@elfhikayelerii
|
Verilen kararlar, yapılan seçimler çoğunlukla kişinin hayatını çizer. Seçtiğiniz yollar, sizi ya çıkışa ya da çıkmaza götürür. Hayat verilen kararlar silsilesidir ve ne zaman yanlış yola sapsanız, yolun sonunda karşılık olarak bir uçurum vardır. Ben yalnızca birkaç saat önce, kesin bir karar vermiş, kendi yolumu seçmiş ve o yola adım atmıştım. Yanımda asla tanımadığım bir grup insan, ben mi onları yönlendiriyorum yoksa onlar mı beni yönlendiriyorlar bilmeden, tıpkı yolun sonunda uçurum mu yoksa çıkış mı olduğunu bilmediğim gibi, yürüyor ve verdiğim kararın bilinmezliği karşısında karnıma giren derin sancılarla doğrulmaya çalışıyordum. Yol taştan mıydı yoksa bataklıktan mı bilinmez, her hareketimde adım atmak biraz daha zorlaşıyor, çıkış bir adım daha uzaklaşıyordu. Bir yerlerde çıkış mutlaka vardı ancak arkamdaki tanımadığım o bir grup insan çıkışımı bile kapatmıştı. Arkamı döndüğümde karşılaştığım kara gözler, seçtiğim yolun bile ona ait olduğunu haykırıyorlardı. Ve ben sessizce, boyun eğiyordum. Hep yaptığım gibi, bu defa onun yolundan yürümeyi seçiyordum. Ama yol, benim yolum gibiydi. Benimsediğimden değildi. Onun çıkışı ile benim çıkışım aynıydı. Yollarımız farklı olabilirdi ancak aynı yoldan ilerlememiz, sonucu değiştirmezdi. "Hazır mısın, Afra?" Kapının arkasından bana seslenen İlke'ye cevap vermek yerine bana getirdiği ruju son kez dudaklarımda gezdirdim. Baş parmağımla taşan yeri sildim ve geri çekilip bir bütün halinde bedenimi inceledim. "Hazırım, geliyorum!" Siyah, kalın askılı, derin göğüs dekolteli ve abartılı olmasa da tüllü, kabarık olmayan bu elbise üzerime tam oturmuştu. Göğüs dekoltesinin yanı sıra bir de derin sırt dekoltesi vardı. Alışık olmasam yadırgardım ancak annem bana bundan çok daha kötü durumda olan kombinler de giydirmişti. Ayaklarıma kadar uzanan bu uzun elbiseyi kaldırması için, İlke bana siyah bilekten bağlanmalı bir yüksek topuklu vermişti. Sağ bacağım derin yırtmaç sayesinde tamamen ortadaydı. Aslında elbise bu davet için oldukça uygundu ancak yaşayacağımız aksiyon her seferinde aklıma takılıyor ve olası bir durumda neredeyse çıplak olan bedenimi nasıl koruyacağımı düşünüyordum. Aynadaki yansımamla göz göze geldim. Dumanlı, koyu göz makyajıma dudağıma fazlaca yaydığım bordo ruhum eşlik ediyor, asla eğrelti durmuyolardı. Aksine, oldukça uyumluydular. Yatağa yöneldim ve üzerindeki çantama rujumu da atıp koluma astım. Çantanın içi resmen boştu ama orada alacağım telefonu içine koyacağım bir çantaya sahip olmak, telefonu elimde taşımaktan çok daha iyiydi. Aksi halde annemle bir kez daha karşı karşıya gelir ve bu defa kendimi tutamayıp tüm o daveti yerle bir ederdim. Ayağımdaki topukluların çıkarttığı ses koridorda yankılandı. Hemen merdivenin başında beni bekleyen İlke'yi süzdüm. Koyu yeşil, saten bir elbise giymişti. Altına, kombini ile uyumlu olarak giydiği siyah topukluları ve sade makyajı ile oldukça göze batıyordu. Böyle giyindiğine göre, Alex garson olmayı kabul etmiş olmalıydı. Beni gördüğünde tıpkı benim yaptığım gibi o da beni süzdü ve güzel bir gülümseme ile baş parmağını kaldırdı. Aynı hareketi ben de ona yapıp kıkırdadığımda daha fazla beklemeden merdivenlere yöneldim. Saçma bir şekilde, savaşa değil de yalnızca bir davete gidiyormuş gibi rahattım. Orada olacak olanlar o kadar umurumda değildi ki, süslenip püslenmiştim. Anneme bir kez daha oynayacak olmam, beni kötü bir evlat yapmazdı. Aksine şükretmeliydi. Merdivenleri topuklular yüzünden zar zor aştım ve duvardan destek alarak son basamağı da indim. Bileğim düne göre daha az acıyordu. Topuklu giymek canımı yakıyordu. Ancak bunun da üstesinden geleceğimi biliyordum. Arkamdan hiç zorlanmadan inen İlke ile göz göze geldiğimizde, bana başıyla ilerlememi söyledi ve önden devam etti. Onu takip eden adımlarımla birlikte sonunda durduğunda kafamı kaldırdım. Göz göze geldik. Anında gözlerimi kaçırıp kollarımı arkamdan bağladığımda ortamda kısa süreli bir sessizlik hüküm sürdü. Ona bakmaya çekinmiyordum. Ona bakmaya korkuyordum. Gözlerini üzerimde hissetmeme rağmen, ona dönüp bakmak tuhaf hissettirecekti, biliyordum. Kaç diyen kendisiydi ve ben, bu geceden sonra ondan kaçmayı planlıyordum zaten. Ona bakıp bakmamam bu durum karşısında sorun olmayacak gibiydi. Beni saatlerce hatta günlerce gerçek bir kan ile boyanmış o tabloyla baş başa bırakmıştı. Üstelik bir de, sırrını çözmemi istemişti. Bir psikopat olduğunu düşünmeye başlamam eğreti durmazdı muhtemelen. Şimdi düşünüldüğünde, kanın renginin neden kahverengi olduğunu anlayabiliyordum. İnandırıcı olsun diye kahverengi boya kullanıldığını sanmıştım ancak o resmen gerçek bir kandı ve kurduğu için kahverengi görünüyordu. Ya çok zekiydim, ya da gerçek bir aptaldım. "Alex önden gitti. Yolda yapmanız gerekenleri ben anlatacağım." İlke planı biliyordu. Sözleri tamamen banaydı ancak rahatsızlığımı anlamış olmalıydı ki, İlke'ye de planı anlatacakmış gibi yapacaktı. İnce düşünceliydi. Keşke ince düşünceliğini, o tabloyla beni sınamadan önce gösterseydi. Kan beni korkutmazdı ancak o kan, gerçek bir insan kanıydı ve ben saatlerce o kan ile yatıp kalkmıştım. Düşündükçe midem bulanıyordu. Karan'ın üstüne kusmak bir seçenekti ancak bu konuda anlayışlı olacağını pek zannetmiyordum. Hâlâ öfkeliydi. Sadece bana hissettirmiyordu. Üzerindeki siyah takım elbise onu olduğundan çok daha çekici göstermişti. Siyah saçlarını geri doğru atmış, yüzüne birkaç tutamının dökülmesini sağlamıştı. Kesinlikle karizmatik bir adamdı. Ancak ben, insanlara o yönden yaklaşmayalı seneler oluyordu. Şahsen, yaklaşmayı da düşünmüyordum. Bu annemin bana koyduğu bir kuraldı ve ben ilk defa bir kuralına katılıyorum. "Asla ama asla, aşık olma!" demişti bana. Sonra da eklemişti. "Aşk diye bir şey yoktur. Aşk zannettiklerin, zaaflarındır. Güçlü kalmak zorundasın. Seni vuramayacakları kadar sert ve ulaşılmaz ol. Herkese kötü niyetliymiş gibi bak." Annemin basit kuralları vardı. Söylemesi basit olan kuralları. Aşka inanmazdım. Bu yüzden bu söylediklerine katılmıyor değildim. "Ah," dedi İlke bir şeyi hatırlamış gibi. Muhtemelen ortamdaki gergin havadan pek hoşlanmamıştı. "Arkadaşın defalarca aradı. Önemli bir şey olmuş olabilir. Aramak ister misin?" Muhtemelen annem, benimle konuştuğunu öğrendiğinde Duru'nun burnundan getirmişti. Ayrıca ona bir av getirdiğimi de söylemiştim. Nermin Suskun, asla geri kalamazdı gündemden. Benden haber almadığı için oldukça gergin olduğuna kalıbımı basardım. "Sorun değil, birazdan görüşeceğiz zaten." Evden ilk çıkan Karan oldu. Daha sonra onu İlke takip etti ve İlke'den sonra yavaş adımlarla ben çıktım dışarı. Güvende hissetmiyordum. Bu yüzden zaten hasta olan bedenim daha çabuk yoruluyor, nefes nefese kalıyordum. Topuklularla senelerdir süregelen bir hukukumuz vardı ancak ben hâlâ alışamamıştım. İlke