandı. "Sen beni görmüyordun ama ben, sen küçükken bile senin yanındaydım. Sen bilmiyordun. Ağlama ve bir daha asla kendine sahipsiz deme. Sen sahiplendirilecek bir mal değilsin. Olamazsın. Kimsesiz falan da değilsin. Ben ve kardeşlerim var. İlke var. Tüm halkım var. Benimle olan herkes seninle aynı zamanda. Biz bir bütünüz ve benim olan her şey senin." Kendimi daha fazla ağlamamak için sıktım. Kollarımı boynuna doladım ve yeniden alınlarımızı birbirine yasladım. Benim olan her şey senin derken maldan mülkten söz etmiyordu. O tam olarak, benliğinden ve yanındakilerden söz ediyordu. Onu yalnız bırakmayacak herkesten söz ediyordu. "Teşekkür ederim." dedim ıslak gözlerim ve aynı şekilde ıslak yanaklarımla. "Çok teşekkür ederim." Dudağıma ufak bir öpücük kondurdu. "Bu teşekkür etmeni gerektirecek bir şey değil. Bu teşekkür etmemi gerektirecek bir şey. Her şeyim olduğun için öyle minnettarım ki sana." Nefeslerimiz birbirine karıştı. Ne o ayırdı alnını alnımdan ne de ben. Öylece kaldık.

Ancak yaptığı konuşmada kaçırdığım bir detay kulaklarımda yeniden can bulduğunda geri çekilip gözlerine baktım.

"Bir dakika, nasıl yani?" dedim sesimin çatallı çıkmasına karşı koyamayarak. Boğazımı temizledim. Pek çok şey söylemişti ancak benim aklım, ilk başta kurduğu cümlelerde kaldı. Karan, neden böyle bir tepki verdiğimi anlayamadığı için kaşlarını hafifçe çatarak yüzüme baktı.

"Küçükken hep seninleydim dedin, bu da ne demek oluyor şimdi?" Karan anladım dermiş gibi gülümsedi. Başını salladı ve konuşmaya başladı. Ben ise gülümseyince kısılan gözleri yüzünden dağılan dikkatimi toplamaya çalıştım.

"Annem ölmeden birkaç defa gösterdi seni bana. Neden diye sorma. Sonra anlatacağım. Ama ben gördüm seni hep." Şaşkınlıkla ona baktım. Arabada bahsettiği şey bu olmalıydı. İkinci kez bu tür bir imada bulunuyordu. Ben ancak asıl meseleyi anlayabilmiştim. "Annem öldükten sonra Dayı'nın yanında kaldığım süre zarfında hep seni tekrar görmenin hayalini kurdum ama babama karşı savaşmalı, güç biriktirmeliydim. Sonra belki, bu bölgenin yöneticisi olursam seni de alabilirim yanıma, kavgadan gürültüden uzak yaşarız diye düşündüm. Ama yönetici olmak o kadar kolay değildi. Beraberinde zor kararlar vermeyi gerektiriyordu. Araf'ımı değil, halkımı seçmek verdiğim en zor karardı sanırım. Cehennem'i seçmek gibiydi." Saçlarımı omzumdan geriye attı. Şaşkınlığımı yüzümden okuyabildiğine emindim. İç çektim. "Araf'ı seçmek isterken Cehennem'i seçmek çok zor olmuş olmalı." Karan gülümsedi. "Zor oldu, evet. Ama Cehennem'den korkan bir adam olmadım hiç. Seni sevmek Cehennem'i de göze almak demekti. Cehennem sendendi ve ben senden gelen her şeye razıydım."

"Yansan bile mi?" Kafasıyla onayladı.

"Yansam bile." Dudağına, tıpkı az önce onun yaptığı gibi ufak bir öpücük kondurdum. Gülümseyerek geri çekildiğimde gözleri gülüşümde takılı kaldı. Eli az önce omzumdan geriye attığı saçlarımda gezindi.

Derin bir nefes alıp verdi ve konuşmayı sürdürdü. "Bunu yapmak, zaten Cehennem'de yaşadığımdan zor gelmedi bana. Bak, şimdi birlikteyiz. Benimlesin, seninleyim. Bu o kadar güzel ve ihtimal vermediğim bir şey ki. Bunları düşün hep. Seni üzecek şeyleri sil at kafandan." Saçlarımla oynamayı kesmedi ve ben de onu durdurmadım.

Hayatım boyunca hiç bu denli huzurlu bir an yaşamamıştım sanırım. Ancak benim huzurlu anlarım bile birer işkenceydi. Öyle ki, zihnimde bir yerlerde "Güvenme!" diye bağıran Neriman Suskun'u görmezden gelemiyordum.

"Hep, Dayı'nın yanında mı kaldın?" dedim. Bu soru kendime de Karan'a da ihanet gibi geldi gözüme ama cevap alana kadar öylece, tepkisiz bir hâlde bekledim. Tam anlamıyla hiçbir şey yapmadım. Karan, saçlarımdaki bakışlarını gözlerime çıkarttı ve iki elini de belimde sabitleyip öylece gözlerimin içine baktı. Anlamış olabileceğinden ve bunu ona karşı bir saygısızlık olarak algılayabileceğinden korktum zira benim nazarımda öyleydi. Ancak o öyle anlasa bile belli etmedi. Sakince sorumu yanıtlamayı seçti ama hissettim ben. Garipsediğini, belki de bu soruyu şu an benden beklemediğini...

"Sana anlatmadığım çok şey var. Hiç yalan söylemedim ama hikayemin çoğu detayını atlayarak anlattım. Korktum sanırım. Senin de bana canavar gözüyle bakmandan yani." Omuz silkti. "Bir hain olduğumu düşünmenden korktum. Babasının gözünün yaşına bakmayan merhametsizin teki olduğumu düşünmenden." Gözlerimin içine baktı. "Tam olarak öyle bir insanım çünkü." Neye ihtiyacının olduğunu görüyor, dahası biliyordum.

Dudaklarımı araladım. Ona ihtiyacı olanı vermek benim de ihtiyacım sayılırdı. "Sen benim boktan hayatımın çoğu detayını biliyorsun oysa. Bu hayatın beni ne hâle getirdiğini, ne kadar kötü olabileceğimi ve bu kötülükle ne kadar ileri gidebileceğimi gördün. Buna rağmen vazgeçmedin benden. Ben nasıl vazgeçecektim ki senden? Her şeyden önce bunu düşünmen paramparça eder beni Kızıl." Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Hepsini bilirsen soğursun benden Araf. Cehennemine bile razı olurum ama buz gibi kışına katlanamam."

