Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29-KARARLARIN ARAFI

@elfhikayelerii

Bir küçücük Afracık varmış. Neriman Suskun'un izin verdiği kadar alanda koşar, oynarmış. Kimse onu sevmezmiş. Kimse ona sen benim canımsın demezmiş. Küçücük Afra büyümüş. Sığamamış yere göğe. Anne babası ayrı, kendisi ayrı sığdıramamış çelimsiz bedenini. Sonra göçüp gitmek istemiş. Arkasından üzülecek kimsesi yokmuş çünkü. Gitmiş de. Ancak yolculuk biraz farklı gelişmiş.

Afracık, o göze aldığı yolculuk sayesinde aşka düşmüş. Öyle sert düşmüş ki, kimse kaldıramazmış onu düştüğü yerden. Kalkmak istememiş de zaten.

Bu hikayenin kahramanı bendim işte. Hiç kalkmak istemiyordum düştüğüm yerden. Yanımda o vardı çünkü. O da sert düşmüştü benim gibi.

Ancak ben düşmelere doyamazdım ki. Karan'la benim düşmelerim aynı olamazdı. Ben onun yerine de düşerdim gerekirse. Öyle de yaptım. Şimdi tüm o sırların altında tek başıma ezilmeye hazırdım. Hiç utanmadan bunu bir fedakarlık sayabiliyordum. Yüzüm gram kızarmıyordu. Karşı çıkmayı bırakmış, bir yalancı olduğumu kabullenmiştim çoktan. Meryem benim hayatımı mahvettiğinde bu kadar yanmamıştı canım.

Sanırım artık hiçbir şey Karan'ın gözlerindeki yansımamın acizliği kadar yakmayacaktı canımı...

Şimdi o hiçbir şey yapmadan, bilmeden beni unufak eden adam tam olarak karşımdaydı. Önümde diz çöktüğünde ona üstten bakıyordum. Bana hiç bakmadığı kadar şüpheci bakıyordu. Gözümden kaçmadı bu. Elini dizime yerleştirdi.

"Uyanık olduğumu nereden anladın?" dedim yakalanmanın istem dışı rahatlığıyla edindiğim ifadesiz bir yüz ve ifadesiz bir sesle. Derin bir nefes alıp verdi. Gözlerimden gözlerini ayırmadan, "Uyurken güç daha stabil yayılır. Kalp atışlarını bile duyabiliyorum Afra." dedi. Beni yakalamıştı. Beni gerçekten yakalamıştı. "Ormanda mıydın?" Kaşlarımı çattım. "Kalp atışlarımla ormanda olmamın ne alakası var?" dedim yüzüne bakarak. "Geleli oldu bayağı. Adamlarına mı yakalandım yoksa?"

Planım tıkır tıkır işliyordu. Ancak hesaba katmadığım herhangi bir şey sorması durumunda muhtemelen bana kal gelecekti. Şu an, yalan makinesi gibiydi. Verdiğim tepkileri ölçüyordu. Aldığım her bir soluktan anlam çıkartma ihtimali vardı. Kalp atışlarımı stabil tutmaya çalışıyor ve bunu yaparken oldukça zorlanıyordum. Zira kalp atışlarım da ona esirdi. Tek bir yanlış hamlem, yalanımı kanıtlayacaktı. "Ne zaman gittin ve ne zaman döndün sen? Nasıl gittin oraya?" Derin bir nefes alıp verdim. Suçlu bakışlar attım yüzüne. Utanmış gibi yaptım. "Biraz nefes almak istedim sadece. Uyumaya çalıştım ama başaramadım. Deniz'in de sohbetine doyum olmuyor malum." Ellerimle oynuyor, gözlerine bilerek bakmıyordum. "Sana çıkmak istediğimi söylesem karşı çıkardın. Ben de başına bela olmamak için adamlarından gizli çıktım işte. Taksiye bindim. Yatakta," Duraksadım. Gözlerine baktım ve utanmış gibi gözlerimi yine kaçırdım. Öyle iyi bir oyunculuk performansı sergiliyordum ki, ben bile inanacaktım Meryem'le görüşmediğime. "Yataktayken kabus gördüm ya birden." Beni başıyla onayladığını hissettiğimde devam ettim. "Aklıma takıldı. Buraya gelmeden önce uzun zamandır ayakta kabus görmemiştim. Ne zaman kendimi bu evrende buldum, ayakta kabus görmeye başladım. Ben de ormana gittim işte. Nedenini bulmak için." Küçük bir çocuk gibi dudağımı büzüp yüzüne baktım. Gördüyordum ki istediğimi elde edebilecek kıvama gelmişti. "Seni yarı yolda bırakmış gibi hissettim." dedim onu suçlu hissettiğime inandırarak. "Nasıl yani?"

"İstemiyormuşum, bahane bulmaya çalışıyormuşum gibi göründüm sana." Eğer konuyu dağıtmak istiyorsanız, kendinizi suçlu hissetmiş gibi gösterip karşıdakini mahçup etmeniz gerekiyordu. Şimdi görüyordum Karan'ın gözlerinde. Yavaş yavaş yumuşuyordu ve tüm şüpheci tavrı söylediklerimle yok oluyordu. Dikkatini dağıtmayı başarmıştım.

"Öyle düşünmedim Afra." Duraksadı. "Ne zaman döndün sen? Nasıl döndün?" Ne olursa olsun, şüphesi devam ediyordu. Karan zeki bir adamdı ve onu herkesi kandırdığım şekilde kandırabileceğimi düşünmek tamamen hataydı. Omuz silktim. "Yürüyerek işte."

"İyi ama ben güçlerimi kullanarak geldim. Yetişmen imkansız gibi bir şey." Mırıldandığı cümleye karşılık verme gereksinimi duydum.

"Orada beş dakika bile kalmamışımdır. Ormandan korkup koşarak döndüm zaten. Adamların da uyuyor sanırım. Beni görmediler bile. Sen de mi ormandaydın?" Buna da ikna olmuştu. Görüyordum. Soruma cevap vermedi. Konuyu yine şımararak dağıtmam gerekiyordu.

