@elfhikayelerii
|
Bir gün doğar mı güneş üzerimize sevgilim? Yaralarımızı dağlar mı? Ruhlarımızı yamar mı birbirine? Birleştirir mi eksiklerimizle tamlarımızı? Ama önce iyileş sevgilim. Yaraların kapansın. Kanayan yerlerin en şifalı sularla yıkansın. Çünkü sensiz ben yokum. Sensiz ben bir hiçim. Kaçarım, giderim. Sensiz ben yalnızca peşinden gelirim. Ucu bucağı görünmeyen, kapkaranlık bir yoldaydım. Çevremde pek çok olay oluyordu ve ben yolda olup olmadığımı bile bilmiyordum. Yol nereye çıkartır bilmiyordum. Yoldan çıkarsam nereye ulaşacağımı bilmiyordum. Sadece yürüyordum. Çünkü her yolun sonunda çıkış vardır. Benim her yolum sana çıkar. Etrafıma bakınınca bulunduğum yoldan çok daha karanlık yüzler görüyordum. Çok daha sahte, çok daha bencil... Yol nereye gidiyor bilmiyordum ama bu karanlık yüzleri beni nereye götürür tahmin edebiliyordum. Bilmeden yürümek, sonunu bile bile yürümekten daha korkunç gelirdi bana ama benim korkunç kavramım, bu karanlık yüzlerle bütünleşti. Evet, benim hayaletlerim çevremdekilerdi. Hiçbiri benim iyiliğimi istemiyordu ve dahası, çevremde olmalarına rağmen yapayalnız olmamdı. Yapayalnız. Ancak yalnızlık, sahte bir karanlıktan çok daha iyiydi. Sahte bir gülümsemeden, sahte bir samimiyetten... Hep böyle düşünmüşümdür ve bundan sonra da böyle düşünecektim. Ancak o, bu karanlık yolda bana ışık olmuştu. Önümü göremesem de, onu görüyordum sonuçta. Ona doğru yürüyebiliyordum gönül rahatlığıyla. O bana, hâlâ karanlık da olsa o yolda olduğumu göstermişti. Hâlâ yürüyebileceğim yollarımın olduğunu. Tereddüt bile etmeden, çıkmaz olsa bile sonunda yürüyebileceğim güvenli bir yola sahip olduğumu göstermişti. Cesaret de vermişti hem. Çıkmazsa, geri dönersin demişti. Bana dönersin. Sonuçta, her tırtıl kelebek olmak zorunda değildir. Bazıları, tırtıl olarak kalınca daha güzeldir. Ben de, Karan'ın Araf'ı olarak kalmak istedim. İnsanlığın Araf'ı olmak değil. Sadece onunla olmak ve sadece ona kelebek olmak. Ona bilinmeyen yanlarımı açmak. Ona yaralarımı sardırmak. Ona güçsüz anımı göstermek. Tıpkı onun da bana gösterdiği gibi. Çünkü biliyordum ki, konu en yakınlarından İlke dahi olsa ona karşı bir duruşu vardı ama bu evrenin hiç hoşlanmadığı tuhaf güçleri ya da belki de benim çekimim, onu bana açık olmaya zorluyordu. Muhafızımın bana açık olmasına yani. Ve şimdi benim muhafızım, kalbimin muhafızı, önümde kanlar içinde yatıyordu. Gözleri kapalıydı. Göğsü inip kalkıyor muydu bilmiyordum ama hissediyordum. Sancılar içinde kıvranan kalbimin kararmaya başladığını, onun solan yüzüne bağlıyordum ve korkuyordum. İlk defa Karan'ı kaybetmenin dayanılmaz ızdırabıyla sarsılıyordum. Sebepsizce korkunç bir şey yaşadığınızda çektiğini acı, bilinçli bir şekilde korkunç bir şey yaşadığınızda hissettiğiniz acıdan bin kat daha can yakıyordu. Hayatım boyunca acı çektim ama hiçbir sebebi yoktu. Bir filozof gibi düşünür, sebep arar ve aklımın hayalimin erişemediği kör noktalarda tıkanırdım. En sonunda, elimde hiçbir bilgi olmazdı. Sebepsizce acı çekerdim. Ancak evren değiştirdiğimden beri hep bir sebep vardı elimde acı çekmek için. Acılarımın anlam kazandığını görmek, artık bir sebep arayışında olmamak iyi gelir sandım ama öyle olmadı. Şimdi bunu diğerleriyle zar zor taşıdığım, yatakta kanlar içerisinde yatan Karan'dan anlayabiliyordum. Acımın sebebi sevdiğim adamın acı çekmesiydi ve bir sebebe sahip olmak bana iyi gelmemişti. Aksine, acım göğsümden taşacak kadar şahlanmış, nefesimi kesecek kadar korlanmıştı. Etrafımda koşuşturan pek çok insan vardı. Özgür, Karan'ın istediği gibi Deniz'i ve İlke'yi çağırmıştı. Özgür onları çağırırken biz Karan'ın buz kesmiş bedenini etraftaki adamlarımızdan yardım isteyerek odaya taşımıştık. Diğerlerinin sonrasında ne yaptığını hatırlamıyordum. Yatakta Karan'ın yanında oturup öylece onu izleyişimi ve inanamadığımı hatırlıyordum. Giderek solan tenini izlemiştim. Bir ara akıl edip eline tutunmuş, ona verebileceğim kadar çok güç vermek istemiştim ancak başarılı olup olamadığımı bilmiyordum. Kendimde değildim. Deniz gelir gelmez ayağa kalkmış, sürekli bağrışanların ayağının altından çekilip duvara sinmiştim. "Zehirlenmiş Deniz abi! Üzerine bir de yaralamışlar baksana." Özgün bağırarak bunları söylerken Deniz aceleyle