Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35- GECEYİ ÇAĞIRMAK

@elfhikayelerii

Karan Başer'i savunmasız bir halde acı içerisinde kıvranırken görmek, hayatım boyunca çektiğim ve içimde bir yerlere gömüp unutmayı beklediğim tüm acıyı gün yüzüne çıkartmış, söndürülmesi zor bir ateşin her yere, beni harekete geçirecek öfke dolu benliğime kadar her yere sıçramasına yol açmıştı. Yangın her şeyi küle çevirmekten geri kalmıyordu. Onu iyileştirmek için imkan dahilinde ya da imkansız olan her yolu denemeye kararlıydım. Karan'ı bu hâle kim getirdiyse de kızıllarından mahrum ettiyse beni, her ne olursa olsun onu bulacak, cezasını kendim kesecektim.

Geceyi yaşatacaktım ona.

Geceyi onun için çağıracaktım.

İçimdeki yangında kül olması için uğraşacak ve karşısına geçip diri diri yanmasını kendimden hiç beklemediğim kadar zevk içerisinde izleyecektim.

Siyah topuklu ayakkabılarımın sesinin, kalbimin en ücra köşelerinde yankılanmasını dinledim ve beni ruhen öldüren annemi anımsadım. Onun devamlı giydiği kırmızı topukluları şimdi ben giyiyordum ve çıkarttığı sesten tetiklenmek yerine güçlü olduğumu hissediyordum. Aynı onun gibiydim. Üzerimdeki siyah, kısa, saten elbise topuklu ayakkabılarımla uyum içerisindeydi. Üzerine giydiğim ceket ise tüm bu şıklığımı ciddi bir duruşla tamamlıyordu.

Onun gibiydim. Güçlüydüm. Herhangi bir duygudan yoksun duran yüzüm, etrafa boş bakışlar atmama neden oluyordu ve adım kadar emindim ki bu ifade çevredekilerin bana saygı duymalarını sağlıyordu.

Zira korku, zorunlu da olsa saygıyı beraberinde getirirdi.

Ve saygı bir anlamda güç demekti.

Kim olduğumu bilmeseler bile.

Meclise gidiyordum. Bir üye olarak. Kuzey bölgesinin yöneticisi olarak...

Rasım Dayı'dan bu üzerime birden vazife olan haberi aldığımda demek istediğini tam olarak anlamamıştım. Bana açıklamak ve bir de üzerine sanki becerebilecekmiş gibi güven vermek zorunda kalmıştı. Ona da öfkeliydim ancak son zamanlarda yaşadıklarım, öfkemi ertelememe neden oluyordu çünkü kabul etmek istemesem de şu an yardıma çok muhtaçtım.

Çıkar ilişkisiydi yani.

Rasım Dayı bana durumu açıklamayı başarabilmişti. Üstüne bana akıl da vermişti ancak benim Karan yerine geçici olarak yönetimi ele geçirmem Nurdan'ın pek hoşuna giden bir olay değildi. Kendisi, yönetimin çok ciddi bir iş olduğunu ve bir kadının, hele ki başka evrenden yeni gelen bir kadının yönetimi ele geçirmesine kesinlikle karşıydı.

Kadın yöneticilere karşı olma düşüncesine karşıydım hatta ilk duyduğumda karşısına dikilip ona ağzının payını verdim ancak başka evrenden gelip de yönetici olma konusundaki öfkesine katılıyordum. Zira her ne kadar büyük bir özgüvenle yüksek topuklularımın üzerinde meclis kapısına doğru ilerliyor gibi görünsem de kendime güvenim sıfır falandı. Yanlış bir hamle yapmaktan korkuyordum. Sırf bu yüzden son dört günde yaklaşık sekiz saat uyumuştum ve inanılmaz uykum vardı. Ancak damalarımda gezinen adrenalin yüzünden gözümü bile kırpamıyordum. Uyanık kaldığım süre boyunca hem bölge ve sıkıntılarını ezberlemiş ve yapılması gereken hamleleri düşünmüş hem de gizli gizli güçlerime odaklanmıştım. Gelişmeliydim. Kaybedecek tek bir dakika bile yoktu artık.

Rasım Dayı ve Deniz az önce yanımdan ayrılmış, beni Karan'ın katındaki yeni odamda beklediklerini söylemişlerdi. Daha doğrusu Rasım Dayı bizi bekleyecekti zira Deniz, meclis üyesiydi. Sadece, Dayı’nın yanından olabildiğince geç ayrılmak ister gibi bir hali vardı çünkü biliyordu ki o, şu an bizim için oldukça önemliydi ve başına gelebilecek, getirebilecekleri herhangi bir talihsizlik bizim için pek iyi olmazdı. Ayrıca Karan'ın ofisinden benim için bir şey alması gerekiyordu.

Bu noktaya gelene kadar nasıl bir politika izleyeceğim en ufak ayrıntısına kadar yalnızca üçümüz arasında düşünülmüş, son hamleyi yapmayı bana bırakmışlardı.

Meclis'in kapıları, kapıda dikilen dört ana muhafızın benim asil üye olduğumu fark etmeleriyle aralandı. Dört ana muhafızdan biri bizim muhafızımızdı. Burada her şey neredeyse dört taneydi zira dört bölgeden her konuda en az bir temsilci isteniyordu.

Sözde adalet...

Adımlarım hiç kesilmedi ve hızım azalmadı. Aksine hiçbir şey olmamış, Karan'ın sağlığı çok yerindeymiş gibi kapıdan geçtim ve çığlık çığlığa olan kalbimi görmezden gelerek etrafıma bakındım.

Herkes bana bakıyordu. Herkes yerli yerindeydi ve beni bekliyorlardı.

Önemli olan benim burada olmamdı çünkü. Hedef bendim ve bugün, burada beni ve benimle birlikte Karan Başer'i yerle bir etmek için toplanmışlardı.

Ancak başaramayacaklardı.