"Yakalandım mı?" dedim gülümseyerek. Başını bir kez aşağı indirip kaldırdı. "Yakalandın." Yüzünden, beni yakaladığını düşündüğünden kendinden emin bir gülüş vardı. "Her yerde gözüm ve kulağım vardır." Etkilenmiş gibi yaptım. "Hmm." Yüzündeki aptal sırıtışı görmek için bugün yaşadığım tüm gerilimleri tekrar yaşamaya hazırdım. Kendimi tutamayıp ona sarıldığımda dengesini zar zor sağladı. Sarılışıma anında belime dolanan elleriyle karşılık verdiğinde gülümsedim.

"Şöyle şeyler yaparak beni yumuşatamazsın." dedi mayışmış bir sesle. Gayet de yumuşuyordu şu anda.

"Hmm." dedim tekrar. "Nasıl yumuşarmışsın peki? Söyle bakalım." Geri çekildi de yavaşça doğruldu. Beni yatağa oturttu ve kendisi de yatağa oturup beni kendine çekti. Üst dudağı alt dudağımı bulduğunda şaşkınlıkla kalakaldım. "İşte böyle yumuşarım." dedi. "Bir dahakine bu hamleyi dene." Gülümsemem büyüdü. Bir süre yüzümü izledi ancak yavaş yavaş ciddileştiğinde beni bir yığın uyarının beklediğinden emindim.

"Afra," dedi bir şey isteyecekmiş gibi. Konuşmasına izin vermeden elimi yanağına koydum ve onu susturup kendim konuşmaya başladım. "Biliyorum Karan. Sana haber vermeden çıkmam yanlıştı. Bir daha olmayacak. Ama beni de anla lütfen." Yüzümdeki ifadeyi ve sözlerimi göz önünde bulundurarak tüm uyarılarını geri plana atmayı başardı ve susmayı seçti.

"Halledebildin mi sorunları?" Beni başıyla onayladı. Ayağa kalktı. Üzerindeki ceketi çıkarttı ve düğmelerini açarken gözlerimin içine bakarak anlatmaya başladı.

"Masa yerlerini, ışıkları falan ayarladım işte. Her şey hazır." Düğmeleri teker teker açmaya devam etti. O an tamamen ona odaklıydım. Bir de yavaş yavaş açtığı düğmelere. Yukarıdan aşağıya inerken hipnoz olmuş gibi onu izledim. Bir ihtimal gerçekten hipnoz olmuş bile olabilirdim.

"Sanırım yarın evlenmemiz için en uygun gün. Hem, senin için planladığım bir sürpriz var diyordum hatırlıyor musun?" Son düğmeyi de açtığında yutkunup ona baktım. Benden devam etmek için onay bekliyordu. Başımla hatırladığımı belirttim.

"İşte onu da ayarlayabildim sonunda. Kısacası yarın evleniyoruz." Üzerindeki gömleği çıkarttığında gözlerimi çıplak bedeninden ayıramaz hâle gelmiştim. Ona baktıkça içim titriyordu. Bana oldukça yabancı olan bu hisse güvenmiyordum ancak hoşuma da gidiyordu. "Seni yöneticilerle ve onların akrabalarıyla tanıştıracağım düğünde aynı zamanda. Yani boş durmayacağız. Kendini hazırla şimdiden." Elindeki gömleği yatağa bırakırken bana fazlasıyla yaklaşmıştı. Geri çekildiğinde gözlerime baktı. "Gelinliğini de hazırladım. Görmek ister misin?" Şu an transa girmiş gibiydim. Ne diyordu gram duymuyordum. Sadece ona bakıyordum ve kendime karşı koymakta gerçekten zorlanıyordum. Bana ne oluyordu böyle? Kontrol manyağı biri olarak kendime bu hâlleri asla yakıştıramıyordum. Ama şu an çok zordu kontrolü elimde tutmak.

Kafamı olumsuz anlamda salladım. Ne sormuştu? Gelinlik mi demişti? Gelinlik falan görmek istemiyordum şu an. Umrumda bile değildi.

"Bana güven o zaman. Güzel bir gelinlik seçtim senin için." Gülümsediğinde başımı salladım ve deminden beri ilk defa erkek görüyormuş gibi baktığım bedeninden gözlerimi ayırıp ben de aptal aptal sırıttım. Derin bir nefes alıp verdi.

"Ben duşa gireceğim." Yanımdan ayrılacakken durdu. Bir şey hatırlamış gibi işaret parmağını kaldırıp salladı ve bana döndü. "Şey diyeceğim bir de," Bana yaklaştı. Oturduğum yatakta, kollarını iki yanıma koyarak üzerime doğru eğildi. İstem dışı geriye çekildim. Yüzündeki aptal sırıtışa anlam veremezken dudaklarını araladı. Biraz daha yakınıma girerse hiç iyi şeyler olmayacaktı. Şu an yatakta yatıyor sayılırdım ve başım yatakla temas ederse şayet, duramayacaktım.

"Sen söylemiştin ya," Dudaklarıma baktı. "Evlenmeden olmaz demiştin." dedi. Sağ tarafımdaki eli, birden yüzümde yer buldu. Baş parmağı dudağımın üzerinde gezinmeye başladığında, nefesimin kesildiğini hissettim. "Az kalsın unutacaktın." dedi cüretkar bir sesle. "Unutma. Unutma ki, kendime hakim olabileyim." Son söylediğini o kadar zorlanarak ve kısık sesle söylemişti ki, bir an kendimi kaybedeceğimi zannettim.

"Karan." dedim derin bir nefes vererek. Az önceki zoraki sesi benim ses tellerime de uğradı. İsmini tuhaf bir tonlamayla söylediğimden olsa gerek kızıl gözleri parladı. Göz göze geldiğimizde yine nefesimi tuttum. "Duşa gir." dedim. Çok zor durumaydım şu an. Ses tonum ne kadar zorlandığımı belli ediyordu ve Karan da bunun farkındaydı.