"Araf'ın kışı yok. Sana hiç yok hem de. Sen söyledin. Biz aynıyız seninle. Aynı iğrenç tavırla büyütüldük. Ne olursa olsun anlat bana olur mu?" Belimi okşadı ve yüzünü boynuma gömdü. Ensesindeki saçlarla oynamaya başladığımda hoşuna gittiğini belli eden mırıltılar çıkarttı ardından konuşmaya başladı. Sesi boğuk çıksa da dinledim. Boynuma çarpan nefesleri ve daha da yakıcı olan dudaklarını dikkate almamaya çalıştım zira sonu iyi bitmeyebilirdi.

"Hayır, Dayı'nın yanında gücümü kazanana kadar kaldım. Dayı hep bu tahtın bana ait olduğunu söyledi. Akıl hocamdı binevi. Zulüm gören halkın içinde büyüttü beni. Halktan herkese yakın, aynı zamanda bir o kadar uzaktım. Acı çekenleri gördükçe hırslandım. Taht hakkım veya değil. Hiç düşünmeden savaştım babamla. Soğuk savaştı. Önce soyadımın hakkını vererek baş eri oldum. Tüm pis işlerini yaptım. Halktan kimsenin zarar görmemesi kaydıyla tabii. Daha sonra en beklemediği, en güçsüz anında arkasından vurdum. Gözümü bile kırpmadım Afra. Hiç acımadım. Üzülmedim. Bir an bile üzülmedim babam için." Sıcak nefesi her boynuma vurduğunda huylandım ve o da bunu anlayıp geri çekildi. Bana bakan gözleri, parlıyordu. Nedeni belliydi. Şimdi karşımda utanç duyduğu geçmişinden bahsederken çekinmekten de geri kalmıyordu. Tepkilerimi ölçüyor, ona yanlış gelecek tek bir mimiğimde bile anlatmayı kesmeyi bekliyordu.

Utandığı için.

Dediğim gibi, Karan annesiz ve babasız büyüyen bir çocuk olmasına rağmen kendini o kadar iyi yetiştirmişti ki, haddim olmasa bile gurur duymamak elde değildi.

Dudağında yarım yamalak bir gülümseme belirdi. Sınavdan geçtin dermiş gibiydi. İlk defa bana geçmişinden söz ederken dalmadı. Anılarında gezinmedi.

İlk kez geçmişiyle olan savaşını, benim yanımda yendi.

Ancak içten içe daha çok gülsün istedim gözleri. Sanırım annelik duygusu gibi bir şeydi hissettiğim. Mutluluk konusunda sınır tanımasın, gülmekten korkmasın, daha fazla gülsün istedim. Bunu ona teselli vererek başarma düşüncesi yer edindi zihnimde ve öyle de yaptım. "Annemi öldürseydim, ben de üzülmezdim. Çünkü öldürdüklerimiz ya da öldürmeye çalıştıklarımız zaten bizim için birer ölüydü. Yas süreci çocukluğumuzdu bizim. Artık büyüdük. Yas bitti."

Verecek tek tesellim, bu konuda yalnız olmadığını hissettirmek olurdu sanırım.

"Artık büyüdük." dedi beni başıyla onaylayarak. "Hiç istemedik. Büyümek zorunda bırakıldık ve büyüdük." Ben de onu başımla onayladım ve olabildiğim en samimi şekilde, acı çektiğimi belli etmemeye çalışarak gülümsedim. Benim çocukluğumun gram önemi yoktu şimdi gözümde. Hem de hiç. Ancak onun çocukluğunun kayıplığına dayanamıyordum.

Kendi kayıp çocukluğuma gıkım çıkmazdı ama onun çocukluğu için avazım çıktığı kadar bağırırdım.

Ancak biliyordum ki tüm bunlar yaşanmasa, şimdi biz olmazdık. Yollarımız kesişmezdi. Karan beni, ben Karan'ı bulamazdım.

Meryem'in anlattıklarına göre kesin bulurdum gerçi. Muhafızımdı sonuçta. Ancak bir dönem kafamı allak bullak eden düşünce, şimdi Karan'ın bir yıldız gibi parlayan kızıllarına değince gözlerim, zihnimde bir anda yok oldu. Karan, beni korumak istiyordu içten içe ama bunu yalnızca muhafızım olmasının verdiği dürtü ile yapmıyordu.

Karan beni gerçekten seviyordu ve bu, ölene kadar şükredeceğim bir şeydi.

Derin bir nefes alıp düşüncelerimi uzaklaştırdım. Zira daha fazla düşünürsem ona olan sevgimi yanaklarını falan sıkarak gösterme niyetinde olacaktım. Şimdilik böyle bir şeye gerek yoktu.

Ancak daha sonra, neden olmasındı ki?

"Ben İlke'yi kontrol edeceğim." dedim alnına düşen saç tutamını geriye doğru atarak. Kıvırcık olan saçlarını her şekillendirdiğinde hayranlıkla onu izleme isteğimi bastırmak zorunda kalıyordum ve bu benim için çok zordu.

Beni başıyla onayladığında kucağından yavaşça kalktım. Ancak o Karan Başer'di ve öyle kolay vazgeçecek bir adam değildi. Arkamı dönüp odadan ayrılacakken, elimi yakaladı. Şaşkınlıkla ona bakarken beni kendine çekti ve dengemi kaybettiğimden kucağına oturmak zorunda kaldım. Henüz ne olduğunu anlamadan dudağıma yapıştı. Ancak bu defa, sanki bir an olsun gözleri gözlerimden ayrılmış da onun için haklı bir sebep doğmuş gibi büyük bir özlemle sömürdü dudaklarımı. Öyle derin öpüyor ve ikimiz de bundan öyle büyük bir zevk alıyorduk ki, nefessiz kalana kadar öpüştük. Nefes nefese ayrıldığımızda alnını alnıma dayadı. "Hazır bizi rahatsız edecek pek etken yokken öpmek istedim. Bir dahaki ne zaman olur Allah bilir." Gülümsedim ve elimle ağzını kapattım. Kaşlarını çatarak ne yaptığımı anlamaya çalıştı. Göz göze geldiğimiz an gözlerimi kaçırıp aptal gibi sırıttığımı gördüğünde anladı da muhtemelen. Bu hareketimle elimin altındaki dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Bunu hissettim. Belimde olmayan eliyle ağzımdaki elini uzaklaştırdı.