Omzumda olan ceketi omuzlarımdan atıp saçlarımı sağımda topladım ve ceketimi alan adama başımla selam verip yönetici koltuğuna oturdum. İlke, hemen yanımdaydı. Diğer yanımda ise Deniz vardı. Onunla da selamlaşıp yerimde rahat bir pozisyon bulmaya çalıştım. Şu an kafamın üstüne oturuyormuş gibi hissetsem de bir şekilde hâl ve hareketlerimle bunu gizlemeliydim.

Ana meclis salonu, bir amfi gibi dizayn edilmişti. Ancak dairesel tasarlanmıştı ve salonda nerede bulunursanız bulunun, karşınızda mutlaka biri oluyordu. Koca salonun tam ortasında meclis yöneticisi duruyordu ki o tarafsızdı. Eski Kuzey Bölgesi vatandaşıydı ancak şu an yaptığı meslekten dolayı tarafsız bölgede ikamet ediyordu.

"Herkes burada olduğuna göre," dedi koca meclisin en oturasında duran ve fazlasıyla tuhaf giyinmiş olan adam. Siyah bir pelerin, siyah uzun saçlar, siyah ayakkabılar... Tam anlamıyla her şeyi siyahtı. Bir avukat cübbesine benzeyen siyah kumaş parçasını fırsat buldukça savurmaktan geri kalmıyordu ve görebildiğim kadarıyla bundan oldukça keyif alıyordu. Önündeki kürsüden ona doğru uzanan mikrofona eğiliyor, sesinin herkes tarafından duyulduğundan emin olmak istermiş gibi yüzümüze bakıyordu.

"Gündemimizi bildiriyorum." Kimseden çıt çıkmadığı için merakla bekledim. İlk defa meclise katılıyordum. İlke meclise kabulümle ilgili konuşulduğunu söylediğinde kafamda canlanan ilk meclis günü hayalimden biraz farklıydı zira yanımda elimi tutup bana destek olacak, her şeyi teker teker açıklayacak Karan'ın yerine kendisini toparlaması biraz uzun süren İlke vardı. Her şeyi Rasım Dayı ve Deniz'le hallederken İlke'ye olabildiğince izin vermiş ve ancak planımız tam anlamıyla belli olunca ona açıklama gereği duymuştum. Şu an yalnız olmam pek hoş olmazdı. İlke de bunun farkında olarak mecliste yanımdaki koltukta yerini almıştı. Ona izin verdiğim süre boyunca yine de durmamış gerek Deniz'e, gerek de Rasım dayıya ufak işlerde yardımcı olmuştu. Şimdi biraz daha toparlanmış görünüyordu ve harekete geçmesini istesem şüphesiz harekete geçerdi.

Sıralama basitti. Önce gündem başlıkları duyurulacaktı. Daha sonra meclisin geçici yöneticisi, zira bu aslında meclis başkanının göreviydi, bu başlıkları sırayla sunacak ve ilgili makamlar dinlenecekti. Sözcüler, bizim onlarla yaptığımız konuşmaları uygun bir dille sunacak ve kabul görülmeyen tüm teklifler reddedilecekti. Genellikle kesin kararları almak tek mecliste gerçekleşmiyordu bu yüzden Karan iyileşene kadar onları birkaç meclis daha oyalamalıydım. "Meclis başkanı seçim kararı, Karan Başer'in rahatsızlığı ve geçici yönetim devri, Batı bölgesinden Doğu bölgesine sınır ihlali ve cezası, Batı Bölgesi Halk refahı arttırmak için alınan kararlar..." Meclis yöneticisi, daha bunun gibi pek çok şey saydı ancak ben beni ilgilendiren kısmı duyduktan sonra bir süre sessiz kaldım ve düşüncelerimi dinleme gereksinimi hissettim.

Karan Başer'in rahatsızlığı ve geçici yönetim devri...

Herkes her şeyi biliyordu. Ancak ben, Karan'ın rahatsızlığının bu denli ciddi olmadığını savunacaktım ve yalnızca suçlular, ona zehri veren suçlular Karan'ın ölüm döşeğinde olduğunu bilecekti.

Bilmek, daha doğrusu bildiğini sanmak onları ele verecekti.

Üzerimdeki elbiseyi düzeltirken çaktırmadan İlke'yi dürttüm. Anında bana döndü ve rahatça fısıldayabilmem için hafifçe eğildi. "Konuştuklarımızı hatırlıyor musun?" İlke birkaç saniye sessiz aldı. Saatlerce süren meclis konuşmamızı birkaç saniyede gözden geçirmiş olmalıydı. Geri çekildi ve başıyla onaylamakla yetindi. Stresli olduğumu görebiliyordu. Dahası, ben de onun tam karşımızda oturan ve dakikalardır bizi izleyen Pamir yüzünden gergin olduğunu görebiliyordum. Kimsenin görmeyeceği şekilde alttan eline uzandım ve destek verirmiş gibi iki kez sıktım. Mesajımı aldı. Desteğimi hissetti. Öyle ki, o da benim elimi iki kez sıkarak bana destek oldu. Derin bir nefes verdim.

Başlıyorduk...

Onca konu arasında ilk konuşulmaya başlayan konu tabii ki Karan'dı. Akılları sıra bizi düşürecek ve bundan sonraki konularda üstünlük kuracaklardı. Tüm bu ihtimaller Rasım Dayı, Deniz ve benim aramızda konuşulmuştu bile. Deniz ile göz göze geldiğimizde birbirimize "Tahmin etmiştik." bakışı atmaktan geri durmadık. Şu an her iki yanımda da bana destek olan arkadaşlarımın olması o kadar güvende hissettiriyordu ki iç çekmeden duramadım. Rasım Dayı Deniz’e gerçekleri anlattıktan sonra Deniz’le hiç konuşmadık. Ne o konuyu açtı ne de ben. Sadece önceden tanışan ve çok iyi anlaşıp birbirini kollayan arkadaşlarmış gibi takılıyorduk. Bu benim için sorun değildi hatta böyle bir zamanda ilaç gibi gelmişti.

Yalnız hissetmemek… İlginçti.

"Karan Başer, dün bildirildiği üzere ufak bir rahatsızlık geçirmiş ve yönetimi kısa süreliğine karısı Afra Suskun Başer'e bırakmıştır." Yönetici bize döndü. "Doğru mu? Ekleyeceğiniz herhangi bir detay için sözcünüz konuşmayı devralabilir."