arabaya binmeden önce beni bekledi. Öne geçmemi istediği belliydi. Arka kapıya yönelip kapıyı araladım ve zar zor yerden oldukça yüksek olan arabaya binebildim. Karan bunu önemsemedi. Belki de fark etmedi bile. İlke ise Karan'a kısa bir bakış atıp ön koltuğa yerleşti. Onlarla arkadaş değildim. Bu yüzden gülüşmemizi, yakınlaşmamızı kimse bekleyemezdi. Onların yanında olması gerektiği gibi rahatsız hissediyordum. Araba hareket ettiğinde, dikiz aynasında üzerimdeki gözlerini hissettim. Arada bana kısa bakışlar atıyor ve tekrar yola odaklanıyordu. Sorun çıkartmam onun zararına olurdu bu yüzden tepkimi görmek istiyordu. "Kulaklıklarla haberleşeceğiz. İlke adamı gözetleyecek. Alex Nihat'ın üzerine içecek döktüğünde, lavaboya peşinden gidecek ve içeridekileri boşaltacaksın. Afra, sen de olası bir tehlikede Nihat'ın peşinden gelecek olan herhangi birini oyalayacaksın. Plan basit. Dikkatli olursak bir saatimizi bile almaz." Annemi oyalayamazdım. Annemi ciddi anlamda oyalayamazdım. Duru'dan telefonu alırsam ve onu asılsız tehditlerle sinirlendirirsem bir ihtimal işi halledebilirdik ancak bu benim, ölüm fermanıma attığım kalıcı bir imza olurdu. Her şeyi göze alarak yola çıkmıştım. Sanırım önemli değildi. "Planınız kusursuz demek isterdim. Lavabodan adamı nasıl çıkartmayı düşünüyorsunuz?" Karan ile dikiz aynasından göz göze geldiğimizde alaylı ifadem sekteye uğradı. Beni geriyordu. Bakışları yüzümde dolaştı ancak uzun süre yola bakmadığını fark etmiş olacak ki, gözlerini üzerimden ayırdı. "Lavaboya girdikten sonra işi bize bırak. Sonrasından sorumlu değilsin. Sadece," Duraksadı ve yeniden göz göze geldik. "Sadece kendini düşün ve ona göre hareket et." Fazladan iki saniye daha yüzüme baktı ve daha fazla oyalanmadan yola odaklandı. Ben de tam olarak bunu yapmayı planlıyordum. Karan'ın bu plandan haberdar olmasına gerek yoktu bence. "Onu lavaboya çekmek sandığınız kadar kolay olmayacak. Tuvalete bile korumalarıyla gider." Kesinlikle doğruydu. Sanki sürekli tehdit ediliyormuş gibi tetikteydi. Güvenliği her şeyden önce gelirdi. Annemle sırf bu yüzden bile sorun yaşadıklarını biliyordum. Şimdi, neden güvenlik konusunda bu kadar titiz olduğunu anlıyordum. Çünkü bu adamlar uzun süredir onun peşindeydi ve onu yakaladıklarında istediklerini almadan Nihat Keskin'i bırakmayacaklardı. "Onu da bize bırak." Cevabından sonra, planın bilmediğim yanlarının olduğunu düşünmeye başladım. Tabi ki bana anlattıkları planın yalnızca olay örgüsüydü. Detaylar onlarda saklıydı. Bana güvenmedikleri buradan belliydi. "Nihat Keskin'e ne yapacaksınız?" İlke'nin derin bir nefes verdiğini duydum. Bu soruyu sormam onu rahatsız etmişti. Cevabını çoktan almıştım ancak yine de konuşmalarını bekledim. "Kimin adamsınız?" Her şeyi düşünürken bunu da düşünmüştüm. Onların başkalarının adamı olması ihtimalini yani. Annemin adamı olmaları imkansızdı. Beni denemek için bunca zahmete gireceğini sanmıyordum. Ayrıca kanıtları almak için böyle bir yola başvurmazdı. Onun yöntemleri çok daha rahatsız ediciydi. "Kimsenin adamı değiliz, Afra. Sadece o adamı istiyoruz. Daha sonra dediğin gibi, sen yoluna ve biz yolumuza." Dikiz aynasında olan bakışlarımı yavaş yavaş yan tarafımdaki cama çevirdim. Kesinlikle haklıydı. Onlar kendi yollarına gidecekti ve ben de kendi yoluma gidecektim. Her ne kadar benim yolum kızgın asfaltla döşeli olsa da durmayacaktım. Yürümeye devam edecektim. O adama, benim yanan ayaklarım uğruna da yumruk atmalıydılar. Canımdan can giderken izleyen o adama, benim için de bir kere vurmalıydılar. Bunu dile getirmek istedim. Ancak biliyordum. Benim için hiçbir şey yapmayacak olanlar listesinde başı çekiyorlardı. Araba yavaşladı ve el frenini çekildiğini gelen sesten anladım. İlke kapıyı açıp indiğinde ben de daha fazla beklemedim ve kendime gelip arabadan indim. En son Karan indiğinde ve üzerindeki takım elbisenin yakalarını düzeltmeye başladığında ona bakmamak için üstün bir çaba harcadım ve başardım. Neden bakacaktım ki? Bakılacak ne vardı ortada? Hiçbir şey. İlke arabanın önüne Karan ile aynı anda geldi ve koluna o söylemeden girdi. Ayağımdaki topuklularla az öncekinden çok daha profesyonelce adımlar atarak, ki bu adımlar oyuna başladığımızın en açık göstergesiydi, yanlarına ilerledim. Karan, elindeki küçük cihazlardan birini İlke'ye verdi ve diğerini de bana uzattı. Kendisi kulaklığını çoktan takmış olmalıydı. Gözleri üzerimde gezindi ve açıklama yapmak için dudaklarını araladı. "Sana hiçbirimiz güvenmiyoruz. Sen de bize güvenmiyorsun. Arabada konuştuklarımızı yerine getir yeter. Bir şeyden şüphelenirlerse, bizi tanımıyorsun. Anladın mı?" Yine ve yine üstü kapalı bir şekilde bana mesaj veriyordu. Gözlerimi devirdiğimde memnuniyetle önüne döndü. "Yakalanırsam sizi satmayacağıma nasıl bu kadar eminsiniz?" İlke ve Karan aynı anda bana döndüler. Karan rahat görünüyordu ancak İlke şaşkındı. Benden böyle bir soru beklemediği açıktı. Şahsen ben de beklemiyordum. Birden ağzımdan çıkıvermişti. "Psikopat olduğumu düşünen küçük bir kız çocuğu için fazla cesurca bir soru!" Şimdi de aklımı mı okumaya başlamıştı bu manyak? Konuşmaya devam etti. Yüzü, alaylı bir ifadeyle kasıldı. "Tabloda boya yerine, kan kullanırım. Biliyor musun, oldukça gerçekçi duruyor." Gerçek kan olduğu için olabilirdi tabi. Benimle dalga geçiyordu. Normal bir insan tabloyu boya ile boyardı ve ben o tabloyu gerçek kandan yaptığını, hayalperest bir insan olmadığımdan olsa gerek, düşünemediğim için alay konusu olmuştum. "Tüm bu binayı patlattıktan sonra, bana biraz da olsa kan bulunur elbet." Tamamen unutmuştum. Binayı patlatma tehditlerini yani. Unutulacak bir şey değildi elbet ancak umrumda da değildi. İçeride sevdiğim pek insan yoktu. "Denemek isterim." dedim dişlerimin arasından. Şu an, benim bölgemdeydik. Onları yakalatabilirdim. Üstelik tek bir hareketime bakardı bu. Ancak işlerini şansa ya da bana bırakmadıkları ortadaydı. Muhtemelen bilmediğim sağlam bir B planları vardı. Sinir yüklü çıkışım üzerine dudağının kenarı kıvrıldı. Yüzümü buruşturup gözlerimi kaçırdım. Beni nasıl her hareketiyle rahatsız edebilirdi ki? İlke'nin koluna girmesine rağmen bekleyen Karan'a yeniden baktım. Diğer koluna girmem için gözüyle işaret ettiğinde bir gülümseme takıldı dudaklarıma. Kafamı olumsuz anlamda salladım ve ikisinin duyacağı kadar yüksek ancak dışarıdakilerin duyamayacağı kadar kısık bir sesle fısıldadım. "Bir adamın koluna giremem. Burası, yüksek sosyete." Bir adamın koluna girersem, bu onunla ciddi düşündüğüm anlamına gelirdi. Çünkü kimse, ciddi düşünmediği bir adamla magazin programlarında boy boy fotoğraflarının paylaşılmasını istemezdi. Her ne kadar, diğer kolunda İlke de olsa, gazetecilerin onu fotoğraflardan atması ufak birkaç işleme bakardı. Skandallar çığ gibi büyürken şirket hisseleri ya düşerdi ya da