@elfhikayelerii
|
"Güzelim, Asena'ya Seni ilk gördüğümde, henüz dokuzuncu sınıftın. Beni fark etmemiştin. Ayağınla ritim tutuyor, dudaklarını kemiriyordun. Seni tanıdıkça, bu hareketleri stresten yaptığını fark ettim. O gün neden stresliydin bilmiyorum ama umarım çözebilmişsindir. Son sınıfın, son gününe, okuldan ayrıldığım o son güne kadar seni sevdim. Çok uzun bir süre değildi ama günden güne ağırlaştı sevgim. Sevgililerin oldu. Seni büyüten sevgililerin. Yanına yaklaşamadım bile. Korktum. Sonra, dikkatini çektiğimi fark ettim. Bana baktığını gördüm. Sana hiç bakmadım bana bakarken ama hep izledim seni. Eğer daha erken fark etseydin beni güzelim, bir gün bile erken, seni sevdiğimi tüm dünyaya haykırırdım. O gün, hastanede. Öleceğimi öğrendim. Sen beni fark ettin. Nasıl oluyordu da aynı günde hem yaşadığımı hem de öldüğümü hissedebiliyordum? Uzunca bir süre kafa yormuşumdur buna. Nasıl oluyordu da seni böylesine çok sevebiliyordum? İçim içime sığmıyordu. Seni içime sığdıramıyordum. Dolup taşıyordun. Nasıl oluyordu da bu koca sevgi, ölüm kavramını bile silip atıyordu kafamdan? Nasıl oluyordu da kendimi küçücük bir nokta olarak görmek yerine sonsuz sanıyordum? Bir kez bile baksaydım gözlerine, kopamazdım. Hissediyordum. Hangi gün öleceğimi bilmiyordum ama hissediyordum. Seni bir daha göremeyeceğimi biliyordum. Beni eve kadar bıraktığını, hasta olduğum için bana içten içe acıdığını biliyorum. Kabul edemiyorsun belki ama durum bu. Önemli değil. Ben de kendime acıyorum zaten. Beni eve her bıraktığında, daha doğrusu bıraktığını zannedip kendi evine yürümeye başladığında, seni takip ediyordum. Sanki, yanında yürüyormuşum gibi. Ama bu, rahatsız ediciydi. Senin açısından. Takip edildiğini hissetsen, belki de hissetmişsindir, rahatsız olabilirdin. Korktum. Seni kaybetmekten. Her ne kadar dikkatini çekebildiğimi fark etsem bile. Dünya'nın en korkak insanı ben olabilirim. Belki de en çok seveni. Bilmiyorum. Ama aylarca sana takıntılı olup olmadığımı düşündüm. Rahatsız olduğunu bir kere bile hissetmiş olsaydım, zaten hasta olan bedenimin kafasına, bu hastalık beni öldürmeden sıkardım. Güzelim. Bana öylesine güzel şeyler hissettirdin ki... Ölen birine, hâlâ yaşadığını fark ettirdin sen. Ölen birine, hâlâ nefes alabildiğini hatırlattın. Minnettarım. Ve çok üzgünüm. Böyle olmak zorunda olduğu için. Elimden bir şey gelmediği, bu kadar acınası bir insan olduğum için. Bilmiyorum belki de bunu okuduğunda gülüp geçeceksin. Bu kim diyeceksin. Belki de bu saçma hastalığın bana verdiği deliliktir senin gözlerini üzerimde hissetmem. Ama dinle. Bu itirafı bir şekilde yapmazsam, ruhum huzur bulmayacakmış gibi hissediyorum. Ben seni çok sevdim. Yemin ederim. Ölü birinin itirafı ne kadar umrunda olur bilmiyorum ama öyle işte. Çok sevdim. Öleceğim. Biliyorum. Ama kalbim çürümeyecek. Sen oradasın çünkü. Sen ölü birinin kalbinde yaşıyorsun. O ölüyü, yaşatıyorsun. Anneme seni gösterdim. Çok güzeldin. O da çok güzel olduğunu söyledi. Seni beğendi. Bana ilk kez baktığın zaman. Hastanedeyken. Ben en savunmasız, en güçsüz hâlimdeyken. Belki de bana acımıştın. Öyle çok acımıştın ki, bana bakmanın nedeni bile bu sonuna kadar nefret ettiğim hastalığımdı. Ancak sorun değildi. Tek bir bakışın için bile iki kat hasta olmaya razıydım. Bana acımana