Karan'ın üzerindeki gömleği çıkartmakla meşguldü. Gömleği çıkarttığında geri çekildi. Odada kısa süreli bir sessizlik olduğunda kaşlarımı çatıp sindiğim duvardan ayrıldım ve herkesin baktığı yere baktım. Karan'ın çıplak bedenine. Üst bedeninde, tüm damarlar belirgin bir şekilde morarmıştı ve damarlar boğazına doğru çıkıyordu. Tüm bedenine yayılan bu görüntü o kadar korkutucu ve endişe vericiydi ki bayılacağımı sandım. İlk şoku atlatan Deniz, "Dayıyı çağırın. Hemen dayıyı çağırın!" diye bağırdığında yerimden sıçradım. O bir doktordu! Neden müdahale etmiyordu? Ancak hesap sorabilecek kadar kendimde değildim. Gözlerim Karan'ın bedeninden elimdeki kayganlığa kaydığında titrediğimi fark ettim. Elim Karan'ın kanına bulanmıştı. Kaşlarımı çatıp titreyen ellerimi üzerime silmeye çalıştım. Kendimi taşımakta zorlanıyordum. Gözlerim hırsla odada gezindi. "Deniz abi, Karan abim güçlüdür. Nasıl yapabildiler bunu ona? Nasıl kestiremez! Bir iş var! O her şeyi bilir önceden, önlem alır! Şu haline bak abimin! Şerefsizler!" Ağlamaktan krize girecek gibi oldu Özgün. İmdadına Özgür koştu. Onu sakinleştiremeye çalışıyor ve elinden bir şey gelmediğinden çaresizce Karan'a bakıyordu. Hepimiz, Karan'ın morararak belirginleşmiş damarlarına bakıyorduk. Ben henüz tam anlamıyla algılarımı kazanamamıştım. Özgün ufak çaplı bir sinir krizi geçiriyordu. Özgür onun yanındaydı. İlke ve Selin ise ağlıyordu. Selin duvarın dibine sinmişti ve İlke'den farklı olarak çok daha şiddetliydi ağlaması. Deniz damarlarla değil, Karan'ın kolundaki kurşun yarasıyla ilgileniyordu. Arkasındaki hemşirelere bağırıp duruyordu. "Kurşun çıkışı yok! Ameliyata almamız gerek. Dayı nerede?!" Bu panik havasının hakim olduğu ortamda hiçbir şey yapamıyordum. Beynim durmuş gibiydi. Özgün kaçmıştı. Muhtemelen abisini böyle görmeye dayanamamıştı. Özgür ise Deniz'in dediğini yapıyor ve Dayı'yı telefonla çağırıyordu. Tekrar Karan'a döndü bakışlarım. Delirecek gibi oldum. Özgür telefonu kapattı. "Yolda! Hemen geleceğini söyledim. On dakika sürmezmiş." Deniz ona cevap vermek yerine hemşirelere emirler vermeye devam etti. Özgür'ün bakışlarını üzerimde hissettiğimde artık sakin kalacak hâlim kalmamıştı. Yavaş yavaş bir ateş yükseldi boğazıma doğru ve sözcükler, birer birer döküldü dudaklarımdan. "İlke!" dedim bağırarak. "Bunu ona kim yaptı?" Sakin kalmakta o kadar çok zorlanıyordum ki, gözüm kimseyi görecek hâlde değildi. Ciddi bir sinir krizinin eşiğindeydim ve Özgür de bunun farkına varıp yanıma yaklaştı. Az önce Özgün'ü de sakinleştiremediğinden, eminim bu halim yüzünden endişe duyuyordu. Beni kollarımdan yakalayarak ayakta kalmam için destek oldu. "Söyle!" dedim hırsla. İlke elleriyle yüzünü kapatmış ve önüne dökülen saçlarını umursamadan ağlıyordu. Omuzlarının sarsıldığına şahit oluyordum. "Özgür, Afra'yı dışarı çıkart!" Deniz'in emrini dikkate alan Özgür'e izin vermedim. "Hayır!" dedim ağlarken. "Karan'a güç sağlamam gerek. Yanında olmalıyım." Deniz birkaç büyük adımda yanıma geldi ve yüzümü kavradı. "Afra, biliyorum korkuyorsun ama sakin kalıp bana yardımcı olmak zorundasın. Karan'a ne olduğunu bilmiyoruz. Ona güç sağlaman doğru olur mu onu da bilmiyoruz. Dayı geldiğinde öğreneceğiz. O zamana kadar dışarı çık ve biz de işimizi yapalım. Lütfen, sakin ol." Eğer böyle bir durumda olmasak Deniz'in benimle bu kadar yakın olmasına şaşırırdım ancak şu an kendimde değildim. Deniz'in konuşmasından sonra tüm sinirimin boşaldığını hissettim ve ben de İlke gibi omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladım. Deniz bana sarıldığında ona tutundum. "Söz ver. Onu iyi edeceğine söz ver Deniz." Deniz geri çekilmeden önce fısıldadı. "Sana yemin ederim Afra, o iyi olacak. Söz veriyorum." Deniz'le ayrıldığımızda yüzme dahi bakmadan işine döndü ve Özgür de beni dışarı çıkartmak için yönlendirdi. Sağ gözümden yanağıma bir damla yaş daha aktı ancak burnumu çekip hemen yanağımı sildim. "İlke! Sen de bizimle gel." Selin öylece ağlıyordu. Onu çağırmadım zira onu ilgilendiren bir mesele yoktu. Ben odadan zar zor çıktıktan birkaç saniye sonra İlke ve Özgür de karşımdaydı. İlke titreyerek bana bakıyordu ve Özgür'ün bakışları hâlâ çıktığı odadaydı. "Özgür," dedim bana bakması için. Burnumu çektim. Gözeri gözlerimi