"Utandın mı sen?" dedi. Sorusunun cevabını pek tabii biliyordu. Amacı dalga geçmekti ve başarıyordu. "Ne utanacağım?!" dedim hızla kucağından kalkarak. "Utanacak bir şey mi var. Gidiyorum ben. Dua et sesimiz yan odadan duyulmamış olsun. Resmen rezillik."

Kendini yatakta geriye doğru attı ve bedenini yarı dik tutmak için kollarından destek aldı. Odadan çıkana kadar bakışlarını üzerimde hissettim. Sırıtışı yerli yerindeydi. Bundan zevk aldığı açıkça belliydi.

Odadan çıkar çıkmaz bozulan nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım.

Karan Başer, kalbime de soluklarıma da iyi gelmiyordu.

Yavaş hareketlerle İlke'nin kapalı kapısını araladım ve yine yavaş hareketlerle kapısını kapattım. Arkamı döndüğümde gördüğüm manzarayla gözlerim büyüdü. İlke yatakta resmen secde pozisyonundaydı ve başına bir yastık bastırıyordu. Amacı kulağını kapatmaktı ve neden kapatmak istediği de aşikârdı.

Tam o an, ölmek istedim.

En mantıklısının daha fazla rezil olmadan kaçmak olduğu kanaatine vardım ve arkamı döndüm. Kapı kulpuna uzanacakken arkamdan gelen sesle olduğum yere çivilendim. "Kaçma, gel buraya." Bittim dermiş gibi oldukça yapmacık bir gülümsemeyle arkamı döndüğümde başındaki yastığı bir kenara fırlatıp doğrulmaya çalışan İlke'yle göz göze geldik. Gülüşüm oldukça yerinde bir tepkiydi fakat İlke'nin yüzündeki sırıtış, benim oldukça yıkık gülümsememe savaş açmıştı. Kazanıyor gibiydi de. "Siz," dedi sonunda yatakta rahat bir pozisyon elde ederek. "Hayırdır?" Ne olduğunu pek tabii bilmesine rağmen, sırf beni utandırmak için safa yatıyordu. Boğazımı temizledim ve saçımı geriye attım. "Daha iyi hissediyor musun?" Sırıtışı bir süre sürdü ancak ciddiyetimin devam ettiğini fark ettiğinde sırıtmaktan vazgeçti. Beni daha fazla utandırma niyetinde değildi. Minnettardım. Ancak somurtur gibi olduğunda yavaşça ona yaklaşma ihtiyacı duydum. Derin bir nefes aldı. Tamamen doğruldu. Kırmızı ipin takılı olduğu elini kaldırdı.

"Bak," dedi buruk bir gülümsemeyle. "Bir insana anılarla ne kadar acı çektirilebilir Afra? Pamir'e baktığımda herkese iyi, sevdiği kadına şeytan olan bir adam görüyorum. Pamir benim zulmüm. Ben de Pamir'in zulmüyüm. İşin garip yanı ne biliyor musun? Hâlâ bir aptal gibi seviyorum onu. Sımsıkı sarılmak istiyorum. Unuttuğum kokusunu yeniden içime çekmek istiyorum. Bu tam olarak aptallık. Umarım beni hiçbir zaman anlamazsın. Umarım aşık olmanın aslında bir insana mahkum olmak olduğunu anlamazsın. Acı vermesine rağmen sevmek zorunda kalma kimseyi. Sonra derin derin nefesler alıyorken bile boğuluyormuşsun gibi hissediyorsun."

"Neden?" dedim omuz silerek. "Hiç vazgeçmeyi denedin mi İlke? Çok bilmişlik yapmak istemem. Hissettiğin acıyı anlayamam hissetmeden. Ancak gözlemledim seni. Sen ondan kopamıyor değilsin. Sen ondan kopmuyorsun İlke. Denemiyorsun bile. Bildiğinden değil, istemediğinden. Sen içten içe onun sana zulüm olmasını ve senin ona zulüm olmanı seviyorsun. Bunu istiyorsun." Gülümsedi. Onca acı verici lafıma karşılık yalnızca gülümsedi. Yavaşça çıktı yataktan. Başta ayakta durmakta zorlandı. Daha sonra dengesini sağlamayı başardı ve dibime kadar girdi. Dimdik karşımda dikildi. İlk defa ona bu denli yakından baktım. Uyumaktan şişmiş kahverengi gözlerine, dağılmasına rağmen hâlâ mükemmel görünen koyu saçlarına, sağlıklı olmadığını haykıran ten rengine, onu rahatsız etmeyecek şekilde kısa bakışlar attım. Fark ettim ki, ona çektirilen zulüm sağlığını da sömürüyor ancak onun buna gıkı çıkmıyor.

Haklıydı bir yerde. Karan'la bu hâle gelmemeyi umdum. İlke kadar güçlü kalamazdım zira. Karşıma bu denli dik çıkamazdım. Aynaya bakamazdım.

Ancak biliyordum ki, Karan'a da bakamazdım. Hep yaptığım gibi kaçar, ondan sonrasına göz yumardım. Baikasını istemek yerine, herkesten kaçardım.

Bu, kendimi koruma yönetimimdi ve şimdiye kadar asla yarı yolda bırakmamıştı.

Acıyı tattıysan, acı vereni zorlamana gerek yoktu neticede. Kim alerjisi olduğunu bile bile alerji edene sokulurdu ki? Saçmaydı.

"Haklısın." dedi güçsüz bir sesle. "Çünkü onunla ortak hissedebileceğimiz tek duygu bu artık. Acı çekmekten nefes dahi alamamak tek ortak noktamız uzun zamandır. Öleceğimi bilsem bile, yine tutunmak isterim bu duyguya. O gibi hissettiriyor çünkü. Eskisi gibi hissettiriyor."

Diyecek bir şey bulamadım ve elimden gelen tek şeyi yaptım. Sarıldım ona. Sıkıca sarıldım. Kısa sürede kilo vermişti. Bedeni sağlıklı olmadığını haykırıyordu. "Sana yemek hazırlayacağım." dedim geri çekilip saçını omzundan geriye atarak. "İstediğin bir şey var mı?" Sıcacık gülümsedi. Derin bir nefes alıp verdi ve bir süre düşündükten sonra gözlerime baktı. "Karan seni alıkoyduğunda sana yaptığım çorbadan yap bana." Bu beni bir aptal gibi gülümsetti. O evde yaşadığım tuhaf anılar vardı ve her zaman benim için özel kalacaktı. Gerçekten boyun eğen Afra'nın son günleriydi çünkü o günler. Karan'la karşılaşmamız, tam olarak değiştiğim döneme denk gelmişti ve Karan her iki Afra'yı da tanıyordu. "Mercimek çorbası mı istedi canın?" Kafasını sallayarak beni onayladı. "Sen çorbayı yap. Ben de Karan'la konuşayım. Pamir'in bahsettiği şey ciddi bir şey olmalı. Ne olur ne olmaz."

