@elfhikayelerii
|
Yazardan: Önünde açık duran kehanet kitabına baktı Meryem. Uzun zamandır açıp okumamıştı bu kitabı. Her bir satırını defalarca okuduğundan ezberlediğini düşünmüştü ancak yaşlı bir ruhun getirdiği unutkanlık yüzünden her şey aklında değildi. Son yaşanan gelişmeler yüzünden daha fazla okuma gereği duyuyordu. Tabii bir de yakında çok kıymetli bir öğrencisinin olacak olması onu gereksiz bir strese sokuyordu. Tıpkı Afra'nın hissettiği sorumluluk hissinin o kabul etmese bile onu eziyor olduğu gibi. Böyle düşündüğünde işin içinden çok daha zor çıkacağını fark etti zira sakin tutması gereken tek kişi kendisi değildi. Afra'yla son görüşmelerinde konuştuklarını detaylıca düşünememişti henüz. Çünkü Afra oğluyla evlenirken büyük bir güç patlaması yaşanmış ve bu güç patlamasının kimse tarafından fark edilmemesi için gücünün büyük bir kısmını bir kez daha tüketmişti. Artık gözlerini saklamak zorunda değildi. Güçsüzlüğü nedeniyle eskisi kadar parlamıyorlardı. Gücünün son demleriyle hayatta kalmaya çalışıyor, Afra gelene kadar gücünü tüketmemeye özen gösteriyordu. Afra'nın kanı Karan'ın kanıyla birleştiğinde öyle büyük bir güç açığa çıkmıştı ki, bu gücün Afra'nın sonsuz gücü yanında bir hiç olduğunu bilmek bile onu etkiliyordu. Ancak Afra'ya göre küçük olan o güç dalgası Afra'nın uzun zamandır uyuyan tüm gücünü uyandırsaydı, olacakları düşünmek dahi istemiyordu zira etrafta pek çok patlamış beyin olacağını biliyordu. Güç beyinde hissedilirdi her şeyden önce. Oğlunun beyni Afra'nın güç dalgalarını algıladığında ne olduğunu şaşırmasın diyeydi uğraşı ve tabii şaşırdıktan sonra da paramparça olmasın diyeydi çünkü o güç dediği gibi beynini çekinmeden patlatabilecek seviyedeydi. Önünde sürekli yudumladığı şifalı çayının bittiğini fark ettiğinde gözlerini kapattı. Afra'yla nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Sürekli kehanet kitabına bakıyordu ancak yazılanlar arasında onu güç konusunda eğitmek için hiçbir bilgi bulamıyordu. Sanki kehanet kitabı tüm işi ona bırakmış gibiydi. Dahası kardeşleri, Afra'yı kendilerinin eğitmesi konusunda ona baskı uyguluyorlardı ancak Meryem bunu kesin bir dille reddediyordu. Afra ona henüz daha yeni yeni güvenmeye başlamışken bir de onlarla tanıştırıp kafasını karıştıramazdı. Tanıştırsa bile eğitimini asla onlara bırakmazdı. Afra'nın güvenmekle ilgili ciddi problemleri vardı. Şimdiye kadar onu kendi hâlinde bırakmıştı ancak zaman daralıyordu. İçinde bulundukları yüce evrenin dört bir yanından nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde gölgeler sızıyor, insanlara işkence ediyorlardı. Bu kehanet kitabında öngörülmüş bir kıyamet alametiydi. Zamanı geldiğinde, İşte tam da burada bahsedilen Araf, Afra'nın ta kendisiydi. Nasıl olacaktı bilmiyordu ancak Afra bir şekilde gücünü kuşanmalı ve işleri gizli de olsa yürütebilmeliydi. Gölge avlama işini yani. Zira Afra kurtuluşu getirirken aynı zamanda gölge ırkına da cezalarını kesecekti. ***** Afra'dan: İnsan ne çok unutuyordu değil mi? Daha dün babasının asla bakmadığı baksa bile görmediği kızı, annesinin de biricik piyonu Afra Suskun şimdi bir evrende en güçlü yöneticinin kraliçesi olmuştu. Geldiği yeri de gideceği yeri de çok iyi biliyordu ama kaçamıyordu işte sevgisizlikten. Asla sevilmeyeceğini unutuyordu Afra Suskun. Sevilse bile üzerinde hep sevgisizliğin bıraktığı o büyük lekeyi taşıyacaktı, biliyordu. Dahası görüyordu. Terk edemiyordu kara bulutlarını. Ve bedenini terk edemiyordu karın ağrıları... Bu onun lanetiydi. Sevgisiz kalmak onun lanetiydi. Bu yüzdendi zaten hep kaçmaları. Bu yüzdendi Karan Başer'in sonsuz olduğuna inandığı sevgisine hep şüpheyle bakmaları. Bu yüzdendi kırgınlıkları. Hafza'yla kendini yarıştırmaları. Hep bu yüzdendi. Sevgisizlikten. İnsan olmayanlar da unutuyordu belli ki. Ve unutamıyordu da bazı şeyleri. Karan unutuyordu, Pamir unutuyordu. Ben de unutuyordum. Karan'ın yeminini unutuyordum mesela. "Zaaflar insanı yaralar Aydemir." demişti. "Senin zaafın benim zaafım olamaz." Karan Başer o gün bana kendini teslim etmeyeceğine kafasına sıkma pahasına yemin etmişti. Pamir'e üstelik. Onu parçalamak isteyen adama etmişti yeminini. Onu şahit tutmuştu. Karan