yükselirdi. Burası bir kumar masasıydı. Annem bana kumarı kaybettiğim takdirde bedel ödetecek olan kötü adamdı. Anlamadıklarını belli eden bakışlarına aldırış etmeden yeniden gülümsedim ve derin bir nefes alıp onları beklemeden yürümeye başladım. İleride kameralar ve patlayan flashlar vardı. Neyse ki, davetin güvenlik ekibi oldukça ünlü bir güvenlik ekibine bağlıydı. Gazeteciler sanki evrensel bir toplantı gerçekleşiyormuş ve yarın yokmuş gibi fotoğraf çekiyorlar, yapacakları herhangi bir haberin onları ne kadar yükseğe taşıyacağını düşünüyorlardı. Tam bir çılgınlıktı! Gece gazeteciler olmasaydı hiç yaşanmazdı zaten. Burada önemli olan davetlilere ne gösterildiği değildi. Burada önemli olan, sosyal medyaya yansıyan güçtü. Nihat Keskin, az sonra bize sıradan bir açılış konuşması yapacak ve geri çekilecekti. Ertesi gün ise ününe ün katmış olarak uyanacaktı ancak ne yazık ki, ertesi güne uyanamayacaktı. Gerçekten tüm samimiyetimle söylüyorum ki, çok üzülmüştüm. Yüzüme taktığım maske ile mutluymuşum gibi gülümsüyor, arada arkamdan yürüyen İlke ve Karan'a göz atıyordum. Gazetecileri siyah takım elbiseli ve cüsseli adamlar önlüyordu. Ancak birkaç flashın yüzümde patlamasını önleyememişlerdi. Sonunda büyük salona giriş yaptığımızda, gözlerim etrafta gezindi. Uzaktaki bir masada, insanlar ayakta geziniyorlardı ve masalar oturmak için değil de ayakta kalmak için ayarlanmıştı, Duru elini sallayarak beni çağırdığında ona gülümseyerek kendimden emin adımlarla yürümeye başladım. Bana dönen birkaç göze aldırış etmeden sonunda Duru'ya ulaştım ancak o artık bana değil, arkamdakilere bakıyordu. Sonunda "Bunlar kim?" dermiş gibi bana baktığında arkamı döndüm ve onlara masada yer açtım. "Amerika'nın ileri gelen iş adamlarından biri, Kevin Carney ve eşi Hannah Carney." İkisi de bana dehşet içinde baktılar ancak hemen toparladılar. Planın bu kısmını konuşmamıştık. O yüzden sallamıştım. Şu an bunu dert edemezlerdi. Duru memnuniyetle elini uzattığında ikisi de ona karşılık verdi. Duru'nun yüzünde, daha önce defalarca gördüğüm o gülümseme yer edindi. Avını yakalayan avcının, o pis gülümsemesi vardı yüzünde. Ancak av benim avımdı ve o benim avıma göz dikemezdi. Normalde, avı gözüne kestiren annem olurdu. Ben ise onları anneme yönlendirir, iş yapmalarını sağlardım. Annem ve iş adamları arasında bir kuklaydım ve bu şimdiye kadar şikayetçi olduğum binlerce meseleden yalnızca biriydi. Annem, beni bir iş adamıyla evlendirmesin diye bu tür işler yapıp şirketimizin büyütürdüm. Ben gerçekten, annemin kuklası olmuştum. İş adamlarına av diyen de annemdi. O öyle söyledikçe benim de ağzım alıştı ve kişiliğime yakışık kalmaz bir şekilde, insanlara av diye seslenmeye başladım. Bundan nefret etmedim. Hayatımda nefret yeterince vardı zaten. İçinde bulunduğum bu hayattan nefret ediyordum. Sorun değildi. Afra Suskun'un korkuları bu noktada devreye giriyordu tam olarak. Korkunun başıydı bu olay. Annem öyle söylediği için, kişiliğimden ödün verip insanlara av demiştim. Bir gün annem yapıyor diye, ya insanlara zarar veren bir canavara dönüşürsem diye düşünmeden edememiştim. Bu korku, zihnime işledi. İleri gitmekten hep kaçındım. Sınırı aşmadım. Belki insanların defalarca sınırında dolaştım, ancak özel alanlarını gasp etmedim. Ancak istisnalar hep vardı. Kaideleri bozan cinsten istisnalar... Annem ise tam olarak bunu yaptı. İğrenç bir şekilde, onlara gülümsedi. Rahat ve güvende hissetmelerini sağladı. Ancak onların en çok korkması gereken de yine annemdi. Ve ben de, tüm bunlara göz yuman bencil bir kızdım. Babam, her şeyimdi. Onun için her şeyi yapardım. Ruhumu şeytana sattım. Duru, asla annemin bana yönlendirdiği avlara göz dikemezdi. Annemden korkan yüzlerce insandan biriydi ve yakaladığım ilk avıma göz dikmesi, henüz annemle tanışmamış olmasındandı. Annemin benim gibi binlerce maskesi vardı ve en karanlık maskesini nadir insanlar görürdü. Duru'nun gördüğü maske, koruyucu bir anne maskesiydi. Oysa en karanlık maskesini, ben tasarlanmıştım. Kimse bilmiyordu. Burada yakın arkadaş olsak bile, her zaman paranın gücü konuşurdu ve ben avlamakta Duru'dan çok daha iyiyim. Bunu o da biliyordu. Boğazımı temizleyip Duru'ya alttan bir mesaj verdiğimde tüm gözler bana döndü ancak ben dimdik Duru'ya bakmakla meşguldüm. Hayatlarımız av ve avcılarla doluydu ancak onu kandırmak çok basitti. Daha ne tür bir holdinglerinin olduğunu bile sormamış ve bana güvenmişti. Ancak böyle işlerin içerisindeysen, babana bile güvenmeyecektin. Dediğim gibi bu bir kumar masasıydı ve kumar masasında kişi tek başına savaşırdı. Duru ellerini teslim oldum dermiş gibi sallayıp eğlendiğini gösterdiğinde gözlerimi devirdim. Beni ciddi anlamda zorluyordu. Kulağına doğru yaklaşıp fısıldadım. Ortamdaki yavaş tempolu piyano sesi yüzünden sesim normalden daha yüksek çıkmak zorunda kalmıştı. Piyano, sesimi bastırdı ve beni yalnızca Duru duydu. "Telefonum nerede?" Duru telefonumu unutmuş olmalı ki hatırladığı an kaşlarını kaldırdı ve masanın üzerindeki çantasını aldı. Yüzündeki ifadesizlik yüzünden kaşlarım çatıldı. Şu an o telefon benim için canımdan daha önemliydi. Duru, çantasından telefonumu çıkarttı ve elime tutuştururken kulağıma doğru fısıldadı. "Seni aradığımda taksi şoförü açtı telefonunu. Çantanla birlikte arabada unutmuşsun. Artık aklın neredeyse! Gidip aldım. Nermin teyzenin haberi yok." Ona minnetle bakıp kafamı salladığımda dudağının kenarı kıvrıldı. Buruk bir şekilde gülümsediğinde, yüzüne soru sorarcasına baktım. Tanrım, gözleri dolmuştu. Bana baktı dolu gözleriyle. Uzun uzun baktı. Onu anlayamıyordum. "Neler oluyor? Neyin var senin?" Duru eliyle yüzüne hava yaparken, bakışlarım Karan ve İlke'ye döndü. Aramızda geçen konuşmayı duymadıkları ve asıl olayı bilmedikleri için, şu an konudan oldukça uzaktaydılar ve Karan'ın yüzündeki ifadeye bakılırsa bundan hiç hoşnut değillerdi. Elimdeki telefona bakıyor, gözleri şüpheyle kısılıyor ancak etrafındaki insanlara bir şey belli etmemek için gözlerini kaçırıyordu. Bir kez daha göz göze geldik ancak ben gözlerimi kaçırdım. Duru'ya döndüğümde çoktan toparlamıştı. "Özel günümdeyim." dedi geçiştirmek ister gibi. İkna olmadığımı o da ben de çok iyi biliyorduk. Ancak her ne olduysa, daha sonra öğrenebilirdim. Şimdi odaklanmam gereken bir kaçırma operasyonu vardı. Onu ağlatacak duruma getiren şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Ancak şimdi değildi. Duru'da olan bakışlarım yeniden İlke ve Karan'a dündü. Duru'nun gözlerini hâlâ üzerimde hissediyordum. Ancak her ne olduysa onu üzmüştü ve kendisi gelip anlatıncaya kadar ona sormayacaktım. "Bay ve Bayan Carney, lütfen beni takip edin. Sizi annemle tanıştırmak isterim." Gözlerimdeki ifade tam olarak şu şekildeydi. "Sizi, Nihat Keskin'e götüreceğim." Onlar bunu anlasın diye gözlerimi hafifçe büyütüp kafamla işaret