Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3- ÖRÜMCEK VE KARINCA

@elfhikayelerii

İnsan, alışılmış birkaç sözden ibarettir. Sizi anlatan bir cümle bulursunuz, onu benimsersiniz ve bir müddet sonra unutursunuz. Kelimeler uçar, şarkılar uçar, görüntüler uçar. Yalnızca hissiyle yaşarsınız. Mesela, çok sevdiğiniz bir kokuyu, uzun zaman sonra kokladığınızda o koku size eski zamanları hatırlatır. Hissettiğiniz duygu özlemdir. Bir şarkı çalınır kulağınıza, dalar gidersiniz. Hissettiğiniz duygu acıdır. Bir resim, belki bir fotoğraf görürsünüz. Fotoğraftaki gülümsüyordur yüzünüze ancak şimdi yanınızda yoktur. Hissettiğiniz şey, öfkedir. Bir fotoğraf karesine sığdırılmış iki beden, size en büyük öfkeyi armağan eder. Bir daha yan yana gelemeceğinizi bile bile, o fotoğraf karesinde eski benliğinizle gülümsemeye devam edersiniz. Öfke, sizi esir eder. Geçmişinizden tiksinirsiniz.

Şimdi aynı şeyi yaşıyordum tam olarak. Bir isim duymuştum. Bu isim, karnıma sancı girmesine neden olmuştu. Yüzümün buruşmasına, eski zamanları hatırlamama neden olmuştu. Şimdi ise hissettiğim tek duygu, korkuyu da beraberinde getiren sancılı bir nefretti. Eski benliğimden tiksiniyordum.

Titreyen ve titremesi geçmeyecek gibi duran ellerimi, karnıma daha da bastırdım. Karşımdaki iki kişi bana, böyle bir tepki bekliyormuş gibi sakince baktı. Sonra sakinlikleri yerini merağa bıraktı. Merak ettiler. Beni anlayamazlardı ben anlatmadıkça.

"Tanıyor musun?" İlke daha yeni kurtardığım koluma dokunup bana bu soruyu yönelttiğinde kafam ona döndü. Cevabını biliyor gibiydi. Yüzlerinden her şey okunuyordu. Ancak öylesine biri olmadığımı haykıran beden dilim ona bu soruyu sordurmaya yeterli bir sebep gibi görünüyordu. Bir şeyler dönüyordu. Karşımdaki bu iki kişi, bir şeyler planlamış ve bu plana beni de dahil etmişlerdi. Bakışlarım gözlerini buldu. Şimdi bana ikisi de şüpheyle bakıyordu ve ben durumu nasıl toparlayacağımı bilmiyordum. Açık vermeyi en baştan kabul etmiş olmam, pes ettiğimin bir göstergesi değildi.

Açık vermemin bir önemi olduğunu düşünmüyordum.

"Ne yapacaksınız ona?" Sesimde tuhaf bir tını vardı. Korkuyor muydum yoksa endişeli miydim bilmiyordum ancak bu ses tonu, kendime acımama sebep olmuştu. Dik durdum hep yaptığım gibi. Derin bir nefes aldım ve sonra yavaşça verdim.

"O bir kaçak. Zorluk çıkartırsa öldürürüz. Bizimle gelmeye razı olursa da, onu kendi kurallarımıza göre yargılarız."

Ölüm...

Tüylerim tek bir kelime ile diken diken oldu. Ağızlarına o kelimeyi nasıl bu kadar kolay alabilirlerdi?

İlke, sanki düşüncelerimi okumuş gibi açıklamaya yapmaya başladı.

"Bazı suçluları yakalamak zorundayız. Bu fırsat bir daha elimize geçmez. Peşine düştüğümüzü öğrenirse, yeniden kimlik değiştirir ve yerine geçtiği kişiye de zarar verir. Sonu hiç iyi bitmez Afra." Kaşlarımı çatıp yüzüne bakmaya devam ettim. Öfkeden çatmamıştım kaşlarımı.

Ne saçmalıyorlardı?

Arkama döndüm ve karnımdaki ellerimi saçlarıma daldırıp gülmeye başladım. Hepsi delirmiş olmalıydı. Sinirden ağlama noktasına gelmiştim. Sonunda beni de delirtmişlerdi.

"Duru mu istedi sizden bunu yoksa annem mi? Bana bakın, hemen şuna bir son verin yoksa canınızı yakacağım! Ne istersen yapacağım duydun mu beni?" dedim kollarımı açıp kamerayı ararken. "Vereceğim sana o görüntüleri. Tüm kanıtları vereceğim. Söyle şunlara, bıraksınlar beni." Duru yapmazdı. Bu kadar ileri gideceğini düşünmüyordum. Yapsa yapsa annem yapardı. Çok severdi böyle oyunları ve birkaç defa daha bana tüm bunları yaşatmıştı.

Küçükken, beni karanlık bir sokakta tek başıma bırakmış, köşe başlarındaki kameralardan izlemiş ve titreyen bedenimden zevk almıştı. Başka bir gün, sırf küçükken arkadaşlarıma korku evlerinden korkmam diye diklendiğimden beni korku evine bırakmış, daha sonra da bedenim kaskatı kesildiği için bana yapmadığı şey kalmamıştı. Kısacası her gün kaçırılmıyordum evet ama sürekli psikolojik şiddete maruz kalıyordum. Bana korkak bir insan olduğumu en başından hissettirmişti annem. Daha o yaşlardayken bile, kendimi bir nesne gibi görmüş ve onu gururlandıramadığım için kendimle yüzleşmiştim. Onun dediği gibi bir işe yaramaz olmak, katlanılmaz görünmüştü ve bu oldukça can yakıcıydı.

Bana öğrettikleri, ona göre bir eğitimdi. Güya beni, iş dünyasına hazırlıyordu.

Ya da delirtmeye çalışıyordu. Bir şeylerin peşinde olduğu aşikârdı ancak hiçbir zaman anlam veremedim yaptıklarına.

İş dünyası, karanlıktı. Ablam şirketi yönetecekti ve ben de, ona pis işlerinde yardım edecektim. Çocukken Araf değildim ya da Araf'ta değildim. Çocukken, cehennemin ta kendisiydim. Ateşim annemdi. Psikolojik olarak çabuk etkilenen bir yapım yoktu. Kaçırıldığımı düşünmek, aklıma ilk başta ölümü getirmişti. Yolun sonu ölümdü çünkü. Karşımda gördüğüm adama katil demiştim şakayla karışık. Bana göre herkes katildi. Annem böyle söylemişti. Büyü demişti, kendinden önce beni ve ablanı koru. Etrafımızdaki herkese bir katil gözüyle bak. Gözün hep açık olsun. Duygularını bir kenara bırak. Annem benden bir robot olmamı ve karanlıkta kaybolmamı istemişti. Genç bir kız değil, genç bir asker ol demişti.

Evet, benim annem bir psikopattı. Bazen aklını kaybettiğini düşünürdüm. Küçücük bedenime işkenceler ederken tuhaf sorular sorar, kendi kendine mırıldanırdı. Karnıma zaafı vardı. Beni hep karnıma vurarak nefessiz bırakırdı. Paraydı belki onu bu hale getiren ama canımı çok yakmıştı. Hoş, hâlâ yakıyordu da. Onun yüzünden, pek çok kez dışlanmıştım. Doğru düzgün arkadaşım olmamış, olan arkadaşlarım da teker teker benden kaçmıştı. Sebebi annemin saçma sapan konuşmaları ve onları ağlatması olabilirdi. Büyüdükçe annemin sözleri etkisini kaybetse de ben insanlardan kaçmış, olabildiğince kendi cehennemimi başkalarına sıçratmaktan kaçınmıştım.

Annem bir ateşti ve ateş, yalnızca beni yakmalıydı.

Adam kafasını geriye doğru atıp tavana baktı ve öfkeyle soludu. Öfkesi yakın olmamamıza rağmen tenimi yaladı ve ürpermeme yol açtı. İlke, hareketlerimi sorguladı. Cidden onlara inanacağımı mı düşünmüşlerdi?