Başer hikayemizin bir yerinde beni kullanmıştı. Ne olursa olsun. Ve ben kendimi kullandırtacak biri değildim. Asla. Her şey bilgim dahilinde olmalıydı. Hem de her şey. Yoksa böyle oluyordu işte. Canım acıyordu. Eskilere dönüyordum ve bugünüm zehir oluyordu. Yine her şeyi sevgisizliğe bağlıyordum. Şimdi, arkamda bıraktığım kocaman bir enkaz vardı. Çizim odasından çıkar çıkmaz, öyle ağır bir kriz geçirmiştim ki, kendimden geçeceğimi sanmıştım. Göğsüm ağrıyordu. Sesler kulaklarımı çınlatıyordu. Sürekli Karan'da hata arayan beynim yüzünden başım da ağrıyordu. Odadan çıktığımda birkaç adım atmış, Karan'dan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşmıştım. Girdiğim ilk odada, neyse ki bir misafir odasıydı, ufak çaplı bir panik atak geçirmiştim ve şimdi, hiçbir şey olmamış gibi ağlıyordum. Oturduğum yatak, titremem ve anlık gelen hiperaktifliğim yüzünden dağılmıştı. Çıplak kollarım üşüyordu. Karan söylemişti. Panik atak geçirirken yalnız kalmam gerektiğini o söylemişti. Şimdi onun yüzünden panik atak geçiriyordum ve o yanımda değildi. "Olur da bir gün yeniden bir zaafım olursa," diye mırıldandım. "Kafama senden önce sıkarım." Bir gün, yeniden zaafım olursa... Önceden vardı bir zaafı belli ki. Zaafı canını yakmıştı. Ben onun zaafı olamazdım çünkü Karan Başer çoktan dersini almıştı. Karan artık bu tür cümleler kurarak sadece Pamir Aydemir'in canını yakmıyordu. Benim ruhumu da paramparça ediyordu. Ne kadar süre o cümleyi tekrarladığımı bilmiyordum. Bir ara boy aynasından akan makyajımı incelemiş, elimle makyajımı çıkartmaya çalışırken daha da dağıtmıştım. Bu daha da ağlamama neden olmuştu. Zihnim o kadar kalabalıktı ki tüm sesler birbirine karıştığından, hiçbir şeyi net duyamıyordum. Sadece ağlıyordum. Neden ağladığımı bile unutmuştum sanırım. Dağılmış saçlarımı elimle düzeltmeye çalıştım ve başarısız olduğumda bu defa ağlamak yerine kendimi toparladım. Üzerimdeki, boyaya bulanmış gelinliğe kısa bir bakış atıp iç çekerek odadan ayrıldım. Evet, sinirimi de ağlamamı da o odada bıraktım ve odadan ayrıldım. Odadan çıkar çıkmaz, "Efendim." dedi önümde beliren ince sesli bir kız. Durup ona baktım. "İzninizle sizi odanıza götüreyim." Başımı salladım. Yolu biliyordum ancak o kadar yorgundum ki, kıza karşı çıkamadım. Kızın bakışlarında büyük bir şaşkınlık vardı. Belli etmemeye ve gerekmedikçe bana bakmamaya çalışıyordu. Şu an önemseyeceğim son şey bile değildi dış görünüşüm yüzünden yargılanmak. Birkaç koridordan geçtik ve en sonunda bir kapının önünde durduk. Daha önce gelmiştim bu odaya. Biliyordum. "Burası sizin odanız efendim. Odada bir telefon var. İkiyi tuşlarsanız ihtiyaçlarınızı karşılamak için gelirim." Başımla onayladım. Tek kelime daha etmeden gitmesi gerektiğini anladı ve önümde eğilip geri çekildi. "Tebrikler!" Kız uzun koridordan çıktıktan hemen sonra duyduğum, sert bir kadın sesiyle arkamı döndüm. Karan'ın sözde annesi, bana doğru geliyordu. Bedeni simsiyah kıyafetlerle kaplıydı. Gülümsedim. "Teşekkür ederim efendim." dedim kendimden bile beklemeyeceğim kadar sakin bir ses tonuyla. Kadın ufak bir kahkaha attı ve önümde durdu. Sinir bozucu ses tonunu kullanarak konuşmasını sürdürdü. "Öğrenecek çok şeyin var hâlâ." dedi üzerimdeki boyalı kumaş parçasına bakarak. "Sanırım, Karan'ın da öyle. Başka birini sevmek gibi. Zira evliliğinizin ilk gününden yaşadığınız bu büyük kriz ileride ayrılık getirebilir." Kaşlarımı kaldırdım ve yüzünü inceledim. Fazla cüretkârdı. Beni çıldırtmaya çalışıyordu. Açığımı yakaladığını ve oradan sızabileceğini sanıyordu ancak yanılıyordu. Ne olursa olsun Karan'la bu nedenden ayrılmazdık. Hele o istedi diye asla ayrılmazdık. Biliyordum ki Karan kafası karışık bir insan değildi. Karan netti ve netliği benim içindi. Benim ağlamam sadece öfkedendi. Hayata karşı öfkemden... "Biliyor musunuz?" dedim ona doğru bir adım atıp üstten bakarak. Duruşum çok daha dik, güçlü bir hâle geldi. Üzerimdeki gelinlik başkasının olsa bile taşıyabilirdim. Umrumda bile değildi. Bu kadın bu dilden anlıyordu. O da böyle düşündüğümü hissetmiş gibi geri çekilmeye çalıştı ancak bunu kendine yediremeyip olduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Yüzüme