buldum. "Biliyorum çok zor. Ancak abiniz güçlü ve ona her ne oluyorsa atlatacaktır. Sakin olmalı ve işleri aksatmamalıyız. Abinizi duydunuz. Ona saldırmışlar. Dişe diş, kana kan." Gözümde ne gördüler bilmiyorum ama Özgür derin bir nefes alıp yüzünü sıvazladı ve hiç görmediğim kadar sert bir yüzle bana bakmaya başladı. Ne yapmasını istediğimi biliyordum ve o da isteğimi bekliyordu. "Saray güvenliğini sağla. Karan'ın ilk isteği buydu. Bir bildiği olmalı." dedim Özgür'e. İlke'ye döndüm. Konuşma boyunca bizi dinlemişti ve kendinden geçmediğine şaşırmıştım. İç çekiyordu ancak ağlaması çoktan durmuştu. "İlke," dedim ona yaklaşarak. "Her zamankinden çok daha güçlü olmalıyız. Tamam mı? Kocam içeride yaralı bir şekilde yatıyor ve şu an kendimi çok zor tutuyorum. Bana, bunu ona kimin yaptığını bul. Anladın mı?" Devamlı ayağımla ritim tutmamdan, titreyerek ancak sessizce ağlamamadan ve kısılan sesime rağmen zorlanarak da olsa konuşmamdan bunu çok net anlayabilirdi. Öyle de oldu zaten. Gözlerimin içine baktı ve başını salladı. "Kimseye sezdirme. Karan'ın yokluğunda işleri üçümüz yürüteceğiz. Anlıyor musunuz? İçinizden biri bana ve Karan'a ihanet ederse yemin ederim, o kişinin şah damarını dişlerimle parçalarım." İlke yeniden ağlamaya başladığında ona baktım. Ağlaması suçluluk duyduğundan kaynaklansa anlardım. Ciddiyetimin sebebinin ne kadar ciddi bir konu olduğunu bir kez daha hatırlamış ve bu da ağlamasına sebep olmuştu. Ben de ağlamak istedim ama tuttum kendimi. Ağlayacak kadar kendimi kaybedemezdim çünkü biliyordum ki devamı gelirdi. Sonunda İlke'yi de gönderdiğimde koridorun başında telaşlı bir Rasım Dayı göründü. Elindeki bastonunu kullanarak sarsak adımlarla ilerliyordu. "İçeride!" dedim hemen koluna girerek. Benden destek aldı ve Karan'ın olduğu odaya girerek onu aradı. Gördüğünde, derin bir nefes aldı ve veremedi. Ona yaklaştı. Elini alnında gezdirdi. Daha sonra boynuna indi ve kaşlarını çattı. Gözlerini kapatıp elini kalbinin üzerinde sabit tuttu ve kaşları istem dışı çatıldı. Rahatsızca kıpırdanıp gözlerini açtı ancak bir terslik vardı. Gözleri yukarıya doğru dönmüştü ve sadece gözlerinin akını görebiliyordum. Kesinlikle çok korkunç görünüyordu ancak bildiği bir şeyler olduğu belliydi. Ona güvenmeyi ve beklemeyi seçtim. "Yasaklı büyülerden." dedi öfkeyle. Gözleri hâlâ aynıydı. "Gölge saldırısı." Kaşlarını çatan taraf bu defa ben olmuştum. "Her yerdeler. Etrafımızı sarmışlar. Hepimizi yok edecekler." Elini hızla Karan'ın göğsünden çekti ve elini çekmesiyle gözlerinin düzelmesi bir oldu. Deniz'e döndü. "Hastane işlerini hızlandır. Olabildiğince çok vatandaş tedavi et." Gözleri odadakilerde dolaştı. "Hemen dışarı çıkın!" dedi bastonunu yere vurarak. Kastettiği kişiler hemşirelerdi. Hepsi Rasım Dayı'nın sözünü dinleyip koşar adımlarla dışarı çıktığında odada yalnızca Selin, ben, Deniz ve Rasım Dayı kalmıştık. "Herkes olabilir." dedi daha sakin ancak bir o kadar da tedirgin edici bir sesle. "Etrafımızdaki herkes onlardan olabilir. Bizi şu an dinliyor olabilirler." Gözleri Karan'a döndü. "O bizim koruyucu kalkanımızdı. İlk ona saldırdılar ve başarılı da oldular." Tanrım, durum bu kadar ciddi miydi yani! "Halkı bir şekilde korumalıyız. Karan tehlikenin farkındaydı." Gözleri bana döndü. "Bu yüzden evlendi seninle. Güvenebileceği tek kişi sensin. Tahttaki tek güç sensin şimdi!" Tüylerimin diken diken olduğunu hissettim ve dehşet içindeki gözlerim Karan'ı buldu. Gittikçe solan teni, alnında birikmiş ufak ter damlaları ve arada çattığı kaşlarıyla beni korkutuyordu. Hamleleri beni korkutuyordu. Ne demişti? "Aynı anda hem senin gönlünü yapıp hem de düşmanlarıma göz dağı vermeye çalışıyorum. Saçma sapan tavırlarınla ne bana ne de savaşımıza yardımcı olmuyorsun." Tanrım! Saçma tavırlarıma ve düşüncelerimi o kadar kaptırmıştım ki kendimi, Karan'ı savaşımızda tek başına bırakmıştım. Şimdi Karan'ın burada yatmasının bir sebebi de bendim ve bu derin bir ızdırap duymama neden oluyordu. Acı çekiyordum. Karan ölümle burun burunayken bile, benim güvenliğimi düşünmüştü. Elimle ağzımı kapattım ve akan gözyaşlarına engel olamadım. Rasım Dayı ağladığımı görmesine rağmen konuşmaya devam etti zira zaman yoktu. "Deniz, kara büyüyü kaldırmak için ailedeki en güçlü büyücüleri