Bir kez daha kahkaha attım. Bu öyle bir kahkahaydı ki, sanki onlara bağıra bağıra, "Bunun bir şaka olduğunu söyleyin!" diyordum. Onlar beni anlamadılar. Sorun değildi ancak ben hâlâ bir çocuk gibi şaka yaptıklarını düşünüyordum. Gülüşlerimin ardı arkası kesilmiyordu. Ancak karnıma giren keskin bir acıyla iki büklüm oldum. Dizlerimi yere koyup olduğum yere çöktüğümde, ikisinin de bakışları bana döndü. Yüzlerine bakmadım. Zihnim allak bullaktı ve ağzımda acı bir tat vardı. Kusacakmış gibi hissediyordum. Yanan midem, belki de bana istemediğim bir savaş açmış, kusmam için kapıma dayanmıştı. Kafam patlayacakmış gibiydi. Aynı zamanda ağlamak istiyordum. Ben hep tuhaf tepkiler verirdim. Bedenimse benden daha tuhaf tepkiler verirdi. Ben şakaya vururdum ancak bedenim, benim bir yalancı olduğumu kanıtlamak istiyor olmalı ki daima aşırı tepkiler gösterirdi. Yanansa hep gözlerim olurdu. Dün yaşadıklarımın acısı, tıpkı bir hamlık ağrısı gibi bugüne birikmişti ve bu acıyı çekmeden kurtulamazdım. Kafamı öne eğdiğim an önüme gelen saçlar yüzünden yüzümü göremediler. Yine kendimi bir kapalı kutu haline getirdim. Her tarafımı sarıp sarmaladı annem zihnimde. Gözyaşlarımı sildi, yanaklarımdan öptü. Ateşim var mı diye kontrol etti.

Yoktu.

Ateşim değil, annem yoktu.

Ateşim, annem olarak var olmuştu.

"Çıkın dışarı!" dedim bağırarak. Yalnız kalmak zorundaydım zira birinin, özellikle de tanımadığım birinin yanında ağlamaktan nefret ederdim. İlke yanıma çöktüğünde yüzümü yanımdaki duvara çevirdim. Amacım, akmak üzere olan yaşlarımı saklamaktı.

"Yalnız kalmak istiyorum." İlk önce kısa süreli bir sessizlik oldu. Daha sonra kapı sesi geldi ve ben sıktığım bedenimi serbest bıraktım. Bir elimle yerden destek alırken, diğer elim karnıma gezindi ve boğazımdan bir hıçkırık yükseldi. Sarsılan omuzlarıma engel olmaya çalışmadım. Güçsüz bedenim, dün yediği ağır yağmur darbeleriyle daha da güçsüzleşmişti ve ben bunu ağrıyan başımdan, akan burnumdan ve yanan gözlerimden anlayabiliyordum.

Genelde böyle hissettiğimde, kendime zarar vermek isterdim. Neyse ki her seferinde kendimi dizginleyebilmiş ve ufak tefek sıyrıklarla atlatmayı başarabilmiştim.

"Seni ağlatan her neyse, bize inanmaman için en büyük etken olmalı." Ağlamam birden kesildi. Yalnızca hıçkırıklarım kaldı. Çatılan kaşlarımla kafamı kaldırdığımda yatağa, hemen önüme, oturan adamla kesişti bakışlarımız. Yanağımdan bir yaş daha süzüldü ve gözlerimi sımsıkı yumdum. Kafam öne eğildi yeniden ve gözlerimi sıktım kapalıyken. Belki de bu yüzden, kafam öne eğik olduğu ve savunmasız olduğum için onu fark etmemiştim.

Yeniden kafamı kaldırıp ne yapacağımı bilemeyerek gözlerine baktığımda, gözleri yanaklarımdaki yaşlara kaydı. Daha sonra karnımdaki elime baktı. En sonunda ise gözlerime tırmandı bakışları ve kollarını dizlerine dayayarak derin bir nefes verdi. "Aranızdaki yaş farkını bilmesem, eski sevgilin olduğunu düşünürdüm." Alaylı bir ifade ile güldüğünde daha çok ağlamaya başladım. Ancak onun büyüyen gülüşü dişlerimi sıkmama ve tırnaklarımın avucuma batmasına neden oldu. Ellerimi yumruk haline getirmiş ve başımı tekrar yere eğmiştim.

"Seni öldüreceğim!" dedim öfke dolu bir sesle. Beni sinir ediyordu. Beni öyle bir sinir ediyordu ki şimdi ona patlayacağımı düşünüyordum.

"Bekle," dedi tekrar ciddileşerek. Kafamı kaldırdım ve yüzüne baktım. "Yoksa eski sevgilin mi?" Tekrar gülmeye başladığında, tam olarak neyden keyif aldığını düşündüm. Eksi sevgilimse bile, neden gülüyordu şimdi? Delirmişti. Anlattıklarından belliydi.

"Delirmişsin sen!" dedim bağırarak. Yüzümü buruşturdum. Hâlâ gülüyordu. Hırsla ayağa kalktım, karşısında dikildim ve o gülüşlerine son verene kadar sabırla bekledim. Sonunda kendine gelebildiğinde yataktan doğruldu. Uzun boyu yüzünde kafamı kaldırmak zorunda kalmıştım ve bu sinir bozucuydu.

Hareketlerimi gülerek izlerken yüzüne sıktığım yumruklarımı sallamak için bekledim. Öldürecekse şimdi öldürsündü. Zira birinin yanında ağlamaktan nefret ediyordum ve garip bir şekilde bundan utanç duruyordum.

"Tam bir manyaksın! Bunda gülünecek ne var?" Tek kaşını kaldırıp yüzüme sorgulayıcı bir bakış gönderdi ve kalın dudaklarını araladı. "Yani gerçekten eski sevgilin mi?" Az öncekine oranla daha ciddiydi ve benden gerçek bir cevap beklediği açıktı. Ciddi yüzüne, keskin bakışları da eklendiğinde yüzümü buruşturdum. Kafasını eğmiş, kollarını arkasında bağlamış ve yüzüme bir çocuk gibi bakıyordu.

Ne çocuğu be, resmen şeytanın pis sırıtışıydı bu!

"Saçmalama!" dedim dişlerimi sıkarak. Beni ne sanıyordu? Bu halime tekrar güldü. Benimle dalga geçmesi sinirimi bozuyordu. Sıktığım yumruğumu yüzüne yönlendirdiğimde ellerimi yakaladı ancak pes etmedim. Ona gününü göstermek şu an en çok istediğim şeydi.

"İki saattir karşıma geçmiş gülüyorsun." dedim tekrar ağlayarak. Sinirlerimi bozmuştu ve utanıyordum. Garip olansa hâlâ utanacak hareketler yapmamdı. Daha sonra bunlar gece uyumadan önce aklıma takılacak ve utanç yüzünden uyuyamayacaktım.

Beni bileklerimden yakaladı, yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Unutma," dedi pürüzlü sesiyle. Gözleri dudaklarıma kaydı. "Kriz anında yalnız kalamazsın. Senin başka duygulara odaklanmanı sağlayacak birilerine ihtiyacın var." Kriz geçirmemiştim. Genelde de geçirmezdim. Çok aşırı tepkiler vermeyi ve drama kraliçeliği yapmayı bırakalı uzun zaman olmuştu. Her şeyi içimden yaşar, dışarı vurmamaya özen gösterirdim. Benim duygularım bile tutsaktı. Birilerinin önünde ağlamayı sevmezdim. İçimdekileri okumalarından öylesine korkardım ki, ağlayamazdım bile.

Uzun zaman sonra onun önünde ağlamıştım. Uzun zaman sonra onun önünde delirmiştim.

Zira az önceki davranışlarım hiç duygularını içinde yaşayan birinin davranışları gibi değildi.

Şimdiden utanmaya başladım.