Tam anlamıyla donakaldım. Daha doğrusu düşüncelerim donakaldı. Ne demişti Pamir? 'Yanan ormanlar görüyorum. Ağlayan bebekler, yanmaktan kaçan insanlar. Kıyamet gibi. Afra'yla ne gibi bir bağı var bilmiyorum ama ateşlerin içine onu görüyorum. Diğerlerinin aksine kaçmıyor ve yanmıyor. Daha farklı hissettiriyor.' Sanki her şey birbiriyle bağlantılıydı. Pamir'in beni öngörüsünde görmesi, benim az önce yaşadığım saçmalık... Her şey benimle ilgiydi. Bir an önce Meryem'i bulmalı ve ne döndüğünü anlamalıydım.

Ancak ondan önce Karan'ın bu konuda tepkisini görmeliydim. Allah'ım, her şeyi en ufak ayrıntısına kadar bilmeye ne zaman başlayacaktım?

"Ben onu tamamen unuttum." dedim odadan çıkmaya yeltenirken. İlke de arkamaydı. "Mutfak masasına oturun. Hem ben de dinlemiş olurum." Utanmasam gözünün içine bakacaktım kabul etsin diye. Omuz silkip başıyla onaylamakla yetindi. Onun için basit bir istek olsa da benim için şu an gerçekten önemliydi. Karan'ın tüm tepkilerini ve düşüncelerini kavramam gerekiyordu. Böylece Meryem'le ne zaman buluşacağıma karar verebilirdim. Zira bir an önce buluşmalı ve bir kez daha bıkmadan hesap sormalıydım.

Aşağıya indiğimizde, Karan salondaydı. Az önce Deniz'in koltukta başını geriye yaslayıp uyuduğu gibi başını geriye atmış ve gözlerini kapatmıştı. Her zamanki gibi yorgundu. Ayağıyla ritim tutuyor, elleriyle başını ovuşturuyordu. Derin bir nefes alıp verdim.

Onunla uyumak istiyordum. Hem dinlenmesi, hem de dinlenmem için.

"Karan?" dedi İlke yavaşça. Karan aniden kafasını kaldırdı. Sıçradı da denebilir. Bizi gördüğünde hafif bir şaşkınlık sezdiğim bakışları normalleşti ve ayağa kalktı.

Ancak benim bakışlarımdaki şaşkınlık sönmedi. Aksine daha da şaşırdım zira Karan uyanık olmasına rağmen seslendiğimiz için korkmuştu. Normalde geldiğimizi hemen fark ederdi. Dikkati yorgunluğu sebebiyle dağılmış olmalıydı.

"Ne oldu?" dedi bize döndüğünde. Bakışları baygındı ve bu daha da üzülmeme neden oldu. Ancak aynı zamanda öyle bir bakıyordu ki, kötü bir şey olduğuna kendini inandırmış gibiydi ve ona bir ölümün haberini bile versek gereğinden fazla şaşırmayacaktı.

Karan Başer, yöneticiliğin en kötü tarafının hissettirdiklerini de bir şekilde baskılamaya çalışıyordu.

Ancak biliyordum ki baskılanan her duygu, daha sonra çok daha ağır hasarlar bırakmak için geri dönerdi ve bu bizim için iyi olmazdı. Zira ruhlarımız, kırılmaya oldukça müsaitti.

"Mutfakta konuşalım mı biraz? Afra bize yemek hazırlayacak bir yandan." Karan bana baktı. Daha sonra tekrar İlke'ye döndü ve kafasıyla onay verdi. Gözlerinde görmenin zor olduğu bir merak duygusu belirmişti. Ancak dediğim gibi her şeye hazırlıklıydı.

Birlikte mutfağa yürüdük.

Önüme tüm malzemeleri çıkartmak için aceleci davranırken İlke, Karan ile birlikte masaya oturmuş, konuya giriş yapmaya çalışıyordu.

"Bizi kaçırdı ya Pamir," dedi İlke. Arkam onlara dönük olduğu için Karan nasıl bir tepki verdi bilmiyordum. İlke boğazını temizledi. "Kaçırmasının tek amacı seni sinirlendirmek değilmiş." Bir süre daha ses gelmedi. Ortamdaki sessizlik, Karan'ın derin bir nefes alıp vermesiyle son buldu.

"Başka ne için kaçırmış?"

"Bazı rüyalar gördüğünden bahsetti."

"Nasıl rüyalar?"

"Uzun zamandır görmüyormuş. Son zamanlarda yeniden başlamış. Afra'yı görüyormuş. Yangın içerisinde yürüdüğünü ama hiç panik yapmadığını... Bunun gibi şeyler işte. Biliyorsun, Pamir'in rüyaları tuhaftır. Ne olur ne olmaz diye, yöneticinize iletin dedin." Yine birkaç saniye sessizlik oldu.

"Neden böyle bir iyilikte bulunma ihtiyacı hissetmiş?"

"Bu bir iyilik değil Karan. Pamir ne olursa olsun Büyücü ırkına ihanet etmez. Belli ki bir şeyler seziyor ki rüyalarında açığa çıkmış. Sen demiştin ya, bilinçaltı tehlikeyi bedene hissettirmeden sezer ve bunu kabuslarla iletir. Bu Pamir'in beden diliyle, Afra'yı koruyun demek. Sen de benim kadar iyi tanıyorsun onu. Ne olursa olsun Afra onun kardeşinin yansıması. Ona, aksi bir durum olmadıkça zarar vermez."

"Veremez zaten. Aksi bir durum olsa da veremez."

"Buna ben de izin vermem Karan. Ancak Pamir'in amacı Afra'ya zarar vermek olsa, bizi kaçırdığında çok rahat zarar verebilirdi. Fazlasıyla savunmasızdık. Seni kışkırtmaya çalışıyor her zamanki gibi."

"Kışkırtmayı başarıyor İlke. Afra'yı oyunlarına dahil etmemeli ama anlamıyor. Afra benim güç kaynağım. Ne olursa olsun Afra için tehlike arz ediyor ve hep öyle olacak. Afra'nın, Hafza'nın yansıması olması bir şey değiştirmez. Pamir delirmiş gibi davranıyor."