topla." Deniz başıyla onay verdi. Tam odadan çıkacakken aklına bir şey takılmış gibi Rasım Dayı'ya döndü. "İyi ama ailedeki en güçlü büyücü Karan, Dayı. Onun gücüne kimse yaklaşamadı şimdiye kadar. Gücünü bastıracak bir kara büyü kullandıklarına göre, Karan'ı iyileştirecek büyücü Karan'dan da güçlü olmalı." Rasım Dayı Karan'a döndü. Elini yeniden alnında gezdirip bir şeyler fısıldadı ve gözlerini kapattı. Ne yaptığını anlamıyordum ancak Rasım Dayı'nın da bazı güçlere sahip olduğunu pek tabii görebiliyordum. Elini hızla geri çekip bana döndü. "Sen," dedi bana doğru. "Karan'ın güç kaynağısın. Yaydığın gücün fazla orantısız olduğunu söyledi Karan." Gözlerini kıstı. "Yakın zamanda kanınız Kara Kan'da karıştı." Bana doğru bir adım attı. "Onu sadece sen kurtarabilirsin!" Ne! "Nasıl?" dedim Rasım Dayı'nın elini tutarak. Kara Kan da neydi? "Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım. Yeter ki Karan kurtulsun." "Nasıl yapılacağını bilmiyorum ancak öğreneceğim. Büyü henüz tam anlamıyla bedenine yayılmamış. Yavaş hareket ediyor. Acele edersek, kurtulma şansı çok yüksek. Yalnız," Karan'ın kolundaki açık yaraya döndü. "Bu yara, basit bir yara değil. Tüm gücünü o yaradan çekiyorlarmış gibi. Kurşun içeride, öyle değil mi?" Deniz anında başını salladı. "Bilmediğimiz bir şeyler var. Karan asla bu tür bir tuzağa düşmezdi. Bilerek yaralanmış gibi." Düşünceli hâli beni korkutmaktan ileri geçmiyordu. Mantıklı düşünecek tek bir saniyem bile yoktu. Sadece bana verilen görevi yerine getirmek istiyordum. "Ne yapmalıyız Rasım Dayı! Bunlar sonra düşünülecek şeyler. Önce Karan'ı kurtaralım." Rasim Dayı hemen kendine geldi ve bana döndü. "Senin yapabileceğin bir şey yok. Gücünü boşa harcama yeter. Ne olup bittiğini öğrendikten sonra onu kurtarman için lazım olacak. Deniz, yarayı sar ancak fazla sıkı olmasın. Kan kaybını önlemek için yalnızca. Onun dışında hiçbir şey yapma. Bedenine hiçbir şey enjekte etme. Ne iyi gelir, ne kötü gelir bilmiyoruz." Deniz başıyla onaylayıp denileni yapmak için işe koyulduğunda Rasım Dayı beni sertçe kolumdan yakaladı ve odadan çıkarttı. Sert olmasının sebebinin aceleden olduğunu düşündüm. Kapılar ardımızdan kapandığında kolumu bıraktı ve bana döndü. "Meryem'i bul ve haber ver!" Duyduğum cümle, kalbimin hızlanmasına ve ağlamamın kesilmesine neden oldu. Kaskatı bir bedenle Rasım Dayı'nın gözlerine baktım. Mimiklerimi kontrol ediyormuş gibi değildi yani gram şüphesi yoktu Meryem konusunda. O da her şeyi biliyordu! Bir andan beynime doluşan tüm o gerçekler, cehennemimi harladı. Bana evlilik konusunda akıl veren adam da arkamdan bıçaklayacak bir konumdaydı. "Sen," dedim yüzüne hayal kırıklığı içinde bakarak. "Sen de biliyorsun her şeyi!" "Afra, sırası değil! Karan ölebilir. Ben Meryem'in korucularından biriydim sadece. Şimdi dediğimi yap. Meryem'i bul ve gücünü eline al. Bunu Karan için yap!" Dayı beni yavaşça itekleyip ondan birkaç adım uzaklaşmamı sağladığında öfkeyle yanıp tutuştuğumu fark ettim. "Bak bana," dedim işaret parmağımı sallayarak. Rasım Dayı bakışlarını gözlerime çıkarttı. "Karan'a da bana da ihanet etmenin bedelini hepinize ödeteceğim. Hayatımızı mahvetmenin cezasını size ölümden bile beter keseceğim! Duydun mu beni? Karan'ın bu hâline şükret sen!" Öfkeyi iliklerime kadar hissettim ancak yaptığım tek şey arkamı dönüp koridorun sonuna ilerlemek oldu. Karan'ın biricik üvey annesine dediğim gibi benim saygım, karşıdakinin saygısı bitince biterdi. Rasım Dayı bana hiç saygı duymamıştı. Ben duyduğunu sanmıştım. "Dua edin!" dedim bağırarak. Tüm koridor sesimle yankılandı. "Dua edin Karan'a bir şey olmasın!" ***** "Meryem!" dedim mezarların başında bağırarak. Onu yanıma çağırmak yerine ayağına kadar gelmiştim zira bana "Güçsüzüm. Tüm gücümü senin için tükettim." şiirini okumasına katlanacak hâlde değildim. Başımda inanılmaz bir ağrı vardı ve katil olmamak için kendimi çok zor tutuyordum. "Meryem dedim!" Etrafta hiç ses yoktu. Esen Rüzgar yerde çürümeye yüz tutmuş yaprakları savuruyordu. "Afra?" Duyduğum tanıdık sesle arkamı dönmem ve Meryem'le göze göze gelmem bir oldu. Göz altları çözmüş, saçları dağılmıştı. Yorgun olduğu her hâlinden belliydi. Üzücüydü. Zira onu bir de ben yoracaktım! "Rasım!" dedim hırsla ona doğru