Kaşları çatıldı ve yutkundu. Hâlâ gözleri dudaklarımdaydı ve ben nefes alamıyordum. Gözlerimi gözlerinden çekmiyordum çünkü yanlış bir şey yapmaktan korkuyordum. Ancak o kontrolü elinde tutan ve asla sınırları aşmayan tiplerden olmalıydı. Çünkü bir insan, günde iki defa biriyle yakınlaşıp Türk halkının deyimiyle ayıp ayıp şeyler yapmadan duramazdı.

Tanrım, ne düşünüyordum ben!

"Yalnızlık tercih edilmez maalesef. Mahkumsan, mahkumsundur." Omuz silktim. Kafasını sallayıp beni onayladı ve dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. İlk defa çok bilmiş gibi konuşmama böyle tepki veren birini görüyordum. Genelde şakaya vurup beni takmazlardı çünkü onlar, beni anlamazlardı. Çok bilirdim ben. Onlar çığlıklarımı duymazlardı.

"Haklısın," Nefesi dudaklarıma vurdu. Bu beni rahatsız etmedi sabahkinin aksine ancak utandım. "Yalnızlık, boktan bir şey. Bir kez tattın mı bir daha kurtulamazsın. Garip olan bu değil. Uyuşturucu gibi. İlk başta soğuk bakarsın ancak bir müddet sonra, kendini ondan kurtaramazsın." Gözleri gözlerime tırmandı. "Neyse ki bu öldürmüyor. Aksine güçlendiriyor." Gözleri yeniden dudaklarıma kaydığında artık sabrının kalmadığını hissettim. "Öldürmeyen acı, güçlendirir." Sesinde uykumu getiren bir tını vardı. Pürüzlü ses tonu, bir anlığına kendimden geçmeme yol açtı. Bileklerimi biraz daha sıktı. Canımı yine yakmadı ancak ben, beni öpmesi konusunda endişelendim. Delirmiş miydim de daha dün tanıdığım adamı öpecektim? Ağzına bir tane çarpsam, geri çekilir miydi?

Sanırım ondan hâlâ korkuyordum. Buradan kurtulduğum an onun yüzünü bir daha ancak parmaklıklar arkasından göreceğim için rahat hissediyorum. Bundan önce, onun ellerinden daha sonra ise bu evden kurtulmalıydım.

Bir kez daha nefesini hissettim dudaklarımda. Ne ara bu kadar yakınıma gelmişti. Kaşlarımı çatıp anın şokunu atlattığım an, dudaklarımızın çarpışmasına santimler kalmıştı. Kollarımı ondan kurtarmaya çalıştım ancak beni bırakmıyordu. Bileğimi gittikçe daha çok sıktı. Şimdi bile canımı fazla yakmıyordu. Tutuşunda bir uyarı gizliydi. Bana vermek istediği özel bir mesaj olmalıydı.

"Nihat Keskin'le ne kadar yakınsın?" Az önceki sakin ses tonuna, öfke bulaşmıştı. Amacı beni öpmek değildi. Amacı, ağzımdan laf almaktı. Bir şeyler bekliyor, gözlerimde bir şeyler arıyor ancak cevap bulamadığında sinirleniyordu. Hoş, ona verecek bir cevabım yoktu. Yalnızca kaçamak cevaplar verebilir, onu bu konuda tatmin edebilirdim.

"Şirketimizin yeni hissedarlarından biri." dedim hâlâ tuttuğum nefesimi yavaşça vererek. Heyecanla inip kalkan göğsüm, göğsüne çarpıyordu ki bu bana yakınlığımızı hatırlatıyordu. Verdiğim cevap karşısında belli bir süre sessiz kaldı. Nefesleri dudaklarımda gezindi ve en sonunda araladığı dudaklarında kelimeler döküldü.

"Bana bilmediğim bilgiler ver. Daha işe yarar bilgiler. Sadece bununla sınırlı kalmadığını hissettirmek senin sorunun."

Biliyordu. Nihat Keskin'le tanıştığımızı biliyordu ancak sadece bu kadarıyla sınırlıydı bildikleri. Benden laf almaya çalışıyordu.

Kafamı olumsuz anlamda, yavaşça salladım. İstediği cevabı vermeyecektim. Annemin yaptığından da annemden de öylesine utanıyordum ki ağzımı bile açamıyordum. Ne diyecektim ona? Annem babamı onunla aldattı. Adam hayatımı mahvetti ama hâlâ hayatımda mı diyecektim?

"Asıl sadece bunla sınırlı kalmadığını hissetmek senin sorunun. O adamla ilgili ağzımdan laf alamazsınız." Harika, daha fazlasını bildiğimi resmen açık bir şekilde söylemiştim. O beni öldürmeden ben kendimi şu camdan atsam, vatana millete daha faydalı bir iş yapmış sayılacaktım.

Verdiğim cevabı onu koruduğumdan vermemiştim. Kendimi ve onurumu koruyordum. Annemi değil, babamı koruyordum.

"Benimle oynama!" dedi sert bir nefesle. Keskin sesi, kulaklarıma ulaştığında yutkundum. Beni gerçekten korkutuyordu. Gözlerini büyüttü. Bu gözleri tanıyordum.

Hayatımı kabusa çevirmişlerdi.

Onunla oynamıyordum. Şu an, onunla oynayamayacak kadar güçsüz olduğumu ikimiz de biliyorduk. Hızla gözlerimi kapattım ve gözlerinden gözlerimi ayırdım. Karşımdaki adamın kasılan bedeninden, sinirlendiğini ve sinirini benden çıkartmak istediğini pek tabi anlayabiliyordum. Ancak lâl olmuş dilimle, öylece dikilmek benim sorunumdu. O ise sorunumun bedelini ödetecek adam olmalıydı ki bu bariz belliydi.

Kimseye hesap vermek zorunda değildim. Bu saatten sonra önemsenmesi gereken kendi canım değildi. Babamın, belki de benim onurumdu. Annemin hatası yüzünden utanıyordum ve bu utanç öyle bir utançtı ki, ölmeyi yeğliyordum.

Utanmamam gerekirdi ancak ben, kara gözlerine gözlerimi bile değdiremiyordum. O ise gözlerimin kapalı olmasına aldırmadan inadına gözlerini yüzüme mıhlamış bunu apaçık bir şekilde hissettiriyor, özel alanıma hırsla adım atıyor, ağzımdan laf almak için beni sıkıştırıyordu.

Sıkıştırılmaktan nefret ederdim.

Özel alana saygı duyduğunu söylemişti. Yalandan da nefret ederdim!

Gözlerimi aralamadım. Ancak hırıltılı ve öfke dolu sesini işittiğimde göz kapaklarım titredi. Bunu o da hissetti ve belki de bundan keyif aldı.

"Gözlerini aç, Araf!" dedi. İsmimi, tek bir harfi sona atarak söylediğinde, yerimde kaskatı kesildiğimi hissettim. Yay gibi gergin sırtım, daha da gerildi. Derimin parçalanabileceğini bile düşündüm. Tek bir nefeste söylediği tek bir kelime, beni inanılması güç bir olağanüstü hâle bürümüştü.

Afra; beyaz, ayak değmemiş toprak. Saf ve temiz...

Babam bana, saf ve temiz olmam için bu ismi vermişti.

Araf; cennet ve cehennem arasında bulunan bir yer...

Peki karşımdaki adam neden bana böyle seslenmişti?

Gözlerimi açtım.

Titreyen ellerimi bileklerinden yakalamış, yüzü yüzüme daha fazla yaklaşmıştı. Nefesi dudaklarıma bir kez daha çarptı ancak bu defa, gereğinden fazla yaklaşmadı. Sınırda bekledi. Özel alanımın sınırlarına saygı duyacağını beklemezdim ancak beni şaşırttı ve sınırda bekledi.

"Bırak beni!" dedim güçsüz bir sesle. Titreyen ellerim, bileklerimdeki ellerini harekete geçirdi ancak o, bunu önemsemek yerine gözlerini yeniden araladığım gözlerime mıhladı.