"Çok sabredince," İnip kalkan göğsü yüzünden kendimi yalnız hissetmiyordum. Zira benim göğsüm de hızla inip kalkıyordu. Öylece durmamıza rağmen nefes nefese kalmıştım. Kalbim ağzımda atıyordu ve Karan muhtemelen kalbimin sesini duyuyordu. "Çok daha kötü olur." dedi. Şu an bakışları öyle keskin ve kendinden emindi ki, onu daha önce hiç bu denli kontrolsüz gördüğümü hatırlamıyordum. "Sadece uyarıyorum." Geri çekildi. Adımları banyoya yönelmeden son kez gözlerime baktı. Onu ne denli çok istediğimin farkında olduğundan olsa gerek sırıtıyordu. Geri geri giderken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Son ana kadar öylece durdum. Herhangi bir hamle yapsam üzerime atlayacak gibi bakıyordu ancak şimdi olmazdı. Kontrolü kaybetmeme rağmen mantığıma sıkı sıkıya bağlı bir dal vardı zihnimde. Mantığım Karan yanlış demiyordu. Mantığım mutlu olmanın ve kontrolü elden bırakmanın mantıksız olduğunu düşünüyordu.

Bu da Neriman Suskun'un Afra Suskun'a en büyük hediyesiydi.

Karan zar zor da olsa benden ayrılıp banyoya girmeyi başardığında derin bir nefes verdim. Elim ayağım tutmuyor gibi hissediyordum. Yaklaşık beş dakika kendime gelmeye çalıştım. Banyodan su sesi geliyordu. Karan nasıl dayanıyordu bilmiyordum ancak bu arzulama meselesi benim boyumu aşıyordu artık.

Bir şekilde su sesinden uzaklaşmalıydım yoksa bu evi yıkacaktım en sonunda. Elim kulağımda acele hareketlerle odadan çıktım. Merdivenlerden sallana sallana indim ve en sonunda kendimi salona atabildim.

"Ne bu hâl?" dedi Deniz önündeki bilgisayara bakarak. Yüzüne alık alık baktım. "İyi misin?" dedi şüpheli gözlerle. Kaşlarımı çatıp ona baktığımda devam etti. "Bakışların boş gibi geldi de." Başımla onu onayladım ama neden onayladığım hakkında pek fikrim yoktu.

"İyiyim." Yüzüme bakmaya devam edince yüzümü buruşturdum. "İlke dönmedi mi daha?"

"Döndü." dedi. "Mutfakta yaptığın çorbayı içiyor." Omuz silkti. "Bugün aşırı verimsiz ve plansız bir gündü. Sayenizde hastanede bile kalamadım fazla." Bilgisayarı kapatarak sehpahanın üzerindeki kupayı alıp mutfağa yöneldiğinde peşinden ilerledim.

"Deniz?" dedim mutfağa girince. İlke gerçekten de çorba içiyordu. Mutfağa girdiğimizde ikimizi de önemsemedi. "Efendim?"

"Hastanenin olduğu bölge hakkında ne düşünüyorsun?" Deniz yeni koyduğu suyun ısınmasını beklerken bana döndü. "Nasıl yani?"

"Toparlanması konusunda?"

Deniz sorum yüzünden başta duraksadı. Ne dediğimi algıladığında da kişiliğinin aksine beni terslemedi ve cevap verdi. Bu beni fazlasıyla şaşırttı ancak ona belli etmedim. "Toparlaması zor bir bölge. Ancak çok daha kötü bölgeler var şu an. Karan yeni döndü. Yaralar yeni yeni sarılıyor. Karan yolunu çoktan seçti. Yapabileceğim tek şey desteklemek. Her zaman olduğu gibi."

Şu an gerçekten onun 'terk edildim' edebiyatını dinleyemeyecektim. "Sahada çalışan kaç sağlık görevlisi var?" Deniz düşündü. "Bölgeden bölgeye değişiyor. Ancak asla yeterli sayıda değiller. Bir türlü örgütlenme de sağlayamadık."

"Neden?"

"Sağlıkçılar başı boş Gölgeler tarafından öldürülüyor ve bunu önlemek çok zor. Ölüm işin içine girince korkup kaçmayan tek meslek grubu askerledir. Sağlık görevlilerinin içinde görevinin hakkını verip kaçmayan çok görevli var ancak pek çoğu görevlendirilmek istemiyor o bölgelerde. Zorlamalara istifa ile cevap veriyorlar." Başımı anladım dermiş gibi salladım.

"Buradaki en büyük sıkıntı ölüm korkusu o hâlde."

"Öyle." Kahvesini hazırladığında bana döndü. "Ne için sordun?"

"Sana yardım etmek istiyorum?"

"Pardon?"

"Sana işlerinde yardım etmek istiyorum Deniz. Anlamayacak bir şey yok. Birbirimizden hoşlanmamamız bölge için kritik kararlar vermemize engel olmamalı bence. Haksız mıyım?" Deniz tek kaşını kaldırıp bana baktı. Kahvesinden bir yudum aldı ve anlamlandıramadığım bir ifadeyle mutfaktan ayrıldı. Sanırım keyiflenmişti.

Anlamıyordum.

Deniz gittikten sonra, masada çorba içip telefonuyla uğraşan İlke'ye döndüm. Bir şekilde gönlünü almalıydım. Bu denli sessiz olmasına gerçekten alışkın değildim. Ufak adımlarım bedenimi karşısındaki sandalyeye taşımama yardımcı oldu. Karşısına oturmama rağmen telefondan kafasını kaldırıp yüzüme dahi bakmadı ancak pes etmedim.

"İlke?" İlk seslenmeme yanıt vermedi. "İlke?"

"Bir şey mi söyledin?" Yüzüme kısa süreli bir bakış atıp yeniden telefona döndü.