birkaç adım atarak. "O da biliyormuş her şeyi! Koruyucunmuş senin! Neden hâlâ benden bir şeyler gizliyorsun! Delirtmeye mi çalışıyorsunuz siz beni! Oğlun ölecek be kadın! Oğlun, ölecek! Benden bir şeyler gizlediğiniz için üstelik. Eğitimimi hızlandırmak yerine hâlâ benden bir şeyler gizliyorsun. Öğret her şeyi! Hem de hemen! Karan'ı kurtarmam lazım. Kocam o benim! Kendi gücümle onu iyileştirebilirim. Nasıl yapmam gerektiğini söyle!" Meryem, muhtemelen geçirdiğim panik atağı yorgun gözleriyle izledi ve sakin adımlarla hemen arkamda beliren masaya ilerleyip oturdu. Hızla inip kalkan göğsüme rağmen bu denli sakin olması beni daha da çıldırttı. "Meryem!" dedim elimle masaya okkalı bir şekilde vurarak. "Bana hemen ne yapmam gerektiğini söyle. Karan'ın başına gelenleri biliyordun ama onu korumadın!" Öyle sinirliydim ki zaten ölü bir kadın olmasa onu şuracıkta öldürürdüm. "Sana yemin ederim, güçlerimi elime aldığımda hepinizi geberteceğim. Hepinizi." Elimin tersiyle yanağımı sildim zira bağırırken ağladığımı yeni fark ediyordum. Öyle güçsüz bir ağlama değildi bu. Hırs dolu bir ağlamaydı. Meryem bakışlarını yavaş yavaş yüzüme çıkarttı. "Bilmiyorum." Kaşlarımı kaldırıp dediği şeyi algılamaya çalıştım. Algılarım kapanmıştı sanırım ya da yanlış duyuyordum. "Ne?" dedim sadece. Ona doğru eğildim. "Ne demek bilmiyorum?" Az öncekine oranla sakin çıkan sesime rağmen susmaya devam etti ve önüne döndü. "Meryem?" dedim önünde diz çöküp eline uzanarak. Gerginlikten çöktüğüm yerde dizimi sallıyordum. Elini alnıma yasladım, gözlerimi kapattım ve içimden dualar ettim. "Ne demek bilmiyorum?" Meryem sessiz kalmaya devam ettiğinde derin derin nefesler alarak doğruldum. Arkamı döndüm. Sakinleşmek adına yapılabilecek her şeyi yaptım. "Tamam," dedim tekrar ona dönerek. "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorsun. Tamam, normal. Bana güçlerimi kazanmam için yardım et. Ben bir çaresini bulacağım. Onu iyi etmek için her şeyi yaparım." Meryem yorgun ve üzgün bakışlarını yeniden gözlerimde sabitledi. Ağlamaya başladı. "Ben," dedi. "Günlerdir kehanet kitabını okuyorum. Tek bir kelime bile yok güçlerini kazanman konusunda. Anlamıyorum." dedi. "Kehanet kitabında yazmıyorsa, nasıl öğreneceğiz bilmiyorum." "Sen şimdi," dedim tek elimi belime koyup diğer elimi sallayarak. "Karan ölümle burun burunayken ne yapmamız gerektiğini bilmiyor musun?" Meryem söylediklerimden sonra çok daha içli ve şiddetli ağlamaya başladığında içimdeki tüm umudum tükendiğini hissettim. İçimde tükenen umut Meryem'indi. Meryem artık saf dışıydı belli ki. Ancak benim umudum vardı şimdi. "O kurt ölmek üzereyken," dedim ağlayan Meryem'e bakarak. Aniden bana döndü. "Tuhaf bir şeyler hissettim. Suçluluk duygusunun çok daha ağırı, böyle içimi üşüten bir soğukluk. Bir titreme hissi... Ne bileyim, bunlar yardımcı olmaz mı sana?" Meryem iyi bir hâlde değildi. Ne olursa olsun pes etmek yerine araştırmaya devam etmeliydi. Gözlerindeki yorgunluk gücünün azaldığını belli ediyordu. Ona doğru yaklaştım. Verecek bir cevabının olmadığı açıktı. Her zaman yaptığımı yapıp yeniden eline uzandım ve gözlerimi kapatıp vücudumda hissettiğim tüm gücü Meryem'e aktarmaya çalıştım. İstediğim gibi de oldu. Yavaş yavaş gözlerimi açtığımda, Meryem'in yaşlı ancak umut dolu gözlerini gördüm ve bu şaşırmama yol açtı. Hep yaptığımı yapmıştım. Neden şaşırmıştı bu kadar? "Bunu, nasıl yaptın?" dedi aniden. Ona güç vermemden söz ediyordu. Omuz silktim. "Karan'ın güç kaynağıyım ben. Benim için rutin hâline geldi artık." Meryem yavaşça doğruldu ve beni de omuzlarımdan tutarak ayağa kaldırdı. Dudakları yukarı doğru kıvrılmaya başladığında kaşlarımı çattım. "Sen," dedi. "Eğitimini benden almayacaksın." Yüzümü buruşturdum. "Meryem, kendine gel! Biraz bile harcayacak vaktim yok artık benim." "Anlamıyor musun?" dedi beni omuzlarımdan sarsarak. "O kurdu iyileştirirken, aklında kim vardı? Muhtemelen seni aradığını düşündüğün için Karan'ın yanına gitmek istiyordun. O gün, ışınlanırken yanında kim vardı? Kimden kaçıyordun? Güç sağlamak başka, güç aktarmak başkadır. Karan senin için bir yol gösterici. Bedenleriniz birbirinizin pusulası." Sonları doğru sesi öyle heyecanlı çıkmıştı ki, ister istemez ben de heyecanlanmış ve gülmeye