Konuşmadı. Yine o sınırlarda, sonu gelmez sandığım bir süre aralığında dolaştı. Bileklerimdeki eli gevşedi ve bileklerimi bıraktığı an, ondan güç aldığımı fark ettim. Ellerim iki yanıma güçsüzce düşerken, gözlerimi gözlerinden ayırmıyor sözümü dinlediği için hafif aralanmış dudaklarımla, şaşkınlık dolu bakışlarla onu izliyordum.

Bir adım geriye gitti.

Bir adım daha geriye gitti.

Karşımda dikildi ve ifadesiz yüzünde, bir duygu belirdi.

Dudakları yana doğru kıvrıldı ancak bu alelade bir gülümseme değildi. Gözleri daha da karardı. Öfkelendiğini fark ettiğimde onu taklit ettim ve ben de geriye doğru bir adım attım.

Yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Sadece, gözlerindeki tuhaf ifade beni üşütüyor belki de bu yüzden titretiyordu. Zira onun yüzünden korkudan titrediğimi ona hissettirmek yerine, üşüdüğümü savunmak daha iyi bir yol gibi görünmüştü.

"Ölmek mi istiyorsun?" Sesindeki buz gibi tını beni yere çiviledi. Titremelerimin arttığını hissettiğim bir zaman aralığında gözleri kısıldı ve yüzümü daha yakından izledi. Kafası hafifçe sağa doğru yatırdığında, bunun bir uzaylı ile insanın ilk karşılaşması olabileceğini bile düşündüm. Ona, uzaylı görmüş gibi bakmam da cabasıydı.

Yüzündeki ifade, en azılı katillerin bile sahip olamayacağı cinsten bir kargaşa içeriyordu. Sanırım onun ne hissettiğini anlıyordum ancak o kadar karmaşık bir ifadesi vardı ki bunu betimleyecek sözcük bulamıyordum.

Sorduğu soru, beynimde yankılandı. Kendime pek çok kez sorduğum bu soruyu, başkasının dudaklarının arasından yüksek bir sesle duymam, beni oldukça etkilemiş olmalıydı. Sahi, ölmek mi istiyordum? Bu karmakarışık adamın karşısında, neyime güveniyordum?

Benden bir cevap çıkmayacağını anladığında, gözlerimi kaçırdım. Bakışlarını birkaç dakika üzerimde hissetmeme rağmen hiçbir şey yapmadan öylece duvarı izledim. Bana tekrar, "Gözlerime bak Araf!" diye seslenmediği için kendimi şanslı hissediyordum. Çünkü emirlerine karşı gelmemin doğuracağı sonuçlardan deli gibi korkuyordum.

"Annenin ya da her kimse Duru'nun adamı değilim. Tüm bunların şaka olmadığını sana kanıtlayacak vaktim de yok! Kollarımda bayıldığın için sana acıdım ve misafir etmek istedim. Seni gönderecektim ancak araştırmalarım, senin peşinde olduğumuz adamı yakından olmasa da tanıdığın yönünde. Evime bir yabancıyı alıp araştırmadan edemezdim. Sana anlattıklarımı düşün. Bir de tüm bunların doğru olma ihtimalini. Tek bir iz bile, büyük bir katliamla sonuçlanır. Peşinde olduğumuz kişi tehlikeli. Bizi fark ederse yalnızca kaçmakla kalmaz, etrafındakilere de zarar verir. Umarım anlayabilmiş ve durumu kabullenmeye başlayabilmişsindir!" Gözlerimi kapatıp korkuyla yutkundum ve boğazımdan kopan tuhaf sesi engelleyemedim. Bana bağırmadı. Sesi olması gerektiği gibiydi ancak bağırmasını tercih ederdim. Çünkü ses tonunda, bir tehdit saklıydı. Belki biraz küçümseme.

Etrafındakilere zarar verir...

Etrafındaki kişi benim annemdi.

Odadan çıktığını, sertçe çarpan kapıdan anladım. Yerimden sıçradığımda, gözlerimi yavaşça araladım ve arkasından kapıya bakakaldım. Şu an resmen büyük bir şok geçiriyor olmalıydım çünkü odadan çıkmasına ve kısa süreli de olsa güvende olmama rağmen, kaskatı kesilen bedenimin buzları çözülmemiş, âdeta bir put gibi dikilmiştim.

Yatağa nasıl ulaştım ve kendimi nasıl sakinleştirdim bilmiyordum ancak ellerimin titremesi yavaşça kayboldu. Normalde, asla titremeyen ellerime bugün bir şeyler olmuştu. Direklerimi dizlerime koydum ve öne doğru eğilerek parmaklarımla saçlarımı çekiştirdim. Resmen az önce ölümle tehdit edilmiştim. Onlara o adamla ilgili verebileceğim fazladan bir bilgi sahibi değildim zaten. Söylediğim kadarını ve ekstra birkaç bilgiyi biliyordum, o kadar.

Nihat Keskin bir katildi. Birini öldürmüştü ve yerine geçmişti. Hiç mantıklı değildi. Hiç mantıklı değildi çünkü bir ailesi vardı.

"Delirecekmişsin gibi değil mi?" Sesin sahibine doğru döndüğümde, kamburumu düzelttim ve kollarımı dizlerimde ayırarak dikleştim. Sesi, az öncekine oranla biraz daha sakin ve biraz daha cana yakındı. Kapı pervasından bana bakan İlke'yle yerimden hafifçe doğruldum. Kafamı salladım.

"Anlam veremiyorum. Nihat Keskin birini öldürüp yerine nasıl geçti? Benziyorlar mıydı yoksa?" Hafifçe gülümsedi ve odaya girdi.

"Tamamen aynı görünüyorlardı desem yalan olmaz." dedi yanıma oturarak. "Oldukça mantıklı sorularının olduğunu ve mantıklı cevaplar istediğini de biliyorum. Hepsine mantıklı cevaplarımız var ancak sana veremeyiz. Sandığından daha tehlikeli bir durumun içindesin. Sana zarar gelmemesi için elimizden geleni yapacağız." Derin bir nefes aldı. "Seni bu işe bulaştırmak istemezdim. Ancak başka çaremiz yoktu. Adam etrafında onlarca korumayla dolaşıyor ve yalnızca yakınlarının yaklaşmasına izin veriyor."

Ayağa kalktım. Derin bir nefes verdim. Deliriyordum muhtemelen. Tam olarak buradan nasıl kurtulacaktım? Hiçbir fikrim yoktu.

"Bak," dedi o da ayağa kalkıp bana doğru birkaç adım atarak. "Buradan gideceğiz zaten. Seni istesek de tutsak edemeyiz. Yani bize inanıp inanmamanın hiçbir önemi yok. Yeter ki bize yardım et. Karan'a bakma sen. Hep öfkelidir ve kontrol elinde değilse kafayı yer. Adam hakkında bir şeyler bildiğini çoktan fark ettirdin. Bize bilgi ver ve biz de giderken seni serbest bırakalım." Adı Karan'dı demek. Ancak şu an ilgilendiğim şey kesinlikle ismi değildi. Kaşlarımı çattım ve yüzümü buruşturdum. "Vermezsem?" dedim tok bir sesle. Kaşınıyor muydum bilmiyordum. Filmlerde hep aksini sorarlardı. Nedenini de bilmiyordum ancak sorasım gelmişti. Beni öldürüp öldürmeyecekleri kesin değildi ancak vermezsem öleceğimi bilmek beni pek tabi konuşturabilirdi.

"Vermezsen," dedi rahat bir tavırla ve omuz silkti. "Ben sana bir şey yapmam tabii ki. Ama onunla sen de tanıştın. Kontrol edilmesi zor ve suyuna gitmezsem, onun tarafında olmama rağmen beni bile öldürebilir." Tamam, bu konuşmadan onun bir katil olduğu çıkarılabilir ve yeniden titremeye başlanabilirdim. Tam olarak onlara işe yarar bir bilgi sağlayamazdım. En azından katilimin adını öğrenmiştim. Karan...