"Küs müsün benimle?" İlke yüzüme bakmıyordu ve bakmadığını da açıkça belli ediyordu. Gittikçe moralim bozulmaya başlamıştı. "Sen realist bir insansın. Uzun süredir de yönetimin içinde olduğun belli. Sen olsan, nasıl bir karar verirdin? Eğer gerçekten kendine hak vereceksen küselim, tamam. Ama vermeyeceksin, iyi bir yöneticiysen vermezsin daha doğrusu." Konuşmamdan sonra telefonu sertçe masaya bıraktı. "Saf dışı edilmeyi sindirirken yalnız kalmayı yeğlerim Afra." Bu ne demekti şimdi? "Ayrıca ben senin yerinde olurken, sen de benim yerimde olmayı dene bir kere istersen." Sert tavrını alttan almaya çalışacaktım. Hâlâ çok gergindi. Gittikçe kırıcı olmaya başlayacağını seziyordum ancak önemli değildi. "Bak, hiçbir zaman duygularını önemsiz bulmadım. Hepimiz insanız İlke. Karan bile insan. Duygularımız var. Duygulara yenilmek güçsüzlük falan değil. Öyle düşündüğümü düşündüğünden bu öfke. Eğer gerçekten güçsüzlük olarak görsem, hissetmezdim İlke. Ama hissediyorum. Her seferinde acıdan boğuluyorum umut edince ama yine de hissetmeye devam ediyorum. Senin de boğulma ihtimalin var ancak yalnız değilsin. Ya boğulurken, bölgedeki insanları da boğarsan? Böyle bir riski alabilecek misin bu konuda?" İlke sözlerimden sonra sinirle güldü. Masanın altında ayağıyla ritim tutması bile beni geriyordu şu an ancak sakinliğini koruyan taraf ben olmalıydım. Zira o koruyamayacak gibiydi. "Yönetimin her zaman kusursuz olduğunu mu sanıyorsun?" Arkasına yaslandı. "Kusursuz olsa, Karan seninle evlenir miydi Afra?" Gözünü kısıp sorduğu soru karşısında kaskatı kesildim. "Kimsenin bilmediği bir evrenden bir yansıma geliyor. Bay Kızıl'ın eski nişanlısının yansıması üstelik. Bunu kullanıyor. Sana zarar vermeyeceklerinin güvencesi senin o yansıma olayı, Eyvallah. Peki neden evleniyorsunuz Afra? Neden? Seni evlenmeden koruyamıyor mu yani? Sana bu kadar çok yetki vermesinin ne gibi bir sebebi olabilir ki?" Yerinde duramıyordu. Masada bana doğru eğildi. "Seviyor çünkü seni. Yönetimde duyguya yer yok safsatalarını falan okuyorsunuz bir de bana." Kafasını olumsuz anlamda salladı ayıplarmış gibi. "Herkes aşkının peşinde ancak ben savaşınca aşkım için hain olmadığım kalıyor." Derin bir nefes alıp verdim. Kırılmıştım sanırım biraz ancak önemsemedim. Gerçekten önemsemedim. Derin düşünmeyi uzun süredir erteliyordum. İçime atıyordum binevi. "Sana kim hain dedi?" Gözlerinin içine baktım. "Bu mevzu fazla büyüdü. Şimdi bana açık açık ne istediğini söyle İlke?" Benden böyle bir soru beklemediği için birkaç saniye yüzüme baktı. Daha sonra sorumu idrak etti ancak bu defa da verecek yanıt bulamadı. "Yok." dedim omuz silkerek. "Sen kendi belirsizliğin yüzünden bu kadar öfkelisin. Net olsan oysa, ben Pamir'i istiyorum desen mesela, yine aynı şekilde mi davranacaksın?" Biliyordum. Onun asıl meselesi de net olurken vermesi gereken kararlardı. Pamir'i seçip yönetimde şimdiki konumu kaybedecekti ya da yönetimi seçip Pamir'i kaybedecekti. Onun da en büyük imtihanı bu olsa gerekti.

"Düşün İlke. Bize kızmadan önce düşün. Net ol ki arkanda durabileyim." Biraz yatıştı öfkesi hatta düşünmeye bile başladı. Kollarını bağladı. Tersinin pis olduğunu biliyordum da bu kadarını beklemiyordum cidden. Sanırım hep onun üstlendiği ağır yükü bu defa ben üstlenecek ve gergin ortamı şaka yoluyla yatıştıracaktım.

"Ne olur yani ikimiz de Karan'ın sağ kolu olsak?" Şakayla karışık söylediğim şey yüzünden bir süre yüzüme baktı. Bağlı kollarını daha da sıktı. Yumuşar gibi oldu ancak belli etmedi. Öfkesi yatışmıştı tamamen olmasa da.

"Sol kolu oluver Afra! Neden ikimiz de sağ kolu oluyormuşuz?" Bu söylediği çok mantıklıydı. Ancak kendimi ezdirecek değildim. "Ben sağ tarafında olmak istiyorum belki."

"Dört bir yanını kuşatayım diyorsun yani?"

"Ne alaka?" İlke sırıtmaya başladığında alık alık yüzüne baktım. Başarmıştım sanırım.

"Küs değiliz." dedi birden konuyu değiştirerek. "Sadece eğlenmek istedim o kadar. Seni kullandım yani. Sen de beni kullanmıştın. Ödemiş olduk. Küs değilsin bana değil mi?" Soktuğu lafa gözlerimi devirdiğimde buna da güldü. "Bu tür şeyler yüzünden sana küsmem. Merak etme. Kocan olacak o dallamaya da küsmem. O an kırıldım sadece biraz ama geçti. Rasyonel kararlar veremiyorum bazen. Karan bu konuda çok haklı. Pozisyon hırsım yüzünden masum insanların hayatını karartamam. Sanırım şimdilik yönetim konusunda geri planda kalmam çok daha iyi olacak. Seninle iş yükümü de hafifletirim hem." Omuz silkip ayağa kalktı ve yanıma gelip bana sarıldı. Oturduğum için eğilmek zorunda kalmıştı. "Aramız bozulsun istemiyorum. İçinde bulunduğum durum o kadar çıkmaz ki, yalnız kalmamak için etrafımdakileri de bu çıkmaza sokuyorum ister istemez. Ama çözeceğim bir şekilde. Her şeyi çözeceğim." Bunu bana değil de kendine söylüyor gibiydi daha çok. Kafası o kadar karışıktı ve bunu bana o kadar çok yansıtıyordu ki. Zira kafası karışık olmasa haklı olduğu bir konuda ilk adım atan kişi o olmazdı. Üzerine bir de gelip bana sarılmazdı. Gerçekten nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu ve bu durum kendisine olan saygısını yavaş yavaş sıfırlıyordu.