Sözcümüz yavaşça doğruldu ve başıyla selam verdikten sonra kendisine öğrettiğimiz gibi konuşmaya başladı. "Karan Başer, belirttiğiniz gibi ufak bir rahatsızlık geçirdi ve yönetimi karısı Afra Suskun Başer tek başına üstlendi. Devretmek sözcüğünün duruma uygun olduğunu düşünmüyoruz. Bir önceki mecliste Karan Başer, zaten size karısının da en az onun kadar hürmet görmesini ve yönetime dahil olarak meclis üyesi olmasını istediğini belirtmişti. Hal böyleyken tıpkı Batı yöneticisi sayın Alessi Abel gibi kocası olmadan meclise katılabilir. Aynı durum geçerli. Ayrıca yanlış hatırlamıyorsam Chester Abel da Karan Başer gibi hasta ve son birkaç meclise katılamamıştı."

Bir, söze Afra Suskun Başer'in asla küçümsenmemesini sağlayacak şekilde gir.

İki, Karan Başer'in yokluğunun normal karşılanmasını sağla.

Sözcümüze verdiğimiz ilk talimat buydu. Sözcü konuşmasını bitirdiğinde üyeleri inceledim. Koltuğunda tek başına oturmuş, siyah kıyafetiyle ürkütücü bir duruş sergileyen, bacak bacak üstüne atmış ve koyu göz makyaj tercih ederek sertliğine sertlik katmış Alessi Abel, sözcümüzün birden onu hedef göstermiş olmasını memnuniyet duyduğunu belli eden tehlikeli bir gülümsemeyle karşılamış ve gözlerini gözlerime kenetlemişti. Ona, en az onun kadar korkutucu bir tebessüm yolladım ve arkama yaslanarak bacak bacak üzerine attım.

Duruş, her şeydi.

Alessi Abel ve bölgesinin sözcüsü söz istediğinde meclis başkanı kabul etti. Meclis’in ana dili, evrende en çok konuşulan dil olan Türkçe’ydi. Bu nedenle bir de çevirmenle uğraşmak durumunda değildik zira burada herkes Türkçe’yi biliyordu. Benim evrenimdeki İngilizce gibi evrensel dil olarak kabul görmüştü. Dil konusunda son birkaç günde fazlasıyla araştırma yapmıştım. Bunu daha sonra yeniden detaylıca düşünecektim. "Öncelikle Karan Başer'e geçmiş olsun dileklerimizi iletiyor, tüm samimiyetimizle bir an önce iyileşmesi için dua ediyoruz. Sayın Chester Abel'ın diğer bölgelerin doktorlarından alınmış doktor raporu rahatsızlandığı ilk gün kanıt olarak ellerinizdeydi zira sayın Alessi Abel'ın herhangi bir hainlik girişiminde bulunmadığını kanıtlamak durumundaydık. Sizin sayın Afra Suskun'u bu konuda destekleyecek bir belgeniz mevcut mu acaba?" Sözcü yerine oturduğunda Alessi Abel ile yeniden göz göze geldik. Bana, az önce tüm meclis üyelerine ikram edilen şarabını 'şerefe' dermiş gibi kaldırdı ve bardağını dolgun dudaklarıyla buluşturdu. Ortama derin bir sessizlik hakimdi. Deniz ve Dayı'yla bu tür bir hamle bekliyorduk ve savunmayı sözcüye bırakma kararı almıştık. Ancak ben, bu sabah Karan'ın hemen parmak ucunda uyandığımda bir şeyler hissettim. Eli ellerimdeydi. Yerde oturuyordum ve başımı yattığı yatağa yaslamıştım. Tüm gece temas ettiğimizden midir bilinmez çok enerjik uyanmıştım. Sanki şarj olmuş gibi. Ancak ona güç sağlama görevi benimdi. Tam tersi olmalıydı. Ben tam böyle düşünürken, Karan'ın temas ettiğim elinden bir şok dalgası yayıldı bedenime ve tuhaf görüntüler gördüm. Karan'ın gözünden. Tıpkı Rasım Dayı'nın Karan'ın zihnini okuduğu gibi ben de onun zihnini okudum ancak çok daha farklı bir biçimde.

Karan bana bir mesaj vermişti. Tahminimce bilinci arada yerine geliyordu ve bizi duyuyordu. Ancak uyanamıyordu. Komada olan bir insan gibi. Beyninden beynime büyü yoluyla aktardığı görüntüde odasındaydı. Günlük işlerini yaparken eli birden çekmecesin gidiyordu. Şifresini girdikten sonra, ki şifresi 1902'ydi, bir flash alıyordu. Bilgisayara takıyor ve yirmi üçüncü video kaydını izlemeye başlıyordu.

Karan'la ellerimizi ayırdıktan sonra saatlerce hıçkıra hıçkıra ağladım. Öyle ki şişmiş gözlerimi gizlemek hiç kolay olmadı. Onu öyle çok seviyordum ve onun da beni sevdiğini öyle çok hissediyordum ki, ağlarken onu yatakta öyle yatarken görmek beni daha da mahvetti. Kendimi durdurmam da zor oldu haliyle.

Deniz'e döndüm. Bakışlarımdan ne istediğimi anladı ve yavaşça ayaklanıp sözcümüzün kulağına fısıldadı. Ardından görevlilerle birlikte videoyu açmak için yanımızdan ayrıldı.

"Bir video kaydı var. Bu sizin için oldukça yeterli bir delil olacaktır." Meclis başkanı, video kaydını büyük ekrana yansıtılmasını istediğinde benim bölgemin yöneticileri de dahil olmak üzere herkes çok gergindi. Karan Başer'den olduğu belli olan bir video kaydı vardı ortada ve videonun içinde her şey olabilirdi. Karan'ın gücünü seviyordum. Karan'ın gücünü iyi kullanmasını ve bir yerde o güçle herkesi korkutmayı başarabilmesini, ölüm döşeğinde olsa bile, seviyordum.

Aslında ben direkt Karan Başer'in kendisini seviyordum.