Aman ne güzel!

"Bize yardım et. Karşılığında hiçbir şey olmamış gibi hayatından çıkıp gidelim. Üstelik, Nihat Keskin'i de hayatından çıkaralım." Bana doğru bir adım attı ve yüzüme baktı. "Ondan hoşlanmadığını hareketlerinden anlayabiliyorum. Sana kötü bir şey yaptıysa ya da hissettirdiyse, senin için güzel bir intikam olacağız."

Benim için güzel bir intikam olacaklardı.

Nihat Keskin'den alınmış bir intikam.

Nihat Keskin'den intikam almak istiyor muydum?

"Bu biraz özel bir konu. Nasıl açıklanır bilmiyorum." Tam olarak kıvranıyordum. O kadar utanıyordum ki, nereden başlayacağımı bile bilmiyordum.

"Şöyle yapalım," dedi sakince. Yeniden oturmamı işaret etti. Dediğini yaptım ve yatağa oturup ellerimi dizime koydum. O da yanıma yerleştiğinde derin bir nefes aldım. "Senden özel meselelere girmeni istemiyoruz. Özele tabi ki saygımız var. Sadece bize, onun ailesinden bahset. Ölse ya da birden ortadan kaybolsa, arkasından kim ağlar, kim peşine düşer?" Annem düşer miydi? Annem, yatak arkadaşının arkasında ağlar mıydı?

Pek tabi ağlamazdı ancak peşine düşmesi konusundan emin olamıyordum. Ancak içimde filizlenen ve yavaş yavaş büyüyen intikam isteğini durduramıyor ve dudaklarımı aralamamak için kendimi çok zor tutuyordum.

İhtimaller...

Annemin o adamı arama ihtimali...

Onlara o pis adamın ailesi hakkında verecek ufak tefek bilgilerim vardı tabi. Evimize, pek çok kez yemek için gelmişlerdi ve ben onlar yüzünden mutlu aile tablosu çizmek zorunda kalmıştım. Üstelik, babamın oldukça hasta olduğunu ve annemin de zihnen hastalıklı olduğunu bildiğim halde. Gülümsemiş ve yemek bitene kadar mutluymuş gibi yapmıştım. Kendime olan saygımı bir kez daha yitirdiğimi hissettim ancak buna alışıktım.

Yüzümdeki düşünceli ifadeye gözlerini kısarak ve sanki mimiklerimi kaçırmak istemiyormuş gibi beni inceleyen İlke'nin bakışları karıştı.

Tamam, şimdi plan neydi?

Anneme hâlâ değer vermek, beni bitiriyordu. Anneydi işte. Belki bir ihtimal dizine yatırır başımı, saçlarımı okşar diye bekliyordum.

"Bir karısı ve iki çocuğu var," dedim kısık bir sesle. Kendime bir kez olsun saygı duymak istedim. Annemin, bana duymadığı saygısı ve ondan öyle gördüğüm için kendime asla göstermediğin saygıyı, bir kez olsun kendime göstermek istedim.

"Çocuklarının ikisi de kız. Büyük olan 19 küçük olan ise 14 yaşında. Karısı ile pek çok kez boşanmak için imza attılar. Son durum ne bilmiyorum. Çocukları ve karısı ondan kesinlikle nefret ediyorlar. Ancak ortadan kaybolsa tabi ki sorgularlar." Kafamı salladım ve benden bu kadar dermiş gibi baktım. Bana büyük bir minnetle bakarken, verdiğim bilginin neden onu bu kadar mutlu ettiğini anlayamıyordum. Tam olarak, ne için gözlerime minnetle bakıyordu?

Beni araştırarak Nihat Keskin'le aramızdaki bağı öğrenmişler ama Nihat Keskin ve ailesi hakkında bilgi edinememişler miydi?

"Anladım, dediklerinin çoğunu biliyorduk zaten. Ama karısıyla arasının bozuk olduğunu sır gibi saklıyorlar belli ki. Yine de teşekkür ederim." O da kafasını salladı bunu söylerken ve hızla ayağa kalkıp odadan çıkmak için birkaç adım attı. Ancak aklına bir şey gelmiş olmalı ki duraksadı ve bana döndü.

"Karan bu işe seni de dahil etti. Kusura bakma. Elimden bir şey gelmez ama sen de bu operasyona katılmak zorundasın." Bu duyduğum en saçma şey olabilirdi. Ne halleri varsa görmeliydiler. Şahsen asla ama asla o saçma operasyona katılmayacak ve o adamın yüzünü bir daha görmeyecektim.

Ancak ona dürüst olmamak vicdanımı sızlatmıştı. İçerideki Karan mıdır nedir, onu kandırmak bu kadar sarsmıyordu beni ancak İlke'nin minnet dolu bakışları altından ezildiğimi hissettim. Annemi korumak için ismini vermemiştim ancak ne yapacağımı bilmesem de tek seferliğine biraz heyecan aramak kötü değildi. Kendimi böyle kandırabilirdim.

Endişeli bakışlarım yüzüne tırmandı ve kafamı olumlu anlamda aşığı yukarı sallayarak, kabul ettiğimi belirttim. Hoş, kabul etmesem psikopat bir katil beni zorla oraya götürecekmiş gibi hissediyordum.

Umarım orada, annemi görmezdim. Yüzüne bakmaya, sesini duymaya, aşağılamalarını dinlemeye o kadar gücüm yoktu ki...Orada onunla karşılaşıp rezil olmaktansa, şu an hemen yan odada olduğunu hissettiğim adamın silahından çıkacak bir kurşuna kafa atmayı tercih ederdim.

"Davet iki gün sonra. İki gün boyunca bu odada kalacaksın. Karan'ı olabildiğince senden uzak tutmaya çalışacağım." Ona uzaylı gibi bakmamın normal olduğunu söylemişti böylelikle. Karşısında kim olsa ona öyle bakardı. Onu benden uzak tutarsa, İlke'ye olabildiğince yüklü bir miktarda para ödeyebilirdim sanırım. Ya da ödemezdim. Bilmiyordum.

"O adamla ne yapacağınız umurumda bile değil. O davete gitmem sizin için riskli olabilir. Davette beni tanıyan çok insan olacak." Beni oraya sokmamaları gerekiyordu. Şahsen, gitmek gibi bir niyetim hiç olmamıştı ve olmayacaktı da. Yapabileceğimin daha fazlasını yapmıştım ve ileride vicdan azabı çekip gebermemeyi umuyordum.

Kollarını bağlayıp bedenini tamamen bana döndürdü. Kısılan gözlerini üzerimde dolaştırdı ve dudaklarını araladı. "Bizi içeriye sokabilirsin."

Hayır hayır, kesinlikle bunu kastetmemiştim.

Kafamı hayır anlamında sallamama kalmadan odadan hızla çıktı. Ona güvenen kafamı karşımdaki bembeyaz duvara vurarak, kendisini kan kırmızısına boyayabilirdim. Bu işin sonunda, zarar gören yine ben olacaktım. Zaten hep ben zarar görürdüm. Ancak annemin babamı aldatması o kadar ağırdı ki, o adam ortadan yok olsun istiyordum. Elime bir fırsat geçmişti ve ben ilk defa kendi irademi kullanıp, robotluktan bir adım ileri gitmiştim. Beni bırakacaklarını söylemişlerdi hem. Şimdi onlara yardım ederek kendimi ya da ailemi tehlikeye atmamayı umdum. İçimizden birine zarar gelirse, acı çekeceğimi biliyordum. Onlara güvenmiyordum. Ancak içimdeki nefret aklımı çalıştırmama engel oluyordu.