bile razıydım. Öyle çok seviyordum ki seni, bazen nefesimi kesen bu hastalık değil, sen oluyordun. Kötü anlamda değil. Hep iyi anlamda. Aklımı da, kalbimi de tek bir bakışınla durdurabiliyordun. Bedenime hakim olan güç hastalık değildi. Sendin. Sana gelseydim, bir şansımız olur muydu? Çok düşündüm. Kafamı patlatacak kadar. Olur muydu bilmiyorum. Kestiremiyorum. Ama bilmek belki, seni bana getirirdi. Bilseydin... Belki her şey daha kolay olabilirdi. Bunu, gözlerim yarı kapalı yazıyorum. Çünkü biliyorum. Az kaldı. Son birkaç günüm. Durumum ağırlaştı. Tüm arkadaşlarım okuldan ayrıldığımı, başka okula geçtiğini düşünüyor ama öyle değil. Ben başka diyarlara göç ediyorum güzelim. Bilmen gerekenleri bilmiyorken zaten, bunu bilip kendini üzme istedim. Tekrar karşılaşacağız ama. Bir şekilde. Çünkü hiçbir hikaye yarım kalmamalı. Biz yarım kalmamalıyız. Nasıl olur bilmiyorum. Çok istiyorum. Dualar ediyorum. Karşılaşmamız için hepsi. Birkaç saniyeliğine bile olsa. En azından bir kere göz göze gelebilmek için, geceler boyu dualar ediyorum. Benim için son bir şey, yapmazsan da darılmam sana, son bir şey yapmanı istiyorum. O çardağa, yanındaki yakın arkadaşınla hep oturduğun o çardağa git. Orada, senin için bir şey var. Ben bıraktım. Onu al. Sana hiç hediye verme fırsatım olmadı. Umarım alır, kabul edersin. Umarım seversin. Seni çok seviyorum. Binlerce kez seviyorum. Saçlarını da. Lütfen onlara iyi bak. Son isteğim bu sevgilim. Saçlarına iyi bak. Seni ölünce bile sevecek olan, kavuşmayı dört gözle bekleyen ölüden. Doğukan." Nefessiz kaldığımı hissettim. Dakikalarca toprağına başımı koyup ağladım. Hıçkırdım. Kalbim hiç olmadığı kadar fazla ağrıdı. O kağıtları sımsıkı tuttum. Onun yazısı, onun son isteği, onun hatırası, onun sözleri. O. Bir kağıda sığdırdığım sevgim. Sevgilim. Diğer kağıtların hepsinde, karalamalar vardı. Beni çizmişti. Defalarca. Kantinde sıra beklerken. Çay içerken. Çardakta Naz'la gülüşürken. Farkında değildim ve farkında olmamak hiç bu kadar acıtmamıştı canımı. Canımdan can gitmişti. Ölmüştüm. İkimiz de ölmüştük. Ama uyanmıyordu o. Sarılmak istiyordum. Olmuyordu. Yapamıyordum. Elimden bir şey gelmiyordu. Düşünmeden ayaklandım. Koşmaya başladım. Naz da arkamdan geliyordu ama sesi çıkmıyordu. Ağlıyordu sadece. Kadın bizi durdurmamıştı. Oğlu için belki de milyonlarca kez akıttığı gözyaşlarına yenilerini ekliyordu. Koşa koşa, bir an bile durmadan vardım kendi sokağımıza. O çardağı aramaya başladım. Her yerini. Köşeleri. Oturağı. Hep oturduğum yerin çevresine baktım. Oradaydı. Yerdeki o küçük delikte. Deliğin üzerindeki minik taşı aldım. Altından ince, uzun bir tüp çıktı. Bir de tüpe bağlı bir not. "Senin için sevgilim. Sadece senin için." Yazıyordu. Tüpe baktım. Nazikçe kapağını açtım ve kokladım. Papatya kokuyordu. Ona aldığım papatyalar geldi aklıma. Elimle kalbime vurdum. Çıkacakmış gibi ağrıyan kalbime, defalarca vurdum. Beni tutmaya çalışan Naz'a rağmen, bayılana kadar zarar verdim kendime. Bir insanı büyüten, aldığı yaşlar değildir. Aldığı dersler de değildir. Bir insanı büyüten, aldığı darbelerdir. Bir insanı büyüten asıl şey, acıdır. Ben, on yedimde aşık olmuştum ve yine aynı ben, on sekizimde ölmüştüm. Bu, ölümlerin en güzeliydi. Onunla ölmek bile güzeldi. Onaydı, beni hep tanımış olan ona. |
0% |