Görüyordum.

Kişi kendisine karşı olan saygısını yitirince, etrafındakilere karşı olan saygısını da yitiriyordu ister istemez.

"Her şey iyi olacak İlke. İnan bana atlatacağız. Birlikte." İlke geri çekilip yeniden karşıma oturdu. "Birlikte." dedi başını sallayarak. "Umarım." Derin bir nefes alıp verdi. "Çorba çok güzel olmuş. Ellerine sağlık." Gülümsedim. "Afiyet olsun." İlke çorbasını kaşıklamaya başladı ve gülümsemeye devam etti. Ancak gözlerinde görüyordum. Yavaş yavaş solan gülüşünde görüyordum. Hiçbir şeyi atlatamayacağını düşünüyordu. Bunu da görüyordum.

Elimden bir şey gelmiyordu. Gülüşü tamamen soldu ve karşımda omzu sarsılarak, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Çorbasını yemeye devam etti. Hiçbir şey yapamadım.

Belli bir süre sonra, ağlaması kesildi. Çorbasını bitirdi ve ayağa kalkıp bulaşıkları yıkamaya başladı. Sürekli burnunu çekiyordu.

"Ne zaman evleniyorsunuz?" dedi arkası bana dönükken. Sesi, yeni ağladığını kanıtlıyordu.

"Yarın." Başıyla onaylamakla yetindi. "Yarın, yepyeni bir İlke olarak geri geleceğim. Çok daha mutlu olacağım. Çok daha net bir İlke." dedi son bulaşığı da makineye yerleştirerek. "Sen de göreceksin. Ama şimdi, biraz uyumam gerekiyor. Evime gidiyorum." Beni beklemeden mutfaktan hızla çıktı.

Ne yapacağımı bilmiyordum ve içten içe, bu hâldeyken bir de ben üzerine gittiğim için kötü hissediyordum.

*****

İlke evden ayrıldıktan sonra ne Deniz benimle konuşmuştu ne de Karan. Gerçi, Karan'dan kaçan bendim. Kendimi onu incelemek ve elime koluma hakim olabilmek konusunda pek deneyimli hissetmediğimden ve bilinçaltıma asla güvenemediğimden, odamdan çıkmamıştım. Karan birkaç kez başıma gelse de ona arkamı dönmüş, başımın ağrıdığını söylemiştim.

Tanrım! Evet, yalanım tam olarak başımın ağrımasıydı! Gün bir şekilde bitti ve en sonunda herkes odasına çekildi.

Karan yanımda yatıyordu. Deniz ise yan odadaydı.

Karan yanımda yatıyordu!

Ona arkamı dönmüştüm. O ne tarafa dönüktü bilmiyordum. Tam bunu düşünürken elini belime koydu ve beni yavaşça kendine çekti.

Allah'ım, sana geliyorum!

Sıcak kolları tamamen bedenime dolandığında ve soluğunu boynumda hissettiğimde, nefesimi bir kez daha tuttum. Karan üzerimdeki bu etkisinin farkında mıydı bilmiyordum ancak onun benim sınırımı aşmasını beklemeden ben ona koşacaktım en sonunda. Kendimi bir şekilde sakinleştirmeyi başardım.

"Kaskatısın." dedi pürüzlü bir sesle. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır." dedim anında başımı olumsuz anlamda sallayarak. Bu iyi olmadı çünkü Karan bana daha çok sokuldu. Dudakları arada boynuma değiyordu.

"Yarın evleneceğiz ya. Onu düşünüyordum." dedim aklıma gelen ilk bahanenin arkasına sığınarak. Mantıklı gelmişti.

"Hmm." dedi o da anında. Gülümsediğini hissettim. Neye gülüyordu bu adam? Belli mi etmiştim? Neyi belli etmiştim? Allah'ım, deliriyordum!

"Ah Afra, ah!" dedi mayışmaya yüz tutmuş bir sesle. "Bu kıvranmaların o kadar hoşuma gidiyor ki."

"Ne kıvranması? Kıvranmıyorum ben."

"Aynen, kıvranmıyorsun." Derin bir nefes alıp verdi. Nasıl yaptı bilmiyorum ama bir şekilde beni kendine doğru çevirdi. Karanlığa rağmen az da olsa parlayan kızıllarını görebiliyordum ve bu manzarayla buluşmamı sağladığı için ona minnet duyuyordum. "Seni pişman edebilirim." dedi. Büyük elini yüzümden hissettim. "Hemen şu an, tüm isteklerini karşılayabilirim." Tansiyon hastası olacaktım artık. Garip bir ağlama isteği vurdu beni. Ne istediğimi ne düşündüğümü ben de anlayamıyordum. Karan devam etti. "Yapmayacağım." dedi. Büyük eli saçlarıma çıktı. "En azından şimdilik yapmayacağım." Bana doğru yaklaştı ve alnıma ufak bir öpücük kondurdu. "Bana sen geleceksin. Kendinden emin olacaksın. Benden emin olacaksın." Kaşlarımı çattım. "O ne demek şimdi?"

"Sana söyledim. Seni herkesten, her şeyden korurum. Seni kendimden bile korurum sandım ama zor bu gidişle. Seni senden korumaya çalışıyorum şu an." Ne dediğini tam idrak edemedim. İdrak edemediğimi tahmin etmiş olmalıydı. "Uyuyalım." dedi beni tekrar kendine çekerek. "Yarın çok yorulacağız zaten." Konuyu birden kestirip atmasına anlam veremedim ama içim rahatladı.

Rahat bir uyku çekebilirdim artık sanırım. Zira Karan yine her zamanki sıcaklığındaydı ve yine göğsü fazlasıyla rahattı.