Video ekrana yansıtıldığında, güzel sevgilimin yüzünü tekrar gördüm ve acıyla inlememek için kendimi çok zor tuttum. İşini halleden Deniz çoktan yanımda yerini almıştı ve flashı sağ salim bana teslim etmişti zira içi belli ki boş değildi. Yanıma oturur oturmaz elime uzanan Deniz'e şaşırmak yerine elini sıkıca tuttum ve ondan güç almaya çalıştım. İlke'nin bu durumdan haberi olmadığından şaşkınlıkla ekrana bakıyordu. Meclisteki diğer insanlar gibi. Belki biraz daha üzgün...

"Ben, Karan Başer. Kuzey bölgesi, yöneticisi ve en yetkili kişiyim. Henüz yeni evlendim. Karım, Afra Suskun Başer'in meclise kabulüyle ilgili talebimden sonra onun da yönetimde en az benim kadar yetki sahibi olmasını istediğimi açıkça belli etmişimdir herhalde. Bu video bir garantidir. İleride bana bir şey olursa, sevgili eşim Afra Suskun Başer, yönetimin tek sahibidir. Emrimdeki tüm adamlar kraliçelerine itaat etmeli, her türlü emri yerine getirilmelidir." Videoyu bitirmek için kameraya uzanıyordu ancak aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çatıyor ve geri çekiliyordu.

Birden sırıtmaya başlıyordu ardından.

"Bu videonun herhangi bir baskıyla çekilmediğini de bilmenizi isterim." Gülüşü büyüdü. "Yok artık!" Kaşlarını kaldırıp indirdi ve video sona erdi.

Bu dolu gözlerime rağmen beni gülümsetti. Öyle ki ağzımdan kaçan ufak kahkahayı tutamadım ve elim hemen ağzıma gitti. Benim sevgili kocam, onca şeye rağmen hala güldürebiliyordu beni. Ona hayatımın sonuna kadar minnettar kalacaktım sırf bu yüzden. Diğer bölge yöneticilerinin beni Karan'ı tehdit etmekle suçlayabileceğini düşünmüş ve bir nevi dalga geçmişti.

Video biter bitmez, mecliste duyulan uğultuya meclis başkanı son vererek konuşmaya başladı.

"Videoyu izledik. Afra Suskun Başer'in yönetimine karşı olan lütfen şimdi itirazda bulunsun." Meclis başkanı birinin itiraz etmesini bekledi ancak kimseden çıt çıkmadı.

Sonsuza kadar seslerini kesip oturmayı tercih ettiler yani.

Alessi Abel ile yeniden göz göze geldiğimizde sırıtma sırası bendeydi. Önümdeki kadehi aldım ve zaferimin şerefine kaldırarak sırıttım. Yüzündeki sırıtışın solmasını izlemek, şimdiye kadar aldığım en büyük zevki hediye etti bana. Öyle iyi hissediyordum ki onları alaşağı edince, yaratılışımı sorgulamayı bırakma noktasına geliyordum.

Ben gerçekten iyi olmak ve tüm kötüleri mahvetmek için yaratılmıştım.

Derin bir nefes vererek şarabımı yudumladım ve kadehimi yerine yeniden koyarak arkama yaslandım. Tek tek meclis üyeleri inceledim. Hepsinin aynı anda suçlu olup olmadığı ihtimalini düşünmeden edemiyordum. Gölgelerin tarafında olan bir büyücü... Belki daha fazlalardı. Belki de herkesti. Herkes... Deniz ve İlke bile. Kendimi bir an herkesten soyutladım ve bu iğrenç hissin yakıcılığıyla yüzleştim.

Herkes suçlu olabilirdi. Herkes Karan'ı inciterek canımı yakmış olabilirdi. Herkes...

Gölgelere geçiş sağlayan bir büyücü olduğunu söylemişti Dayı. Bir ya da birden fazla. Belki hepsi. Zira büyücülerin kendi bölgelerinden, gölgelerin evren değiştirdiklerini hissetmemeleri ve karşı koymamaları olanaksızdı. Tabii görmezden gelmedikleri sürece.

Ve görmezden gelen her kimse Karan'ı yaralayan da oydu.

Düşüncelerim gözlerimin daha fazla açılmasını sağladı. Avını izleyen, kana susamış bir avcı gibiydim. Herkesi teker teker hissettirmemeye çalışarak inceliyor ve kendime bir suçlu yakalamaya çalışıyordum ancak başarısız oluyordum.

Yöneticiler sözcümüz tarafından ağzının payını aldıktan sonra diğer konulara geçtik. Her konudan sonra bir dakikalık toplantılarla sözcümüze düşüncelerimizi ve duruşumuzu bildiriyor, bizi en iyi şekilde temsil etmesini izliyorduk. Meclis boyunca yöneticilerden çıt çıkmadı. Bir ara, Doğu yönetiminin Deniz'in fısıldadığı kadarıyla tıpkı Deniz gibi sağlıktan sorumlu yöneticisi özrüyle birlikte geç kaldığını bildirerek toplantıya tam ortasında katıldı ve yerini aldı.

Sanırım bu şüpheli bir durum değildi.

Mecliste en çok Batı ve Doğu yöneticileri hakkında konuşuldu. Bölgelerindeki hareketlilik ister istemez dikkatimi çekmişti. Zira ancak Karan'ın başına gelenlerden sonra yaşanacak kargaşanın bilincinde olan bir yönetici savaş hazırlığı yapar gibi bir kaos ortamına sahip olurdu.

Ve Doğu ile Batı tam olarak bu tür bir kaosun baş rolüydü.

Daha da dikkatimi çeken şey ise Güney'in yani Pamir'in bölgesinin asla dikkat çekici bir gündeme sahip olmamasıydı. Sanki bölgesinde her şey yolunda gidiyordu.