verdiğimde ikisi de her nasılsa beni anladı ve sorgulamadan peşimden ilerlemeye başladılar. Masaların arasında, insanlarla temas kurmadan ilerlemeye başladım. Ancak önüme çıkan adamla birlikte duraksadım. "Afra, uzun zaman oldu. Nasılsın?" Ah, bu çoktan tuzağa düşürdüğüm avlarımdan birisiydi. Anneme oldukça fazla kazandırmıştı bu yüzden benimle saygısız konuşsa bile, annemden azar işitmezdi. Annemin gözünde saygıyı bile hak etmiyordum. Tüm bu olayların arasında, onları avlamak için asla bedenimi kullanmamıştım. Kullandığımı sananlar olmuştu elbet ancak bu benim midemi bulandırmaktan öteye geçemezdi. Ben annem değildim ve asla onun gibi olmayacaktım. Kadınlar bedenlerini değil, akıllarını kullanarak yükselirlerdi. Annem gibiler yüzünden toplum hepimize bu konuda haksızlık ediyordu. Onlar umurumda bile değildi. "Ah, iyiyim Kadir Bey, siz nasılsınız?" İlke ve Karan etrafta göz gezdiriyorlardı. "Alex, adamı görüyor musun?" Kulağıma çalınan ses, Karan'a aitti. Kulaklıkla konuşuyorlardı ve ben, dikkatimi adamdan çekemediğim için onlara katılamıyordum. Az sonra, Alex bozuk Türkçesi ile konuştuğunda ona dikkat kesildim. "Adamı görüyorum. Ama yanından hiç ayrılmayan bir kadın var. Bekliyorum." Annem. Babamın yanına bir kez bile uğramayan, ona nasılsın diye bile sormayan annem... Şimdi başka bir adamın yanındaydı ve o adamın yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Tüm kemiklerim sızladı. Hastalığım kendini hissettirmek istermiş gibi kulaklarımı uğuldattı. Kendimden geçmek üzereyken kolumda hissettiğim bir el ile, odak noktasını kaybeden gözlerimi elin sahibine yönlendirdim. Kadir denen pislik, koluma dokunuyordu. Üstelik rahatsız edici bir şekilde. Ve ben sadece ona boş bakışlar atıyor, uğuldayan kulaklarımla olayları anlamaya çalışıyordum. O da bedenimi kullandığımı zanneden bir zihniyetsizdi belli ki. Gözlerimi sıkıca yumdum. Kendime gelmem gerekiyordu. "Afra hanım, anneniz sizi çağırıyor." Diğer kolumdan yakalayıp beni kendine doğru çeken Karan'ı gördüğümde derin bir nefes verdim. Yere yığılmamak için kendimi zor tutuyordum. Beni adamdan kurtardığı için minnettar olabilirdim. Ancak ona minnettar olacağım noktayı çoktan geçmiştik. Hâlâ aramıza diktiği soğuk duvarları hissediyor ve delicesine titriyordum. Kulağımdaki uğuldama yavaş yavaş etkisiz haline geldi. Gözlerini gözlerime dikmiş kendime gelmem için uyarıcı bakışlar attığını, gözlerim odağını bulduğunda fark ettim. Kara gözleri, yine ve yine hastalıktan olduğunu düşündüğüm bir şekilde kızıla döndü. Kaşlarımı çatıp pür dikkat ona bakarken, belime dolanan elle kafamı yana doğru çevirdim. "Afra, iyi misin?" İlke'ydi. Kadir'i çoktan göndermiş ve bana bakıyordu. Benim için değil, mahvolma noktasına gelen operasyonları yüzünden endişelendiklerini bildiğimden kafamı sallayıp onu onayladım. İlerlemek için bir adım attım ancak Nihat Keskin'in bilindik sesi yüzünden, yerimde kalakaldım. "Hoşgeldiniz!" Kalabalıktan büyük bir alkış koptu. Ben ise Nihat Keskin'in bulunduğu sahnede, hemen perdenin arkasında parlayan gözlerle konuşan adamı alkışlayan anneme bakıyor, bir kez daha küfürler savurarak lanet ediyordum. O adamın yanına çıkmak, elindeki mikrofona sarılmak ve bağırarak, "Başarılı olmak için bir adama ihtiyacımız yok!" diye haykırmak istiyordum. Yapabildiğim sadece, annemi izlemek olmuştu. Babama göz ucuyla bile bakmayan annemin, Nihat Keskin'e bakarken gözünün içi parlıyordu. Onun için gülümsüyor, onun için yaşıyordu. Karşıma geçip, "Ona aşık oldum." dememişti. Karşıma geçip, "Onu kullanıyorum." demişti. Midem bulandı. Elim yeniden baş gösteren acının bulunduğu yere, karnıma gitti ve ben anneme bakmaya devam ettim. Gözler arada bana çevrildi. Annemi görenler pek çok şeyi fark etti ancak ben, annemden gözlerimi ayıramadım. O kadar göz vardı etrafımda bana bakan ancak ben annemin gözlerini istedim. Bana baksın, bakışlarını kaçırmamayım diye bir an olsun ayırmadım bakışlarımı ondan ancak o bir kez bile görmedi beni. Dudaklarıma doldu acı. Nefeslerim acı koktu. Karnım daha fazla ağrıdı. Annem, bir kez bile dönüp bana bakmadı. Beni görmedi yine. Annemin beni gördüğü ilk yer, o adamla bastığım otel odasıydı. Ben anneme, geri dönsün diye bakmaya devam ettim. Ancak annemin geri dönecek bir yeri yoktu. O hiç gelmemişti ki yanımıza. Hiç bana sarılıp saçımı okşamamıştı ki. Bana masallar okumamış, kâbus gördüğümde içimi rahatlatmamıştı ki. Onun yerine cezalar vermişti hep. Kurallar koymuştu. Dışarı çıkmak yasak, kuralları çiğnersen odana kilitlerim seni... Kilo almak yasak, kuralları çiğnersen bir hafta yemek yiyemezsin... Babanla kameralara yakalanmak yasak, kuralları çiğnersen babanı göremezsin. Yardım istemek yasak. Kuralları çiğnersen, sana ağır cezalar veririm. Kurallar ve doğurduğu cezalar, hayatıma yön vermişti. Ancak beni yürüttüğü yol, uçuruma çıkıyordu. Çıkış yoktu. Çıkmaz sokaktı. Elim bir kez daha karnıma kapandı. Soğuk soğuk terledim ancak kendime işkence çektirmeyi bir kenara bırakmayıp annemin gülen yüzüne bakmaya devam ettim. Bir kez bana böyle gülse, tüm kurallarına uyardım. Karnımın ağrısı, nefeslerime uğradı. Soluklarım kesilircesine yavaşladı. Başıma giren keskin acıya rağmen, öylece durdum. Karnımın ağrısından iki büklüm olacağım yerde, iyi bir oyuncu oldum. Gülümsedim. Annem, bana işkence çektirmişti. Karnım ağrıyordu. Açılış konuşması yapan Nihat Keskin'i dinledim. O da bana bakmıyordu ve ben, kirli gözleri üzerimde gezinmediği için şükrediyordum. Az önceki ürperti baş gösterdi yine. Koluma bir el dokundu. Beni bir yere doğru sürükledi ve ben, hiçbir şey yapamadım. Adım sesleri duydum. Topuklu ayakkabı sesleri ve kopan alkış sesleri birbirine karıştı. Tüm bu kafa karışıklığına rağmen, iyi bir oyuncu olmaya devam ettim. "Afra!" İlke'nin sesi kulaklarımda yankılandı ve benim, gözlerim doldu. İçime bir karanlık çöktü sanki. Kötü bir his bedenimi ele geçirdi. Bir türlü kurtulamadığım kabuslara, berrakken karanlığa boyun eğen zihnim eşlik etti. Annemi görmeden önce iyiydim aslında. İdare edebilirdim ancak hastalık yüzünden tenimde hissettiğim sıcaklık beni donduruyordu. Ateş gibi yanan tenim, bileğimdeki el yüzünden belki de, üşüyordu. Gözümden bir yaş aktı. Simsiyah bir gözyaşı olmasını bekledim bunun. Değildi. İçime oturan karanlık, gözyaşlarıma uğramamıştı. "Afra, iyi misin?" İlke koluma dokundu ancak kendimi geri çektim. Bileğimdeki el, az önceki ürpertinin sahibiydi. Bileğimdeki el, Karan'ın eliydi. Yavaş yavaş kendime gelmeye başlamıştım. Hastalık beni kötü etkiliyordu. Kafamı kaldırdığımda Duru ile göz göze geldik. Bana uzun uzun baktı. Benim gibi, o da ağladı. Gözlerini ilk kaçıran o oldu ve bir daha da bana bakmadı. Bu defa gözlerim, Nihat Keskin'in küçük kızı ile kesişti. Daha o kadar küçüktü ki. Ablasına ve annesine baktım. Hemen yanındaydılar ve pür