dikkatle baktı. "Sabrımın zorlanmasından ve saygısızlıktan hiç hoşlanmam. Efendiniz Karan'ın önünde ve karısı olan yeni efendinizin önünde saygıyla eğilmek yerine, böyle laubali bir üslup kullanmanız beni derinden etkiledi." Ona daha da yaklaştım ve burun buruna gelene kadar durmadım. "İleride sizi de derinden etkileyecek gibi. Çünkü benim saygımın bittiği yerde, ölüm vardır. Ancak bir insana olan saygımı yitirirsem katili olabilirim çünkü." Gözlerinin büyüdüğüne, renginin değiştiğine ve benden böyle bir şey beklemediği için şaşırdığına bizzat şahit oldum. Yüzümdeki sinir bozucu ifade daha da belirginleşti. Sırada çok daha öldürücü bir hamle vardı. Karşımdaki bu saygısız kadının, saraydaki odasından olunca nasıl bir tepki vereceğini keyifle izleyecektim. Kaybediyordu. Bir anlık da olsa ona ait olduğunu düşündüğü her şey Afra Suskun adında bir sıradan tarafından elinden alınıyordu. Oyuncaklarını tek tek elinden alıyordum. "Şimdi, önümde çekilin. Kendimi yorgun hissediyorum. Yeni odamda dinleneceğim." Kaşlarını çattı ve önümde durduğumuz kapıya baktı. "Burası senin odan mı?" "Kocamın ve benim odam. Bizim odamız." dedim kendimden emin bir ifadeyle. Dişlerini sıktığını gördüm. "Kusura bakmayın." Arkamdan gelen Karan'ın varlığını çok önceden fark etmiştim zaten. "Odanızı değiştirmek zorunda kaldım. Artık burada kalacağız. Kral ve kraliçeye yaraşır tek oda, sizin odanızdı." Omuz silktim. "Bence kusura bakmazsınız. Eminim Kraliçenize odanızı vermek sizin için büyük bir onurdur." Sinirden kızaran yüzüne büyük bir keyifle baktım ve kapının önünde dikilen adamlara başımla işaret verdim. Açılan büyük kapılardan geçtim. Karan beklemeden peşimden geldi ve kapıların kapatılması için işaret verdi. Büyük kapı az da olsa gıcırdayarak kapandığında, arkam Karan'a dönüktü. Yüzüne bakmak istemiyordum. "Sen onun söylediklerini kafana takma." Sesinde öyle bir tını vardı ki, tepkilerimi ölçtüğüne adım kadar emindim. Hadi ama! O Karan Başer'di. Onun her yerde gözü kulağı vardı. Birkaç oda ötede bağıra çağıra ağlamamı tabii ki duymuştu. Sadece beni yalnız bırakmış, sakinleşmemi beklemişti ve işe de yaramıştı. Sakindim. Ancak içimde öyle büyük bir yanardağ vardı ki, lavları kalbimdeki en özel noktaya kadar sıçrıyordu. Beynimdeki en güzel anılara kadar. Ve kalbimdeki en özel noktada da beynimdeki en güzel anılarda da Karan Başer vardı. Dönüp dolaşıp, eline düştüğüm Karan Başer. Dönüp dolaşıp, gözlerine düştüğüm Karan Başer. Cehennemim, Karan Başer. Cennetim, Karan Başer. Neyse ki ben Araf'tım. Kaşlarımı çatıp ona döndüm. "Kafama takmıyorum zaten. Seninle evlenmek demek bu tür insanlara aynı anda savaş açmam demekti." Bunu yapan ben değildim. Savaş açan yani. Oydu. Bu savaşta daima arkasında olacaktım ama bu şekilde olmazdı. Bu şekilde beni yanında tutamazdı. Canımı yakıyordu.
"Bana böyle davranma Afra!" Bağırdığında yerimden sıçradım. "Aynı anda hem senin gönlünü yapıp hem de düşmanlarıma göz dağı vermeye çalışıyorum. Saçma sapan tavırlarınla ne bana ne de savaşımıza yardımcı olmuyorsun. Az önce o kadın neden geldi zannediyorsun? Duydu kavga ettiğimizi çünkü!" Bendeki öfke uçmuş, Karan'a konmuştu. Bu Karan'ı sevmiyordum işte. Ben akıllı Karan'ı istiyordum. Bana bağıran değil sinsi bir sakinlikle beni alaşağı etmeye çalışan Karan'ı istiyordum. Bana seçenekler sunan, benimle oynayan Karan Başer'i. Ben oyun istiyordum. Sevgimi de sevgisini de sorgulamak istemiyordum. Bunlar bana göre değildi. "Bağırma bana!" dedim hırsla. Nefes nefese kalmıştı. Üzerindeki ceketi çıkartıp bir kenara fırlattı ve elini şakaklarına yasladı. Arkasını döndü. Odada dolanmaya başladı. Gözlerime bakamıyordu. "Her şeyi zorlaştıran sensin. Neden sana seni sevdiğimi söylememişim gibi davranıyorsun? Her şeyin bir açıklaması var. Dinlersen anlatacağım. Kendini Hafza'yla o kadar çok karşılaştırıyorsun ki, sana hiç ilgi duymamışım ve bunu belli etmemişim gibisin!" Bana döndü. "Hem de sana gereğinden fazla ilgi duymuşken." Kaşlarımı çattım. Ve o, o tablo dolu odadan çıktığından beri belki de ilk defa gözlerime doğru düzgün baktı. Oda yalnızca şömineden çıkan ateşin aleviyle aydınlanıyordu. Yüzünde dalgalanan kızıllar, gözlerindeki