"Güney'in gündemsizliği normal mi?" diye fısıldadım Deniz'e. Benim gibi onun da ilgisini çekmişti bu durum. Pamir'e bakışlarındaki şüpheden pek tabii anlayabiliyordum bunu. "Pek değil." dedi sakince. İncelemeye devam etti. Onun özellikle Pamir'in incelemesinin tek sebebi şüphe eğildi. Pamir, rahatsız olduğunu bile bile asla ona bakmayan İlke'ye dikmişti gözlerini ve Deniz e bu durumdan en az İlke kadar rahatsızdı. Öyle olmasa benim tarafımda olmayan elini boğumları beyazlaşacak kadar sert sıkmazdı.

Daha önce, Pamir tarafından kaçırıldıktan sonra da fark etmiştim.

Deniz apaçık bir şekilde İlke'den hoşlanıyordu ancak İlke bunun farkında bile değildi. Hâl böyleyken bu işe burnumu sokmam iyi olmazdı. Zira İlke de apaçık bir şekilde Pamir'e aşktı ve Deniz bunun farkındaydı.

Meclis, birkaç ufak laf sokma ve yine birkaç ufak para cezası ile kapandı. Tüm taraflar sakince meclis halkını selamladı ve salon boşaltıldı. Ne kadar işe yarar bir toplantıydı bilemiyordum. Bana meclisten önce de meclisten sonra da herkes suçlu gibi görünmüştü. Meclisten çıkar çıkmaz Deniz ve İlke'yle Dayı'nın yanına gidecektik ki yolumuza çıkan kişiyle durmak zorunda kaldık. "Efendim, hoşgeldiniz."

Boğazımdan yükselen öfkeye boyun eğmemek için çok zor tuttum kendimi. Etrafımdaydı suçluların hepsi ve ben teker teker onları avlamak istiyordum. "Hoşbuldum." dedim az önce meclisten çıkarken omzuma aldığım ceketi eline bırakarak. Melis, eline bıraktığım cekete bir süre bakakaldı. O kendine gelene kadar ben çoktan topuklularımın üzerinde dönmüş ve yanımdaki İlke ve Deniz'le koridoru adımlamaya başlamıştım.

"Karan'a danışmama gerek kalmadı. Melis, sen benim kişisel asistanlığımı yapacaksın." Topuklularımın çıkarttığı tok sesi duyuyordum. Birkaç saniye sonra durumu henüz yeni algılayabilmiş olan Melis'in topuklularının sesini duyduğumda, sinsice gülümsemeden edemedim. Deniz'in de İlke'nin de bakışları bendeydi ve muhtemelen bu hâlime pek anlam verememişlerdi.

Melis gözümde baş şüpheliydi. Karan'ın hareketlerini izleyen, gölgelerle işbirliği yapan hatta belki de bizzat gölge olan kişi oydu ve ben onu sarayda arayarak hata yapıyordum.

Bilmiyordum. Tek bildiğim gözümü dört açmam gerektiğiydi. Zira bana meydan okuyan kişi boş duracak gibi değildi.

Melis peşimde koştururken büyük adımlarla merkez binasına ulaştık ve asansöre binerek en üst kata çıktık. Karan'ın katında, hemen karşı ofisine konumlanmış odama girdim ve sanki her şeyi önceden ben ayarlamışım da tüm eşyaların yerini biliyprmuşum gibi bir rahatlıkla sandalyeme kuruldum.

Rahattı.

"Melis saat," Bileğimdeki saate baktım. Saat, on ikiydi. "Üçe kadar her alanda tüm bölge gündemini raporlar belgeler dahil masamda istiyorum. İstersen yemek arasına çıkabilirsin ancak tek eksik buradaki son günün olmasını sağlar." Ne dediğimi anlamadığı yüzündeki şaşkın bakıştan çok net anlaşılıyordu. Benden bu tür bir ciddiyet beklemiyordu muhtemelen. Şu an ona daha önceki konuşmamız kadar yakın davranmamı da beklememeliydi zira zamanım yoktu. Bugün tüm işleri devralmalı ve verilmesi gereken kararları vermeliydim.

"Hadi!" dedim yüzüme alık alık bakan Melis'e. Elinde hâlâ ceketim vardı ve konuk koltuklarına kurulmuş İlke ve Deniz'e kısa bakışlar atıp yeniden bana bakıyordu. "Acele et!" Bağırmama karşılık yerinden sıçradı ve elindeki ceketi önünde oturan İlke'ye verip odadan koşar adımlarla çıktı. Melis'in çıktığı kapıda beliren Rasım Dayı'ya Deniz yer verdi ve kendisi tam karşımdaki duvara yaslanarak dinlemeye devam etti.

"Bu kızdan hoşlanmıyorum." dedi İlke. "Onda beni rahatsız eden bir şeyler var." Kaşlarımı kaldırıp indirdim ve derin bir nefes vererek masaya kollarımı yaslayarak konuşmaya başladım. "Karan size söylemedi mi?" İlke bana döndü. Konuşmamın devamını dinlemeye hazırdı. Deniz de öyle. Rasım Dayı ise olanları anlamaya çalışıyordu. "O kız bir hain. Belki biri için çalışıyordur."

İlke kaşlarını çattı. "Ne?" Yerinde rahatsızca kıpırdandı. "Nasıl yani?"

"Karan bunun farkındaydı. Konuştuk bu konuda. Muhtemelen açığını yakalamak için yanında tutuyordu. Tabii bir de kimin için çalıştığını öğrenmek için." İlke durumu anlar anlamaz atladı.

"Olmaz öyle şey. Kız hainse cezasını çekecek." Birden celallenen İlke'yi elimle susturdum. "Ben de bunun için uğraşıyorum."

"Ne yapacaksın?" Deniz'in sorusuyla ona döndüm. "Sabah aynı belgeleri benden de talep ettin." Kafamla onayladım ve arkama yaslandım.

"Kız gerçek bir hainse, bizdeki bu karmaşadan, belgelerde işine gelmeyen bir şeyleri değiştirerek faydalanır. Belgeleri karşılaştıracağız. Üzerinde oynanmış bilgiler olan belgeler ve gerçek belgeler. Anladınız mı?"