Derin bir nefes aldım ve zaten bozuk olan yorganı kaldırıp altına girdim. Komodinin üzerindeki pedi gördüğümde bir anlığına kaçırılmadığımı, annemin bana bir bebekmişim gibi baktığını düşündüm. Düşüncesi bile beni derin bir vicdan azabına sürükledi. Ona ihanet etmiş gibi hissediyordum. Ancak tıpkı az önce o adama vurup korkuyla bedelini ödediğim gibi annemin de tüm dünyamı yıkan hamlesinin bir bedeli olmalıydı. İstediğim intikam değildi. Ondan nefret ediyordum. Ancak ben, onu hâlâ annem gibi görüyordum. Şahsen şirketine zarar gelmesi umurumda bile değildi. Eskiden olsa, babamın emekleri yüzünden üzülürdüm ancak son yaptığı, affedilemezdi. Ona dersini vermek benim haddime değildi. Ancak ona dersini ben verecektim.

Dizlerimi kendime doğru çektim. Bu iki gün nasıl geçecekti hiçbir fikrim yoktu.

*****

Tüm gün, bana getirilen kitapları okumuş, yemekleri yemiş ve uykum olmamasına rağmen kısa süreliğine uyumuştum. Uyandığım an, saat gecenin henüz ikisiydi ve ben, neden bu saatte uyanıp uyuyamadığım düşünüyordum. Tüm düzenim bu saçma sapan olaylar yüzünden muhtemelen bozulacaktı. İşin sonunda hayatım boyunca unutamayacağım görüntüler görmekten delicesine korkuyordum çünkü beni resmen alıkoyan adamlar, eli silah tutan adamlardı. Beni muhtemelen deli sanıp saçma sapan yalanlar uydursalar da onların ellerinin bu işe yatkınlığı bana derin bir şüphe aşılıyor ve kesinlikle karanlık yüzlerinin varlığına emin oluyordum. Şahsen tüm bu olayların arasında en masum olan kişiydim ve kendimi, küçükken ahını aldığım tüm karıncaların hissettiği gibi hissediyordum.

Sanırım bu hikayede, Karan bir örümcek oluyordu.

Sabahı nasıl ettim hiçbir fikrim yoktu. Ayağa kalktım, küçücük odada olabildiğince küçük adımlarla ilerledim ya da pencereden dışarıyı seyrettim. Söyledikleri gibi bir ormanın ortasındaydık ve kaçmak muhtemelen çözüm değildi. En fazla birkaç kilometre nefessiz kalana kadar koşar ve en sonunda pes edip bulunduğum yere çökerdim. Bunu bekleyen kurtlar ve kuşlar da üzerime çullanır ve oracıkta zaten azıcık olan canımı teslim ederdim. Yapacağım planların sonuçları olacaktı ve ben şu anlık, onlara boyun eğmeyi kabul ediyordum. Oraya gittiğimizde ve annem bir şeyleri açık ettiğinde, ki muhtemelen edecekti, kesinlikle ölmeyecektim ve anneme sığınacaktım. Beni korurdu çünkü kızını öldürebilecek kadar güçlü bir düşmanının olması demek, çevresindeki diğer düşmanlarının da üzerine çullanması demekti. Beni onlara karşı oldukça güçlü bir silah olarak gösteriyor, gözlerinin korkması için türlü hikayeler uyduruyordu. Şüphesiz, bu hikayelerin kötü adamı bendim. Beni baştan aşağıya giydiren oydu. Beni saygıda kusur etmemem için eğiten, gergin anlarda masa başında neler yapmam gerektiğini bağıran oydu. Bu saçma sapan hayata yine saçma sapan bir şekilde alışmıştım. Bu benim ilk kaçırılmam sayılmazdı hatta. Annemin de tıpkı beni şu an alıkoyan adamlar gibi karanlık bir yüzü vardı ancak oldukça toy olduğunu biliyordum. Pek çok adamın ölüm emrini gözünü bile kırpmadan verebilirdi.

Hava aydınlandığında ve saatler 08.30'u gösterdiğinde kollarım bağlı bir şekilde pencere önünde boş bakışlarla etrafı izlemekten oldukça sıkılmıştım. Getirdikleri kitapların çoğunu önceden okumuştum ve diğer kitapları da şu an zerre merak etmiyordum. Ancak şu an bu odada can sıkıntısından ölürken güvende olmak, o adamla karşılaşıp da gergin bir şekilde bağrışmaları dinlemekten çok daha iyiydi. Ben bunları düşünüp içten bir nefes verdiğimde, kapıdan kilit sesi geldi. Bedenim anında kapıya döndüğünde ve bağlı kollarım istem dışı çözüldüğünde gelen kişiye merakla baktım.

Neyse ki İlke gelmişti ve ben, gerilen bedenimi sakinleştirmek konusunda ustaydım. Gözleri gözlerimi bulduğunda bana resmi bir şekilde gülümseyip başıyla selam verdi ve kapıyı kapatmak için arkasını döndü. Meraklı ve bir o kadar da endişeli bakışlarım bir kez daha gözleriyle kesiştiğinde onun işaret etmesini beklemeden yatağa ilerledim ve onun da koltuğa kurulmasını izledim.

"Günaydın." Sesi yorgun geliyordu ve bunun sebebi muhtemelen yarın olacak operasyon için oldukça ince bir plan hazırlamak zorunda olmasıydı. Bu kadın, Karan denen adam için oldukça önemli görünüyordu. Bu benim işime kesinlikle zamanı geldiğinde yarayacaktı ancak bu bilgiyi anneme vermek demek, bu kadının ölüm fermanını imzalamak demek olurdu. Ben sanırım ölümler arasında, Araf'ta sıkışmıştım.

Araf...

"Bugün planı sana açıklayacağız. Yapman gerekenler önemli şeyler değil tabi. Ne olursa olsun işimizi sağlama aldık. Senden anlık şeyler isteyebiliriz ve bize zarar vermek adına atacağın tek bir adımla hem sen hem de o davetteki herkes havaya uçar." Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Beni resmen, apaçık bir şekilde hata yapmamam, onları satmamam adına uyarmış ve bu uyarının sonuna ufak sayılamayacak kadar büyük bir tehdit eklemişti. Cidden onlara ihanet edebilecek olmamı tahmin etmeleri zor değildi ancak en ufak bir hatada orayı havaya uçuramazlardı. Bu kadar da karanlık değillerdi değil mi? Tehdit edildiğime göre kesinlikle öylelerdi. Ancak onlar da içeride olacaklardı. Kendilerini sağlama almış olmalılardı.

"Planı ne zaman anlatacaksınız?" dedim bıkkın bir tavırla. Artık sıkılmıştım ve buradan bir an önce beni çıkartacak olan planı duymak için can atıyordum. Sıkıcı hayatıma en azından biraz heyecan girecekti. Bu şekilde kendimi kandırabilir ve dizginleyebilirdim. Sakin olmam için kendimi telkin ettim ve ayağa kalkan İlke'ye sorgulayıcı bakışlar atmayı ihmal etmedim.

"Planı aşağıda, hep birlikte konuşacağız." dedi ve beni uyarmak istermiş gibi derin bir nefes verdi. Gözlerini üzerime dikti. Bu bakışı biliyordum. "Kaçarsan, yakalarız." bakışıydı bu. Bana o kadar güvenmiyorlardı ki. Gerçi ben de onlara güvenmiyordum. İsabet olurdu.

Kapıya doğru emin adımlarla yürüdü ve bana döndü. Saçma bir şekilde, içime dolan heyecanı çatık kaşlarım ve dik duruşumla geri gönderdim. İlk defa böyle bir işin içerisine girecektim ve hata yapma lüksüm yoktu. Hata yaparsam onlar değil, bizzat ben zarar görecektim.

Oturduğum yataktan destek alarak doğruldum ve kapıya doğru ilerlerken, İlke'nin çoktan odadan çıkması gözlerimi devirmeme neden oldu. Beni çok küçümsüyorlardı. Şahsen, dayanabileceğim bir duvar olmadığından ben de kendimi çok küçümsüyordum. Ancak şu an konumuz bu değildi.

Odadan çıktığımızda, uzun koridorun en başındaki odada olduğumuzu fark ettim. Kafam sol tarafa doğru döndüğünde, koridorun tam ortasından başka bir koridor çıktığını ve o koridorun da sağ ve sol taraflarından iki merdiven uzandığını gördüm. İlke, hızlı adımlar atarak etrafı incelememe engel oluyordu ve bu beni sinirlendiriyordu. İnsan, hapishanesini tanımalıydı ne de olsa.

