Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 3

@elizinhikayeleri

Saat sabah yediye yaklaşıyordu. Tüm gece uyumamıştım. Gördüğüm rüyanın etkisinden çıkmaya çalışıyordum. İç sesim yüzündendi tüm bunlar! Benim aklımda hiç öyle öpüşme sarılma falan yoktu. Niye aklıma sokuyordu diyeceğim sıra, iç sesimin aslında var olmadığını, aklımın oyununa gelmemin tek sebebi kendim olduğunu anlamam ile düşüncelerime son verdim. Derin bir nefes alıp yatağımdan çıktım.

Yemek masasının üzerinde şarj olan cep telefonumu alıp hemen sağımda ki sandalyeye oturdum ve gelen bildirimlere bakmaya başladım. Whatsapp'tan Sude bir kaç fotoğraf daha yollamıştı. Operatörümden iki mesaj gelmişti. Son olarak Instagram bildirimi vardı.

'@suskunerdemoglu sizi takip etmek istiyor'

Pekala, görmemiş gibi davranmak. En mantıklı şey bu. Elimde ki telefonu yerine bırakarak ayağı kalkıp kendime bir bardak kahve yapmak için kahve makinesine elime geçen ilk kapsülü koydum. Hemen sonrasında gelir gelmez kıyafetlerim ile doldurduğum dolaba yöneldim ve kırmızı bir bluz ve siyah bir etek aldım. Üstümü hızlıca değiştirdim, kahvemi aldım ve balkona çıkarak manzarayı izlemek için balkonda ki rahat koltuğa kuruldum.

Balkonum L şeklindeydi ve koltuğa oturduğum zaman Suskun beyin balkonunu görüyordum. Gözlerimi kapatıp deniz ve havuzun sesi ile kahvemi yudumlayarak huzurlu bir kaç dakika geçirdim. Saat sekize yaklaşıyordu, Suskun beyin kapıma toplantılarımız var diye dayanması yakındı. Bu sefer bir değişiklik olsun diye kapısına giden ben olayım diye düşünerek odama girdim. Topuklu ayakkabılarımı giydim, çantama bir çift spor ayakkabısı bir pantalon koyup odamdan çıktım.

Hemen yan odamda ki kapıyı çalarak kapının açılmasını bekledim. Ve tüm bedenim tekrar şoka girdi. Duştan çıkmıştı, yine karşımda yunan tanrısı gibi duruyordu. Elinde ki havlu ile saçlarını kurutan adam burada ne işin var bakışlarıyla beni izliyordu.

"Şey, Suskun toplantılarımız..." dediğim de verdiği cevap ile minik bir anlamsızlık yaşadım. "Bey. Suskun bey," dedi.

"Ama siz demiştiniz ki..."

Cümlemi bitirmeden odadan bir kız sesi yükseldi. "Suskun? Geliyor musun aşkım?" Peki, durumu anlamıştım. "Toplantılar bugünlük iptal Ekim, akşam yemekte görüşürüz. İyi günler."

Derin bir nefes alarak odama geri girdim. Elimde ki çantayı yere attım. Sağ ayağımı kaldırarak ayakkabımın birini çıkardım. Aynı hareketi tekrarladım ve diğer ayakkabımdan da kullandım. Neden moralim bozulmuştu birden? Saniyeler içinde modum maalesef düşmüştü. Ah Suskun Erdemoğlu, ne hale getirmiştin beni?

(Suskun'un anlatımı ile)

Sabah uyanır uyanmaz telefonumu elime alarak gelen mesajlara baktım. Ayla beni dört kez aramıştı, geldiğimi duymuş olmalıydı. Vakit kaybetmeden kendisini aradım. Kısa süren bir konuşmadan sonra yanına geliyorum deyip kapatmıştı. Yatağımdan istemeye istemeye kalkmam ile boynumun tutulmuş olduğunu anlamamın arasından saniyeler dahi geçmemişti. Yastıktan olmalıydı. Derin bir nefes alarak odamın balkonunun camını açarak oda servisinden kahvaltıyı odama getirmelerini istedim. Tüm gün çıkmak istemiyordum odamdan. Telefonu elimden bırakmadan, Fransa'da bulunan Erdemoğlu Holding şubesini arayarak tüm toplantılarımızı iptal etmelerini istedim. Yarın halledilebilirdi. Acelesi yoktu, zaten Ekim'ide aşırı yormuştum dün. Toplantıların iptalini haber vermek için tam odamdan çıkacaktım ki, kapıyı açmam ile Ayla'nın elinde ki kahveyi üzerime dökmesi bir oldu. "Başımın belası..." demek ile yetindim.

"Sana da günaydın yakışıklı!" dedi ve içeri girdi. "Ayla yapış yapış oldum, duşa giriyorum ben."

(Ekim'in anlatımı ile)

Olan biten herşeyi Sude'ye anlatmıştım. Ağladığımı ise Sude'nin sesin kötü gelmeye başladı iyi misin demesiyle anladım. İyi olduğumu söyleyip apar topar telefonu kapatıp kendimi yatağıma attım. Tüm gün cips yiyip çizgi film izleyebilecek kadar kötüydüm. Kabul ediyordum. Suskun'muydu beni bu hale getiren? Az önce ona ilk defa bey diye hitap etmediğimi fark etmem uzun sürmedi. Bana bir daha bey deme demişti. Ve dediğini geri almıştı. Ne diyecektim ben şimdi ona? Delirmek üzereydim! Neden düşünüyordum sürekli bunları?