Planım, ikisinin de bir süre sessiz kalıp düşünmesine bir süre sonra da bana onay vermeleriyle anlam kazandı. Karşılaştırma işini en güvendiklerime, yani onlara verecektim. Bunun bilincindeydiler. "Bu konuyu bir şekilde hallederiz." dedi Rasım Dayı. "Asıl meseleye odaklanalım. Afra, meclisle ilgili en ufak ayrıntı bile işimize yarayabilir. Ne olup bitti? Anlat bakalım." Derin bir nefes alıp verdim. Ona verebileceğim iyi bir bilgi yoktu. Dikkatimi çeken en ufak şüpheli durum bile yoktu.

Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Elimde hiçbir şey yok. Tahmin ettiğimiz gibi Alessi Abel üzerime oynadı ama üstesinden gelmeyi başardık. Güney bölgesi normalden çok daha durgundu ve Doğu ve Batı bölgelerinde normalden kat kat daha fazla hareketlilik vardı. Sanki,” dedim gözlerimi kısıp ister istemez gülerken. Rasım Dayı da benimle birlikte gözlerini kıstı. “Savaş hazırlığı yapıyorlar. O kadar hareketliler ki, herhangi bir konuda telaşlı olduklarını düşüneceğim.” Dayı’nın dudağının kenarı kıvrılır gibi olduğunda yüz ifademi eski haline döndürdüm. “Tabii bu onları suçlayabileceğimiz olağanüstü sebepler değil.”

“Ama olağanüstü sebepler haline getirebiliriz.”

“Nasıl yani?” Deniz’in sorusuna cevap vermeyip eski, kaşe ceketinin cebinden telefonunu aldı ve onu kendisinden hafif uzaklaştırarak görmeye çalıştı. Yakını göremiyor olmalıydı. Birkaç tuşlama yaptı ve telefonu kulağına götürdü. Bilmediğim bir dilde birkaç cümle kurdu ve telefonu kapattı.

“Ne oldu?” dedim meraklı bir ses tonuyla. Yerimde duramayacak kadar meraklanmıştım. Öyle ki bacak bacak üstüne attığım eski pozisyonumdan kurtulup masaya daha da yaklaştım.

“Allegri miydi o?” dedi Deniz. Telefondan bir adam sesi gelmişti ancak o kadar da yüksek değildi. Deniz o kısık sesten adamın kim olduğuna dair bir tahminde bulunmayı başarmıştı. Rasım Dayı başıyla onayladı. “Allegri ölmemiş miydi? Karan bize öyle öyleydi. Hatta yasını tuttuk biz onun.” İlke’nin sert ses tonuna karşılık Dayı onu eliyle susturdu. “Karan’ın en yakınları olmanız, her şeyi bileceğiniz anlamına gelmiyor. Karan kapalı bir kutu gibidir. Yaptığı planlardan biliyorsunuz. Her zaman kendisine açık bir kapı bırakır. Durum ne olursa olsun. Siz onun buradaki uzuvlarısınız. Allegri ise dışarıdaki uzvu. Ve Karan’ın henüz haberinizin dahi olmadığı, hatta benim bile haberimin olmadığı uzuvları var.” Bana döndü. Onu ne kadar dikkatli dinlediğimi fark etti ve bu defa gözleri İlke ve Deniz’i buldu. Onlarda da durum benden farklı değildi. “Siz çıkın.” dedi Deniz ve İlke’ye. “Sadece Kraliçenin yani tek yöneticinin bilmesi gerekenler var.”

“Dayı, Afra tek yönetici gibi görünse de ona yardımcı olmak zorundayız. Henüz bölge hakkında ileri seviye bilgilere sahip değil.” İlke’yi yeniden durduran Dayı bu defa daha yüksek sesle konuştu. “Onu bilgilendirmek vazifemiz. Kararlarını sorgulamak ve yönlendirmekse asla üstümüze vazife değil. İkisini karıştırma. Bazı şeyleri sadece Kraliçe bilse yeter. Bizim için en doğru kararı o verir. Şimdi çıkın!” Sert konuşması karşısında İlke fazlasıyla bozuldu ve hemen odayı terk etti. Deniz’le göz göze geldiğimizde ona gözlerimle ‘gidebilirsin’ işareti yaptım.

Bu aralar kesinlikle çok yakındık ve bu tanıdık hissettiriyordu.

Deniz de odayı terk ettiğinde Dayı bana döndü.

“Bugün gittiğin meclis sadece göstermelik.” dedi kapalı alanda olmamızı umursamadan cebinden çıkarttığı sigarasını yakarken. “Asıl mesele kamera arkasında dönüyor ve Karan şimdiye kadar görüp görebileceğin en acımasız, en duygusuz ve bu vesileyle en başarılı yönetmen.” Sigarasını dudaklarıyla buluşturup içine çekti. “Onun aşık olduğun tarafını asla bırakma. Çünkü az da olsa içinde kalan insani tarafını sevdin sen onun. Yoksa o da farkında. Karan sevilebilecek bir varlık değil. Bu düşünce ona babası tarafından senelerce hapsedilerek aşılandı. Duygusuz olmayı babasından öğrendi ve babasından öğrendiği her şeyle bir gün babasının karşısına dikildi.” İstem dışı yutkundum. “Sonra,” dedim çekinerek. Dayı’dan değil, anlatacaklarından çekiniyordum. “Sonra ne oldu?” Neolduğunu biliyordum.

“Karan’ın babası yıllarca katilini yetiştirdi. Karan günü geldiğinde büyük bir darbe girişimiyle babasını katletti.”

Babasını katletti…

Karan’la karşılaşmamızdan beri her gece gökyüzüyle arasında hep bir engel olarak gördüğüm tavana diktiği bakışlarını anımsadım. Hep hüzün gördüğüm bakışlardı onlar ancak ilk defa fark ettim.

Karan’nın hüzün dolu bakışları bile hırslıydı. Karan yönetmek için doğmuştu ve pişmanlıkları asla önünde bir engel değildi. Karan’ın tavanı asla gökyüzüyle arasında bir engel değildi. O, bakışlarındaki hırsla gözükmeyen gökyüzünü bile görebilirdi ve gördüğü an, hüznünü yaşamaya başlardı.