"Neyse ne!" dedi İlke. Sesi birden yükselmişti. Yavaşça onlara döndüğümde, İlke'nin dimdik bakışlarla Karan'a kitlendiğini gördüm. Karan ise bir o kadar ifadesizdi. Sanki İlke'nin patlayacağını biliyordu ve hazırlıklıydı. "Pamir, Afra'nın tehlikede olduğunu seziyorsa öyledir. Eğer bunu bize söylüyorsa, ona zarar verme gibi bir niyeti yoktur." Her bir kelimeye yaptığı baskı, beni şaşırtmıştı. Zira İlke ilk defa bu kadar kontrolsüz davranıyordu. Karan durumu anlamış, önündeki sürahide bardağa su koymuş ve sakince İlke'ye doğru iteklemişti.

"Sakinleş." dedi Karan. "Eski mantıklı İlke ol. Yalnızca bir gün tüm kontrolü kaybetmene neden oluyorsa ortada bir yanlışlık var demektir." İlke başını geri atıp güldü. Bir süre tavanı izledi. Ancak gülerken, ağlıyordu da aynı zamanda. Sinirlerinin bozulduğunu düşündüm. Karan bir yerde haklıydı. Pamir, İlke'nin ayarlarıyla oynamayı başarabiliyordu ve bu iyi değildi. İlke farkında mıydı bilmiyordum ancak şimdi bana kısa bir bakış atıp tekrar İlke'ye dönen Karan ve ben kesinlikle farkındaydık.

İlke, delirmiş gibi davranıyordu ve bu iyi değildi. Beni korkutuyordu. Karan ise alışkın gibiydi.

Bu olay, daha önce de yaşanmış olmalıydı.

Aşıktı. Aşktan korkmamın sebebi de buydu ya zaten. Şu an mantıklı düşünebiliyordum. Karan'a baktım. Karan yanındakine Cennet, karşısındakine Cehennem'di. Bir zamanlar Cennet'ini tatmış olmanız, yanlış bir hareketinizle Cehennem'inden nasibinizi almayacağınız anlamına gelmiyordu. Mantığımı ele geçirme yetkisini ona çoktan vermiştim.

Ancak belki de bana bunu düşündüren, içimde bas bas bağıran Neriman Suskun'un sesiydi. O tüm acımasızlığı ve tüm kalpsizliğiyle mantığımı temsil ediyordu. Bir an bile susmadan, şeytan gibi fısıldıyordu.

O, diyordu. Canını yakacak ve sen öylece duracaksın. Huyuna gitmezsen, üzüleceksin. Mahkumsun. Bunu sen istedin.

Ancak ben yine, tüm Afra'lığımla birlikte ona kulağımı tıkıyordum çünkü Karan'ın bendeki yeri de tam olarak kalbimdi. Beynimi değil, kalbimi seçtim ilk defa. Bunu mantığımı kullanarak yaptım çünkü Karan beni üzse bile, yeniden ayağa kalkabilecek gücü kendimde hissediyordum. Teslim olmuyordum tamamen. Bunu biliyordum. Korkularımın bizi mahvetmesine izin vermek istemiyordum.

Karan'ın beni üzmesini bile memnuniyetle karşılayacak gibiydim.

Bu, bir tür mahkumiyet değil miydi?

"Bazen benim için kontrolün ne demek olduğunu unutuyorsun Karan. Olur da bir gün sen de kontrolünü kaybedersen," Gözleri bana döndü. "Umarım kaybetmezsin ama kaybedersen ne demek istediğimi anlayacaksın. Kontrolünü bile kontrol etmek zorunda kaldığında, duygularını değil de mantığını seçtiğin için pişman olacaksın. Zira duygularını bir kere kaybedersen, tekrar bulamazsın." Karan bir kere bile dönüp bakmadı bana. Sadece sakince İlke'yi dinledi. Derin bir nefes alıp verdi.

"Bak İlke," dedi yerinde huzursuzca kıpırdanarak. Tek elini masaya ve tek elini dizine yerleştirdi. "Pamir ve senin ne kadar zor bir dönemden geçtiğini biliyorum ve anlayışla karşılıyorum. Sana yardım ettiğim dönemleri unutma. İkiniz de ne olursa olsun benim kardeşimsiniz. Arkamdan mı vuracaksınız, kardeşim arkamdan vurdu derim. Bir kere bildiğimi ne olursa olsun unutmam. Tanıyorsun beni az çok. Ama konu Pamir olduğunda ne kadar keskin hatlara sahip olduğunu sen de fark etmişsindir. Senin için Pamir neyse, benim için de Afra o. Anlıyor musun? Kimse, kardeşim bile olsa kimse ona zarar veremez. İzin vermem." Arkasına yaslandı. "Geldin. Pamir'le durumunuzu anlatmaya bile ihtiyaç duymadın çünkü o kadar yakındım size. Yardım ettim. Şimdi tekrar yardım iste. Tekrar ederim. Ama işin için Afra'yı katarsa-"

"Ne yaparsın?" İlke Karan'a karşı bomboş bakıyordu şimdi. Dudaklarında belli belirsiz, hayal kırıklığı dolu bir gülümseme vardı. "Bana yardım etmedin." dedi kafasını sallayarak. "İşine geldi. Yönetim konusunda sadece işine gelenleri yaptığını ben dahil herkes biliyor. Pamir'i sinirlendirmek istedin. Ne kadar çabuk sinirlendiğini ve sinirlenince çok kolay hata yaptığını biliyordun. Seni sürgüne yolladığı için içten içe kin de besliyordun. Hoşuna gitti. En değer verdiği insandan vurmak onu, hoşuna gitti. Onu çıldırtıp, karşıma geçmiş Pamir delirmiş gibi davranıyor deme. Sen beni tanıyorsun. Ben de seni çok iyi tanıyorum. Dürüst olalım. Afra konudan bağımsız. Ben de ona değer veriyorum ve zarar görmesini asla istemiyorum. Onu ben de korurum. Ama sen, Pamir'i korumazsın artık. Ne olursa olsun. Kardeşim de istersen. İçinde ona karşı hep bir öfke olacak. Eskiler geride kaldı. Bundan en çok etkilenen de benim ama ikiniz de görmüyorsunuz." Çenesi titredi. Sesi ağlamaklı oldu ancak durmadan devam etti.