dikkat, sahnedeki aile üyelerine bakıyorlardı. Annelerinin gözü arada anneme kayıyor, yüzü düşüyor ancak belli etmiyordu. Görürdüm ben. Görmesem bile hissederdim. Acı çekişi tanıdıktı ancak o da benim gibi, iyi bir oyuncuydu. Gülümsedi, gülümsedim. Acı damarlarımızda dolandı. Ancak biz acı çekmekten zevk alıyormuş gibi, ağlamak yerine birer psikopat gibi gülümsedik. Benim annem, bir ailenin katili olmuştu. Yüzüme çarpan gerçekle daha fazla arttı karın ağrım. Elim karnımda gezindi. Kafamı öne eğip dudaklarımı birbirine bastırdım ve derin bir nefes aldım. "Neler oluyor?" İlke bana seslendi üçüncü defa. Karnımdaki elim yanaklarıma gitti. Gözyaşlarımı sildim. İçimde büyüyen bir duygu vardı. Karanlıktan sıyrıldı ve bir anlık, gözlerime uğradı. Kafamı kaldırdım. İyiydim. İyi olmak zorundaydım. Annemin elinden, oyuncağını alacaktım ve o öylece kalacaktı. O şirket hisseleri karşımdaki Nihat denen adamın değildi. O hisse senetleri, bana ağladığım için üzüntüyle bakan kızındı. Ablasınındı, annesinindi. Adaleti sağlamak bana düşmezdi ancak adalet, bizim hayatımıza uğramayalı çok olmuştu. Adaletin getirdiği ferahlık babamın ve benim kalbime hiç uğramamıştı. "Sahne arkasındaki kadın annem. Nihat Keskin'in peşine düşecek tek kişi o." Çenemle sahneyi işaret ettim. Kafam eli hâlâ kolumda olan Karan'a döndü. Kaşlarını çatmış anneme bakıyordu. İlke sırtımı sıvazladı. "Yasak ilişki yaşıyorlar. Nihat Keskin'in karısı güçsüz gibi görünebilir ancak tüm hisse senetleri aslında babası tarafından ona devredildi. Anlayacağınız, karısı yasak ilişkilerini öğrenirse adamın kaybolmasını sorgulamaz. Şüpheleri var ama kanıtı yok. Annem, yasak ilişkileri ortaya çıktığında büyük bir yıkım yaşar. Şirketle ilgilenirken, Nihat Keskin'i uzun süre aramaz." Karan'la göz göze geldik. Gülümsedim. İçimdekileri ilk defa, birine anlatmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes verdim. Sakladıklarım boyumu aşmış, bir ailenin sonu olmuştu. Yapan kadar, susanın da suçu vardı. Gülümsedi. Ona anlattığım şeyler işine gelirdi. Gözlerimin içine baktı. Sonra yanağımdaki gözyaşını takip etti ve yeniden gözlerime baktı. Gözlerimi kaçırdım. Elim çantama gitti ve içindeki telefonu çıkarttım. Kanıtları teker teker İlke ve Karan'a gösterdim. Annemi bitirecek her şey artık bir sır değildi. Onlara güvendim. Yaptığım bir aptallık mıydı bilmiyordum ancak onlara ilk defa güvendim. Annemi kendi başıma alt edemezdim. Tüm bunları yaptıktan sonra, annem benim yaptığımı anlayacak ve babamın tedavi masraflarını üstlenmeyi bırakacaktı. Ve ben, bir kez daha ölecek, bir kez daha gömülecektim. İşin bu kısmını daha sonra düşünebilirdim. "Alex," dedi Karan elindeki telefona bakmaya devam ederken. Sesinde gizleyemediği bir gerginlik vardı. Neden gerildiğini bilmiyordum ancak benim gerilmek için haklı sebeplerim vardı. "Kontrol odasına çık ve sana gönderdiğim görüntüleri büyük ekrana yansıt." Kirpiklerim titredi. Dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Pişmanlık hissetmedim ancak korktum. Öyle bir korktum ki ağlamaya başladım. Sessiz çığlıklar attım. Karan'ın gözleri yeniden gözlerimi buldu. Yine akan gözyaşlarıma baktı. "Neden ağlıyorsun?" dedi kaskatı bir sesle. Yanağımdan süzülen gözyaşına yeniden baktı. Akan tüm gözyaşlarıma bakacakmış gibi hissettim. Ağladığımda gözlerime değil, gözyaşlarıma bakmasına artık şaşırmıyordum. "Bu kanıtlar sadece bende var ve eğer annem anlarsa," Kafamı salladım. Devam edemedim. Elimin tersini ağzıma bastırdım ve hıçkırmamak için kendimi sıktım. "Ona muhtaç yaşamak zorunda değilsin." Sesindeki sakinlik yüzünden sıktığım göz kapaklarımı araladım. Ona muhtaç yaşamak zorundaydım. Hiçbir şey bilmiyordu. Ona anlatmadım. Kafamı salladım. "Alex, hazır mısın?" Kulaklarıma Alex'in gergin sesi doldu. "Çok adamları var etrafta. Hepsini etkisiz hâle getirmem imkansız." Karan sıkıntılı bir nefes verdiğinde koluna tutundum. Alnına götürdüğü eli duraksadı ve kolundaki elime baktı. "Biraz bekleyin." dedim soğukkanlı olmaya çalışarak. Acele edersem, gösteriye yetişebilirdim. Adımlarımı, büyük merdivenlere yönlendirdim. Üst kata çıkarken birkaç göz üzerimde gezindi ancak aldırmadım. Bu gösteriyi benim hazırladığımı bilmelerinde bir sakınca yoktu. Burada herkes birbirinin açığını yakalamaya çalıştırdı. Önemli olan açığı verendi. Açığa çıkaran söz konusu olmazdı. Merdivenleri aştım. Elimle yanağımdaki yaşları sildim ve yüzüme birkaç defa ufak tokatlar atarak toparlanmak adına kendime zaman tanıdım. Derin bir nefes aldım. Yüzüme, hoşnutsuz ve gergin bir ifade eklemeyi unutmadım. Uzun koridora çıktığım an, birden fazla adamla karşılaştım. Hepsi bana baktı. Ancak ben sadece, başları olduğunu düşündüğüm adamda gezdirdim gözlerimi. "Afra, Karan'ın yanına dön. Ben burayı hallederim." Alex'i duymayıp yürümeye başladım. Koridorda topuklu ayakkabılarımın yankılanmasına izin verdim. Benim kim olduğumu bilmiyorlardı. "Hanımefendi, buraya giremezsiniz." Elini kaldırarak beni durduran rütbesiz adama baktım. Daha sonra gözlerim, beni tanıyan üstüne döndü. Önümdeki adama işaret verdi ve bana yaklaştı. "Bir sorun mu var efendim?" Kafamı salladım. Onun sahte olduğunu hesaba katabileceği gülümsememe gölge düşürüp adamın kulağına doğru eğildim. "Gizli saldırı olasılığı var. Adamların çoğunun aşağı inmesi emredildi." Adam geri çekildi ve kaşlarını çattı. "Nihat Bey'den herhangi bir talimat almadık efendim." Adam bir adım geri çekilmeye çalıştı ancak onu kolundan yakalayıp yeniden kulağına eğildim. "Nihat Bey şu an konuşma yapıyor. Size mikrofonla seslenemezdi gerizekalılar! Kim olduğumu biliyorsunuz herhalde. Emir annemden geldi zaten." Annemin sözcüsü olduğum zamanlar olmuştu. Önemli emirleri bana söylerdi ve ben de, adamları görevlendirirdim. İkna olmadığı belli olan adamın kulağına daha fazla yaklaştım ve sesimdeki tehlikeli tınıyla son kez fısıldadım. "Ölmek mi istiyorsun?" Adam profesyoneldi. Ancak ben, ondan daha fazla adı geçen biriydim ve emir verme iznim vardı. Dikkate alınmayacak bir insan kesinlikle değildim. Annemin benim için kurguladığı gelecekte, karanlık Dünya'nın yapıtaşlarından olacaktım. Emir yetkim olmazsa sözümün geçmeyeceğini annem de biliyordu. Adamlarına beni ondan ve ablamdan sonra sözü geçen önemli adamlarından olarak tanıtmıştı. Bir komutan. Onun çocuğu değil, onun emir verdiği herhangi bir adamı olacaktım. Ancak sorun şuydu ki bu güvenlik şirketi şu an bana değil Nihat Keskin'e çalışıyordu. "Peki efendim." Tabi annemin emirlerinin geçmediği bir davet katiyen düşünülemezdi. Muhtemelen bu korumaları da bir güzel aşağılamış ve Nihat Keskin'den önce onun emirlerini almaları için uyarmıştı. Adamın emirlerine göre koridordaki çoğu adam aşağıya indi. Sahne arkasında olacaklarından fazla göze batmayacaklardı. Kapının önünde yalnızca iki adam kaldı. "Hallederim." Alex'in