başlamıştım. İşaret parmağını sus çizgisine yatay olarak yerleştirdi ve ağzını kapattı. Titreyen ellerine rağmen büyük kahkahalar atmaya başladı. Rahatlamış gibiydi. "Tamam," dedim ne yapacağımı şaşırarak. "Anladım. Şimdi ne yapmam gerek?" Meryem'in gülüşü sorumla birlikte solmaya başladığında benim heyecanım da yavaş yavaş söndü. "Ben," dedi ellerini omuzlarımdan çekerek. "İnan, hiç bilmiyorum." Ellerimi kafamın üzerinde birleştirdim ve ufak bir gülümseme eşliğinde yüzüne baktım. "Bilmiyorsun." dedim kafamı sallayarak. "Bilmiyorsun." Derin bir nefes alıp ona yaklaştım. "Ne biliyorsun Meryem sen!?" Patlamanın eşiğindeydim ve Meryem bana bir kez daha bilmiyorum derse ona öyle bir patlayacaktım ki ruhu gözlerimin önünde sadece öfkemden eriyip gidecekti. Öyle ki, o da benim ne denli öfkeli olduğumu fark etti ve yaptığı tek şey susmak oldu. Ancak onca sıkıntının arasında bile onun, oğlu ölüm döşeğinde olan bir anne olduğu gerçeği belirdi zihnimde ve bir anda pişman oldum. Bakışları öylesine masum ve çaresizdi ki, az önce yükselen sesim kısıldı ve ister istemez suçluluk duygusuyla ağlamaya başladım. Ellerim kafamdan yüzüme indi. "Tamam." dedim burnumu çekip sandalyeye oturarak. Onun da oturması için karşımdaki sandalyeyi işaret ettim. "Tamam, özür dilerim." Omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladım. Yüzüne bakamadım. "İyi değilim şu an." dedim ağlamam şiddetlenirken. Öyle ki, bir süre sonra hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmeyecek şekilde ağlıyordum. Kontrolü kaybetmiştim. Meryem'in bilmeme laneti gibi bende de elinden bir şey gelmeme laneti vardı şu an. Elim kolum bağlanıştı. Bu düşünce beni çok daha fazla ağlattı. "Ya ona bir şey olursa Meryem! Bu düşünce nefesimi kesiyor. Böyle," Birkaç defa hıçkırıp can çekişirmiş gibi ellerimi salladım. "Nefes," dedim ciğerlerimi nefesle doldurmakta zorlanırken. "Nefes alamıyorum." Meryem ne zaman kalktı o sandalyeden de yanıma geldi bilmiyordum ancak kollarını bana doladığında bunu bekliyormuşum gibi sarıldım ona. Ölü bir beden olduğunu bile bile üstelik. Omuzlarım sarsıldıkça o bana daha sıkı sarıldı. Saçlarımı okşadı. "Onu da kaybedemem. Affederim seni. Ne olur onu nasıl iyileştireceğimi söyle." Sarılışı o kadar tanıdık değildi ki. Ve ölü olmasına rağmen o kadar sıcaktı ki. Kendime ve kendimden çok Karan'a ağladım o an. "Şşş," dedi Meryem sırtımı bir kez daha sıvazlayarak. "Bir yolunu bulacağım. Önce sakin ol. Lütfen. Onu iyi edebilecek tek kişi senken, sen de böyle yaparsan onun hiç umudu kalmaz güzel kızım. Sakin ol. Onu iyi edeceğiz. Bir şey olmayacak çünkü sen varsın. Senin varlığın umut. Bir şey yapmasan bile güç sağlamak için varsın, yanındasın. Böyle düşün." Geri çekildi ve karşıma geçip oturdu. Hıçkırıklarım dinmişti ve daha sakindi şimdi zihnim. Elimle gözyaşlarımı sildim. "Benim sana bir şey söylemem gerek." dedim iç çekerek. Meryem beni dinlemeye başladı. Nereden gelmişti aklıma bilmiyordum ancak, Karan olayı patlamadan yaşadıklarım üşüştü zihnime. "Zaman bozulması ne demek biliyor musun?" Meryem'in aniden kaşları çatıldığında soru sormasına izin vermeden acele ettim ve anlatmaya başladım. "Bu sabah, başka bir evrene," Kaşlarımı çattım. "Belki de başka bir zamana, başka bir gerçekliğe gittim. Orada dört kız çocuğu ve bir kadın vardı. Bana verdiğin o günlüğün sahibiydi onlar. Gördüm o kızı. Kadın, zaman bozulmasından bahsetti. Daha sonra göreceğimizi, sonraki görüşmeye seni de getirmem gerektiğini falan söyledi." Dinlenmek için sustuğumda, ağlamaktan nefes nefese kalmıştım, Meryem soru soracak gibi oldu ancak onu yine kestim. "Bana verdiğin günlüğün başını okudum Meryem. O kadının bir şifacı olduğunu ve her derde derman olduğu yazıyordu. Senin bir çözümün yoksa eminim," Derin bir nefes aldım ve gözlerine odaklandım. "Eminim o ne yapılması gerektiğini biliyordur." Meryem küçük dilini yutmuş gibi baktı. "İyi ama," dedi nefes vererek. "Zaman bozulması için henüz çok erken." Kaşlarımı çattım. "Kıyamet alametlerinin neredeyse sonuncusu bu olay." "Bilmiyorum." dedim anında kafamı sallayarak. "Boş ver şimdi kehaneti. Söylediğim şey bir çözüm olabilir mi? O kadın Karan'a iyi gelebilir mi?" Meryem gözlerimin içine baktı. "O kadın Karan'a iyi gelemez. Karan'a iyi gelecek