Dün çantasına koyduğum bilgisayarımı çıkardım ve dosyalarımı açtım. Biraz çalışırsam kafam dağılırdı. İlk olarak maillerime giriş yaptım. Özel kalem müdürümüz ve bütçe kontrol başkanımızdan mailler gelmişti. İkisinde de doldurulup arşive yerleştirilecek dosyalar vardı.

Dosyaları doldururken Doğan beyle birlikte mesajlaşıyorduk. Holdinge gitmemişti bugün, Sude ile evde kalmışlar. "Ekim'siz holding, kambersiz düğün olmazmış dediler gitmedim :)" yazmıştı. Gülmeme engel olamadan hemen cevap yazdım. "Bak sen, kim demişse doğru demiş," diyip dişlerini gösteren emojiyi yolladım. Vereceği cevaptan yüzde yüz emindim şımarma diyecekti. Onu o kadar iyi tanıyordum ki. Gelen mesaj ille gülümsedim. "Şımardı bak yine..."

İki dakika sonra tekrar bir mesaj attı. Dosyaları istiyordu. Burada yaptığımız toplantıların raporunu ve potansiyel ortaklarımızı araştırmak içinde holding isimlerini öğrenmemi istediğinde en kısa zaman içinde yollayacağımı söyleyip telefonumu bir kenara bıraktım. Dosyaları hızla bitirip arşivlenmesi için benim yokluğumda yerime bakan asistana yolladım. Gerisi ona aitti. Çalıştığım yeri şimdiden özlemiştim, daha doğrusu sanırım Doğan bey ile çalışmayı özlemiştim. O bambaşka bir patrondu. Daha doğrusu, yönetim kurulu başkanıydı.

Babası için de çalışmış olan tek kişiydim, kalan tüm kadroyu Doğan bey işten çıkarmıştı. Amcasının oğullarının işe aldığı kimseyi istemiyordu iş yerinde. Ben, Atilla Türkmen'in bizzat işe aldığı tek kişiydim. Hatta işe alınmamın hikayesi aşırı trajikomik bir durumdu. Babam Atilla beyin çocukluk arkadaşıydı.

Atilla bey ile ortak bir tekstil şirketleri vardı. Başka şirketleri satın alarak büyüttükleri şirketlerinden babam yurt dışına gitmek için ortaklığını bırakıp çıkmıştı. Atilla bey yalvar yakar vazgeçirmek istemiş fakat becerememiş. Kendisi holding kurma kararı aldığında ise babamdan muhasebe okuduğumu öğrenmesi ile kendisini ikna edip beni stajyer olarak almıştı. Daha sonrasında, okulum bittiğinde bir sene boyunca muhasebe bölümünde çalışmıştım. Hemen sonrasında muhasebe müdürü oldum fakat bir ekip işletmeyi pek sevmediğim ve başkalarına emir vermeye alışamadığım için Atilla bey ile konuştuğum sıra ricamı kırmadı ve beni yönetim kurulu asistanı olarak kendisine daha yakın bir konuma getirdi. Baba kız gibiydik!

Doğan beyi de çok iyi tanıyordum. Babası her ay bana oğlu hakkında internet araştırması yaptırırdı. Fotoğraflarını, videolarını yaptığı şeylerin hatta bazen bulduğumda hakkında çıkan haberleri dosya yapmamı isterdi. Çok sevdiği oğlunun karşısına çıkmaya senelerce korkmuştu. Evleneceğini duyduğunda ise, oğlunun mutlu gününü kaçırmak istememişti. Sonrasında ise holdingi tek oğluna bırakmıştı. Korkarım ki vefat edeceğini anlayıp, kardeşinin holdingin başına geçmesini engellemek istedi. Doğan bey başa geçtikten bir sene sonra vefat etmişti.

Düşüncelerime dalıp saatin ne kadar hızlı geçtiğini fark etmemiştim. Akşam olmak üzereydi saat dörde geliyordu. Doğan beye mesaj atmak için telefonumu elime aldım. "Doğan bey benim iş saaatlerim burada da geçerli mi?" diye sorduğumda bir kaç dakika sonra "Ne oldu? Cannes'ı gezmeye vakit mi arıyorsun?" demesi ile utangaç bir emoji yolladım. "Ben sana güveniyorum. Yapman gereken şeyleri iki elin kanda da olsa yapacağını biliyorum, yapamasan da canın sağ olsun. Yurt dışında olmanın tadını çıkarın lütfen Ekim hanımcığım!" yolladığında onu taklit ederek cevap yazdım. "Teşekkür ederim Doğan beyciğim saygılar efendim," yazdığımda sadece gülen emoji yollamıştı.

Pekala, günlerdir uzaktan gördüğüm o uçsuz bucaksız denize sonunda girebilirdim. Otel odamdan çıkarak Suskun bey ile gittiğimiz yoldan giderek vitrininde mayo ve bikiniler gördüğüm ilk mağazaya girdim. Otel odama geri döndüm, aldığım bikiniyi giydim. Üzerine de ince uzun bir elbise giydim. Kendime getirdiğim sepet çantamı valizimden çıkarı içine mini bardan buz gibi olan bir kola bir de meyveli maden suyu çıkarıp denizin yolunu tuttum.

 

Loading...
0%