kulağıma dolan sesiyle arkamı döndüm ve koridoru geldiğim yoldan terk ettim. Merdivenleri indim ve yine Karan ve İlke'nin yanına ilerledim. Yanlarında durup hâlâ davetle alakası bile olmayan ve davetlileri çoktan sıktığı belli olan konuşmasını yapan Nihat Keskin'e baktım. İlke ve Karan'ın gözleri üzerimde gezindi ancak aldırmadım. Konuşmak istemediğimi fark etmiş olmalılar ki daha fazla beklemeden önlerine döndüler. Birkaç hışırtı sesi geldi kulaklıktan. Alex'in adamları etkisiz hâle getirdiğini düşüp gülümsedim. Aradan geçen birkaç dakika sonra Alex yeniden konuştu. "Hazır!" dedi sessizce. Duyulmaktan korkuyordu. "Şimdi değil," dedi Karan. "Adamı lavaboya çektikten sonra yansıt. Kadını oylamamız lazım." Elini saçlarına daldırdı ve onları dağıttı. Bana bakıp sıkıntılı bir nefes verdiğinde ne yapacağımı şaşırdım. Benden onay mı bekliyordu anlamıyordum. Onaylamasaydım o görüntüleri ilk başta onlara vermezdim zaten. Duru ile yeniden göz göze geldik. Bakışları yine aynıydı ve gözleri çok daha fazla kızarmıştı. Benden bir şeyler gizliyordu. Gizlediği şey, onu çok üzmüştü. Belki de yine sevgilim dediği ancak iki gün bile sürmeyen ilişkisini bitirmişti ve bana ihtiyacı vardı. Böyle bir kızdı Duru ve ona kızmıyordum. Normal insanlar böyle olurdu. Hayat dolu olurlardı, kandırılmaya müsait olurlardı, oyalanmak için insanca şeyler yaparlardı. Ben de öyle olmak isterdim. Onun gibi sevgili yapmazdım belki ama kendimi kitaplara, tablolara verirdim. Aşırı düşünmezdim. İnsanların her hareketinin altında bir oyun aramazdım. Sahte yüzlerini anında görmez, onlara etiketler takmadım. Kandırılmaya müsait olur, hayatın ne kadar güzel olduğu haykırırdım. Kendimden geçerdim. Çocuk olurdum, genç olurdum, yetişkin olurdum hatta yaşlı bile olurdum. Önüme baktığımda, gördüğüm geçmişimdeki ve geleceğimdeki bedenler mutsuzlukla haykırıyorlardı. Çocuk ben, annemi durdur diyordu. Genç ben, annemi sustur diyordu. Üç gün önceki ben, anneme engel ol diyordu. Onu başka bir adamla yakalama. Anneme engel olmasan bile o odaya güvensiz olan bir mesajla gitme diyordu. Ancak şimdiki ben, ağlama diyordu. Annen karşında diyordu. Savaş onunla, pes etme diye de ekliyordu. Duru ile uzun süre bakıştık. Gözleriyle bana bir şeyler anlatmak istedi ancak ben, onu anlayamadım. Pes ettiğinde elindeki kadehi can yakıcı olduğunu bile bile boğazı ile buluşturdu. Fazla dayanıklı bir bünyesi yoktu o yüzden daha fazla içerse, tüm daveti birbirine katacağına emindim. Tabi bir de, ertesi gün "Beni neden durdurmadın!" diye benim başımın etini yiyecekti. "Afra, sen iyi olduğuna emin misin?" İlke'ye kısa bir bakış attım. "Neden bir ağlayıp bir gülümsüyorsun?" Daha kötülerini de duymuştum. Onu önemsemedim. "Ayrıca koca koca adamların içine neden dalıyorsun?" Kafamı ona çevirdim ve alayla sırıttım. "Başka nasıl girecektiniz o odaya? Bunun için buradayım." Benim için endişeleniyormuş gibi yapmalarına gerek yoktu. Beni ayıplarmış gibi kafasını salladığında yeniden önüme döndüm. "Şuradaki kadın," dedim önümdeki masada sahneye dikkatlice bakan kadını işaret ederek. Nihat Keskin'in karısıydı. "Sahnedeki adamın karısı, bahsetmiştim." İlke ile birlikte Karan'ın da bakışları kadının üzerine yoğunlaştı. Ne diyeceğimi merak ediyor olmalıydılar çünkü iyi görünmüyordum. Bunu, İlke'nin acıma dolu bakışlarından anlayabiliyordum. "Ee?" dedi İlke bu defa. Onun, Nihat Keskin'i karısı olduğunu bildiklerini tahmin edebiliyordum. Belli ki elleri kolları uzundu. Çoğu şeyi, araştırarak öğrenebiliyorlardı. Kadından gözlerimi ayrılmadan İlke'ye açıklama yapmaya başladım. "Her şeyin farkında. Kendine neyi layık görüyor bilmiyorum ama gördüklerine inanmak istemiyor." Annemin sözleri yankılandı yeniden zihnimden. "Aşk diye bir şey yoktur. Aşk sandıkların, zaaflarındır." "Toz konduramıyor biricik kocasına!" Saçmalıyordum. Tam anlamıyla saçmalıyordum. Hastalık yüzünden gözlerim kayıyordu ve ben etrafa şaşı gibi bakmaktan delicesine korkuyordum. Ateşimin olduğuna emindim. Bunu yanan gözlerimden ve uğuldayan kulaklarımdan pek tabi anlayabiliyordum. Kadının kocasına hayal kırıklığı ile bakmasına kendine böylesine bir acı yaşatmasına gönlüm el vermiyordu. Gitmek en iyi çözümken kalmak aptallık olurdu ancak kadın tam olarak bunu yaparak hem kendine hem de çocuklarına bu acıyı yaşatıyordu. Elim Karan'ın kolundan destek almak için havalandı. Koluna sardığım elimle Karan kaşları çatık bir şekilde elime baktı. Bakışları yüzümde dolaştı ancak ben bir kez bile dönüp ona bakmadım. Eline değerli bir koz vermişken, ondan destek almamı sorun etmemeliydi. Ayakta zor durduğumu biliyordu. Ondan destek almak gururuma zarar vermedi çünkü gururum onun karşısında ağladığım için yeterince kırılmıştı. Evet, boyumdan büyük bir gururum vardı benim. Gururumdan ödün vermek demek benim için ölüm demekti. "İyi bir oyuncu." Karan kısık bir sesle fısıldadı. O da benim gibi saçmalamaya başladığında bakışlarım, yüzünü buldu. Yan profili kusursuzdu. Öyle can yakıcı bir karizması vardı ki, nefesimin kesildiğini hissettim. Ah, hayır! Nefesim hastalık yüzünden kesilmişti. Aşırı karizmatik bir adam olduğu doğruydu ancak benim bu tür şeylerde kesinlikle gözüm yoktu. Bir kez hoşlanmaya çalışmıştım ve sonu yeterince hüzünlü bitmişti zaten. Bir diğerine gerek yoktu. Kadın erkek fark etmez, kimseye güvenmiyordum. Kaldı ki, karşımda tam bir deli zırvalığı ile dolanan bu psikopat ıslık canavarına değil ilgi duymak, benden hoşlandığını söylese bile gözüm kaymazdı. Kalbinin olduğunu düşünmek yasak, kuralları çiğnersen kalbini deşerim. Sevgine zarar veririm. Sana değil, kalbine zarar veririm. Verdi. Beni sevgimle boğdu. Beni sevgimle alt etti ve cehenneme sürgün etti. Karnımı ağrıttı. Karın ağrım, kalbime sıçradı. "O, oynuyor. Tıpkı senin gibi." Karan, yüzünü yavaş yavaş onu dikkatle inceleyen bana döndürdü. Gözleri, tuhaf bir bakışın kurbanı olmuş, saçları az önce elini sıkıntıyla aralarında dolaştırdığı için dağılmış ve kaşları hep olduğu gibi çatılmıştı. "İyi bir oyuncu olması için sebepleri var." Gözleri kısıldı. Kadına döndüm çünkü ona bakmak bile bana acı veriyordu. Kamburum yine sırtımdaydı ve dik durarak saklayamıyordum. Omuzlarım çökmüştü. Yıllardır ara vermeden savaşan bedenim, artık savaşmaktan güçsüz düşmüştü. Annemin karşısında bile öldürseler ağlamayan ben, tanımadığım bir kadın ve bir adamın karşısında, hasta olmamı bahane ederek resmen ağlamıştım. Bu kamburumun çıkması için yeterince iyi bir sebepti. "Ne sebebi?" Kısılan gözlerine, kısılan sesi eşlik etti. Bakışlarını üzerimde hissetmeme rağmen, hâlâ acı dolu bakışlarla kadına bakıyor ve ayakta kalma savaşı veriyordum. Ayakta kalmak için hem hastalıkla hem de annemle savaşıyordum. Daha kötü durumlarım olmuştu. Toparlamak zorundaydım. "O, kocasını seviyor. Kocası ondan gitmesin diye boyun eğiyor." Tekrar