olan sensin. Durum böyleyken, o kadın sadece sana yol gösterici olabilir." Gülümsedim. Dolu gözümden yanağıma sıcak bir damla süzüldü ancak ben buna rağmen gülümsemeye devam ettim. "O günlüklerin dilini nasıl anladın?" dedi Meryem. "İnanılmaz." O da benim gibi gülümsedi. Öyle umut dolu bakıyordu ki, içten içe ben de umutlanıyorum. "Tamam," dedim. "O kadınla nasıl yeniden buluşacağım?" Meryem kaşlarını çattığında onu elimle durdurdum. Söyleyeceği şeyi anlamıştım ancak şu an asla tahammülüm yoktu. "Sakın o kelimeyi tekrar kullanma ve bir an önce araştırmaya başla." Ayağa kalktım. "Ben, duramıyorum. Karan'ın yanına gideceğim. Bulduğun en ufak şeyde beni çağır." Yanına yaklaşıp elini yakaladım ve tutuğum eline bir kez daha gözlerimi kapatıp aktarabildiğim kadar güç aktardım. Daha fazla beklemedim ve ona son bir bakış atıp geldiğim yoldan geri dönmek için hazırlandım. ******
Saraya vardığımda hava çoktan kararmıştı. Özgür'e verdiğim görevi layığıyla yerine getirdiğini görebiliyordum zira kimseye haber vermeden apar topar çaldığım arabayla dışarıya çıkmışken şimdi geri döndüğümü tam beş kere çevrilerek haber vermiş olmuştum. Güvenlik belli ki fazlasıyla arttırılmıştı. Bu iyiydi. Saraya geldiğimde ve yatak odamızın olduğu kata çıktığımda Selin koridorun karşısından beni gördü ve koşarak yanıma gelip bana sarıldı. Selin dışında iki kişi daha vardı koridorda. Nurdan ve kocası... Karan'ın, bilincini yitirmeden hemen önce söyledikleri geldi aklıma. Nurdan'ın kaçırıldığından söz etmişti. Oysa Nurdan, tam olarak karışmdaydı. Yanına gitmek için hareketledim ancak Selin engel oldu. "Yenge!" dedi ağlamaklı bir sesle. "Herkes birden ortadan kayboldu. Sen gittin. Özgün, Özgür, İlke abla gitti. Deniz abi içeriden çıkmıyor ve hiçbir şey söylemiyor. Rasım Dayı da öyle. Çıldıracağım artık." Ağlamaktan gözü şişmişti ve hâlâ ağlıyordu. Ona sarıldım ve tıpkı Meryem'in bana yaptığı gibi sırtını sıvazladım. Gözlerim Nurdan'a kaydığında beni izlediğini fark ettim. İnceliyordu. Ne görmek istiyordu bilmiyordum. Bir şeyler dönüyordu. "Sakin ol Selin." dedim geri çekilerek. Nurdan Karan'ın sandığının aksine kaçırılmamıştı. Nurdan kaçırılmamıştı... "Her şey kontrolüm altında. O iyileşecek. Güven bana." Selin'in ağlaması şiddetlendiğinde onu sakinleştirene kadar sırtını sıvazladım. Bu hareketin ağlarken yapılmasının iyi geldiğini henüz az önce öğrenmiştim. Ona sarıldığım süre boyunca, koridorun karşısında bizi izleyen anne ve babasına ters bakışlar atmayı ihmal etmedim. Biliyorlardı. Karan'ın başına ne geldiğini ve kimin yaptığını biliyorlardı. Sabahki Meryem'i görmeye henüz gitmemiş Afra olsam, şimdi Nurdan'ı saçından yakalamış, konuşturmak için her türlü işkenceyi yapmıştım. Ancak savaşın soğuk savaş olduğunu ve ancak iyi hamlelerle oynandığını yeni yeni fark ediyordum. Karan bu yüzden düşkündü kedi fare oyununa. Çünkü hayatı boyunca fare olmak için uğraşmıştı. "Sen odana gidip dinlen. Anne babanı da yanına al. Perişan olmuşlar onlar da." dedim muhtemelen gözünden bir damla bile yaş akmadığına emin olduğum kadına ve yanındakine bakarak. Onları ayağımın altından al mesajımı alan Selin anne ve babasının yanına gidip durumu onlara anlattı ve muhtemelen ikna etmeyi başardı zira hepsi teker teker yanımdan geçip gittiler. O kadın suçluydu. Bunu pek tabii hissediyor dahası biliyordum. Onlar koridordan çıktığı anda, adımlarım ona yöneldi. Ona... Sevdiğim adama. Uğruna tüm evrenleri yerle bir edebileceğim adama. Kapıyı araladığım an, Rasım ve Deniz ayaklandı. Deniz'in bakışları yorgundu. Bunu görebiliyordum. Rasım Dayı ise bir o kadar umutlu bakıyordu. Benden umutlu olduğunu biliyordum çünkü biliyordu. Benim kim olduğumu biliyordu. "Ona," dedi Rasım Dayı Deniz'i işaret ederek. "Ona kim olduğunu anlattım." Söylediğine anlam veremedim. "Ne?" dedim şok içerisinde. "Ne yaptın?" Meryem'e söz vermiştim. Deniz'in bilmesi demek, Karan'ın da bilmesi demekti. "Deniz," dedi Rasım. "O şu an bize yardımcı olabilecek en önemli kişilerden. Her şeyi bilmeli. Ayrıca Karan'a anlatmayacağına ve sana yardım edeceğine söz verdi." Bakışlarım Deniz'e döndü ancak onda fazla oyalanmadım. Yumuşamış bakışlarına tahammülüm yoktu. Yanıma gelip bana acıdığını söylemesine, iyi davranmasına tahammülüm