Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bölüm 6

@elizinhikayeleri

Suskun bey gideli yaklaşık bir saati geçiyordu. Oturduğum koltukta az önce evimi terk eden adamın söylediklerini düşünüyordum. Saat akşama yaklaşıyordu. Depresif halimden bir şekilde kurtulmam gerekiyordu. Elimi önümde ki sehpaya uzatarak, kumandayı alıp televizyonumu açtım. Müzik kanalı bulmak için arama menüsüne girmem ile telefonumun bas bas bağırarak çalması bir oldu. Arayan Doğan bey'di, bekletmeden telefonu açtım. Açtığıma pişman olmam çok uzun sürmemişti.

İlk sorusu, "Suskun Erdemoğlu yüzünden mi geri döndün?" olmuştu. Evet diyemezdim. Hesabını sorardı biliyorum. Bugüne kadar patronum olmaktan daha fazlasını yapmıştı. Bana abilik yapmıştı. Saklamam da iyi değildi biliyorum ama söylemezdim. Henüz olmazdı. Cevap vermememden faydalanıp monoloğuna devam etti. "Bak Ekim, eğer sana bir şey yaptıysa holding, anlaşma, yurtdışı, para, pul hiç bir şey umurumda değil. Her şeyi iptal ederim sana bir şey yaptı mı?"

Yutkunarak, "Hayır, hayır Doğan bey dedim. Bir şey yapmadı. Ne yapabilir ki?" anlamış bir ses tonu ile hıhı dedi ve bir süre sustu. Bir on saniye sonra orada mısınız diye sormama karşılık olarak evet dedi ve yarın erkenden iş yerinde olmamı istedi hemen sonrasında telefonu kapattı. Elimde ki telefonu koltuğa bıraktım, televizyondan son ses bir müzik kanalı açtım. Bilal Sonses çalıyordu, Sonu gelmez şarkısıydı.

Salonumdan çıkarak hemen sağımda ki kapıya yöneldim. Kendime sıcak çikolata yaptım, salonda bulunan dolaplarımın birinde olan beyaz yumuşak battaniye mi aldım. Altına girerek yavaş yavaş elimde ki içeceği yudumladım. Televizyonda ki şarkıyı dinleyerek kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Saatler geçtikçe uykum geliyordu. Bir süre sonra elimde ki bardağı sehpaya koyarak evimin kapısını kitledim ve az önce oturduğum koltuğa uzanıp üstümü battaniyeyle örttüm. Televizyonumun otomatik kapanmasını ayarlayıp şarkı dinleyerek uyuya kaldım.

Sabah uyandığımda saat sekiz olmuştu. Normal iş saatlerim dokuz buçukta başlıyordu. Hazırlanmaya şimdi başlasam erken varırdım. Yattığım yerden kalkarak sehpanın üzerine bıraktığım bardağı mutfağa götürüp bulaşık makinesinin içine yerleştirdim. Banyoma girip önce saçlarımı topladım. Saçlarımın ıslanmasından nefret ediyordum bu yüzden sonra elimi yüzümü yıkadım. Kıyafetlerimi değiştirdim. Hızlıca bir kahvaltı yaptıktan sonra çıkmaya hazırdım. Saat sekiz buçuk olmuştu. Çantamı alıp ayakkabılarımı da giydikten sonra arabama binip şirketin yolunu tuttum.

On dakika sonra varmıştım. Allahtan bugün trafik yoktu. İşin garibi, holdingin otoparkında sadece Doğan beyin beyaz BMW'si vardı. Bir de kime ait olduğunu bilmediğim siyah bir Porsche duruyordu. Bizim şirketten birinin değildi, senelerdir burada çalıştığım için hemen hemen tüm işçilerin arabalarını tanıyordum. Belki de toplantı için gelen biriydi. Zaten bu şirkette çalışan hiç kimse bu kadar pahalı ve lüks bir arabaya binecek kadar para almıyordu. Buna Doğan bey de dahildi. Her neyse, daha fazla gecikmesem iyi olacaktı. Mavi renkli küçük Renault markalı minik arabamdan indim, hızlı adımlar ile şirketin girişine ilerlerken kapılarımı kilitlemeyi ihmal etmedim.

İçeri bomboştu. Kapalıydık haberim mi yoktu? Fakat kapalı olsaydık otomatik kapılar açılmazdı. Kafamda ki anlamsızlık ile asansöre ilerledim ve en son kata çıkmak için yedinci katın düğmesine bastım. Neden bilmiyorum kalbim hızlanmıştı. İçimde kötü bir şey olacakmış gibi hissediyordum. Korkuyordum. Derin bir nefes alarak asansörden indim.

Bu katın boş olması normaldi, pek umursamadım. Elimde ki çantayı masamın üzerine bıraktım ve Doğan beyin odasına yöneldim. Kapısı aralıktı. Görmeyi beklediğim son şey Doğan beyin koltuğunda oturan Suskun Erdemoğlu'ydu!

"Neler oluyor burada?" demem ile ayağa kalktı. Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. O sıra az önce aralık olan kapıdan Doğan bey girdi. "Ekim, otur konuşalım."