ona döndüm. Bakışları kısık değildi bu defa ancak aynı duyguyla yüzüme bakıyordu. Söyleyeceklerimi dinliyor, muhtemelen mükemmel hayatımın nasıl bu kadar berbat bir hale geldiğini sorguluyordu. Sorgulamasına gerek yoktu. Sahneye bakarsa anlardı. "Kadın sevgisini boşa harcıyor, ondan gitmesin diye." Haklıydım. Hayatına muhtemelen mükemmel hayaller kurarak bir adamı almıştı. Onunla evlenmişti. Birbirlerini çok sevmişlerdi. Adamın sevgisinden emin olan kadın, hamile kalmış ve anne olmuştu. Hikaye tüm hızı ve güzelliğiyle devam ederken, kadına kötü hisler, kötü anılar uğramıştı yavaş yavaş. Bu evlilikte seven tek bir taraftı ve bir evlilikte ya da ilişkide seven tek taraf olsa bile, bu iş yürümezdi. Kadın belki sevdiğine değil ancak evlenip çocuk yaptığına pişman oldu. O pişmanlıklarıyla boğuşurken, adam kadınla neden evlendiğini belli etti. Para, sevgiyi ve saygıyı öldürürdü. Kadın, adamdan vazgeçmedi. Çocuklarını düşündü ve yaptığı her şeye boyun eğdi. Bu tam bir zırvalıktı! Kadın zor günler yaşamıştı. Çocukları kötü şeylere maruz kalmıştı ancak hâlâ arkalarına sığındıkları aşk ya da sevgi, tüm günlerini karartmıştı. Kadın sırf seviyorum diye, çocuklarını bu manzaraya maruz bırakmıştı. Bakışlarım, çocuklara döndü. O kadar çaresiz ve acı içerisindeydiler ki benim gibi. Annelerinin sevgisi yüzünde, utanç duruyorlardı. Ben de utanıyordum annem adına. Her şeyden önce, bu çocukların ahını aldığı için utanıyordum. Yüzüm yoktu gözlerine bakmaya. Yüzüm yoktu. Utançla gözlerimi kaçırdım iki kızdan. Bayılmanın eşiğindeydim. Arada bedenim dikildiğim yerde öne doğru eğiliyormuş gibi hissediyordum. Ancak Karan'ın kolu dengemi sağladığı için düşecek kadar çaresiz kalmıyordum. Gittikçe kısılan gözlerim, Karan'ı buldu. Hâlâ bana bakıyor, söylediklerimi tartıyordu. Ne kadardır o çocuklara ya da annelerine bakıyordum bilmiyordum ancak o ne düşündüğümü anlamış gibi baktı bana. O kadar tuhaf baktı ki duyduğum utanç, daha fazla kanattı kalbimi. Göğsüm daraldı, nefeslerim azaldı. Ağlamamak için gözlerimi kırpıştırdım. Bir kişi daha annemin gerçek yüzünü gördü ve ben, annemin gerçek yüzünü gören bu adamdan da utandım. "Başkaları yerine utanç duyma, hele ki başka bir evrende, yansımasının yerine geçen bir suçlu için asla utanç duyma. Karısını aldatan asıl kişi, bizim evrenimizdeki Nihat Keskin." dedi sessizce. Hatta sadece dudaklarını oynattı ancak ben anladım ne dediğini. Gözlerine bakmak istemedim. Bakışlarımı kaçırmak, düşüncelerimi def etmek istedim. Ancak öyle tuhaftı ki, sanki bir yol var dermiş gibi baktı. Derin bir nefes verdi. Soluğunu hissettim ve ürperdim. Sonra, bayılmanın eşiğinde olduğumu bir kez daha fark ettim. Çünkü gözleri, kızıl oldu. "Kızıl," dedim fısıltıyla. Alnımdaki küçük damlalar halindeki teri hissettim. Yanan gözlerimi kırpıştırdım ve pür dikkat, kısa süreliğine değişen gözlerine yoğunlaştım. Elim kolundan ayrıldı. Ondan uzaklaşacağımı sandı. Bunu bakışlarından anladım ancak ben ona daha da yaklaşıp gözlerine daha derin baktım. "Kızıl!" dedim bir kez daha. Bayılmak üzereydim. Bunu hissettim. Karan da hissetti. Eli belime gitti ancak onu durdurdum. Aklımı yitiriyor olmalıydım. "Karın yanındayken başka bir kadını belinden yakalaman açıklanamaz bir hareket, Karan. İlke ile lavaboya gideceğiz. Biz dönene kadar sakın kimseyle konuşma." Sanki kolundan tutunan ben değilmişim gibi, gözlerine bakışlarımı dikmemişim gibi üste çıktım. Kaşlarımı çatıp gözlerine bakmaya devam ettim utanmak yerine. Tüm bu kelimeleri, mırıldanarak söylemiş ve gözlerine bakmayı sürdürmüştüm. Sert konuşsam bile, etkileneceğini sanmıyordum. Gözleri karaydı. Yansıyan ışıktan öyle görmüş olabilirdim ancak etrafta disko topu falan da yoktu ki! Dün söylediklerini düşünmemek için attığım adımlara odaklandım. İnanmak istemiyordum. Saçmalıktan ileri gitmiyordu çünkü anlattıkları. Gözlerine, yine asla anlamlandıramadığım o ifade oturdu. Başıyla kısa bir onay verdi ve çoktan kolundan uzaklaşan elime kısa bir bakış attı. Herhangi bir cevap vermedi ya da konuşmadı. Yanımda hâlâ kadını inceleyen ve rol yapma gereği bile duymayan İlke'ye döndü. "Ona yardım et. Gözünün önünden ayrılmasın." Fısıltısını duyamam sanıyordu ama ben duyardım. Gözlerimi devirdim. Kaçmak istesem şimdiye kaç kez kaçmıştım. İlke gözlerini üzerimde gezdirdi ve Karan'a dönüp kafasını salladı. Önden ilerlerken, gözlerim sahnedeki annemle kesişti. Sonunda dikkatini çekmeyi başarabilmiştim. Daha doğrusu, bulduğum avlar ona tanıdık gelmediği için merak etmiş ve yanlarında beni görünce daha da dikkatini çekmişti. Önce bana, sonra İlke'ye ve ondan sonra da Karan'a baktı ancak ben durmadım. Yürümeye devam ettim. Gözlerimi ondan kaçırdım. Lavaboya vardığımızda, arkamdan gelen İlke'ye dönüp derin bir nefes aldım ve kapıyı kapatmasını bekledim. Üzerimdeki elbise, artık rahatsız gelmeye başlamıştı. Ayağımdaki topuklular, ayaklarımla buluşalı fazla olmasa da bileklerimi ağrıtmıştı. Ofladım. "Burası kadınlara ait taraf. Nihat buranın yanındaki lavaboya girecek. Lavabolar aynı zaten. Buradan nasıl çıkacaksınız bilmiyorum ama dikkatli olun. Elimden geldiğince annemi oyalamaya çalışacağım." İlke ilk başta şaşırdı. Daha sonra kafasını salladı ve etrafa bakınmaya başladı. "Neden şaşırdın?" dedim kafamı öne doğru eğerek. Kollarımı arkadan bağladım. Neredeyse aynı boydaydık. O lavaboyu incelerken aynaya dönüp saçlarımı düzelttim. "Sadece, beni buraya lavaboya incelemem için çağırdığını düşünmemiştim." Histerik bir şekilde güldüm ve aynadan ona baktım. "Ne için çağırdığımı düşündün?" Dudaklarını araladı ancak konuşmayıp yüzüme baktı. Muhtemelen iyi olup olmadığımı sorguluyordu ancak ben, gördüğüm yanılsamadan sonra kesinlikle uyanmış gibiydim. Halsizliğim had safhadaydı ancak ben hiçbir şey olmamış gibi topuklularla dik bir şekilde yürümeye alışkındım. Alışık olmadığım şey, yalnız hissetmemekti. Bu işte yalnız değildim ve bu beni rahatlatmak yerine daha çok geriyordu. "Yüzünü yıkamalısın. Ateşin yükseliyor gibi." Kafamı hayır anlamında sallayıp saçımın buklelerini düzeltmeye devam ettim ve ağzımda sözcükleri gevelemeye çalıştım. "Makyajım bozulur. İyiyim ben." Derin bir nefes aldı ve kollarını bağladı. "İçeride ne kadar kötü olduğunu görmedin mi? En azından bir yüzünü falan yıkasaydın." Sitemine karşı aynadan konuşmayı kestim ve yönümü ona çevirdim. "Merak etmeyin, bu operasyonu riske atacak bir şey yapmam. Size ihanet edecek olsaydım, o kanıtların elinize geçmesine engel olurdum ancak onları size bizzat ben verdim." Yarım ağız gülümsedim. "Ne gerekiyorsa yapın ve bir daha karşıma çıkmayın!" Yüzündeki şaşkınlığı okudum ancak şu an benim alanımdaydık. Kaçırıldığımda dik başlılık yapmayacak kadar mantıklıydım. Tabi ki şu an onlara hadlerini bildirecektim. Çünkü bana benden başka kimse sahip çıkmazdı. "Hayır, seni düşünüyoruz