"Beni seçmeye zorlayacaksınız. Biliyorum. İkinizden de nefret ediyorum." Ağlamaya başladı. "Nefret ediyorum tamam mı?" dedi öne doğru eğilerek. Bağırmadı. Ancak bağırsa daha az ağır olurdu sanırım. "İkinizden de nefret ediyorum. Beni bir yere sığdıramadığınız için hep kırgın kalacağım size. Gururumu seçmek istiyorum ama seni seçmek istemiyorum. Öyle bir noktaya getirdiniz ki bu kavgayı, durum tamamen benim seçimim hâline döndü." İlke arkasına yaslandı. Yanağını sildi. Burnunu çekti ve yine bomboş baktı Karan'a. "Ben bu topraklarda doğdum. Başka bölgenin insanı değilim. Babam Baş Komutan olarak yaşadı burada ve onurlu bir adam olarak öldü. Ben de onun izinden gideceğim. Ne olursa olsun buraya aidim. Burada, seni seçtiğim için bulunmuyorum artık. Burada, mantıklı bir insan olduğum için ve babamı örnek aldığım için bulunuyorum. Asla unutma Karan. Çünkü mantığımı devreye soktuğumda, Pamir'le birlikte sen de yok oluyorsun benim için." Gözlerinin tam içine baktı. "Çocukluğumu silip atıyorum." Ayaklandı. Karan tek bir hamle yapsa yine otururdu o masaya eminim. Ancak Karan kalktığında yüzüne bile bakmadı. Dimdik karşısına baktı. Gözünü bile kırpmadı. Bu o kadar kırıcı bir davranıştı ki, İlke burnunu çekip mutfaktan çıkmak için ilk hamleyi yaptı.

Elimle kolunu yakalamaya çalıştım ancak gözlerime bakıp kafasını salladığında ona izin verdim. Hızla mutfaktan çıktı.

Karan'a döndüm. Yüzündeki ifadesizliğe anlam veremedim. Çok sevdiği bir arkadaşını kaybediyordu. Hiç mi üzülmüyordu? "Peşinden git." dedim masada karşısına oturarak. "Dinler seni. Onu rahatlatmana ihtiyacı var." Karan gözlerimin içine baktı. Derin bir nefes alıp verdi ve asla beklemediğim bir ifade takıntı.

Tebessüm etti. İnandırıcı bir tebessüm değildi. Şaşkınlığımı yüzümden okudu. Açıklama yapma gereği duymuş olmalı ki dudaklarını araladı. "Burada," dedi yüzüme bakarak. "Yönetici ailelerinden olan kadınlar ve yetkili kadınlar hep sıkıntı çeker." dedi. Yutkundu. "Annem," dedi. Gözlerimin içine baktı. "Zorla evlendirilmiş babamla. Düşünebiliyor musun? Damarlarında saf büyücü kanı akıyor ve en güçlülerdensin. Ancak daha da güçlü olmak isteyen ailene karşı koyamıyorsun." İki elini de masaya koydu ve onları izlemeye başladı. "Pamir de ben de İlke'nin bu noktaya geleceğini biliyorduk. Önlemek istedik ama bak ne oldu?" Ellerindeki bakışları tekrar beni buldu. "Burada yetkili her kadın bir seçim yapar ve seçiminin sonucu hayatına mâl olur."

"Annenin," dedim. Beni daha dikkatli dinlemeye başladığında sırtım yay gibi gerildi ancak durmadan devam ettim. "Annenin seçeneği yokmuş. Zorla evlendirildiyse şayet." Karan kafası salladı.

"Her zaman bir çıkış yolu vardır. Ancak çıkış yolu, hangi cehenneme çıkar bilemezsin. Annemin bir seçeneği vardı. En güçlüleriydi. Diğer üç kız kardeşinden bile güçlüydü. İstese bu evreni yok bile ederdi ancak babam olacak o kansızla evlenmeyi seçti. Neden yaptı bunu hiç anlamadım. Neden başka bir cehennemi seçmedi?" Gözü dalar gibi oldu. "Dayı'yla çok uzun zamandır tanışıyorlar. Çok sordum. Bana sadece fedakâr bir annem olduğunu söyledi. Ne feda ettiğini söylemedi. Her şeyin bir sebebinin olduğunu ve zamanı geldiğinde sonuçlanacağını."

Karan sözünü tamamladığında, içten içe acı çektim. Bu acı, her annesinden söz ettiğinde nüksediyordu ancak bu defaki çok daha dayanılmaz bir acıydı. Kalbimin tam ortasına bir ateş yakıldı. O ateş, ikimizi de yaktı.

Karan benim koruyucumdu ve bir şekilde vâr olmalıydı. Karan'ın doğması için Meryem, o adamla rızası olmamasına rağmen evlenmiş olabilir miydi?

Sırf ben ortaya çıkayım ve evrenleri kurtarabileyim diye...

Karşımda oturan adama baktım. Şimdi ben onun her bir zerresini, her bir nefesini ezbere bilirken onun benim hakkımda bilmediklerini tarttım. Ben, ona bir yabancıydım. Bildikleriyle ve bilmedikleriyle... Tam anlamıyla bilse bile hep yabancı kalacaktım.

Bu düşünce nefesimi bile yeterince dolduramamama neden oldu ciğerime. Boğazım düğümlendi. Yutkunamaz oldum. Şimdi eline bakıp, düşüncelere dalan bu adam hem çıkışım hem de çıkmazımdı. Farkında olmadan acı çektiriyor ve yine farkında olmadan iyi geliyordu.

"Peşinden git." dedim zar zor stabil tutabildiğim sesimle. "Onu küçükken vakit geçirdiğiniz yere götür. Konuşun. Dertleşin ve bu eve barışarak geri dönün." Bakışlarımdaki ciddiyet onu konuşma konusunda kısıtlamıştı. "Bunu İlke'ye yapamazsın. Onu yalnız bırakamazsın. Pamir'i seçse bile kızamazsın ki seçmez zaten. Çoktan geçmişler o noktayı. Üçümüz oturup konuşalım. Baktık işin içinden çıkamadık, Pamir'i çağırırız." Ağzını açacakken durdurdum onu. "Bunu İlke'ye borçlusun. Karan sen bunu, bu evrende yetkili olup zor kararlar vermek zorunda olan her kadına borçlusun. Borçlusunuz. Lütfen." Karşı çıkacağı her hâlinden belliyken, yaptığım konuşma sonrası yüz ifadesi yumuşadı ve omuzları çöktü. "İlke, Pamir'e karşı beni korudu. Şimdi ben onu, sana karşı koruyorum." Yüzüne baktım. "Çünkü sen İlke için Pamir'i korumazsın artık." İlke'nin sözlerini söylediğimde, öylece yüzüme baktı. Muhtemelen bir şey diyemedi. Tek bir soru bile sormadı. Neden seni koruma gereği duydu diye sorabilirdi ya da Pamir sana zarar vermeye mi kalkıştı diyebilirdi ancak tek kelime etmedi. Yavaşça ayakladı. Bana bakmadan mutfaktan çıkacakken seslendim. "Karan!"