kızıllara savaş açmıştı. Gözlerini gördüm. Beni sevdiğini kanıtlamak istiyormuş gibi mi bakıyorlar anlayamadım ama. Ona böyle bakmak ağlama isteğimi arttırdı. Bana doğru birkaç adım attı ve işaret parmağının yan kısmıyla çenemin altından kafama destek yaparak göz temasımızı kesmeden konuştu. Sesi az öncekine oranla daha tehlikeliydi. Sakindi sakin olmasına ancak bu defa da karşısındakini kışkırtıyordu. "Ben seni seviyorum kızım. Seni istiyorum. Ölüyorum senin için. Bitiyorum. Deliriyorum. Anlıyor musun?" Diğer eliyle önüme düşen saçımı geriye attı. Gözlerim bir anlığına patlayan dudağına ve kaşına kaydı. Şimdiden iyileşmeye başlamıştı. "Beni sadece sen yakabilirsin. Beni sadece senin Cehennem'in yakabilir. Senin Cennet'in layığıyla yaşadığımı hissettirebilir. Sadece senin tenin yaşatır. Sadece senin bedeninle bütünleşir bedenim. Sadece senin soluğun nefes aldırır." Karan Başer, an itibari ile Cehennemime su dökmüş ve Cennetimi ateşe vermişti. Tüm dengelerimi bozuyor, beni tepetaklak ediyordu. Gönlümü almayı ve vermemeyi o kadar iyi biliyordu ki. Onunla bu şekilde göz gözeyken bile tehlikeli bir oyunda olduğumuzu unutmuştum. Onunla oynamayı arzularken üstelik. "Kanıtla." dedim gözlerimle dudaklarını yerken. "Beni sevdiğini kanıtla. Sadece beni sevdiğini, sadece beni istediğini kanıtla." Sesim öyle talepkârdı ki, Karan bir anlığına kendinden geçer gibi oldu. Büyüme kapılıyordu ve bu hoşuma gidiyordu. Ancak büyüme kapıldığını fark etmesi hoşuma gitmiyordu. Çenemdeki elini hızla çekti ve gözlerini kaçırarak birkaç adım geriledi. Ufak, erkeksi bir kahkaha attı. Kaşlarımı çattım. "Cehennemini Cennetinden daha çok seviyorum." dedi tekrar bana dönerek. "Satranç oynama isteği uyandırıyor birden bende." Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. Ancak o durmadı. Mantıklı düşünmeye ve büyümden kaçmaya devam etti ve bu beni alaşağı etti. Karan Başer, istediğinde büyümden kaçabiliyordu ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Zamanı geldiğinde yalnızca beni dinleyecek, yalnızca benim büyüme kapılacaktı. "İster inan, ister inanma. Kafanda bizi bir yere oturt ve o oturttuğun yerden düşmemize izin verme. Bu işe başlarken Hafza olayını sana açıklamamın nedeni tam olarak buydu. Dediğim gibi ben seni istiyorum kızım. Ne Hafza ne bir başkası sikimde değil. İstediğim tek kadın sensin. Bu ölsem de böyle olacak!" Kaşlarımı kaldırıp ona baktım. İkimizin de göğsü inip kalkıyordu ve ikimiz de uzun konuşmasından sonra öylece birbirimize bakakalmıştık. "Sen," dedi nefes nefese. "Tek arzulayanın ben olmadığımı öğreneceksin. Beyninin o güzel dudaklarla ele geçirilip sana sırtını dönmesi ne demek öğreneceksin." dedi bana tekrar yaklaşarak. Koca eliyle yüzümü kavradı ve baş parmağı dudağımda gezinmeye başladı. "Ancak arzunun ve arzumun ne kadar büyük olduğunu hissedebilirsen anlayacaksın. Senin bana, benim de sana ait olduğumu. Hafza'nın bizim satrancımızda bir piyon dahi olmadığını." Yüzümdeki büyük eli yanağımı son kez okşadı ve ellerini indirip gözlerimin tam içine baktı. "Abartmayı bırak ve Pamir'le savaş. Yalnız savaşmayı beceremediğim için yanımdasın." Az öncekine karşı daha sakin çıkmıştı sesi. Alnında biriken ter damlalarına baktım. Şömine ateşi vuran güzel çehresinde gezdirdim bakışlarımı. "Haklısın." dedim. Ona doğru yaklaşarak "Yalnızca beni arzuladığını," Tam karşısında durdum. "Sadece benim için yanıp kül olduğunu," Birkaç adım daha atıp dibine girdim. Burun burunaydık. Az önce inip kalkan göğsü şimdi çok daha hızlı inip kalkıyordu ve bu benim göğsümü de hızlandırıyordu. "Sadece benim cehennemimi arzuladığını anlarsam, aklımda hiç soru işareti kalmaz." Burunlarımız birbirine değiyordu. Dudaklarımı sömürmek için kendini yiyip bitirdiğini açıkça görebiliyordum ve bu büyük bir zevk veriyordu. Karan, kalbinde başkasını taşımıyordu. Şimdi, çok daha net düşünebiliyordum. Az önce, o bana sertçe çıkışmadan önce daha doğrusu, zihnimde Hafza ve Karan fikri o kadar sivri bir uç oluşturmuş ve o sivri uç kalbime öyle derinden saplanmıştı ki, mantığım körelmişti. Karan beni seviyordu. Karan beni seviyordu. Sadece beni istiyordu. Şimdi keskin bakışlarıyla bana bakışından, yavaş