“Onun için zor olmuşt-“

“Onun için zor olan tek şey annesinin ölümüydü. Annesinden sonra bir taşa dönüştü. Duygusuz ve dayanıklı bir taş. Sadece sana ve davasına itaat eden bir taş. O farkında olmasa da senin için yaşadı ve eğer durum kötüye giderse senin için ölür.” Bu düşünce nefesimi kesti. Öyle ki, masadaki sürahiden kendime su doldurup içme isteği duydum ve gerçekleştirdim de. “Eğer Karan gibi iyi bir yönetici olursam,” dedim derin bir nefes vererek. “Kimsenin ölmesine izin vermem.” Dayı, cebinden çıkarttığı mendili masaya bıraktı ve bu düşünceme gülümsedi. “Eğer kaderinde birinin ölümüyle sarsılmak varsa, bunu bir gün mutlaka yaşarsın. Ama unutma, insan sadece fiziksel olarak ölmez.” Gözlerini gözlerime dikti. “Ve siz Karan ile çoktan intihar ettiniz. Kaderinizi, intihar sebepleriniz birleştirdi.” Mendille gözyaşlarımı silerken, aynı zamanda söylediği şeylerle ürperdim.

“İki ölü bedeni, ölüm bile ayıramaz artık. Yalnızca siz kendi isteğinizle ayrılırsanız bu gerçek bir ayrılık olur.”

“Ve biz asla kendi isteğimizle ayrılmayız. Onu asla bırakmam.” Bu söylediğime Dayı bilmiş bilmiş gülümsedi ve üzerine ekstra bir şey söylemedi.

Oysa o, asla ayrılmayacağını düşündüğü biricik karısından ölüm yüzünden ayrılmamış mıydı? Bunu düşünmüştü. Biliyordum ve nefret ediyordum böyle düşünmesinden. Ayrılma ihtimalimizden söz etmesinden ve kendi sevdasının yarımlığını ima etmesinden tam anlamıyla nefret ediyordum.

Dayı, yaşının verdiği yorgunlukla zar zor kalktı oturduğu yerden ve bana döndü. Elinde tuttuğu siyah bastonunu yere hafifçe vurdu. “Karan eninde sonunda iyileşecek. İyileşmezse şayet, bildiğim tüm gizli bilgileri sana aktarırım. Ancak Karan’la mezara gidecek yönetim sırları da var ki onlar, şu an en çekindiklerim. Çünkü Karan kumarını hep tek başına oynadı. Hayatı hiçbir zaman iki kişilik olmamışken devralacağın kumarın sırlarını bilmemek seni ölüme kadar götürebilir.”

“O iyileşecek.” dedim bu defa ben sert bir ses tonu kullanarak. “Onu iyileştireceğimi biliyorsun. Ben sonsuz gücün tek sahibiyim. Basit bir büyücünün hayatını kurtarmak benim için zor değil.” Dayı bir kez daha gülümsedi.

“Sen sonsuz gücün tek sahibisin.” dedi beni tekrar ederek ve beni başıyla onaylayarak. “Her şeyin üstesinden gelebilirsin.” Derin bir nefes verdi. “Gidip Karan’a yapılan saldırıyla ilgili bilgi toplayacağım. Deniz ve İlke’yi yanından ayırma. Hayati bir karar alırken de binlerce insanın hayatına dokunduğunu unutma. Tek bir telefonda yanında olurum.” Başımla onaylamakla yetindim.

Rasım Dayı çıkar çıkmaz odaya Deniz ve İlke’yle birlikte elinde tonla kağıt olan birkaç kişi daha girdi. Onlar ve her kuruluştan sorumlu yetkili yaklaşık yirmi kişiyle ciddi bir acil durum toplantısı ayarladık. Her hafta en az üç defa aynı kadroyla bölge sorunları görüşülüyordu. Ancak bu toplantı şu an yapılmak zorundaydı. Toplantı odasına giderken başıma geleceklerden pek tabii haberdardım. İki saate yakın bölge sorunlarıyla ilgilendim. Sağlık personeli yetersizliğimiz en büyük sorunlardan biriydi şu an. Bunun için yeni bir kanun üzerinde çalışma fikri belirtildi ve bunu kabul etmek kesinlikle mantıklıydı.

Karan’ın sözü kanundu ve şu an üzerinde çalışılacak herhangi bir kanun yalnızca benim ağzımdan çıkarsa uygulanırdı.

Sağlık çalışanlarına karşı yapılan en küçük saldırının cezası, ölüm.

Sağlık çalışanları için olası gölge saldırıları için güvenlik her zaman en üst kademede tutulacak ve hastane başı yetenekli büyücü görevlendirmesi yapılacak. Yani her hastane bir yerde güvenliğini kendisi sağlayacak ve hastane büyücülerinin herhangi bir tehlike anında tüm büyücülere haber göndermesi olası olacak.

Bu kanunla birlikte işini bırakan her sağlıkçı geri dönecekti çünkü onlara güvenli bir çalışma ortamı ayarlamak benim görevimdi. Karan’ın neden bu kadar büyük bir sorunu uzun süredir çözmediğini de anlamıyordum. Ancak eminim bundan kat be kat büyük dertleri vardı.

Sonraki mesele, Kuzey bölgesinin Güney’inde çıkan iç isyandı. Pamir halkımızı bize karşı doldurmuş ve ayaklanmalarını sağlamıştı. Bu bana açıkça bir tehditti.

Yönetmeyi başaramayan, ölür.

Yaptığım ilk hamle, ayaklanma yatıştırmak amacıyla bölgeye muhbir göndermek oldu. Dertlerini açıkça anlatabilecekleri birini bulmak, biraz da olsa onları sakinleştirecekti. Muhbir döndüğündeyse gerekli kararlar alınabilirdi.

En önemli mesele ise Gölge’ler meselesiydi. Karan benden önce evrenler arası açık kalan kapıyı kimin açık tuttuğunu bulmuş ve onu yok etmişti ancak kapıyı açık tutan büyücünün kimin tarafında olduğunu henüz bulamamıştı. Kapı kısıtlı bir süre açık kalmış olsa da evrenimize sızan sayısız kaçak Gölge vardı ve onları ancak ölüm durdurabilirdi.