Seslenmemle birden durdu ve yavaşça bana döndü. "Özür dilerim." dedim ona. Kaşlarını çattı. "Neden?" Tamamen bana dönmesinin tek sebebi merakıydı. Ayağa kalktım. Ona yaklaştım yavaşça. "Kabul et özrümü."

"Neden?" dedi tekrar. Tam karşısında durduğumda, eliyle yanağımı okşadı ve kafamı, enseme götürdüğü eliyle yavaşça çekerek göğsüne bastırdı. "İşte." dedim. "Seni kıracağım. Öyle hissediyorum. Sen yine de hatırla bu özrümü." Karan bana daha sıkı sarıldı. Öyle sıkı sarıldı ki, kırdığın yerlerde çiçek açar demek istedi sandım.

Ancak benim kırdığım yerlerde, çiçek açmazdı. Asfalttı. Benim kırdığım yerde toprak çorak kalırdı.

Karan bir şey söylemedi. Sessizliği seçti. Bir şeyler söylemesini beklerdim. En azından beni aksine inandırmaya çalışmalıydı ancak yapmadı. Geri çekildi. Ellerini yanaklarıma çıkarttı ve alnıma ufak bir öpücük kondurup mutfaktan çıktı.

Anlayamıyordum. Karan'ı, bu tür konularda anlayamıyordum.

Karan gittikten sonra, çorbamı yaptım. Bir süre duvarlara baktığımı bile fark etmeden düşündüm ve en sonunda, üst kata çıktım. Dağınık yatağa baktım. Usulca yatağa oturup gözlerimi kapattım. Az önce gördüğüm görüntüleri tek bir ayrıntıyı bile kaçırmamaya dikkat ederek gözden geçirdim. Derin bir nefes aldım.

Yaşadıklarım, bir sanatçının hayal gücünü bile aşardı. Gerçek gibi hissettiren her şey olağanüstüydü ve olağanüstü gibi görünen her şey de gerçekti. Akli dengemi kaybetmem an meselesiydi.

"Afra." Tanıdık bir ses, arkamda ismimi mırıldandığında ister istemez sıçradım. "İyi misin kızım?" Meryem, sanki onunla buluşmam gerektiğini hissetmiş gibi bir anda yanımda bittiğinde şaşırmadan edemedim. Ancak bir tuhaflık vardı.

Duvara yaslanarak yerde oturuyordu. Sesi oldukça kısıktı ve bedeni tir tir titriyordu. Kendi rengini kaybeden teni, yavaş yavaş morarmaya başlamıştı. Bu görüntü, beni korkutmaya yetti. Bilinci yerinde gibiydi ancak gözleri kayıyordu. Bayılacak gibiydi.

Oturduğum yataktan hemen kalktım ve yanına gittim. Fark ettiğim ilk şey bedeninin soğuk olduğuydu. Öyle soğuktu ki, ona yaklaştığım için üşüdüğümü hissettim. Yere diz çöküp bana uzattığı elini tuttuğumda, dudaklarını araladı ve zar zor da olsa konuştu. "Özür dilerim." dedi nefes nefese. "Hemen yanına gelemedim." Titredi. Titremesini biraz da olsa hafifletmek istediği için olsa gerek kendini sıktı. Bunu, elimin içindeki elinden çok net bir şekilde anladım. "Aklına girmek için öyle büyük bir güç sarf ettim ki, güçsüz düştüm. Saatlerdir baygındım. Yeni uyandım. Buraya ancak gelebildim." Öylesine zor konuşuyordu ki, bu kelimeleri bir araya getirmek için büyük bir uğraşa girmişti. Titreyen çenesi ona bu konudaki en büyük engeldi.

"Hava," dedi camı işaret ederek. Dışarıya baktım. Havada kara bulutlar geziniyordu ve gözle görülür bir şekilde rüzgar çıkmıştı. "Daha fazla bu hâlde kalırsam tüm dengeler bozulacak. Dengeyi kurmak için çok güç harcıyorum ve her dakika daha da zorlaşıyor." Nefes nefese kaldığında ona doğru eğildim.

"Tamam," dedim telaşımın sesime yansımasına engel olamayarak. İyi görünmüyordu ve ben ne olursa olsun özümde bir insandım. Bana hayatı zindan eden bu kadına da yardım ederdim. Ne de olsa ben yıllarca benim için yaratılmış bir şeytana anne demiş, ona sorgusuz sualsiz sadık kalmıştım. "Tamam, sana yardım edeceğim ama burada öylece duramayız. Yer değiştirmemiz lazım. Karan evden ayrılalı neredeyse iki saat oldu. Her an geri dönebilir. Seni bu hâlde görürse biteriz." Meryem gözlerini kapattığında elimi yanağına çıkarttım ve soğuk tenine rağmen onu uyandırmaya çalıştım. "Sakın uyuma. Duyuyor musun beni? Meryem sakın uyuma dedim!" Gözlerini güçsüz bir şekilde araladığında derin bir nefes aldım ve hızlı hızlı konuştum. "Ne yapmam gerektiğini söyle? Hemen kendine gelmen gerekiyor." O bu hâldeyken yer değiştirmemiz imkansızdı. Karan gelene kadar gücünü toplamalıydı. Elimden geleni yapacaktım ancak ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Uzun, düz, gri saçları yerlerde sürükleniyordu. Onları yüzüne gelmemesi için geriye doğru attım.

"Duş." dedi güçsüz bir sesle. "Ten temasımızı kesme ki senden güç alabileyim." Başımla onayladım ve onu yerden zor da olsa kaldırmayı başardım. Kolunun altına girmeme rağmen bacakları tutmuyor gibiydi. Ayaklarını yere süre süre banyoya götürdüm. Onu yavaşça küvete bıraktım. "Uyuma!"

Suyu, ısınana kadar teninden uzak tuttum. Bir şeyler mırıldandı. O kadar güçsüzdü ki sesi, onu duyamadım. Suyu kapatıp yavaşça ona doğru eğildim. "Tekrar et Meryem! Seni duyamıyorum." O kadar telaşlıydım ki dokunsalar ağlayacaktım. Birkaç denemeden sonra onu duyabildim. "Sıcak su."