adımlarla bana yaklaşmasından bunu anlayabiliyordum. Ne düşüneceğimi bilmiyordum tam da bu noktada. Olay Karan'ın beni sevip sevmemesi olmasından çıkmıştı. Olay, Karan'ın kalbinin bir an da olsa Hafza için çarpıp çarpmamış olmasıydı. Ne olursa olsun, bir yola girmişlerdi. İlla ki aklından geçmişti bu. İllaki sevmeyi düşlemişti. Bu beni daha da sinirlendirdi. Öyle ki, hemen dibimdeki Karan'dan çıkartmak istedim sinirimi ve dudaklarına daha da yaklaştırdım dudaklarımı. Bu defa öpen ben olmayacaktım. O sömürmeye başlayacaktı beni ve zevkinin sonunu getiren ben olacaktım. "Karan Başer," dedim dudaklarına fısıldayarak. Nefesim yüzünü yaladı. Bunu kırptığı gözlerinden anlayabiliyordum. "Nasıl istiyorsun beni?" (Aşırı olmasa da +18 başlangıcı :')) Bu bardağı taşıran son damlaydı. Büyük eliyle çenemi kavradı ve beni sertçe kendine çekip dudaklarımı sömürmeye başladı. Öyle sert öpüyordu ki, kendini deminden beri sıkması bile beni bu denli çok arzuladığını düşündürtmemişti. Çenemdeki eli yüzümü sıkıyordu ancak canımı yanmıyor aksine zevk veriyordu. Bedenime yaslı bedeni az önce kurduğu cümlenin kanıtı niteliğindeydi. Bedeni yalnızca benim bedenimle bütünleşebilirdi onun. Yalnızca benim tenime temas edebilirdi. Kıvrımlarıma dolan bedeniyle bedenimi itekledi ve ayaklarımız dans ediyormuşuz gibi uyum içerisinde adımladı odayı. Beni sertçe duvara yasladığında dudaklarımdaki öpüşü yanağıma, oradan da boynuma kaydı. Ellerim anında ensesindeki saçları bulurken sabrettim. Onu alaşağı edecek hamle için bekledim. Ağzımdan kaçan ufak iniltilerin sebebi boynumdaki ıslak imzalarıydı. Sert öpüşü yüzünden muhtemelen moraran tenime acımıyordu. Beni mahvediyordu ve bedenimin ona inleyerek yanıt vermesi hoşuna gidiyordu. Dudakları yeniden dudaklarıma çıktığında öpüşünün altından gülümsedim. Güldüğümü hissetti ancak gülemeyecek kadar yükseklerdeydi şu an. Dudağımı kanatacak kadar sert öpen dudaklarına karşılık vermem gerekiyordu. Yaptım da. Dişim dudağına temas ettiğinde yapacağım şeyi anladı ve geri çekilmedi. Kendini kaybetmiş bir adam olsa bile zekiydi. Karan Başer kendini hiçbir zaman tam anlamıyla kaybetmezdi. (+18 sonu) Dudağını kanatacak kadar sert ısırdığımda yavaşça geri çekildi ve dudağını benden zar zor kurtardı. Erkeksi inlemesi beni daha da coşturdu ancak durmam gerekiyordu. Amaç buydu zaten! Ancak birden oyunun kurbanı hâline geldiğimde, Karan yavaşça boynumu öpmeye devam etti. Soğuk gülüşünü hissedebiliyordum. Duvardan destek alıyordum ve bir yandan da Karan'ın büyük cüssesini üzerimde hissediyordum. Sıkışmıştım. "Oyunlarımızı akıllıca oynamıyor muyduk Afra? Bunu sana öğretmiştim." Şaşkınlıkla onu dinlemeye devam ettim. Ensesindeki ellerim iki yanıma düştü ve Karan bunu fark etti. Gülüşü büyüdü. Dişlerini köprücük kemiğimin üzerinde gezdirdi. "Oyunu oynamak yerine aklımı alarak elimden kurtulmaya mı çalışıyorsun? Bu kazanmak mı ki?" Kokumu derin bir nefes eşliğinde içine çekti. "O hâlde ben de alırım aklını. Oyunu eşit şartlarda oynamalıyız." Sarhoş gibi çıkan sesi, kokumun üzerindeki etkisini açıkça belli ediyordu. Ona kurduğum tuzağı fark etmiş, alaşağı olması gereken kişi oyken beni alaşağı etmişti. Karan Başer'i hafife almak oyunun en başında yaptığım, oyunu aleyhime çeviren büyük bir hataydı. O hiçbir zaman arzularını aklının önüne koymamıştı ki şimdi koyacaktı. "Ben," dedim nefes nefese. "Ben üzerimi değiştirmeliyim." Kaçmaya çalıştığımda beni belimden yakalayıp eski konumuma geri getirdi ve yüzünü yeniden boynuma gömdü. Sessiz kaldı. Bense sadece nefes almaya çalıştım. Üzerimdeki mahvolmuş gelinlik yüzünden üzeri boya olmuştu. "Afra." dedi daha sakin bir sesle ama ona bakmadım. "Afra." Geri çekildi ve gözlerimiz kesiştiğinde kalp krizi geçirdiğimi sandım. İsmimi sayıklıyordu. "Bir daha benimle böyle bir oyun oynarsan, bedelini ödetirim." dedi yüzümü okşarken. "Bu delilik." Başını olumsuz anlamda salladı ve sırıttı. "Bu bir oyun değil. Kuralı yok, sınırı yok. Bir dahakine durmam Araf. Araf'ını Cehennem'e çeviririm." O tehditi hafife alınacak bir adam değildi. Gözlerindeki alevler, benim alevlerimden daha yakıcıydı. Görebiliyordum. "Bugün bu odada kalmayacağım." Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Bu ne demekti? "Kalayım mı?" dedi yüz ifademe bakarak. Tek kaşını kaldırdı. Beynim mantıklı düşünmeyi reddediyordu ancak bunu başardım. Ne demek istediğini anladım. Kalırsa tehlikeli oyunumuza devam edecektik. Benden izin istiyordu. Diyecek bir şey bulamadığımda eğilip derin bir şekilde beni öpmeye başladı. Ne yapacağımı şaşırdım ancak şaşkınlığım geçmeden birkaç adım geri çekildi. "Tüm eşyaların giyinme odasında." dedi bedenimi süzerek. Derin bir nefes alıp verdi ve gözlerini kaçırdı. "Benim işlerim var." Arkasını döndü. Belki seslenmemi, gitmemesi için durdurmamı bekledi. Çünkü ikimiz de biliyorduk. Şimdi giderse, sabaha kadar ayrı kalacaktık. Dönmeyecekti. Ben de uyuyacaktım. Seslenmedim. Şu an tehlikeli bir oyunu daha kaldıramazdı bedenim. Kendimi o kadar yorgun hissediyordum ki şu an yaslandığım bu duvarın dibinde kıvrılıp uyuyabilirdim. Yarın, her şey düzelecekti. Düzeltecektim. Şimdi biraz yalnız kalmaya ve uyumaya ihtiyacım vardı yalnızca. O da beklemedi zaten. Ufak ve yavaş adımlarla kapının önünde durdu. Son âna kadar onu durdurmamı bekledi ama karşılık alamadı. Kapıyı açtı ve odayı terk etti. Sözde annesi ne düşünür umursamadım. O kadını gram takmıyordum. Odada yalnız kaldığımda, yere oturdum ve yatağa sırtımı yasladım. Bacaklarımı kendime doğru çektim. Şu an aramızın nasıl olduğunu bilmiyordum. Ona kırgındım. İntikam istiyordum ancak bu tür bir intikam değildi istediğim. Tam anlamıyla kazanmalıydım. Bu defa gerçekten hatalıydı. Ne olursa olsun beni onca insanın karşısında bu tür bir duruma düşürmesi kendime acımama neden olmuştu. Küçük düşürülmüş hissediyordum ve bunu yapan Karan'dı. Amacımız halkın bana saygı duymasını sağlamakken, düştüğüm şu duruma inanamıyordum. Kendimi çok yorgun hissediyordum. Kıyafet odasına doğru ilerledim. Üzerimi değiştirmek için bir şeyler aradım. Tüm dolap gösterişli kıyafetlerle doluydu. Sayısız ayakkabı, sayısız çanta, takılar, makyaj malzemeleri. Ama hiçbiri ilgilimi çekmiyordu şu an. Tek istediğim uyumaktı. Üzerime en uygun olan kıyafetleri seçip odada bulunan banyoya ilerledim. Kısa bir duştan sonra üzerimi giydim ve aynaya baktım. Aynadan gördüğüm kadarıyla yüzümdeki tüm makyaj silinmişti ama gözümün alt kısmı simsiyahtı. Defalarca yüzümü yıkamıştım ama gitmemişti. Çok uğraştım. En sonunda pes ettim. Banyodan çıktım. Makyajımı temizlemeden duşa girdiğim için gözlerim yanıyordu. Bunu umursamadım. Yatağa yattım. Üzerimi tamamen örttüm. Yaşanılanları kendime yedirememenin yanında, bir de bu konu yüzünden hâlâ suçlu gördüğüm Karan'ın bana söyledikleri kafamdan çıkmıyordu. Sesi beynimde yankılanıyor gibiydi. Beni istediğini defalarca dile getirmişti ve ben defalarca onu, Hafza yüzünden suçlamıştım. Artık zihnimdeki o hassas terazi, kimin haklı olup kimin haksız olduğu konusunda iyi ölçüm yapamıyordu. İçimdeki mahkeme, yerle bir olmuştu. Dizlerimi daha çok kendime çektim ve içimde bir yerlerde, az da olsa düştüğüm yerden kalkabilmek için güç aradım. Ama duygularım, örümcek ağı gibi mantığımın ve gücümün üzerini defalarca kapatmıştı. Onlara ulaşamıyordum ve bu canımı yakıyordu. Bu gece, normalden çok daha yalnızdım. Eskiden kim olduğunu biliyordum ancak şimdi, benliğim bile beni terk etmişti. Kim olduğumu bilmiyordum. Bilmiyordum. Her şey üst üste gelmişti ve ben kendimde değil ayağa kalkmak, yattığım bu aşırı rahat yastıkta uyuyakalacak kadar bile güç bulamıyordum. Duygularımın esiri olmaktan nefret ediyordum. Mantığımı kullanamamaktan, çaresizce bir kurtarıcı beklemekten nefret ediyordum. Gözlerimi kapattım. Her şeyi geride bırakmak için uyumak yeterli gelir diye kandırdım kendimi. Yeterli gelmeyeceğini bile bile. Yarın, iyi olacaktım. Yarın daha mantıklı düşünecektim. Böyle söyledim kendime. Uyumak için kendimi kandırmalıydım. Kandırdım. ***** Tam olarak ne kadar uyumuştum, saat kaçtı hiç bilmiyordum. Ancak sessiz odada, yanan şömine haricinde bir başka ses duyuldu. Kapıdan ufak bir ses geldi. Sonra kapının açıldığını hissettim. Kapı tekrar kapandı. Kim gelmişti odaya bilmiyordum ama gözlerimi açamıyordum. Kendimi herhangi bir tehlike karşısında korumak istiyordum. Ancak kolumu kaldıracak gücüm