yoktu. Şu an herhangi bir şekilde bana yumuşak davranacak kimseye tahammülüm yoktu. Sadece Karan'ın yanına uzanmak, ona olanları anlatmak ve iyileşmesi için yalvarmak istiyordum. "Dayı," dedim. "Her şeyi kontrol altında tuttuğunu mu sanıyorsun şu an?" İçimde büyüyen, beni yok eden bir karanlık vardı şimdi. Dayı o karanlığı her zerreme bulaştırmak istermiş gibi davranıyordu. "Birinin sana yardımcı olması gerekiyordu." Tanrım, hiç yardımcı olmuyordu. Hem de hiç. "Ben bunca zaman, neden sakladım sence Karan'dan?" dedim sakin bir ses tonuyla. Yavaş adımlarla acı içerisinde kıvranan Karan'ın yatağına vardım ve yanına oturup önüne düşen kıvırcıklarını geriye attım. Omuzlarım öylesine yüktü ki bana kambur oturmam alışılmışın dışında bir durum değildi. Derin derin nefesler doldurmak istedim içime ama başaramadım. İçim bunalıyordu sanki. Karan'ın saçlarındaki elim, alnına yerleşti. Ateşi vardı. Teni alev alevdi. Öyle ki titreyen bedenine zıt bir biçimde terlemişti. Teninden süzülen ter damlalarını silmek için etrafa bakındım. Yatağın yanındaki komodinin üzerinde bulunan, muhtemelen Karan'ın ateşini düşürmek için hazırlanmış buzlu su ve havluyu, Karan'ın teninde gezdirmeye başladım. Bu ateşini almamıştı belli ki uzun süredir. Deniz'in umutsuz bakışlarının sebebi bu olabilirdi. Odadaki sessizliği, Deniz'e yönelttiğim soru yok etti. "Eğer biz çözüm yolu bulamazsam," dedim gözlerimi gözlerinden ayırmadan. "Onu yine de hayatta tutabilir misin?" Cevabını biliyordum. "O ne söyledi?" Rasım birden bu soruyu sorduğunda işaret parmağını sus çizgime denk getirdim. Susmalıydı. İkisi de ne olduğunu anlamamıştı. Ama ben anlıyordum. "Karan uyanacak mı?" dedim Deniz'e yeniden. "Hiçbir şey yapamaz mısın?" Deniz kaşlarını çatıp anlamaya çalıştı ancak başarılı olamadı. "Hayır," dedi en sonunda. "Eğer onu kurtarmak için bedenine işleyen zehrin büyüsünü yok edecek bir güç bulamazsak, o ölür." "O güçlü," dedim sadece. "Hissediyorum. O gücünü kullanmayı çok iyi biliyor. İyileşmesi zaman almaz. O büyüyü yok edeceğim. Bir yolunu bulacağım. Neyse ki ona güç sağlarken aynı zamanda doğadan aldığım gücü de kullanabiliyorum." Rasım Dayı kaşlarını çatıp yüzüme baktığında devam ettim. "Kimse halkıma ve topraklarıma zarar veremez. Gücü yönetmeyi öğreneceğim. Madem gücü kullanabildiğimi söyledin Deniz'e, bana o yardımcı olacak. Karan ona her şeyi anlatırdı. Gücü kontrol etmemi sadece Deniz sağlayabilirdi zaten. Yalnız bu aramızda kalmalı. Siz dışında kimse bilmiyor. Karan'dan bile sakladım." Kafamı yavaşça kapıya doğru çevirdim ve gözlerimi kıstım. "Karan kadar olmasa da bize zarar vermek isteyecek herkesi yerle bir edecek kadar güçlüyüm şimdi. Varlığım üzerine yemin ederim ki koridorlarımızda dolaşan ve Karan'a bunu yapan haini bulacağım ve onu herkesin önünde paramparça edeceğim. Çıplak tenini tek bir külü bile kalmayana kadar yakacağım. Çığlıkları dört bölgenin her bir köşesinden duyulacak. Yemin ederim ki yapacağım bunu." Ve uzaklaştı adımlar. Yavaş yavaş geldiler, duydular, koşarak çıktılar. Ancak biliyordum. Bunu yapan kimdi bilmiyordum ancak bu sarayda bir yerlerde, bizi duyan yabancı bir ırkın varlığını seziyordum. Bir Gölge'nin varlığını... Söylediklerime anlam veremeyen Deniz'in yanındaki Rasım Dayı amacımı az çok anlamıştı ve derin bir nefes alıp kaşlarını hayret edermiş gibi kaldırmıştı. Benden bu tür hamleler beklemiyor olmalıydı ama biliyordu. Ben bunun için eğitilmiştim. Ben Gölge kovalamayı iyi bilirdim çünkü yıllarca karanlıkla köşe kapmaca oynamıştım. "Sana bir davetiye var." dedi oyunu devam ettirmeyi amaçlayan bir ses tonuyla Rasım Dayı. Bakışlarımı ondan çekip Karan'a döndüm. Alnına bıraktığım havluyu yeniden ıslatıp sıktım ve bedeninde gezdirirken sordum. "Ne davetiyesi?" Aldığım cevap, yarınıma az önce oynadığım oyundan bin kat daha fazla entrika gerektirecekti. Hazırdım. Karan'ın vekili, karısı, kraliçesi ve her şeyden önce evrenlerin anahtarı olmaya hazırdım. Az önce ettiğim yemine bir yenisini ekledim içimden. Yemin ederim, dedim. Yemin ederim Karan'a bunu yapanı bulacağım ve ona hayatı zindan edeceğim. Çünkü o benim muhafızımdı ve kimse Afra Suskun Başer'in muhafızına zarar veremezdi. "Meclise kabul aldın. Karan'ın yokluğunda bölge yönetimi senindir." |
0% |