*****

Sabah uyandığımda garip bir mide ağrısı hissediyordum. Sebebi heyecan olabilirdi. Bunu düşündüğümde gereksiz bir öfke hissettim zira heyecanlanmam gereken herhangi bir şey yoktu ortalıkta. Karan'ın da defalarca vurguladığı gibi sahte bir evlilik yapıyorduk. Karan benim koruyucumdu yani beni sevmiyordu. Ayrıca ben evlenmek istemiyordum.

Güç istiyordum.

Bu düşünce biçimi, son kalan beyin hücreme aitti. Şu an heyecandan kusma derecesinde gergindim ve bunu etraftaki kimseye hissettirmemek için elimi tırnaklıyordum. İçten içe kendime tekrarladığım tüm bu zırvalıkların da artık geçerliliğini yitirdiğini adım kadar iyi biliyordum ancak böyle düşünmeye çalışmak beni rahatlatıyordu. Severek evlenmek benim sözlüğümde fazla yasaklıydı çünkü.

Karan sabah erken çıkmıştı. Yatakta tek başıma uyanınca gerginliğim artmış, midem daha da ağrımaya başlamıştı. Üşüyordum bir de. Uzun zamandır hissetmediğim tüm bu olumsuzluklar üst üste gelince ister istemez ağlayasım da gelmişti. Kısaca hala yatakta kıvranıyordum.

Derken beni yataktan çıkmaya zorlayan bir olay yaşandı. Kapı çaldı. İlk çalışında Deniz evdedir diye açmadım. İkinci çalışında kapıdaki pes edip gider diye açmadım ancak üçüncü çalışı, kalkmak zorunda olduğumu haykırınca mızmızlana mızmızlana kalktım. Ayağımı yere sürüye sürüye merdivenleri indim ve kapıyı açtım.

"Neredesin uykucu, yarım saatir? Bayağı derin uyuyorsun sen sanırım?" Bunları söyleyerek içeri girdiğinde peşinden ilerleyip gözlerimi devirmekle yetindim. Arkasında elleri dolu olan iki kişi vardı.

"Yukarıya çıkacağız. Lütfen gelinliğe dikkat edelim. O, özel olarak seçti. Mustakbel kraliçesini kesinlikle o gelinlik içinde görmek istiyormuş." İlke imalı imalı gülüp zaman kaybetmeden yukarıya çıkmak için salondan ayrıldığında kaşlarımı çatıp kızın elindeki gelinliğe dikkat kesildim. Bu ne demekti şimdi?

Düşündüm. İlke'nin söylediklerinden sonra bir şimşek çaktı bende. Kafam uçarken Karan bahsetmişti sanırım. Alık alık ona bakıp kendime hakim olmaya çalışırken çok dikkat edememiştim tabi. Bu aralar bana ne oluyordu bilmiyordum. Ortalıkta Mart kedisi gibi dolanmamın sebebi reglimin yaklaşması olabilirdi.

Evet evet, sebebi tam olarak buydu.

Odaya çıktığımızda İlke üzerindeki ceketi çıkartmış, yatağa atmakla uğraşıyordu. Saçlarını geriye doğru attı. Üzerinde açık mavi bir gömlek, altında bol bir pantolon vardı.

"Hemen başlayalım. Afra sen otur şöyle. Ben yardımcı olacağım sana. Senin işin bittikten sonra iki dakikada benim saçımı yaparlar olur biter." Kaşlarımı çattım.

"Olmaz!" dedim. "İkimizle de ayrı ayrı ilgilensinler. Ben saçımı yaptırırken senin makyajını halletsinler. Ben makyajımı yaptırırken de senin saçını. Hem daha hızlı olur. Karan'a ne kadar düşkün olduğunu ben dahil herkes biliyor. İnandırıcı olması için abartmalısın." İlke yüzüme küçük bir çocuk gibi baktı.

"Öyle mi diyorsun?" Başımla onayladım.

"Tamam!" dedi elini çırparak. Yatağa oturdu. "Buradan saçını da görebiliyorum. Makyajım yapılırken seni kontrol edebilirim."

Güzel olmama takmıştı kafayı. Kıkırdadım.

Kızlar ellerindekileri çoktan bir kenara bırakmış, bizimle ilgilenmeye başlamışlardı. Söylediğim gibi saçıma su dalgası yaptırdım. Sadelik her zaman güzeldi. Ancak arkada susmayan İlke yüzünden, doğal dalgalarım arkamda birleştirilmişti. Dağınık topuz gibi bir saç modeli yaptırmış oldum en sonunda.

Benim işim hızlı bitti. İlke'nin makyajı hâlâ yapılıyordu. Ayağa kalkıp makyaj yapan kadına ufak tefek emirler vererek İlke'nin makyajına katkı sağladım. Tıpkı İlke'nin benim saçım yapılırken hiç susmadığı gibi. Tabi ben daha sessizdim bu konuda. Sonunda makyaj sırası bana geldi. İlke saçını topuz yaptırırken, ben yine sade bir makyajdan yana oldum.

"Afra!" dedi İlke sonunda işimiz bittiğinde. "Çok güzel oldun. Ama bu ruju sürmen gerekiyor. Yemin ederim ben evleniyormuş gibi hissediyorum." Kaşlarımı çattığımda dudaklarını birbirine bastırdı. Hâlâ Karan ve İlke konuda biraz öfkeliydim. Bunun farkında olduğundan sözlerine ve hareketlerine dikkat ediyordu.

"Ver!" dedim bıkkınlıkla. Aslında fazla abartılı değildim. Bir rujla bu durumu bozmazdım.

Bozdum.

"Olmadı bu kızım ya!" dedim. Sesim bıkkın çıkmıştı. "Oldu oldu. Hadi sıra gelinlikte." Zıplaya zıplaya gelinliğin yanına gitti.

"Asmama yardım edin!" İlke, yanındaki iki kızla gelinliği kırıştırmadan karşıma astı.

Ağzım açık kaldı.

"Özellikle bu gelinliği giymeni istedi." dedi geri çekilerek. "Senin için fazla gösterişli olabilir ama sen kraliçe olacaksın Afra. Ayrıca, bu gelinlik Karan için özelmiş. Öyle söyledi." Kaşlarımı kaldırdım.