Beton zemine çarpan topuklu sesleri, İlke'ye aitti. Ayağıma az önce geçirdiğim spor ayakkabılarım ve spor tarzıma oranla o oldukça şıktı ve bu da tutsak edilen ile tutsak eden arasındaki farkı bariz bir şekilde ortaya koyuyordu. Uzun koridor, beyaz aydınlatmalar ile karanlıktan sıyrılmıştı. Duvarlarda bulunan anlamsız tablolar gözlerimi bir kez daha devirmeme neden olmuştu. Aklıma, az önce ayrıldığım tablo geldiğinde kaşlarımı çattım. Sahi, o tablo neden simsiyahtı? İnsan üzerine bir kırmızı, bir mavi, bir yeşil serpiştirirdi canım! Bunların içi kararmış olmalıydı.

İki taraftan uzanan merdivenlerin sağ taraftakine daha yakın olduğumuzdan, çoktan merdivenlerin başına ulaşmıştık. Bulunduğum odadan bakılınca fazla yüksek ve büyük görünmeyen ev, şimdi gözümde bir saray yavrusu haline gelmişti. Ev gerçekten ihtişamlıydı ve büyük ihtimalle bu adam annemin işlerini bile batırırdı.

Yaşadığım hapishane, bu ev kadar büyük sayılmasa bile oldukça büyüktü.

Büyük evler, benim hapishanemdi.

İlke ayağındaki topuklularla zıt bir şekilde oldukça sert ve güvenli adımlar atıyordu. Şahsen ben olsam, trabzana ya da duvara yapışmadan asla inemezdim. Canımı sokakta bulmamıştım. Merdivenlerden topuklular yüzünden düşüp ölmek en saçma ölüm şekli olmaya aday gösterilebilirdi. Ben, spor ayakkabılar ile inerken bile temkinliydim ancak İlke, benden kat be kat üstün bir özgüvenle iniyor, asla ayaklarına bakmıyordu. Kendimi onunla kıyaslamaya son verdim. Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum.

"Yapacağınız işi sikeyim Alex! Plan diye önüme ölüm fermanımızı koymuşsun resmen! Kıza güvenmiyoruz hiçbirimiz. Yapacağı bir hata ya da bize ihanet etmesi durumunda, oradan cesetimizi toplarlar. Sonra da nereden geldiğimizi araştırırlar. Ölümüze bile değer vermezler lan burada!" Aman, ben de size çok güveniyordum zaten! Yüksek çıkan kalın sesi kulaklarıma dolduğunda, gereğinden fazla sinirli olduğunu fark ettim. Şimdi ona ters düşecek bir şey söylemem de, kesinlikle benim ölüm fermanı olacaktı. İlke merdivenlerin sonuna gelip sola doğru döndüğünde, gözden kayboldu ve ben de merdivenlerin sonuna yaklaşıp derin, özgüvensiz bir nefes aldım. Belli ki masada sadece biz değil, fazladan bir kişi daha olacaktı.

"Sakin ol Karan. Kız geliyor, korkutma." Duymamam için fısıldayarak söylediklerini harfi harfine duymam dışında hiçbir sıkıntı yoktu. Merdivenleri bitirdiğimde İlke'yi takip ederek sağa doğru döndüm ve geniş bir salona çıktım.

Karan, İlke ve az önce duyduğuma göre Alex, geniş yemek masasına oturmuşlar ve konuşmaya dalmışlardı. Daha doğrusu, Karan masanın etrafında volta atıyor sanki ülkeler arası savaşı planlıyormuş gibi en ince ayrıntısına kadar planlama yapıyordu. İlke'nin konuşmasıyla önce İlke'ye daha sonra da yeni görüş açılarına giren bana baktı. Derin bir nefes verip masanın baş köşesine kuruldu ve kafasını geriye doğru atarak bizim de oturmamızı bekledi. Karan'ın bir yanında Alex, diğer yanında ise İlke oturuyordu. Ben ise olaya en uzak olan kişiydim. İlke'nin hemen yanına oturmam Karan'a uzak olmak açısından iyiydi. Gönül isterdi ki masanın en uzak yerine oturayım ve onlarla az muhatap olayım. Ancak böyle bir şey ortada bu kadar öfkeli bir adam varken mümkün değil gibiydi.

Bakışlarım, Alex'in üzerinde gezindi. Mavi gözleri, kısa sayılabilecek sakalları ve saçlarıyla birlikte oldukça yakışıklı görünüyordu. Benimle aynı yaşlarda olmalıydı.

"Ne yapıyoruz?" İlke, Karan'a bu soruyu yönlendirdiğinde, ortamdaki sessizlik bozuldu ve ben de öfke saçan kara gözlere döndüm. Öne doğru eğilerek dirseklerini ve kollarını masaya koydu.

"Kız ne diyor?" En nefret ettiğim şey, bana 'kız, o, bu, şu' diye hitap edilmesiydi. Daha sonra başımın derde gireceğini bilmesem, ayağa kalkar onu dayak manyağı yapar ve sonra hiçbir şey olmamış gibi oturmaya devam ederdim. Gözlerimi devirip İlke'ye döndüğümde onun da bana döndüğünü fark ettim.

"Bize yardım edecek. Ona ufacık bir hata yapsa bile neler olacağını anlattım. İhanet etme niyetinde değil gibi." İlke ile göz göze gelmeden arkama yaslandığım ve sinirle gülümsedim. Benimle konuşmamıştı. Beni resmen, apaçık bir şekilde tehdit etmişti.

"Güzel." dedi Karan mırıltıyla. "O zaman bize bilgi ver." Ne gibi bir bilgi istiyorlardı tam olarak anlayamıyordum. Kollarımı bağladım.

"Çok üzülerek söylüyorum ki adam babam değil ve ben size yeteri kadar bilgi verdim. Ne anlatmam gerek bilmiyorum. Sorun, ben de biliyorsam cevaplayayım." Harika, çok güzel. Konuşmam gayet normaldi bence ancak Karan denen psikopatın sert bakışlarıyla yerime sindim. Sıktığı dişleri yüzünden çene kasları belirginleşmişti.

"Terbiyeni takın!" Bağırmadı. Bağırsa daha az korkardım şahsen. Öyle bir tısladı ki dudaklarımı birbirine bastırmadan edemedim. Sanırım o adama babam değil dediğim için saygısızlık olarak algılamıştı. Bence onun algılarında bir sorun vardı.

Aramızdaki gerginliği fark eden İlke araya girdi ve konuşmayı devraldı. "Adamın iki kızı ve karısı var. Birlikte yaşıyorlar. Adam ortadan kaybolduktan sonra, olaya intihar süsü verip sahte bir beden kullanıp yanıltabiliriz. Biliyorsun adli tıpta fazla adamımız var. Kimse şüphelenmez. Ancak adamın mükemmel sayılabilecek bir hayatı var ve intihar edeceğini düşündürten bir şeyler bulmalıyız."

Allah kahretsin!

Planlarına göre, benim elimdeki kanıtlarla adamı tehdit etmem, onun da evliliğinin bozulmasına dayanamayıp intihar etmesi oldukça mantıklıydı. Suçlu ben olacaktım ve annemin yaptığı saçma sapan olay medyaya yansıyacaktı. Tüm bunlar benim intikam algımın üstündeydi. Kafamı merdivenlerin olduğu tarafa doğru çevirdim ve gözlerimi kapattım. Bana seslenirlerse ne diyeceğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Ortamda yine sessizlik dolaştı ve en sonunda, Karan'ın dudaklarından çıkan basit kelimeler sessizliği kovaladı.