"Sıcak su ile mi yıkanmalısın?" Belli belirsiz kafasını salladığında ona güvenmekten başka çaremin olmadığının bilincindeydim. Ateşi yoktu. Ateşi olsa bu dediğini yapmazdım ancak o resmen donuyordu. Sıcak su, onun için zararlı olabilirdi ancak bildiği bir şeyler olmalıydı. Elimin ayağımın birbirine dolandığını hissettim. En sonunda, suyu olabilecek en sıcak şekilde ayarlayıp küveti doldurmaya başladım. Su o kadar sıcaktı ki, elimi suya sokamıyordum ancak buna rağmen Meryem hâlâ tir tir titriyordu. Şaşkınlıkla onu izlemeye devam ettim.

Dışarıdan gelen yağmur ve rüzgar seslerine, çok daha şiddetli şimşekler de eklenince telaşla Meryem'e döndüm. Kaşlarını çatmıştı ve gözleri kapalı bir şekilde suyun içinde uzanıyordu.

"Elim." dedi belli belirsiz bir ses. Akan su yüzünden duymakta daha fazla zorlandım. Üzerine dışarıdan gelen şiddetli rüzgarın sesi de eklenince, ona daha da yaklaşıp ne dediğini anlamaktan başka çarem kalmamıştı. "Elimi tut!" Sıcak suya elimi sokamıyordum. Bunu yapamayacağımı fark ettiğinde güç bela sudan elini çıkarttı ve elimi yavaşça suya daldırdı.

Su, buz gibiydi.

Kaşlarımı çatıp diğer elimi akan suyun altına tuttum ve tutmamla çekmem bir oldu. Akan su neredeyse kaynıyorken, küvetteki su donuyordu. Bunun sebebi Meryem olmalıydı. Gözlerimi kırpıştırdım zira ben henüz suyun sıcaklığını algılayamazken, elimin çevresinden mavi ve mor karışımı bir boya aktı. Zaten çatılı olan kaşımı daha da çattım.

Bu, boya değildi.

Bu, güçtü.

Öyle olmasa, kanım çekiliyormuş gibi hissetmezdim. Benim sonsuz gücün kaynağı olduğum söylenmişti. Meryem, tıpkı Karan gibi benden güç alıyordu.

"Su," dedi titremesi güçsüzleşmiş Meryem. Artık sesi daha netti. Gözleri kapalı olmasına rağmen şaşkınlığımı hissetmişti. "Su, akışı kolaylaştırır."

"Bu," dedim bakışlarım ellerimizin etrafında dönüp duran mavi ve mor karışımı ışık kümesindeyken. "Bu inanılmaz."

"Öyle. Hepsi sana ait. Henüz uyanmamış bir güç yığını. Birlikte uyandıracağız ve bu evrenin en güçlü varlığı olmanı sağlayacağım. Herkesi ancak böyle koruyabiliriz." Sudaki gözlerim, gözleri kapalı bir şekilde konuşan Meryem'e kaydı. Başını tutacak kadar bile güç edinememişti henüz. "Ya sana yardım etmek istemezsem. Acım ağır basarsa ve sonu arzularsam." Meryem belli belirsiz güldü. Yavaşça gözlerini araladı ve bana döndü.

Bir şimşek çaktı.

"Sen zaten sonu arzuluyorsun." Titreyen nefesler aldı. "Ancak arzuladığın son yalnızca sana ait. Başkalarının sonuyla huzura kavuşma fikri sana korkunç geliyor. Çünkü seni böyle yetiştirdim."

Çünkü seni böyle yetiştirdim... Öyle acı verici bir cümleydi ki, kaburgalarım kırılsaydı ve her bir sivri uç kalbimle buluşsaydı bile bu kadar acı çekmezdim. Kanımda boğulsam bile bu denli çok boğuluyormuş gibi hissetmezdim.

Bir şimşek daha çaktı.

"Beni kişiliğime hapsettiniz." dedim. "Prensiplerime, kurallarıma, iyi niyetime hapsettiniz."

"Öyle." dedi konuşmamın devamını duymak istemezmiş gibi. "Çünkü ancak şeytanın yanında büyürsen ve ondan eziyet çekersen gerçek iyiliği öğrenecektin. Başka yol yoktu. Biz bedel ödemek için vâr olduk. Suçsuzduk ama bedel beklemez. Ya biz ödeyecektik ya da herkes."

Tam dudaklarımı aralamıştım ki, aşağıdan kapı sesi geldi. Daha sonra Karan'ın ve İlke'nin sesini duydum. Eve girmişlerdi.

Gözlerimi büyüterek Meryem'e ve daha sonra suya baktım. Elimi elinden hızla çektim. "Geldiler." dedim telaşla. "Geldiler. Hemen saklanmalısın."

Meryem yavaşça kafasını kaldırıp bana baktı. "Bir an önce mezarıma ziyarete gel. Biliyorsun, ölüler beyanda bulunamaz. Yalnızlıktan kurtulamazlar." Ne dediğini algılayamadan ayaklandım ve onu küvetten çıkartmak için elimi suya daldırdım. Ancak beklemediğim bir şekilde su, sıcaktı. Acıyla inleyip elimi geri çektiğimde, karşımda kimse yoktu.

Küvet boştu ve su, fazlasıyla sıcaktı.

Yukarı doğru gelen adım seslerini dinlerken, küvetteki suyu boşaltmak için acele ettim.

"Afra? Neredesin?" Muhtemelen merdivenlerdeki Karan bana seslendiğinde, hızla kapıya ulaştım ve anahtarı çevirdim.

Aklıma gelen ilk yalanı söyleyiverdim.

"Tuvaletteyim."

Dışarıda yavaş yavaş dinen yağmur sesi ve küvvetteki son damlaların yok oluşunu algılıyor ve düşüncelerime engel olamıyordum.

İnsan, gücünün farkına varmaya başladığında kendine güveni de artıyordu. Öyle ki, az önce bana sonsuz gücümü kullanabilmeyi vadeden kadının aslında benim celladım olmasını umursayamıyordum bile artık. Zira en dibi görmüştüm. Daha fazla zarar veremezdi çünkü çocukluğumu almıştı elimden. En fazla ne olabilirdi ki?

Sonsuz gücün sahibiysem eğer, beni nasıl yok edebilirdi ki?

Loading...
0%