"Neden?" Omuz silkti ve ellerini bilmiyorum dermiş gibi iki yana açtı.

"Hadi giy. Ben de yan odada değiştireyim üstümü. Karan gelecek. Daha çok iş var çok! Sarayda işler ne durumda onu bile bilmiyorum." Kendi kendine strese girdi ve elinde elbisesiyle hızla odadan ayrıldı. Ondan hemen sonra çıkan kızlarla ofladım.

Çok güzeldi. Abartılı değildi. Sadece, uzundu. Çok uzun bir kuyruğu vardı. Yürürken büyük bir yük olacaktı.

Gelinliğin üstü sadeydi. Saten bir kumaştan yapılmıştı ve neredeyse hiç taş yoktu.

"İlke!"dedim yan odaya doğru. Üzerini değiştirdiği için gelmek yerine o da bağırdı. "Efendim!"

"Ben bunu sarayda giysem daha iyi olur. Oraya bununla gitmem imkansız. Arabaya sığamam."

"Doğru! Tamam öyle yapalım!" Sesindeki sıkıntı, elbiseyle uğraştığını gösteriyordu.

"Yardım edeyim mi?"

"Olur!" Odamdan ayrıldım ve yan odaya geçtim.

"Fermuarımı çeker misin? Çok romantik olacak ama katlanmalısın." Gözlerimi devirdim ve güldüm.

Fermuarı çekmek için uzandım. "Çok güzel oldun!" dedim bugün ilk defa mutlu çıkan sesimle.

"Görümce olacağım kızım! Kolay mı?" Kıkırdadım.

"Az önce Karan aradı. Aşağıdaymış, hadi gidelim." Başımla onayladım.

"Kızlar, gelinliği aşağıya indirin." Kızlar nasıl benim gelinliğimi şimdiye kadar seslerini çıkartmadan taşıyabilmişlerdi anlayamamıştım.

"Sarayda hazırlanalım demiştim Karan'a. Rahat vermezler dedi. Annesi, malum."

"Neden öyle diyorsun ki? Sevdim ben annesini?" Gözlerinin yuvasından çıktığına yemin edebilirim. Büyük bir kahkaha patlattım. Öyle ki, az kalsın merdivenlerden düşüyordum.

"Kaynanasını seven gelin ne gördüm ne işittim. Tövbeler olsun!" Güle güle çıktık evden. Karan her zamanki gibi arabasına yaslanmıştı ve elindeki telefonla ilgileniyordu. Üzerinde mavi bir gümlek vardı. Altında ise siyah bir kot. Henüz hazırlanmamıştı.

"Şu kadarcıktın." dedi eliyle diz kapağına vararak. "Götüne vura vura severdik seni." Yalancıktan burnunu çekti. Neden yükselmişti bu kadar? Tanrım!

"Sussana kızım!" dedi etrafına bakınarak. "Ölmek mi istiyorsun?"

"Öldüremezsin artık. Kız veriyorum sana."

İlke'ye döndüm. "Hani görümceydin az önce. Ne oldu?" İlke kaşlarını çattı. "Akrabalık şeylerini çok şey edemiyorum."

"Başımı şişirdiniz iki dakikada yemin ederim. Binin şu arabaya da siktir olup gidelim."

İlke elini şaşkınlıkla açılan ağzına götürdü ve bana baktı. Yalancıktan yaptığını bildiğim için güldüm. Arabaya yerleştik.

"Gelinliğimi sarayda giyeceğim. Çok ağır arabaya sığamazdım."

"Ayarlayın işte." Karan dikiz aynasa baktı. İlke ile göz göze geldi. "Konuklar da yoldaymış." dedi sırıtarak. Sırıtışından korktum. Arabayı çalıştırdı.

"Onları çok iyi ağırlayalım. Sonra laf söz olmasın."

"Merak etme kaptan!" dedi İlke. "Ömürleri boyunca unutmayacakları bir düğün olacak. Veletleri piste çıkmaya cesaret bile edemeyecek." Yüzümü buruşturup İlke'ye döndüm. Omuz silkti.

"Ne planlıyorsunuz yine siz ikiniz?"

İkisinden de ses gelmedi.

"Bana bakın!" dedim. "Artık olup biten her şeyden haberim olacak. Madem sırf bu saçma oyununuz yüzünden bekarlığımdan vazgeçiyorum, her şeyin merkezindeyim o zaman. Ben de bir şah olacağım. Piyon değil!"

"Merak etme karıcığım. Artık tam olarak başrol olacaksın. Sadece bu gün izin ver. Son kez ben yöneteyim oyunu. Sadece izle. Mükemmel bir düğün olacak."

İlke arkadan kıkırdadığında başımla onayladım. "Öyle olsun bakalım."

Benim bildiğim Karan bu sert çıkışıma daha da sert çıkar her şeye burnumu sokmamam gerektiğini söylerdi. Artık o da biliyor olmalıydı. Tüm bunları bilmem gerektiğini. Her şeyi, harfi harfine. Çünkü bana karşı açılan her savaş, haberim olmadan sona ermezdi. Savaşmam gerektiğini artık daha iyi anlamış olmalıydı.

Bir şey yapmasam bile. O, çok şey yapabileceğimi bilmese bile.

"O kadar zenginim ki sırf düğününüz için yedek telefon aldım. Tüm kareleri yakalayacağım." Yüzümü buruşturup ona döndüm.

"Bu gerçek bir düğün değil İlke. Bir tür güç gösterisi. Büyütmesen mi?" İlke dudağını büzdü. "Olsun. Ben gerçek bir düğün olarak görüyorum." Dikiz aynasına baktı. Karan ile göz göze gelmek içindi sanırım. Umursamadım. Önüme dönmekle yetindim.