“Onları öldürmek Gölge halkını kışkırtabilir. Evrenler arası savaş şu an isteyeceğimiz bir dert değil. Baş edebileğimiz bir dert de değil.” İlke’nin uyarısına karşı ona döndüm. Yaklaşık yirmi küsür yetkili beni dinlerken konuşmaya çoktan alışmıştım. Kararlarım hakkındaki net bir duruş sergiliyor, hiçbir meseleyle ilgili taviz vermiyordum. Hepsi, oldukça net kararlarımın olduğunu fark etmişti. “Yıllar önce imzalanan Kamtena Antlaşması’ndaki en önemli madde nedir, biliyor musun?” İlke, bahsettiğim anlaşmayı duyduğu an kaşlarını çattı. Benim bu konuda da bilgi sahibi olmadığımı düşünüyordu ancak meclise hazırlanma sürecinde Rasım Dayı ve Deniz’den öğrendiğim bilgiler dışında kendimce araştırma da yapmıştım. İyi bir yönetici olmanın baş kuralıydı tarih bilmek. Bizi ilgilendiren neredeyse her anlaşmayı, her tarihi olayı okumuştum. Ancak özellikle Gölgeler ile ilgili olan anlaşmaları sular seller gibi ezberlemiştim. Üzerine bir de birkaç kez Meryem’in yanına uğramıştım ki bu fazlasıyla yararlı olmuştu zira bana şu an en doğru bilgileri o verebilirdi. Doğru kararları verebiliyor muydum bilmiyordum ancak hepsini öğrendiğim bilgiler doğrultusunda vermeye çalışıyordum. Şu an en büyük düşmanımın da bilgisizlik olduğunun pek tabii bilincindeydim.

Kamtena Antlaşması, Gölgelerle yapılan ve büyücü ırkının onlar üzerinde söz sahibi olduğu son anlaşmaydı. İçeriği tamamen büyücü ırkının lehineydi ve onları bu evrenden uzak tutmak için sağlam bir belgeydi. İmza zamanının en güçlü ve büyücü ırkının sözcüsü ve Gölge yönetici ailesi arasında kanla imzalanmıştı ve bu demek oluyordu ki, anlaşma şartlarına karşı gelen öldü demekti.

“Kamtena Anlaşması’na göre, taraflardan herhangi biri, evren değiştirerek kanunları yok sayarsa, önce yazılı olarak uyarılır. Uyarıya, iki gün içerisinde yanıt gelmezse öldürme yetkisi yasaldır.” İlke, şaşkınlıkla beni dinliyordu. Diğerleri de öyle. Dışarıdan aşırı toy göründüğümü ve öyle olduğumu biliyordum ancak bu beni bir yere kadar durdururdu. Bilgi edindiysem, doğru bir anda kullanırdım.

“Kocam,” Büyük toplantı masasının etrafında oturan insanlarda göz gezdirdim. Her biri beni dikkatle dinliyordu. “Yani Karan Başer, bundan üç gün önce yazılı bir belgeyi evrenler arası kısa bir yolculuk yaparak Gölge yetkililerine ulaştırmış. Bundan yeni haberim oldu.” Meryem söylemişti. “Bugün üçüncü günündeyiz ve herhangi bir yazışma elimize ulaşmadı. Bu da demek oluyor ki Gölge halkında kural ihlali yapan herkesi öldürebiliriz.” Söylediklerim toplantı salonundaki birkaç kişinin şaşırmasına sebep oldu ve şaşıranlar, fikirlerini belirtmekte geri kalmadı. “Ne olursa olsun, Gölge ırkı kurnazdır. Bizim savaş başlatmamızı istiyor olabilirler. Gerekçe olarak bizim onların halkına saldırdığımızı gösterirlerse diğer büyücülere açıklama yapmak zorlaşabilir.”

“Bana güvenin.” dedim gözlerinin içine bakarak. “Aynı ırktan olanlar birbirini kollar. Irkına ihanet edenler ancak savaş anında kendini belli eder.” Kastettiğim şey oldukça açıktı.

“Savaş, istediğimiz bir şey değil.” dedi Deniz. “Çok acele karar veriyorsun. Halk savaşa henüz hazır değil.” Başımla onayladım. “İşte tam da bu yüzden savaş hazırlıklarına bir an önce başlamalıyız.” Kararlı duruşum, bazı söz sahiplerinin hoşuna gitmedi. Ancak kararlarıma karşı çıkmak yerine uygulamayı tercih ettiler çünkü görevleri buydu.

Amacım savaş çıkartmak değildi. Amacım, savaş çıkarttığımı sanmalarını sağlamaktı. Hata yapmamı bekliyorlardı ve yeni yönetime gelmiş bir insan, onlara göre fazlasıyla hatalı ve geri dönüşü olmayan bir karar vererek bölgesinin sonunu hazırlardı. Tüm gözler, benim hatam için dört dönüyordu.

Savaşmayacaktım.

Savaştığımı sanmalarını sağlayacaktım.

“Savaş hazırlıklarına bugünden itibaren başlayalım ancak öncelik sağlık kurumlarımız ve sağlık çalışanlarımız. Önce yaraları sarmalı ve toparlanmalıyız. İkinci bir emre kadar kimse Gölgelere dokunmayacak. Zamanı geldiğinde hepsini öldüreceğiz. Öldürülmeyi hak ettiler.” Kararlı bakışlarımı görenler durumun ciddiyetini kavradı ve birbirlerine bakarak anlamaya çalıştılar. Planım işliyordu. Öyle ki şimdiden paniklemiş birkaç kişiyi seçen gözlerim yüzlerini zihnime kazıyor, hain olabilecek herkesi not etmeye çalışıyordu.

Zira biliyordum. Gölgelerin hissettirdiği soğukluğa alışmıştım ve uzun süredir yakınımda o soğukluğu hissediyordum.

Her yerdeydiler. Yönetimimize kadar, her yere sızmışlardı ve ben, onları Cehennem’imde yakmak için sabırsızlanıyordum. Zira hissettirdikleri soğuk ancak bu şekilde bizi üşütmezdi.

“Toplantı bitmiştir.”

Loading...
0%