"Araf, bize bir şeyler vermek istiyor." Alaylı sesiyle sesli bir şekilde yutkundum. Şimdi ne söylersem söyleyeyim onlara istediklerini vermediğim sürece beni bırakmazlardı. Olabildiğince sakin kalmış ve açık vermemek için yüzümü saklamıştım ancak nereden gördüyse onlardan bir şeyler gizlediğimi görmüştü. Oldukça dikkatli ve zekiydi. Ancak ona, günü geldiğinde öfkesi kaybettirecekti.

Kafamı yavaş yavaş döndürdüm ve en sonunda göz göze geldik. Alaylı ifadesini destekleyen yarım yamalak gülüşü, yüzünde bir kara leke gibiydi. Elimde bir kürek olsa ona gelişine bir patlatırdım, bir daha değil yarım yamalak gülümsemek, konuşmak için ağzını bile açamazdı. Ancak ne yazık ki elimde bir kürek yoktu.

Önümde iki yol vardı. Onlara yardım edersem, muhtemelen tüm medyaya rezil olacaktık ve annem beni öldürecekti. Onlara yardım etmezsem annemi bir daha görmeye bile kalmadan, karşımdaki kısık bakışlı psikopat katil tarafından öldürülecektim. Hangisi tarafından öldürülmek daha iyiydi bilmiyordum ancak dudaklarımı birbirine kenetleyip konuşmamayı seçtim. Olay annem değildi. Olay, benim ve babamın insanlar tarafından küçük görülmemizdi.

"Nihat denen adam ile karısı, pek çok kez boşanmak için masaya oturdular." dedim kafamı sallayarak. Bu durumda da suç, karısına kalacaktı ve benim vicdanım, buna da izin vermiyordu. Birine bir ölümün suçunu yıkmak, onun da ölüm fermanını imzalamak gibiydi.

Bugün ne çok ölüm fermanı imzalamıştık böyle.

"Neden?" Bakışlarında bir şey gizliydi ancak ben ne olduğunu bulamadan ifadesini düzeltip boğazını temizledi. Arkasına yaslanıp yüzümü incelemeye devam ettiğinde, beni çoktan köşeye sıkıştırdığını fark etmiştim.

"Bilmiyorum." dedim bu defa. Mimiklerimi, ellerimi, hatta ve hatta tüm bedenimi bir yalan uğruna kullanmıştım. Sırtım oldukça gergindi ve sağ elimin tırnaklarını, sol elime batırıyordum. Avucumda muhtemelen bir kan gölü oluşmuştu ancak sakin kalmamın böyle bir bedeli olacaksa ödemeye hazırdım.

Arkasına yaslanan Karan oldukça ürkütücü bir şekilde gülümsedi. Gözleri gözlerimden ayrılmıyordu ve ben de, gözlerimi kaçırırsam yenileceğimi biliyordum.

"Yalan söylemek kötü bir şeydir, Araf." İsmim Araf değil Afra'ydı. Hadi ama, gayet güzel oynamıştım. Benden daha fazla bilgi alamazlardı. İfadesiz bakışlarımı yüzüne bir kez daha diktim. Annemin bana öğrettiği en iyi şeylerden biri ise iyi bir oyuncu olmaktı. Zorla gülümsemek, zorla kahkaha atmak, zorla saygı duymak...

"Bilmiyorum." dedim bu defa daha katı ve ifadesiz bir sesle. Onun bana seslendiği gibi Araf'taydım. Ancak iki tarafımın da cehennem olması, burayı Araf değil, cehennemin tam ortası yapıyordu.

Karan, sıkıntılı bir nefes verdi. Dudaklarından çıkacak en ufak bir emir cümlesi bile, ruhuma bedel olabilirdi.

"Anlaşıldı." dedi sakin bir ses tonuyla. Sakinliği bile korkutuyordu. O kesinlikle sağı solu belli olmayan, insana psikolojik olarak rahatsızlık veren bir canavardı.

Ve ben canavarlardan korkardım.

"İlke," dedi gözleri hâlâ gözlerimdeyken. "Onu yeniden odaya kilitle ve ne yemek ne de su, hiçbir şey verme." İlke başıyla komutuna uyacağını belirttiğinde sinirle elimi masaya vurdum. Kendimden yeterince ödün vermiştim.

"Bakmakta yükümlü olduğum bir hastam var. Ne hâlde bilmiyorum döndüğümde durumu kötüyse sizi bulur ve bulduğum yere gömerim." Dişlerimi sıktığım için boğuk çıkan sesime, gözlerimi her birinin gözlerinde gezdirdim.

"Yaptığınız plan size zarar vermiyor olabilir. Ancak planınız başkasına zarar veriyorsa, bu da sizin için bir ölüm fermanı sayılmaz mı?" O kadar öfkeliydim ki. Babamın ne durumda olduğunu bilmiyordum ve zaten son zamanlarda durumu kötüleşmişti. Annemi, Nihat denen adamla basmadan önceki geceyi hastanede geçirmiştim. Babam iyi değildi ve ben burada zaman kaybediyorum. Yaptıkları plan umurumda bile değildi. Bana istemediğim bir şeyler yapmaları da şu an umurumda değildi. Ama babamı bir de onlara ezdirmeyecektim.

Bakışları beni korkuttu. Konuşurken kendinden emin çıkan sesim, her ne kadar bana kendime güvendiğimi hissettirse de şimdi öyle değildi. Karşımdaki adamın sert ve belirsizlik içeren bakışları gözlerimde takılı kaldırdığında, bir anlığına omuzlarım düşecek gibi oldu ancak hemen kendime geldim. Bu durumda haklıydım. Bana güvenmemelerini anlıyor ve ben de onlara güvenmeyerek karşılığını veriyorum. Ama bununla kalmıyorlar ve benden onlar için bilgi istiyorlardı.

"İlke," dedi bu defa Karan. Sesi, gözleri gibi korkunçtu. Masaya yeniden eğildi.

Ve ben, bir kez daha ölüm fermanımı imzalamış olduğumu hissettim.

"Kızı bırak. Evine kendi dönsün." Arkasına yeniden yaslanıp derin bir nefes verdiğinde, ben kaşlarım çatık bir şekilde yüzüne baktım. Ne demek istiyordu? Beni öylece bırakacak mıydı?

"Karan ama bu kı-"

Yerimden sıçradım. Bunun sebebi Karan'ın masaya çarpan eli olabilirdi tabi. Eli acımamış mıydı? Az önce ben de vurmuştum hatta ondan daha güçsüzdü vuruşum ama buna rağmen elim zonkluyordu. Utanmasa masayı kıracaktı. Gerçi utandığı söylenemezdi ancak şu an konumuz bu değildi.

"Bırak, ne hali varsa görsün! Evine dönebilirse, bir daha bizi görmeyecek. İşe yaramazdı zaten." Bu tür cümlelere alışıktım. Bu yüzden sorun etmedim ve ayağa kalktım. Kesinlikle dikti duruşum. Ben kolay kolay yıkılmazdım. Ben bu defa hikayenin karıncası değil, örümceğiydim. Bunca yıl şeytanla köşe kapmaca oynamıştım. Karşımdaki bu çok bilmiş ve kendini bir şey sana adam, bana hiçbir şey yapamazdı.

Pes edeceğimi sanıyorsa, yanılıyordu.

"Karan saçmalama!" İlke'nin sert ses tonuna rağmen Karan ile göz temasımı kesmedim. Kırıcı konuşması ya da beni küçük görmesi o kadar umurumda değildi ki. Ona, hayatta kalmaya çalışırken ayağıma takılan bir taş muamelesi yapmak, kesinlikle bana uyan bir davranıştı.

İlke'nin başkaldırısı hiçbir işe yaramadı. Karan sertçe ayağa kalktı. Oturduğu sandalye devrildi. Tepkisiz bir şekilde yüzüne bakmaya devam ettiğimde, gözlerinde tek bir duygu gördüm.

Öfke.

Ancak ben, öfkeyle savaşmayı çok önceden öğrenmiştim. Onun öfkesi, zaten yanan bedenime, etki edemezdi.

O beni, öfkesiyle bitiremezdi.

Loading...
0%