İlke'de düne nazaran gözle görülür bir değişim vardı. Daha umursamaz, daha neşeli davranıyordu. Artık depresyon modundan çıkmış gibiydi ya da iyi saklıyordu. Çıkmış olmasını yeğlerdim ancak eminim, saklamayı seçmişti. Dün bahsettiği gibi, bizi bu durumun içine sırf yalnız kalmamak için sürüklemeyecekti artık. Tam ona uygun bir karardı ancak izin vermezdim. Onu yalnız bırakmayacaktım.

"Geldiik! Neydi, davul zurna mı vardı sizin evreninizde. Hani tuhaf bir ses olan çalgı. Keşke ondan da ayarlasaydım. Bulurdum bir yerden. İllaki vardır çalan bizim buralarda da."

"Saçmalama." dedim gülerek. Gelin çıkartılırken yapılması gereken şeyi saraya gelince söylemişti. Buna daha sonra büyük gülecektim. "Şimdi yeri değil. Dedim ya bu gerçek bir düğün değil. Aaaa!" Ağzımla onu ayıpladığımda, umursamaz küçük bir kız çocuğu gibi omuz silkti ve yüksek topuklularıyla yürümeye çalıştı.

"Hemen hazırlanmamız lazım. Hadi gidelim." İlke koluma girdi. Benden katbekat uzun görünüyordu. Beni çekiştirerek yürürken, arkasını dönüp Karan'a kısa bakışlar atıyordu ve bu gözümden kaçmıyordu. Onun gibi Karan'a döndüm ama o bize dönük değildi. Kaşlarımı çattım.

"Hadii!" Bir şeyler dönüyordu ama yakında çıkardı kokusu. Şimdilik, Karan'a güvenmeyi seçtim. Umarım pişman olmazdım.

"Şurada hazırlanalım. Kaynanan seviyormuş. Sana özel oda hazırlatmış Karan." Yüzümü buruşturup İlke'ye baktım. "Lütfen böyle saçma sapan espiriler yapıp midemi bulandırma."

"Az önce ben kaynanam için ölürüm diyen kimdi?"

"Abartma İlke, ne zaman öyle dedim ben!"

"Tamam tamam! Bu biraz fazla oldu haklısın." Daha fazla çene çalmadık. Sessizce, İlke arada saçma espirilerinden yapıyordu ama ona olan bakışlarımı görünce susuyordu, hazırlandık. Hazırlanırken bir kere bile aynaya bakmadım. İlke saçımı düzeltti. Makyajım için hemen arkamızdan gelen kızlara yardımcı oldu. Söylediğine göre makyajım tekrar tazelenmeliydi. Saçımın da bozulan yerleri düzeltilmeliydi. Her şey kusursuz olmalıydı.

Tüm her şey bitince, kızlar odadan ayrıldı. Gelinliği giymiştim. Oldukça ağırdı. Aynanın karşısına geçmeden önce, derin bir nefes aldım. "Çok güzel oldun, çok." dedi İlke. Gören de, gerçekten evleniyorum zannederdi.

Aynanın karşısına geçtim.

Beyazdı. Bedenim beyazlar içindeydi.

"Ne düşünüyorsun?"

"Hiç."

"Söyle hadi, merak ettim."

Bir anıya gitti aklım. Silik bir anıya. Yok olmak üzereyken, son anda hatırladığımı düşündüğüm bir anıya.

Çocuktum.

Ellerimi iki yana açmış, babama heyecanla bir şeyden bahsediyordum.

"Çook büyük bir resim çizeceğim baba. Senin ve benim resmimi. O kadar büyük olacak ki uzaya kadar uzayacak. Bir de uçurtma çizeceğim. Bir de ev. Arkamızda da piknik olacak. Piknik yapıyormuşuz gibi."

Babam yarım yamalak gülümsedi. "Güzel düşünmüşsün kızım." Babamın beni onaylaması, beni öylesine rahatlatıyordu ki. Derin bir nefes aldım. "Annemi de çizeyim mi baba?" Babamın, yüzü düştü.

"Çiz tabi kızım. Ablanı da çiz. Çok güzel çiz. Sonra onu duvarıma asarım belki."

Bu güzeldi. Bu beni çok mutlu ederdi. "Baba?" dedim merak dolu bir sesle. "Gelin olmak ne demek? Ablam sürekli gelin olacağım diyor." Babamın düşen yüzü hemen düzeldi. "Böyle, beyazlar içinde giyinmek demek gelin olmak."

"Öyle mi?" Babam kafasıyla onayladı.

"Öyleyse ben de gelin olacağım. Beyaz bir elbise giymek istiyorum. Çok güzel olur. Hem, sen saçımı örersin. Olmaz mı?"

"Olur tabi."

Bu konuşmadan birkaç saat sonra, ben henüz kocaman resmimi bitirmeden babam o evden apar topar ayrıldı. İşi çıkmıştı. Öyle demişti bana.

Yalanmış.

"Afra, o kadar duygulandın mı?" İlke omzunu okşayınca ona döndüm.

"Duygulanmadım." dedim gözlerimi kırpıştırarak. "İlke." dedim. "Ben hiç duygulanmadım."

Yalnızdım.

Ölen babamın varlığı bile yoktu artık yanımda. Bir yalancı, benim babam olamazdı. Bir caninin benim annem olmadığı gibi.

Artık yalnızdım. Yanımda Karan var zannederken bile yalnızdım. Üzerimdeki bu gelinliğe baktım tekrar.

Bu bir kefen değildi. Bu benim yeminimdi. Yaşadıklarımı misliyle yaşatacaktım. O kadına da, Meryem'e de.

Kararların arafı vardı. Bir de kararların azabı. İkisini de yaşamıştım ve şimdi, verdiğim kararların bana cenneti getirmesini izleyecektim.

Tek bir şekilde olabilirdi bu da.

Eğer varoluş amacımı gerçekleştirirsem, Meryem yok olurdu. Ancak ondan önce, tüm bu evrenleri kurtarmak için dizginleri elime almalıydım ve şimdi, bu gelinlik, bu bez parçası bunun ilk adımıydı.

Bugün bir evlilik gerçekleşmeyecekti. Bu bir düğün töreni değildi.

Bu benim gücümü elime alışımın ilk günüydü.

Loading...
0%