yoktu. Her kimse, yatağa çıktı ve yanıma uzandı. Onu soluğundan bile kolayca tanıyabileceğimi biliyor muydu? Eğer öyleyse, onu tanımamı sorun etmiyor olmalıydı. Bir süre sessizce nefes alıp verdi ve muhtemelen beni izledi. İşaret parmağı saçlarımda gezindi. "Özür dilerim." dedi saçlarımda gezinen elin sahibi. Kim olduğunu biliyordum. Bedenim, bedenini tanıyordu. Şimdi odaya dolan yakıcı kokusunu, büyük gövdesinin hissettirdiği güveni görmezden gelemiyordum. Onu, uykumda bile özlediğimi fark etmiştim. "Özür dilerim." dedi tekrar. Sesinden pişmanlık akıyordu. "Lütfen beni affet. Ben böyle bir insan değilim. Sana bağırdığım için özür dilerim." Sesi, bir çocuk gibiydi. Bağırması söz konusu bile değildi kırılmamda. Uyanıp ona sarılmak istedim ama dediğim gibi, bedenimin hiçbir uzvunda yeteri kadar güç yoktu bunun için. İçmişti. Dili kısacık bir cümle kurarken bile dönmüyordu. Bazı harfleri yutuyordu. Dahası, tenine has kokusu, içki kokusuyla karışmıştı. "Özür dilerim, Araf. Yapmak zorundaydım." Zorunda değildi. Zorunda olsa bile böyle yapacağını bana söyleyebilirdi. Söylememeyi seçmesi belki de bana güvenmediğindendi. "Söyleseydim asla kabul etmezdin." dedi sanki aklımı okumuş gibi. Haklıydı. Kendimi böyle acınası bir duruma asla düşürmezdim. Yatakta bana daha çok yaklaştı. Omuzlarıma dökülen saçlarımı okşadı. "Güzelim benim." dedi. İç çekti. Saçlarımın üzerinde, bir ağırlık hissettim. Saçlarımı öptü. Sesinde büyük bir çaresizlik vardı ama önemli değildi. Onun çaresizliğine çare olamazdım. En azından şu an olamazdım zira ben de çaresizdim. Sanırım sızdı. Düzene giren nefeslerini duydum. Bilincim kapanana kadar nefeslerini dinledim. ***** Gözlerimi açtığımda, her yerim ağrıyordu. Uyandığım boş odada etrafıma baktım. Banyodan gelen su sesini duyduğumda yataktan doğruldum ve gözlerimi ovuşturdum. Dün geldiğini duymuştum. Tüm gece yanımda uyumuştu ve eminim katlanılmaz derecede berbat bir baş ağrısıyla uyanmıştı. Yataktan çıktığını hiç duymamıştım. Yataktan ayrıldım. Saçlarım ıslak yattığım için boynum tutulmuştu. Dahası, gece üstüm açık olmamasına rağmen sırtım ağrıyordu. Oflayarak giyinme odasına yöneldim. Üzerimdeki pijamalardan kurtuldum. Seçtiğim siyah, siyah ceketi, siyah etekle ve yine siyah olan topuklularla kombinledim. İçime de beyaz bir gömlek giydim. Fazlasıyla ciddi bir kıyafet seçmiştim. Ben üzerimi değiştirdiğimde Karan banyodan çoktan çıkmıştı. Elinde ve belinde havluyla giyinme odasının kapısında görününce ayağa kalktım. "Günaydın." dedim gülerek. "Nasıl olmuşum?" Şaşkınlıkla gözlerime baktı. Saçlarını kurutmaya çalıştığı havluyu indirdi. "Olmamış mı?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Kendine gelmesi birkaç saniye aldı. Beni baştan aşağıya süzdü ve "Güzelsin." dedi. Şaşkınlığı sürüyordu. Hareketlerimi izliyor, dünden sonra davranışlarımdaki bu uyumsuz normalliğe şaşırmadan edemiyordu. "Teşekkür ederim." dedim gülerek. Yanından geçtim. Banyoya girdim ve yüzümü yıkadım. Ben tüm bunları yaparken Karan çoktan giyinmiş olmalı ki, peşimden geldi. Siyah takımının içine giydiği siyah boğazlı kazağıyla gerçekten iyi görünüyordu. Banyodan çıktım. Elleri ceplerinde beni takip ediyor, hazırlanmamı izliyordu. Makyaj yapmak için makyaj masama oturdum. Önüme dizilmiş onlarca malzeme arasında birkaçını seçtim. Onları teker teker yüzüme uygularken, Karan hâlâ hareketlerime anlam veremeyen gözlerle beni izliyordu. "Afra?" dedi en sonunda dayanamayarak. "İyi misin?" Sorusuna gülümsedim. "İyiyim Karan. Sen nasılsın?" Sorumu duymazdan geldi. Yanaklarıma renk gelsin diye yüzüme son kez allık sürüp saçımı sıkı bir topuz yaptım ve masadan ayrıldım. Topuklularımı giymek için takı masasının hemen önündeki koltuğa oturdum. "Afra, neden böyle davranıyorsun?" "Nasıl?" "Hiçbir şey olmamış gibi." Bir kez daha güldüm ve ayağa kalktım. Boy aynasının karşısına geçip kendimi süzdüm. "Haklısın. Pek çok şey oldu ancak ben şaşılası bir şekilde normal davranıyorum. Öyle değil mi?" Cevap vermeden devam etmemi bekledi. Takı masasına doğru ilerledim. Seçtiğim bir kolyeyi ve bir çift küpeyi elime aldım. Küpeleri taktım. "Yardımcı olur musun?" dedim kolyeyi uzatarak. Elini ceplerinden