Afra. Gerçekten iyi görünmüyorsun." Bir kez daha güldüm ve aynaya son bir bakış atıp arkama döndüm. Kimsenin bana acımasını istemiyordum. "İncelemen bittiyse gidelim." Hâlâ az önceki kadar halsizdim. Hatta her an düşüp bayılabilirdim. Göz kapaklarımı zorladım ve kapanmamaları için zor bir savaşa katıldım. Lavabodan ayrılıp ana salona giriş yaptığımızda gözlerim Karan'ı aradı ancak belli ki o, sözümü dinlememişti. Adımlarım aniden duraksadı. Şu an annem ve Karan'ın bol kahkahalı, kahkaha atan sadece annemdi, sohbetine katılmak üzereydim ancak buna asla hazır değildim. Karan oldukça boş bakışlarla anneme bakıyor, hatta annem nazikçe gülerken gözlerini kaçırdığında sıkıntıyla etrafa bakınıyordu. Geri geri gitmek isteyen bacaklarıma inat, ileriye doğru adımladım. İyi bir oyuncu olduğumu kendime kanıtlamalıydım. "Anne!" dedim en az annesini gördüğüne sevinen iyi bir evladın ses tonu kadar abartılı bir ses tonuyla. Yüzümdeki yapmacık gülümseme de cabasıydı. Annem ve Karan ilk başta seslenen bana ve daha sonra da yanımdaki İlke'ye baktı. Annem uzun uzun beni süzdü. Üzerimdeki kombinin şık olması önemliydi. Yanına yaklaşıp iki yanağından öptüm. Elini belime koydu ve yüzüne o bilindik, sahte gülümsemesi yerleşti. Kusmak istiyordum. Karan'ın çoktan koluna gitmiş olan İlke bizi süzdü. Gözlerinden okuduğum şaşkınlık saniyeler içinde perdelendi. Karan ise duruşundan taviz vermiyor ve dudaklarındaki naif tebessümü ile bize bakıyordu. "Tanışmışsınız." dedim anneme bakarak. Kafasını salladı ve kulağıma doğru eğildi. "Aferin, sonunda bir işe yaradın!" Derin bir nefes aldım. Karan ile gözlerimiz kesişti ancak ona bakmadım. "Annem Neriman Suskun, Kevin ve Hannah Carney." dedim elimi kaldırarak. İlke ile tokalaştılar. İngilizce konuşuyorduk. Annemin övülesi eğitimleri ve disiplini sayesinde asla zorlanmıyordum. Mükemmel olma tanımına, yabancı dil bilmek de dahildi. "Şirketimiz hakkında onlara ufak bilgiler verdim. Dikkatlerini çekmiş olmalı." Kafasını sallayan annemin gözlerindeki parıltı, Karan'a yöneldi. O avlarına hep böyle bakardı. Bu bakışlar beni korkuturdu çünkü çok karanlıklardı. Yanımıza, uzun süredir kaçamak bakışlar attığım Nihat Keskin yaklaştı. Elleri ceplerindeydi ve yüzünde midemi bulandıran bir gülümseme vardı. Gözleri gözlerime değdi ve annemin gülümsemesi ile bulanan midem daha fazla bulandı. "Afra," dedi sanki beni uzun zaman sonra ilk defa görüyormuş gibi. "Uzun zaman oldu, nasılsın?" Annem, eliyle belime baskı uyguladı. Bu, bir uyarıydı. Ona da gülümsedim. Kendim bile şaşırdım bu soğukkanlılığıma ancak asla belli etmedim. "İyiyim, siz nasılsınız?" Samimi yaklaşımım ile Nihat denen insan artığı şaşırdı ve bunu oldukça belli etti. "İyiyim kızım. Ne zamandır bir sergi açmıyorsun. Nil çok özeniyor sana. Sergilerini görmek istiyormuş." Ona cevap verecektim ancak Nihat Keskin'in üzerine dökülen şarap ile ağzım açık kaldı. Alex profesyonel bir şekilde çırpınıp Nihat Keskin'i lavaboya yönlendirirken bakışlarım Karan'ı buldu. Yüzündeki soğuk gülümseme ile gözlerini gözlerime kilitledi ve anneme belli etmeden göz kırptı. Yüzümü buruşturdum ancak toparlanmam kısa sürdü. Bakışlarım anneme döndü fakat o, kıstığı gözleri ile Nihat Keskin'in ardından bakıyordu. Muhtemelen Alex'in bozuk Türkçesine takılmıştı. Büyük ekran aydınlandı. Annemin ve Nihat Kesin'in kötü pozları ile tüm salon ayaklandı. Sesler uğultuya döndü. İnsanların bakışları annemi ve beni buldu. Annemin ekrana yönelttiği bakışları daha da kısıldı ve hâlâ belimde olan eli sıkılaştı. Canımı yakacak kadar sert tuttu ve zaten ayakta durmakta zorlanırken, annemin canımı yakması ikinci bir darbe oldu. Ağzımdan küçük çaplı boğuk bir inleme kaçtı. Karan ve İlke, lavabolara yönelmişlerdi. Nihat Keskin'in hemen ardında olduklarını görebilmiştim. Nihat'ın adamları etrafta görünmüyordu. Alex onları etkisiz hâle getirmiş olmalıydı. Plan çoktan başlamıştı ve her şey yolunda gidiyordu. Annem bana döndü. Plana, cehennem azabım da dahildi. Kulağıma eğildi. "Sen Suskunların yüz karasısın. Tüm bunlar bittiğinde, sana uygulamam için cezanı kendin seçeceksin!" Annemden korkuyordum. Cezaları her geçen gün ağırlaşıyordu ve ben artık, karın ağrısı çekmek istemiyordum. Fısıltı o kadar nefret ve öfke doluydu ki, sıkılaşan tutuşuna rağmen bir adım geriledim. "Aklınca beni bitirmeye çalışıyorsun öyle mi? Sen tam bir nankörsün!" Belimi hızla bıraktı ve hâlâ dik olan sırtı ve bakışlarıyla topuklularından tehdit nidaları yükseldi. Duruşu, insanları korkutuyordu. Her birini, bir amaç uğruna yanında tutuyordu ve insanlar, onun yanında kendi istekleriyle kalmıyordu. Onları elinde tutmak için tehdit ediyordu. Tüm bu salon, Nihat Keskin gibilerle doluydu. Ancak çoktan içeriye sızan haberciler aceleyle fotoğraflar çekiyor, haber yapıyorlardı. Annem tahminlerime göre, kontrol odasına çıktı. Görüntüleri yok etmek istiyordu. Bu görüntüler, şirkete ciddi zararlar verecekti. Gözlerim, koca salonda üç güçlü kadına takıldı. Hayal kırıklığı doluydu bakışları. Onlara doğru ufak adımlarla yaklaştım. Koca ekrana dolu gözlerle bakıyorlar, kırılan gururlarıyla insanların acımasız yorumlarına maruz kalıyorlardı. Görüş açılarını kapattım. Üçünün gözü de bana odaklandı. Çığlıklarını yalnızca ben duydum. Onlar da benimkileri duymadılar yine. "Lütfen," dedim fısıltıyla. "Lütfen, sevmeyin onu. O kötü bir adam. Kendinize zarar vermeyin, efendim." Kadının yanağından, koca bir gözyaşı süzüldü. Gözlerini gözlerime dikti. Kafasını hayır dermiş gibi salladı ve arkasını dönerek hızlı adımlarla salonu terk etti. Beste annesinin peşinden gitti ancak büyük kızı Nil, gözlerini benden asla ayırmadan şu cümleleri kurdu. "Vazgeçmez, asla vazgeçmez o adamdan." Titreyen bir nefes bıraktı ve arkasını dönmeden önce son kez konuştu. Bu kez ağlayarak konuştuğu için yalnızca nefesi değil, sesi de titredi. "Teşekkür ederim." Gözlerime tekrar bakmadı ve arkasını dönerek o da annesinin ve kardeşinin peşinden çıktı. Üçünün topuklu ayakkabı sesleri salonda yankılandı ve ben asıl güç ne demek o zaman anladım. Onların arkasında bakarken, aklıma plan geldi ve elimle yanağımı sildim. Burnumu çekerek hâlâ çıkmayan Karan, İlke ve Alex'in bulduğu erkekler tuvaletine doğru adımladım. Koridorun ortasına geldiğimde, kulağıma cızırtı sesleri doldu. Ses kulaklıktan geliyor ve gittikçe artıyordu. Buruşturduğum yüzümle elim kulağımdaki kulaklığa gitti. Can havliyle kulaklığı çıkarttım ve yere attım. Kulağım çınladı ve gözlerim yerdeki küçük kulaklıkta takılı kaldı. Arkamda kanıt bırakmamalıydım. Yerdeki küçük cihazı aldım ve zaten bomboş olan çantama attım. Koridorda herhangi bir ses yoktu. Küçük adımlarla kapıya yaklaştım. Stresli bir şekilde gözlerimi kırpıştırarak yavaşça kolu indirdim. Çıktıkları zaman göreceğim bir açıda olmalarına rağmen, lavaboda kimse yoktu. |
0% |