Yavaş yavaş adımlar ile masanın karşısında ki mürdüm rengi koltukların birine oturdum. Karşıma Doğan bey oturdu. Beni izlemeye başladı. "Pekala, Ekim, Erdemoğlu holding ile aramızda bir anlaşma yapmıştık hatırlarsan. Benden sakladığın ne var?" Anlamamıştım. Ne saklayabilirdim ki? Anlamsız bakışlar ile karşımda ki adamı izlemeye başladığımda öne doğru eğildi, dirseklerini dizlerinin önüne yerleştirdi ve ellerini birleştirdi. Alyansı takılı değil miydi onun? Sude'ye bir şey mi olmuştu yoksa?

Parmağına baktığımı anlamış olacak ki, kaybettim dedi birden parmağını göstererek. Sesimi çıkarmadım, başladığı cümleyi devam ettirdi. "Hakan Erdemoğlu aramış seni, neden söylemedin?"

"Su...Suskun beye söyledim." dedim düşünmeden. Bu sefer lafa o girdi. Agresif bir tonla "çok geç söyledin Ekim! Çok geç!" Bana bağırmasının üzerine Doğan bey ayağa kalkarak üzerine yürüdü.

"Bir daha Ekim'e bağırırsan..." Suskun bey cümlesini keserek ona meydan okudu. "Ne yaparsın Doğan? Ne yapabilirsin? Senin tüm gücün beni koltuğumdan bile edemez. Fakat ben parmağımı bile oynatmadan seni yerle bir edebilirim. Elinden geleni ardına koyma Doğan Türkmen. Hodri meydan!" Dedi ve Doğan beyin masasından bir dosya alarak büronun kapısını çarparak çekti gitti.

Şu laf sokup kapı çarpıp gitmesine sinir olmaya başlamıştım. Doğan beyin soğuk terler döktüğünü görebiliyordum. Bana döndü, yüzünde çaresiz bir bakış vardı. Bir kez daha sessiz kalarak başımı yere eğdim. "Ben sana ne dedim?" diye sorduğunda kafamı kaldırmadan bakışlarımı ona doğru kaldırdım. "Kaldır kafanı, eğme dik tut başını. Sen değil hayat eğsin başını sana yaşattıkları için," dedi ve koltuğuna arkasına geçti, masada bulunan diz üstü bilgisayarının ekranını kapattı ve büro koltuğuna oturdu.

Canı sıkkındı, bunu görebiliyordum fakat elimden hiç bir şey gelmiyordu. Doğan bey kolay kolay azar yiyen, kendini ezdiren biri değildi. Aslında daha önce asla böyle bir şey yaşamadığına yemin bile edebilirdim. Gözlerinde ki öfkeyi, siniri hatta üzgünlüğünü bile görebiliyordum. Oturduğu yerde elinde ki kalemi masaya vurup duruyordu.

"Doğan bey yapabileceğim bir şey var mı? Lütfen, yardım etmeme izin verin..." dedim sadece sessiz bir şekilde, yardım etmek istiyordum. Elimde bir şey gelir mi bilmiyordum ama Doğan beyin yanında olmak istiyordum. Yapabileceğim bir şey varsa bir saniye bile düşünmezdim. Yapardım. Resmen koskoca Atilla Türkmen'in oğlu, Doğan Türkmen benim yüzümden fırça yemişti. Kendimi suçluyordum. "Yok Ekim, bugün çalışan yok kapalıyız herkese bir kaç günlük tatil verdim. Sadece sen ve ben varız... Arşivlere girdim bu sabah baya karışıktı. Toparlayalım mı? Senin de bugünlük bir işin yoksa, yani istemiyorsan dönebilirsin evine sen de bir kaç gün tatil yap istersen seni zorlamak istemiyorum. "

Ah Doğan bey, ah. "Siz istersiniz de yapmam mı? Toplayalım isterseniz. Sonra odanızı toparlarız tüm holdingi tertemiz ve toplu yaparız. Herkes tatilinden döndüğünde toplu bir yerde çalışabiliriz," dedim gülümseyerek. O da bana hak vererek oturduğu koltuktan kalktı, kapısına hızlı adımlar ile ulaştı. Kapıyı açarak geçmem için elini kaldırdı. "Ekim hanım buyurun, sizi şöyle arşiv odası toparlamaya alalım," dedi yüzünde ki gülümsemesiyle. "Doğan bey, bana kızgın mısınız?"

Gözlerini kaldırarak hayır anlamında kafasını salladı. Hemen sonrasında "Ben sana kızamam Ekim, senin sayende ben bu şirketi yürütüyorum. Sen olmasan tek başıma hiç bir şey yapamam. Bunun da üstesinden beraber geleceğiz merak etme güzelim. İyi ki varsın Ekim," dedi yüzünde ki gurur dolu gülümsemesi ile.

Seviyordum bu adamı, söylediği son cümleyi ben de tekrarladım gülümseyerek.

"İyi ki varsınız Doğan bey..."

 

Loading...
0%