çıkarttı ve yaslandığı kapı eşiğinden ayrıldı. Elimdeki kolyeyi aldı. Resmi ancak zarif... "Kadınlar," dedim yansımasına bakarak. "Sizin gibi aptalca savaşmaz. Daha derinden ve bitirici savaşır. Sizi bizden ayıran da tam olarak bu." Koleyeyi taktı ve bana baktı. "Dün gece beni öylesine rezil ettin ki, senin yüzünden insanların gözünde acınası bir konumdayım şimdi. Planımıza sen sadık kalmadın ama ben kalacağım. Onların kraliçeleri olacağım ve tam olarak istediğin gibi düşmanlarımızla savaşacağım." Ona döndüm. "Akıllıca oyunların yalnızca bana özel sanırım." Onu sinirlendirmek için gülümsedim ve devam ettim. Tüm bunlar olurken o sakince ve mimiksizce beni dinledi. "Unutma, sana olan kırgınlığım geçmedi hâlâ ama bir önemi yok. Bunu bana sen yaptın, cezasını da çek bir şekilde. Son anda mantığımı devreye soktuğun için minettarım kocacığım." dedim sanki çok güzel şeyler söylüyormuş gibi gülerek. Yüzündeki değişimleri izledim. Durumu yavaş yavaş kavrayışını ve söylediklerime gözlerini kısıp yavaş yavaş sırıtmaya başlayarak karşılık vermesini. Onu reddettiğimi fark ediyordu. Yüzünde söylediklerimi algılayamamanın verdiği şaşkınlık yavaş yavaş cüretkâr bir ifadeye evrildi. Bir anlık onunla aramızdaki buzları eriteceğimi sanmış olmalıydı. Ben daha kırgındım. Ben daha büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. "Hafza öldü." dedim acımadan. Kırılıp kırılmaması umrumda değildi. Oyunu kurallarına göre oynaması için ufak bir uyarıydı bu. "Ama ben yaşıyorum. Bunu aklına soksan iyi olur. Ben asla bir seçenek değilim. Seversin ya da sevmezsin. Ben netliği sevmeye devam edeceğim." Karan netti. Ancak kolay kolay alttan alacak biri değildim. Dün, dolaylı yoldan Hafza ile kıyaslanmama sebep olmuştı. Gözlerimin içine baktı. Gözlerine yine o ilk tanıştığımızdaki ifadesizlik katmanı örtüldü. Anlamıştım. Onun bu bakışları Kızıl'ı alacaktı benden. Yine Karan olacaktı. Bunu bizzat görüyordum ama umrumda değildi. O beni görememişti. Ağlarken yanımda olmuştu ama değildi de aynı zamanda. Acı çeksin istiyordum. Hafza'yla o kıyaslamasa da başkalarının beni kıyaslamasının acısını ondan çıkartmak istiyordum ve yapacaklarıma rağmen hâlâ beni deli gibi sevmesini istiyordum. Bu oyunu oynarken ben zevk alayım, o hatasının farkına varıp acı çeksin istiyordum. Bu tam olarak, aşkın bencilliğiydi. Çünkü sevdiğim adam, ölü bir bedenin yanına yakıştırılıyordu. Bedeni benimle aynı olan ama ben olmayan bir bedenin yanına. Üstelik dün, bahsi geçen bedenin neredeyse aynısıyla, aynı yatakta uyumuştu. Benimle Hafza olduğumu düşünerek uyumamıştı. Biliyordum. Her şey netti kafamda zaten ancak dediğim gibi alttan almak, tepkisiz olduğumu düşündürebilirdi. Dimdik durdu karşımda, gözlerimdeki ateşe rağmen. Gözlerine ilk tanıştığımızdaki duygusuzluğunu yerleştirdi ve bu az öncekinden çok daha netti artık. Çelik gibi bir iradeye sahipti. Ellerini arkasında birleştirdi ve yüzüme doğru eğildi. Bekledim. Canımı yakmasını bekledim. Çünkü o kızıl gözler yanlış duygularla baktığında, hep canı yanan taraf oluyordum. "Çok iyi düşünmüşsün, karıcığım. Senden yapmanı istediğim de tam olarak buydu zaten." Bunu gerçekten söylemişti. Bana bir piyon gibi davranıyordu. Böyle hissetmemi istiyordu. Oyunun kurallarını reddediyordu. Söylemiştim. Ona olan kırgınlığım geçmemişti. Buna rağmen, durmadan kanatmaya, yeni yaralar açmaya devam ediyordu. Ancak ona olan kırgınlığım geçene kadar onunla bu oyunu oynayacaktım. "Dün yapılması gerekeni yaptım. Pişman değilim. Bir de senin saçma duygu değişimlerinle uğraşacak değilim. Ben bir yöneticiyim. Gerekirse canımdan bile vazgeçerim." Evet, artık kendini anlatmaktan vazgeçmişti. İçten içe beni sevdiğine ikna olmuştum zaten. Hatta adım kadar iyi biliyordum ancak kıskançlık öyle iyi hamleler yapıyor ve öyle iyi aklıma giriyordu ki onunla oynamak zevk verici hâle geliyordu. Bana seçenekler sunan Karan'la, yeniden oynamayı arzuluyordum şimdi. Benliğim üzerine. Ruhum üzerine. Arzularım üzerine. Pişman olduğunu biliyordum. Az önce görmüştüm gözlerinde. Ancak savunma mekanizması ağır basıyordu. Karşısında sert ve dik bir duvar görürse, duygularını kapatıyordu. Ve ben bu Karan'ı arzuluyordum. |
0% |